#Göçmen krizi
Explore tagged Tumblr posts
tatilgez · 1 year ago
Text
Finlandiya'dan sonra Estonya da Rusya'yı göçmenleri silah olarak kullanmakla suçladı
İçişleri Bakanı Laanemets, göçmenlerin Estonya sınır kapılarına “planlı bir şekilde ve 7-11 kişilik gruplar halinde” geldiğini ve Rus sınır muhafızlarının, geri itilen göçmenleri tarama cihazıyla görüntülediğini söyledi. REKLAM Estonya İçişleri Bakanı, Rusya’yı, güvenliği baltalamak ve ülke nüfusunu istikrarsızlaştırmak amacıyla göçmenleri sınırına getirmek için “karma saldırı operasyonuna”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
epifizz · 1 year ago
Note
Ne olacak bu halimiz?
Ben kahin ya da tarihçi değilim bu konuda bir şey söylemek bana d��şmez ancak tarihe baktığımda geçmişte neler yaşandığını görmek bir fikir veriyor.
Nietzsche'nin nihilist dönemindeyiz gibi hissediyorum. Tüm anlam kurguları birbir önemini yitiriyor, toplumlar ve kültürler çözünüyor yeni bir dizge ihtiyacı dile gelmemiş bir şekilde her köşeden haykırılıyor. Kapitalizmin temelinde yatan borç ekonomisi daha önce tekrarlarını gördüğümüz şekilde kopma noktasına geldi, böyle durumlarda kapital ekonomi kopma yaşayarak çeşitli şekillerde (kriz, savaş ya da darbe) kendini sıfırlama yoluna gidiyor ama bunun faturası da genellikle halka oluyor. Şirketler çok beslendi, ekonomi artık durgunlaştı birkaç devin yanında insanlar büyümeye gidecek atılımlar yapamıyor. Bunun yanında hareket serbestisi olan ekonominin görülmeyen sorunu olan göçmen krizi kimlik sorunları yanında kültürel çözünme ve eş miktarda kültürel tutuculuğu yani sonuç olarak daha sağcı ve daha tutucu iktidarları yaratıyor. Bu iktidarlar istikrarlı bir şekilde diyaloğu kesmeye ve düşman imgesine odaklanarak bir savaş ortamını besliyor. Amerika açık bir şekilde son iki dönemdir son zamanların en kötü iktidarlarını deneyimliyor işin kötüsü bu iki iktidar da farklı partilerden... Öbür yanda Ortadoğu zaferlerinde sarhoşlaşmış ve kan tadını almış Rusya savaştan savaşa atlıyor, Çin yükselmeye başlamışken AB devletleri muhafazakar kabuğuna çekilmiş durumda. Göçmenler insanları tekrar aryancılığa yaklaştırıyor. Bu da yetmezmiş gibi Fransa özellikle silahlı bir Avrupa Birleşmiş Ordusu arzusunda.
Dünyanın hemen her yerinde gençler umutsuz, hayat pahalılığı her yeri vuruyor. Gençler orta sınıf ailenin bir bireyi olarak ev alabildiğin günlerin artık çok eskide kaldığını hissediyor. Modern vaatler bir bir çökmekteyken insanlar yeni paradigma arıyor. Kimse geleceğin daha aydınlık olacağını, teknolojinin ve bilimin bize hayat kolaylığı sağlayacağına inanmıyor artık. Teknoloji ve bilim bir pazar olarak başka bir kapitalist yüz gibi kanımızı emiyor ve bağımlılıklarımızı besliyormuş gibi algılıyoruz artık. Eski paradigmalar çöküyor, eskiden daha eskilerin çöktüğü gibi. Koca bir anlamsızlık çağındayız, yeni bir paradigma için çevresine bakınan insanlar gizlenmiş neo-nazi kimliklerine ya da spiritüel şarlatan söylemlere düşüyor birer birer. Okullar da bir krizin içinde, her üniversite bağnazlaşmış çeşitli istatistikleri yukarıda tutmaya özen gösteren bir markaya dönüşmüş durumda. Tüm değer sistemimiz de aynı şekilde parçalanmış durumda, değer kişinin ya da şeyin kendinde aranmıyor artık. Değer yalnızca şeyin parasal karşılığı, üst sembolik anlamı (markası) veyahut ötekilerin rağbeti bir beğeni ve görüntülenme mekanizması üzerine kurulu. Ve bu değer atfetmede eşya ile kişi ayrımı iyice silikleşmiş durumda. Nietzsche tam da böyle çöken, içi boşalan ve kıvranan çağlara nihilist dönemler olarak bakıyor. Bunu yeni doğmakta olanın doğum sancıları olarak görüyor. Ama şu da var ki Nietzsche her ne kadar kıta felsefesinde ayrıksı bir isim de olsa, modern bir gelecek algısı ile tarihe bakıyor. Bu nihilist dönem her ne kadar deneyim olarak karanlık da olsa anlamca olumlu olduğu görüşünde kendisi. Ama bizim çağımızda gelecek konusunda iyi ya da kötü bir algı yok sadece ve sadece belirsizliğin kaygısı var, burada dahi bir yokluk algısı var çağımızda.
Tarih bize şu zamana kadar böyle anlarda yıkım, çözünme ve ardından yeni bir söylem getirdi. Gelecekte ne olur bilemem dediğim gibi kahin değilim ama şimdide bu oluyor ve geçmişte böyle anlardan sonra bunlar olmuştu.
9 notes · View notes
pazaryerigundem · 9 months ago
Text
İmamoğlu'ndan İsrail tepkisi
https://pazaryerigundem.com/haber/169666/imamoglundan-israil-tepkisi/
İmamoğlu'ndan İsrail tepkisi
Tumblr media
İBB, AB Türkiye Delegasyonu Başkanlığı ile birlikte ‘Avrupa Günü’ kutlamalarının İstanbul ayağına, kurum tarihinde bir ilk olarak ortak ev sahipliğini yaptı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Türkiye’deki görev süresi dolan Büyükelçi Meyer-Landrut’un veda etkinliğine dönüşen kutlamada yaptığı konuşmada, “İsrail’in, dün, ateşkes teklifini reddederek, 1,5 milyon Filistinlinin sığındığı Refah kentine askeri harekat başlatmasını yine izlemekle mi yetineceğiz? Avrupa’yı ve insani değerlere önem veren tüm ülkeleri, bu vahşete ‘dur’ demeye çağırıyorum. Gazze’de olanlar, insanlık tarihinde kara bir leke haline gelmiştir. Buna daha fazla izin verilmemelidir” dedi. 
İSTANBUL (İGFA) – İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), tarihindeki ilklerden birini daha Başkan Ekrem İmamoğlu döneminde gerçekleştirdi. İBB, Türkiye’de bir yerel yönetim olarak, AB Türkiye Delegasyonu Başkanlığı ile birlikte “Avrupa Günü” kutlamalarının İstanbul ayağının ortak ev sahipliğini yaptı. Haliç Kongre Merkezi Sahil Alanı’nda düzenlenen Avrupa Günü kutlaması; İBB Başkanı İmamoğlu, Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Meyer-Landrut, Atina Belediye Başkanı Haris Doukas, Saraybosna Belediye Başkanı Benjamina Karić ve B40 Balkan Şehirler Ağı Dönem Başkanı Tiran’ın Belediye Başkan Yardımcısı Anuela Ristani ve İstanbul’da görev yapan yabancı ülke misyon şefleri ile çok sayıda özel davetlinin katılımlarıyla gerçekleştirildi. Kutlamada, İmamoğlu ve Türkiye’deki görev süresi dolan Büyükelçi Meyer-Landrut birer konuşma yaptı.
Tumblr media
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ GİBİ AB’NİN TEMEL ALDIĞI DEĞERLER GERİLEME SÜRECİNDE”
İmamoğlu, Avrupa Günü’nde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“’Avrupa Günü’nü kutlamak, önem verdiğimiz ortak değerlerimizi hatırlamak için iyi bir fırsat. Bizim için AB, her şeyden önce demokratik bir barış projesidir. Uluslar arasındaki birliğin, etnik köken, dil veya din farkı gözetmeksizin demokratik ve insani ideallerin bayrağı altında kurulabileceğinin bir kanıtıdır. Ancak, uzun bir süredir AB hem içerde hem de sınırlarının dışında yeni sınamalarla karşı karşıya kaldı. Euro krizi ve 2010’ların başındaki göç baskısıyla artan sorunlar, Brexit, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve son olarak Gazze’de yaşanan insanlık trajedisinin ortaya çıkmasıyla derinleşti. Bu jeopolitik çalkantıların sonuçları, Avrupa’daki liberal demokrasileri adalet, insan hakları ve özgürlükler üzerinden test ediyor. Hükümetlerin bu sorunlara halkın beklentileri yönünde cevap verememesi, popülist otoriter liderlere doğru bir kaymaya yol açıyor. Esasında, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi AB’nin temel aldığı değerler maalesef küresel olarak da gerileme sürecinde.”
“BU DEMOKRATİK KRİZ DÖNEMİ, AVRUPA VE TÜRKİYE İÇİN NE ANLAM İFADE EDİYOR?
“Peki içinde bulunduğumuz bu demokratik kriz dönemi, Avrupa ve Türkiye için ne anlam ifade ediyor? Geçen hafta sonu Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun daveti üzerine, Avrupa’nın yaşadığı demokratik krizi ele almak üzere sosyal demokrat belediye başkanlarıyla Paris’te bir araya geldik. Orada da şu soruyu sordum: Kendisini ‘demokratik ideallerin muhafızı’ olarak konumlandıran Avrupa, bu değerleri tutarlı bir biçimde savunduğunu samimiyetle söyleyebilir mi? Göçmen ve mülteci sorununun AB dışındaki ülkelere aktarılmaya çalışılması, bunun aksini göstermektedir. Konu, mültecilerin Avrupa ülkelerinde barınmasına izin verilip, verilmemesi değil, onların Türkiye gibi, Avrupa sınırı dışındaki ülkelerde tutulmasının politika haline getirilmesidir. Bu durum, mülteci meselesinin popülist ve yabancı düşmanı siyasi söylemlerde kullanılmasına zemin hazırlıyor ve sağ otoriterlik Avrupa’da güçleniyor. Oysa, Türkiye ve İstanbul, dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke ve şehirlerin başında geliyor. Buna rağmen, Türkiye’de demokratların güçlenmesi önemlidir.”
“BİZİM GİBİ, AVRUPA İDEALİNİ ÖNEMSEYEN İNSANLARI ENDİŞELENDİREN…”
“Avrupa’daki mevcut hükümetlerin Gazze’de yaşananlara verdikleri, daha doğrusu veremedikleri cevap da Avrupa’nın insani değerlerinin farklı coğrafyalarda tutarlı bir şekilde savunulamadığı anlamına geliyor. Aralarında kadınların ve çocukların bulunduğu on binlerce masum Filistinlinin, tüm dünyanın gözlerinin önünde katledilmesinin daha yüksek bir sesle eleştirilmesi ve kınanması gerekmez mi? Bazı hükümetler, bırakın kendileri bunu yapmayı, bunu yapan vatandaşlarının toplantı ve gösteri haklarını, ifade özgürlüklerini kısıtlama yoluna gidiyor. Bu ise, Avrupa’nın demokratik değerler üzerinde yükselen evrensel bir barış projesi olma niteliğinin sorgulanmasına yol açıyor. Bizim gibi, Avrupa idealini önemseyen insanları endişelendiren en önemli konulardan birisi budur.”
“İSRAİL’İN REFAH’A ASKERİ HAREKATINI YİNE İZLEMEKLE Mİ YETİNECEĞİZ?
“İsrail’in, dün, ateşkes teklifini reddederek, 1,5 milyon Filistinlinin sığındığı Refah kentine askeri harekat başlatmasını da yine izlemekle mi yetineceğiz? Avrupa’yı ve insani değerlere önem veren tüm ülkeleri, bu vahşete ‘dur’ demeye çağırıyorum. Gazze’de olanlar, insanlık tarihinde kara bir leke haline gelmiştir. Buna daha fazla izin verilmemelidir. Önümüzdeki dönemde AB’nin kendi iç demokrasi mücadelesine devam edeceğini gözlemliyorum. Haziran ayında gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu seçimlerini, dikkatle takip edeceğiz. Türkiye’de ve Avrupa’nın diğer bazı ülkelerinde karşılaştığımız demokratik gerilemeye, ancak kapsayıcı, katılımcı ve halkın sesine kulak veren yeni bir siyaset kültürü ve bu anlayışla inşa edeceğimiz siyasal ve ekonomik kurumlarla çözüm bulabiliriz.”
“MART 2024 YEREL SEÇİM SONUÇLARI, TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRATİK GERİLEMEYE SON VERDİ”
“Türkiye de kendi içinde derinleşen bir demokrasi krizinden geçiyor. Ülkemizde son 10 yılda kurumsal yapı zayıflatıldı. Arkasından tek bir lider etrafında otoriter bir siyasal rejim şekillendi. Mart 2024 yerel seçim sonuçları, Türkiye’deki demokratik gerilemeye son verdi. Seçmen, muhalefeti güçlendirerek, siyaset zeminindeki meşruiyeti yeniden dağıttı. Bu sonuç, demokrasimizin dayanıklılığının göstergesidir. Bu zor zamanlarda Türk halkı demokratik değerlere olağanüstü bir bağlılık gösterdi. İstanbul’da geçtiğimiz 5 yıl boyunca, siyasi görüşü ne olursa olsun, İstanbulluların her kesimine hizmet götürdük. Kutuplaşmanın ilacı buydu. ‘İstanbul İttifakı’ adı altında kapsayıcı bir toplumsal hareket inşa ettik. Dahası; halkın endişelerini dinlemenin ve bunlara uyum sağlamanın önemini gösterdik. Toplumla, güçlü ve samimi bir iletişim kurduk. Bu siyasi zeminde CHP, liyakatli adaylarla halkın karşısına çıktı ve ülke genelinde her kesimden 3,5 milyondan fazla yeni seçmen kazandı. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 65’inden fazlasını ve ekonomisinin, neredeyse yüzde 80’ini oluşturan belediyeleri, sosyal demokrat belediye başkanları yönetiyor. CHP, Türk siyasetinin yeni ağırlık merkezi haline geldi.”
“BİRLEŞİK VE DEMOKRATİK BİR AVRUPA, TÜRKİYE’NİN KATILIMI OLMADAN GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ”
“Avrupa, kendi demokratik sorunlarıyla mücadele ederken, Türkiye’nin rolü sıklıkla göz ardı edilmektedir. AB’nin, ‘önce Avrupa’ vizyonunun demokratik bir Türkiye’yi kucaklaması gerektiğini fark etmesi elzemdir. Avrupa’ya yönelik varoluşsal tehditlerle mücadele, Türkiye’yi de içeren kapsayıcı bir yaklaşımı gerektirmektedir. CHP olarak biz, Türkiye’yi her zaman Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olarak gördük ve kendimizi Avrupa meseleleri ve çözümlerinin paydaşı olarak konumlandırdık. İddiamız şudur: Birleşik ve demokratik bir Avrupa, Türkiye’nin katılımı olmadan gerçekleştirilemez. Bu nedenle, AB’nin genişleme politikaları tartışılırken, Türkiye’nin adının geçmemesi, 60 yıldır süregelen ortaklık ilişkisinin ve 20 yılı aşkındır devam eden üyelik sürecinin yok sayılması kabul edilemez.”
“KATILIMCI ‘İSTANBUL MODELİ’, SADECE TÜRKİYE’DE DEĞİL, AVRUPA’DA DA İLHAM KAYNAĞI OLMAYI SÜRDÜRECEK”
“Büyükelçi Meyer-Landrut’un konuşmasında bahsettiği gibi, İstanbul’un karbon-nötr bir şehir olması ve iklim değişikliğine adaptasyon programı gibi AB ile beraber başarılı projelere de imza attık. Fakat bunlar yeterli değil. Önümüzdeki dönemde, AB’nin yerel yönetimlerle daha yakın çalışmasını ve etkisi halkımız tarafından da hissedilebilen projeleri birlikte hayata geçirebilmeyi hedeflemeliyiz. İstanbul’daki yönetim anlayışımızın temelinde, demokrasi ve katılımcılığın olduğunun altını çiziyorum. Bunu, son 5 yıl içerisinde yaptığımız icraatlarla kanıtladık. İnsanı odağımıza alıyor, ayrım gözetmeden 16 milyon İstanbulluya eşit hizmet veriyor, şehri yurttaşlarla birlikte yönetiyoruz. Önümüzdeki 5 yıllık dönemde de aynı anlayışla çalışmaya devam edeceğiz. Katılımcı ‘İstanbul Modeli’, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da ilham kaynağı olmayı sürdürecek.”
AVRUPA GÜNÜ’NÜN ÖYKÜSÜ
1985 yılında, “Avrupa Tek Senedi”nin temellerinin atıldığı “Milano Zirvesnüi” kapsamında alınan kararla birlikte; 9 Mayıs, “Avrupa Günü” olarak ilan edildi. 9 Mayıs’a sembolik önemi kazandıran tarihi gelişme ise, dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın, 9 Mayıs 1950 tarihinde okuyarak, ilan ettiği “Schuman Bildirisi” olmuştur. Söz konusu bildiride, Avrupa’da, barışçıl ilişkilerin kalıcı bir şekilde tesis edilmesinin zaruri olduğu vurgulanmış; daha sistematik ve organize bir Avrupa kurulabilmesi adına bir kanun teklif edilmiştir. Bu kapsamda, Fransa ile Batı Almanya’nın kömür ve çelik sanayilerinin tek çatı altında birleştirilmesi önerilmiştir. Söz konusu fikir dâhilinde oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, birliğe giden yolun kilometre taşı olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda “Schuman Bildirisi”, bir nevi AB’nin başlangıcına giden fikriyatı ortaya koymaktadır. Avrupa Günü, gerek üye ülkelerde gerekse de aday ve potansiyel ülkelerde çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. 9 Mayıs Avrupa Günü, 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsünün verilmesiyle birlikte; 2000 yılından bu yana, Ankara ve İstanbul merkezli olarak, Türkiye’de de kutlanmaktadır.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
sondakika02com · 1 year ago
Text
Tumblr media
ABDde kaçak göçmen krizi büyüyor http://dlvr.it/T1x6wS
1 note · View note
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
1 Mayıs İsviçre kentlerinde direnişle karşılandı
Tumblr media
🇨🇭SESİ- İsviçre’nin onlarca merkezinde kadın emeğinin sömürüsüne karşı “Kadın emeği değerlidir” diyerek alanlara çıkan on binler, 1 Mayıs'ı “Jin, jiyan, azadî” sloganıyla karşıladı.
Tumblr media
Emekçilerin Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs, İsviçre'nin İsviçre’nin Zürih, Cenevre, Lozan, Basel, Bern, Luzern, St Gallen, Wintherthur, Solothurn dahil onlarca merkezinde düzenlenen etkinliklerle kutlandı. ZÜRİH Zürih 1 Mayıs Komitesi tarafından 29 Nisan'da başlayan kutlamalar, bugün binlerin katılımıyla düzenlenen yürüyüşle devam etti. Alte Kaserne meydanında 29 Nisan'da başlayan kutlamalarda İsviçre, Kolombiya, Küba, Afganistan, İran, Filistin, Türkiye ve Kurdistan’dan çok sayıda göçmen kurum, örgütler, siyasi parti, sivil toplum kurumları ve sendikalar tarafından stantlar açıldı. Üç gün boyunca devam eden etkinliklerde iklim krizi, doğanın yıkımı, kadın özgürlüğü, cins eşitliği, savaşlar, ekonomik kriz, ırkçılık ile göçmen sorunlarının ele alındığı podyumlar ve sunumlar gerçekleştirildi. 1 Mayıs etkinlikleri kapsamında bugün düzenlenen yürüyüşe ise binlerce kişi katıldı. Helvetiaplatz’da bir araya gelen binler, üzerinde “Jin, jiyan, azadî” yazılı ana pankart arkasında yürüyüşe geçti. Oluşturulan yürüyüş kortejinde yer alan kurumlar tarafından yürüyüş boyunca kapitalist sistemin kadınlara, işçi ve emekçilere, ezilen halklara, doğaya, yaşama yönelik saldırılarına karşı açıklamalar okundu. Anarşist ve otonom gruplar tarafından bankalara kapitalist iş merkezlerinin camlarına boyaların fırlatılması üzerine çok sayıda kişi gözaltına alındı. Yaklaşık bir saat süren yürüyüşün ardından Bellevue alanında ulaşan kitle, burada bir miting gerçekleştirdi. 1 Mayıs Komitesi tarafından yapılan konuşmalarda “Toplumsal cinsiyet adaleti mücadelesini sınıf mücadelesiyle birleştirelim” denilerek 14 Haziran İsviçre Kadın Grevi'ne güçlü katılım çağrıları yapıldı. Yürüyüş, konuşmalar ardından sonlandırılırken kitle tekrar 1 Mayıs alanına dönerek etkinliklerine devam etti. Alte Kaserne alanında gün boyu düzenlenen etkinliklerde Daf Connection tarafından düzenlenen konser ilgiyle izlendi. Öte yandan Medico International, “Rojava: Devrim, Kadın Kurtuluşu ve Sağlık” konulu panel gerçekleştirdi. 1 Mayıs etkinlikleri geç saatlere kadar süren konserler serisiyle sonlandırıldı. WINTERTHUR Winterthur'da 1 Mayıs etkinliğini İsviçre'nin en büyük sendikası olan UNIA Sendikası organize etti. Etkinlik Aufbau, Antifa, CDK-S Winterthur (Demokratik Kürt Toplum Merkezi), Grünen Partisi, sosyalistler, anarşistler ve çeşitli grupların katılımıyla gerçekleşti. Saat 11:00’da Steinbergasse’de başlayan yürüyüş, yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Yürüyüş boyunca 1 Mayıs'ın anlam ve önemine ilişkin birçok slogan atıldı. Yaklaşık bir buçuk saat süren yürüyüş, Winterthur şehir merkezi içinde devam etti. Yürüyüş, renkli görüntülerle başladığı noktaya geri döndükten sonra buruda yapılan konuşmalarla son buldu. BASEL Basel'de düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşünde, kanton polisi otonom ve anarşist grupları hedef alarak saldırdı. Sabah saatlerinde Die Welt Park’ta bir araya gelen siyasi parti, sendika ve göçmen kurumlar buradan yürüyüşe geçti. İlk 10 dakika boyunca normal seyrinde devam eden yürüyüş korteji Elisabethen Kilisesi önünden geçerken ani ve sebepsiz bir şekilde polisin saldırısına uğradı. Enternasyonalist kortejin arasına dalan polis,  Anti-faşist grubu ayırıp, diğer eylemcilerin yürümesinde sorun olmadığını bildirdi. Sebepsiz bu müdahaleye halk tepki gösterdi. Ardından polis orantısız bir şekilde gaz bombası ve plastik mermiyle saldırdı. 1 Mayıs Komitesi, izinli olan bu eyleme karşı yapılan saldırıyı kabul etmediklerini belirterek, ablukaya alınan arkadaşları serbest bırakılıncaya kadar eylemlerini sürdürecekleri mesajını verdi. Polis saldırısında birçok kişi gazdan etkilendi veya yaralandı. Burada 6 saate yakın süren bekleyişin ardından kitle yürüyüşe devam etti. 22 kişi gözaltına alınırken, çok sayıda  kişi de kimlik kontrolü sonrası serbest bırakıldı. Kasernen meydanına ulaşan kitle adına yapılan konuşmalarda polisin orantısız ve anlamsız saldırısı protesto edildi. CENEVRE Cenevre’de Place de Gare'de toplanan dünyanın birçok noktasından farklı örgüt, sendika, oluşum ve siyasi partiden binlerce kişi, 1 Mayıs’ı kutladı. Kentte yaşayan Kürtlerin de dahil olduğu kutlamada, çalınan müzik eşliğinde bir süre halay çekildi. Ardından pankartlar açan kitle flama ve bayraklar taşıdı, düdük çalarak yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca 1 Mayıs'a yönelik açıklamalar okundu. Park du Bastion’da yürüyüş sonlandırılırken, burada da çeşitli etkinlikler düzenlendi. ST GALLEN St Gallen’de aralarında Demokratik Kürt Toplum Merkezi'nin de yer aldığı 1 Mayıs kutlaması büyük bir coşkuyla geçti. Grabenhalle meydanında toplanan kitle, büyük bir coşkuyla kent merkezine doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşün ardından 1 Mayıs alanına ulaşan kitle, burada bir miting gerçekleştirdi. Kurumlar adına yapılan konuşmalarla devam eden kutlamada bilgilendirme stantları açıldı ve bir dizi konser düzenlendi. BELLINZONA   Read the full article
0 notes
yilmazblog · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Sitemize "Dünyanın yüzde 1'i yerinden edildi" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://www.yalansiz.net/guncel/dunyanin-yuzde-1i-yerinden-edildi/
0 notes
aklingolgesi · 3 years ago
Text
IRKÇILIK – Yok Edilmesi Gereken Musibet
IRKÇILIK – Yok Edilmesi Gereken Musibet @bebarbilim #bebarbilim
Irkçılık aşırılıktır. Onunla nerede karşılaşılırsa karşılaşılsın, abartılmış benlik imgeleri ve diğerlerinin aşağılanan imgeleri, şiddetli ve hatta yıkıcı dışlama, radikal baskı, aşırı nefret veya abartılı karalama yapılarak gerçekliğin tek taraflı ve aşırı çarpıtılmasıyla uğraşılmak zorunda kalınır. Irkçılık, en başta sağduyudan uzaklaşılan sürekli aşırılık olarak ifade edilir. Toplum algısında…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
baybaykus · 3 years ago
Text
Ekonomik krizi unutturmak ve onun üzerinden yıpranan hükümeti kurtarmak için 11 yıllık bir sorunu Ümit Özdağ'ın özellikle AKP'ye değil de CHP'ye muhalefet yaparak gündeme taşıması bir tesadüf olabilir mi. Niçin cumhur ittifakını iktidardan edecek ekonomik krizden bahsetmez de göçmen sorununa odaklanır.
Ne güzel planlanmış bir program; aynı anda hem Devlet Bahçeli, Hem Ümit Özdağ, hem de Tayyip Erdoğan Suriyelilerin geri dönüşlerine dair adeta ortak bildiri yayınlıyorlar.
Mehmet Soral
1 note · View note
raperinagel · 5 years ago
Text
AB, Türk şantajını reddetti
AB, Türk şantajını reddetti
AB’nin 27 ülkesinin İçişleri Bakanlarının yaptığı acil bir toplantı ardından ortak bir deklarasyon yayınladı. Açıklamada, AB’nin “Türkiye’nin siyasi amaçlı göçmen baskısına başvurmasını sıkı bir şekilde reddettiği” kaydedildi.
27 ülke, Türkiye’yi ayrıca 2016’daki mülteci krizi sırasında yapılan anlaşma “maddelerini tamamen yerine getirmeye” çağırdı.
Yunanistan’a desteğini yineleyen…
View On WordPress
1 note · View note
ssblog33 · 6 years ago
Text
Büyük Oyun - Yeni Zelanda Saldırısının Perde Arkası
Büyük Oyun – Yeni Zelanda Saldırısının Perde Arkası
Büyük Oyun Yeni Zelanda Saldırısının Perde Arkası
  Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 18 Mart 2019
  Foto: TREASURE MAGAZINE
  Brenton Tarrant adlı Avusturalyalı bir terörist, 15 Mart 2019 Cuma günü, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde iki camiye silahlı saldırı gerçekleştirdi. Müslümanları hedef alan bu acımasız terör saldırısında, 50 kişi hayatını kaybetti, onlarca yaralı var.
Geçmişte…
View On WordPress
0 notes
kamuoyuhaber-blog · 6 years ago
Photo
Tumblr media
İtalyan bakandan Almanya'ya göçmen tehdidi İtalya'nın aşırı sağcı İçişleri Bakanı Matteo Salvini, Almanya'nın göçmenlik başvurusu reddedilen kişileri tarifeli uçak seferleri ile İtalya'ya yollaması durumunda ülkedeki tüm havalimanlarını kapatacağını duyurdu.
0 notes
marcovaldoca · 6 years ago
Text
Missak Manouchian: Komünist Şair. Adıyaman’dan Paris’e bir Partizan.
Misak Manuşyan, 1 Eylül 1906 tarihinde Adıyaman'da doğdu. Ermeni soykırımının yaşandığı 1915 yılında dokuz yaşında olan Misak'ın babası, İttihat ve Terakki'nin yönetimindeki katil çeteleri tarafından öldürüldü. Annesi ise Der-Zor çöllerine doğru gönderildiği ölüm yolculuğunda açlıktan hayatını kaybetti. Kürt bir aile tarafından koruma altına alındığından o dehşet katliamdan kardeşleriyle birlikte sağ kurtulur, Suriye’deki bir Ermeni Yetimhanesi’ne yerleştirilir. 1925 yılında Marsilya’ya yerleşir.
Tumblr media
Fotoğraf: Misak Manuşyan, Şu an Lübnan sınırlarında bulunan, o zamanki bir Ermeni Yetimhanesinde..Manuşyan, boynunda haç olan çocuk.
Burada kısa bir zaman marangozluk yaptıktan sonra ağabeyini kaybeder. Bu arada 1929 Krizi patlak vermiştir. Daha sonra Citroen fabrikasında iş bulur ve aşağıdaki ‘son mektubu’ yazdığı , bu fabrikada tanıştığı, kendisi gibi Ermeni yetimi olan Meline ile evlenir.   Bu süreçten sonra hızlıca politikleşen Manuşyan, işçi örgütleri arasında faaliyette bulunur ve 1934 yılında Fransız Komünist Partisi’ne üye olur. Almanların Fransa’yı işgal etmesiyle birlikte faşizme karşı mücadeleye ağırlık verir. FKP’ye bağlı   FTP-MOI'de (Fransız Savaşçıları ve Partizanları-Göçmen İşçiler Kolu)  katılır, kısa sürede bu grubun lideri olur. Paris’in, işçilerin  yoğun olarak yaşadıkları bölgelerinde faaliyet gösterirler. Çok etkin bu  faaliyetlerden sonra grubun ismi, Manuşyan Grubu olarak anılır.Yaklaşık 60 militandan oluşan bu grup, çeşitli dillerde bildirilerin basıldığı gizli basımevlerinin omurgasını oluşturur. Almanlara ve onların destekleyicilerine karşı eylemler düzenlerler. En tanınmış eylemleri,  Julius Ritter adlı SS generalinin öldürülmesidir. Paris’teki Almanların korkulu rüyasına haline gelen Manuşyan Grubu, 1943 sonunda Naziler ve işbirlikçi Fransız polisi tarafından yakalanırlar. O kadar korkmuşlardır ki , 15.000 kopyasının çıkartıldığı ��’Kızıl Afiş’’ suçlamasında şöyle yazıyordu:       
Manouchian, Arménien, chef de bande, 56 attentats, 150 morts, 600 blessés                                     
(Manuşyan, Ermeni, çete lideri, 56 saldırı, 150 ölü, 600 yaralı)    
Tutuklanan 23 kişiden 22’si, 21 Şubat 1944’ te öldürüldü. Aşağıda ‘’Kızıl Afiş’’ adlı, Manuşyan Grubu’nun anısına Louis Aragon’un bir şiiri bulunmakta. Hemen altında, Manuşyan’ın, karısı Meline’ye yazdığı, bütün yürekliliği ve devrimciliğiyle son mektubu, herşeyi olancasına anlatır. Trajik ve acı dolu hayatını, bütün sorunların temeline oturtan Misak Manuşyan’a,  Enternasyonalist-Devrimciye selam olsun!Nazi faşizminin, onları yargılamak ve suçlamak için bastırdığı afişlerse direnişin bir anısı olarak müzelerde ve arşivlerde yerini aldı. Louis Aragon, ilk olarak 1955’te yayınlanan şiiri “l’affiche rouge” (Kızıl Afiş) de onların adını bir kez daha duyurdu. şiirin bir kısmının çevirisi şöyledir:
  Kızıl Afiş İstediğiniz ne zaferdi ne gözyaşı 
Ne hüzünlü org ne papazın son duası
 On bir yıl nedir ki on bir yıl 
Yaptığınız kullanmaktı silahlarınızı 
Ölüm gözünü kamaştırmaz partizanın 
Asıldı yüzleriniz tüm duvarlara 
Gece ve sabah karasıydınız, korkutucu, süzgün 
Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi 
Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki 
Gelip geçende dehşet etkisi yaratın istediler 
Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi 
Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar 
Kimi parmaklar durmadı ama karartmada 'Fransa için öldüler' yazdı afişe
 Louis Aragon  
3 notes · View notes
mekanadair · 6 years ago
Text
Nilüfer Göle Sunumu
Nilüfer Göle 5 Nisan 2019 tarihinde Brüksel’de “Migration, Racialization and Everyday Resistance in European Cities” serisinin son konuşmacısı olarak “Public Visibility of Religious Difference and Cultural Confrontation” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Nedense günümüz mültecilerini Baudelaire’in 19.yy flaneur’üne benzetti. Halbuki flaneur ekonomik üstünlüğüyle kent içinde özgürce dolaşıp gözlem yaparken, mülteciler genellikle belirli bölgelerde görünmez olarak yaşıyorlar. Ayrıca ölçek olarak da (seyahat özgürlükleri kısıtlandığı halde) bina ve mahalle ölçeğinden ziyade ülkeler arasında yer değiştiriyorlar. Aklıma gelen tek ortak nokta toplumdan kopuk olmaları. Flaneur bilinçli bir şekilde kendini yalıtırken, mülteciler tam aksine istemdışı olarak yalıtılıyorlar. Keşke sorsaydım neyse...
Tumblr media
Göle öncelikle üç farklı durumun birbirine karışmasını önlemek için göçmen krizi, islami terör ve AB vatandaşı müslümanlar olmak üzere üçlü bir ayrıma giderek konusunun AB vatandaşı sıradan müslümanlar olduğunu belirtti. Bununla birlikte, sıradan müslüman (ordinary muslim) kavramının aslında bir oksimoron olduğunu, Avrupa’da müslüman olmanın sıradışı bir durum olarak algılandığını, sıradan ve gündelik olanın da İslam’la bağdaşmadığını vurguladı. Saba Mahmood ve Etienne Balibar referanslarıyla İslam’ın ırksallaştırılması ve kültürel ırkçılık kavramlarına değinerek, Avrupa toplumlarında öne çıkan dört islami fenomen/problematik belirledi: Başörtüsü, cami inşası, toplu dua ve kutsallar (kurban, helal, sünnet, dine küfür vb.).
Göle “mekansal ihlal” başlığı altında, özel alandan kamusal alana, Ortadoğu’dan Avrupa’ya, periferiden merkeze doğru gerçekleşen hareketin bir sosyal yakınlaşmaya sebep olduğunu ve bunun da farklılıkların birbiriyle karşılaşıp çatışma-anlaşma diyalektiğine girmesini sağladığını söyledi. Buna göre Müslümanların Avrupa toplumlarında görünürlük kazanması bir vatandaş olma talebinin işareti olarak okunmalı ve dissensus kapsamında olumlanmalıdır. İlk nesil fabrika işçileri mahallelerinden çıkmaz, dil öğrenmez ve topluma karışmazken; son nesil üniversite eğitimine devam etmekte ve toplum içinde kendini göstermekten korkmamaktadır. Göle’ye göre ‘görünür olmak' kendi başına bir güç belirtisidir.
Bu noktadan sonra problematik farklı olanın ‘yaratıcı biçimde yerleşmesi’ olarak belirlenmekte. Sünnetin hijyen, çocuk üstündeki aile otoritesi ya da düşünce özgürlüğü üzerinden ele alınması; kurban meselesinin hayvan hakları üzerinden ele alınması; başörtüsünün kadın özgürlüğü üzerinden ele alınması aslında din ile ilgilenmeyen fakat Reform, Aydınlanma ve 1968 sonrasında biriken özgürlükçü ve akılcı geleneğin kendini savunması olarak anlaşılıyor sanıyorum.
Göle sanat ve tasarıma oldukça önem veriyor. Örneğin Köln’de Paul Böhm tarafından tasarlanan Avrupa’nın en büyük camisi gibi mimari örnekler üzerinden yaratıcı yerleşmenin olanaklarını sorguladı. Böhm’ün aslında kilise inşasında uzmanlaşmış olmasını bir artı olarak gören Göle, İslami sembolizmden uzaklaşarak herkesin kabul edebileceği bir ortak tasarımın öneminden bahsetti.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sunumda Gilbert&George, Mehdi-Georges Lahlou, Nezaket Ekici, Sarah Maple gibi sanatçıların genelde provokatif olarak algılanan işlerine yer verdi ve İslamofobi terimini kabul etmekle birlikte (fobi kavramı İslami simgelere verilen tepkiyi iyi anlatmakta) bunun ötesine geçilmesi ve ortak yaşam için yaratıcı stratejilerin işe koşulması gerektiğini vurguladı. 
1 note · View note
yavuzbay-fan · 6 years ago
Text
ANLAYANA!
ÇOK-ÇOK DERİNSEL ÜÇ KRİZ.!!
1) Milli Birlik Krizi!
2) Ekonomik Kriz!
3) Suriyeli Göçmen Krizi!
HAL VE VAZİYET BÖYLEYKEN.!!
Sadece her şehrimize birer..
Belediye Başkanı seçilme durumunda..
Üç Ana Krizin Baş Sorumlusu..
DER Kİ;
- 'Bizden olan Beka ve Vatandaş!'
- 'Bizden olmayan Beka'sız ve Dışardan!'
- 'Benim adaylarım müsait.!'
- 'Onların adayı No Müsait!'
DAHASI;
Tüm ülkedeki kendi adayları..
Atanmış. EmirKulu. Sesiz. Kumandalı..
Sanki,
Tüm ülkenin belediyelerini de kendisi fiilen ve bizzat yönetecekmiş potansiyelinde..
Tüm propagandanın Hamisi!
Tüm vaatler Ondan!
Tüm yönetim şekli Kendisinden!
Koskoca Feth-i..
İstanbul'a aday gösterilen,
Binali Yıldırım,
Yenikapı mitinginde sözde 1,6 milyon İstanbullunun önünde,
"projelerimi Cumhurbaşkanımız Erdoğan açıklayacak" diyor.
Tüm Adaylar;
Binali Yıldırım, Mehmet Özhaseki..
Ve tümü..
Televizyon yayınlarına çıktığında tüm vaatlerini önündeki ya da elindeki kâğıttan okuyorlar.
Daha çok da iftira ve çamur ile kazanmak istiyorlar.
2019 Mart Yerel Seçimin Özeti Şu.!
"Ey muhalefet adayları; Formalite seçime buyrun ama seçilme durumunuzu sakın!!
DÜŞÜNMEYİNİZ!?
BEKLEMEYİNİZ!?
HEVESLENMEYİNİZ!?
SON SÖZ;
BU SEÇİM GEÇERLİLİĞİ DEMOKRASİDEN ZİYADE AMPULÜN DAHA DA ZIRH'A BÜRÜNME FORMALİTESİDİR.
HEMDE!
(GTB) GENEL TARAMA BELGESİ.
1 note · View note
baybaykus · 5 years ago
Text
AKP savaşta
Suriye’de ağır kayıp verilen akşam Yeni Akit damadın taziyeye uygun bir resmini bulamayıp da ölümlere güldüğü veya basbayağı memnun olduğu anlamına gelen bir yayın yapınca haberini silmek zorunda kalmış!
Oysa haberin içeriği ile görsel uyumluydu. AKP’nin Suriye’de güncel taktiği İdlib ilinin içine mümkün olduğunca çok asker yığmaktır. TSK hava kuvvetlerini kullanamadığına, kullanmaya kalktığında başarısızlığa uğrayacağı tamamen açık olduğuna göre, asker sayısını arttırmak savaş gücünü yükseltmeyi sağlamaz. Sonuçta iki şey olabilir: Karşı taraf sizi ya öldürecek ya da hoş görecek! AKP taktiği bu iki seçeneği içeriyor.
Bir: IŞİD çetelerinin eşlikçisi durumundaki TSK vurulduğu takdirde Türkiye mağdur rolüne bürünüp misilleme çığlıkları atılır. Misillemenin sınırı var, ama gürültünün sınırı yok. Gürültünün özü ise olayı NATO sözleşmesi kapsamına sokturtmak. Bu, gerçekleşmesi mümkün bir gelişmeden ziyade tehdit ve provokasyon düzeyinin arttırılması demek oluyor. Bir de Amerikancılığın doruğu!
İki: Herkes biliyor ki, Rusya-Suriye güçleri, kontrol noktalarında veya IŞİD çetelerinin arkasında konumlanan Türk askerini toptan imha edemez, önüne katıp süpürmeye kalkamaz. Bu şiddette bir müdahale bütün uluslararası dengeleri yerinden oynatacaktır. Ankara da işin o raddeye gelemeyeceğini hesaplamakta ve kan gölünden bir uzlaşmanın çıkmasını kaçınılmaz saymaktadır.
Damadı, gazete haberini, haberin görselini geçelim; AKP’nin politikası sarsıcı boyutlarda ama kontrollü “şehit vermeye” dayanmaktadır.
Birinci nokta bu…
* * *
İkinci olarak bu taktik muhalefeti dağıtma gücünü içinde barındırmaktadır. Millet Cephesinin, CHP’nin içine de uzanan sağı AKP’nin milliyetçi basıncını daha fazla hissedecektir. Cephenin adı konmamış sol tarafında ise gencecik insanlarımızın ölmesi ile en ufak bir empati kurmayacak unsurlar az değildir. Bunlar uçtakiler ve azınlıktalar. Ama ortadaki çoğunluğu politikasız bırakma, dağıtma potansiyelini temsil ediyorlar. CHP merkezinin süreci çok iyi yönettiğini varsayın bir an için; tezkerelere verilen onay ne olacak?
AKP için muhalefeti bölmek stratejik öneme sahip. Muhalefetin etkili yayın organlarına bakarsanız merkezine barış ilkesinin konulduğu bir çizginin kesinlikle geliştirilemediğini görürsünüz…
Özetle AKP’nin bu ilk iki cephede başarısız olduğu, başarısızlığa mahkûm olduğu vs. doğru değildir.
* * *
AKP siyasetinin üçüncü boyutu göçmenlerin Batıya doğru serbest bırakılması. En zayıf olan da bu galiba.
AB’nin göçmen trafiğinin yönetimini Ankara’ya teslim etmesi hayal bile edilemez. Batı göçmen akışına ilke olarak karşı falan değil. Mesele sürecin yönetilmesidir. AKP otobüslere doldurduğu insanları sınırlara götürüp, “yüzün geçin işte” diyerek politika formüle etmiş olmuyor. Bu da bir tehdit unsurudur ve karşı taraf şantaja yanıt olarak en fazla elini cebine atıp biraz daha para verir! Risk büyüktür, Türkiye ekonomisi, hele Rusya’yla mesafenin açılıp Batıya yaklaştığı bir konjonktürde bu tür gerilimleri fazla taşıyamaz.
Kapitalizmin savaş üretmeye mahkûm oluşu bir sabit. Ama bu, söz konusu eğilimin 2020 yılında, geçmiş iki dünya savaşını çağrıştıracak bir topyekûn karakter kazanmasını gerektirmiyor. Şu an kimse Türkiye için kendini yakacak gibi durmuyor.
Son olarak göçmen sayısının AKP’nin toplumsal desteğini aşındırdığı bir gerçek. Ama tersi doğru olmuyor. Yani kapıları açtık deyince bu sayının hissedilir biçimde aşağı düşmesi pek de yüksek bir ihtimal değil.
* * *
Geldik son noktaya… Savaş politikasının bir diğer boyutunun ise, yaşanan ağır toplumsal sorunların üstüne bir örtü atma zorunluluğu olduğu anlaşılıyor. AKP ekonomik krizi kâr oranlarının düşme eğilimi olarak anlar. Dolayısıyla yoksulluk ve işsizlik, egemen güçlerin krizinin birer unsuru değil, kâr sıkışmasına yani krize karşı işlevsel araçlarıdır. AKP’den krize karşı halkın acısını dindirmesi beklenemez. Tersine zamlar, soygunlar, yolsuzluklar kriz koşullarında, kapitalistleri krize karşı korumak üzere artarak sürer. Bu koşullarda dinsel ve milli afyon dozajını arttırmak zorunluluktur.
AKP’nin savaş taktiğinin bu cephesinde başarı sağlayıp sağlayamayacağı ise tamamen sınıf mücadelesinin konusudur.
* * *
Yukarıdaki diğer tüm boyutlar yine sınıf mücadelesinin konusu haline getirilmelidir. Yoksul çocukların ortaya öylecene atıldığı kan siyasetinin karşısına barışı çıkartmak mümkündür. Milliyetçi safsatalara prim vermemek mümkündür. Para için göçmenleri ölüm riskine ittirmeyi kabul etmeyecek vicdanlar sanıldığından çok olmalıdır. Ve işçi sınıfı hak arayışında o sakil örtüleri yırtıp atmak doğrultusunda hızla örgütlenebilir. Türkiye’yi bir yıkımın eşiğinden alıp aydınlığa taşımak mümkündür.
Aydemir Güler
5 notes · View notes
Text
Bir Hayalim Var
Hep birlikte bir hayal kuralım; 2030 yılındayız ve yine ve bir odadayız, ancak bu sefer odanın şöyle bir özelliği var; Dünya’daki tüm evrim türleri yani insanlar, hayvanlar, bitkiler ve elementler kendi temsilcilerini bu odaya göndermişler ve daha da önemlisi bu odadaki koşullar ve yaşananlar tüm Dünya’daki evrim türlerinin kalan bölümünün kaderini belirliyor. Odanın dışındakilerinin kaderini !
Tüm Dünya’da 2 milyar canlı türü olduğunu düşünürsek ki bu sadece tür sayısıdır, toplam canlı sayısı değil, ki bu türlerden sadece biri olan insan sayısı 8 milyar olduğuna göre bu odada hepsini temsil ettiğimizi düşünmek omuzlarımızda ciddi bir yük oluşturuyor olmalı. Ve lütfen odada insan türü dışında diğer türlerin de temsilcileri olduğunu unutmayın; 2 milyar türün hepsinin temsilcileri…
Şimdi size odanın sıcaklığı konusunda bazı bilgiler vereceğim; 2016 senesi bu oda için son 138 yılın en sıcağıydı. 2015 ise en sıcak geçen ikinci yıl oldu. Peki ya üçüncü yıl; 2017 Ve 2018 yılı belki de bu listeye en sıcak 4. yıl olarak girecek…
Aslında size söylemek istediğim şey “Bu oda çok ısınıyor!” değil, söylemek istediğim tam anlamıyla şöyle “Bu oda ne kadar da hızlı ısınıyor!”
Aslında hepimiz biliyoruz bilim insanları bunu yıllardır söylüyorlar. Ve son olarak 8 Ekim 2018 tarihinde Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Paneli'nde 40 ülkeden 133 yazarın katkısıyla 6.000 bilimsel yayını inceleyerek bir rapor hazırlayan bilim insanlarına göre küresel ısınma, gelecek 20 yıl içinde, sanayi öncesi dönemin yani 1.800’lü yılların ortalama sıcaklık derecesine göre 1.5°C derecelik bir artışta durdurulamadığı taktirde iklim krizi artık geri döndürülemez bir sürece girecek. Ve bunun için son tarih 2030 ! 
2030 yılında sıcaklık artışını 1.5°C’lik bir artışta durduramazsak ne olacak biliyor musunuz? Bunu anlamak için şimdi yine yazımın başında hayal ettiğimiz 2030 senesindeki odaya geri dönelim ve ben odanın sıcaklığı düzenleyen klimanın kumandasını alarak size neler olacağını anlatayım.
Şimdi klimayı biraz önce bilim insanlarının söylediği 1.5°C’lik artışa getiriyorum ve sabitliyorum. Yani 2030 hedefini tutturduğumuzu varsayıyorum. Bu durumda dahi odanın şu köşesinde bulunan böcek türlerinin % 6'sı hayatını kaybediyor ve tabi ki odanın dışında kalan böcek türlerinin de %6’sı aynı şekilde yok oluyorlar.
“Aman canım böcekler ölse de olur, ben böcekleri hiç sevmem böylece onlardan kurtulmuş oluruz!” İçinizde böyle düşünenler var mı? O halde size bir haberim var; böcek türlerinin sadece yüzbinde 75’inin bitkilere zararlı olduğunu geri kalanlarınsa bitkilerin polenleşmesi için gereksinim duyduğu böcek türleri olduğunu biliyor muydunuz? Yani böceklerin asli görevi bitkilerin tozlaşmasını sağlayarak dünyadaki yaşamın devamlılığını korumaktır. Ve “Böcekler yok olursa ne olur?” sorusunun en kısa cevabı “Gezegendeki yaşamın sonuna doğru hızlıca yaklaşıyor olmamız.”dır.
Evet böceklerin %8’i ile vedalaştık peki ya bitkiler, bitkilerin % 8'i de böcekler gibi yok oluyorlar dostlarım. Lütfen odanın diğer köşesinde bulunan bitki türlerinin %8’iyle de vedalaşalım, çünkü yok oldular. Peki bu esnada başka neler oldu? Omurgalı canlıların % 4'ü yaşam alanlarının yarısından fazlasını kaybettiler. 
Tüm bunlar hedeflenen yakalansa dahi oldu bunu düşünebiliyor musunuz?
Ya insanlar? Sizce şu an insanlar neler yaşıyorlar? Kasırgalar, fırtınalar, tsunamiler, depremler, aşırı yağıştan kaynaklanan su taşkınları veya çölleşmenin getirdiği aşırı kuraklık. Lütfen şimdi odanın şu bölümüne bakın; Pasifik adalarında yaşayanları göreceksiniz bakın size el sallıyorlar, gülümsüyorlar ve şimdi ben odanın sıcaklığını 2030 yılı için hedeflenen sıcaklığa getiriyorum ve ne oldu biliyor musunuz? Pasifik adalarındaki yaşam alanları tamamen yükselen suların altında kaldı. Ve az önce gülümseyerek bizi selamlayan insanların neredeyse tamamı evlerini, arabalarını, işlerini, okullarını belki ailelerini kısacası daha önceki yaşamlarını bir daha hiç göremeyecekler.
Tüm bunlar odanın ısısını planlanan artışa çıkarttığımızda oldu. Peki ya elimiz kayarsa ya kontrol edemezsek ya da sorumsuz insanlar klimanın kumandasını eline geçirip “Küresel Isınma bir yalan, öyle bir şey yok, bizim daha fazla petrol daha fazla maden çıkartmamız lazım, fabrikalarımız sürekli üretmeli, bacaları sürekli tütmeli, makinalarımız sürekli çalışmalı, hatta kırılgan ekonomilerimizi daha fazla düzeltmemiz ve Dünya’daki refah seviyesini daha fazla arttırmamız lazım!” kulağa hoş da gelebilecek sözler ederlerse ve eğer sıcaklık artışı hedeflenenin sadece 0,5 °C üzerine çıkarak 2°C dereceye ulaşırsa ne olacak biliyor musunuz? Yaşam alanlarının yarısını kaybedecek olanların sayısı, böcekler için yüzde yüz, bitkiler için yüzde 200 omurgalılar için yüzde yüz artacak. İnsanların durumunu telaffuz etmek dahi istemiyorum, Dünya’da nasıl bir kargaşa ortamı ve korku oluşmaya başlayabileceğini düşünebiliyor musunuz?
İşte bu geri döndürülemez noktaya sadece 12 yıl kaldı dostlarım, sadece 12 yıl. Aranızda, bu tablonun dışında kalabileceğini ve bir şekilde olan biten hiçbir şeyden etkilenmeyeceğini düşünen var mı?! Peki tüm bunların saçmalık olduğunu ve hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini düşünen? Rapor tam 700 syf, inanmayan ya da inanmak istemeyen herkes inceleyebilir.
Rapor bize ne söylüyor biliyor musunuz?
Küresel ısınmada 2° C derecelik bir artış, gezegenin 12'de biri ile 5'de biri arası bir büyüklükte yeşil alanın çölleşmesi, mercanların % 99'unun yok olması, fazladan 450 milyon insanın düzenli olarak aşırı sıcakların etkisi altında kalması, yüz milyonlarcasının iklim değişikliğine bağlı olarak yoksulluk sınırın altına düşmesi anlamına geliyor. 
Buna karşılık Rapor, sıcaklık artışının 1.5° C derece sınırlandırılabilmesi durumunda, ekolojik dengenin zaman içinde yeniden kurulabileceğini, kimi türlerin yok olma sürecinin geriye çevrilebileceğini mercanların yeniden canlandırılabileceğini savunuyor.
Küresel ısınmanın kontrol altına alınamaması durumunda, çölleşmeye, deniz seviyesindeki yükselmenim tarım alanlarını ve su kaynaklarını kirletmesine bağlı olarak gıda ve su kıtlığı krizlerinin derinleşmesi olasılığı artıyor. Bu olasılık, kaynak savaşlarının sıklaşması, açlıktan ve savaşlardan kaçan göçmen nüfus dalgaları komşu ülkelerin, bu arada Avrupa ve ABD gibi merkez ülkelerin siyasi dengelerini, aşırı akımları güçlendirerek olumsuz yönde, etkileme riskini de arttırıyor.
Son olarak, 2°C derecelik artış, diğer bir deyişle 0.5°C derecelik bir fark, yazları erimeyen, örneğin Sibirya gibi bölgelerdeki buzların (permafrost) erimesine, bu buzların altındaki metan gazının serbest kalarak atmosfere karışmasına yol açacak. Böylece, 2° C derecelik bir artış, küresel ısınmaya daha önceki artış hızı eğilimine göre çok daha hızlı, yeni bir döngüsel süreç ekleyecek: Küresel ısınma arttıkça permafrost eriyecek, atmosfere metan gazı salınacak, metan gazı salındıkça sıcaklık daha da artacak. Sıcaklık arttıkça Küresel Isınma daha da artacak ve o arttıkça permafrost daha fazla eriyecek, atmosfere daha fazla metan gazı salınacak, metan gazı daha fazla salındıkça sıcaklık daha da artacak, sıcaklık daha çok arttıkça...
Bu tabloya hiçbirimiz “Bana ne!” diyemeyeceğimize ve kayıtsız kalamayacağımıza göre sormamız gereken soru; peki ne yapabiliriz?
Evet kabul etmemiz gerekiyor belki bu konuda devletler düzeyinde politik adımlar atılması gerekiyor. Özellikle de dünyayı en çok kirleten ABD ve Çin gibi devletlerin bir şeyler yapması. Ama bırakın bir şeyler yapmayı bunlar maalesef geri adımlar bile atıyorlar. Ancak bu moralimizi bozmasın, bu durumda en azından bizlerin birey olarak inisiyatif kullanması gerekiyor. Basitmiş gibi görünebilir ama mesela evinizdeki 60 Wattlık standart bir ampül yılda 152 kg CO2 üretiyor. Bunun yerine LED ampül kullanırsanız 22 kg seviyesine iniyor. Günde 8 saat değil de 4 saat açık tutarsanız 11 kg’a iniyor. Tek bir ampulü ve onun kullanım şeklini değiştirdiğinizde bile 15 kata varan bir tasarruf sağlanıyor. Fosil yakıtlı araçları azaltarak, toplu taşıma araçlarını tercih ederek, imkan varsa elektrikli araba kullanarak daha da azaltılabilir. 
Ne dersiniz, bu yöntemle Dünya’yı kurtarabilir miyiz? Bence umut verici ancak beni asıl umutlandıran bu değil şimdi size bir hikaye anlatacağım. 
Belki bilirsiniz Pasifik Okyanusu’nda irili ufaklı pek çok ada vardır. Bu adalarda Macaca Fuscata türü japon maymunları yaşıyordu. Bu adalardaki maymunların doğal ortamları içindeki davranışları bilim insanları tarafından gözleniyordu. 
1952'de Koshima adasında bilim insanları, maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlardı. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyordu.
Bir gün, İmo adlı sekiz aylık dişi bir maymun tesadüf eseri patatesini suya düşürdü ve kumlarından arınan patatesin daha lezzetli olduğunu keşfederek o günden itibaren patateslerini yıkayarak yemeye başladı. 
İmo buluşunu annesine ve arkadaşlarına da öğretti ve onlar da kendi anneleri ve arkadaşlarına öğretmeye başladılar. Kısa bir süre içinde birbirlerini taklit eden bir sürü maymun patateslerini yıkayarak yer hale geldi.
Tam 6 yıl sonra 1958 yılının sonbaharında Koshima adasında patatesleri yıkayarak yiyen maymunların sayısı Kritik Kütle diye adlandırılan sayıya ulaştı ve artık hemen hemen tüm maymunlar patatesleri yıkamaya başlamıştı.
Kritik Kütle nedir diyenler var eminim. Nükleer Enerji bahsindeki tanımına bakarsak “Bir nükleer zincir tepkimesinin oluşabilmesi için gerekli olan nükleer yakıt kütlesi.” diyebiliriz. Ancak bunu sözünü ettiğimiz hikaye üzerinden tanımlarsak; bir evrim türünün bir kısmında oluşan bir davranışın, evrim türünün tümüne yayılıp etki edebilecek sayısal değere ulaşması demeliyiz.
Dostlarım, bu olay bir tek Koshima adasında yaşansaydı, maymunlar arasında bir tür iletişim olduğu düşünülebilir ve araştırma bu şekilde sürebilirdi. Ancak, olaylar bu şekilde gelişmedi ve çok daha ilginç bir hal almaya başladı. Patates yıkama ritüeline katılan 100. maymunda bir sıçrama yaşandı ve aynı anda çevre adalardaki maymunlar da patateslerini yıkayarak yemeye başladılar, hatta bu alışkanlık o kadar yayıldı ki Japonya’nın anakarasındaki maymunlar bile bu alışkanlığı edindiler. Bilim insanlarına göre farklı adalarda yaşayan onca maymun bilinen hiçbir şekilde iletişim kurmuş olamazdı ve böyle bir durum ilk kez gözlemleniyordu.
Yapılan tüm bilimsel çalışmaların ardından maddi bir sonuç elde edilemeyince, bu adalar boyunca uzanan bir tür morfogenetik yapı, kuantum alanın varlığı ya da holografik evren konuları nedeniyle maymunların aralarında iletişim kurduklarını ileri sürdüler.
Ancak Maymunlar üzerinde yapılan bu araştırmadan sonra Avustralyalı ve İngiliz bilim insanları insanlar üzerinde de benzer araştırmalar yaptılar ve insanın bilinmeyen tarafına dair çok ilginç bazı sonuçlar elde ettiler.
Bugün, insanları birbirine bağlayan bir enerji ağı bir tür manyetik alan olduğu gerçeği konu ile ilgilenen kişiler tarafından kesin olarak kabul edilmektedir ve tek bir kişinin başlattığı bir değişimin, zaman içinde diğer kişilere de sirayet etmesiyle ulaşılan Kritik Kütle sayısının tüm insanlığı etkileyen bir kuantum sıçrayışı etkisi yaratabildiğine inanılmaktadır.
Değerli dostlar, artık öğrendik ki 2030 yılı Küresel İklim Değişikliği için tüm Dünya adına geri dönülemeyecek bir tarih olabilir. 
Mesele şu ki bunun bilincini şu an yaşayan bizler tam bu anda ne yapıyoruz?
En son nehir kuruduğunda, En son ağaç kesildiğinde, En son balık tutulduğunda, Paranın yenmeyeceğini anlamayı mı bekliyoruz?
Yoksa beklemek yerine harekete mi geçeceğiz? 
Ben kendi adıma harekete geçtim; Küresel Değişim Platformu ismiyle bir twitter ve instagram hesabı açtım, hemen akabinde facebook sayfası oluşturdum. Ve artık blog sayfam da yayında. Ancak artık biliyoruz ki patatesi sadece benim yıkayarak yemem bir şey ifade etmiyor. Ancak elele verirsek, bir amaca odaklanırsak ve inanırsak Dünya’mızı ve kendimizle birlikte tüm evrim türlerinin geleceğini kurtarabiliriz. Artık buna inancım her zamankinden daha fazla.
Ve şimdi tüm inancımla ve daha da artan umudumla sizi bu konuda bir şey yapmaya, bir katkıda bulunmaya davet ediyorum. Bu katkıyı nasıl yapacağınıza siz karar verin ki inancınız katkınızın biçimini belirleyecektir. Bu konuyu bir insana anlatmak ve farkındalık yaratmak dahi bir katkıdır. Ancak asıl soru şu; 100. Maymun kim olacak? 
Cihangir Derince Küresel Değişim Platformu
https://www.facebook.com/kureseldegisimplatformu/ https://twitter.com/DegisimKuresel https://www.instagram.com/kureseldegisimplatformu https://kureseldegisim.blogspot.com/
2 notes · View notes