#Kraliyet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Lady Diana Spencer 1981
4 notes
·
View notes
Text
Adamın biri gelmiş kalbimin tahtına kurulmuş ama farkında değilmiş. Gitmiş başka birine köle olmuş…
1 note
·
View note
Text
Meghan Markle son kez kamuoyu önüne çıktığında 2000'lerden ilham alan bir Fransız manikürü giydi
Meghan Markle, “sessiz lüks” teriminin saç veya tırnaklar için bir terim olarak sözlüğe girmesinden çok önce, her zaman minimalist cazibeye inanan biriydi. Elbette bu beklenen bir şey: “Gizli zenginlik” bir tür kraliyet estetiğidir – en azından daha sıradan geziler için değil. (Kraliyet ailesinin kadınlarının, özellikle de taçların beklendiği zamanlarda, bir etkinliğe siyah kravatla gelip…
View On WordPress
0 notes
Text
"Taslaklara kaydedilsin mi?"
*asilbirhanfendigibihissetmekiçinhazırlanır*
"Atılsın."
A lot of royalty vibe
0 notes
Text
Duogon vârisi, Zaiden Regheena!
2 notes
·
View notes
Text
Royal Banner of Ur, One part of his face shows war, another part shows the comfort of peace. It is made of carved seashell on a bitumen background, decorated with red agate and lapis lazuli.
Ur Kraliyet Sancağı, Yüzünün bir kısmı savaşı, bir kısmı barışın rahatlığını gösteriyor. Kırmızı akik ve lapis lazuli ile süslenmiş, bitüm zemin üzerine oyulmuş deniz kabuğundan yapılmıştır.
#archaeology#mesopotamia#sümer#ur#arkeoloji#ur royal banner#ur kraliyet sancağı#sumer#lapis lazuli#akik#agate#sea shell#bitüm#bitumen#royal#royal cemetery#cemetery
2 notes
·
View notes
Text
Travel Bulgaria 14 / Veliko Tırnovo - Tsarevest Kalesi:
Veliko Tırnovo' nun Tsarevets tepesine kurulan ortaçağ kalesidir. 1185 - 1393 tarihleri arasında İkinci Bulgar İmparatorluğunun kalesi olarak hizmet vermiş, kraliyet ve patrik saraylarına ev sahipliği yapmış, günümüzde turistik cazibe merkezidir.
1393 yılından itibaren Osmanlı hakimiyetine giren kale, 1877 yılında Rus ordusunun işgaliyle Bulgar prensliğinin kontrolüne geçer. Yantra nehri tarafından çevrili Tsarevets tepesi korunaklı yarımada şeklindedir. Tepe üzerinde eski yerleşimler, saraylar ve katedrallerin kalıntıları vardır. Suçluların Yantra nehrine atılarak idam edildiği infaz kayası bulunur.
30 notes
·
View notes
Text
Lady Diana Spencer
#lady diana#princess diana#lady diana spencer#princess#baby#80s#british royal family#britain#ingiltere#england#kraliyet
1 note
·
View note
Note
Peki Arın'in sürekli ve sürekli olarak "MEMLEKET BU HALDEYKEN" modunda olması... küçükken bile bu kadar olduğunu hiç düşünmemiştim, çocuklar biraz eğlenmek ister falan... dusjskksjsks ama ilahi lordun süt sevmesi tüm bu açığı kapatıyor kdkdkdksks
HAJSJSJSJSJS asla ya aslaaaaaa. Ama Arın’ın üzerindeki yük de şöyle farklı, Su Krallığı her zaman gökyüzüne “asalet ve soy olarak” en yakın krallık olarak görülüyor. Yani bunlar kendilerini diyarın kraliyet ailesi sanıyorlar birnevi. Hata yapma şansı yok. Ve krallığı bir önceki dönemde olduğundan daha iyi gale getirmeli. Çok ciddi bir babasıyla rekabet durumu var. Bir de Arın çocukluğundan beri Atlantis’e takıntılı. Bütün su lordları kendi zamanında Atlantis’i arıyor ama Arın kendisi bulacak kişi olmak istiyor. Gerçekten deli aslında…
157 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
246. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 1- Büyük HuaHua Unutkan Lian'ı Alıyor
Xie Lian gözlerini açtığı an yerde uzandığını fark etti.
Garip bir odaydı. Aşırı derecede kafası karışmış hisseti.
Taichang dağındaki kraliyet tapınağında xiulian uyguluyordu, peki neden buradaydı?
Hafif bir kayıp hissi ile Xie Lian yerde oturdu.
Üzerinde gerçekten de biraz fazla basit, kaba ve zavallı halktan insanlarınki gibi ayrıntılardan yoksun bir dizi basit, beyaz cübbe olduğunu fark etti. Malzemesi de iyi değildi, dokusu pürüzlüydü ve cildine rahatsız edici bir şekilde sürtünüyordu.
Xie Lian kaşlarını kırıştırdı ve yerden yukarı tırmanmayı düşündü. Ayağa kalktığı anda vücudunda rahatsızlık hissettiği daha fazla yer keşfedeceğini tahmin etmemişti.
Kalçaları ağrıyordu, bacakları ağrıyordu, karnı ağrıyordu, boynu ağrıyordu. Bu, bir geceyi yerde yatarak geçirmenin ve üşümenin sonucu olabilir miydi? ...İmkansız. Ayrıca, o kadar da narin ve kırılgan değildi.
Peki ya Feng Xin ve Mu Qing? Xie Lian onları hatırlayarak, "Feng... öhö, öhö, öhö...??" diye seslendi.
Sesi bile çok rahatsız ediciydi.
Dün gece Feng Xin ve Mu Qing'in yine küçük, önemsiz bir şey yüzünden kavga etmeye başladıklarını ve meditasyon yapmasını imkânsız kılacak kadar çok gürültü çıkardıklarını hatırladı. Bu nedenle, tartışmaya dışarıda devam etmelerini emretmişti. İki yüzden fazla satır boyunca büyük bir kızgınlık ve öfkeyle onların tartışmalarını dinleyen Xie Lian'ın uykusu gelmeye başlamış ve dinlenmeye çekilmiş, uyandığında nasıl olmuştu da böylesine akıl almaz ve karmaşık bir duruma düşmüştü?
Bir masanın kenarından destek alan Xie Lian sonunda ayağa kalktı ve çevresini inceledi.
Burası bir han olmalıydı, ancak genel olarak konuşmak gerekirse, kamp yapmayı seçmeyip bir handa kalmayı tercih ettiyse, açıkça böyle bir handa kalmayı seçmezdi.
Elleri ve ayakları bağlanmamıştı ve odanın kapısı kilitli değildi, yani bu hapsedilmediği anlamına geliyordu. Eğer biri ya da bir şey ona karşı komplo kuruyorsa, onu buraya atmanın ne anlamı vardı?
Xie Lian düşündükçe bu durumu daha da tuhaf buluyordu ama en tuhafı hâlâ vücudunun şu anki durumuydu. Kollarındaki ağrıya tahammül ederek dış giysilerini çıkardı ve vücudunda ne tür yaralar olduğunu incelemeye hazırlandı. Ancak beklenmedik bir şekilde, dış giysilerini çıkardıktan sonra, bakmak için başını eğdiğinde, tüm yüzü bir anda soldu.
Karnından göğsüne kadar her yeri yoğun bir şekilde belirsiz kırmızı izlerle kaplıydı. Sanki büyük bir çiçek yaprağı düşmüş ve ince beyaz yeşim taşı kadar soluk olan cildini, al-kırmızı çiçeklerin açması gibi örtmüştü. O kadar kırmızıydılar ki hayrete düştü ve bakmak için yanındaki aynanın önüne geçti.
Sahiden! Sadece göğsünde ve karnında değil, boynunda, hatta çenesinde bile vardı!
"........"
Xie Lian bakmaya devam etmek için alt kısmındaki giysileri çıkarmaya cesaret edemedi. Durum çok açıktı.
Bilmediği bir nedenden ötürü baygın olduğu bir anda, birisi ona… çok büyük bir saygısızlık etmişti.
Xie Lian hayatında ilk kez "bacaklarının güçsüzleştiğini" hissetti, Ama kendini çelikleştirdi, dayandı ve sağlam durdu.
Geçmişte, kendisine hizmet eden oda hizmetçilerinin saray dışından gelen bazı korkunç efsanelerden bahsetmelerini çok dinlemişti; karaborsada çalışan ve kötü niyetli ya da cinsel nedenlerle kız kaçırma konusunda uzmanlaşmış, kötü şeyler yapmadan önce kızları uyuşturan kara kalpli insanlar gibi. Ama... ama...
Xie Lian başını iki eliyle kavrayarak mırıldandı: "Ama... Ben, ben bir erkeğim!....."
Şu anki görüntüsü gerçekten de çirkindi. Bu aşk ısırıkları ve çok fazla güçle tutulduğu yerlerdeki morlukların yanı sıra, utanç verici ısırık izleri bile vardı. Xie Lian yüzünü kapattı, vücudu üşürken başının ateşler içinde olduğunu hissediyordu.
Aniden, son derece ciddi bir şeyi hatırladı; Olamaz!
Onun xiulian uygulama yolu mutlak iffet gerektiriyordu, ama bundan dolayı büyük bir tabu işlemiş olmuyor muydu?
Xie Lian aceleyle bir deneme yaptı. Denedi, beklendiği gibi, artık herhangi bir büyü gücüne sahip değildi!
Xie Lian genellikle oldukça sakin biri olarak kabul edilirdi, ancak mevcut durumda, sanki yerlere yığılmak üzereymiş gibi hissediyordu.
Açıklanamaz bir şekilde, uyandıktan sonra bu hale gelmişti, Feng Xin ve Mu Qing'in ikisi de kayıptı ve kendisi hâlâ onu kandırmak ve kirletmek için kimin hangi yöntemi kullandığını bilmiyordu. Gerçekten yere yığılmak istiyordu.
Bir süre sonra, bu gerçeği hâlâ kabullenemiyordu ve kendini çok üzgün hissediyordu. Ancak, bu şekilde sersemlemeye de devam edemezdi ve bu yüzden dikkatsizce kıyafetlerini toplayıp giymekten ve handan ayrılmaktan başka çaresi yoktu. Çıkarken kimse onu durdurmaya çalışmadı. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve etrafındaki binaların, yoldan geçenlerin kıyafetlerinin ve aksanlarının bile oldukça tuhaf olmasını umursamadı.
Ama belki de kalbinde bir kıpırtı olduğu için, sanki diğer insanlar vücuduna bir şey olduğunu anlayabiliyorlarmış ve onu tuhaf bakışlarla süzüyorlarmış gibi hissetmeye devam etti. Bu, yürüdükçe hızlanmasına neden oldu, sonunda ise çılgınca koşmaya başladı. Bir ormanlık alana girdi ve tek bir yumrukla bir ağacı yumrukladı. Ağaç bir "çatırtı" ile kırıldı. Öfkeyle bağırdı, "pislik!!!"
Kendisine böyle bir şey yapan kişiyi lanetlemek ve azarlamak için en kötü dili kullanmak istedi, ancak dönüp durduktan sonra tek söyleyebildiği "pislik, piç, alçak!" oldu ve kalbindeki yangını dışarı vuramadı, boğuldu.
Ama kendini bırakıp ağlayamıyordu da. Bu yüzden duygularını sadece içinde tutup çılgınca saldırabiliyordu. "güm güm güm güm güm güm güm", arka arkaya onlarca ağacı devirdi, sonunda olduğu yerde durdu ve çömelerek bacaklarına sarıldı, bağırdı ve ağladı; "Veliaht prens hazretleri, veliaht prens hazretleri, daha fazla vurmayın!"
Xie Lian'ın kalbi öfkeyle doluydu ama aniden yerden çıkan bu yaşlı adamın sıradan biri olmadığı açıktı. Bu manzara onu biraz ürküttü ve "Kimsin sen?" diye sordu.
Yaşlı adam gözyaşlarını sildi ve şöyle dedi: "Ben buranın toprağıyım, veliaht prens hazretleri! Bu orman parçası benim tarafımdan yetiştirildi! Senin gibi bir kıdemli vurmaya devam ederse, elimde hiçbir şey kalmaz!"
Xie Lian kendi kendine düşündü, sonuçta bu başka kimseyi ilgilendirmiyordu ve öfkeyle gelişigüzel hareket etmemeliydi. Ayrıca, bu küçük bir tanrı olsa da yine de bir tanrıydı, yaşlıydı ve saygı görmeliydi. Bu nedenle, isteksizce ateşinin bir kısmını geri çekti, elini geri çekti, nefesini yavaşlattı ve "... Üzgünüm, aşırı davranan bendim. Şuna ne dersin, az önce devirdiğim tüm ağaçların parasını sana ödeyeyim."
Yer, Xie Lian'ın bacaklarına sarılmış olan ellerini bıraktı ve aceleyle, "Hayır hayır hayır hayır hayır, gerek yok, senin gibi bir kıdemliden nasıl ödeme yapması beklenebilir? Benimle konuşmaya istekli olmanız, bu küçük tanrının mekânını şereflendiriyor!"
Xie Lian bunun biraz tuhaf olduğunu hissetti, nasıl söylenirse söylensin, bu Toprak hala bir tanrıydı ve görünüşe bakılırsa ondan çok daha yaşlıydı, hatta ona "senin gibi bir kıdemli" diyordu? Ancak daha fazla sorgulama havasında değildi ve kibarca sordu, "Bu bölgenin Toprağı olduğunuza göre, bu bölgenin giriş ve çıkışlarını çok iyi biliyor olmalısınız. İki kişiyi bulmama yardım eder misiniz?"
Bunu söylerken, ödeme olarak birkaç altın yaprak almak niyetiyle elini kolunun içine soktu, ancak Toprak onun hareketini gördü ve aceleyle ve çılgınca ellerini salladı, "Gerek yok! gerek yok! gerek yok! Kimi bulmak istiyorsunuz?"
Tesadüfe bakın ki, Xie Lian da hiçbir şey söylemedi. Ellerini uzattı ve "İki yardımcım, Feng Xin ve Mu Qing" dedi.
"......"
Toprağın ifadesi aniden çok garipleşti. Xie Lian, "Sorun ne? Bir sorun mu var?"
Toprak dedi ki, "Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hiç sorun yok. Sadece..."
Sadece, veliaht prens hazretlerinin nesi vardı? Sekiz yüz yıl oldu ve hala Nan Yang Generali ile Xuan Zhen Generali yardımcıları olarak çağırıyordu. İki generalin kızıp kızmayacağını kim bilebilirdi? Boş ver, iki generalin kızıp kızmaması önemli değildi; eğer bu kişi ona iyi hizmet etmediyse, o zaman o kişi kızdığında daha korkunç olurdu. Ve "Lütfen bir süre burada bekleyin, hemen sizin için bir arama yapacağım!" dedi.
Xie Lian "Çok minnettarım" dedi. Nezaketle eğildi ve başını kaldırdığında o toprak çoktan kaybolmuştu.
Xie Lian başının hâlâ ateşler içinde olduğunu hissetti ve alnını tuttu. Tanrı bilir ne kadar zaman sonra, önündeki kuşkulu sesin "Sorun nedir?" dediğini duydu.
Xie Lian başını kaldırdığında Feng Xin ve Mu Qing'i gördü. Ancak, tanıdığı Feng Xin ve Mu Qing değildi. Aslında ikisinin de görünüşü değişmemişti ama üzerlerindeki hava farklıydı; artık iki atılgan genç gibi değil, arenada birçok zafer kazanmış iki general gibiydiler. Dahası, her ikisi de pahalı ve lüks siyah cübbeler giyiyordu, sıradan insanların giydiği türden değil. En azından Xie Lian onları hiç böyle kıyafetler giyerken görmemişti.
Soruyu soran kişi Feng Xin'di ve "Ekselansları, burada tek başınıza ne yapıyorsunuz?" diyerek yaklaştı.
"…..." Xie Lian, "Asıl sorması gereken benim, ikiniz de nereye kaçtınız? Dün gece tartışmanız için ikinizin de dışarı çıkmasına izin verdim, bu sabah neden ortadan kayboldunuz?"
Feng Xin ve Mu Qing ne dediğini anlamamış gibi garip bir ifade takındılar. Xie Lian'ın başı yarılacakmış gibi ağrıyordu ve tekrar, "İkinizin de kılık kıyafeti ne böyle? Neler oluyor?"
Feng Xin başını eğip kendini inceledi ve şüpheyle, "Bu kıyafetlerin nesi var? Çok normal değiller mi?"
Bunun üzerine Mu Qing, "Ne diyorsun sen? Uyurken aklını mı kaçırdın? Dün gece sende değildim."
Xie Lian kafasına sarıldı. Bağırıp çağırmak istedi ama kendini sakin kalmaya zorladı ve bir süre düşündükten sonra, "Anlıyorum? İkiniz de benim gibisiniz ve bir şey tarafından fidye için tutuluyorsunuz." Feng Xin ve Mu Qing'in yüz ifadeleri giderek daha da tuhaflaştı.
Feng Xin, "İhmalkâr davrandım. Ekselansları, bizi neden çağırdığınızı neden söylemiyorsunuz?"
Mu Qing gözlerini devirdi ve "Sormaya gerek yok. Dediğim gibi, birinden bizi aramasını isteyip Onu aramadığına göre, yüzde seksen ihtimalle beyninde bir sorun var demektir."
Xie Lian neden bahsettiklerini tam olarak anlayamadı ve "O mu? Guoshi mi?"
"…..."
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerine baktı ve bir süre durakladıktan sonra Mu Qing bir adım öne çıkarak, "Ekselansları, veliaht prens" dedi.
Xie Lian "Ne?" diye sordu.
Mu Qing, "Şu anda hafızam biraz bulanık. Bana söyleyebilir misin, son birkaç gündür neler yaptığımızı hatırlıyor musun?"
Xie Lian, "Birkaç gündür kraliyet tapınağında xiulian uygulamıyor muyduk?" dedi.
Mu Qing, "Hua Cheng nerede?" dedi.
Bu ismi duyan Xie Lian güçlü bir aşinalık hissetti, ancak düşündükten sonra gerçekten de tanımadı ve bu yüzden aniden, "Hua... Cheng kim?......" dedi.
"......."
Mu Qing, "Tamam, anladım" dedi.
Yan tarafa bir bakış attı ve yüzünde şaşkın bir ifade olan Feng Xin'le konuşmak için kenara çekildi. Xie Lian birden bunun oldukça şüpheli olduğunu hissetti ve ihtiyatla, "Ne anladın? Siz ikiniz ne hakkında konuşuyorsunuz?"
Tartışmalarını bitiren iki kişi geri döndü. Feng Xin, "Ekselansları, gidelim" dedi.
Xie Lian'ın şüpheleri daha da arttı, "Nereye gideceğiz?"
Mu Qing, "Seni mevcut durumu çözebilecek birini görmeye götüreceğiz. Sen de gel!"
Xie Lian artık yüzde seksen oranında temkinli davranmaya başlamıştı ve birçok geri adım attı. Xie Lian'ın kaçmak istediğini gören Mu Qing, "Gitme!" diyerek elini uzattı ve sanki onu zapt etmeyi planlıyormuş gibi bir ruhani ışık hüzmesi savurdu. Ama Xie Lian nasıl gitmezdi? Koş!
O koşmaya başladığı anda, Feng Xin ve Mu Qing boylarından büyük bir işe kalkıştıklarını hissettiler. İkisi de rüzgârı kovalayıp kükrerken, Feng Xin şöyle diyordu: "S*ktir! Gerçekten b*ku yedik! Bu nasıl oldu? Hafıza kaybı olsa bile bu kadar şiddetli olamaz! Bir seferde sekiz yüz yılı unutmak mı?"
Mu Qing, "Nihayet! Sonunda, her türlü saçmalığı yemekten beyni hasar gördü!"
"Bu nasıl olabilir? Korkarım tek başına dışarıdayken bir kaza geçirmiş olabilir, acele edip onu bulalım! Şu anda aklı on yedi yaşında bir çocukta!"
Mu Qing bu sırada bile, "evet, saf, aptal ve şımarık ekselansları!" diye birkaç iğneleme yapmayı ihmal etmedi.
"Bekle! Önce ona söyleyelim, acele et ve önce ona söyle!"
Böyle bir şey olduğunda, elbette önce o kişiye söylemek gerekirdi!
Xie Lian bir solukta 20 Li[1] koştu, ancak sonunda durduğunda hafifçe soluk soluğa kaldı. Kendisini hâlâ devasa, kafa karıştırıcı ve sisli bir ağın içindeymiş ve henüz kurtulamamış gibi hissediyordu.
Neler oluyordu?
Her şey anormaldi. Çok fazla anormal!
Mu Qing'in Güçleri hakkında net bir bilgiye sahip değil miydi? Bu tür bir ruhsal ışığı geliştirebilmek için en az birkaç yüz yıl daha xiulian uygulaması gerekirdi. Şimdi bu nasıl gerçek Mu Qing olabilirdi? O sahte olmalı!
Ve o. Kendisi normal değildi. Sadece bu koşu ile vücudunun hareketlerinin bir kırlangıç kadar hafif olduğunu keşfetti. Hareketleri her zaman bir kırlangıç kadar hafif olsa da, şimdi vücudunun becerileri daha hızlı, daha güçlüydü.
Hiçbir şey doğru değildi.
Sakin ol, sakin ol ve tekrar sakin ol. Xie Lian birden hatırladı; az önce Mu Qing bir isimden bahsetmiş gibiydi.
"Hua Cheng" diye mırıldanmıştı.
Bilinmeyen bir nedenden ötürü, bu isim ona çok yabancı olmalıydı ama bu ismi söylediği anda kalbi sanki kalbinin bir köşesinde bir çiçek açmış gibi hafifçe kıpırdandı. Ve böylece, bu ismi birkaç kez yüksek sesle, ileri geri söylemekten kendini alamadı.
Hua Cheng, Hua Cheng, Hua Cheng.
Bu çok önemli bir kişi olmalıydı, belki de mevcut durumun anahtarı. Önce onu bulması gerekiyordu.
Bir karara varan Xie Lian şehre doğru yürüdü.
Xie Lian vücuduna bir şeyler olduğunu ilk fark ettiğinde bunu tamamen kabullenememiş olsa da şimdi sakinleşmeye başlamıştı. Kalbi ve bedeni hâlâ kendini aşırı derecede rahatsız hissetse de içinde bulunduğu bulmaca yüzünden endişelenecek zamanı yoktu. Gerçek Feng Xin ve Mu Qing hâlâ iz bırakmadan kayıptı ve perde arkasındaki faili ortaya çıkarana kadar bir an önce kendini toparlamalı ve gerçeği araştırmalıydı.
Böylece şehre adımını attığında tamamen sakinleşmişti. Rastgele bir çayevi seçti, üst katta pencere kenarında bir koltuk seçti ama çay içecek havası yoktu. Xie Lian masadan bir fincan aldı ve inceledi. Fincanın içinde silinemeyen bazı eski çay lekeleri vardı. Bu manzara onu bitkin düşürdü ve fincanı yere bırakıp görmezden geldi.
Çayevinde oldukça güzel genç bir kız elinde pipa tıngırdatarak şarkı söylerken, çeşitli yaşlardan bir grup erkek oturmuş ona bakıyordu. Kız aslında erkenden yer toplamaya giden bir genç kız hakkında sıradan, yerel bir halk şarkısı söylüyordu, ancak bir grup yaşlı adam "anlamsız, dinlemesi hoş değil, değiştir!" dediğinde daha bir süre söylememişti.
"Evet! Bu şarkıyı dinlemek hoş değil, değiştir, değiştir, değiştir!"
"Şarkıyı değiştir!"
Ne yapacağını şaşıran şarkıcının onların önerilerini kabul etmekten başka çaresi yoktu ve melodisi yavaş ve yumuşak olan, dinleyenlerin kızaracağı ve kalplerinin hızlanacağı ünlü bir erotik şarkıya geçti. İzleyici grubu ancak o zaman tatmin oldu ve onaylarını haykırdı. Ancak ikinci katta pencere kenarındaki koltuğunda oturan Xie Lian için bu son derece uygunsuzdu.
Sözleri dikkatle dinlediğinde, genç bir karı kocanın evlilik gecelerindeki bal gibi tatlı tutkularını anlatıyor gibi görünüyordu ve gerçekten de son derece cüretkârdı. Bunu geçmişte duymuş olsaydı, kulağına rüzgâr çarpmış gibi görmezden gelirdi, çünkü onu ilgilendirmiyordu, çünkü hayatında asla böyle şeyler yapmayı düşünmemişti. Ama şimdi durum pek de aynı değildi.
Ne olduğunu tam olarak hatırlamasa da bir şeyler olmuştu ve böyle şeyleri dinlerken insanın düşünceleri farklı olurdu. Dahası, korkutucu bir şey keşfetmişti; düşünceleri tamamen kontrolünün dışındaydı!
Şarkı yüzde otuz hafif ve alaycıyken, duyguları yüzde yüz ileri geri sallanıyordu. Dahası, zihninde sonsuz bir akış içinde birçok parçalanmış görüntü ortaya çıktı; parmakları sıkıca kenetlenmiş iki el; parmakların arasında sıkıca sarılmış ve asla çözülmeyecek kırmızı bir iplik; ve hatta kulağının dibinde, kırık nefesler, yalvaran hıçkırıklar ve bir adamın baştan çıkarıcı alçak sesini duyar gibiydi.
... bütün bunlar..? Bütün bunlar da neydi?
Xie Lian hem utanmış hem de sinirlenmiş hissetti ve dudağını ısırarak yumruğunu sıkıca sıktı. Ertesi an, kırılma noktasında, sonunda daha fazla dayanamadı ve elini acımasızca masaya vurdu.
Çıkan "güm" sesi yakındaki birkaç masada oturan ve ona iri gözlerle bakan müşterileri ürküttü. Xie Lian ancak o zaman irkilerek kendine geldi ve sessizce özür diledi. Umutsuzca iki eliyle kulaklarını tıkamak istedi, böylece artık hiçbir şey duyamayacaktı. Kendi kendine, eğer şarkı söylemeye devam ederse, o zaman gideceğini düşündü!
Birdenbire şarkı aniden kesildi ve keskin bir çığlık onu düşüncelerinde kaybolduğu yerden çekip çıkardı. Xie Lian başını kaldırdığında, bir grubun şarkıcı kızın etrafını sardığını ve onu yemliyor gibi göründüğünü gördü. Şarkıcı kız pipasına sarıldı ve korkuyla ayağa kalkarak üzgün bir sesle, "Lordum, şarkılarımı dinlemeniz yeterli, bana dokunmayı bırakın..." dedi.
Adamlardan birkaçı ikna edici bir tavırla, "Dokunmanın nesi yanlış? Sonuçta sadece biz dokunmuş olamayız, işinizi yaparken birkaç kişi tarafından ellenmediğinize inanmak istemiyorum!"
Şarkıcı kız o kadar üzgündü ki göz çukurları kızarmıştı. "Ne demek istiyorsunuz? İşimi satmak mı? Ben şarkılarımı satarım, bedenimi değil!"
Ancak çevredeki insanlar onun açıklamasını kasıtlı olarak duymadılar ve "Heh! Sanki bakireymişsin gibi konuşuyorsun. Eğer gerçekten düzgün biri olsaydın, dışarıda kendini satmazdın!"
"Evet! Az önce insanları kışkırtmak için o şarkıyı söylüyordun ve şimdi de satılık olmadığını söylüyorsun, nasıl bir geçidi etkilemeye çalışıyorsun, tamamen gülünç!"
Şarkıcı kız o kadar sinirlenmişti ki bayılabilirdi. Titreyen bir sesle, "Onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu söylememe izin veren hepinizdiniz, onu o yüzden söyledim!" dedi.
Ancak o ne söylerse söylesin, bir grup kötü kalpli dinleyicinin her zaman karşı koyacak sözleri vardı. "Yani sırf biz izin verdik diye mi şarkı söyleyeceksin? Bu kadar itaatkar mısın? Bu, kalbinde insanları baştan çıkarmak için şarkı söylemeyi çoktan planladığını gösteriyor!"
Xie Lian daha fazla dinlemeye dayanamadı.
Zaten öfkeli hissediyordu ve şimdi daha da öfkelenmişti. Beyaz bir gölge parladı ve terbiyesiz adam grubu ne olduğunu anlayamadan arka arkaya yere yığıldı. Kalabalığın başını çeken adam kıçıyla panayıra indi ve yüksek sesle azarladı, "Sen kim olduğunu sanıyorsun? Bizi kızdırmaya cüret mi ediyorsun?"
Xie Lian şarkıcı kızın önünde korumacı bir şekilde durdu. Parmak eklemlerini çıtırdatırken bile yüzünde herhangi bir öfke belirtisi yoktu. Derin bir sesle "Burada duralım. Böyle bir güzellikle karşılaşan herkesin kalbi etkilenir. Ancak ona nasıl nezaketle davranacağınızı bilmiyorsanız, bu utanç verici ve aşağılık bir durumdur." dedi
Birisi bağırdı, "İlk şarkı söylemeye başlayan açıkça oydu. O istediği gibi şarkı söyleyebilir ama biz istediğimiz gibi dokunamayız, öyle mi?"
Ancak Xie Lian her bir kelimeyi ve cümleyi telaffuz ederek şöyle dedi: "Bu doğru. Gerçekten de o istediği gibi şarkı söyleyebilir ama siz istediğiniz gibi dokunamazsınız!"
Daha konuşmasını bitirmeden yedi ya da sekiz iri yarı adamı alt kata fırlatmıştı. Kıçlarının üzerine düştüler ve düşüşleri onları korkuyla doldurdu. Aslında hiçbiri ağır yaralanmamıştı ama bu, bir noktaya dikkat çekmek için yeterliydi.
Ne de olsa kimse Xie Lian'ın nasıl saldırdığını net olarak göremiyordu, o halde nasıl karşı saldırıdan bahsedilebilirdi ki? Panik içinde dağıldılar. Üst katta, Xie Lian arkasına baktı. Şarkıcı kız ayağa kalktı ve büyük bir minnettarlıkla ona doğru eğilerek, "Bu kalabalığı dağıttığı için Daozhang'a çok teşekkürler!" dedi.
Xie Lian, "Elimi kaldırmaktan daha fazla çaba sarf etmedim. Hanımefendi, hâlâ burada kalmaya niyetli misiniz?"
Şarkıcı kız başını salladı. Xie Lian da başını sallayarak, "Pekâlâ. O zaman şarkı söylemeye devam edin."
Bunu söyleyerek yerine oturdu, cübbesini düzeltti ve kıyafetlerini düz bir şekilde giyerek nöbet tuttuğu yere oturdu.
Diğer adamlar onun gitmediğini görünce onlara doğru baktılar ama beklendiği gibi onları daha fazla rahatsız etmeye cesaret edemediler. Onun niyetini anlayan şarkıcı kız daha da minnettar hissetti. Bir sonraki ağzını açtığında, canlı ama sıradan bir yerel halk şarkısı söyledi.
Xie Lian kendine bir fincan çay doldurdu ve tam içmek üzereydi ki başını eğdi ve bir kez daha çay lekesini fark etti. Bir an tereddüt etti ama yine de hissettiklerinin üstesinden gelemedi ve iç çekerek çay fincanını yerine koydu. Hiç düşünmeden başını geriye çevirdi ve dondu kaldı.
Sokağın karşısında, bulunduğu çayevinden bile daha şık, çok katlı bir şarap evinde tek başına bir insan oturuyordu.
Kırmızılar giymiş, uzun boylu bir adamdı bu.
Kendisine biraz vahşilik havası katan siyah bir göz bandı takmış olsa da bu onun yakışıklılığını gizlemiyordu. Kıyafetleri akçaağaç yaprakları kadar kırmızı, teni kar kadar beyazdı ve elindeki şarap dolu gümüş kadeh, gümüş kollukları gibi ışığını yansıtıyordu. Tek bir bakışta bile son derece dikkat çekiciydi. Xie Lian'a doğru bakıyor, uzaktan onu izliyordu. Xie Lian'ın bakışlarını yakaladığını görünce hafifçe gülümsedi ve kadehini hafifçe kaldırarak sanki uzaktan ona saygı gösteriyormuş gibi bir tavır takındı.
"…..."
Açıklanamayan nedenlerden ötürü, Xie Lian'ın bakışları bu adamınkilerle karşılaştığı anda, vücudundan bir akım geçmiş gibi hissetti ve aceleyle bakışlarını geri çekti.
Ancak, her ne kadar soğukkanlıymış gibi davransa da kalbi çılgınca çarptı.
Ne kadar garipti. Bu adam gerçekten de göz alıcı ve dikkat çekiciydi, gizemli ve esrarengiz bir cazibesi vardı. Bununla birlikte, geçmişte bu kadar çekici erkekler görmemiş değildi, o halde neden bu adama karşı böyle bir tepki veriyordu?
Bir kez daha düşününce bu fikri bir kenara bıraktı. Bu tamamen yanlıştı. Çünkü dikkatlice düşündüğünde, gerçekten de geçmişte bu kadar çekici ve yakışıklı bir adamla hiç karşılaşmamıştı.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendi kendine, bu kişi çok nadir bulunan biri olmalı; ona karşı daha dikkatli olmalıyım, diye düşündü. Başını geri çevirdi. Ancak bu kez karşıya baktığında kırmızılı adam ortadan kaybolmuştu.
Öylece ortadan kaybolduğunu düşünmek. Tıpkı parlak renkli bir akçaağaç yaprağının süzülerek aşağıya inmesi, gözlerinin önünde muzipçe yanıp sönmesi, kaybolmadan önce dünyasını bir anlığına aydınlatması gibi. Sanki gerçek değil de geçici bir rüya ya da balonmuş gibi.
Bir süre daha dikkatle zarif şarap evine bakan ama hâlâ adamdan bir iz göremeyen Xie Lian sonunda pes etti. Biraz hayal kırıklığına uğramış hissedip hissetmediğini bilmiyordu. Hafifçe nefes verdi ve "unut gitsin" diye düşünerek kaşlarını yoğurdu.
Beklenmedik bir şekilde tekrar arkasına dönüp baktığında, bir noktada, kendisinin de bilmediği birisinin masada karşısına oturduğunu fark etti. Bu kişi yanağını bir elinin üzerine dayamış oturuyor ve ona bakıyordu.
İki adamın bakışları birleşti. Xie Lian hafifçe irkildi ama adam küçük bir gülümsemeyle, "Bu Daozhang bana bir kadeh şarap ısmarlamak ister mi?" dedi.
Uzaktan onu selamlamak için kadehini kaldıran kırmızı giysili adamdı.
MXTX yazar notu; Lianlian dışarıdayken küçük bir kaza geçirmiş ve hafızasını kaybetmişti. Geçmişteki haliyle bilinç değiştirmesi söz konusu değil, zaman çizgisinde bir değişiklik yok, bu nedenle geçmişin veliaht prensi bu anılara sahip olmayacak.
Bu ekstraların asıl amacı, büyük Huahua'nın on yedi yaşındaki veliaht prensi deneyimlemesi, tabii ki Lianlian’ımız kesinlikle hafızasını geri kazanacak...
[1] 1 li = 576 metre
---
bu konu 4 bölüm sürüyor :3
güzel diye ekledim bölümle alakası yok:3
#tian guan ci fu#hualian#jun wu#ling wen#xie lian#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#peiming#pei ming#yushi huang#ban yue#bai wuxiang#mei nianqing#mu qing#nan yang#xuan zhen#he xuan#lang qianqiu#quan yizhen#yin yu
23 notes
·
View notes
Text
Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?
-Kadın: Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum dedi.
-Adam: Karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.
Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı ve karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.
Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi; aşığının koynunda gününü gün ediyordu.
Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissettirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.
Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde buldu, kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaştı ve kalabalığın nedenini sordu?
Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı. Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.
Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen biri vardı ve adam, bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?
Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.
-Adam: Allah'ım hırsızı buldum beni krala götürün diye çığlık attı; adamı krala götürdüler ve adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğu, o değilse benim başımı kesin dedi.
-Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama! kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin dedi?
Ey kral! sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar dedi.
LİBYA HALK EDEBİYATINDAN
Insanları tanımak için farklı yönden bakmak, daima iyi gelecektir. Şimdi bazı insanların kötü yaşam biçimlerini örtmek için dini kullandığı gibi..:)
42 notes
·
View notes
Text
Türk Ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazandı.
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi'nde düzenlenen basın toplantısında, 2024 Nobel Ekonomi Ödülü'nü, kurumların oluşumu ve refaha etkilerine ilişkin çalışmalarından dolayı Türk Prof. Dr. Daron Acemoğlu, İngiliz Prof. Dr. Simon Johnson ve İngiliz Prof. Dr. James Robinson'un kazandığı bildirildi.
20 notes
·
View notes
Text
Saç taramak vallahi adamı yoruyor rabbim saçımızın eksikliğini göstermesin ama kraliyet ailesinden gelseydik de saçımızı özel tarayan birisi olsaydı hakikaten. Yakışırdı be.
23 notes
·
View notes
Text
16. BÖLÜM
EHRİMAN ŞEHRİ
Kral Valerius, T’yi yanına çağırdı ve ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı. “T, Ehriman şehri hakkında bilmen gereken çok şey var. Bu şehir, karanlık ve kasvetli bir yer. Yüksek duvarlarla çevrili ve her köşesinde devriye gezen askerler var. Şehrin girişinde, büyük ve ağır demir kapılar bulunuyor. Bu kapılar, sadece düşman komutanının izniyle açılır ve kapanır.”
Valerius, haritayı masanın üzerine serdi ve devam etti. “Şehrin etrafındaki surlar, düşmanların savunma hattını oluşturur. Bu surların üzerinde devasa mancınıklar ve okçular yer alır. Şehrin merkezinde, düşman komutanının karargahı bulunur. Bu yapı, diğer binalardan daha büyük ve daha ihtişamlıdır, ancak aynı zamanda ürkütücü bir görünüme sahiptir.”
Kral, T’nin gözlerinin içine bakarak, “Ehriman’a girmek neredeyse imkansız,” dedi. “Dar ve dolambaçlı sokaklar, her köşede gözetleme kuleleri ve sürekli devriye gezen askerler var. Şehirdeki yaşam, disiplin ve katı kurallarla yönetilir. Halk, sürekli bir korku ve baskı altında yaşar.”
Valerius, derin bir nefes aldı ve ekledi, “Ancak, bu karanlık atmosferin altında, bazı direniş grupları da gizlice faaliyet gösterir ve özgürlük için mücadele eder. Bu gruplarla iletişime geçmek, belki de tek şansımız olabilir. Ama unutma, bu çok tehlikeli bir görev. Her adımını dikkatle atmalısın.”
T, Kral Valerius’un söylediklerini dikkatle dinledi ve başını sallayarak, “Anladım, Majesteleri. S’yi kurtarmak için her şeyi yapacağım,” dedi.
T, kraliyet sarayından çıkarak adanın diğer ucunda kendi inşa ettiği kulübeye gitti. Burada bir süre yalnız kalarak S’yi kurtarmak için bir plan yapmaya çalışıyordu. Tam bu sırada kapı çaldı. “Kim gelmiş olabilir ki?” diye tereddütle kapıyı açtı. Karşısında, adanın uzun zaman önce öldüğünü zannettiği eski büyücüsü Merlin duruyordu.
Merlin, bilge ve güçlü bir büyücüydü. Doğaüstü yetenekleri ve derin bilgisiyle tanınırdı. T, şaşkınlıkla, “Merlin! Sen… sen yaşıyor musun?” diye sordu.
Merlin, gülümseyerek, “Evet, T. Uzun zamandır gölgelerde saklanıyordum. Ama şimdi, S’yi kurtarmak için geri döndüm. Sana yardım edeceğim,” dedi.
#şairsokakta#şair sözleri#edebiyat#şairler#paris#demiş şair#bir şair#şairane#şair#şiir#kitap alintilari#keşfedilmeyen#keşke yanımda olsan#keşfedilen#keşfet#keşfedilmemiş#keşke hiç büyümeseydik#kitap alıntısı#kitaplar#kitap#me post
28 notes
·
View notes
Text
Heavens Official Blessing, Yeniden Düzenlenmiş Versiyon, Kitap 1 Bölüm 11 - Bir bahis yaşam ve ölüm için, beş soru kalp için
Bu durum diğer tarafı ürküttü ve Lang Qianqui hemen onu yukarı çekmeye çalıştı, "Neden birdenbire önümde eğiliyorsun?"
Ama çektiğinde, kalbi biraz acıdı, çünkü hatırı sayılır bir güç kullanmasına rağmen Xie Lian'ı yarım santim bile hareket ettiremedi. Xie Lian doğrulmadan önce diz çökmeyi bitirmekte ısrar etti, "Çok teşekkür ederim." dedi.
Lang Qianqiu daha da şaşkına döndü, "Bana neden teşekkür ediyorsun?"
Xie Lian, "Eski imparatorluk şehri Xianle'nin ruhlarını kurtardığınız için teşekkür ederim." dedi.
Lang Qianqiu, "Teşekkür edilecek ne var?" dedi.
Xie Lian, "Benim başaramadığımı sen başardın, o yüzden sana teşekkür etmeliyim." dedi.
"Neden başaramayasın?"
"Utanç verici bir şekilde cezalandırılmıştım ve yeterli ruhsal enerjim yoktu."
Lang Qianqui başını salladı onaylarcasına, "Niyetin vardı, ama ne yazık ki yeterli gücün yoktu. Utanılacak ne var? Duymaktan hoşlanmayabileceğin bir şey söyleyeyim - bahsettiğin eski "imparatorluk şehri" daha sonra Cangcheng olarak yeniden adlandırıldı ve Yong'an Krallığı'na aitti. Onlar benim halkımdı. Onları kurtarmam doğal değil mi?"
Xie Lian ona gülümseyerek baktı, "Majesteleri haklı."
Lang Qianqui onun omzunu patpatladı, sonra aniden Xie Lian'ın kendisinden büyük olduğunu ve bunu yapmasının pek uygun olmadığını hatırladı, ama zaten omzunu patpatlamıştı, geri almanın bir anlamı yoktu, "O yüzden endişelenme, ben gidiyorum!" dedi.
Onun arkadan koşarak uzaklaştığını gören Xie Lian, yüreğinde bir hafiflik hissetti ve o da uzaklaştı.Bir gün sonra, üçü bir araya geldi ve senkronize oldular. Xie Lian ve Lang Qianqui hiçbir şey bulamamıştı. Sadece Shi Qingxuan biraz birşey başarmıştı, Hayalet Şehir'deki çeşitli tezgahlardan birçok garip eşya satın alarak.
Xie Lian, "Bir şey bulmanın bu kadar kolay olmayacağını biliyordum. Daha derinlere inmemiz gerekiyor gibi görünüyor." dedi.
Shi Quanxin bir voodoo bebeğiyle (Voodoo Bebeği: Voodoo bebeği terimi genellikle iğne batırmak için kullanılan bir kuklayı ifade eder.) oynarken şöyle dedi, "Daha derinlere inmek için Hua Cheng'in hayalet kral malikanesini kontrol etmemiz gerekecek. Ama o asla orayı açmıyor. Zekamız o kadar sınırlı ki nerede olduğunu bile bilmiyoruz."
Xie Lian konuşmak üzereyken Lang Qianqui'nin yüzündeki kararmayı fark etti ve "Sorun nedir?" diye sordu.
Lang Qianqiu birkaç kez etrafı yokladı, hatta kolunu bile sıyırmıştı, "Birşey kaybettim."
Xie Lian sordu, "Yolda mı kaybettin?"
Lang Qianqui bunu düşündü, yüzünde bir üzüntü ifadesi belirdi, "Hayır... Hatırladım, Dün! O iğrenç kumarbazın ininde kaybettim. Geri dönüp arayacağım." Shi Qingxuan, o ayrılmak üzereyken onu yakaladı, "Dün kaybettin, bugün hala orada nasıl olsun? Kaybetmiş olman sorun değil. En kötü ihtimalle telafi edebilirim."
Lang Qianqui kafasını salladı 'hayır anlamında' , "Teşekkür ederim, Rüzgar ustası, ama hiç kimse böyle birşeyi telafi edemez." dedi.
Shi Qingxuan, "Ne kadar önemli? Açıkça açıklamazsan anlayamam. O Hayalet Kumarbazlar İni'nde seni yemek için sabırsızlanan birçok kadın hayalet gördüm. Geri dönersen, kurtların arasında bir koyun gibi olmayacak mısın?" dedi. Lang Qianqui'nin yüzü önce kızardı, sonra karardı, "Bu nasıl olabilir! İyi şans tılsımı'mı bulmam gerek."
Xie Lian şaşkındı, "İyi şans tılsımı?"
Lang Qianqui "Mn. O tılsım ben gençken kötü ruhları kovmak için kullanılırdı." dedi.
Shi Qingxuan, "Sizin gibi kraliyet mensuplarının ve soyluların sizi korumak için bir imparator aurasına sahip olduğunu sanıyordum, sadece bizim gibi sıradan insanların kötü ruhları uzaklaştırmaya ihtiyacı var" dedi.
Diğer ikisi ona baktı, baştan ayağa göz kamaştırıcı parlak mücevher aurasıyla kaplı bir sıradan insandı ve hiçbir yorum yapmadı. Lang Qianqui, "Doğum şansım çok zayıftı. Eskiden sağlığım kötüydü ve sık sık hastalanıyordum ve hayaletlerin dikkatini çekiyordum. Hangi hayalet olduğunu hatırlamıyorum, o zamanlar çok küçüktüm, sadece bir süreliğine her gece göründüğünü ve her gece ortaya çıktığını ve diş gıcırdatmanın sesini duyduğumu hatırlıyorum." dedi.
"D-diş gıcırdaması mı?"
Lang Qianqiu, "Evet, yastığımın hemen yanında dişlerini gıcırdatıyordu. Ya bütün gece uyuyamıyordum ya da bütün gece kabus görüyordum." dedi.
Shi Qingxuan bütün gece kulaklarının dibinde çıtırdayan diş gıcırdatmasının sesini hayal etmeye çalıştı ve dehşete kapıldı, "Bu ne tür bir hayaletti?" dedi. Lang Qianqui, "Bilmiyordum ve hala bilmiyorum. Büyücülerin hiçbir çözümü yoktu, bana sadece diş gıcırdatması sesi duyduğumda gözlerimi kapatmamı ve asla açmamamı söylediler, böylece bir süre daha dayanabilirdim." dedi.
Shi Qingxuan, "Bunun mantığı neydi?" dedi. Xie Lian, "Yangınların sönmesini önlemek için" dedi.
"Ne yangınları?" Xie Lian, "Yaşayan bir kişinin üç ateşi vardır. Biri başının üstünde, ikisi omuzlarında. Eğer ateşler söndür��lmezse ve yang enerjisi dağılmazsa hayaletler ve canavarlar onlardan korkar. Bu yüzden insanlar sık sık başkalarının başınızı okşamasına izin veremeyeceğinizi, yoksa başınızdaki ateşin söneceğini; ya da gece yürürken arkanızdan birinin sizi çağırdığını duyarsanız arkanıza bakmamanız gerektiğini, çünkü muhtemelen yangınları söndürmenizi bekleyen bir şey olduğunu söylerler - iki kez geri dönerseniz kesinlikle ölürsünüz. Majestelerinden diş gıcırdatması sesini duyduğunda gözlerini açmamasını istemesinin sebebi, aşırı korktuğu takdirde yangınların da dağılabileceği endişesiydi."
Kısacası, kral ve kraliçe dayanılmaz bir kalp ağrısı içindeydi ve doktorlar ve büyücüler çaresizdi. O zamanlar sadece sekiz yaşında olan Majesteleri, buna canlı olmaktan çok ölü olarak katlandı. Bu kadar uzun süre dayanabilmesinin tek nedeni kararlılığıydı. Ta ki bir gün Lang Qianqui bir rüya görene kadar. Yüzü olmayan bir kişi rüyasında onunla oynuyordu. Lang Qianqui zayıf bir yapıya sahipti ve normalki gibi çılgınca dolaşamıyordu, ancak rüyasında zıplıyor ve yukarı aşağı tırmanıyordu, harika vakit geçiriyordu. Sonunda, adam ona bir tılsım verdi ve onu üzerinde taşımasını ve asla çıkarmamasını söyledi. Uyandığında, Altın iplikli yeşim yastığının yanında bir tılsım duruyordu. Ölü bir ata canlıymış gibi davranabilirsiniz; ayrıca Lang Qianqui gençti ve dolandırıcılıktan şüphelenmiyordu. Daha iyisini bilmediği için kimseye söylemeden tılsımı taktı. O gece, diş gıcırdatan hayalet yine uğursuz bir rüzgarın ortasında geldi. Şaşırtıcı bir şekilde, bu sefer ana salonun dışına çarptığında çığlık attı ve gerçekten de kaçtı.Aynı şey ikinci ve üçüncü gecelerde de oldu. Hayalet kapının dışında oyalandı, dişlerini gıcırdattı ama içeri girmeye cesaret edemedi. Bu şekilde, Lang Qianqui'nin sağlığı birkaç aylık bir moladan sonra yavaş yavaş düzeldi. Ama Hayalet öfkeden öylesine çılgına döndü ki bir gece Lang Qianqui yatakta yatarken aniden bir çığlık duydu. Ayağa kalktı ve baktı ve dışarıdan içeri atılmış bir kol gördü. Kırık eşitsizdi, sanki bir seferde bir lokma çiğnenmiş gibiydi. Koluna bakılırsa, gece nöbeti tutan saray hizmetçisine aitti. Bu sırada kapıda karanlık bir figür belirdi, saray hizmetçisini işaret etti ve onu ısırdı.Lang Qianqui o zamanlar sadece dokuz yaşındaydı, ama küçük bir kılıç alıp saldırdı ve kapıdan içeri bıçakladı. Hayalet bir çığlık attı, karanlık figür siyah dumana dönüştü ve kapılardaki ve pencerelerdeki gölgeler suda mürekkep gibi dağıldı, bir daha asla görülmedi.
Shi Qingxuan haykırdı, "Hey, bir ustayla tanışmış gibi görünüyorsun. Onun ünvanını biliyor muydun?" dedi. Lang Qianqui başını iki yana salladı, "Hâlâ bilmiyorum." dedi. Xie Lian, "Çok uzun yıllar geçti ve tılsım çoktan işe yaramaz hale gelmeliydi. Gerçekten onu geri almak zorunda mısın?" dedi.
Lang Qianqiu, "Bunu çok uzun yıllardır takıyorum. Kötü bir şey olacağını hissetmeye devam edebilirim ve onu kaybedersem huzursuz hissedeceğim." dedi.
Xie Lian düşündü ve düşündü, "Neden geri dönüp birlikte geri almıyoruz?" dedi. Diğer ikisi de ona baktı. Xie Lian, "Tılsımı geri almaya çalışsak da çalışmasak da geri dönmeliyiz. Hayalet kralın malikanesini bulmak istiyorsak, şu anda başlayabileceğimiz tek yer Hayalet Kumarbazın İni." dedi.
Birkaç tütsüleme süresinden sonra, üçü dün kaçtıkları Hayalet Kumarbazın İni'ne geri döndüler. Shi Qingxuan içerideki gürültüyü duyduğunda, Hayalet Şehrinin sahibinin bugün yine eğlence aramaya geldiğini bildiğini mırıldandı. Ayrıca, gelip giden Hayaletler, "Bu gerçekten inanılmaz! Şehir Efendisi geçmişte burada hiç takılmamıştı, o zaman neden iki gün üst üste geldi?" diye yorum yapıyordu.Shi Qingxuan tekrar tekrar şikayet etti, "Uğursuz, uğursuz! Neden bu kadar şanssızız? Bunu yaptığımızda sorun yok, iki kere. Ah, oh, neden bu beyitteki karakterlerin dün olduğundan daha çirkin olduğunu hissediyorum?"
Yumuşak kırmızı brokarla kaplı basamaklarda duran Xie Lian ona baktı, "Bu senin hayal gücün olmalı. Sonuçta, karakterler değişemez."
Beklenmedik bir şekilde, konuşmasını bitirir bitirmez, beyitteki karakterler ve yatay yazıt titredi, uzun kuyruklu bir grup kurbağa yavrusu gibi büküldüler. Xie Lian konuşamadı ve Shi Qingxuanqi şaşkına döndü, "Majesteleri, bakın, bizi duymuş gibi görünüyorlar." dedi.
Xie Lian şaşkına dönmüştü. "O zaman daha iyiye doğru değişemezler mi?"
Bunu duyunca, sanki onun görebileceği daha iyi görünümlü bir oluşum bulmaya çalışıyormuş gibi tekrar değiştiler, ancak ruh istekli olmasına rağmen, sadece daha da sefil şekillere dönüşmeyi başardılar. Xie Lian daha fazla dayanamadı ve öne çıktı, "Unut gitsin, unut gitsin. Neden başlangıçta olduğun gibi olmuyorsun. Başlangıçtaki şekil yeterince iyiydi!"
İşte oradaydılar, kahkahalarla gülüyorlardı; ama gülerken Xie Lian'ın gülümsemesi dondu ve adımlarını durdurdu. Önündeki basamaklarda siyahlar içinde adam duruyordu.
Siyahlar içindeki adam, üzerinde gözyaşları çizilmiş hüzünlü bir yüz olan bir maske takıyordu, kumarbazın ininde gelip giden gülümseyen maskelerin tam tersiydi. Adam omzunun üzerinden baktı ve onu baştan aşağı inceliyor gibiydi. Xie Lian bir an için onunla göz göze geldi ve kalbinde bir ürperti hissetti. Shi Qingxuan, "Ne oldu?" diye sordu.
Xie Lian kendini toparladı, "Hiçbir şey. Siz önce dışarıda bekleyin, içeri girip bir bakacağım."
Beyaz cübbesinin eteğini kaldırdı ve basamakları çıktı. İkisi birbirine yaklaştıkça adımları yavaşladı. Yakından geçerken Xie Lian onu geride bıraktı, ancak kalbindeki soğukluk hala devam ediyordu.
Sonra, siyahlar içindeki adam kumarbazın inine doğru konuştu, "Hayalet Şehir Lordu olan Hua Cheng'i görmek için yalvarıyorum."
Bu kişi gerçekten de doğrudan Hua Cheng'e adıyla hitap etti!
Sıradan geçmişe sahip misafirler asla bunu yapmaya cesaret edemezdi. Birçok küçük hayalet sesi duydu ve etrafa baktı. İncecik bir kız ininden çıktı ve "Şehir Lordu bugün dışarıdan ziyaretçi kabul etmiyor." dedi.
Xie Lian, kumarbazın ininin önüne geldiğinde "dışarıdan ziyaretçi kabul edilmiyor." dedi. Kötü bir zamanda gelip gelmediğini merak ediyordu ki, kadın hayaletin ona gülümsediğini ve saygılı ama cilveli bir şekilde onu eğilerek davet ettiğini gördü, "Tao Ustası, acele et lütfen. Seni bu kadar uzun süre bekledikten sonra, burada oldukça endişelendim!"
Xie Lian bir "ah" sesi çıkardı ve şaşkınlıkla içeri itildi. Siyahlar içindeki adamın sesi duyuldu, "Son derece nadir bir rehin getirdim, Hayalet Şehir Lordu Hua Cheng lütfen bana bir görüşme izni verebilir mi?"
Hayaletler, görkemli bir şekilde içeri giren Xie Lian'a büyük bir merakla bakıyorlardı, sesi duyduklarında hepsi bir ağızdan "Bir hazine ne kadar nadir olursa olsun, Şehir Lordumuzla burada sadece çizmeleri tutmaya mahkum olacak. Seni göremeyeceğini söyledi ve görmeyecek. Hadi, hadi!" dediler.
Xie Lian sayısız el tarafından salona kadar itildi. Hua Cheng, uzun masanın sonunda oturuyordu, tüm kumarbaz ininde oturan tek kişiydi. İkinci sandalye Xie Lian'ın arkasına yerleştirildi. Hua Cheng ona baktı, başını eğdi ve "Bu gege, bugün yine oynamak için mi buradasın?" dedi.
Şakacı görünüyordu, Xie Lian yüzündeki küçük bir gülümsemeye engel olamadı. Konuşmadan önce, bir kız iki eliyle ona küçük bir tılsım uzattı. Altın püsküllü beyaz tılsım el yapımı gibi görünüyordu, işçilik ve desen çok kaba idi ve köşeleri uzun zamandır aşınmıştı.
Xie Lian şaşkındı, "Bunun için geri döneceğimi nereden biliyorsun?" dedi. Hua Cheng, "Gege hakkında ne bilmiyorum?" dedi ve gülümsedi.
Tam o sırada, kumarbazın ininin ön kapısının dışındaki siyahlar içerisindeki adam tekrar konuştu.
"Hayalet Şehir Lordu kesinlikle rehinimi isteyecektir. Dünyadaki bir numaralı kötü silah, lanetli bir bıçak!"
Hemen bir hayalet alay etti, "Ne hakkında blöf yapıyorsun? Dünyadaki bir numaralı lanetli bıçak, Şehir Lordumuzun pala'sı! Nasıl oldu da senin rehin oldu?"
Xie Lian gülmeli miydi yoksa ağlamalı mıydı bilemedi: Sizin derdiniz ne? "Lanetli Bıçak" kulağa harika bir ün gibi mi geliyor? Neden bunun için kavga ediyorsunuz?
Yine de, kişinin kötü niyetlerle geldiğini fark eden Xie Lian kapıdan dışarı baktı. Hua Cheng pek ilgilenmiş gibi görünmüyordu ve sadece elini tembelce salladı. Kumarbazın inindeki kız anladı, "O zaman yeminine bir bakalım."
Kapıda ayakta kalan siyahlar içindeki adam elini kaldırdı ve fırlattı. Siyah bir rüzgar, hayalet kalabalığının üzerinden geçti ve kumarbazın ininin duvarına çivilendi. O şey, çok sayıda mühürleme tılsımıyla sıkıca sarılmıştı ve hala çıplak gözle görülebilen düşmanca bir enerji sızıyordu.
Bu bir kılıçtı!
Hua Cheng gözlerini kıstı. Sadece indeki hayaletler, bölgeyi ürperten bir rüzgar esmiş gibi sessizleşmekle kalmadı, aynı zamanda Xie Lian da olduğu yerde dondu.
Siyahlar içerisindeki adam, "Yüce Kılıç Fangxin, Şehir Lordu Hua hiç duymuş mudur?" dedi.
Aynı anda, kılıcın üzerindeki mühürleme tılsımları kendiliğinden düştü ve kılıç tamamen ortaya çıktı!
Bu kılıç siyah yeşimden yapılmış gibi görünüyordu, karanlık ve korkutucuydu ve bir aynadan daha pürüzsüzdü; eğer birileri etrafta olsaydı, net bir görüntü yansırdı. Ancak kılıcın ortasından ince gümüş-beyaz bir iplik geçiyordu, sanki kalbiymiş gibi. Siyah giysilerin içerisindeki kişi, "Efsaneye göre, onlarca kraliyet mensubu kılıcının altında ölmüş. Ve iddiaya göre, daha da değerli olan kanla lekelenmişti." dedi.
Kraliyet kanından daha değerli olan kan, sadece tanrıların kanı olmaz mıydı?
Tüm hayaletler, kılıcın yaydığı uğursuz aura tarafından tam bir daire boyunca geri püskürtüldü, son derece huzursuzdu; ancak siyahlar içerisindeki adam onu buraya kadar getirmişti ve bir dağ kadar sabit kalmıştı, kesinlikle sıradan biri değildi. "Hayalet Şehir Lordu'nun dünyanın dört bir yanından ünlü silahları toplamayı sevdiğini duydum ve özellikle bu Yüce Kılıç Fangxin'i yıllardır arıyordu. Bu söz bir bahis için yeterli mi?" dedi.
Hua Cheng'in bakışları ağır ve gülümsemesi aktifti ve "Ne bahis yapmak istiyorsun?" diye sordu.Siyahlar içerisindeki adam, "Hangisinin daha kötü bir aurası var, bu Yüce Kılıç Fangxin mi, yoksa senin şu E-ming'in mi?" dedi.
Hua Cheng tekrar sordu, "Nasıl bahis oynamak istiyorsun?"
Siyahlı adam, "Sen ve ben elimizdeki silahlarla birbirimize saldırıyoruz ve engellemiyoruz veya kaçmıyoruz. İlk kaybeden bahsi kaybediyor!" dedi.
Xie Lian her yönden çeşitli diş gıcırdatma sesleri duydu.Bir hayalet, "Bu kumar yöntemi zehirli değil mi? Sen beni kesersin, ben de seni keserim. Karşı tarafı ilk kesen daha kötü silaha sahip olur. Bunu mu demek istiyorsun?" dedi.
Bu oldukça şiddetli ve kaba bir hareketti. Kumarbazın inindeki kız, "Bunu iyi düşünsen iyi olur, sana saldıracak olan E-ming! Birkaç hamle bile dayanamayacaksın." dedi.
Siyahlı adam, "Önemli değil. Ben daha çok, Yüce Kılıç Fangxin Şehir Lordu Hua'nın kaç saldırısına dayanabileceğini merak ediyorum!" dedi.
Hayaletler bunu duyduklarında öfkelendiler ve birbiri ardına, "Neden biri senin saçma talebini kabul etsin ki?" diye bağırdılar. "Kesinlikle, seninle aynı fikirde olmayacağız!" Ama sadece Xie Lian, Hua Cheng'in gülümsemesine rağmen gözlerinde gülümseme olmadığını görebiliyordu.Görünüşe göre, Hua Cheng bu kılıcı almaya kararlıydı!
Xie Lian gizlice korkmaktan kendini alamadı: Kılıcın onu kesmesine gerçekten izin verecek miydi?
Hua Cheng güldü ve elini kaldırdı. Emri alan kumarbazın inindeki kız tatlı bir sesle, "Fangxin'i kazanmak için neden yüksek bahislerden korkulsun ki? Şehir Lordu ag…"
Bahsin kurulmak üzere olduğunu gören Xie Lian, bir anlık umutsuzlukla patladı, "Bir dakika!"
Hayaletlerin hepsi ona bakmak için döndü. Hua Cheng'in gözleri de dik otururken keskin bir şekilde odaklandı. Xie Lian yumruğunu kısaca sıktı, Fangxin'in yanına yürüdü ve siyahlar içerisinde ki adama, "Havanızı bozduğum için özür dilerim. Ama Şehir Lordu Hua'nın sizinle bahse gireceğini sanmıyorum." dedi.
Siyahlar içerisindeki adam, "Ah? Neden olmasın?" dedi.
Xie Lian gülümsedi, "Çünkü bu kesinlikle bir Yüce Kılıç Fangxin değil, sadece sıradan bir kılıç." dedi. Bir hayalet, "Gah! Bu Tao Ustası, lütfen sakin ol ve önce yakından bak. Bu kılıç hiç de sıradan değil; çok korkutucu!" dedi.
Ama Xie Lian, "Öyle mi?" dedi.Konuşurken uzanıp kılıcın kabzasını kavradı. Hayaletler dehşete kapılmıştı, "Rastgele dokunmayın, biri ölecek!"
Birçok hayalet gözlerini kapattı ve başlarını tuttu. Uzun bir süre sonra bile beklenen çığlığı duymadıklarını kim bilebilirdi ki. Gizlice tekrar gözlerini açtılar, sadece "Fangxin"in Xie Lian tarafından çıkarıldığını ve elinde tutulduğunu gördüler. Kılıcı tutan adam tamamen rahat görünüyordu.Hayaletler şaşkına dönmüştü.Bu nasıl mümkün olabilirdi? Az önce kılıç açıkça karanlık bir aurayla sarılmıştı, o kadar kötüydü ki çıplak gözle görülebiliyordu!
Xie Lian rahat bir şekilde, "Az önceki kötü aura sadece bir kamuflaj büyüsüydü." dedi.
Kumarbazın inindeki kız kuşkuluydu, "Ama bu kılıca yaklaştığımız anda, gerçekten aşırı bir ürperti hissederdik..." dedi.
"Hayalet Şehir tüm yıl boyunca güneş ışığı görmez ve gece çiyi çok soğuktur, bu yüzden elbette soğuktur. Sadece daha fazla giysi giy ve daha fazla sıcak su iç."
"..."
Xie Lian, "Neyse, bu kılıç gerçekten de nihai bir kötü silah değil. İnanmıyorsan, neden gelip kendin dokunmuyorsun?" dedi. Konuşurken elindeki uzun kılıcı uzattı. Hayaletler ilk başta ondan uzak durmaya çalıştılar, ancak cesur küçük bir hayalet bir parmağını uzattı ve kılıç bıçağına dokundu. Her şey yolunda mı?
Şimdi herkes daha da cesurlaştı ve uzun kılıcı etrafta gezdirmeye başladı, orasını burasına dokundu ve tamamen iyiydi!
Şüphelenen bazı hayaletler de vardı, "Az önce hiçbir şey yapmadın, değil mi?"
Hemen bir hayalet karşılık verdi, "Eğer bu kadar güçlü bir kötü kılıç olsaydı, göksel bir görevli bile itilirdi. Birisi sadece dokunarak kötü enerjiyi nasıl dağıtabilirdi? Tabii ki bu kişiye itaat etmeye istekli değilse, aksi takdirde bir Kamuflaj Büyüsü olmalı!"
Xie Lian hemen övdü onu, "Akıllı! Bu nedenle, bu kılıç Şehir Lordu Hua'nın E-ming'i hiç karşılaştırılamaz. Şehir Lordu Hua seninle nasıl bahse girecek?"
Hayaletler bunu duymaktan hoşlandılar, çünkü Şehir Lordunu öven herkes kendilerinden biriydi, bu yüzden ona uydular, "İyi söyledin!", "Doğru!" Xie Lian hızla her türden sefil hayalet ve canavar tarafından kuşatıldı. Bunu gören siyahlar içerisindeki adam gitmeye hazırlandı. Kumarbazın inindeki kız sordu, "Efendim, bu ne?"
Siyahlı adam, "Bu kılıcın Fangxin olmadığına karar verdiğinden, artık bahse girmeye gerek yok." dedi.
Hua Cheng sonunda gözlerini Xie Lian'dan yavaşça ayırdı, "Bunu kim söyledi?"
Siyahlı adam yürürken yarı yolda engellendi, "Şehir Lordu Hua, başka bir tavsiyen var mı?"
Hua Cheng hafifçe gülümsedi, "Bu kimin bölgesi?"
Siyahlı adam, "Senin." dedi.
Hua Cheng, "O zaman, bahse girelim ya da girmeyelim, elbette son söz bende." dedi.
Siyahlı adam, "Hayalet Şehir Lordu başka neye bahse girmek istiyor?" dedi.
"Pop" sesiyle Hua Cheng belindeki ince gümüş pala'yı kumar masasına bastırdı.
Pala'nın kabzası da ince bir gümüş zincirle süslenmişti ve ayrıca gümüş bir göz oyulmuştu. Göz kapalıydı ve huzur içinde uyuyor gibi görünüyordu, gümüş çizgi uzun ve baştan çıkarıcıydı, ürkütücü ve kötü bir aura yayıyordu. Xie Lian ona bakmaktan kendini alamadı ve kendi kendine, "Demek ki bu, bugünki üç alemdeki bir numaralı kötü silah, Lanetli Son, Uğursuz Bıçak, Felaketli E-ming Pala'sı?" diye düşündü.
Hua Cheng, ölçülü bir ses ile kelime kelime konuştu, "Bahse girerim, bir sonraki an, paramparça olacaksın."
Konuşmasını bitirir bitirmez, uyuyan gümüş göz açıldı ve şeytani vahşi kırmızı bir ışıkla parlayan yakut benzeri bir göz bebeği ortaya çıktı.
Siyahlı adam hızla geri sıçradı, ancak çok geçti. Yüksek bir ses duyuldu ve bir sonraki an, tüm vücudu parçalara ayrıldı! Parçalar karga tüyleri gibi etrafta döndü. Hua Cheng hareket bile etmedi. Sadece elini gelişigüzel salladı, omzuna düşmek üzere olan titreyen bir karga tüyünü reddetti.Kıyamet Kılıcı Eming kınından bile çıkarılmamıştı, sadece gözünü açtı ve Hua Cheng'in dediği gibi, siyahlı adam paramparça oldu!Kumarbazın inindeki kız, "Bu kişi rehin değeri hakkında yalan söyledi, Kumarbazın İni'nin sıkı kurallarını ihlal etti. Şehir Lordu onu çoktan cezalandırdı. Lütfen aldırmayın ve eğlenmeye devam edin!" diye duyurdu.
Xie Lian havadan bir parça yakaladı ve incelerken aniden bir el omzuna konuldu ve arkasından bir ses duyuldu, "Majesteleri, tılsımı geri aldınız mı?"
Shi Qingxuan bir ara onun yanına sıkışmıştı. Xie Lian, "Lord Rüzgar Ustası, neden içeri girdiniz? İkinize dışarıda beklemenizi söylemedim mi?" dedi.
Yine de Shi Qingxuan, "Bir süre önce geldik! Uzun bir süre sonra dışarı çıkmadınız, bu yüzden içeri girip bir bakmak zorundaydık." dedi.
Bunu duyunca Xie Lian'ın kalbi bir an durakladı, "Bir süre önce geldiniz mi? Qianqiu da mı geldi?"
"Evet, tam orada değil mi?"
Gerçekten de Lang Qianqiu çok uzakta durmuş, elindeki Fangxin'e son derece garip bir ifadeyle bakıyordu. Xie Lian bir yana dönüp fısıldadı, "Ne zaman geldin?"
Shi Qingxuan, "Kılıcı çektiğinizde biz buradaydık. Majesteleri, bu etkileyiciydi! Bunu söylemeseydiniz, ben bile kötü auranın bir Kamuflaj Büyüsü olduğunu fark edemezdim." dedi.
Xie Lian, Fangxin'i tutuyordu ve nereye koyacağını bilmiyordu, ancak aniden eli hafifledi, bir kumarbaz ininin kızının ağır uzun kılıcı iki eliyle ondan aldığı ve gülümsedi, "Bu kılıç artık Şehir Lordumuzun ganimeti. Teşekkür ederim, Tao Ustası."
Hayaletler az önceki kargaşayı pek düşünmediler. Hayalet Şehir'de her gün sorun arayan birine yabancı değillerdi ve oynamaya ve eğlenmeye geri döndüler. Üçü aceleyle bir köşeye saklandı ve Xie Lian hiçbir şey olmamış gibi tılsımı Lang Qianqiu'ya uzatt��. Shi Qingxuan, "Majesteleri, Hayalet Kumarbazın İni, gece gündüz insanlarla ve hayaletlerle dolu, nasıl detaylı bir şekilde araştırabiliriz?" dedi.
Xie Lian, "Zor değil. Herkesin dikkatini çekeceğim ve sen de araştırmak için fırsatı değerlendirebilirsin." dedi.
Shi Qingxuan, "Dikkatleri nasıl çekeceksin?" dedi.Xie Lian, Hua Cheng'e doğru döndü. O çenesini elinde tutarak ona yavaşça bakıyordu, uzun zamandır bekliyor gibiydi, bu yüzden onun baktığını görür görmez sırıtarak, "Bu gege, başka bir şey var mı?" dedi.
Xie Lian, "Evet. Şehir Lorduna sormaya cesaret ediyorum, bana başka bir bahis teklif eder misin?" dedi.
Shi Qingxuan şok olmuştu, "Bu senin aklına gelen fikir mi?" dedi. Xie Lian, "İyi bir fikir değil mi?" dedi.
Shi Qingxuan ona baş parmağını kaldırdı, "Harika. Hua Cheng bahis oynamaya başladığında başka şeylere dikkat etmeye kimin vakti var? Ancak siz gerçekten cesur bir savaşçısınız, Majesteleri, pantolonunuzu kaybetmekten korkmuyor musunuz?”
Xie Lian bu sefer oldukça emindi, “Mutlaka değil.” dedi. Kumarbazın inindeki kız sordu, “Bu Tao Ustası Şehir Lordumuzla neye bahse girmek istiyor? Altın ve gümüş mü, yoksa yüz yıllık ruhsal enerji mi? On kez iyi şans mı, yoksa bir parça kutsanmış toprak mı?”
Xie Lian, “Gerekli değil. Dünyada arzuladığım hiçbir şey yok. Sadece Şehir Lordu Hua’dan bir gece bana eşlik etmesini istiyorum.” dedi.
Bu ifade ağzından çıktığında, Hua Cheng bir anlığına şaşkına dönmüş gibi göründü, sonra gözlerini kırpıştırdı.Sadece o değil, kumarbazın inindeki tüm kişiler dondu. Kumarbazın inindeki kızların hepsi bile afallamıştı, neredeyse hep birlikte dizlerinin üzerine düşeceklerdi.Uzun bir süre sonra, bir hayalet sonunda mırıldandı, "Ne hakkında konuştuğunu biliyor mu acaba... Bu çok cüretkarca değil mi, aman Tanrım!"
Ve Hua Cheng sonunda kahkahalarla gülmeye başladı.Güldüğünde, etrafındaki kızlar da titreyen çiçek dalları gibi kahkahalarla sarsıldılar. Xie Lian o tuhaf bakışların denizinde boğuluyormuş gibi hissetti ve sonunda başlangıçtaki mükemmel dürüst niyetinin çarpıtılmış gibi göründüğünü fark etti. Aceleyle açıkladı, "Bekle! Niyetim sadece Şehir Lordu Hua'nın ev sahibim olması ve bana Hayalet Şehri'ni gezdirmesi. Uygunsuz hiçbir şey istemeyeceğim... cidden hayır!"
Ama bu noktada neden birileri onu dinliyordu ki? Shi Qingxuan bir eliyle yüzünü kapattı ve diğer eliyle omzunu sıvazladı, "Açıklamayı bıraksan iyi olur. Ne kadar çok çizersen yaparsan, o kadar karanlık olur!"
Xie Lian yüzünü kapatıp kapatmaması gerektiğini bilmiyordu. Az önce sonunda toparladığı özgüven paramparça olmak üzereydi, "Ciddi anlamda başka bir niyetim yok..."
Shi Qingxuan, "Biliyorum. Ama kulağa gerçekten de öyle geliyor…” dedi. Orada, Hua Cheng sonunda gülmeyi bırakmayı başardı, kollarını kavuşturdu ve başını salladı, “Tamam.” dedi. Kumarbazın ininde, Hua Cheng kabul ettikten sonra hızla tekrar sessizlik oldu. Hua Cheng örgüsünün ucundaki kırmızı mercan boncuğa dokundu, “Ancak, bu gege’nin istediği şey oldukça önemli, benim için de ilk. Buna göre, sunduğun söz sıradan olamaz.” dedi. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve gözlerini nazikçe indirip ona bakmak istemesinin gerçekten sevimli olduğunu düşündü, sonuçta hala gençti. Hafifçe gülümsedi, “Elbette sıradan olamaz.”
Hua Cheng, “Ama, sana hatırlatmam gereken küçük bir sorun var, gege’nin, yani sana dair son sahip olduğu şeyi dün kaybettim.” dedi.
Hua Cheng tarafından yenen buharda pişirilmiş bir çöreğin yarısıydı.Xie Lian utandı, ���Doğru. Bir dakika bekle lütfen, tekrar bakacağım."Ama ne bulabilirdi ki? Ciddi bir şekilde sıkıntı çektiğini gören bir hayalet, "Tao Ustası, eğer gerçekten hiçbir şeyin yoksa, kıyafetlerini bahse girebilirsin. Bir oyunu kaybettiğinde bir tanesini çıkar, bu yeterli olmaz mı?" dedi.
Her tarafta kükreme vardı, ama Hua Cheng kaşlarını çattı ve yumuşak bir şekilde azarladı, "Çeneni kapa!"
Neden aniden öfkelendiğini bilmeden, hayaletler hemen sustular ve artık sataşmaya cesaret edemediler. Aniden, keskin bakışlı bir kız sordu, "Tao Ustası, boynunda ne takıyorsun?"
Xie Lian dokundu ve ince bir gümüş zincir buldu, "Bu mu?"
Gümüş zincirin dibinde bir yüzük asılıydı; Xie Lian onu çektiğinde, kumarbazın inindeki kadın hayaletler topluca nefeslerini tuttular.
Kristal berraklığındaki parlaklık herkesin gözlerini büyülemiş gibiydi. İyi bilgilendirilmiş kumarbazın inindeki krupiye kızları bile, "İnanılmaz bir hazine gibi görünüyor." diye haykırdı.
Bu, Hua Cheng'in ona bıraktığı yüzüktü. Xie Lian hediye edene baktı ve Hua Cheng de belirsiz bir gülümsemeyle ona bakıyor, telaşsızca konuşuyordu, "Ne dersin? Bu gege, yüzüğü bahse girmek ve benimle hesaplaşmak ister misin?”
Xie Lian bir an düşündü, ama sonra yüzüğü tekrar kıyafetlerinin içine koydu, “Hayır, yapamam.” dedi.
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı, “Ah? Neden olmasın?” dedi. Xie Lian, “Bu eşya çok değerli ve hafife alınamaz.” dedi.
Hua Cheng, “Sana verildiyse senindir, neden hafife alamıyorsun?” dedi.Xie Lian içtenlikle, “Bu daha da imkansız. Ya bu tür bir hediyeyi kabul etmem ya da kabul edersem, elbette duyguya layık olmak için onu saklamam gerekir. Bunu nasıl bir bahis sözü olarak kullanabilir ve kibirli bir şekilde israf edebilirim?” dedi.
Bunu duyan Hua Cheng başını eğdi ve gülümsedi.
Hayaletler de onu anladıklarını ifade ettiler, "Sonuçta, bu çok büyük bir hazine." Fakat hayaletler eklediler, "Bu işe yaramaz, şu işe yaramaz, o zaman geriye ne kaldı?"
Zaten her yerini elleyen Xie Lian çaresizce, "Görünüşe göre... Geriye sadece ben kaldım." dedi.
Hua Cheng başını kaldırdı, "Tamam." dedi. Xie Lian gözlerini kırpıştırdı, "Ne?"
Hua Cheng kollarını kavuşturdu, ona dik dik baktı ve tekrarladı, "Sen."
Bahse girerim.
Hayaletler hemen ellerini çırptılar, "Harika, harika, harika, bahse gireriz! Kaybedersen, kendini sat ve buraya gelip çamaşırları yıka, yatağı düzelt ve Şehir Lordu için çay ve su servisi yap!"
Shi Qingxuan dehşete kapıldı ve fısıldadı, "Majesteleri! Buna katılma, bu bahsi kazanma şansın yok!" dedi. Ama Xie Lian çoktan, "Tamam, bahse girerim!" demişti.
Shi Qingxuan'ın yüzü neredeyse maviye döndü. Xie Lian fısıldadı, "Sorun değil, bu sefer ille de kaybetmeyeceğim. Bunu bana bırak; acele et ve araştırmaya git, sonra benimle buluşmanın bir yolunu bulabilirsin."
Bunun önceden belli bir sonuç olduğunu gören Shi Qingxuan üzgün ve ciddi bir yüzle, "O zaman... Majesteleri, lütfen kendinize iyi bakın! Endişelenmeyin, kardeşim çok zengin. Eğer bir şekilde kendinizi kaybederseniz, ondan para isteyeceğim ve sizi kesinlikle kurtarabilirim!" dedi. Bunun üzerine o Lang Qianqiu'yu yakaladı ve hayaletlerin dikkati dağılmışken sağa sola eğilip gözden kayboldu.
Xie Lian hafifçe nefes verdi, "Ancak, bahis yöntemine ve kurallarına ben karar verebilir miyim?"
Hua Cheng, adil, dürüst, cana yakın ve saygın bir ev sahibi gibi görünerek Xie Lian'ın karşısına oturmuştu bile, "Lütfen! Nasıl bahis oynamak istersin?"
Xie Lian eteğini sallayarak oturdu, "Gizli nesneleri tahmin et. Kulağa nasıl geliyor?"Hua Cheng iki kez el çırptı ve bir kız çok zarif bir şekilde parlak siyah bir kumar kupasını getirdi. Xie Lian başını salladı, "Şehir Lordunuz lütfen içine bir şey koymama yardım edebilir mi?"
Hua Cheng gülümsedi, "Yeterince kolay, sadece Tao Ustası'nı bekliyorum."Xie Lian avucunu kumar kupasına koydu, "Şehir Lordunuz bana beş soru sorabilir."Hua Cheng, "Beş turdan üç galibiyet mi?" diye sordu.
Xie Lian, "Beş turdan üç galibiyet. Sen sor, ben cevaplayayım. Cevap doğruysa ben kazanırım; doğru değilse sen kazanırsın. Kumar kupasını açıp bakamam dışında test yöntemlerimde hiçbir kısıtlama olmamalı. Ancak beş soru arasında ölü veya diri, kare veya daire, kırmızı veya beyaz ve parlak veya karanlık olmak üzere dört soru olmalı. Son soru Şehir Lordluğuna kalmış. Kulağa nasıl geliyor?" dedi.
Hua Cheng gülümsedi, "Hepsi dahil, ölümde bile pişmanlık yok. Sadece bana gel, gege."
Bu noktada, kumarbazın ininde daha da fazla insan ve hayalet toplanmıştı. Başlangıçta binden fazla insanı alabilecek kadar geniş olan salon, taşan bir baraj gibi belirsiz bir şekilde çökmek üzereydi. Kumarbazın ininin ön kapıları bile kat kat yığılmıştı, kalabalık öncekinden üç ila beş kat daha yoğundu. Birçok uzun hayalet boynu havaya uzanıyordu ve birçok hayalet kafası etrafta uçuşuyordu. Ön sıralarda duranlar, içeri giremeyen arkadaşların gözlerini tutmaya yardımcı oldular, ancak kimse herhangi bir kargaşaya neden olmadı.
Xie Lian bir elini kumar kupasına bastırdı ve dikkatle baktı. Doğal olarak, dışarıda olup bitenlere dikkat etmedi; bu yüzden, Hayalet Kumarbazlar İni'nde başlamak üzere olan oyunun Cennetin Üst Avlusu'na ulaştığını bilmiyordu.Bu sırada Cennetin Üst Avlusu'nda küçük bir ziyafet vardı. Büyük ve küçük birçok yetkili oradaydı. Yemek yerken ve içerken, Ling Wen aniden, "Herkes, lütfen gümüş aynaya bir bakın," dedi.
Ziyafet salonunu süsleyen birkaç sırlı gümüş ayna, ziyafet durgunlaştığında eğlenmek için dış dünyaya bakmak için tasarlanmıştı. Pei Ming, "Görülecek ilginç bir şey var mı?" diye sordu.
Sırlı gümüş aynada, göz kamaştırıcı derecede parlak kırmızı renkte büyük bir şerit ve karanlık bir insan ve hayalet kalabalığı gördüler. Tanrılar etrafına toplandı, "Bu ne? Bu... Hayalet Kumarbazın İni!"
Gerçekten de. Ve Hua Cheng'in tam olarak neye benzediğini bilmeseler de ve masanın başındaki kırmızı giysili adamın figürünü net göremeseler de, herkes anlaşılmaz bir şekilde ikna olmuştu - şüphesiz, bu Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuruydu! Böylece herkes bir anda etrafına toplandı, "Bu ayna görüntüleri daha yakına çekebilir mi? O kadar uzakta ki Hua Cheng'i göremiyorum!"
"Biriyle kumar mı oynuyor? Hani o hiçbir zaman bahislere girmezdi?"
"Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun alışkanlıkları hakkında neden bu kadar çok şey biliyorsun..."
Mu Qing ziyafet salonuna girer girmez gördüğü canlı atmosfer böyleydi. Kaşlarını çatarak, "Neler oluyor? Hayalet Şehir'de dışarıdan gelenlerin içeriyi gözetlemesini yasaklayan kısıtlamalar yok mu?" dedi. Ling Wen, "Ben de nedenini bilmiyorum ama az önce aniden görebildik. İzlemek ister misin?" dedi.
Tüm göksel görevliler, "Evet! Durun bakalım, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun karşısında kim var, onunla bahse giren?" dediler.
Gümüş aynanın konumu biraz talihsizdi. Bu köşeden, sadece beyazlar içinde, dik oturan, bir eli arkasında ve diğer eliyle siyah kumar kupasına bastırılmış, parmakları ve bileği tamamen beyaz bir adam görülebiliyordu. "Şehir Lordu, lütfen oyunu başlatabilir misiniz?" dedi.Feng Xin ve Mu Qing, "Majesteleri Veliaht Prens!" diye bağırdılar.
Mu Qing, herhangi birinin öfkesini hiç umursamadan, yolunda olan tüm göksel yetkilileri bir kenara itti ve gümüş aynanın önünde durdu. "Neden Hayalet Kumarbazlar İni'ne gitti? Hua Cheng ile bahis mi oynuyor? Deli mi? Doğru hatırlıyorsam, Hua Cheng'in hiç kaybettiğini duymadım!"
Yine de Ling Wen, "Yanlış hatırladın. Hua Cheng dün bir oyun kaybetmiş gibi görünüyor." dedi."Ne? Bu iblis kral mı kaybetti? İmkansız! Nasıl kaybetti? Kime kaybetti?"
Arkasından çok fazla ses geliyordu. Ling Wen şaşkınlıkla arkasına baktı. "Neden bu kadar çok insan var? Neden hepiniz buradasınız?"
Hayalet Kumarbazlar İni'nde, Hua Cheng gülümsedi, "İstediğin gibi."
Ayağa kalktı, masanın başından kalktı, yavaşça Xie Lian'a doğru yürüdü ve ilk soruyu sordu, "Gege'ye sorabilir miyim, kupadaki şey ölü mü diri mi?"
Göksel görevliler "gege" kelimesini duyduklarında hepsi dehşete kapıldı, "Ne? Hua Cheng ona az önce ne dedi? Tekrar söylesin?"
Feng Xin daha fazla dayanamadı, "Oyuna dikkat edemiyor musun? Kaybederse ne olacağını bile bilmiyoruz!"
Hayalet Kumarbazlar İni'nde, Xie Lian bir tılsım çıkardı ve kumar kupasının yanına uzattı. Vooş! , tılsım yanmadan tutuştu. Xie Lian hafif bir gülümsemeyle, "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey öldü." dedi.
Hua Cheng de hafifçe gülümsedi, "Gege bu turu kazandı."
Kumarbazın inindeki kız öne çıktı ve tahta kupayı açtı. Parıldayan floresanlı gümüş bir kelebek kupadan uçtu, Xie Lian'ın etrafında iki kez kanat çırptıktan sonra Hua Cheng'in omzuna geri kondu.
Göksel yetkililer şaşkına döndü, "Nasıl kazandı?"
Gürültülü kalabalığın arasından sadece Ling Wen oyunun kurallarını anlayabildi. Birkaç açıklamadan sonra, "Majesteleri kuralları çok akıllıca kurmuştu. Tılsım, ölü bir ruhun yin enerjisiyle karşılaştığında yanan bir Yin-Yakma Tılsımıydı. Kararını buna dayanarak verdi ve doğru bir şekilde söyledi."
Herkes önce bununla başa çıkmanın böyle bir yolu olduğuna hayret etti ve sonra "Peki ya Hua Cheng kumar kupasına bir taş koyarsa?" diye merak etti. Ölü bir şey olarak da düşünülebilir ve Yin-Yakma Tılsımı onun üzerinde işe yaramaz."
Ling Wen, "Cennet ve Hayalet alemlerinde 'ölü veya diri' terimi her geçtiğinde, doğal olarak canlı varlıkların yaşamı veya ölümü anlamına gelir. Burada bir şey denemek sadece akıllı olmaya çalışmaktır. Muhtemelen, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun böyle kelime oyunları oynamaya tenezzül etmezdi." dedi.Orada, Xie Lian, "İkinci tur, lütfen." dedi.
Kumar kupası tekrar kapatıldı ve Hua Cheng'in sol elinin bir dokunuşuyla, herkes içine yeni bir şey yerleştirildiğini biliyordu. İkinci soruda, Hua Cheng, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey beyaz mı yoksa kırmızı mı?" dedi.
Renkleri kontrol edebilecek bir tılsım olabilir miydi?
Aslında hayır. Ama Xie Lian sakinliğini korudu, gülümsemesi değişmedi, sadece kumar kupasındaki eli biraz daha sert bastırdı. Bir süre sonra, "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey kırmızı." dedi.
Sözcükler düşer düşmez, kumarbazın inindeki hayaletler ve aynanın önündeki göksel görevliler tuhaf bir sahneye tanık oldular: Xie Lian'ın avucunun altındaki kumar kupası hafifçe titredi ve alttaki çatlaklardan beyaz duman izleri çıktı. Yakınlarda bulunan küçük hayaletler istemsizce geri çekildiler.
Hua Cheng bir an ona baktı, kıkırdadı ve "Gege harika. Bu turu yine kazandın." dedi.
Xie Lian ancak o zaman elini bıraktı ve ona başını salladı, "Teşekkür ederim."
Göksel bir görevli şaşkına döndü, "Bu nasıl sayılır?"
Az önceki titreşimin ne olduğunu merak eden birkaç cesur ve vahşi hayalet, kumar kupasına dokunmak için yukarı doğru süzüldü. Ellerini dokundukları anda geri çektiklerini, dehşete düştüklerini kim bilebilirdi ki, "Kupa neden bu kadar sıcak? Beni hayata döndürdü!"
Mu Qing homurdandı, "Avucunun gücünü kupanın içindeki nesneyi ısıtmak için kullandı ve aşırı sıcak olduğunda, içinde ne olursa olsun, kırmızı yanıyordu... Kırmızı cevap vermek elbette asla yanlış olmazdı."
Gerçekten de, kumarbazın inindeki kız geldi ve kupayı açtı. İçeriği gördükten sonra, hayaletler "Oh! Oh!" diye haykırdı. Kupanın içinde, kavurucu beyaz buhar izleri yayan parlak kırmızı bir yaprak vardı. Bunun başlangıçta gümüş bir yaprak olduğu anlaşılıyordu.
Bir göksel görevli, "Ama ya içinde beyaz bir kağıt parçası olsaydı? Bu tür şeyler ısıya dayanamaz, bu yüzden doğal olarak kırmızıya dönemez." dedi.
Fakat Mu Qing, "Beyaz kağıt gibi ince bir nesne olsaydı daha da kolay olurdu. O zaman avucunun kuvvetiyle küle dönerdi; içinde hiçbir şey kalmadığı için bu oyun kesinlikle sayılmazdı." dedi.
Bu sırada, Xie Lian'ın arkasından yürüyen Hua Cheng, üçüncü soruyu sordu, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey yuvarlak mı yoksa kare mi?"Xie Lian, "Şehir Lordu'na cevap veriyorum - bu şey yuvarlak." dedi.
Kumar kupasını avucunun altında tekrar titreşmeye başladı ve sert bir nesnenin içinde çılgınca savruluyormuş gibi gümleme sesleri duyuldu, ses o kadar yoğundu ki, sakinliği korumayı zorlaştırıyordu. Herkes bu sefer anladı, "Avucunun kuvvetini kullanarak kupadaki havayı titreştiriyor ve içindeki nesnenin hızla dönmesine neden oluyor. Yuvarlak olmasa bile yuvarlak bir şekle gelebilir!"
Feng Xin mutlu görünüyordu, "Beşte üç galibiyet. Bu turu kazandığı sürece güvende!" dedi. Beklenmedik bir şekilde, belinde hafif bir bükülmeyle, Hua Cheng de sol elini tahta kupaya koydu, "Oh? Gerçekten mi? Bu gege emin mi?"
İkisinin de elleri kupalara bastırılmıştı, gözleri kilitlenmişti. Xie Lian, "Eminim." dedi.
Avucunun altındaki titreşim daha şiddetli hale geldi, ancak çarpışan sesler zayıfladı. Mu Qing, "Bu sefer işe yaramayacağından korkuyorum. Hua Cheng ne yaptığını biliyor. Şimdi tahta kupada boğuşan ve çarpışan iki avuç içi kuvveti var, birbirlerini iptal ediyorlar. Kupanın içindeki şey kesinlikle yuvarlak bir şekle gelmeyecek. Dövüş devam ederse, er ya da geç kupa kırılacak.
"Gerçekten de, birkaç dakika sonra, Xie Lian önce elini bıraktı, "Bu turu kaybettim." dedi. Hua Cheng de elini bıraktı, "Teşekkür ederim, gege." dedi. Kumarbazın inindeki kız kupayı açmak için öne çıktı. İçerisinde iki zar vardı, ancak zar oldukları neredeyse anlaşılmıyordu çünkü avuç içi kuvvetleri tarafından orijinal şekillerinden çıkarılmışlardı. Buna rağmen, köşeleri ve kenarları olmasına rağmen, hala kare olarak kabul ediliyorlardı.
Zaferin bu kadar yakın olduğunu gören seyirciler pişman olmaktan kendilerini alamadılar, ancak bir sonraki tur için daha da endişeli ve istekliydiler. Artık herkes bu oyunun şansla ilgili olmadığını, iki tarafın gizli savaşları olduğunu görebiliyordu!
Dördüncü soru için Hua Cheng sakin bir şekilde konuştu, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey parlak mı yoksa karanlık mı?"
Xie Lian tahta kupanın yanında parmaklarını şıklattı, "Şehir Lordu'na cevap veriyorum - bu şey parlak."
Bu soru en kolayıydı! İçinde ne olursa olsun, Xie Lian'ın sadece bir avuç içi alevi yakması, içindeki şeyi aydınlatması gerekiyordu, o zaman parlak olacağı garanti olurdu, değil mi? Dört turdan üç galibiyet, kesin bir galibiyet. Şaşırtıcı bir şekilde, Hua Cheng gülümsedi, "Gege, bu turu yine kaybettin."
Xie Lian hafifçe kaşlarını çattı, "Kaybettim mi?" dedi. Hua Cheng'in alevini söndürdüğünü hissetmemişti, öyleyse nasıl kaybettiğini söyleyebilirdi?
Kumarbazın inindeki kız kupayı açmak için öne çıktı ve içindeki nesnenin küçük bir lamba olduğunu gördü. Küçük bir mum alevi lambanın üzerinde dans ediyordu, birkaç dakika önce Xie Lian'ın büyüsüyle yakılmıştı. Xie Lian şaşkına dönmüştü, "Mum alevi parlak, Şehir Lordu neden az önce kaybettiğime karar verdi?"
Hua Cheng de parmaklarını şıklattı. Ancak, ondan gelen bu net tıklamadan sonra, yanan tek bir mum değildi.
Birbiri ardına, ağaç zemin lambaları ışık vermek için koştu ve dışarı yayıldı. Bir anda, tüm Hayalet Kumarbazın İni ve tüm Hayalet Şehir gündüz kadar parlak oldu, tüm gece gökyüzünü aydınlattı. Dışarıdan gelen ünlem dalgaları onu daha da canlı hale getirdi. Derin bir uykuda olan canavarlar ve hayaletler sonunda sıra dışı olayları kontrol etmek için dışarı çıkmaktan kendilerini alamadılar herhalde.
Gökyüzüne kadar uzanan parlak yanan ışıkların önünde, kumar kupasındaki küçük mum alevi gerçekten "parlak" olarak sayılamazdı. Hua Cheng ona sırıtarak baktı, "Gege, bu tur senin kaybın sayılır, kabul ediyor musun?" dedi. Xie Lian etrafı taradı, bakışlarını yavaşça geri çekti ve gülümsedi, "Binlerce ışıkla aydınlatılan manzara çok güzel. Lian tüm kalbiyle kabul ediyor." dedi. Hafifçe kısılmış gözlerle, Hua Cheng elini uzattı ve küçük lambanın üzerine dokundu, Xie Lian'ın yaktığı küçük mum alevini parmak uçlarında tuttu, avucuna aldı ve gülümsedi, "Beşinci soru."
Dört turdan sonra her iki taraf da eşitti, bu yüzden son tur anahtardı!
Hua Cheng'in istediği gibi seçebileceği son soru. Xie Lian'ın acı mı yoksa tatlı mı bir soru seçeceğine karar vermesi zor olacaktı. Bu nedenle, kumarbazın ininde ve gümüş aynanın önünde, herkes nefesini tuttu ve dikkatini odakladı ve Hua Cheng'in yavaşça "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey ölü mü yoksa diri mi?" diye sorduğunu duydular.
Xie Lian şaşırdı ve "Bu soru bir süre önce sorulmadı mı?" diye düşündü. Tılsımı tekrar test etmek için kullandığı sürece, kesinlikle kazanamaz mıydı?
Başka bir Yin-Yakma Tılsımı çıkardı ve kumar kupasına uzattı. Bir an sonra başını kaldırdı ve Hua Cheng'e baktı, uzun bir gecikmeden sonra karar vermekte tereddüt ediyordu.
Diğerleri, onun hareket etmediğini gördüklerinde endişelendiler. Yin-Yakma Tılsımı değişmeden kaldı, bu da onun yaşayan bir yaratık olduğunu gösteriyordu. Ama neden henüz cevabı vermemişti? Belki bir tuzak hissetmişti? Ne tür bir tuzak olabilirdi?
İkisi de binlerce parlak ışıkla çevrili bir şekilde birbirlerine baktılar. Hua Cheng'in gülümsemesi kötü titreşimler yayıyordu ve sordu, "Sorun ne? Gege, neden cevabı söylemiyorsun?"
Xie Lian sonunda "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey öldü." demeden önce epey bir zaman geçmişti.Savaşı izleyen herkes şaşkına dönmüştü, "Neden ölü diye cevap versin?"
Birisi ona nazikçe hatırlattı, "Bu bir dil sürçmesi miydi? Yin-Yakma Tılsımı yanmadı, bu da kupada ölü bir ruh olmadığı, içindeki şeyin canlı olduğu anlamına geliyor!"
Hua Cheng'in gülümsemesi derinleşti, "Gege, pişmanlık yok mu?"
Xie Lian yavaşça başını salladı, "Pişmanlık yok." dedi. Cevabı aldıktan sonra Hua Cheng hafifçe kıkırdadı ve tek eliyle kumar kupasını açtı.
İçeride olan şey gerçekten "canlıydı" - tam çiçek açmış, zengin kırmızı çiçeklerden oluşan bir dal.
Herkes başlangıçta işlerin sonunda düzeleceği fikrini hala taşıyordu, ancak şimdi hepsi hayıflanıyordu, "Gerçekten yanlış yaptı!"
Kaybetmesine rağmen, Xie Lian pişmanlık göstermedi; bunun yerine gülümsedi, "Çiçeklerin altında ölürken, kalbim hala tatlı."
Cennetin Üst Mahkemesi'nde, gümüş aynanın önündeki göksel yetkililer aşırı derecede hayal kırıklığına uğramıştı, "Nasıl oldu da kaybetti? Açıkça kazanıyordu!"
Göğüslerini yumruklayıp ayaklarını yere vururken, gümüş aynadaki görüntüler aniden kayboldu. Hemen hüzünlü haykırışlar yükseldi, "Daha izlemeyi bitirmedim, kapatmayın!"
Yine de, Hayalet Şehir'deki kısıtlamalar onu törensizce tekrar kapattı.
Hayalet Kumarbazlar İni'nin içinde, Hua Cheng kollarını kavuşturdu, "Bu gege, beş turdan üç galibiyet, ben kazandım."Xie Lian, "Doğru." dedi.
Hua Cheng, "Yani, gege'den benimle gelmesini rica etmem gerekiyor." dedi.
Kalabalığın arasından siyahlı bir adam çıktı. Siyahlı adam, çaresiz, alaycı bir gülümseme gibi ilginç bir ifadeye sahip bir hayalet maskesi takıyordu. Hayaletler, "Azalan Ay Habercisi burada!" dediler.
Hayalet haberci, Xie Lian'ı görür görmez eğildi, "Asil Kişi lütfen benimle gelir mi?"
Xie Lian başını salladı, birkaç adım attı, sonra tekrar Hua Cheng'e baktı ve "Gitmiyor musun?" diye sordu.Bunu pat diye söyledi ve yanındaki kadın hayaletler kıkırdadı. Ancak o zaman Xie Lian, bu sözlerin anlaşılmaz bir şekilde Hua Cheng'den bir an bile ayrı kalamayacağını, aşırı sabırsız olduğunu ve sadece kendini yere vurabilmeyi dilediğini fark etti. Hua Cheng gülümsedi, "Gege lütfen Cennet Köşkünde biraz bekleyebilir mi? Yakında orada olacağım."
Xie Lian gerçekten daha fazla kalamazdı. Başını örterek, ayrılmış yolda hayalet haberciyi takip etti ve kaçtı. Artık hiçbir hayalet onu rahatsız etmeye cesaret edemiyordu, ancak gözleri bakır çanlar gibi dışarı fırlamıştı.
Cennet Köşkü mü? Orası Şehir Lordunun kendi sıcak yuvasıydı ve oraya daha önce kimseyi davet etmemişti!
Hareketli Hayalet Şehir merkezinden ayrıldıktan sonra, Xie Lian yürürken Azalan Ay Habercisinin her an karanlığın içinde kaybolacağı hissine kapılmaktan kurtulamadı, bu yüzden onu daha da yakından takip etmek için bilinçli bir çaba gösterdi. Hayalet habercinin bileğine yanlışlıkla baktığında, aniden bu adamın bileğinde siyah bir lanet çemberi olduğunu fark etti.
Bundan daha iyi tanıyamayacağı bir şeydi.
Lanetli Bir Zincir!
Bu bir göksel görevli miydi?
Birdenbire hayalet habercinin, "Majesteleri, biz buradayız." dediğini duydu.
Yukarı baktığında, Xie Lian ancak o zaman hayalet habercinin gerçekten kaybolduğunu, varlığının şok edici derecede zayıf olduğunu fark etti. Bu sırada kendini bir gölün önünde buldu. Yüzeyde çok sayıda titrek hayalet ateşi parıldıyordu, suyun yanında ise muhteşem, uzun, kırmızı bir bina duruyordu, muhteşem ve büyüleyiciydi ve hatta binadaki harflerin "Cennet Köşkü" bile şeytani bir aura yayıyordu.
15 notes
·
View notes
Text
Bedava kitap okumak isteyenlere birkaç sayfa paylaşayım istedim. Bazıları çok uçuk olsa da, komplo teorisi tadında olsa da çok ilginç bilgiler var arzu ederseniz yine bazı ilginç kısımları paylaşırım.
Bu kitabı geçen yıl okumuştum şimdi tekrar not alarak okuyorum özellikle çocuklarla ilgili kısımlarda gerçekten insanın kanı donuyor:(
Dinlerin ve dünyaya egemen olan/ olmak isteyen güçlerin neler yaptığı, neler yapabileceğini görmek ürkütüyor insanı!
Bu arada@mustang035 sen seversin bu konuları:) kitap da İngiltere kraliyet ailesi ve masonik güçler, yani genel adıyla siyonizmin ne pislikler yaptığını, yapabileceğini anlatan ilginç bilgiler var senin için güzel malzeme olur🙂
Dinler birer akıl hastalığıdır!
Not: Almak isteyen olursa bilin ki kitabın resim ve fotoğrafları berbat ötesi tost makinasıyla çekilse daha net olurdu bende ilk baskısı var sonraki baskısı çıktı mı, çıktı ise düzeltildi mi bilmiyorum.
Kitapsız olmayın! Kitapsız kalmayın esen kalın.
40 notes
·
View notes