#Işıl ışıl
Explore tagged Tumblr posts
Text
Işıl ışıl bir gece
30 notes
·
View notes
Text
-Ben sıradan biri değilim.
Koskoca deli mavi bir yüreğim var,
Düşmanı delirten gülüşlerim var.
Dostlarıma verecek sonsuz sevgim var,
Gülerken ağlamışlığım
Ağlarken gülmüşlüğüm var
Sonsuz bir sabrım,
Bir kıvılcıma bakan öfkem var.
Huyuna gitmişliğim,
Suyundan dönmüşlüğüm var.
İçimde yaşattığım yaramaz bir kız çocuğu var
Yeri gelince bir savaşçı kadın da var
Bazı günlerimde dört mevsim var
Kahkahamın içinde derin bir sızı da var
Işıl ışıl gülen gözlerim
Ardında hüznüm de var.
Ben sıradan biri değilim
Yüreğimi yanıma alıp
Kafamı terk etmişliğim var.
42 notes
·
View notes
Text
Ben sıradan biri değilim.
Koskoca deli mavi bir yüreğim var,
Düşmanı delirten gülüşlerim var.
Dostlarıma verecek sonsuz sevgim var,
Gülerken ağlamışlığım,
Ağlarken gülmüşlüğüm var.
Sonsuz bir sabrım,
Bir kıvılcıma bakan öfkem var.
Huyuna gitmişliğim,
Suyundan dönmüşlüğüm var.
İçimde yaşattığım yaramaz bir kız çocuğu var,
Yeri gelince bir savaşçı kadın da var.
Bazı günlerimde dört mevsim var,
Kahkahamın içinde derin bir sızı da var.
Işıl ışıl gülen gözlerim,
Ardında hüznüm de var.
Ben sıradan biri değilim...
Yüreğimi yanıma alıp,
Kafamı terk etmişliğim var..!
126 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
228. BÖLÜM - Karma ateşleri ile yanmak - şeytani tanrı kraliyet başkenti üzerine alçalıyor - 3
Dev şu anki haliyle zaten ele avuca sığmazdı ve şimdi eğer bir kılıcı da varsa bunun kaplana kanat vermekten farkı neydi?
Xie Lian bir önsezi hissetti ve aşağıdaki insanlara bağırdı, “MİLLET DİKKATLİ OLUN!”
Hayaletler fareleri alt etme ateşinin tam ortasındayken onun dediklerini duydular ve yukarı bakarak derin bir saygıyla haykırdılar, “NE KADAR DEVASA BÜYÜK AMCA… AH, HAYIR XİE DAOZHANG!”
“Chengzhu orada iyi zaman geçiriyor gibi duruyor, vak!”
“Hayır, oynamıyoruz burada…” dedi Xie Lian ama lafını bitirmeden öldürücü bir aurayla kaplanmış o alevli keskin kılıç gelip kese kese aşağılara indirdi. Xie Lian zorla saldırıdan kaçarak ellerini serbest bıraktı, kılıcın bu aurası ve bu saldırının sıcak hava dalgası nedeniyle paniğe kapıldığını hissetti.
Bu devasa ilahi heykel zaten önceki devi zar zor savuşturuyordu ama şimdi hakikaten ona eş olamazdı.
Bu vahim şartlar altında kendi kendine birkaç savaş tanrısını kılıca dönüşerek ona yardıma gelmesi için çağırmak istedi ama Quan Yi Zhen şu anda Kara Su’da kemik ejderhasının kırık parçaları içinde yatıyor, iyileşmek için dolaşıyordu; Lang Qian Qiu yüz kişiymiş gibi kullanılıyor, daha sert saldıran kederli ruhlara karşı insan rününü destekliyordu; Feng Xin ve Mu Qing geldiklerinden beri bir sebeple ortalarda yoklardı, yalnızca Pei Ming boştu ama tamamen kapkara ve yanmıştı, kara duman tükürerek fareleri biçiyordu. Kararlılıkla Yağmur Ustası tarafından meydana çıkarılmış olmayı reddediyordu yani o da muhtemelen hiçbir işe yaramazdı. Cidden de Xie Lian’ın kullanabileceği hiç kimse yoktu!
Tam o sırada yerden bir ses geldi, “BİRAZ BEKLEYİN, EKSELANSLARI! KILICINIZ ÇOK YAKINDA BURADA OLACAK!”
Aşağıdan bağıran Guoshi’ydi. Xie Lian yıpranmış taç platformunun kenarına koştu, “NE? KILICIM NEREDE?”
Guoshi ellerini ağzının etrafında daire içine aldı ve bağırdı, “ÇİÇEĞİ ARAYAN KIZIL YAĞMUR! MESAFE KISALTMA RÜNÜNÜ AKTİVE ET! TONGLU DAĞINA! KILICIN BURADA!”
Hua Cheng kararlı bir şekilde bir zar attı ve şöyle dedi, “Aktif!”
Üstlerinde, zifiri karanlık bulut katmanlarının içinde bir şey gürlüyordu. Bir süre sonra Xie Lian, gözlerini kısarak baktı.
Gerçekten de bir kılıç vardı.
İlahi heykel yukarı sıçradı ve uzun kılıca uzandı. Xie Lian oluşturduğu el mührünü kavramak için her iki elini de kullandı ve dev ilahi heykel de aynı zamanda kabzasını elleriyle kavradığı gibi “cennet Başkent’e doğru kesik attı.
Diğeri de saldırıyı savuşturmak için hemen kılıcını kaldırdı ancak iki kılıç çarpıştığında kimsenin hayal edemeyeceği bir şey gerçekleşti -- Xie Lian'ın elindeki kılıç o ateşli devin kılıcını kesmişti!
Dünyayı sarsan metal kırılma sesinin ortasında o ateşli, şeytani dev aniden durdu.
Sonra birdenbire birkaç parçaya bölündü ve çok geçmeden hızla aşağıya doğru düştü.
Xie Lian bu kılıcın bu kadar güçlü olduğunu hiç beklememişti; tek vuruş ve nakavt mı? O dev ilahi heykelin elindeki kılıca baktı, tamamen şaşkına döndü.
Işıl ışıl, güzel ve son derece keskin. Bu kılıç neydi böyle?
O sırada Guoshi’nin Hua Cheng’e TongLu dağına giden bir mesafe kısaltma rünü açmasını söylediğini hatırladı, o sırada anladı --Bu muhtemelen üç dağın ruhlarının bedenleri tarafından dövülmüş bir kılıçtı!
Ancak bunun üzerinde daha fazla düşünecek vakti yoktu çünkü eğer o dev şey yere düşerse hiç komik olmayacaktı. Xie Lian hemen ilahi devasa heykele aşağı uçup parçalanmak üzere olan devasa molozları tutmasını ve daha uzak ve taşra bir yere inmeden önce yönünü değiştirmesini emretti. Ancak o zaman o devasa ilahi heykelin kılıcını belinden geriye doğru çekmesini sağladı ve yerinde ayağa kalktı, bir eli kılıcın üzerindeyken diğeri ise sanki bir çiçeği tutuyormuşçasına iki figürü ortaya çıkarmak için bir avuç içi açtı. Hareket etmeyi bıraktı, Çiçek Taçlı Savaş Tanrısının duruşuna geri dönmesi gibi gülümsemesi de yüzüne geri döndü.
Düşen tek bir kaya bile yere çarpmadı. Kraliyet başkentindeki kimse zerre kadar zarar görmedi!
Uzun bir süre insanlar, tanrılar ve hayaletler birbirine baktılar, “Bi… bitti mi?”
Xie Lian ve Hua Cheng da devasa ilahi heykelin avcundan atlayarak diğerleriyle buluştu. Shi Qing Xuan'ın soğuk teri çoktan sıcak hale dönüşmüştü ve bir kez kullandıktan sonra bir kez daha kırılan Rüzgâr Ustası yelpazesini beline soktu, topallaya topallaya, hoplaya zıplaya ve sürüklenerek ilerledi, "Ekselansları! Bitti mi? Her şey halledildi mi?"
Diğer göksel görevlilerden birkaçı da oraya toplandı, "İmparator Jun Wu nerede? Ekselansları onu yendiniz mi? Öldü mü?”
Bir yandan da Guoshi, "Bu nasıl olabilir? Ekselansları... Bu kadar kolay yenilmezdi." dedi. Hua Cheng Xie Lian'a elini uzattı, "Gege, hadi yukarı çıkıp arayalım."
Xie Lian başını salladı ve ona elini uzattı. Hua Cheng onu nazikçe çekerek enkazın tepesine çıkardı. Hayaletler tüketilmiş ve telaş içinde kaçışan Ceset Yiyen Sıçanlara olan ilgilerini çoktan kaybetmişlerdi ve bu yüzden hepsi de "Cennet Başkenti'ni temizlemek" istediklerini söyleyerek ayağa fırladılar, ancak Hua Cheng "Geri çekilin. Alakasız hiç kimse yaklaşmasın." Dedi.
Aksi takdirde, Jun Wu'ya gerçekten çarparlarsa, ölümleri kesin olurdu. Bunu duyan hayaletler sadece aşağıya atlayabildiler ve dibi korumaya devam ettiler.
Ancak şu an dev bir enkaz halinde parçalanmış eski Cennet Başkentinin içinde Jun Wu’dan bir iz bile yoktu. Xie Lian ve Hua Cheng her yere baktılar, hatta Büyük Savaş Salonunun altın çatısını bile kaldırdılar ama kimseyi görmediler.
O sırada Lang Qian Qiu aniden General Pei’ye döndü, “General Pei, Yapmam gereken bir şey var, lütfen biraz benim yerime görevi devral.”
Pei Ming’in kestiği fare sayısı Yağmur Ustasından fazla değildi, birdenbire rünü destekleyerek sürüklendiğinde huysuzca depresif hissediyordu. Yine de sadece burnunu ovuşturdu ve fazla bir şey söylemedi.
Lang Qian Qiu enkazın üzerine atladı ve her yeri karıştırdı, nihayet çatıya çökmüş bir ağacı yükselttikten sonra bağırdı, “ONU BULDUM!”
Xie Lian onu duydu ve yanına gitti, “Qian Qiu, dikkatli ol!”
Lang Qian Qiu’nın Jun Wu’Yu bulduğunu düşündü ama beklenmedik şekilde bulduğu şey dev bir kabuğun içinde buruşmuş bir solucan gibi kömürleşmiş siyah bir şeyden yapılmış bir toptu ve hatta küçük bir öksürük sesi bile vardı.
Xie Lian kalbinin sıkıştığını hissetti ve hemen Lang Qian Qiu ile birlikte bu kömürleşmiş kabuğu soyup baktı; küçük bir çocuk gerçekten de dışarı yuvarlanmıştı, vücudu kıvrılmış başını kucaklıyordu, muhtemelen yanıklardan dolayı tüm vücudu kıpkırmızıydı. Ama hayatı tehlikede değildi ve hâlâ öksürüyordu.
O yuvarlandıktan sonra, yağlı hayalet ateşinden yeşil bir top da süzülerek dışarı çıktı. Xie Lian ona baktı, "Bu..."
Lang Qian Qiu bir eliyle o hayalet ateş topunu yakaladı, gözlerinden alevler fışkırıyordu, "Göklerin gözleri var, bu yüzden Qi Rong tamamen ölmedin ve sonunda yine de benim ellerime düştün!"
Qi Rong gerçekten de "Gece Gezen Yeşil Fener" olmuştu. Şimdi düşününce, Jun Wu o ateş topunu fırlattığında Qi Rong Gu Zi'yi korumuştu ve bu yüzden çocuk yanarak ölmemişti. Xie Lian istemeden de olsa biraz şaşırmıştı. Ne de olsa Qi Rong'un karakterine göre, eğer ateş varsa kendini korumak için Gu Zi'yi dışarı atmak daha çok ona yakışırdı. Hua Cheng ne düşündüğünü anında anladı ve konuştu, “Ateşi engellemek için çocuğu dışarı atsa bile pek bir işe yaramazdı ve anında küllerine kadar yanardı. Korumak ve kalkan olarak kullanmak onun kitabında pek farklı değil.”
Sebep bu olsa bile yine de onu korumuştu. Qi Rong yeşil bir yapışkan hayalet topundan başka bir şey olmayacak şekilde yanmış ama hala dağılmamıştı. Lang Qian Qiu’nın elinde yakalanınca tekrardan dehşet içinde çığlık atmaya başladı.
Az önce kurtardıkları Gu Zi aniden canlandı ve Lang Qian Qiu’nın bacağına sarıldı, “Gege, babamı öldürme!”
Lang Qian Qiu öfkeyle bağırdı, “BIRAK! Sana söylüyorum, yalvarsan bile nafile, merhamet göstermeyeceğim!” ardından daha sıkıca kavradı. Qi Rong onun klanını yok eden düşmandı ve Xie Lian hiçbir şekilde müdahale edemedi. Ama Lang Qian Qiu'nun öfkesinin yanlışlıkla Gu Zi'ye zarar vermesinden korkuyordu bu yüzden Xie Lian Gu Zi'yi uzağa çekecekti ama beklenmedik bir şekilde Gu Zi yaklaşıp ona sarıldı, “HURDACI GEGE, BABAMI KURTAR!”
“Gu Zi… o gerçekte senin baban değil.” Dedi Xie Lian. “Onun sana nasıl davrandığını söyleyemez misin?”
Ancak Gu Zi, “O benim babam! Babam eskiden bana hiç iyi davranmazdı ama sonra gerçekten iyi oldu. Sık sık bana yemem için et verdi ve hatta beni büyük, güzel konaklarda yaşamaya götüreceğini de söyledi… o bana gerçekten çok iyi davranıyor, hurdacı Gege, lütfen onu kurtarır mısın?”
Qi Rong azarlamaya başladı, “Aptal çocuk, ona yalvarma! O kara kalpli kar lotusu bu atayı kurtarmayacak! Aslında, bu ihtiyarın ölmesini iple çekiyor, ölsem de yaşasam da umurunda olmaz!”
Hua Cheng ona yan gözle baktı, “Lang Qian Qiu’nın seni öldüremeyeceğinden mi endişeleniyorsun? bu yüzden benim de sürüklenmem gerekiyor?”
Qi Rong hâlâ ondan oldukça korkuyordu ve konuştuğu an tüm hayalet topunun ateşi biraz buruştu. Yine de öyle ya da böyle ölecekti, bu yüzden umursamayı bıraktı, “HUA CHENG SENİ S*KİCİ, SENDEN KORKMUYORUM! Xie Lian bilmediğimi sanma. Seni göklerde bir tanrı yerine koydum, AMA SEN! SEN BENİ NE YERİNE KOYDUN? BENİ ASLA BİR ŞEY OLARAK GÖRMEDİN! Beni görmezden geldin, reddettin, salak, delirmiş, kafayı yemiş olduğumu düşündün, küçümseyerek baktın, Bana her zaman tepeden baktın! NE HAKLA BANA TEPEDEN BAKABİLİYORSUN? ÖNEMSİZ YONGAN’I BİLE YOK EDEMEZSİN. SENİ İŞE YARAMAZ ÇÖP!”
“Sen…”
Hua Cheng hareket etmezken Xie Lian sadece tek bir kelime söyledi, Xie Lian bir şeyler hissedebildi, hızla onu geri çekti ve şöyle dedi, “Fark etmez, boşver.”
Hua Cheng sahte bir gülümsemeyle uğraşmak bile istemedi ve omuz silkti, “Ne olmuş sana küçümseyerek baktıysa? Senin hakkında yüksek derecede saygı görmeye değer bir şey var mı?”
Qi Rong öfkeden deliye dönmüştü ve telaşlanmıştı, “SANA TÜKÜRÜRÜM, TÜKÜRÜR! YANİ, YANİ NE OLMUŞ BANA KÜÇÜK BAKTIYSA ÖYLE Mİ? BU ATA… BU ATA… BU ATANIN ÇOCUĞU VAR!”
“…”
“…”
Qi Rong çılgın bir şekilde kıkırdamaya başladı, “Hehe! Ucuza mal olmuş olsa da yine de sizin gibi soy kurutan iktidarsız korkaklardan daha iyidir! SEKİZ YÜZ YILDA BİR TANEYE BİLE SAHİP OLMAYI HAYAL ETME! HEHEHAHAHAAHA…”
Xie Lian ve Hua Cheng onu suskunca izlediler. Hua Cheng de Qi Rong için başka kelime harcamak istemiyordu ve yalnızca Xie Lian’e kaşlarını kaldırdı, birkaç kelime fısıldadı, “Asla bilemezsin.”
Xie Lian onun sadece şaka yaptığını biliyordu ve zayıfça gülümsedi. Ancak beklenmedik bir şekilde, o güldükçe, Qi Rong'un çılgın kahkahası giderek küçüldü. Sonunda, bir aşağı bir yukarı zıplayan yeşil, yağlı, hayalet ateş topu söndü.
Lang Qian Qiu, Qi Rong'un hayalet ateşinin kendi kendine mi söndüğünü yoksa onu söndürenin kendisi mi olduğunu bilmiyordu ve şaşkın bir şekilde öylece durdu. Gu Zi de şaşkındı ve Lang Qian Qiu'nın parmaklarının her birini açmak için yukarı çıktı. Ama hiçbir şey olmadığını görünce yere düştü ve yerdeki kömürleşmiş kalıntı yığınını kazmaya başladı, elleri siyah isle kaplanana kadar kazıdı ama yine de yeşil ışık yoktu, bu yüzden ama Lang Qian Qiu'nun cübbesine tutunmaktan başka bir şey yapamadı, "Babam nerede..."
Lang Qian Qiu'ya yalvardı ama Lang Qian Qiu ne diyeceğini bilemedi ve gözlerini Xie Lian'a dikti. Xie Lian da ne diyeceğini bilemedi, sadece iç çekerek gitmek için arkasını döndü. Arkasından Gu Zi'nin aralıksız sesi geldi, "Gege, babam nerede? Hâlâ buralarda, değil mi? Zaten üç diyarın en güçlü kralı olmak için xiulian uyguladığını söylemişti, ölemez. Hâlâ buralarda, değil mi?"
Sinir bozucu Qi Rong nihayet ortadan kayboldu.
Ancak Xie Lian şu anda ne diyeceğini bilmiyordu, ne hissettiğini bile anlayamadı.
Dürüst olmak gerekirse, eğer bu konuyu dikkatlice düşündüyse, Qi, Rong'un sözleri gerçekten de reddedilemez görünüyordu.
Genç olduklarından beri o gerçekten de onun bu genç kuzenine pek fazla değer vermiyordu. İlk başta Qi Rong'a sempati duydu daha sonra ona sadece öfke, baş ağrısı oldu ve onu görmezden gelmek, umursamamak, ilgilenmemek için elinden geleni yaptı. Ama Qi Rong’a ‘küçümseme’ ile baktı mı diye sorulursa, o zaman…bu da oldukça doğru görünüyordu.
Bu sadece küçümseme değildi. Ayrıca bir zamanlar Qi Rong'dan o kadar nefret etmişti ki, küllerini ezmek her yere dağıtmak istemişti. Ama bu kadar uzun süre yaşamış, bu kadar çok şey deneyimlemiş olduktan sonra ona bakmak için geriye baktığında gerçekten de sıkıntı ve yorgunluk dışında hiçbir şey kalmamıştı.
Belki biraz küçümseme vardı ama bunun artık önemi yoktu.
Ne sevinç ne keder.
Aramalarına devam ettiler ama sonuçsuz kaldı. Enkazdan aşağı indikten sonra Shi Qing Xuan zaten uzun bir süredir yerde bekliyordu, “Ekselansları, durum ne?”
Xie Lian kafasını salladı, “Onu bulamadık.”
“Bu nasıl olur?”
Cennet mensupları tartışmaya başladı, “Cidden ölmüş olabilir mi? Küle dönmüş falan?”
“Eğer saklanıyorsa o zaman çok korkunç.”
“Ama nerede saklanabilir ki? Bakan çok kişi var!”
Shi Qing Xuan etrafına baktı ve sordu, “ekselansları, önceden beri sormak istediğim bir sorum var. Nan Yang ve Xuan Zhen nerede?”
Doğru, sanki hiç kimse Feng Xin'i ve Mu Qing'i uzun bir süredir görmemiş gibi görünüyordu. Cennet mensupları yine sohbet etmeye başladılar, “Bu iki general, General Pei ile aynı olamaz, değil mi? Cennet Başkentinde kendi saraylarında mahsur kalıp ve dışarı çıkmadılar mı?”
“Bu imkansız… General Nan Yang’ın çıktığını gördüm! Bununla birlikte aynı zamanda birini arıyordu…”
#xie lian#jun wu#tian guan ci fu#feng xin#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#hualian#jian lan#lang qianqiu#qi rong#shi wudu#shi qingxuan#yushi huang#ban yue#bai wuxiang#guoshi#nan yang#xuan zhen
12 notes
·
View notes
Text
Cesaretimi toplayıp duvardaki aynaya çevirdim suratımı.
Yansımamdaki harelerimle bakıştım uzun uzun.
Tanımaya çalıştım en başta , zira benim tanıdığım kız bu yansımaya benzemiyordu.
Ellerimi gezdirdim suratımda yavaş yavaş.
Sanki ilk kez keşfediyor gibiydim bana ait olan ve bir o kadar da yabancı o yüzü.
Gözlerimdeki ışık sönmüştü adeta,
Mor halkalar vardı çevresinde.
Beyaz tenim iyice solmuştu,
Çatlayan dudaklarım fazlasıyla kuruydu,
Adeta çökmüş bir ifadem vardı,
Tanıdığım o görüntüm geldi aklıma,
Parlayan gözlerim,
Işıl ışıl cildim ,
Sevdiğim gülüşüm,
Yoktu artık .
Gülümsemek istedim,
Bir umuttu içimdeki,
Lakin olmadı,
Gülümsemem ilk defa gözüme bu kadar yapmacık geliyordu.
Ellerim saçlarıma gitti bu sefer ,
Yer yer kesilmiş,
Bir modeli olmayan,
Cansız ve yıpranmış saçlarım,
Ellerim titredi adeta her dokunuşumda,
Yavaş yavaş nefes alamadığımi hissettim ,
Ellerim boğazıma dolandı,
O ana dek kendi gözlerimin içine bakamamıştım,
Korkuyordum,
Lakin bir cesaret kendimle göz göze geldim,
Harelerimin derinlerinde o acıyla bir başına bıraktığım kız çocuğunu gördüm,
Bir damla yaş süzüldü yanağımdan aşşağı,
Ve bir damla daha ,
Dişlerimi sıktığımı ,
Dudaklarımın titredigini ,
Sornadan farkettim .
Daha fazla mecalim kalmadı,
Ve bu benim yıkılışım oldu,
Bedenim beni daha fazla taşıyamadı,
Kendimi dizlerimin üstünde buldum,
Buğuluydu etraf ,
Titreyen ellerimi zor seçiyordum,
Titreyen yanlız bedenim değildi,
Ruhum da titriyordu ,
Parçalara bölünüyordum adeta,
Ve bu hatırladığım son şeydi,
Gerisi kendimi bilmediğim bir karanlığın kollarına bırakmak oldu...
Kırılmış bir kadın
52 notes
·
View notes
Text
Seninle alakalı her şey hala elimi titretirken senin gözlerinin ışığı başkasına bakarken titriyormuş. Hani bir kere demiştim ya bana dünyaları verdin diye. Sen bugün bir defa daha benden o dünyaları aldın. Sana o isminle mi hitap ediyor mesela? Tek ben ederdim ya hani? Ne diyor sana;) Bakınca ona da gözlerin Işıl ışıl mı? Bu kadar kolay mıydı?
#kitap alintilari#edebiyat#kalp kırıklıkları#şiir#geceye not#alıntı#books#kalpkıran#geceyedair#spotify
11 notes
·
View notes
Text
Çok mutluydu kadın...Dünyanın nasıl bir yer olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Sadece iyi düşünen, güzel bakan çocuksu bir yanı vardı. Yirmi yaşına kadar her şeyden bihaber olarak yaşadı. İçinde hep saf duygular besliyor, dışarda çocukların oyunlarına katılıyor ve hep şarkı söyleyerek danslar ediyordu...Sonra.. Sonra aşık oldu...Saftı...Bihaberdi olacaklardan...Kalbi gibi temiz sevdi...Heyecanlıydı...Daha da çocuk oldu sevilince...Haberi yoktu, sevgisiyle sınanacaktı...Ve bir gün yitirdi tüm çocuksu duygularını Büyüdü kadın...Kendinde olmayan duyguları keşfetmeye başladı...Özlem yerini öfkeye...Aşk yerini nefrete...Heyecan yerini kırık bir kalbe bıraktı...Işıl ışıl gözlerinde tahammülsüzlüğün soğuk karanlığı vardı artık...Bu değildi o, buna dönüştürüldü....Midesinde uçuşan kelebekler bir an da dikenli tel örgülere dönüştü. ..Öyle ya,..Aslında hiçbirimiz mutsuz değiliz, hepimiz sadece sevdiklerimizin ittikleriyiz karanlığa...O kız çocuğu artık kadın oldu, kendisinden çalınan duygularıyla...Afalladı...Daha önce güçlü olmaya hiç ihtiyaç duymamıştı...Savunmasızlık ne demek...Kandırılmak ne demek...Kalp ve hayal kırıklığı, güvensizlik ne demek...bilmiyordu, hazır da değildi o yüzden...Büyüdü kadın ama kendi değildi artık...Arayacak arayacak ama bir daha kendine rastlamayacaktı...Çok mutluydu kadın...Ki her kadın çocuk barındırır içinde,...Çocuktu yirmisinde bile öldürülmeden önce...
Siyahımsı...'🎈
#güçlü kadın#hüzün#kırgınlık#nefret#aşk acıtır#bazı şeyler hiç değişmez#çocuksu yanım#ayameftun#kendine yazar#kendime not#yorgun#sevmek
7 notes
·
View notes
Note
Bazen geç kalabiliyor insan
Bazı şeyleri yaşamak için
Çoktan vazgeçmiştim çocukluğumdan
İlk defa gördüğümde ateş böceklerini
(Bir yanım hep çocuk kalsa da)
Ve bundan mıdır bilinmez
Utandım ağlamaktan sevdiklerimin ölümlerine
Çoktan vazgeçmiştim çocukluğumdan
Gerçek bir mermi geçtiği zaman üzerimden
Yüzleri asıktı
Belki de hiç gülmemişlerdi ömürleri boyunca
Öldür dediler sadece ölmemek için
Ölmeyecek kadar çocuktum oysa ben
Ve öldüremeyecek kadar insan
Başka şeyler vardı oysa beynimde
İnsanca ve insana dair
Aşk gibi hürriyet gibi
Dağ başlarında değil
Bir sevgilinin gözlerinde sabahlamak mesela
Işıl ışıl bir şehrin tan yerinde
Yorgun argın uzanmak sımsıcak yatağıma
Seni sevmek gibi bir şey vardı oysa beynimde
Bazen öyle geç kalıyor ki insan
Yaşamak için bir çok şeyi
Yirmi yaşımı çoktan geçmiştim
İlk defa gördüğümde ateş böceklerini
Ondandır sürekli çocuk gülümseyişi yüzümün... :)
``Jandarma Komando Asteğmen- Melih COŞKUN
Stabil - gökyüzü
Artık parmaklarım şiir kokmuyor. Cümlelerim sevgi ne bilmiyor. Ben neyim bilmiyorum.
Kafamın içinde, her şey orda. Kendime geç kalıyorum. İçimden bir şeyler kopuyor, Ruhum darmadağınık, bedenim derli toplu. Ben nerdeyim bilmiyorum.
Kendimle girdiğim her savaşı kaybettim. Şimdi evin yolunu bulamıyorum. Evim nerde ?. Gördüğüm her şey silik ve bulanık. Nereye bakıyorum ben ?.
Ruhumun duvarları yıkılmış. Dokunsalar parçalanacağım. Bahar uğramamış sokağıma hala, Çiçek açmamış bahçem evim de yokmuş. Küsüp kaybolmuşum sanki.
Şiir bana ait.
Sahabe - şimdi farklı şehirlerdeyiz.
7 notes
·
View notes
Text
Şuraya da yeni pırıltılı pabuçları ile mutlu mutlu dondurma yiyen bir Özgür'ce çizelim 😁🎨🖌️🖼️🍨🧿
192 notes
·
View notes
Text
Sahur vakti bazı evler ışıl ışıl,
Bazı evler mışıl mışıl...
Sen hânemizi her daim
Işıl ışıl eyle Ya Rabbi!
HAYIRLI BEREKETLİ SAHURLAR...
15 notes
·
View notes
Text
ESMER / ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Şarkıdan çıkıp geldi bir esmer ansızın
Koyu renk gözleri çıldırasıyla hüzünlü
Bir esmer geldi pencerelerden kapılardan
Bir esmer geldi kokularla, baygın
Dökülmüş bir kadeh gibi
Kopmuş bir gerdanlık gibi
Bir esmer geldi
Darmadağın
Bir esmer geldi diyorum size
Tüy tüy
Işıl ışıl
Kapkara saçları alnına düşmüş
Öylesine öpülesi dudakları
Öylesine alımlı
Öylesine aşka çağıran
Şarkılardan masallardan romanlardan
Beste beste
Satır satır
Bir esmer geldi duman duman
(...)
6 notes
·
View notes
Text
Işıl ışıl bir yüzü var ve onun gibi bir dolunay yok
Ağız kırmızıdır ve buna uygun bir gül yoktur
Beyaz, kırmızı, onunla eşleşen bir açıklama yok
Sanki güneş adımlarını çevirmiş gibi
وضِيئةُ الوجهِ لا بدرٌ يُشابِهُها
مُحمرّة الثّغرِ لا وردٌ يُدانِيها
بيضَاءُ حمراءُ لا وصفٌ يُطابِقُها
كأنَّها الشّمسُ قَد مالت خطاوِيها. She has a radiant face and there is no full moon like her
The mouth is red, and there is no rose to match it
White, red, no description matching it
As if the sun had turned its steps
17 notes
·
View notes
Text
Ah, ben mi? Ben sadece kendini kandıran bir zavallıyım. Dışarıya yansıttığım pozitifliğe tezat olarak kendinden nefret eden çürümüş bir varlığım sadece. Işıl ışıl kapağıma aldanır, beni tanımaya çalışırsan yıpranmış yapraklarımı görür ve hayal kırıklığına uğrarsın. O yüzden beni daha fazla yorma ve uzaktan hoş gelen müziğin keyfini çıkar.
44 notes
·
View notes
Text
Mustafa Kemal’i Düşünüyorum
Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri.
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri,
Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum;
Ölmemiş bir kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde,
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde.
Mustafa Kemal’i düşünüyorum,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl, görüyorum
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum.
Ümit Yaşar Oğuzcan
#dizyarasi#alıntı#atatürk#mustafa kemal atatürk#gazi mustafa kemal#on kasım#10 kasım#şiir#şiirler#ümit yaşar oğuzcan#mustafa kemal’i düşünüyorum#mustafa kemalin askerleriyiz#atatürk’ü anma#mustafa kemal#mustafa kemal paşa
9 notes
·
View notes
Text
'Damlalarca kanlar akıyor
"Ne yaptığını zannediyorsun!
Neden hâlâ yaşıyorsun?"
Zamandan bağımsız
Işıl ışıl moda evinin bordo perdeleri..
Tatlı mı tatlı büsbüyük mankenleri,
Çok uzaklarda yaşamları son bulurken,
Kelebekler uçuşurken..
Zamanla birlikte
Saygısızca sevgisizleşiyorlar!
Kapkaranlık sokakların ardında bıraktıkları
Çaresiz bedenleri değilmişçesine.
Anılardan bahsediyorlar,
Bizar edici hayallerden..
Asla hayata geçirilmeyecek sözler,
Akıp gidiyor
Oluk oluk kanlar...'
5 notes
·
View notes
Text
Sebze yiyelim biraz ya bir zeytinyağlı yeşil fasulye yiyelim. Taze domates ile yapılmış. Işıl ışıl parlayan salçasız zeytinyağlı fasulye
9 notes
·
View notes