#Kemal Karanfil
Explore tagged Tumblr posts
yurekbali · 2 years ago
Text
Tumblr media
‘Şairlere iyi davranınız/ şairler ince ruhludurlar/ en ufak şeyden kırılırlar/ kabalıktan kaçınınız./../ şairleri ağlatmayınız’ diyor bir şiirinde İzzet Yaşar. Ben de şairlerin hoşgörüsüne sığınarak onları bir kez daha tanımlamak istedim. Affola! Ece Ayhan: Hüzün bölücü yasaucu bandonun sebebi, şiirimiz içerikral yetiştirdi abiler. Ver ellerini öpeceğiz! İlhan Berk: Giritli bir denizkızının haşarı şair oğlu. Refik Durbaş: Akşam simidinin üstünden dökülen sıcak susam. Tarık Günersel: Dize mayını. Testerejen! Can Yücel: Rakı Genel Kurmay Başkanı. Sakalı bile su ile beyazlamış. Öldüğü zaman, her meyhaneye bir kılı bırakılacakmış. Vay benim peygamber amcam! Edip Cansever: Tülbentlerden süzülen eflatun şua. Attilâ İlhan: Edip git başımdan sen bana göre değilsin! Nâzım Hikmet: Atlantis’in ulusal kütüphanesinde kitabı bulunan tek ‘Türk’ şair. Enver Gökçe: İşteş fiilin mucidi. Melih Cevdet Anday: ‘Sokaktaki Adam’ın poetik tanımı. Mehmet Akif Ersoy: Sihirbaz tarihin festen çıkarttığı şair. Ataol Behramoğlu: Karanfil Bakanı. Necip Fazıl Kısakürek: Emniyet kemerlerinizi bağlayınız! Behçet Necatigil: Külrengi bayramı. Erdal Alova: Meziyet adası. İsmet Özel: Lam islenir, sol’dan sağ’a tek ve bir! Lâl olsun sana kinim! Hasan Hüseyin: Beni küçüksemek kurtuluş mu? Turgut Uyar: Griden emekli. Ümit Yaşar: İlköğretmenlerimiz bugün fişlerimizi dağıttı. Öğreneceğimiz ilk hece: Aşk! Hilmi Yavuz: Bu çorbanın tuzu var, dağlarımda kuzu var, kim korkar hain Ekhidna’dan, şiirimizin yavuzu var. Orhan Alkaya: Tay Tanrısı’yla İstiridye Tanrıçası’ndan olma muzır prens. Türkân İldeniz: Ay Sokağı’nda bıçaklanmışım bir buluğ vakti. Sepetimde kokinalar, saçlarımda bir lir şıngırtısı. Sait Faik: Mavi gözlü martıların intihar ettiği adalarda, ben de yalnızlığa teşebbüs ettim. Özdemir İnce: Özlem hemoglobini. Fikret Hakan: Karakter şairi! Lale Müldür: Hüzün burcundandır diyorlar, o bir noel anne! Engin Turgut: Şeytan pabucu. Celal Sılay: Hatıra artıklarıyla tırmandığımız o bal yokuşun hem başını hem de sonunu şimdi, bebek mezarlığı yaptılar. Nilgün Marmara: Şoför bey! Müsait bir yerde intihar edebilir miyim? Nil’de gün ansızın battı. Sunay Akın: Yaşlı niyetçinin tavşanının gözbebeği. Z, T’dir kimi. Memed Kemal: İsmin bahar hâli. Ahmet Haşim: İnce saz heyetinden bir ricam olacak: Hanende Melek’i çalsınlar ve ömrüm ilelebet tüllere sarılı kalsın! Oktay Tuncer: Ne tutar mutluluğun maliyeti acaba? Gitar çalsın Tom Sawyer ve ağlamasın artık Oliver. Özdemir Asaf: Son nefeste hüzzam, son nefeste kırık kontrbas hüznü. Bülent Ecevit: Bir kadının gerdanından kopup dökülen kolyenin, kadife üzerindeki pıtırtısı. Orhan Veli: ‘Ozan Tabakası’ delinmiş, merak etmeyin. O, bir sabah erkenden nasılsa sessizce gelir, sessizce diker ve yine sessizce gider. Yahya Kemal: Hayret bişi yav! Ahmet Telli: Bu kent, başlı başına bir atlıkarınca. Çıplak bir delikanlının giysilerini kokuyor. Tuğrul Tanyol: O genelev koridorlarından geçerken, hep ağlayan yaşlı bir kadının sesini işitirdik ve o gecelerde hiçbirimiz şarap içmezdi. Gecenin memesinden mor sütler sağardık. Cemal Süreya: Sıcak gecelerde suyun aynaya düşen tavrı. Neyzen Tevfik: Öldüğünde ruhu katılaşıp iri bir penise dönüşmüş. Oh olsun vagina suratlılara! Zühtü Bayar: Bu kar taneleri nedense, hep ofsayta düşüyor senin avuçlarında. Adnan Özer: Akıl anaforu ve sis yayınevi. B. Rahmi Eyüboğlu: İnsan Mahallesi’nin tek muhtar adayı. Sami Baydar: Bizim umutlarımıza ta anaokulundayken tecavüz edilmiştir saygı değer ibne amcalarım! Ercüment Behzat Lav: İdare lambasının ışığına engel ellerimiz, duvarlara hep bir ağlayan palyaço gölgesi olarak vururdu. Akgün Akova: Adresi: Beşdakikadelikanlı Caddesi, Ayıpettin Sokak, Canımıye Apartımanı, Bilmemkaç/Bilmemkaç Şenköy-İstila, Bul. Oğuzhan Akay: İpin üstünde, dilin üstünde değil de altında yürüyen cambaz. İzzet Yaşar: Mücadele Üniversitesi Dekanı. Pir Sultan Abdal: Sehpadan çağlayan yüzüyle, geceleri yurdumu kuran güven kimyası. Yaşar Miraç: Kahverengi ve mukaddes, ılık ve nasırlı, sol anahtarı. Cevat Çapan: İyi şey. Asaf Hâlet Çelebi: Meryem Ana’nın küçük el çantasındaki fener. Cahit Sıtkı Tarancı: Kırçıl temayüllerle oynaştığımız, nâlelerden vücuda gelmiş çocuk parklarında kaybettiğim saadet ve yürekleri müşkül durumda bırakan bir ikindi yağmuru. Ahmet Erhan: Akdeniz’in can bulup ayağa kalkmış köpüğü. Ahmed Arif: Şiirimin kirvesi. Hallarını sonbaharlara yazdım. Yücelay Sal: Fareli köyün fedaisi. Savunmasını şarkı söyleyerek yapan avukat. İbrahim Osmanoğlu: Merminin lavı! Mahir Öztaş: Etten saksofon. Halim Şefik: Otopsi Sonucu: Kırmızıyla kızıl arasında üç ölü, beş ağır yaralı ve sevgide toplu kıyım. Barış Pirhasan: Sabah serinliğinde seviştiğim o tay! Bana dakikalarca kanyak içirmişti dudaklarından. Ne zaman ağlasam, onu unutamam! Veysel Çolak: Bir tıkırtının ana fikriyle acıkmış olmanın şefkatli ayrıntılarında, ama niçin kaybettik biz abilerimizi o son masum kâbus kentinde... Aytunç Altundal: Ölüm, yaşadıklarımızın tavan arasıdır yalnızca. Ve ben, sevgilimin çıplaklığının, en büyük eksikliğiyim. Salâh Birsel: Bakışlarında guguklu saat sevimliliği, gülüşünde sallanan sandalye keyfi biriktirmiş ısıcık. Nuh Ömer Çetinay: Zarafet mimarı. Krokilerini gül yaprağına çizerdi. Eray Canberk: Sen mi çaldın bisikletimi? Yıldızların öldüğünü ve kum saatlerine gömüldüğünü sen mi hatırlattın? Hoş yaptın. Turgay Fişekçi: Menzilime yüzün, mendilimin kenarına oyan kanar. Cahit Irgat: Adını harf harf Latinceye çevirince ‘ateş’ oluyor. Abdülkadir Bulut: Istırap ile mıhlanmışım korkunç yazgının rahmine, her yanım pıhtı küllerle tanımlı. Hulki Aktunç: 12 EYL. 980. Tankınızı park ettiğiniz tarih sürecinden derhâl kaldırınız. Nihat Behram: Toplum proteini. Murathan Mungan: Birbirimizin ellerini ovuyorduk. Aynı yatılı okulda okumuştuk galiba ve aynı yazlık sinemalarda çalışmış, aynı saman defterlere aynı şiirleri yazmıştık. Ben intihar etmişim, onu kırkıncı odada vurdular. Fazıl Hüsnü Dağlarca: Türkçenin miskin iklimi. Arif Damar: Küçük dolaşımdaki adı: Şair! Büyük dolaşımdaki adı: İnsan! Ülkü Tamer: Virgül’ün başına gelenler, pişmiş noktanın başına gelmedi. Ercüment Uçarı: O çağda, kulüpten caz solistini kaçırıp, bir ay boyunca ona çocuk şarkıları söyletmiştir; rica etsem acaba hatırlar mısınız? Seyhan Erözçelik: Ruh kanseri. Ontoloji servisinde yatan piri yeis. Oktay Rifat: Penceremin pervazındaki teşrinisani rüzgârı, söyle bana, geceleri ben siyah ejderhaya sarılıp uyurken niçin ağlamakta mütemadiyen kardelenler? Hüseyin Avni Dede: Güz yırtığı, mana söküğünde müteessir, altın’a batırılmış bir sırça koleksiyoncusu. Namık Kemal: Cikletten çıkmış artiz fotoğraflarında bir kanlı kardeş gördüm ve sultana gaz‘el’le sarkıntılıklar ettim. Aziz Nesin: Barışköy-Mizahtepe tramvaylarının değişmez, tonton vatmanı. Sabahattin Ali: Gözlerim ne kadar bozuk olursa olsun gözlük takamıyorum; saçlarım taralıyken utanç içindeyim; okumak, yazmak da istemiyorum. Ben büyüyünce öğretmen de olmayacağım baba! Necati Cumalı: Bir hamam rutubetinin buhurdanlardan yayıldığı loş ve güzel taşlıklarda asılı çarşafların arasında öpüştüğüm: Şiir! Yılmaz Gruda: Gönlü Kapalıçarşı, kalemi Galata Kulesi. Haydar Ergülen: İhlal seyyahı. Erol Çankaya: Bizim bırakılmışlık’Iarımızın akli dengesi bozuktur ve sevgililerimizin gözleri daima gökkuşağı rengindedir. Emirhan Oğuz: Bulutlar da, halklar da evlat edinilir. Bir kış sabahı kırdan acı çiyler içilir. İsmail Uyaroğlu: Aşk partizanı. Enver Ercan: Tophane’den Cağaloğlu’na düşen düşeş. Atılgan Bayar: O da yazdı! Yaşar Nabi Nayır: Çocuklar, cam buğuları ardından, havuzda süzülen kahverengi kuğuları seyrederken, biz, niçin nargilelerimizi ateş ve huzur ile boyardık. Metin Eloğlu: Tutku okutmanı. Bedirhan Toprak: Morgta tutulduğum ölü adamın kulağına seni okudum; siyah bir hüsn-ü yusufa dönüştü dudakları. Eğildim, hükmü kokladım. Ahmet Oktay: Kuyu kuytularında, birlikte, su tabancalarımızla kardan adamlara ne hoş pusular kurmuştuk oysa. Afşar Timuçin: İmge berberi. Kemal Özer: Sosyalizm müzesi. Nevzat Çelik: Uçan Balon, Elma’s Şekeri, Berlin Duvarı. A. Muhip Dıranas: Komşu evin perdelerinde, bir vantrilok silueti gibi titrer yetim sihir. Benim Fahriye Ablam, Sappho’ya âşıktı. Arkadaş Zekai Özger: Göç yolunu şaşırıp arkadaşlarını kaybettiği için şiirime düşen siyah leylek. Yağmur Atsız: Karışan bir yumakta buluyorum günlerimiz’in G noktasını. Turgay Kantürk: İlk yok oluşlar gibi son başlangıçlar. Akif Kurtuluş: Pusu avukatı, hayalet s’avcısı. Şükran Kurdakul: Meserret oteli. Metin Altıok: O, tek altın im! (anagram) Hüseyin Alemdar: Ortadoğu’nun lale bahçesi. Osman Olmuş: Geri kalanlar ham mı? Sina Akyol: Şiirine girerken sözcüklerdeki a’lar kibarlıktan şapkalarını çıkartırlarmış; öyle diyorlar. Karacaoğlan: Halk başkenti. S. Kudret Aksal: Sitar bestesi. Ali Asker Barut: Esmer bir gülücük bırakmışlar başucuma, ve sararmış kâğıtlara yazılı şiirini, alınyazıma dayamışlar. İskender Fikret Akdora: (büyük İskender) İhtiyarlık ile musiki arasındaki toplama işareti. Eşittir: Bir yaz gecesi, Beykoz vapurunun, serin sessiz suda bıraktığı simli iz. Güven Turan: İstikrar misyonerleri, göğüs kafeslerinde mitralyöz taşıya taşıya ölürler. Metin Üstündağ: İroni maiden! Ömer Faruk Toprak: Her gece suladığım bir çınar var bahçemde, ve diyorum ki oğula: Sakın şiir yazma! Şiirle valse kalk! Ferhan Şensoy: Doğal Şakalaşmalar Müdürü. Enis Batur: Zembereği kırık postacı. Cezmi Ersöz: Tarot destesindeki münzevi. Manastıra kalp kapatılır mı? Ramazan Üren: Yumurtanın karası. Gülseli İnal: Kuş tüyüne bilimsel masallar anlatan genç su. Orhon M. Arıburnu: İstanbul’un dublörü. Metin Celâl: Entelektüel oksijen tüpü. Merih Akoğul: Korkuluk ceketlerinin yakalarına çiçek takan delikanlı. Metin Cengiz: Yanardağ itfaiyecisi. Er değil. Gültekin Emre: Bir sineğin kirpiği. Oktay Taftalı: Sabahları kalkmak için güneş saatini kuruyormuş. Orhan Kâhyaoğlu: Yağmurun psikiatristi. Kaan İnce: Gökyüzünde sırtüstü yüzen denizatı. - küçük İskender, ^ (’Eflatun Sufleler’ kitabından...) - Görsel: Yazıda tanımlanan şairler...
40 notes · View notes
kemallokman · 2 months ago
Text
Öldü Gitti Dersin
Bitti yalancı bahar Soldu gitti ömrüm Yorganım kara toprak Yastığım soğuk taşlar Oldu… Görmezsin gelsen de buyamazsın haykırsan da Belki atarsın, Kırmızı bir karanfil. Dökersi n, Birkaç damla gözyaşı. Ama Bilemezsin ki Seni hala Ne kadar çok sevdiğimi Desen desen Çok sevdiğim biri Öldü gitti Dersin… Kemal LOKMAN
0 notes
pazaryerigundem · 4 months ago
Text
Dr. Sadık Ahmet Kocaeli'de dualarla anıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/184756/dr-sadik-ahmet-kocaelide-dualarla-anildi/
Dr. Sadık Ahmet Kocaeli'de dualarla anıldı
Tumblr media
24 Temmuz 1995 tarihinde geçirdiği şüpheli bir trafik kazası sonucu vefat eden Dr. Sadık Ahmet, İzmit’te düzenlenen programla anıldı
KOCAELİ (İGFA) – Batı Trakya Türklerinin simge isimlerinden Dr. Sadık Ahmet, vefatının 29.yıldönümünde İzmit Doğu Kışla Gençlik Parkı’nda düzenlenen programla anıldı. Anma programında konuşan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın, Dr. Sadık Ahmet gibi isimlerin unutulmaması gerektiğine vurgu yaptı. Başkan Büyükakın, “Biz bu topraklarda huzur içerisinde yaşıyorsak bir avuç insanın gösterdiği fedakârlık sayesindedir” dedi.
TÖRENE GENİŞ KATILIM
Dr. Sadık Ahmet için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmit Şubesi işbirliğinde anma töreni düzenlendi. Törene Başkan Büyükakın’ın yanı sıra Kocaeli Kent Konseyi Başkanı Kadir Çetin, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel Başkanı Hasan Küçük, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmit Şube Başkanı Yüksel Öztürk, Kocaeli Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Pehlivanoğlu, AK Parti İzmit İlçe Başkanı Halil Güngör Dokuzlar, MHP İzmit İlçe Başkanı Kemal Okur, BBP Kocaeli İl Koordinatörü Metehan Küpçü ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Tumblr media
BÜYÜKAKIN: GEÇMİŞİ UNUTMAMALIYIZ
Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programda konuşan Başkan Tahir Büyükakın, bu davanın unutulmaması gerektiğine vurgu yaparak, “Nihayetinde bir makam yok, mevki yok, mal yol, mülk yok. Sadık Ahmet ve Mustafa Kemal gibi insanlar olmadığında dünyanın kötü bir yere gittiği hep görüldü. Bugün de görülüyor” dedi. Bu kimliklerin unutturulmaması gerektiğinin altını çizen Başkan Büyükakın, “İnsanın hafızası onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği. Geçmişi unutmamalıyız. Tarihle bağı koparırsak kim olduğumuzu da unuturuz. Ne için yaşadığını ve nereden geldiğini bilmeyenler sadece topluluktur. Bir yerin vatan olması için fedakârlık yapan insanlar olmalı. Sadık Ahmetlere ihtiyaç var. Sadık Ahmet’i saygıyla anıyor ve yâd ediyoruz. İnşallah nesillerimiz Sadık Ahmet gibi insanlarla devam eder” ifadelerini kullandı.
DÜNYA KAMUOYUNA DUYURDU
Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Genel Başkanı Hasan Küçük ise yaptığı konuşmada, Batı Trakya Türklerine en şiddetli baskıların uygulandığı dönemde Dr. Sadık Ahmet’in birlikteliği sağladığına dikkat çekti. Ahmet’in, Batı Trakya Türklerinin yaşadığı baskıları ve sıkıntıları dünya kamuoyuna duyurduğunu söyleyen Küçük, “Sadık Ahmet’in bize en büyük mirası dava bilincidir. Liderimiz Dr. Sadık Ahmet’i saygı ve özlemle anıyoruz” şeklinde konuştu. 
SADIK AHMET, BÜYÜK BİR KAHRAMANDIR
Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmit Şube Başkanı Yüksel Öztürk de, “Dr. Sadık Ahmet adını Türk tarihine altın harflerle yazdırmış, aziz ve necip milletimizin gönlünde derin bir sevgi ve saygı kazanmış büyük bir kahramandır” ifadelerini kullandı. Yapılan konuşmaların ardından Doğu Kışla Parkı’nda bulunan Dr. Sadık Ahmet anıtına karanfiller bırakıldı. Tören sonunda katılımcılara ve vatandaşlara helva ikram edildi. Dr. Sadık Ahmet, 24 Temmuz 1995 tarihinde geçirdiği şüpheli bir trafik kazası sonucu vefat etmişti.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
haber71net · 1 year ago
Link
CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Anıtkabir’i ziyaret etti. HABER: YELİZ ERDEM Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
gundembuca · 2 years ago
Text
CHP’li Özgür Özel Bucalılar ile buluştu
Tumblr media
Miting havasında geçen buluşmada coşkulu kalabalığa seslenen Özgür Özel, "Buca'da Forbes Caddesi'ne gelmek, esnaf gezmek siyasettir. Kafeteryada gençlerle sohbet etmek siyasettir. Bir kahvenin önünde toplanan kalabalığa hitap etmek iyi siyasettir. Büyük bir kalabalığın önünde bir tabureye çıkmak iddialı bir siyasettir. Ama Buca'da, hafta içinde, bir akşamüstü Forbes Caddesi'ni alıp alabildiğine doldurmak, orada miting yapmak iktidardır, iktidar" diye konuştu. Yaklaşan genel seçim öncesi saha çalışmalarını hızlandıran Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, kentin en işlek caddesinde CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel ile birlikte bir halk buluşması gerçekleştirdi. Vatandaşların yoğun katılımı ile mitinge dönüşen buluşmada, coşkulu sloganlar atıldı.
Tumblr media
Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, bundan 4 yıl önce yerel seçimler döneminde CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel'in yine Buca'ya geldiğini hatırlatarak " Sayın Başkan Vekilimiz Buca'ya gelmişlerdi. Biz dedik ki 'Özgür Bey'in bir umudu var'. O gün seçimi kazandık. Bugün yine Sayın Grup Başkan Vekilimiz burada. Yine bir seçim geldi. Biz inanıyoruz ki  beş gün sonra bu seçimi ilk turda kazanacağız. Buca vatanseverliğini, hoşgörüsünü; barışa, mutluluğa olan inancını sandıkta gösterecek. 13.Cumhurbaşkanı olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nu tüm Türkiye'ye ilan edecek" ÇALINMADIK KAPI BIRAKMADIK Genel seçimler öncesi yoğun bir çalışma içerisinde olduklarını hatırlatan Başkan Erhan Kılıç, "Seçime beş  gün kaldı. Bizler çok çalıştık. Parti emekçilerimiz, gençlik kollarımız, kadın kollarımız, ilçe başkanımız çok çalıştı. Çalmadık kapı bırakmadılar. Bu çalışmalara ben de bizzat katıldım. Şunu gördüm, vatandaşlarımızın inancı tam. Onlar da biliyor. Hepimiz biliyoruz.  Genel Başkanımız 13. Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu ülkenin kurtuluşu olacak" İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na  Erzurum'da gerçekleştirilen saldırıyı kınayan Başkan  Kılıç "Bu korku değil de nedir? Ama biz iyiliği inşa edeceğiz. 14 Mayıs'ta Cumhuriyetimiz'i demokrasi ile taçlandıracağız" dedi.
Tumblr media
BU LİSTE İKTİDAR LİSTESİDİR Yaptığı konuşmada vatandaşlara 14 Mayıs günü sandığa gitmeleri yönünde çağrıda bulunan Grup Başkan Vekili Manisa Milletvekili  Özgür Özel, " İzmir'de CHP listesi var. Bu listede  çok kıymetli milletvekili adaylarımız var. Ayrıca ittifak ortaklarımızın belirlediği isimler var.  O liste Cumhuriyetimizin100.yılının büyük ittifakının,  Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı'nın listesidir. O liste Cumhuriyet'in yüzüncü yılında iktidar olduğumuzun müjdesidir. Listemize sahip çıkın, partimize sahip çıkın" diye konuştu. "BU KALABALIK İKTİDARIN GÖSTERGESİDİR" Caddede her geçen an artan kalabalığa dikkat çeken Özel: " Buca'da Forbes Caddesi'ne gelmek, esnaf dolaşmak siyasettir. Kafeteryada gençlerle sohbet etmek siyasettir. Bir kahvenin önünde toplanan kalabalığa hitap etmek iyi siyasettir. Büyük bir kalabalığın önünde bir tabureye çıkmak iddialı bir siyasettir. Ama Buca'da hafta içinde bir akşamüstü Forbes Caddesi'ni alıp alabildiğine doldurmak, orada miting yapmak iktidardır, iktidar" diye konuştu. Bir şekilde geçmişte partiden ayrılan, oy vermeyen ancak gönlü CHP'de olan vatandaşlara çağrıda bulunan Özel "Babaevinin kapısı herkese ardına kadar açıktır. Babaevinin tapusu ne bendedir ne de Kemal Bey de. Bu babaevi ki tapusu bir kişiye kayıtlıdır. O da Gazi Mustafa Kemal"
Tumblr media
"KALP YAPANLAR KAZANACAK" İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na Erzurum da yapılan saldırıya değinen Özel, "İzmirliler kalpleri yapın. Onlar taş atsın. Siz kalp yapın. Gül atın, karanfil atın. Taş atanlar değil karanfil atanlar kazanacak. Siz bu ülkenin makus kaderini yenmeye, vatan evlatlarının dönemini başlatmaya, özgürlükleri yeniden bu ülkeye getirmeye, gençlerimizi umutlandırmaya, bu güzel gençliğe sahip çıkmaya, Türkiye'mizin ikinci yüzyılını başlatmaya var mısınız? Bu işi ikinci turda bitirmeye var mısınız?"dedi. Grup Başkan Vekili Özgür Özel'den önce bir konuşma gerçekleştiren Cumhuriyet Halk Partisi Buca İlçe Başkanı Hacer Taş Gültepe, Bucalılara seslenerek "  Baharı örgütleyenler burada. Haydi! Var mısınız kazanalım? İlk turda bitirelim? " dedi. Read the full article
0 notes
turkudostu61 · 2 years ago
Text
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Kırşehir’de halk ozanları Muharrem Ertaş ve oğlu Neşet Ertaş’ın mezarlarına karanfil bıraktı ve dua etti.
0 notes
fisiltihaberleri · 2 years ago
Photo
Tumblr media
BÜYÜK ZAFERİN 108. YILI KUTLANDI 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferinin 108’nci yıldönümü Hendek’te bir dizi programla kutlandı. İlçe Protokolünün katılımıyla Cumhuriyet Meydanında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitler düzenlenen törenle anıldı. Cumhuriyet Meydanındaki törenin ardından Protokol tarafından şehit mezarlarına karanfil bırakılıp dua edildi. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/buyuk-zaferin-108-yili-kutlandi-8264.html #FısıltıHABERLERİ #çanakkalezaferi #mustafakemalatatürk #çanakkale #18mart #çanakkalegeçilmez #graphozshoot #atatürk #graphoz #kurtuluşsavaşı #yaşamustafakemalpaşayaşa #kurtarıcımız #çanakkaleşehitleri #kpssönlisans #türkiye #kpsstarih #samsun #kpssgkgy #kurtuluş #çanakkalegecilmez #erzurumkongresi #çanakkaledestanı #asker #30agustos #canakkalegecilmez #ışıklariçindeuyu #türkiyecumhuriyeti #1915 #minnettarız #istikbalgöklerdedir
0 notes
kolej-postasi · 4 years ago
Text
TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ SUÇ KONUSU YAPMAK
Tumblr media
Bilindiği üzere Anayasa, toplumsal sözleşme senedi olarak, yasama, yürütme ve yargı organlarının yetki ve görevlerini, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini, devlet yetkililerinin yetki ve sorumluluklarını düzenler.
Tüm kamu kurum ve kuruluşları meşruiyetini anayasadan alır. Seçimler buna göre yapılır, hükümetler ve kurumlar bu temel çerçeveye göre kurulur ve işlem yapar.
Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.
Seçimleri kazanan ve iktidar olanlar ancak anayasanın çizdiği sınırlar çerçevesinde bu iktidar yetkisini kullanırlar. Bu yetkilerini aşmaları halinde karşılaşacakları müeyyide Anayasa md.68 de ve TCK da düzenlenmiştir.
Anayasanın bu önemi nedeniyle her ilde ANAYASAL DÜZENE KARŞI SUÇLAR la ilgilenen savcılar bulunur. Bunların görevi anayasal düzeni korumaktır.
Darbe suçunun ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını gerektirmesinin nedeni, anayasal düzene karşı işlenmiş bir suç olmasıdır. İktidarın, anayasanın öngördüğü  yollar dışında ele geçirilmek istenmesine    toplumsal sözleşmeye aykırı davranılmasına TEŞEBBÜSE karşı bir yaptırımdır.
Ne yazık ki, buna gönül rahatlığı ile evet demek mümkün değil.
Zira, bugün Anayasada ve imza attığımız evrensel hukuk sözleşmelerinde ( BM E.İ.H.B , A.İ.H.S) temel insan hakkı sayılan birçok hakkın kullanımı, suç, hem de suçların en büyüğü, “Silahlı terör suçu” olarak tanımlanmaktadır.
Örneğin;
AY md. 24 te din ve vicdan hürriyeti, 25-26 da düşünce ve kanaat hürriyeti, düşünceyi yayma hakkı ifade edilmiş, savaş,sıkıyönetim, OHAL döneminde bile kimsenin düşünce ve kanaatlerinden dolayı suçlanamayacağı, kınanamayacağı belirtildiği halde( AY md.15-2) bugün bir barış bildirisine imza atmak,muhalif bir gazetede yazmak, dini bir sohbet yapmak,katılmak, kurban bağışlamak TCK md.314 kapsamında işlem görmektedir.
Suç ve cezalarda kastın esas olduğu ( TCK md.21 ) ve suçu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu ilan edilemeyeceği AY md.38-4( AİHS md 6.2) emri iken, zekat, sadaka ya da iyilik niyetiyle yapılan bağış ve tasarruflar terör suçu olarak işlem görmektedir. Hem de bizzat Bakanlar Kurulu Kararıyla “Kamuya yararlı dernek” ilan edilen bir derneğe yapılan 5 TL lık bağışlar, “meslekten ihraç edilmeye ve hakkında kamu davası açılmasına neden olacak kadar hukuktan uzaklaşılmıştır.[1]
Anayasa md.51 de “Sendika kurma ve üye olma hürriyeti” düzenlendiği ve, TCK md.118 de de sendikal hakların kullanılmasını engellemeye hapis cezası öngörüldüğü halde, İktidarın sevmediği veya hedefe koyduğu bir sendikaya, bir derneğe üye olmak KHK ile meslekten çıkarılma ve hakkında silahlı terör örgütü üyeliğinden dava açmak için yeterli bir neden olarak görülmektedir. Kaldı ki valiliklerin izni olmadan hiçbir sendikanın kurulması mümkün olmayıp, suç konusu edilen sendikaların tümünü valilikler ilgili iş kollarına duyurmuş ve üye olanın aidatını devlet bizzat ödeyerek teşvik etmiştir.( EK-1)
Aynı şekilde “Sözleşme ve Çalışma hürriyeti” Anayasa md. 48 de düzenlenmiş ve bu hakları ihlal etmek  suç olarak tanımlanmasına rağmen ( TCK md.117 ), devletin bizzat açılışını yaptığı vergi aldığı bir bankaya para yatırmak ya da bu bankanın batmasını istememek silahlı terör örgütü sayılacak kadar garip binlerce vaka yaşanmaktadır.
Tüm dünyada mülkiyet hakkı ve alın teri, yaşam hakkından sonra en çok önemsenen değer verilen bir hak iken ( AY md.25, AİHS Ek protokol 1, Hz. Muhammed S.A.V in Veda Hutbesi ) 100 binden fazla insan, tek satır savunma alınmadan, yıllarca emek verdikleri, alınteri döktükleri mesleklerinden atılmışlardır. En ufak bir disiplin cezasında bile savunma hakkının mutlaka alınacağı AY md.129-2 emri olduğu halde, “SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBAT” gibi çok ağır bir suçlamada tek satır savunma alma yoluna gidilmemiştir.
Anayasa md.38 -10 da “Genel müsadere” cezası yasaklanmış iken  binlerce iş adamı ve şirketin tüm malvarlığına, mahkeme kararı olmaksızın ve suçtan elde edildiği yönünde kesin bir karar olmaksızın el konuldu.
Şimdi tüm bunlar işlenirken akıllara ister istemez şu soru gelmektedir.
Devletin temeli ve tüm organların meşruiyet kaynağı, sınır ve çerçevesini çizen anayasa yürürlükte mi?
Yürürlükte ise, anayasa 13 -22 ve devamında sayılan temel hak ve hürriyetler bu derece alenen çiğnenirken, her ildeki cumhuriyet başsavcıları, anayasal düzenden sorumlu savcılar, adaleti tesis etmek için altına kırmızı mercedes ve binlerce personel tahsis edilen adalet Bakanı, müsteşar ve bürokratları ne yapmaktadır?
Merak ediyorum.!
Tüm bu ihlallerden kendilerini sorumlu görmüyorlar mı? Yoksa  Yürütme organına karşı işlenen suçlar dışındakilerin can ve mal güvenliği kendileri için bir değer ifade etmiyor mu?
Yürütme organına karşı işlenen hain bir girişimi, en ince ayrıntısına kadar soruşturan, darbe ile ilgisiz 500.000 insanı gözaltına aldırıp yargılayan,“ tatbikat var” denilerek kandırılan, ateşe atılan askeri okul öğrencilerine, bir haftalık erlere varıncaya kadar en şedit şekilde cezalandıran yargı teşkilatı, milletin kendisine karşı işlenen, temel hak ve hürriyetlerini terör suçu saymak suretiyle anayasal
[1] -Kimse Yok mu Derneği, 19 Ocak 2006 tarih ve 2006-9982 nolu Bakanlar Kurulu kararı ile “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsü kazandı.
Bakanlar Kurulu’nun 6 Şubat 2007 tarihli ve 2007-11683 sayılı kararı ile “İzinsiz Yardım Toplama” yetkisi aldı.
10 Ağustos 2008 tarihinde “TBMM Üstün Hizmet Ödülü”ne layık görüldü
kendisine karşı işlenen, temel hak ve hürriyetlerini terör suçu saymak suretiyle anayasal düzenin ihlal edilmesi suçlarına neden sessiz kalmaktadır.?
İktidar organları aleyhine en basit bir tweet’e bile müfettiş görevlendiren, soruşturan Hakimler Savcılar Kurulu, en temel anayasal hakların göz göre göre ihlalini ve anayasal suçlar bürosu savcılarının tüm bunlara karşı duyarsızlığını, hatta bir kısmının bizzat bu ihlallerin faili oldukları şikayetlerini görmüyor mu ?
Yazımı, sözlerin en güzeli olan Kur’ an- ı Kerim’ in adalete vurgu yapan bir ayeti ile noktalıyorum.
“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” ( Maide-8)
MART 11, 2019 | MERİDYEN*
KEMAL KARANFİL |  TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ SUÇ KONUSU YAPMAK
Tumblr media
0 notes
swordofmariiana · 6 years ago
Text
Tumblr media
151 notes · View notes
okur46blog · 2 years ago
Text
Senin ak alnından, gök gözlerinden
Önce dallar, sonra yapraklar öpsün.
Eğilsin yıldızlar, tutsun elinden
Gecelerden sonra şafaklar öpsün.
Aşk diyorlar en mukaddes hayale
Ve sen de düşesin o sonsuz hâle
Hazdan dudakların olsun bir lâle
Güller, karanfiller, zambaklar öpsün.
Sende kemal bulmuş renk, şekil, biçim
Yaşamanın öz suyusun bir içim
Olanca suların sağlığı için
Seni her gün göller, ırmaklar öpsün.
Kumral saçlarında nisan yağmuru
Yazın, ak yüzünden gölgenin moru
Ağzından en serin, hem de en duru
Kayalardan akan kaynaklar öpsün.
Çimenler okşasın ayaklarını
Çiçekler koklasın parmaklarını
Ben öpmeden önce yanaklarını
Varsın teller, tüller, duvaklar öpsün.
Abdurahim Karakoç. 🌹
Tumblr media
19 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 3 years ago
Text
Attila İlhan / Türkiye, romanı doğuran toplumsal koşullarda yaşıyor
Tumblr media
12 Eylül darbesini izleyen aylarda yoğun bir roman tartışması başlamış, Türkiye'de romanın niteliği çok konuşulmuştu. Uğur Mumcu'nun Attilâ İlhan ile gerçekleştirdiği söyleşi ise büyük yankı uyandırmıştı. İlhan'a göre, Türkiye 60'lardan itibaren şehirleşme, yani burjuvalaşma/işçileşme dönemini yaşadığı için romanın gündemde olması doğal bir sonuç.
Söze nereden başlasam?
Şiirden mi, romandan mı, siyasal yazılardan mı? "Zehirli karanfiller büyüttüm/ dargınlığımın saksılarında" diye başlıyor bir şiiri. Sözü buradan alıp, "Kanlı bir karanlıktı gördüğüm/ ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı/ nasıl yaprak yaprak açılıyordu/ vahşi bir bitki gibi keder" deyişindeki hüznü damıtıp, buradan mı konuya girseydim? Yoksa Faşizmin Ayak Sesleri kitabında topladığı kimi yazılarında çizilen siyasal doğrultuyu mu ele alsaydım? "Elsiz ayaksız bir yeşil yılan/ yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal" dizesinden Hangi Atatürk kitabına uzanıp, "Bence Mustafa Kemal Paşa, iktidarın yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimcidir. Mazlum milletlere karşı azgın saldırganlığını sürdüren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir üçüncü dünya lideridir" yargısı üzerine dünden bugüne, bugünden yarına ulaşan siyasal söyleşi mi yapsam? Evet nasıl başlasam söze"
"Gözlerin gözlerime değince/ felaketim olurdu ağlardım/ beni sevmiyordun bilirdim/ bir sevdiğin vardı, duyardım" dizesi ile büyük kentlerde okumaya gelen Anadolu çocuklarının içine düştükleri yalnızlıklarının, çaresizliklerinin duygusal titreşimlerinden yola koyulup, "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular/ yağmur giyerlerdi sonbaharla bir/ azıcık okşasam sanki çocukturlar/ bıraksam korkudan gözleri sislenir/ ne kadınlar sevdim zaten yoktular/ böyle bir sevmek görülmemiştir" dizesinde durulan, teslim olan, başeğen yalnızlığın dipsiz kuyularına mı eğilseydim? 
Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm 
Romanlarının başına şöyle bir not düşüyor Attilâ İlhan: "Bu kitapta anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm. Üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir şehirde geziniyordum." Romanlarda öykülerini okuduğumuz kişilerin bazen yanımızda soluk alışlarını duyarız, bazıları iyice yabancıdır bizlere. Kurtlar Sofrası'nda öyle, Yaraya Tuz Basmak'ta öyle, Sırtlan Payı'nda öyle.
En iyisi Attilâ İlhan ile roman üzerine konuşsam, diyor ve konuşuyorum. Bir konu mu konuşuyoruz, yoksa birçok konu mu bilmiyorum. Attilâ İlhan'ın sözcüklerinden çıkan kıvılcımlar, Fransız edebiyatını, Osmanlı kültürünü, Cumhuiyet aydınını, sosyalist akımları, devrimci-karşı devrimci ikilemini birdenbire tutuşturuveriyor. Romanlarının müziği, an oluyor, 'Karantinalı Despina' oynaklığı içinde depremler oluşturuyor, acı oluyor nihavent hüzünlerde duruluyor.
Siyaset askıya alındı mı, sanat konuları ağırlık kazanıyor
"Roman..." diye başlıyorum söze. "Bu yıl, sanki roman yılı... Hep roman tartışması yaptık, roman Türkiye'nin gündeminde midir? Böyleyse neden?"
Konuşuyor Attilâ İlhan:
"Roman, Türkiye'nin gündemindedir. Biri dar, biri geniş, iki önemli nedeni var:
a) Adına 'siyaset' dediğimiz rezillik 'askıya alındı' mı, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de, sanat konuları ağırlık kazanıyor. Seviyesizliği akıllara durgunluk veren parti çekişmeleri aralanınca, çeşitli fikir ve sanat sorunları yüzeye çıktı. Yalnız, bu tartışmaların da, öncekilerden daha seviyeli cereyan ettiğini söyleyebilmek, bir hayli zor.
b) Türkiye, hanidir, romanı doğuran toplumsal koşulları yaşıyor. Edebiyatta bu tür, çağdaş manasıyla, bireyin toplumsal gerçek olarak belirmesi, kişilik kazanmasıyla gelişmiştir. Derebeylikte birey ya serftir, ya da kul; şövalye ya da sultan da olsa, kaderini kendisi yaratamaz, 'takdir-i ilâhiye' bağlıdır. Ancak Cartesien düşünce (Descartes rasyonelliği), positivisme, onun çocukları olan iki düşman kardeşler, liberallik ve sosyalistlik, ortaya çıktıktan sonradır ki, birey toplumda önem kazanmış, bireysel/sınıfsal çıkarı doğrultusunda, 'teşebbüsü şahsi' sahibi olmuştur. Sosyoloji düzeyinde bu dönem, şehirleşme, yani burjuvalaşma/işçileşme dönemidir ki, Türkiye'nin 60'lardan bu yana bu süreci yaşadığını, sağır sultan bile duydu.
Romanın gündemde olmasından tabii ne olabilir?
Köy romanı, köylülüğü, ilericiliğin temeline koymak yanlışını yapıyordu
Üstelik tartışma bu yıla mahsus değil, 'köy romanı' tartışmasının devamı. O zamanlar, estetiğe boş veren, aşırı şemalaştırılmış halkçı/Narodnik köy romanını eleştirmiştim: Köylülüğü, ilericiliğin temeline koymak yanlışını yapıyor, kırsal kesim çözüldüğü halde, İnönü diktası dönemine özgü bir kültür ilericiliğini köylerden başlatmayı öneriyordu. Tipleri eğreti, birbirinin benzeri ve yapaydı. Roman mimarisiyse, son derece ilkel. Köy romanını benimle birlikte eleştirenler arasında, birtakım İkinci Yeni ardılları vardı ki, Fransız Yeni Roman akımının, İngiliz Bilinç akımının, bazı gerçeküstücülük ve varoluşçuluk heveslerinin biçimsel/bireyci numaralarıyla, kendilerini alternatif olarak ileriye sürdüler. Şimdi tartıştığımız, bunların güncelleştirdiği biçimcilik/bireycilik sorunu!
Romancılık, yazar, öznel ilgi alanından nesnel ilgi alanına geçtiğinde başlar
Cinsel (yoksa eşcinsel mi?) psikolojinin yüksek dozda kullanıldığı bu romanlarda, anlatım, anlatılan şeye tekaddüm etmekte, kelime kuyumculuğuna dönüşen hastalıklı ve titiz bir biçimcilik, zaten geçerliği tartışılabilir içeriği iyice bulanıklaştırmaktadır. Ayrıca, kahramanların ağzına bir-iki toplumcu tartışma cümlesi oturtulabilir, meyhanelerde kaybolmuş birkaç kayıp devrimci tipi çizilebilirse, yazılanların toplumcu değilse bile toplumsal oldukları savunulabilinir sanılıyor. Mevsim başında karşı çıktığım tavır budur. Biz, biçimci/bireyci bu tür edebiyata Üçüncü Yeni adını taktık. Şiirde ve romanda (tabii hikâyede de) aynı geleneği sürdürüyorlar.
Yalnız, bana öyle geliyor ki, görünüşte birbirine karşıt sanılan köy romanı ilkelliğiyle, Üçüncü Yeni romanı karmaşıklığı belirli bir yerde birleşmektedir. Yazarın özel ilgi ve hayat alanının dışına çıkamayışta! Öyle ya, Fakir Baykurt da, Selim İleri de, gözlemleyebildikleri kişilik alanlarının dışında hiçbir şeyi yazabilecek kadar cesur görünmüyorlar. Oysa romancılık mesleği, yazarın, öznel ilgi alanından, nesnel ilgi alanına geçtiği yerde başlıyor..."
Attila İlhan, cinsellik üzerine yazılan romanları böyle eleştiriyor. Peki ya Fena Halde Leman?
Yazarların cinsel konuları üzerine yazdıklarını eleştiriyor Attilâ İlhan... Kendisi de son romanından ötürü, aynı nedenlerle 'fena halde' eleştirilmiyor mu? Hem de nasıl! Sözü, burada noktalı virgüle bağlayıp, romancıyı konuşturmak gerekir, diye düşünüyorum.
Sanatımda cinsellik, bireysel diyalektiğin çatışma süreci halinde ele alınır
Söyleşi bu noktada şöyle sürüyor:
"Romanlarımı okuyanlar hatırlayacak, cinsellik hepsinde işlenmiştir. Hem de akla gelebilecek, bütün çeşitlemeleriyle! Fena Halde Leman'daki kadın eşcinselliğine rastlayıp çarpılanlar, besbelli Aynanın İçindekiler'i okumamış. Orada öyle bir Hayrunisa Bayraktar vardır ki, Leman Korkut'a rahmet okutur. Kendisiyle barışık, intégrée bir eşcinsel tipidir. Kimbilir kaçıncı açıklayışım oluyor, benim sanatımda cinsellik, bireysel diyalektiğin bir çatışma süreci halinde ele alınır: nasıl sınıfsal diyalektiğin çatışmalar zinciri, bireyin toplumsal kişiliğini oluşturuyorsa; cinsel diyalektiğin çatışmalar zinciri de, bireyin bireysel kişiliğini oluşturur. Diyalektik yöntemle çalışan yazarın, bu iki düzeyden birini işleyip ötekini es geçmesi, adeta tarihsel materyalizme inanmamasıyla eşittir. Bu bakımdan, doğayı, toplumu ve bireyi, diyalektik ilişkileri içinde ele alan romancının, bireylerin cinselliğini de diyalektik çatışmalarıyla işlemesi, hem hakkıdır, hem de görevi...
Ama burada birey, sabit, bir kerede olmuş bitmiş, her şeyin merkezindeki varlık olarak alınmamıştır. Sürekli çelişkilerle, tez/antitez/sentez ilişkileri oluşturur, bu ilişkiler toplumsal düzeyde olduğu kadar bireysel düzeyde de hem onu, hem birbirini etkiler, bu etkileşimden son derece zengin bir toplumsal/bireysel roman hamuru yoğurulur. İlk romanlarımdan beri, benim yapageldiğim budur, oysa Üçüncü Yeni romancıları bunu mu yapıyor? Hayır!
Bir kere bireylerin toplumsal sınıfları net olarak verilmez. Küçük burjuva diye adlandırılırsalar da, daha çok ülkemizdeki komprador aydınlar ghetto'sundaki yabancılaşmış tiplerdir. İkincisi, işledikleri bir ilişkiler süreci, diyalektik bir değişkenlik değil, sabit ve değişmez bir bireydir. Üçüncüsü, bu birey 'esas' alınmış, toplumsal olaylar, bütün dış dünya, ona göre değerlendirilmiştir. Burada kesif bir bireycilik, hatta benmerkezcilik görülür. Dahası, konu işlenirken öyle seçkinci, öyle çetrefil bir üslup kullanılmaktadır ki, bireyciliği raffine bir biçimcilik tamamlamakta, adeta tüy dikmektedir. Bireyi esas alan dünya görüşünün liberallik olduğunu kim bilmez; bu takdirde bireyci/biçimci bir edebiyat eğilimini sağcılıkla nitelendirmek, eşyanın tabiatına da uygundur.
Bir sürü alafranga yazarımız, açık seçik bireycilik/biçimcilik yapmakta
Ülkemizde, geleneksel değerler sistemine bağlı dinci ya da ırkçı bir sağcılık vardır, bunu hep biliriz de, Batılı olduklarından, öyle geçindiklerinden midir nedir, düpedüz bireyci/biçimci oldukları halde, bazı yazarlarımızın alafranga bir sağcılığı temsil ettiklerini düşünmeyiz. Oysa Feyyaz Kayacan'dan Ferit Edgü'ye, Bilge Karasu'dan Vüs'at Bener'e, Güven Turan'dan Selim İleri'ye, bir sürü alafranga yazarımız, pek açık ve seçik bir bireycilik/biçimcilik yapmaktadırlar. Canı isteyen Yusuf Atılgan'ı, Adalet Ağaoğlu'nu, Tomris Uyar'ı, aralarına katabilir. Daha niceleri de. Bu akım Tanzimat sonrasında bize musallat olmuş tatlısu frenkliğinin edebiyatımızdaki görünüşüdür. Batılı diye ilerici sananlarımız çıkmıştır ama, gerçekte düpedüz Hıristiyan değerler içerir, zira komprador kültürünün ürünüdür. Komprador kapitalistini, ne kadar kültür ilericisi olursa olsun, neden solcu sayamazsak, fikrimce komprador kültürünün bu estetik temsilcilerini de, o yüzden solcu sayamayız. İkisi birbirinin 'mütemmim cüzüdür' de, ondan."
Attilâ İlhan, birçok yazarı, romancıyı, düpedüz 'bireyci/biçimci' olarak niteleyiveriyor. 'Tatlısu frenkliği' ve de 'komprador aydınlık' da cabası! Farkındayım, bu sözler, bu yargılar, oldukça ağır ve acımasız. Attilâ İlhan, bu sözleri ile bir tartışmaya kapı aralıyor. Bu tartışmayı başka söyleşilerde de sürdüreceğiz. Öteki yazarlarla, romancılarla, aydınlarla konuşa konuşa bu tartışmayı iyice gündeme getireceğiz.
İyisi mi, diyorum, Attilâ İlhan'dan bu 'komprador aydın' kavramını ayrıntısı ile öğrensek; öğrensek ve bu tartışmayı kıyasıya yapsak.
Komprador aydın, ulusal kültür bileşimini yapamamış kişidir
Soruyorum: "Yazılarınızda da bu komprador aydın kavramını işlerdiniz. Şu kavramı biraz daha açıklar mısınız?"
Açıklıyor: 
"Son iki kitabımda, Hangi Atatürk'le Hangi Sağ'da komprador aydın kavramını açıklamaya çalıştım. Özet olarak denebilir ki, komprador aydın, ülkesinin ulusal kültür bileşimini yapamamış, yabancı bir kültür bileşimini onun yerine 'ikame etmiş' kişidir. İnönü diktası döneminde, çağdaşlaşmak, Batılılaşmak diye alınmış, bu yapılmıştır; Batılı klasikler çevrilir, Yunanca/Latince 'mecburi' ders olarak okutulursa, kalkınırız sanılıyordu. Bu kafanın, ulusal bileşimci Müdafaa-i Hukuk öğretisiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Nasıl olsun ki, Müdafaa-i Hukuk (hakların savunması), ilkin ulusal kültür haklarımızın savunulmasını gerektiriyordu. Mustafa Kemal, kitaplarıma aldığım pek çok sözünde, bunu açıkça belirtmiş, aydınları bu işle görevlendirmiştir.
Aslında, 'kültür yoluyla kalkınma', kültür emperyalizminin -çöreklenebilmek amacıyla- azgelişmiş ülkelere benimsetmeye çalıştığı yaldızlı fakat zehirli bir reçete. Bakın dünya ülkelerine! Ağır sanayileşmeyi gerçekleştirmeden, elektrik, elektronik, kimya ve benzeri sanayi dallarını kurmadan, şu ya da bu kültürü benimsemek için sadece okul açarak kalkınabilmiş tek ülke var mı? Tam tersine, kültür aktarması komprador aydın tipini oluşturur, bu aydının ilk davranışı da halkını küçümsemek olur, zira artık onun kültür çevresinden çıkmıştır, halk da ona yabancılaşan aydını reddeder. Bundan birinci derecede yararlanan kimdir sanırsınız? Elbette, emperyalizm! Halkını uyarmayan, önünde bayraklaşmayan aydının bulunduğu ülkeyi içinden çökertmek çok daha kolaydır. Osmanlı'nın bu yoldan çöktüğünü hiç unutmayalım.
Gelişmiş ülkelerde aydının işlevi nedir, düşündünüz mü? Siyasal örgütler, meslek kuruluşları, iktidar, muhalefet vs. halka birtakım sloganları gerçeğin ta kendisi olarak sunmuyorlar mı? Aydınlar işte burada devreye girer, özgür vicdanları ve bağımsız yöntemleriyle, sloganların içeriğini tartışma konusu yapıp, halkı aydınlatmaya çalışırlar. Ak koyunla kara koyun böyle seçilir. Gelişmemiş ülke aydını böyle davranmıyor. Tam tersine, siyasal kuruluşlardan, meslek örgütlerinden, iktidardan, muhalefetten medet umuyordu; bunu sağlamak için de, halka onların sloganlarını kabul ettirmeye sıvanıyor. Bundan büyük rezilik olmaz! Adı geçen örgütler, çıkarları gereği aydınları buna özendirirler. Bağımsızlığını korumak isteyenleri silmek, etkisizleştirmek için çevirmeyecekleri dolap, tevessül etmeyecekleri bayağılık yoktur. İlle aydınlar ondan yana olsun, geçerliği tartışılabilir sloganlarını papağan gibi halka tekrarlasın!
Aydının toplumsal işlevi, kendi için bir şey istememekle gerçekleşir
Aydın da bir fikre, bir yönteme angaje olmayı, bir örgüte ya da kuruluşa (hatta lidere) angaje olmakla karıştırdığından, serbest düşünme ortamını kaldıracak aşırılıklara düşüyor. Çünkü bu işi can-ı azizi için bir şeyler beklediğinden yapmaktadır. Pir aşkına değil. Hepimiz, bir milletvekilliği, bir basın ataşeliği, beleşten bir Avrupa seyahati için, önemsediğimiz ne aydınların, ne yalakalıklar yaptığını gördük. Allah bilir, daha da göreceğiz. Oysa aydınların toplumsal gelişmede işlevsellikleri, yalnız ve yalnız yöntemlerine angaje olmalarıyla mümkündür. Bu da, kendileri için bir şey istememekle gerçekleşebilir.
Bir dakika! Yönteme angaje olmanın da, bir usturubu var. Bu işi ulusal koşulları göz önünde tutarak yapmak, zorunlu gibime geliyor. Aksi halde komprador aydınlığına düşmez miyiz? Hadi bir örnekle konuşalım: Sakızlı Ohannes Paşa Omanlı aydınlarından sayılırdı. Mülkiye'de iktisat okutuyordu. O tarihte Batıda liberallik prim yapıyor ya, o da tutmuş harıl harıl bunu savunuyor. Neden, İngiltere'de, Fransa'da, liberalliğin başarılarını görmüş, ondan, Osmanlı 'bırakınız yapsın, bırakınız geçsin' formülünü uygulamaya geçince, İngiltere 'devlet-i fehimesi' gibi olacak sanıyor. Sonucu bilirsiniz, Osmanlı liberalliği, en muhtaç zamanında devletin gümrükleri gevşetmesine yol açar, bu da dokuma sanayiinin mahvıyla sonuçlanır. Ohannes efendi, liberalliği, Osmanlı'nın koşullarını göz önünde tutarak değerlendirebilseydi, böyle olmazdı elbet.
Diyalektik yönteme inanmak başka, filan ülkedeki uygulamasını aktarmak başka
Diyeceksiniz ki, o sağcı, liberal! Solcular için de, durum aynıdır. Diyalektik yönteme inanmak başka şeydir, bu yöntemin filan ülkedeki uygulamasını Türkiye'ye aktarmaya kalkışmak başka şey. İkincisine yeltendiniz mi, hoş geldin Ohannes efendi! Ha İngiltere'deki liberalizm uygulamasını Osmanlı mülküne aktarmaya kalkışmışsın, ha Rusya ya da Çin'deki sosyalizm uygulamasını, çağdaş Türkiye'ye aktarmaya! Tutum aynıdır. Tanzimatçı komprador aydın tutumudur bu, alafranga Jöntürk'lüktür ki, Müdafaa-i Hukuk öğretisi buna karşı geliştirilmiş, İnönü CHP'si de, Laz İmail TKP'si de boyun eğmiştir. Bu nokta üzerinde hiç yanılmayalım. Türkiye'nin sağcılığı da, solculuğu da, ulusal koşullarından bilimsel yöntemlerle Türkler tarafından gerçekleştirilecek bileşimlerle oluşacaktır."
Sanatçının toplumculuğu romanını tarihsel/toplumsal düzeyde sahneye koyarken belirir
Bilmem anımsar mısınız? Romancılarımız arasında 'köy romanı-kent romanı' diye amansız bir tartışma çıkmış, bu tartışmada romancılarımız birbirlerini üç-beş satırla harcayıvermişlerdi. Attilâ İlhan ile yine bu tartışmaya giriyoruz. Köy romanındaki 'toplumculuk' üzerine konuşuyor, buradan kent romanına, kent romanlarından '12 Mart romanlarına' geliyoruz.
Attilâ İlhan; "Geçin" diyor, "geçin hepsini bir kalem!"
"Nasıl?" diyorum. 'Nasıl'ı şöyle:
"Dedim ki köy romanı toplumcu değil halkçı/Narodnik bir romandı, Üçüncü Yeni romanıysa şehir romanı değil, bireyci/biçimci bir romandır. Toplumcu roman, Türkiye'nin işçileşme/burjuvalaşma sürecinde, toplumsal sınıfların ve bireylerin toplumsal ve bireysel diyalektiği gözlenerek, yaratılacak. Hani o duygusallığı ağır basan 12 Mart romanları, iki satırda bir slogan atan hikâyeler, ya da toplumculuğu yürekler acısı bir yoksullukçuluk sananlar var ya, hepsini geçin bir kalem. Malraux, Aragon, Grkiy gibi ustalar okunursa görülür ki, asıl dikkat ettikleri şey, tipleştirmede ve olaylaştırmada, toplumsal ve bireysel diyalektiğin çelişkilerini saptamak ve işlemektir. Bireyleri bu düzeyde tanımlar, romandaki kaderlerini yaşamaya salıverirler. Demek ki, sanatçının toplumculuğu romanını tarihsel/toplumsal düzeyde sahneye koyarken belirir; her paragrafta kahramanlarına siyasal söylev çektirerek değil.
Önceki yüzyılın romanı 'tasvirci'ydi; her şey uzun uzun anlatılırdı 
Ha, az kalsın unutuyordum: Bir de, romanın 20. yüzyıl özelliklerine değinmeliyiz. Önceki yüzyılın romanı 'tasvirci'ydi. Balzac, Zola, Dickens, her şeyi ince ince, uzun uzun anlatırlar. Sebebi basit: Versailles'da bir saray kapısı anlatılıyorsa, iyice canlandırmak zorunludur, zira Marsilya ya da Bordeaux'daki okurun kapıyı görebilmesi olasılığı son derece zayıf. Çağımızda öyle mi ya, görsel sanatlar, yeni iletişim araçlarının, zoom, ağırçekim vb. olanaklarıyla, Versailles sarayının kapısını, -okurun gözüyle göremeyeceği incelikleriyle- burnunun dibine getiriyorlar. Bunun anlamı nedir? Okurun imgelemi ve belleği, saray kapısı konusunda, her türlü çağrışım uyarısına açık! Yazara düşen, artık uzun uzun tavir etmek olmuyor, okurun imgelem ve belleğini, sadece etkileyici bir imgeyle uyarmak! Dakikasında mekanizma işliyor, saray kapısı okurun zihninde canlanıyor.
Yaşar Kemal yaprağı on sayfada düşürür, Kemal Tahir yağmuru yüz sayfada dindiremez
Demem o ki, romancı, artık görsel sanatların olanaklarını göz önünde tutmak zorundadır. Aksi halde, Yaşar Kemal gibi, ağaçtan bir yaprağı yere on sayfada düşürür, Kemal Tahir gibi, bir yağmuru yüz sayfada dindiremez, milleti bezdirir. Kendi hesabıma, bu konuda dikkatli olduğumu sanıyorum. Daha ilk kitabımı yayımlarken, nasıl bir teknik kullanacağımı Seçilmiş Hikâyeler dergisinde şöyle açıklamıştım:
'... Sokaktaki Adam'da hareket unsurunu, psikolojik unsuru, romantik unsuru, tıpkı senaryoda olduğu gibi muvazeneli olarak kullanmaya çalıştım. Ve lüzum gördüğüm yerde, hareketi planlara ayırdım, hatta decoupage yaptım. Bir 20. yüzyıl romancısı, okurunun, bir sinema seyircisi olduğunu bir an bile hatırından çıkarmamalıdır. Bu istikametten baktınız mı, Sokaktaki Adam cinematographique bir romandır. Muhtevası iyice sindirilmiş, nutuk ya da monolog olarak değil, hareket ve fiil olarak ifade edilmiştir.' (SHD, s. 21, Ekim 1953)
Yerli filmle yerli roman arasındaki mesafe her gün biraz daha azalıyor
Birkaç yıl sonra, Zenciler Birbirine Benzemez yayımlandığında, tekrar konuya dönmek gerekti. Eleştiriciler romanın değişik yapısını yadırgamıştı. Dost dergisinde şunları söyledim:
'... Roman kuruluşumuz henüz geri ve ilkel. Son birkaç yılın hangi romanına el atsanız, roman estetiği ve kuruluşu bakımından, 19. yüzyıl yazarlarının hizasını aşamıyor. Aşamıyor ne laf, bulamıyor. Aşırı sol sosyalist realizmden gelen şemacılık ve popülizm bir yandan, kahve sohbeti ve meddahlık kırması bir anlatıcılık (narration) öbür yandan, çerçevemizi daraltıyor. En iddialı romancılarımız bile, eserlerini, bir çeşit tefrika tekniği üzerine kurmuyorlar mı? Yerli filmle yerli roman arasındaki mesafenin her gün biraz daha azaldığı bir gerçek değil mi?..
... bir de 20. yüzyıl çizgisini aramak var. Yeni sanatların, bu arada radyo, televizyon ve sinemanın; yeni sanat gidişlerinin, bu arada surrealisme'in ve pek tabii olarak psikanalizin verilerini, roman kuruluşları içinde eritmeye, dünya anlayışı ve yöntemi ile hazırlanmış özü modern ve ona uygun bir estetik yapıya dökmek çabası var. Bu elbet, alışılmış anlatıcılık tutumuna ters düşüyor.
İnsanlar ve olaylar, bir anda, zaman ve mekân içine dağılıyorlar. Hızlı bir eşzamanlılık, tıpkı hayatta olduğu gibi, olanı, olmuşu, olması isteneni, aynı saniye aralığına sıkıştırabiliyor. Bu sırada fikirler ve davranışlar daha da önemlisi yorumlar, olayların etkisini choc planlarından tefekkür planlarına kaydırıyorlar. Sonunda sizden iyi olmasın, bir gün Ahmet efendi tekniğine alışmış gözler için, böyle bir tutum, olaylar ve mekânlar arası decoupage iç ve dış gerçeklerin eşzamanlılığı, rahatsız edici oluyor...' (Dost, s. 12, Eylül 1958)
Köy romanı tartışması sanıldığından etkili oldu
Hayli açık söylemişim ama, inandırıcı olamadı. 1970'lerde, Aynanın İçindekiler'i yayımlamaya koulunca, bir açıklama daha gerekti. Türkdili'nde şunları söyledim:
'... roman anlayışım tek boyutlu, tekdüze bir anlatıma dayanan bir anlayış olmadığından, kahramanları okura handiyse göstermeye uğraştığımdan, romanlaştırma tekniği benim çalışmalarımda, fazlaca önemli. Bu arada
Marksist imge kuramına çok iş düşüyor, canlandırma eyleminde ondan yararlanıyorum. Öyle bir imge kullanacaksın ki o sahnedeki durum, kişilerle, olayın dramatik ağırlığıyla okurun imgelemine renkli ve üç boyutlu olarak hemen yansıyacak. Laf olarak kulağından girmeyecek. Bazılarının yazı düzenimde şairanelik sandığı, gerçekte Marksist bir kaygıdır: içeriğin imgelere bindirilerek, okurun imgelemine yansıtılması!... Plekhanov, bilindiği gibi, bunun tersini yapmanın mantık kategorileri içinde bir olayı hikâye etmenin, sanatın  değil, bilimin konusuna girdiğini yazmıştır.' (Türkdili, Mart 1977)
Bugün durum farklı, köy romanı tartışması sanıldığından etkili oldu, okur romanın köy öğretmenlerinin 'ihtişam ve sefaletini' zabıt kâtibi üslubuyla yazmak demek olmadığını kavradı, ayrıca iç bayıltıcı duygusallıkların, çetrefil 'metin' cambazlıklarının, ciddi içerik yoksulluklarını gizlemeye yaradığını fark ediyor. Toplumcu roman gerçek boyutlarıyla, besbelli bu anlayış ve fark ediş üzerinde yükselecektir: bireyin, toplumsal ve bireysel diyalektiğini, ona uygun düşen esnek, imgesel ve hareketli bir biçimi romanlaştırarak!.."
Konular bitecek gibi değil. Daha başka konulara da giriyoruz, başka romanlara, yazılmış ve yazılacak romanlara... Geleceğin romanına... Attilâ İlhan, zekâ ve kültür kıvılcımları ile yeni romanların satır aralarında dolaşıyor. Bazen bir savcı gibi suçlayarak, bazen tutkulu bir okuyucu gibi coşkuyla, beğeniyle geziyor romanların, roman kahramanlarının aralarında.
(Uğur Mumcu / Cumhuriyet gazetesi / 5 - 6 Mayıs 1981)
* ara başlıklar edebiyatsoylesileri.com tarafından konmuştur.
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 4 months ago
Text
15 Temmuz Bursa’da törenlerle anıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/183471/15-temmuz-bursada-torenlerle-anildi/
15 Temmuz Bursa’da törenlerle anıldı
Tumblr media
 Tüm Türkiye’de olduğu Bursa’da da 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü kapsamında çeşitli etkinlikler ve programlar düzenlendi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, “15 Temmuz, milletimizin demokrasiye olan bağlılığının ve cumhuriyetin kazanımlarına sımsıkı sahip çıkma kararlılığının en somut göstergesidir” dedi.
BURSA (İGFA) – 15 Temmuz darbe girişiminin sekizinci yıldönümünde, şehitler Bursa’da da farklı programlarla anıldı. Bursa Valiliği koordinasyonunda düzenlenen etkinlikler kapsamında Vali Mahmut Demirtaş ve Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey başta olmak üzere Bursa protokolü ilk olarak Hamitler Şehitliği’ni ziyaret etti. Burada şehit mezarlarına kırmızı karanfiller bırakan protokol üyeleri, şehitleri dualarla andı. Bursa protokolü daha sonra Pınarbaşı Şehitliği’ni ziyaret etti. Burada da tüm şehit mezarlarına kırmızı karanfiller bırakıldı ve şehit yakınları ile bir araya gelindi. 15 Temmuz fotoğraf sergisi ise Ressam Şefik Bursalı Sanat Galerisi’nde ziyarete açıldı. Ulucami’de ise şehitlerimiz için Kur’an-ı Kerim tilaveti ve Mevlid-i Şerif programı düzenlendi.
Tumblr media
15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü etkinlikleri kapsamında Bursa Valiliği’nin koordinasyonunda demokrasi ve bayrak yürüyüşü düzenlendi. Atatürk Heykeli önünden başlayıp 15 Temmuz Demokrasi Meydanı’nda sona eren yürüyüşe, Vali Mahmut Demirtaş ve Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey başta olmak üzere Bursa milletvekilleri, ilçe belediye başkanları, şehit yakınları, siyasi parti temsilcileri, askeri erkân, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve çok sayıda vatandaş katıldı. Yürüyüşün ardından Demokrasi Meydanı’nda düzenlenen tören, saygı duruşu, İstiklal Marşı’nın okunması ve Kuran’ı Kerim tilaveti ile devam etti. 15 Temmuz şehitlerinin isimlerinin tek tek okunduğu program, protokol konuşmalarıyla devam etti. Vali Mahmut Demirtaş, o karanlık geceyi aydınlığa, sabahı ferahlığa kavuşturan şehitlere Allah’tan rahmet dilerken, şehadeti göze alarak hainlere karşı mücadele eden gazileri minnetle andığını dile getirdi. 15 Temmuz’un her şeyden önce kahraman Türk milletinin tarihe altın harflerle yazdığı kutlu bir destan olduğunu söyleyen Vali Demirtaş, bu yıl ‘milletin zaferi’ temasıyla gerçekleştirdikleri etkinliklerde 15 Temmuz zaferini her yönüyle anlattıklarını belirtti.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ, DEMOKRATİK VE LAİK BİR HUKUK DEVLETİDİR”
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, hiçbir gücün milletin iradesinin üstünde olmadığını söyledi. Milletin iradesine karşı yapılan darbenin, milletin zaferiyle sonuçlandığı günü andıklarını belirten Başkan Mustafa Bozbey, “8 yıl önce şehit düşenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimizi de minnetle anıyorum. İyi ki vardılar. Milletimizin darbelere karşı nasıl dayanışma gösterdiğini o gece hep beraber gördük. O günkü o insanlara selam olsun. Vatanımızın bölünmez bütünlüğü ve demokrasimizin korunması için canını feda eden şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. 15 Temmuz, milletimizin demokrasiye olan bağlılığının ve cumhuriyetin kazanımlarına sımsıkı sahip çıkma kararlılığının en somut göstergesidir. O gece milletimizin iradesine, haklarına ve özgürlüklerine yönelik hiçbir tehdide boyun eğmeyeceğini tüm dünyaya ilan ettiği gündür. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti, güçler ayrılığı ilkesine dayanan demokratik ve laik bir hukuk devletidir. Bu ilke demokrasimizin teminatı ve güvencesidir” diye konuştu.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ SAVUNMAKTAN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ”
Güçler ayrılığının yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olarak çalışması anlamına geldiğini hatırlatan Başkan Bozbey, bu dengenin özgürlüklerimizin ve adaletin de koruyucusu olduğunu söyledi. 15 Temmuz gecesinin  aynı zamanda bu ilkenin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiğini anlatan Başkan Bozbey, güçler ayrılığının sadece hukukun üstünlüğü değil, aynı zamanda bireylerin hak ve özgürlüklerinin de güvencesi olduğunu ifade etti. Bu ilkeye sahip çıkmanın, demokrasiye, adalete ve cumhuriyete sahip çıkmak olduğunu söyleyen Başkan Bozbey, “Cumhuriyetimizin kazanımları, halkımızın refahı, eşitliği ve özgürlüğü için büyük önem taşımaktadır. Eğitimde, sağlıkta, sanayide ve teknolojide elde ettiğimiz başarılar, demokratik ve laik bir düzenin meyveleridir. Bu kazanımlar milletimizin azmi, çalışkanlığı ve birlik ruhuyla elde edilmiştir. Bizler bu değerlere sahip çıkarak onları korumak ve geliştirmekle yükümlüyüz. Bugün burada cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temellerine saldıranlara karşı her zaman uyanık ve bilinçli olacağımızı ilan ediyoruz. Dün nasıl her türlü darbelere karşı çıktıysak, darbelere nasıl boyun eğmediysek bugün de yarın da asla boyun eğmeyecek, demokrasiyi, adaleti, milletin egemenliğini ve lTürkiye Cumhuriyeti’ni savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Milletimizin birlik ve beraberlik içerisinde cumhuriyetle daha aydınlık yarınlara ulaşmasını diliyorum” dedi. Protokol konuşmalarının ardından program, ‘Türkiyem Benim’ adlı tiyatro gösterisi, Hayati İnanç şiir dinletisi, Arslanbek Sultanbekov konseri ve 15 Temmuz temalı belgesel gösterimleriyle devam etti. 15 Temmuz programı, gece tüm camilerde selâ okunmasıyla ve dua edilmesiyle sona erdi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
altanderler · 4 years ago
Text
Tumblr media
ANITKABİRE öyle BAYRAKLI Sahiline mangal yakmaya gidilir gibi gidilmez !
2-3 gün önceden gideceksin ADAM gibi saç sakal traşı olacaksın..Hanımı da göndereceksin kuaföre o da saçını başını düzelttirecek..
Çoluk çocuk aynı şekilde....Kunduralar boyanacak Sabah erken kalkıp sakal traşı olacaksın...Koyu renk takım elbise giyip..kravat takacaksın..yakana da ATATÜRK rozetini.
En yakın çiçekciden en az adam başı birer karanfil alacaksın...
Araban ile gidiyorsan...
ANITKABİRE 1 Km.kala radyonu cd çalarını kapatacaksın..öyle ! Aslanlı yola gireceksin..O yol 5 santimlik çim boşluğu bırakılarak döşenmiştir..kafanı yerden kaldırma diye..O yol 262 metredir.Aslanlı yolun sağ ve solunda bulunan 24 aslan, ''24 Oğuz boyunu'' temsil ediyor.Türk kültüründe güç sembolü olduğu için seçilen aslan figürlerinin çift olması milletin ''birlik ve bütünlüğünü'' vurgularken, aslanların kedi gibi yatar pozisyonda olması ise bu büyük gücün ''barışseverliğini'' sembolize eder..
BUNU UNUTMA..Hatırla ! Orada bir bayrak direği göreceksin...O öyle alelade bir direk değil.. 33,5 metre uzunluğundaki bayrak direğini 1946 yılında yüreği ATATÜRK sevgisi ile dolu Nazmi Cemal adlı bir Türk vatandaşı ABD'den gönderdi. direğin sen 29,5 metresini görebileceksin..
KAFANI KALDIR BAK ! Ata’nın kabri 40 tonluk yekpare mermerden yapılan sembolik lahit’in yaklaşık 7 metre altındaki mezar odasında bulunuyor Türk milletinin kalbine gömdüğü Atatürk, Selçuklu-Osmanlı kümbet mimarisine göre yapılmış sekizgen şeklindeki mezar odasında “VATAN TOPRAĞINDA" yatıyor. Suriye’deki Caber Kalesi,
Kore’deki Türk şehitliği,
Selanik’teki doğduğu evin bahçesi,
KKTC ve illerden getirilen toprakların harmanlandığı “vatan toprağına” İSLAMİ usullere göre kefenlenerek ve yüzü kıbleye bakacak şekilde defnedilmiştir..bunu BİL BİR DEHANIN HUZURUNDASIN..
TİTRE..!
KARANFİLİNİ YAVAŞCA BIRAK...
VE O NA İÇTEN BİR TEŞEKKÜR ET...
Sonra inandığın dinden..konuştuğun dilinden duanı et..O duyar UNUTMA !
Sonra saygı ile yavaşca oradan ayrıl...Ayrıl ki...on binlerce insan da o hazzı yaşasın...Cep telefonunu sessize alacaksın...AÇMAYACAKSIN..
Çok ısrar ederlerse..."BEN ŞU ANDA DÜNYA LİDERİ ULU ÖNDER ,
31 Mart Vakası
Arnavutluk İsyanı
Trablusgarp
İkinci Balkan Savaşı
Çanakkale Savaşı Doğu (Kafkas) Cephesi
Suriye-Filistin Cephesi
Kurtuluş Savaşı
Sakarya Savaşı
Büyük Taarruz KAHRAMANI
GAZİ MAREŞAL BENİM YEGANE CUMHURBAŞKANIM MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ün HUZURUNDAYIM !" diyeceksin....
86 notes · View notes
izmirbucabaskibasimreklam · 3 years ago
Text
İstenilen Her Ölçüde Dizaynda Kişiye ve Firmaya Özel Şeker Hamuru Gofret Pasta Baskısı
İstenilen Her Ölçüde Dizaynda Kişiye ve Firmaya Özel Şeker Hamuru Gofret Pasta Baskısı
---------------------------------------------------
Tasarım ücretsizdir
Detaylı bilgi için lütfen iletişime geçiniz
Whastpp ΘƼƼƼ_8Θ9_Θ1_47
Adres: Menderes Mahallesi 154 Sokak No 5A Buca İZMİR
---------------------------------------------------
inkilap izmir buca mahallesi mahalle ili il ilçe merkezi hürriyet inönü izkent kaynaklar cumhuriyet kaynaklar merkez karacaağaç karanfil gaziler göksu güven fırat doğancılar dumlupınar efeler atatürk aydoğdu belenbaşı barış adatepe 29 ekim akıncılar bucakoop çamlık çamlıkule çamlıpınar çaldıran çağdaş cumhuriyet dicle zafer yıldızlar yıldız yiğitler yeşilbağlar yaylacık vali rahmi bey yenigün seyhan ufuk şirinkapı menderes murathan mustafa kemal kozağaç kırklar laleli kuruçeşme yenilebilir pasta resmi üzerine fotoğraf baskı nerede yapılır satılır kağıt izmir resimli üstü gofret plakalar nasıl kağıdı makinesi fiyatlar baskısı buca lover doğum günü pastası pastacıla pastalar pastane saat bas yaş söz düğün pastam siparişi süsü pastacı ölçülü her ölçüde hazırlayan yer dükkan firma maker tasarım süsleme sanatı homemade lovers alman baby for days pastacılık malzemeleri tasarim dijital yazıcı basan çıktı renkli siyah beyaz pastamız malzemesi tasarımı gelin basta çeşitleri pastalarım evi yapımı sanati isimlik kek kalıp kalıbı art photo arcolor pass kalıpları tasarimi friday şeker hamuru kız girl elsa brawl star league of legend dizayn sunum altlığı makers master seviyorum figürü aşkına yazısı love you model keyfi pastalık pastayı market usulü pastahane ustası pastacım pastanecim pastalarımız pastaneleri room video kelime world okulu arabası araba ikonu elif ürünleri pasta101 101 a bim evim biz pastaları burada pastacılar bahçesi yummy zamanı yap çırağı kesimi bizim işimiz fason hobi yapmayı şahane 1001 gıda mürekkep mürekkebi ekipmanı yenilir yenir inlove gönder yapmak organik kokusu kokusuz home 501 menüsü kutuları 2050 pastahanesi trend tattoo jewellery tarifim oykusu gün günler pastahanem el benim işim üzeri dizaynı ekipmanları aşktır kapında iceberg yaptım sana yapıyoruz ve yemek pastakabı içi joker yapıyorum isim ismi resim pleksi yıldızım original uygulaması kraliçesi adı kral çoçuk iş bankası oyun 205 clio reno renault ford mercedes iphone dolar euro 305 seni 301 ferrari çizgi film 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 yaşa 14 şubat sevgilier baskılı fiyatları kutusu harf seti ankara print ilk foto etiket baskıcı hizmetleri dunyası ürunleri çözümleri yok baskılar makinası boya baskimo ürünler baskihane baskımaa işleri alem baskıbascom süs renkleri atölyesi calışması plakası com hizmeti altı çalışmaları baskııı boyası imalatı uygulama sonrası kalitesi ücretsiz baskım çalışması yoktur sistemleri etiketi madeni adına herşey reklam boyama baskıda modelleri hediyelik baskıhane imalat işlemleri ucretsiz ucreti baskıya hazır hastane çıkışı adam ofisi gelsin ustaları işi plus baskio devam baskıyı uygun firması uygulanabilir yaptır baskı aşkı atölye hızı hızlı örnekleri ver varsa sevgi dair üretim yurdu hediyeler için ürün fabrikası imkanı ücreti bizden yazı baskızone i̇şleme i̇şleri öğrenciler online yaptırmak faaliyeti hat işlerinizde çözüm ortağınız volarant figür grafik hediyelikler işlemi ile yedirme işleriniz odası ortamı ofis maskeliler pijama pelerin uygulamaları baski ürünü yazma pdf fotograf fırsatı farkı güzel olmuş günlüğü baskıhanem hizmet odasi kursu hakkında uyguluyorum ilanları uzmanı ürünlerimizden var modeller ideal lol oner pijamaskeliler makinasi unicorn çizimi çubuğu çubuk kolay easy kurabiye öğren jeli jel jelleri aşk öner ölçüleri öğrenci şablonları şablonu şablon şikayet şeridi zinciri evde aparatı ameliyatı ciğeri jelibon önerileri öncesi şekilli şekilleri temizleme corel photoshop illustratör temizliği üretimi videoları zayıflama zararları basket basketbol futbol tavuk mix orjinal vegan vejeteryan youtube baskıları acil imalatçıları özel has şahsi kısa birinci üretici ana satılık kişiye sayı yayın hemen yakın şimdi hususi harika mükemmel çılgın parlak müthiş görkemli dehşet kişisel nerde en temiz çalışıyor çalışan getir ihtiyaç arıyorum bulunur neresi zaman tamamen süper benzer hesaplı maliyet zarar düzgün dayanıklı çabuk sürede kaliteli gönderim ehli güvenilir fena şık basım oldukça an aniden fırsat kampanya kampanyalı kullanılır aceleci acilen derhal süratli acele açık geçikmeden dakika saniye teslim dakik çabucak hoppadak vakit kaybetmeden şipşak şıpdiye sadece tam anında birazdan dakikasında çarçabuk ivedik sağlamak sırf yakında sağlam doğru doğdudan satıcı hala henüz halihazırda ancak yeni daha nereye istek ucuza makul düşük masrafsız indirimli
2 notes · View notes
nesepalamudu · 5 years ago
Text
mükemmel bi filmden çıkmışım, büyülü fener'in merdivenlerinden iniyorum, hava hafif serin esiyor, aşağıya, karanfile doğru yürüyorum caddeler sokaklar kalabalık, benim hiç acelem yok, pıtı pıtı dost'a iniyorum kitaplara bakıyorum, bir şiir kitabı hediye ediyorum kendime, kemal abi'ye uğramadan yine aşağı doğru yollanıyorum, sakarya'da yine çiçekçiler cıvıl cıvıl, bi demet nergis alıyorum en kokulularından, elimde çiçeğim, çantamda kitabım, kafamda film, içimde huzur, eve dönüyorum.
64 notes · View notes
kusuncalisi · 4 years ago
Text
Adalet
Arkadaşlar aşağıda bir hikaye var. Bana dedem verdi okumanız dileğiyle...
Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, saba h namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.
Yaşlı kadın ‘Günaydın Anne, Günaydın Baba’ dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. ‘Günaydın Kocacığım’ dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp ‘Günaydın Evlatlarım’ dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp ‘Sizleri, hepinizi çok özledim’ dedi.
Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama ‘Bir taksi istiyorum’ dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu.
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. ‘Patlama be adam’ dedi. Nihayet taksiye binebildi. ’Teyze hoş geldin’ dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. ‘Nereye gidiyoruz?’ Kadın kısa bir sessizliğin sonunda ‘Tüm bir gün beni taşırmısın?’ diye sordu. ‘Sana 500 lira veririm.’ Adam küçümser bir gülümseme ile, ‘Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze’ dedi.
Kadın gülümsedi
‘O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?’
‘Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?’
‘Anıtkabir’e’
‘Anıtkabir’e mi?
‘Evet’
‘Tamam teyzeciğim’
‘Yaş kaç teyzeciğim?’
‘Seksen sekiz’
‘Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim’
‘Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum’
‘Haklısın teyzecim’
Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Şoför ‘Teyzeciğim geldik’ dedi. Dalgın görünen kadın ‘Evladım burada yardımına ihtiyacım var’ dedi. ‘Benimle gel’ Adam şaşırmıştı. ‘Tabii teyze’ dedi. Kuşkulu gözlerle ‘Bizi buraya alırlar mı?’ diye sordu.
O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak ‘Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?’ dedi ‘Hayır’
‘Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?’
‘Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme’
‘Ee o zaman’
‘Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben’
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.
Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde
‘Nasıl çıkacaksın Teyze?’ diye sordu.
‘Her ay nasıl çıkıyorsam öyle’
‘Her ay geliyormusun?’
‘Evet’
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. ‘Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım’. Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra, ‘Hadi gidelim’ dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı. ‘Yoruldun mu Teyze’ dedi. Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra ‘Evet hem de çok yoruldum’ diye cevapladı. Nereye gidiyoruz?’
‘Bankaya’!
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.
‘Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?’
‘Sor bakalım evladım’
‘Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?’
‘Uzun hikaye evladım’
‘Olsun be teyze anlat ne olur’
‘Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın’ dedi bana. Hemşire dedim. Oda ‘Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır’ dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın’ dedi .’
‘Sen ne dedin peki?’
‘Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.’
‘Peki olabildin mi Adalet Teyze?’
‘Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.’
‘Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze’
‘Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin’ ‘Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin’?
‘Evet’!
‘Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?’
‘Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım?’
‘Osman teyzeciğim’
‘Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?’
‘Tamam teyzeciğim’!
Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. ‘Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür’ diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.
‘Hoş geldin Hakim Teyze’
‘Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.’
‘Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?’
‘Yok aksine hoşuma gitti. Sağol’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Seyranbağlarına’
‘Tabii’
‘Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen’
‘Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla’
‘Ne iş yapardı amca?’
‘Subaydı.’
‘Ne zaman vefat etti?’
‘1952′de’
‘Çok olmuş.Gençmiş’
‘Kore savaşında şehit oldu.’
‘Allah rahmet eylesin Hakim teyze’
‘ Sağol’
‘Seyranbağları’na geldik nereye gideceğiz?’
‘Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.’
‘Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben’ ‘Yok bekle burada’
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. ‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın burada ne yapar ki?’ diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın ‘Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin’ dedi.
Adalet hanım, buğulu gözlerle ‘İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın’ dedi.
Araba hareket etti.
‘Nereye Hakim Teyze?’
‘Hemen iki sokak öteye’
Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.
‘Bekle beni’
‘Tabii Hakim Teyze’
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
‘İyi misin Hakim Teyze’
‘İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Cebeci Asri Mezarlığına’
‘Tamam’
‘Teyze nerelisin sen?’
‘Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a Şükür Babam’da sağ salim döndü savaştan.’
‘Sonra ne oldu?’
‘Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..’
‘Çocuğunuz var mı?’
‘Bir kızım bir oğlum vardı.’
‘Neredeler şimdi?’
‘Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.’
‘Ne güzel’
‘1978′de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.’
‘Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani’ Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.’
‘Amin. Ya kızın?’
‘O eşi ve çocukları ile İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999′da depremde hepsi vefat ettiler.’
‘Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma’
‘Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol’
‘Geldik Teyze’
‘Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.’
‘Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.’
‘Yok beni alacaklar buradan’
‘Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 ‘yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.’
‘Çocukların var mı?’
‘İki tane ellerinden öperler.’ Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
‘Adları nedir?’
‘Kemal ve Ayşe’
‘Oğlumun adı da Kemaldi.’
Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..
‘Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.’
Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti: ’Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’
Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında ’Gökler bile sana ağlıyor’ diyerek ağladığıydı.. . . İşte bu günlerde de adalet ağlıyor.
5 notes · View notes