#Kraliyet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Lady Diana Spencer 1981
4 notes
·
View notes
Text
Adamın biri gelmiş kalbimin tahtına kurulmuş ama farkında değilmiş. Gitmiş başka birine köle olmuş…
1 note
·
View note
Text
Meghan Markle son kez kamuoyu önüne çıktığında 2000'lerden ilham alan bir Fransız manikürü giydi
Meghan Markle, “sessiz lüks” teriminin saç veya tırnaklar için bir terim olarak sözlüğe girmesinden çok önce, her zaman minimalist cazibeye inanan biriydi. Elbette bu beklenen bir şey: “Gizli zenginlik” bir tür kraliyet estetiğidir – en azından daha sıradan geziler için değil. (Kraliyet ailesinin kadınlarının, özellikle de taçların beklendiği zamanlarda, bir etkinliğe siyah kravatla gelip…
View On WordPress
0 notes
Text
"Taslaklara kaydedilsin mi?"
*asilbirhanfendigibihissetmekiçinhazırlanır*
"Atılsın."
A lot of royalty vibe
0 notes
Text
🗣️ İngiliz Sürümü Oyunlar ve Oyuncuları
Biri sahaya sürülüyor; Cumhuriyet bitmiştir dedirtiliyor.
Onu kalkıp Cumhurbaşkanı yapıyorlar.
Daha önce o kişiye İngiliz kraliyet ailesi tarafından ödül veriliyor. Ödülü bir holding sahibi Chathaum house yani İngiliz derin devleti adına faaliyet adına görev alarak bu ödülü sağlıyor.
Biri kalkıp Anayasanın ilk üç maddesi değiştirilemez, tartışmaya dahi açıklamaz bunun suç olduğu bilindiği halde değiştirilebilir diyerek tartışmaya açmaya kalkıyor.
Anayasaya ikinci bir resmi dil girebilir diyor.
Bu kişiye siyasi parti kurduruyorlar.
Bırakın onu tefeciden temiz para bulduk diye gerinen Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanı bu kişiyi ittifak içinde tutarak bu talebi meşru hale getiriyor.
Ve muhalif medyadan hiçbir yazar o yere göğe sığdıramadığınız Atatürk kitapları yazarak para kazanmak peşinde koşanlar buna en ufak bir tepki ortaya koymuyorlar.
Bilderberg mafyasının ülkemiz ayağını yönetenleri deşifre ediyoruz reklamla yemlenen televizyon ve gazetelerden ses çıkmıyor.
Osmanlı imparatorluğuna Serv'i dayatan düşünce kuruluşu adına ülkemiz aleyhine ajanlık yapan iş adamlarını holdingleri deşifre ediyoruz bırakın gazeteleri bu ülkede yurttaş olduğunu söyleyen Atatürk'ü ağzına işine gelince dolayanlar yazdıklarınızı okumaya korkuyorlar.
Birileri Fenerbahçe'yi şampiyon yaparak bu algıyı değiştirmek adına yola çıkmış kimse ne tür bir oyun oynanıyor görmek istemiyor.
Sonunda fanatizm ideolojisini de kullanmaya başladılar.
Emperyalizmin uşaklığı ve kapitalizmin para gücü kendilerine yetmiyor.
Chathaum house ilk hangi iş kadınının ülkemiz aleyhine faaliyet gösterdiğini ifşa ettik. İstifa etmek Malta vatandaşı olmak zorunda kaldılar.
Bir holding çıktı bu görevi kurumsal olarak üstlendi.
Hala hem Fenerbahçe ile fanatizm sayesinde algı değiştirmek peşinde koşarken hem de bu mukaddes görevi sürdürmeye devam ediyor.
Bakın bir başka holding sahibi İngilizler için nasılda kendini onlara adadığını beyan ediyor.
Hala aynı noktada olup olmadığını çıkıp söyleyemiyor.
Canlı mevta olmak işte böyle bir şey.
Yaşattıkları tüm zulmü yaşamaları için çırpınıp duruyorlar.
Mobbing Bank kitabı diyor ki;
Siz kimsiniz?
Orada yazıyor açıp okuyun.
] Önder KARAÇAY [
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#İngiliz Sürümü Oyunlar ve Oyuncuları#Chathaum house#bilderberg#Mustafa Koç#Suzan Sabancı Dinçer#abdullah gül#İngiliz kraliyet ailesi ödülü#ali koç#koç holding#canlı mevta olmak#yaşattığı zulmü yaşamak#Fenerbahçe#fanatizm#algı değiştirmek
3 notes
·
View notes
Text
Royal Banner of Ur, One part of his face shows war, another part shows the comfort of peace. It is made of carved seashell on a bitumen background, decorated with red agate and lapis lazuli.
Ur Kraliyet Sancağı, Yüzünün bir kısmı savaşı, bir kısmı barışın rahatlığını gösteriyor. Kırmızı akik ve lapis lazuli ile süslenmiş, bitüm zemin üzerine oyulmuş deniz kabuğundan yapılmıştır.
#archaeology#mesopotamia#sümer#ur#arkeoloji#ur royal banner#ur kraliyet sancağı#sumer#lapis lazuli#akik#agate#sea shell#bitüm#bitumen#royal#royal cemetery#cemetery
0 notes
Text
Dev Dalgaya Direnen Deniz Feneri
Dev Dalgaya Direnen Deniz Feneri
Dev Dalgaya Direnen Deniz Feneri Birleşik Krallık’taki Kraliyet Meteoroloji Derneği’nin her sene düzenlediği fotoğraf yarışmasında Christopher Ison çektiği fotoğraf ile kazandı. Fotoğrafta saate 196 kilometre hızla esen rüzgarın yarattığı görüntü yer alıyor. Eunice isimi verilen bu fırtına ülkenin güney kuyularında kırmızı alarm verilmesine sebep oldu. Yazan: Selim…
View On WordPress
#Birleşik Krallık#dalga#Dev dalga#Dev Dalgaya Direnen Deniz Feneri#Eunice#Kraliyet Meteoroloji Derneği
1 note
·
View note
Link
Kraliyet Evi Temizleme,Kraliyet Evi Temizleme oyun,Kraliyet Evi Temizleme oyna,Kraliyet Evi Temizleme oyunu ,Kraliyet Evi Temizleme oyunları
Bugün Prens Balosu günü olan Kraliyet Evi Temizleme Mücadelesi oyunu. Zavallı Chloe, üvey annesi tarafından evde tutulur. Üvey annesi ondan baloya gitmeden önce tüm odaları temizlemesini istedi. Lütfen Chloe\'ye odasını temizlemesinde yardım edin ve ardından ona balo elbisesini giydirin
https://www.oyunoyna.tv.tr/cocuk/kraliyet-evi-temizleme.html
0 notes
Text
Lady Diana Spencer
#lady diana#princess diana#lady diana spencer#princess#baby#80s#british royal family#britain#ingiltere#england#kraliyet
1 note
·
View note
Text
Dünkü 5 çayımı böyle bir yerde içtim tumblr kraliyet ailesi gibi ağırlandım diyebilirim ya da bendeki hissiyatı o yönde 😋👸🏻🫶🧡😂😂
Gitmek isteyenler için konum bırakıyorum çayın aroması ve san sebastian da muhteşemdi. Gen Antik Cafe burası Balat renkli evlerin tam içinde tavsiye ediyorum 😌☕🍰👌
Cağnım İstanbul'daki arkadaşlarım lütfen kırılmayınız küçük bir iş için geldim yalnız değildim sizi rahatsız etmedim o yüzden seviliyorsunuz 🥰🫶🧡
RTÜK sansür uyguluyor maşallah diyin lütfen 😁🧿🧿🧿
#Gen Antik Cafe#Balat renkli evler#Antikalar neden bu kadar güzel#Peki ben neden herşeyi bu kadar çok beğeniyorum#Bu kadar tatliş şey nasıl biraraya gelmiş olabilir#Video fotoğraf şahsıma aittir#Lütfen çalmayınız 😁
134 notes
·
View notes
Note
Peki Arın'in sürekli ve sürekli olarak "MEMLEKET BU HALDEYKEN" modunda olması... küçükken bile bu kadar olduğunu hiç düşünmemiştim, çocuklar biraz eğlenmek ister falan... dusjskksjsks ama ilahi lordun süt sevmesi tüm bu açığı kapatıyor kdkdkdksks
HAJSJSJSJSJS asla ya aslaaaaaa. Ama Arın’ın üzerindeki yük de şöyle farklı, Su Krallığı her zaman gökyüzüne “asalet ve soy olarak” en yakın krallık olarak görülüyor. Yani bunlar kendilerini diyarın kraliyet ailesi sanıyorlar birnevi. Hata yapma şansı yok. Ve krallığı bir önceki dönemde olduğundan daha iyi gale getirmeli. Çok ciddi bir babasıyla rekabet durumu var. Bir de Arın çocukluğundan beri Atlantis’e takıntılı. Bütün su lordları kendi zamanında Atlantis’i arıyor ama Arın kendisi bulacak kişi olmak istiyor. Gerçekten deli aslında…
155 notes
·
View notes
Text
Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?
-Kadın: Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum dedi.
-Adam: Karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.
Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı ve karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.
Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi; aşığının koynunda gününü gün ediyordu.
Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.
Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde buldu, kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaştı ve kalabalığın nedenini sordu?
Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı. Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.
Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen biri vardı ve adam, bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?
Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.
-Adam: Allah'ım hırsızı buldum beni krala götürün diye çığlık attı; adamı krala götürdüler ve adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğu, o değilse benim başımı kesin dedi.
-Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama! kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin dedi?
Ey kral! sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar dedi.
LİBYA HALK EDEBİYATINDAN
Insanları tanımak için farklı yönden bakmak, daima iyi gelecektir. Şimdi bazı insanların kötü yaşam biçimlerini örtmek için dini kullandığı gibi..:)
42 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
246. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 1- Büyük HuaHua Unutkan Lian'ı Alıyor
Xie Lian gözlerini açtığı an yerde uzandığını fark etti.
Garip bir odaydı. Aşırı derecede kafası karışmış hisseti.
Taichang dağındaki kraliyet tapınağında xiulian uyguluyordu, peki neden buradaydı?
Hafif bir kayıp hissi ile Xie Lian yerde oturdu.
Üzerinde gerçekten de biraz fazla basit, kaba ve zavallı halktan insanlarınki gibi ayrıntılardan yoksun bir dizi basit, beyaz cübbe olduğunu fark etti. Malzemesi de iyi değildi, dokusu pürüzlüydü ve cildine rahatsız edici bir şekilde sürtünüyordu.
Xie Lian kaşlarını kırıştırdı ve yerden yukarı tırmanmayı düşündü. Ayağa kalktığı anda vücudunda rahatsızlık hissettiği daha fazla yer keşfedeceğini tahmin etmemişti.
Kalçaları ağrıyordu, bacakları ağrıyordu, karnı ağrıyordu, boynu ağrıyordu. Bu, bir geceyi yerde yatarak geçirmenin ve üşümenin sonucu olabilir miydi? ...İmkansız. Ayrıca, o kadar da narin ve kırılgan değildi.
Peki ya Feng Xin ve Mu Qing? Xie Lian onları hatırlayarak, "Feng... öhö, öhö, öhö...??" diye seslendi.
Sesi bile çok rahatsız ediciydi.
Dün gece Feng Xin ve Mu Qing'in yine küçük, önemsiz bir şey yüzünden kavga etmeye başladıklarını ve meditasyon yapmasını imkânsız kılacak kadar çok gürültü çıkardıklarını hatırladı. Bu nedenle, tartışmaya dışarıda devam etmelerini emretmişti. İki yüzden fazla satır boyunca büyük bir kızgınlık ve öfkeyle onların tartışmalarını dinleyen Xie Lian'ın uykusu gelmeye başlamış ve dinlenmeye çekilmiş, uyandığında nasıl olmuştu da böylesine akıl almaz ve karmaşık bir duruma düşmüştü?
Bir masanın kenarından destek alan Xie Lian sonunda ayağa kalktı ve çevresini inceledi.
Burası bir han olmalıydı, ancak genel olarak konuşmak gerekirse, kamp yapmayı seçmeyip bir handa kalmayı tercih ettiyse, açıkça böyle bir handa kalmayı seçmezdi.
Elleri ve ayakları bağlanmamıştı ve odanın kapısı kilitli değildi, yani bu hapsedilmediği anlamına geliyordu. Eğer biri ya da bir şey ona karşı komplo kuruyorsa, onu buraya atmanın ne anlamı vardı?
Xie Lian düşündükçe bu durumu daha da tuhaf buluyordu ama en tuhafı hâlâ vücudunun şu anki durumuydu. Kollarındaki ağrıya tahammül ederek dış giysilerini çıkardı ve vücudunda ne tür yaralar olduğunu incelemeye hazırlandı. Ancak beklenmedik bir şekilde, dış giysilerini çıkardıktan sonra, bakmak için başını eğdiğinde, tüm yüzü bir anda soldu.
Karnından göğsüne kadar her yeri yoğun bir şekilde belirsiz kırmızı izlerle kaplıydı. Sanki büyük bir çiçek yaprağı düşmüş ve ince beyaz yeşim taşı kadar soluk olan cildini, al-kırmızı çiçeklerin açması gibi örtmüştü. O kadar kırmızıydılar ki hayrete düştü ve bakmak için yanındaki aynanın önüne geçti.
Sahiden! Sadece göğsünde ve karnında değil, boynunda, hatta çenesinde bile vardı!
"........"
Xie Lian bakmaya devam etmek için alt kısmındaki giysileri çıkarmaya cesaret edemedi. Durum çok açıktı.
Bilmediği bir nedenden ötürü baygın olduğu bir anda, birisi ona… çok büyük bir saygısızlık etmişti.
Xie Lian hayatında ilk kez "bacaklarının güçsüzleştiğini" hissetti, Ama kendini çelikleştirdi, dayandı ve sağlam durdu.
Geçmişte, kendisine hizmet eden oda hizmetçilerinin saray dışından gelen bazı korkunç efsanelerden bahsetmelerini çok dinlemişti; karaborsada çalışan ve kötü niyetli ya da cinsel nedenlerle kız kaçırma konusunda uzmanlaşmış, kötü şeyler yapmadan önce kızları uyuşturan kara kalpli insanlar gibi. Ama... ama...
Xie Lian başını iki eliyle kavrayarak mırıldandı: "Ama... Ben, ben bir erkeğim!....."
Şu anki görüntüsü gerçekten de çirkindi. Bu aşk ısırıkları ve çok fazla güçle tutulduğu yerlerdeki morlukların yanı sıra, utanç verici ısırık izleri bile vardı. Xie Lian yüzünü kapattı, vücudu üşürken başının ateşler içinde olduğunu hissediyordu.
Aniden, son derece ciddi bir şeyi hatırladı; Olamaz!
Onun xiulian uygulama yolu mutlak iffet gerektiriyordu, ama bundan dolayı büyük bir tabu işlemiş olmuyor muydu?
Xie Lian aceleyle bir deneme yaptı. Denedi, beklendiği gibi, artık herhangi bir büyü gücüne sahip değildi!
Xie Lian genellikle oldukça sakin biri olarak kabul edilirdi, ancak mevcut durumda, sanki yerlere yığılmak üzereymiş gibi hissediyordu.
Açıklanamaz bir şekilde, uyandıktan sonra bu hale gelmişti, Feng Xin ve Mu Qing'in ikisi de kayıptı ve kendisi hâlâ onu kandırmak ve kirletmek için kimin hangi yöntemi kullandığını bilmiyordu. Gerçekten yere yığılmak istiyordu.
Bir süre sonra, bu gerçeği hâlâ kabullenemiyordu ve kendini çok üzgün hissediyordu. Ancak, bu şekilde sersemlemeye de devam edemezdi ve bu yüzden dikkatsizce kıyafetlerini toplayıp giymekten ve handan ayrılmaktan başka çaresi yoktu. Çıkarken kimse onu durdurmaya çalışmadı. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve etrafındaki binaların, yoldan geçenlerin kıyafetlerinin ve aksanlarının bile oldukça tuhaf olmasını umursamadı.
Ama belki de kalbinde bir kıpırtı olduğu için, sanki diğer insanlar vücuduna bir şey olduğunu anlayabiliyorlarmış ve onu tuhaf bakışlarla süzüyorlarmış gibi hissetmeye devam etti. Bu, yürüdükçe hızlanmasına neden oldu, sonunda ise çılgınca koşmaya başladı. Bir ormanlık alana girdi ve tek bir yumrukla bir ağacı yumrukladı. Ağaç bir "çatırtı" ile kırıldı. Öfkeyle bağırdı, "pislik!!!"
Kendisine böyle bir şey yapan kişiyi lanetlemek ve azarlamak için en kötü dili kullanmak istedi, ancak dönüp durduktan sonra tek söyleyebildiği "pislik, piç, alçak!" oldu ve kalbindeki yangını dışarı vuramadı, boğuldu.
Ama kendini bırakıp ağlayamıyordu da. Bu yüzden duygularını sadece içinde tutup çılgınca saldırabiliyordu. "güm güm güm güm güm güm güm", arka arkaya onlarca ağacı devirdi, sonunda olduğu yerde durdu ve çömelerek bacaklarına sarıldı, bağırdı ve ağladı; "Veliaht prens hazretleri, veliaht prens hazretleri, daha fazla vurmayın!"
Xie Lian'ın kalbi öfkeyle doluydu ama aniden yerden çıkan bu yaşlı adamın sıradan biri olmadığı açıktı. Bu manzara onu biraz ürküttü ve "Kimsin sen?" diye sordu.
Yaşlı adam gözyaşlarını sildi ve şöyle dedi: "Ben buranın toprağıyım, veliaht prens hazretleri! Bu orman parçası benim tarafımdan yetiştirildi! Senin gibi bir kıdemli vurmaya devam ederse, elimde hiçbir şey kalmaz!"
Xie Lian kendi kendine düşündü, sonuçta bu başka kimseyi ilgilendirmiyordu ve öfkeyle gelişigüzel hareket etmemeliydi. Ayrıca, bu küçük bir tanrı olsa da yine de bir tanrıydı, yaşlıydı ve saygı görmeliydi. Bu nedenle, isteksizce ateşinin bir kısmını geri çekti, elini geri çekti, nefesini yavaşlattı ve "... Üzgünüm, aşırı davranan bendim. Şuna ne dersin, az önce devirdiğim tüm ağaçların parasını sana ödeyeyim."
Yer, Xie Lian'ın bacaklarına sarılmış olan ellerini bıraktı ve aceleyle, "Hayır hayır hayır hayır hayır, gerek yok, senin gibi bir kıdemliden nasıl ödeme yapması beklenebilir? Benimle konuşmaya istekli olmanız, bu küçük tanrının mekânını şereflendiriyor!"
Xie Lian bunun biraz tuhaf olduğunu hissetti, nasıl söylenirse söylensin, bu Toprak hala bir tanrıydı ve görünüşe bakılırsa ondan çok daha yaşlıydı, hatta ona "senin gibi bir kıdemli" diyordu? Ancak daha fazla sorgulama havasında değildi ve kibarca sordu, "Bu bölgenin Toprağı olduğunuza göre, bu bölgenin giriş ve çıkışlarını çok iyi biliyor olmalısınız. İki kişiyi bulmama yardım eder misiniz?"
Bunu söylerken, ödeme olarak birkaç altın yaprak almak niyetiyle elini kolunun içine soktu, ancak Toprak onun hareketini gördü ve aceleyle ve çılgınca ellerini salladı, "Gerek yok! gerek yok! gerek yok! Kimi bulmak istiyorsunuz?"
Tesadüfe bakın ki, Xie Lian da hiçbir şey söylemedi. Ellerini uzattı ve "İki yardımcım, Feng Xin ve Mu Qing" dedi.
"......"
Toprağın ifadesi aniden çok garipleşti. Xie Lian, "Sorun ne? Bir sorun mu var?"
Toprak dedi ki, "Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hiç sorun yok. Sadece..."
Sadece, veliaht prens hazretlerinin nesi vardı? Sekiz yüz yıl oldu ve hala Nan Yang Generali ile Xuan Zhen Generali yardımcıları olarak çağırıyordu. İki generalin kızıp kızmayacağını kim bilebilirdi? Boş ver, iki generalin kızıp kızmaması önemli değildi; eğer bu kişi ona iyi hizmet etmediyse, o zaman o kişi kızdığında daha korkunç olurdu. Ve "Lütfen bir süre burada bekleyin, hemen sizin için bir arama yapacağım!" dedi.
Xie Lian "Çok minnettarım" dedi. Nezaketle eğildi ve başını kaldırdığında o toprak çoktan kaybolmuştu.
Xie Lian başının hâlâ ateşler içinde olduğunu hissetti ve alnını tuttu. Tanrı bilir ne kadar zaman sonra, önündeki kuşkulu sesin "Sorun nedir?" dediğini duydu.
Xie Lian başını kaldırdığında Feng Xin ve Mu Qing'i gördü. Ancak, tanıdığı Feng Xin ve Mu Qing değildi. Aslında ikisinin de görünüşü değişmemişti ama üzerlerindeki hava farklıydı; artık iki atılgan genç gibi değil, arenada birçok zafer kazanmış iki general gibiydiler. Dahası, her ikisi de pahalı ve lüks siyah cübbeler giyiyordu, sıradan insanların giydiği türden değil. En azından Xie Lian onları hiç böyle kıyafetler giyerken görmemişti.
Soruyu soran kişi Feng Xin'di ve "Ekselansları, burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?" diyerek yaklaştı.
"…..." Xie Lian, "Asıl sorması gereken benim, ikiniz de nereye kaçtınız? Dün gece tartışmanız için ikinizin de dışarı çıkmasına izin verdim, bu sabah neden ortadan kayboldunuz?"
Feng Xin ve Mu Qing ne dediğini anlamamış gibi garip bir ifade takındılar. Xie Lian'ın başı yarılacakmış gibi ağrıyordu ve tekrar, "İkinizin de kılık kıyafeti ne böyle? Neler oluyor?"
Feng Xin başını eğip kendini inceledi ve şüpheyle, "Bu kıyafetlerin nesi var? Çok normal değiller mi?"
Bunun üzerine Mu Qing, "Ne diyorsun sen? Uyurken aklını mı kaçırdın? Dün gece sende değildim."
Xie Lian kafasına sarıldı. Bağırıp çağırmak istedi ama kendini sakin kalmaya zorladı ve bir süre düşündükten sonra, "Anlıyorum? İkiniz de benim gibisiniz ve bir şey tarafından fidye için tutuluyorsunuz." Feng Xin ve Mu Qing'in yüz ifadeleri giderek daha da tuhaflaştı.
Feng Xin, "İhmalkâr davrandım. Ekselansları, bizi neden çağırdığınızı neden söylemiyorsunuz?"
Mu Qing gözlerini devirdi ve "Sormaya gerek yok. Dediğim gibi, birinden bizi aramasını isteyip Onu aramadığına göre, yüzde seksen ihtimalle beyninde bir sorun var demektir."
Xie Lian neden bahsettiklerini tam olarak anlayamadı ve "O mu? Guoshi mi?"
"…..."
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerine baktı ve bir süre durakladıktan sonra Mu Qing bir adım öne çıkarak, "Ekselansları, veliaht prens" dedi.
Xie Lian "Ne?" diye sordu.
Mu Qing, "Şu anda hafızam biraz bulanık. Bana söyleyebilir misin, son birkaç gündür neler yaptığımızı hatırlıyor musun?"
Xie Lian, "Birkaç gündür kraliyet tapınağında xiulian uygulamıyor muyduk?" dedi.
Mu Qing, "Hua Cheng nerede?" dedi.
Bu ismi duyan Xie Lian güçlü bir aşinalık hissetti, ancak düşündükten sonra gerçekten de tanımadı ve bu yüzden aniden, "Hua... Cheng kim?......" dedi.
"......."
Mu Qing, "Tamam, anladım" dedi.
Yan tarafa bir bakış attı ve yüzünde şaşkın bir ifade olan Feng Xin'le konuşmak için kenara çekildi. Xie Lian birden bunun oldukça şüpheli olduğunu hissetti ve ihtiyatla, "Ne anladın? Siz ikiniz ne hakkında konuşuyorsunuz?"
Tartışmalarını bitiren iki kişi geri döndü. Feng Xin, "Ekselansları, gidelim" dedi.
Xie Lian'ın şüpheleri daha da arttı, "Nereye gideceğiz?"
Mu Qing, "Seni mevcut durumu çözebilecek birini görmeye götüreceğiz. Sen de gel!"
Xie Lian artık yüzde seksen oranında temkinli davranmaya başlamıştı ve birçok geri adım attı. Xie Lian'ın kaçmak istediğini gören Mu Qing, "Gitme!" diyerek elini uzattı ve sanki onu zapt etmeyi planlıyormuş gibi bir ruhani ışık hüzmesi savurdu. Ama Xie Lian nasıl gitmezdi? Koş!
O koşmaya başladığı anda, Feng Xin ve Mu Qing boylarından büyük bir işe kalkıştıklarını hissettiler. İkisi de rüzgârı kovalayıp kükrerken, Feng Xin şöyle diyordu: "S*ktir! Gerçekten b*ku yedik! Bu nasıl oldu? Hafıza kaybı olsa bile bu kadar şiddetli olamaz! Bir seferde sekiz yüz yılı unutmak mı?"
Mu Qing, "Nihayet! Sonunda, her türlü saçmalığı yemekten beyni hasar gördü!"
"Bu nasıl olabilir? Korkarım tek başına dışarıdayken bir kaza geçirmiş olabilir, acele edip onu bulalım! Şu anda aklı on yedi yaşında bir çocukta!"
Mu Qing bu sırada bile, "evet, saf, aptal ve şımarık ekselansları!" diye birkaç iğneleme yapmayı ihmal etmedi.
"Bekle! Önce ona söyleyelim, acele et ve önce ona söyle!"
Böyle bir şey olduğunda, elbette önce o kişiye söylemek gerekirdi!
Xie Lian bir solukta 20 Li[1] koştu, ancak sonunda durduğunda hafifçe soluk soluğa kaldı. Kendisini hâlâ devasa, kafa karıştırıcı ve sisli bir ağın içindeymiş ve henüz kurtulamamış gibi hissediyordu.
Neler oluyordu?
Her şey anormaldi. Çok fazla anormal!
Mu Qing'in Güçleri hakkında net bir bilgiye sahip değil miydi? Bu tür bir ruhsal ışığı geliştirebilmek için en az birkaç yüz yıl daha xiulian uygulaması gerekirdi. Şimdi bu nasıl gerçek Mu Qing olabilirdi? O sahte olmalı!
Ve o. Kendisi normal değildi. Sadece bu koşu ile vücudunun hareketlerinin bir kırlangıç kadar hafif olduğunu keşfetti. Hareketleri her zaman bir kırlangıç kadar hafif olsa da, şimdi vücudunun becerileri daha hızlı, daha güçlüydü.
Hiçbir şey doğru değildi.
Sakin ol, sakin ol ve tekrar sakin ol. Xie Lian birden hatırladı; az önce Mu Qing bir isimden bahsetmiş gibiydi.
"Hua Cheng" diye mırıldanmıştı.
Bilinmeyen bir nedenden ötürü, bu isim ona çok yabancı olmalıydı ama bu ismi söylediği anda kalbi sanki kalbinin bir köşesinde bir çiçek açmış gibi hafifçe kıpırdandı. Ve böylece, bu ismi birkaç kez yüksek sesle, ileri geri söylemekten kendini alamadı.
Hua Cheng, Hua Cheng, Hua Cheng.
Bu çok önemli bir kişi olmalıydı, belki de mevcut durumun anahtarı. Önce onu bulması gerekiyordu.
Bir karara varan Xie Lian şehre doğru yürüdü.
Xie Lian vücuduna bir şeyler olduğunu ilk fark ettiğinde bunu tamamen kabullenememiş olsa da şimdi sakinleşmeye başlamıştı. Kalbi ve bedeni hâlâ kendini aşırı derecede rahatsız hissetse de içinde bulunduğu bulmaca yüzünden endişelenecek zamanı yoktu. Gerçek Feng Xin ve Mu Qing hâlâ iz bırakmadan kayıptı ve perde arkasındaki faili ortaya çıkarana kadar bir an önce kendini toparlamalı ve gerçeği araştırmalıydı.
Böylece şehre adımını attığında tamamen sakinleşmişti. Rastgele bir çayevi seçti, üst katta pencere kenarında bir koltuk seçti ama çay içecek havası yoktu. Xie Lian masadan bir fincan aldı ve inceledi. Fincanın içinde silinemeyen bazı eski çay lekeleri vardı. Bu manzara onu bitkin düşürdü ve fincanı yere bırakıp görmezden geldi.
Çayevinde oldukça güzel genç bir kız elinde pipa tıngırdatarak şarkı söylerken, çeşitli yaşlardan bir grup erkek oturmuş ona bakıyordu. Kız aslında erkenden yer toplamaya giden bir genç kız hakkında sıradan, yerel bir halk şarkısı söylüyordu, ancak bir grup yaşlı adam "anlamsız, dinlemesi hoş değil, değiştir!" dediğinde daha bir süre söylememişti.
"Evet! Bu şarkıyı dinlemek hoş değil, değiştir, değiştir, değiştir!"
"Şarkıyı değiştir!"
Ne yapacağını şaşıran şarkıcının onların önerilerini kabul etmekten başka çaresi yoktu ve melodisi yavaş ve yumuşak olan, dinleyenlerin kızaracağı ve kalplerinin hızlanacağı ünlü bir erotik şarkıya geçti. İzleyici grubu ancak o zaman tatmin oldu ve onaylarını haykırdı. Ancak ikinci katta pencere kenarındaki koltuğunda oturan Xie Lian için bu son derece uygunsuzdu.
Sözleri dikkatle dinlediğinde, genç bir karı kocanın evlilik gecelerindeki bal gibi tatlı tutkularını anlatıyor gibi görünüyordu ve gerçekten de son derece cüretkârdı. Bunu geçmişte duymuş olsaydı, kulağına rüzgâr çarpmış gibi görmezden gelirdi, çünkü onu ilgilendirmiyordu, çünkü hayatında asla böyle şeyler yapmayı düşünmemişti. Ama şimdi durum pek de aynı değildi.
Ne olduğunu tam olarak hatırlamasa da bir şeyler olmuştu ve böyle şeyleri dinlerken insanın düşünceleri farklı olurdu. Dahası, korkutucu bir şey keşfetmişti; düşünceleri tamamen kontrolünün dışındaydı!
Şarkı yüzde otuz hafif ve alaycıyken, duyguları yüzde yüz ileri geri sallanıyordu. Dahası, zihninde sonsuz bir akış içinde birçok parçalanmış görüntü ortaya çıktı; parmakları sıkıca kenetlenmiş iki el; parmakların arasında sıkıca sarılmış ve asla çözülmeyecek kırmızı bir iplik; ve hatta kulağının dibinde, kırık nefesler, yalvaran hıçkırıklar ve bir adamın baştan çıkarıcı alçak sesini duyar gibiydi.
... bütün bunlar..? Bütün bunlar da neydi?
Xie Lian hem utanmış hem de sinirlenmiş hissetti ve dudağını ısırarak yumruğunu sıkıca sıktı. Ertesi an, kırılma noktasında, sonunda daha fazla dayanamadı ve elini acımasızca masaya vurdu.
Çıkan "güm" sesi yakındaki birkaç masada oturan ve ona iri gözlerle bakan müşterileri ürküttü. Xie Lian ancak o zaman irkilerek kendine geldi ve sessizce özür diledi. Umutsuzca iki eliyle kulaklarını tıkamak istedi, böylece artık hiçbir şey duyamayacaktı. Kendi kendine, eğer şarkı söylemeye devam ederse, o zaman gideceğini düşündü!
Birdenbire şarkı aniden kesildi ve keskin bir çığlık onu düşüncelerinde kaybolduğu yerden çekip çıkardı. Xie Lian başını kaldırdığında, bir grubun şarkıcı kızın etrafını sardığını ve onu yemliyor gibi göründüğünü gördü. Şarkıcı kız pipasına sarıldı ve korkuyla ayağa kalkarak üzgün bir sesle, "Lordum, şarkılarımı dinlemeniz yeterli, bana dokunmayı bırakın..." dedi.
Adamlardan birkaçı ikna edici bir tavırla, "Dokunmanın nesi yanlış? Sonuçta sadece biz dokunmuş olamayız, işinizi yaparken birkaç kişi tarafından ellenmediğinize inanmak istemiyorum!"
Şarkıcı kız o kadar üzgündü ki göz çukurları kızarmıştı. "Ne demek istiyorsunuz? İşimi satmak mı? Ben şarkılarımı satarım, bedenimi değil!"
Ancak çevredeki insanlar onun açıklamasını kasıtlı olarak duymadılar ve "Heh! Sanki bakireymişsin gibi konuşuyorsun. Eğer gerçekten düzgün biri olsaydın, dışarıda kendini satmazdın!"
"Evet! Az önce insanları kışkırtmak için o şarkıyı söylüyordun ve şimdi de satılık olmadığını söylüyorsun, nasıl bir geçidi etkilemeye çalışıyorsun, tamamen gülünç!"
Şarkıcı kız o kadar sinirlenmişti ki bayılabilirdi. Titreyen bir sesle, "Onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu o yüzden söyledim!" dedi.
Ancak o ne söylerse söylesin, bir grup kötü kalpli dinleyicinin her zaman karşı koyacak sözleri vardı. "Yani sırf biz izin verdik diye mi şarkı söyleyeceksin? Bu kadar itaatkar mısın? Bu, kalbinde insanları baştan çıkarmak için şarkı söylemeyi çoktan planladığını gösteriyor!"
Xie Lian daha fazla dinlemeye dayanamadı.
Zaten öfkeli hissediyordu ve şimdi daha da öfkelenmişti. Beyaz bir gölge parladı ve terbiyesiz adam grubu ne olduğunu anlayamadan arka arkaya yere yığıldı. Kalabalığın başını çeken adam kıçıyla panayıra indi ve yüksek sesle azarladı, "Sen kim olduğunu sanıyorsun? Bizi kızdırmaya cüret mi ediyorsun?"
Xie Lian şarkıcı kızın önünde korumacı bir şekilde durdu. Parmak eklemlerini çıtırdatırken bile yüzünde herhangi bir öfke belirtisi yoktu. Derin bir sesle "Burada duralım. Böyle bir güzellikle karşılaşan herkesin kalbi etkilenir. Ancak ona nasıl nezaketle davranacağınızı bilmiyorsanız, bu utanç verici ve aşağılık bir durumdur." dedi
Birisi bağırdı, "İlk şarkı söylemeye başlayan açıkça oydu. O istediği gibi şarkı söyleyebilir ama biz istediğimiz gibi dokunamayız, öyle mi?"
Ancak Xie Lian her bir kelimeyi ve cümleyi telaffuz ederek şöyle dedi: "Bu doğru. Gerçekten de o istediği gibi şarkı söyleyebilir ama siz istediğiniz gibi dokunamazsınız!"
Daha konuşmasını bitirmeden yedi ya da sekiz iri yarı adamı alt kata fırlatmıştı. Kıçlarının üzerine düştüler ve düşüşleri onları korkuyla doldurdu. Aslında hiçbiri ağır yaralanmamıştı ama bu, bir noktaya dikkat çekmek için yeterliydi.
Ne de olsa kimse Xie Lian'ın nasıl saldırdığını net olarak göremiyordu, o halde nasıl karşı saldırıdan bahsedilebilirdi ki? Panik içinde dağıldılar. Üst katta, Xie Lian arkasına baktı. Şarkıcı kız ayağa kalktı ve büyük bir minnettarlıkla ona doğru eğilerek, "Bu kalabalığı dağıttığı için Daozhang'a çok teşekkürler!" dedi.
Xie Lian, "Elimi kaldırmaktan daha fazla çaba sarf etmedim. Hanımefendi, hâlâ burada kalmaya niyetli misiniz?"
Şarkıcı kız başını salladı. Xie Lian da başını sallayarak, "Pekâlâ. O zaman şarkı söylemeye devam edin."
Bunu söyleyerek yerine oturdu, cübbesini düzeltti ve kıyafetlerini düz bir şekilde giyerek nöbet tuttuğu yere oturdu.
Diğer adamlar onun gitmediğini görünce onlara doğru baktılar ama beklendiği gibi onları daha fazla rahatsız etmeye cesaret edemediler. Onun niyetini anlayan şarkıcı kız daha da minnettar hissetti. Bir sonraki ağzını açtığında, canlı ama sıradan bir yerel halk şarkısı söyledi.
Xie Lian kendine bir fincan çay doldurdu ve tam içmek üzereydi ki başını eğdi ve bir kez daha çay lekesini fark etti. Bir an tereddüt etti ama yine de hissettiklerinin üstesinden gelemedi ve iç çekerek çay fincanını yerine koydu. Hiç düşünmeden başını geriye çevirdi ve dondu kaldı.
Sokağın karşısında, bulunduğu çayevinden bile daha şık, çok katlı bir şarap evinde tek başına bir insan oturuyordu.
Kırmızılar giymiş, uzun boylu bir adamdı bu.
Kendisine biraz vahşilik havası katan siyah bir göz bandı takmış olsa da bu onun yakışıklılığını gizlemiyordu. Kıyafetleri akçaağaç yaprakları kadar kırmızı, teni kar kadar beyazdı ve elindeki şarap dolu gümüş kadeh, gümüş kollukları gibi ışığını yansıtıyordu. Tek bir bakışta bile son derece dikkat çekiciydi. Xie Lian'a doğru bakıyor, uzaktan onu izliyordu. Xie Lian'ın bakışlarını yakaladığını görünce hafifçe gülümsedi ve kadehini hafifçe kaldırarak sanki uzaktan ona saygı gösteriyormuş gibi bir tavır takındı.
"…..."
Açıklanamayan nedenlerden ötürü, Xie Lian'ın bakışları bu adamınkilerle karşılaştığı anda, vücudundan bir akım geçmiş gibi hissetti ve aceleyle bakışlarını geri çekti.
Ancak, her ne kadar soğukkanlıymış gibi davransa da kalbi çılgınca çarptı.
Ne kadar garipti. Bu adam gerçekten de göz alıcı ve dikkat çekiciydi, gizemli ve esrarengiz bir cazibesi vardı. Bununla birlikte, geçmişte bu kadar çekici erkekler görmemiş değildi, o halde neden bu adama karşı böyle bir tepki veriyordu?
Bir kez daha düşününce bu fikri bir kenara bıraktı. Bu tamamen yanlıştı. Çünkü dikkatlice düşündüğünde, gerçekten de geçmişte bu kadar çekici ve yakışıklı bir adamla hiç karşılaşmamıştı.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendi kendine, bu kişi çok nadir bulunan biri olmalı; ona karşı daha dikkatli olmalıyım, diye düşündü. Başını geri çevirdi. Ancak bu kez karşıya baktığında kırmızılı adam ortadan kaybolmuştu.
Öylece ortadan kaybolduğunu düşünmek. Tıpkı parlak renkli bir akçaağaç yaprağının süzülerek aşağıya inmesi, gözlerinin önünde muzipçe yanıp sönmesi, kaybolmadan önce dünyasını bir anlığına aydınlatması gibi. Sanki gerçek değil de geçici bir rüya ya da balonmuş gibi.
Bir süre daha dikkatle zarif şarap evine bakan ama hâlâ adamdan bir iz göremeyen Xie Lian sonunda pes etti. Biraz hayal kırıklığına uğramış hissedip hissetmediğini bilmiyordu. Hafifçe nefes verdi ve "unut gitsin" diye düşünerek kaşlarını yoğurdu.
Beklenmedik bir şekilde tekrar arkasına dönüp baktığında, bir noktada, kendisinin de bilmediği birisinin masada karşısına oturduğunu fark etti. Bu kişi yanağını bir elinin üzerine dayamış oturuyor ve ona bakıyordu.
İki adamın bakışları birleşti. Xie Lian hafifçe irkildi ama adam küçük bir gülümsemeyle, "Bu Daozhang bana bir kadeh şarap ısmarlamak ister mi?" dedi.
Uzaktan onu selamlamak için kadehini kaldıran kırmızı giysili adamdı.
MXTX yazar notu; Lianlian dışarıdayken küçük bir kaza geçirmiş ve hafızasını kaybetmişti. Geçmişteki haliyle bilinç değiştirmesi söz konusu değil, zaman çizgisinde bir değişiklik yok, bu nedenle geçmişin veliaht prensi bu anılara sahip olmayacak.
Bu ekstraların asıl amacı, büyük Huahua'nın on yedi yaşındaki veliaht prensi deneyimlemesi, tabii ki Lianlian’ımız kesinlikle hafızasını geri kazanacak...
[1] 1 li = 576 metre
---
bu konu 4 bölüm sürüyor :3
güzel diye ekledim bölümle alakası yok:3
#tian guan ci fu#hualian#jun wu#ling wen#xie lian#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#peiming#pei ming#yushi huang#ban yue#bai wuxiang#mei nianqing#mu qing#nan yang#xuan zhen#he xuan#lang qianqiu#quan yizhen#yin yu
22 notes
·
View notes
Text
Türk Ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazandı.
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nde düzenlenen basın toplantısında, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü'nü, kurumların oluşumu ve refaha etkilerine ilişkin çalışmalarından dolayı Türk Prof. Dr. Daron Acemoğlu, İngiliz Prof. Dr. Simon Johnson ve İngiliz Prof. Dr. James Robinson'un kazandığı bildirildi.
20 notes
·
View notes
Text
Saç taramak vallahi adamı yoruyor rabbim saçımızın eksikliğini göstermesin ama kraliyet ailesinden gelseydik de saçımızı özel tarayan birisi olsaydı hakikaten. Yakışırdı be.
23 notes
·
View notes
Text
16. BÖLÜM
EHRİMAN ŞEHRİ
Kral Valerius, T’yi yanına çağırdı ve ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı. “T, Ehriman şehri hakkında bilmen gereken çok şey var. Bu şehir, karanlık ve kasvetli bir yer. Yüksek duvarlarla çevrili ve her köşesinde devriye gezen askerler var. Şehrin girişinde, büyük ve ağır demir kapılar bulunuyor. Bu kapılar, sadece düşman komutanının izniyle açılır ve kapanır.”
Valerius, haritayı masanın üzerine serdi ve devam etti. “Şehrin etrafındaki surlar, düşmanların savunma hattını oluşturur. Bu surların üzerinde devasa mancınıklar ve okçular yer alır. Şehrin merkezinde, düşman komutanının karargahı bulunur. Bu yapı, diğer binalardan daha büyük ve daha ihtişamlıdır, ancak aynı zamanda ürkütücü bir görünüme sahiptir.”
Kral, T’nin gözlerinin içine bakarak, “Ehriman’a girmek neredeyse imkansız,” dedi. “Dar ve dolambaçlı sokaklar, her köşede gözetleme kuleleri ve sürekli devriye gezen askerler var. Şehirdeki yaşam, disiplin ve katı kurallarla yönetilir. Halk, sürekli bir korku ve baskı altında yaşar.”
Valerius, derin bir nefes aldı ve ekledi, “Ancak, bu karanlık atmosferin altında, bazı direniş grupları da gizlice faaliyet gösterir ve özgürlük için mücadele eder. Bu gruplarla iletişime geçmek, belki de tek şansımız olabilir. Ama unutma, bu çok tehlikeli bir görev. Her adımını dikkatle atmalısın.”
T, Kral Valerius’un söylediklerini dikkatle dinledi ve başını sallayarak, “Anladım, Majesteleri. S’yi kurtarmak için her şeyi yapacağım,” dedi.
T, kraliyet sarayından çıkarak adanın diğer ucunda kendi inşa ettiği kulübeye gitti. Burada bir süre yalnız kalarak S’yi kurtarmak için bir plan yapmaya çalışıyordu. Tam bu sırada kapı çaldı. “Kim gelmiş olabilir ki?” diye tereddütle kapıyı açtı. Karşısında, adanın uzun zaman önce öldüğünü zannettiği eski büyücüsü Merlin duruyordu.
Merlin, bilge ve güçlü bir büyücüydü. Doğaüstü yetenekleri ve derin bilgisiyle tanınırdı. T, şaşkınlıkla, “Merlin! Sen… sen yaşıyor musun?” diye sordu.
Merlin, gülümseyerek, “Evet, T. Uzun zamandır gölgelerde saklanıyordum. Ama şimdi, S’yi kurtarmak için geri döndüm. Sana yardım edeceğim,” dedi.
#şairsokakta#şair sözleri#edebiyat#şairler#paris#demiş şair#bir şair#şairane#şair#şiir#kitap alintilari#keşfedilmeyen#keşke yanımda olsan#keşfedilen#keşfet#keşfedilmemiş#keşke hiç büyümeseydik#kitap alıntısı#kitaplar#kitap#me post
28 notes
·
View notes