#nilüfer göle
Explore tagged Tumblr posts
veganlogicdinamo · 1 year ago
Text
Tumblr media
‘LİBERAL’ PİŞKİNLİK BU İŞTE!
AKP’ye yıllarca destek veren Nilüfer Göle ve Nuray Mert, bugünlerde Cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yine bulanık akıllarından çıkan isabetsiz yorumlarıyla medyada yer alıyor, ‘kandırılanlar’ yine kandırmaya çalışıyor!
10 notes · View notes
benimpencerelerim · 4 months ago
Text
MUHAFAZAKARLIGIN ARKEOLOJISI I
MUHAFAZAKARLIGIN ARKEOLOJISI Muhafazakar dünyaya 0/1 yaklaşıldı hep. Ya  İYİ, ya KÖTÜ. Zehra Çelenk'in dediği gibi bir şeyi anlamak için belli bir mesafeden bakmak elzem. 1. Hem duygusal(ne sempati, ne antipati olmalı) 2. Hem de zihinsel (o şeyin kendi paradigmalarının dışında) Dışardan bakan Nilüfer Göle, Şerif Mardin gibi çok az olanlarda da sempati var gibi. HİPOTEZ: Muhafazakarlar, Cumhuriyette Osmanlı'daki saygın ve etkili (temsilcileri din adamları, kadılar, vs) konumlarını kaybedip değersizleşince TRAVMA yaşadılar (SEÇİLMİŞ TRAVMA), ve bunun müsebbibi Cumhuriyet seçkinleri ve uzak/yakın kitlelerini SEÇİLMİŞ DÜŞMAN olarak içselleştirdiler. Saygın ve önemli tahtlarından aşağıya düşen ve bunun travmasını yaşayan din elitleri, bu travmalarını, öfkelerini, “düşmanlıklarını” İDEOLOJİK AYGITLARDA etkileşime girdikleri ve rol modeli, kanaat önderi, otoritesi oldukları, çoğunluğu dindar ve eğitimsiz toplumun mensuplarına aktardılar. HİPOTEZ: Muhafazakarlar nesilden nesile aktardıkları, devraldıkları CUMHURİYET TRAVMASINI İÇSELLEŞTİRDİLER. Bir nevi PARADİGMA haline getirdiler.. Gerçekleri hep bu PARADİGMANIN YATAĞINA YATIRMAYA BAŞLADILAR. Muhafazakar aydınlar da sadece “teorilerine” uyan gözlemleri seçmeye ve batının kavramlarıyla harmanlayarak muhafazakar kitlelere aktarmaya başladılar. Kısacası, sonra gelen nesiller bu travmanın ve edinilen (ön)yargıların kökeni ve gerçekliği hakkında hiç bilgi sahibi olmadan bunlardan oluşan bir “paradigmal” çerçeve kurdular. Sonraki nesillerin aydınları da entelektüel birikimleriyle tarihsel olguları bu paradigmanın yatağına yatırarak aktarmaya başladılar. https://docplayer.biz.tr/15491705-Kuramdan-bagimsiz-gozlem-ve-deney-dili-olanakli-midir.html “Meyerson’a göre, Duhem kusursuz bir biçimde bir kuram dili olmaksızın fizikte bir deneyi bırakın açıklamayı, yapamayacağımızı göstermiştir.” Tabii bütün bunların herkes için geçerli(ben de dahil). O yüzden mesafenin merceği ÖNEMLİ. Türklerin Müslümanlığı içselleştirmesinin tarihi de, bildiğim kadarıyla, bu çerçevede gelişmiştir. Araplar başlangıçta Müslümanlığı Türklere kılıç zoruyla kabul ettirmiştir. Sonra çok uzun bir dönem içinde bu inanç/kültür/pratikler ideolojik aygıtlar aracılığıyla nesilden nesile aktarılmış, sonraki nesiller bu kültürü ve inancı gönüllü olarak kabul etmiş ve içselleştirmişlerdir. Yani ASİMİLE olmuşlardır. Murat Belge de dahil birçok aydınımızın EZBERLERİNDEN biri toplumun yukardan aşağıya “JAKOBEN” yollarla değiştirilemeyeceğidir. Bu örnekler, yeterince uzun zamanda bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Murat Sevinç de değinir buna zaman zaman. Ben şahsen Cumhuriyet elitlerinin BU uygulamalarını çok yanlış bulmuyorum. Hayır, dini ana geri kalma nedeni olarak görmüyorum. Ama sekülerleşmek, laik düzene geçmek, bilim toplumu olmak, gelişmek, vs için din adamlarının yerini, saygınlığını, maddi ayrıcalıklarını üretici elitlere bırakmasını, eski “DİNDAR” toplumun DÖNÜŞTÜRÜLMESİNİ ELZEM buluyorum. Cumhuriyet döneminden sonraki KEMALİST ELİTLERİN çoğu uygulamasını da YANLIŞ, HAKSIZ, ACIMASIZ buluyorum. Bu ikisini ayırt ediyorum. Muhafazakarlarda ise, gördüğüm kadarıyla bu ikisi bir BÜTÜN. Bugünde yaşadıklarının YÜKÜNÜ geçmişe de aktarıyorlar. Selahattin Yusuf örneğinde… ÖZETLERSEK, Cumhuriyet geçişiyle Din elitleri (seçilmiş)TRAVMA yaşıyor. Bunu nesilden nesile aktarıyor (İDEOLOJİK AYGITLAR), Bayrağı devralan MUHAFAZAKAR AYDINLAR
0 notes
gundemarsivi · 1 year ago
Text
Tumblr media
Endişesiz Endişeliler
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/endisesiz-endiseliler/
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde tapınç kültü yoktur. Kişilerin özgürce dinini seçme, yaşama olanağı vardır. Yüceltme, ululama, önünde bükülünen DİN adamı da yasalarımıza göre yasaktır!
Toplum bilimsel verilerin ışığında ‘parasız’ eğitim – öğretim hakkına bireysel olarak sahiptir…
Erkek, her Türk yurttaşı askerliğini yapmak zorundadır.
Her Türk kadını seçme-seçilme hakkına sahiptir.
Evlilik tek eşlilik üzerine kuruludur. Türkiye Cumhuriyetinin yasalarında belirtildiği biçimde, resmî nikahla aile yapısı kurulur. (Bunun dışında nikahsız, karşılıklı anlaşmayla birlikte yaşam da son 30 yılda sayıca arttı).
AKP’nin ilk döneminde Prof. Dr. Nilüfer Göle ve eşdeşleri sahnede Kurucu değerlerini arındırmaya yönelik saldırı başlattılar…
Cumhuriyetin çevreninde kurulan ULUS devleti yok etmek üzere Fetullahçı ve ABD gizli servisinin finansal desteğiyle TARAF adlı gazetede kuruldu. Başyazar Ahmet Altan ve Yasemin Çongar; Sosyal Liberalizm, 2. Cumhuriyet adı altında ulusal yapıya yönelik akıl almaz saldırılara başladı…
TSK‘nın işleyişini dinamitleyen, Mehmet Baransu adında, nereden çıktığı belli olmayan bir gazeteci soytarı ‘Bavul dolusu’ üretilmiş belgeyle ortalığı ateşe verdi. RTE destekli, dönemin Özel yetkili Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Öz Fetullah G��len vatan haininden aldığı talimat doğrultusunda Atatürkçü subayları tutuklayıp İstanbul Silivri ve Ankara Sincan Kapalı Cezaevine gönderdi!
Ardından yazar, gazeteci, aydınlar gözaltına alındı, günlerce psikolojik baskıdan sonra ulusumuzun Işık’larını söndürmek için tutukladılar. Sömürgecilikten beslenen güçlerin önünü açtılar. Devlet üretim yapmaz, devlet bakkal dükkanı mı?
Bu ülkede muhafazakar kesim çok endişeli… İstediği biçimde dinini yaşayamıyor, özgür değiller…
Başörtüsüne özgürlük masalıyla geldiler; Kara çarşafa bürünerek okula gitmeye başladılar. Karışık eğitimden yakınmaya başladılar… Neredeyse ülkemizdeki bütün Orta ve lise okulları İmam Hatip oldu; hala mutsuzlar…
İslamın egemen olduğu zaman endişelerinden kurtulmuş olacaklarını dillendirmeye başladılar!
Türkiye Cumhuriyeti’ni çoğulculuk yönetiminden tekil kişiye indirgeyip, Hilafet Makamı çevresinde Radikal İslamcı bir yaşam isteminin önünü Prof. Dr Nilüfer Göle’nin önünü açtığını da unutmayalım. Cumhuriyetin olanaklarıyla okuyan-yazan SOL Liberal hainler İslamcı Faşistlerle aynı yatağı paylaştı!
Halkımızın özgürlük alanını kısıtlayan; bugünkü durumunun sorumluları, kendisini aydın zanneden önünü ışıtmaktan yoksun şımarık liberaller, Fransız Devriminin süreğenliğini Türk Toplumununda uygulamak isteyen Fransızlaşmış hainler (İkici Cumhuriyetçiler), Kürt Faşizmine ve İslamcı kuyrukçulara teslim edilen CHP, Kemalizmin değerlerini soytarılığına dönüştüren Perinçkçiler!
Geçmişte Bayrak Mitingleri ile baş gösteren özgürlük istemi aradan yıllar geçtikten sonra Cumhuriyetin 💯. yılı nedeniyle hiçbir partinin güdümünde kalmadan DEVLETİN KURUCU yapısını değiştirmek isteyen anlayışa karşı Batı’da milyonlarca kitle içtenlikle kutlama yaparken, Doğu ve Güneydoğu sanki bu ülkenin yurttaşları değilmişcesine bir tavır içinde kalmışlardı…
AKP’nin aracılığıyla, emperyalizmin arzu ettiği biçime sokulmuştu ülke!
İçinden küçük devletlerin çıkartılacağı Ortadoğu‘nun Eşbaşkanı Vahdetin Köşkünün bahçesinde ufka bakarken acaba ne düşünüyordu?
Şimdi yeni bir tanımlamanın eşiğindeyiz: Atatürkçüler Endişeli!
Her türlü direnme hakkını yaşamsalımıza almak zorundasınız. Bizim, Arap-Afgan sürüleri gibi topraklarımızı bırakıp başka ülkelere göçmeyi onurumuza yedirmemiz olanaksız.
Var olmak adına yok olmayı göze alanlar ülkesini yitirmez…
Devletin temel amacı bireyin haklarını korumaktır .
* Yönetsel erk baskı ve şiddet uyguluyorsa , Anayasa ve Yasalara aykırı biçimde hareket ediyorsa , hukuku dışlıyorsa yurttaş direnme hakkına sahiptir.
Atatürk’ü ağzına almaktan korkan partilerin genel başkanlarını koltuklarından alaşağı ederek eyleme geçmek zorundalık haline geldi.
Bireysel değil, kitlesel katılımlarla olumsuzlukları şiddete uzanmadan ülke gündemine yaymalıyız.
Zulme karşı direnmenin bir insan hakkı olduğunu unutmayalım.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün Bursa Söylevini yineden okuyalım, okutalım…
Türkiye Cumhuriyeti ‘X‘ ülkelerin vaftiz edilmiş çocuğu değildir… Soysal gelimi belki olan, onurlu bir soydan geliyoruz; soyu karanlıkta kalanları imlememiz gerekiyor artık! TBMM koltuklarında Laik hukuka inanmış, ulusal değerleri önceleyen, Türklük bilinçiyle yetişmiş, etikten yana bireyler oturmalı!
Özlemimiz: “Ne Mutlu Türküm“ denilen bir ülkede yeniden yaşamak üzerine kurulmalı. Okullarımız her sabah ANDIMIZ okunarak açılmalı. Her cuma günü Okul dağılımından önce İSTİKLAL MARŞI okunmalı… Atatürk ‘ ün Büyük Söylevi Orta ve Liselerde ders olarak okutulup incelenerek Ulus bilinci yeniden olgunlaştırılmalı…
0 notes
mekanadair · 6 years ago
Text
Nilüfer Göle Sunumu
Nilüfer Göle 5 Nisan 2019 tarihinde Brüksel’de “Migration, Racialization and Everyday Resistance in European Cities” serisinin son konuşmacısı olarak “Public Visibility of Religious Difference and Cultural Confrontation” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Nedense günümüz mültecilerini Baudelaire’in 19.yy flaneur’üne benzetti. Halbuki flaneur ekonomik üstünlüğüyle kent içinde özgürce dolaşıp gözlem yaparken, mülteciler genellikle belirli bölgelerde görünmez olarak yaşıyorlar. Ayrıca ölçek olarak da (seyahat özgürlükleri kısıtlandığı halde) bina ve mahalle ölçeğinden ziyade ülkeler arasında yer değiştiriyorlar. Aklıma gelen tek ortak nokta toplumdan kopuk olmaları. Flaneur bilinçli bir şekilde kendini yalıtırken, mülteciler tam aksine istemdışı olarak yalıtılıyorlar. Keşke sorsaydım neyse...
Tumblr media
Göle öncelikle üç farklı durumun birbirine karışmasını önlemek için göçmen krizi, islami terör ve AB vatandaşı müslümanlar olmak üzere üçlü bir ayrıma giderek konusunun AB vatandaşı sıradan müslümanlar olduğunu belirtti. Bununla birlikte, sıradan müslüman (ordinary muslim) kavramının aslında bir oksimoron olduğunu, Avrupa’da müslüman olmanın sıradışı bir durum olarak algılandığını, sıradan ve gündelik olanın da İslam’la bağdaşmadığını vurguladı. Saba Mahmood ve Etienne Balibar referanslarıyla İslam’ın ırksallaştırılması ve kültürel ırkçılık kavramlarına değinerek, Avrupa toplumlarında öne çıkan dört islami fenomen/problematik belirledi: Başörtüsü, cami inşası, toplu dua ve kutsallar (kurban, helal, sünnet, dine küfür vb.).
Göle “mekansal ihlal” başlığı altında, özel alandan kamusal alana, Ortadoğu’dan Avrupa’ya, periferiden merkeze doğru gerçekleşen hareketin bir sosyal yakınlaşmaya sebep olduğunu ve bunun da farklılıkların birbiriyle karşılaşıp çatışma-anlaşma diyalektiğine girmesini sağladığını söyledi. Buna göre Müslümanların Avrupa toplumlarında görünürlük kazanması bir vatandaş olma talebinin işareti olarak okunmalı ve dissensus kapsamında olumlanmalıdır. İlk nesil fabrika işçileri mahallelerinden çıkmaz, dil öğrenmez ve topluma karışmazken; son nesil üniversite eğitimine devam etmekte ve toplum içinde kendini göstermekten korkmamaktadır. Göle’ye göre ‘görünür olmak' kendi başına bir güç belirtisidir.
Bu noktadan sonra problematik farklı olanın ‘yaratıcı biçimde yerleşmesi’ olarak belirlenmekte. Sünnetin hijyen, çocuk üstündeki aile otoritesi ya da düşünce özgürlüğü üzerinden ele alınması; kurban meselesinin hayvan hakları üzerinden ele alınması; başörtüsünün kadın özgürlüğü üzerinden ele alınması aslında din ile ilgilenmeyen fakat Reform, Aydınlanma ve 1968 sonrasında biriken özgürlükçü ve akılcı geleneğin kendini savunması olarak anlaşılıyor sanıyorum.
Göle sanat ve tasarıma oldukça önem veriyor. Örneğin Köln’de Paul Böhm tarafından tasarlanan Avrupa’nın en büyük camisi gibi mimari örnekler üzerinden yaratıcı yerleşmenin olanaklarını sorguladı. Böhm’ün aslında kilise inşasında uzmanlaşmış olmasını bir artı olarak gören Göle, İslami sembolizmden uzaklaşarak herkesin kabul edebileceği bir ortak tasarımın öneminden bahsetti.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sunumda Gilbert&George, Mehdi-Georges Lahlou, Nezaket Ekici, Sarah Maple gibi sanatçıların genelde provokatif olarak algılanan işlerine yer verdi ve İslamofobi terimini kabul etmekle birlikte (fobi kavramı İslami simgelere verilen tepkiyi iyi anlatmakta) bunun ötesine geçilmesi ve ortak yaşam için yaratıcı stratejilerin işe koşulması gerektiğini vurguladı. 
1 note · View note
anzacdaygallipoli · 3 years ago
Text
Nilüfer deryasında mest eden manzara - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/nilufer-deryasinda-mest-eden-manzara.html
Nilüfer deryasında mest eden manzara
Tumblr media
Nilüfer deryasında mest eden manzara
Türkiye‘nin en büyük nilüfer tarlasındaki görsel şölene tanıklık ettiler
Aynı anda göle açılan 20 tur teknesiyle nilüfer taralısının buluştuğu anlar renkli görüntüler oluşturdu
DENİZLİ – Türkiye’nin en büyük nilüfer deryasını bünyesinde barındıran Çivril Işıklı Gölü’nde görsel şölen başladı. Yeşille mavinin buluştuğu eşsiz doğasıyla doğaseverlerin gözdesi olan gölde, aynı anda açılan 20 tur teknesinin nilüfer tarlalarıyla buluştuğu anlarda eşsiz görüntüler oluştu.
Denizli‘nin Çivril ilçesinde bulunan ve 300 dönümü aşkın Türkiye’nin en büyük nilüfer deryasının oluşturduğu görsel güzellikle doğaseverlerin ilgisini çekmeye devam Işıklı Gölü, ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. Havaların soğuk seyretmesi ardından geçen seneye oranla renginde solma ve azalma görülen nilüferler, eşsiz doğası ve huzur veren manzarasıyla ziyaretçilerine görsel şölen de sunuyor. Bucak, Beydilli ve Sundurlu Mahallelerinde olmak üzere toplamda 3 noktadan turların düzenlendiği göl, aynı anda açılan 20 tur teknesiyle nilüfer taralısının buluştuğu anlarda renkli görüntüler oluşturdu. Ender bulunan balık türlerinin ve yaban hayvanlarının yanı sıra güzelliğiyle insana huzur veren, zengin biyoçeşitliliğiyle misafirlerine doğa ile baş başa zaman geçirme fırsatı sunan göl, sahip olduğu büyük turizm potansiyeliyle görülmeye değer alanlar arasında yer alıyor.
“Gerçekten de çok güzelmiş”
Yakınlarında duyduktan sonra gölü ziyaret etmeye geldiklerini belirten Fatma Bayırlı, “Burayı arkadaşlarım çok methetti. Biz de buraya görmeye geldik. Bir hassa nilüfer çiçeklerini görmeye geldik. Bu Işıklı Gölüne ilk defa geldim, gerçekten de çok güzelmiş. Almanyalı arkadaşlarımız vardı ve kendileri Işıklı Gölü’nü çok güzel anlatırdı ama işte bir türlü gelmek nasip olmayınca biz de en son çıkıp göremeye geldik” dedi.
“Doğa harikası”
Gölün doğal bir güzelliği olduğunu ve herkese tavsiye ettiğini ifade eden Şafakta Nalan Ayaz, “Geçen sene gelmiştim ve çok memnun kaldık. Onun üzerine bu sene memleketimizden bir turla beraber geldik. Yani önce 4 kişi geldik şimdi ise 46 kişi ile geldim. Işıklı Gölü güzel bir yer ve tamamen doğal. Bundan dolayı da bizim için gerçekten görülmeye değer bir yer. Çünkü Türkiye’de böyle yerler çok az, sürekli de doğamız bozuluyor. Ondan dolayı bu doğa harikası, bu yeri herkesin görmesini isterim. Çok güzel bir yer” diye konuştu.
Balıkçıların yeni geçim kaynağı oldu
Nilüferleri görmek için bir çok noktadan gelen vatandaşların olduğunu belirten Çivril Belediye Başkanı Niyazi Vural, “Işıklı Gölü kenarındaki Beydili mahallemizdeyiz. Karşı bölgelerde 7 tane mahallemiz var. Bu mahallelerimiz yıllardan beri bu gölden balıkçılık yapıyor. Daha çok köylülerimiz kerevit, tatlısu ve dişli sazan balıkları avlayarak geçimini sağlıyordu. Son yıllarda yaptığımız tanıtım çalışmalarıyla Işıklı Gölü’müzde bulunan nilüferleri görmek için ziyaretçilerimiz ilçemize ve gölümüze gelmeye başladı. Burada yaşayan balıkçı kardeşlerimize teknelerini yenilediler ve güzelleştirdiler. Şu anda balıkçılarımız tekne turlarıyla nilüferlerin olduğu yerlere turistlerimizi götürüyorlar. Bu sayede ilçemize gelen turist sayısında bir artış yaşandı. Otellerimizde doluluk oranları büyük rakamlara ulaştı. Bunun yanında balık restoranlarımız ve yöresel yemeklerin tüketildiği restoranların sayıları da ilçede artmaya başladı. Turizm pastasından Çivril ilçesi de pay almaya başladı. O açıdan memnunuz. Özellikle Pandemi döneminde de insanlar çok böyle tatil imkanı bulamadı. Bu sayede pandemiyi değerlendiren ziyaretçilerimiz, buraya tekne turları için gelip gölde temiz hava da gezme fırsatını yakalıyor” dedi.
İlk nilüfer şenlikleri Çivril’de yapılacak
Konum olarak çok güzel bir noktada olduğunu ve turistlerin de uğrak bir yeri olduğunu belirten Başkan Vural, “Işıklı Gölü değişik bir alternatifi olan bir turizm rotası oldu. Aynı zamanda da bulunduğumuz bölge Balıkesir, Kütahya, İzmir, Manisa, Uşak gibi iller, Işıklı Gölü’nün bulunduğu yere çok yakındır. Antalya bağlantı yolu üzerinde Dinar’a da çok yakın ve 20 kilometrelik bir mesafedeyiz. Bu güzergahta ki Antalya yolu üzerindeki bütün turistler buraya uğruyorlar. Ayrıca İtalya bölgesinden Pamukkale’ye gelen Karal’daki Clandras Köprüsüne gelen Isparta’daki bu Lavanta bahçelerine gelen turistler de rotalarını buraya çevirdiler. Günü birlik turlarla sürekli burayı ziyaret ediyorlar. Böyle bir rekor için girişimde bulunmadık. Ama şunu iddia ediyoruz, en güzel Nilüfer bahçesi hemen arkanızdadır. Türkiye’nin en güzel lavanta bahçesi burada yer alıyor. Çünkü aktar manzaralı Ege’nin en yüksek ikinci dağı ve göl manzaralı başka bir lavanta bahçesi de yok. Işıklı Gölü’nde belediyemiz tarafından inşa edilen park, bir Nilüfer Parkıdır. Buraya gelen ziyaretçilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için tuvalet, alışveriş noktaları ve kafeteryalarımız bulunuyor. Işıklı Gölü’nde yer alan parkımızın da 25 ile 26 Haziran tarihinde açılışını gerçekleştireceğiz. Burada bir ilki gerçekleştirip Çivril Nilüfer şenliklerini burada yapmak istiyoruz” diye konuştu.
İhlas Haber Ajansı / Bülent Çakır – Güncel
0 notes
elektrobiyat · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Ölmeye Yatmak
Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak adlı romanı, kadının cins kimliğini, bireyselliğini el yordamıyla araması, sorgulamasını ifade eder. Cumhuriyet kadın aydınının özgürlük ve dişilik arasındaki çıkmazını, bu romandaki kadın tiplemesi, Aysel çok iyi bir şekilde betimler.
Nilüfer Göle
“İnsan olmanın bazı küçük anları vardır. Onu kaçırmak istemedim.”
“Hiçbir şeyden ölmesem, artık neredeyse bir sönüşün ucuna gelip gelip dirilmekten, sonra yine sönmeye başlamaktan ve bu kez de bunu önlemekten; işte bu gidip gidip gelişlerin yorgunluğundan öleceğim.”
129 notes · View notes
pazaryerigundem · 3 years ago
Text
Bursa Nilüfer'de 40. Sokak göle dönüştü!
Bursa Nilüfer’de 40. Sokak göle dönüştü!
Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı 30 Ağustos Zafer Mahallesi’nde altyapı yetersizliği ve ilgisizlik dolayısıyla en ufak yağışta göle dönen 40. Sokak’ta sakinler evlerine girememekten dertli. BURSA (İGFA) – İGF Haber Ajansı’nın WhatsApp Hattı’na Bursa’nın Nilüfer ilçesinden mesaj ileten 30 Ağustos Zafer Mahallesi 40. Sokak sakinleri, Nilüfer Belediyesi’nin sorumluluğundaki alanla ilgili hiç bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
turkiyehaberi · 3 years ago
Link
Bursa'nın Nilüfer ilçesine bağlı 30 Ağustos Zafer Mahallesi'nde altyapı yetersizliği ve ilgisizlik dolayısıyla en ufak yağışta göle dön...
0 notes
dakikamagazin · 3 years ago
Link
Nilüfer tarlalarıyla ünlü Işıklı Baraj Gölü dondu
0 notes
baybaykus · 3 years ago
Text
BİRİLERİNİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ANLATMASI GEREKİR.
Beyaz Türk ne demek?
Şehirlerde yaşayan ekonomik durumu oldukça iyi, genellikle işadamı, asker, sivil, akademisyen, üst düzey bürokrat ve aydın insanlara sosyolog Nilüfer Göle tarafından yapılmış tanımlamadır.
Nilüfer Töre Marksist görüşün savunucusu ve günümüzün eğitimli, şehirli ve dindar Müslüman kadınlarının siyasi hareketinde uzmanlaşmış bir Türk akademisyeni Fransız vatandaşıdır.
Şimdi soruyoruz?
1- Her fırsatta "marksist" düşünceleri terörizmin ana fikri olarak gösteren muhafazakar görüşlü partili sayın cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan marksist Nilüfer Göle'nin bu tanımlamasını hangi amaçla kullanmıştır?
2- Beyaz Türk tanımında ki ekonomik durumu oldukça iyi olan asker, bürokrat, işadamı ve akademisyenler kendi yarattığınız sistemin temel taşları ve bu gün itibarıyla muhafazakar görüşün değişken savunucuları değil midir?
3- Partili cumhurbaşkanı halkın %85'nin bu tanıma uygun yaşam standartına sahip olmadığını , sadece kendisinin var ettiği ve kendisine hizmet etmekte olan %15 kesimin "Beyaz Türk" olarak tanımlanmasına tam olarak uygun bir yaşam standartında olduğunu bilmiyor mu?
3- İllet, zillet, terörist söylemlerinden sonra şimdi de Beyaz Türkler tanımı ile bu ülke insanlarını günden güne birbirine düşman ederek bölüp parçaladığının farkında değil midir?
4- Böylesi tanımları muhalefet partisi liderlerinden biri ya da herhangi bir sıradan vatandaş yapsaydı hakkında 5237 sayılı TCK’nın 122. maddesinde yer alan “Hürriyete Karşı Suçlar, Nefret ve Ayırımcılık" suçlaması ile hemen dava açılmaz mıydı?
Binlerce yıllık tarihe sahip köklü bir ulusu yok etmenin en kolay yolu öncelikle onları bölüp parçalamaktır.
Irak bu yüzden kan gölü Iraktır
Suriye bu yüzden akbabaların dolaştığı Suriyedir
Libya bu yüzden gözyaşının dinmediği Libyadır
LÜTFEN DİKKAT
Her şeyi idrak ederek gerçeği anlamış olduğunuz da kurtaracağınız bir vatanınız kalmayabilir.
Temel Sağıroğlu
Tumblr media
0 notes
benimpencerelerim · 3 years ago
Text
MUHAFAZAKARLIGIN ARKEOLOJISI
Muhafazakar dünyaya 0/1 yaklaşıldı hep. Ya  İYİ, ya KÖTÜ.
Zehra Çelenk'in dediği gibi bir şeyi anlamak için belli bir mesafeden bakmak elzem. 1. Hem duygusal(ne sempati, ne antipati olmalı) 2. Hem de zihinsel (o şeyin kendi paradigmalarının dışında) Dışardan bakan Nilüfer Göle, Şerif Mardin gibi çok az olanlarda da sempati var gibi.
HİPOTEZ: Muhafazakarlar, Cumhuriyette Osmanlı'daki saygın ve etkili (temsilcileri din adamları, kadılar, vs) konumlarını kaybedip değersizleşince TRAVMA yaşadılar (SEÇİLMİŞ TRAVMA), ve bunun müsebbibi Cumhuriyet seçkinleri ve uzak/yakın kitlelerini SEÇİLMİŞ DÜŞMAN olarak içselleştirdiler.
Saygın ve önemli tahtlarından aşağıya düşen ve bunun travmasını yaşayan din elitleri, bu travmalarını, öfkelerini, “düşmanlıklarını” İDEOLOJİK AYGITLARDA etkileşime girdikleri ve rol modeli, kanaat önderi, otoritesi oldukları, çoğunluğu dindar ve eğitimsiz toplumun mensuplarına aktardılar.
HİPOTEZ: Muhafazakarlar nesilden nesile aktardıkları, devraldıkları CUMHURİYET TRAVMASINI İÇSELLEŞTİRDİLER. Bir nevi PARADİGMA haline getirdiler.. Gerçekleri hep bu PARADİGMANIN YATAĞINA YATIRMAYA BAŞLADILAR. Muhafazakar aydınlar da sadece "teorilerine" uyan gözlemleri seçmeye ve batının kavramlarıyla harmanlayarak muhafazakar kitlelere aktarmaya başladılar.
Kısacası, sonra gelen nesiller bu travmanın ve edinilen (ön)yargıların kökeni ve gerçekliği hakkında hiç bilgi sahibi olmadan bunlardan oluşan bir "paradigmal" çerçeve kurdular. Sonraki nesillerin aydınları da entelektüel birikimleriyle tarihsel olguları bu paradigmanın yatağına yatırarak aktarmaya başladılar.
https://docplayer.biz.tr/15491705-Kuramdan-bagimsiz-gozlem-ve-deney-dili-olanakli-midir.html "Meyerson’a göre, Duhem kusursuz bir biçimde bir kuram dili olmaksızın fizikte bir deneyi bırakın açıklamayı, yapamayacağımızı göstermiştir." Tabii bütün bunların herkes için geçerli(ben de dahil). O yüzden mesafenin merceği ÖNEMLİ.
Türklerin Müslümanlığı içselleştirmesinin tarihi de, bildiğim kadarıyla, bu çerçevede gelişmiştir. Araplar başlangıçta Müslümanlığı Türklere kılıç zoruyla kabul ettirmiştir. Sonra çok uzun bir dönem içinde bu inanç/kültür/pratikler ideolojik aygıtlar aracılığıyla nesilden nesile aktarılmış, sonraki nesiller bu kültürü ve inancı gönüllü olarak kabul etmiş ve içselleştirmişlerdir. Yani ASİMİLE olmuşlardır. Murat Belge de dahil birçok aydınımızın EZBERLERİNDEN biri toplumun yukardan aşağıya "JAKOBEN" yollarla değiştirilemeyeceğidir. Bu örnekler, yeterince uzun zamanda bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Murat Sevinç de değinir buna zaman zaman.
Ben şahsen Cumhuriyet elitlerinin BU uygulamalarını çok yanlış bulmuyorum. Hayır, dini ana geri kalma nedeni olarak görmüyorum. Ama sekülerleşmek, laik düzene geçmek, bilim toplumu olmak, gelişmek, vs için din adamlarının yerini, saygınlığını, maddi ayrıcalıklarını üretici elitlere bırakmasını, eski "DİNDAR" toplumun DÖNÜŞTÜRÜLMESİNİ ELZEM buluyorum.
Cumhuriyet döneminden sonraki KEMALİST ELİTLERİN çoğu uygulamasını da YANLIŞ, HAKSIZ, ACIMASIZ buluyorum. Bu ikisini ayırt ediyorum. Muhafazakarlarda ise, gördüğüm kadarıyla bu ikisi bir BÜTÜN. Bugünde yaşadıklarının YÜKÜNÜ geçmişe de aktarıyorlar. Selahattin Yusuf örneğinde...
ÖZETLERSEK, Cumhuriyet geçişiyle Din elitleri (seçilmiş)TRAVMA yaşıyor. Bunu nesilden nesile aktarıyor (İDEOLOJİK AYGITLAR), Bayrağı devralan MUHAFAZAKAR AYDINLAR
1.       Cumhuriyet elitlerinin yanlışlarını da aynı kefeye katıp TOPTANCILIK yapıyorlar 2.       Öğrendikleri kuramların kalıplarını bu travmalarla dolduruyorlar 3.       Zihinsel/Duygusal travmalarına("paradigma") uyan olguları seçiyorlar. 4.       Ülkenin ancak uzun bir evrim ya da bir devrimle değiştirilebilecek YAPISAL sorunlarından kaynaklanan defolardan MAĞDURİYET(sömürülme gibi) devşirip onları da KÖK TRAVMA potasına atıp eritiyorlar. Sonuçta her şeyden sekülerler SORUMLU oluyor.
Osmanlı da son zamanlarında mültezim düzeniyle "reaya"ya, köylüye çok zülum yaptı, Ama bu zulümler nesilden nesile aktarılmamış gibi duruyor. Yanılıyor muyum. Neden aktarılmadı. Dinle ilgili olanlar neden aktarıldı?
Çünkü toplumun saydığı nispeten örgütlü, kaynaşmış bir grup olan din elitleri Cumhuriyette, daha önce SAHİP olduklarını KAYBETTİ (TRAVMA+Kahneman). Bunu da İDEOLOJİK AYGITLARLA nesilden nesile aktardılar. Oysa mültezimler aracılığıyla Osmanlı’da zulüm gören kitlelerde bir bütünlük, kaynaşmışlık, örgütlülük yoktu.
Ayrıca Osmanlı, gelenekselcilik ilkesine(Mehmet Genç) göre sınıfları bastırdı. Geri Kalmamıza neden oldu, vs.  AMA bunlar hiç iz bırakmadı çünkü 1. Osmanlıda din adamı değerliydi 2. Maddi açıdan ayrıcalıklıydı 3. Osmanlıda POTANSİYEL KAZANÇLARINDAN oldu ama 4. Kahneman’a göre KAYIP, KAZANÇTAN daha önemli.
Muhafazakarları hiç tanımıyorum ama hipotezlerim DOĞRULANIYOR. 1.Travma yaşayan din elitleri eğitimsiz toplumu yoğurdu 2. Bu yoğurmayla formatlanan muhafazakar aydınlar BAYRAĞI devraldı. 2.1 Şimdi onlar görece eğitimsiz muhafazakarları yoğuruyor. 3. İDEOLOJİK AYGITLAR bu travmayı, paradigmayı nesilden nesile aktararak zaman ve mekanda yayılmasını sağlıyor.
Böylece İdeolojik aygıtlarda "yaşken" maruz kaldıkları "ENDOKTRİNASYON"la oluşan bir sert çekirdekle daha sonra karşılaştıkları farklı ideolojik aygıtların etkisiyle oluşan ve çekirdeğin üstünü kaplayan çeşitli derecelerde yumuşak katmanlardan oluşan etli kısımla birlikte tabiri caizse bir “erik”e dönüşüyorlar.
Çekirdeğin sertliği ve büyüklüğü yumuşak katmanların büyüklüğü ve dereceleri zekaya, ideolojik aygıtlarda geçirilen sürelere, ideolojik aygıtların çeşitliliğine, geçirilen yaşa, yoğunluğa gibi bir sürü faktöre bağlı. https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismail-kilicarslan/asim-ah-2055762 Bahsedilen çeşitliliğin bir uç örneği. Bir SAF ÇELİK ÇEKİRDEK. Ve İDEOLOJİK AYGITLARI şahane ANLATMIŞ. İdeolojik aygıtlar kavramından hiç haberi olduğunu da sanmıyorum. Ama korkunç özgüveni, NARSİZMİ ve KİBRİYLE çala kalem kılıç sallıyor.
Selahattin Yusuf, İsmail Kılıçarslan ve Haşmet Babaoğlu birlikte program yaparlardı. Kılıçarslan Babaoğlu'na hep müstehzi, hep tepeden bakardı. Kılıçarslan Akit'li dostlarını eleştiriyor bir yazısında. Evet Akit klanı Kılıçarslan’ın dostları.. RENK RENK MUHAFAZAKAR-DİNDARLAR geniş bir yelpazeye yayılıyorlar. İŞİD-Akit-Kılıçarslan-Yusuf ve daha niceleri.
Her toplumsal kesimin KAPALI GRUP pratiklerine sahip olduğunu, ideolojik aygıtlarda, yankı odalarında KENDİ KENDİLERİNİ DOĞRULADIĞINI, DIŞARDAN GELEN ELEŞTİRİLERİN DE HAKLILIKLARINI PEKİŞTİRDİĞİNİ, İÇE KAPANMALARINI, KENETLENMELERİNİ sağladığını da eklemek lazım.
İnsan en çok kendine yapılan haksızlığı fark edermiş. Muhafazakarlara, dindarlara da haksızlık, baskı yapıldı. Ama Solculara, Kürtlere yapılanın yanında solda sıfır kalır. Peki neden muhafazakarlarda hep bu mağduriyet ve zulüm vurgusu. KARTACA YIKILMALIDIR pratiğini çağrıştıran duygusal haller.
Selahattin Yusuf’un alıntıladığı tvitime bütün bu saydığım kalıplara ve duygusal durumlara uygun tepki veren bir avukat da ota boka Kemalizm zulmü yaftasını yapıştırıyor başka bir tvitinde. Seçilmiş travma. Çünkü (Hipotez) kapalı grup içinde sürekli bu yönde bir endoktrinasyon, birbirini doldurma, aydınlardan kitleye, kitleden aydınlara bir akış, dolduruş var. Bu sağlıksız bir ruh hali.
Kimlik bazında KAYNAŞMA, BİR ARAYA GELME, BİRLİK OLUŞTURMANIN ÇOK BÜYÜK BİR KİTLEYİ “efsunlaması” da ülkenin hemen TAMAMININ MÜSLÜMAN olması ve KOLAYCA BU KİMLİKLE ÖZDEŞLEŞMESİ ve böylece bu kimliğe sahip muhafazakar aydınları ve sanatçıları kendileriyle “kardeş” görmelerinden ve onların söylediklerini yazıp çizdiklerini  hiç sorgulamadan kabul edip içselleştirmelerinden ve “düşman” olarak kodlanan kesimin aydın ve sanatçılarını ya hiç izlememelerinden ya da izlediklerinde tamamen ezbere,, önyargılarla, refleks hainde reddetmelerinden ve onların eleştirilerini de, onları KATEGORİK olarak “KÖTÜ” olarak kodlayarak özleri nedeniyle iyi bir şey yapamayacakları, söyleyemeyeceklerini düşündükleri için yine hiç sorgulamadan muhafazakar aydınların hakllığının bir kanıtı olarak görmelerinden kaynaklanıyor.
Muhafazakarlar 1. Kendilerine yapılan haksızlığı yankı odalarında büyüterek yaşatıyorlar 2. Başkalarına (solculara, Kürtlere) yapılanları umursamıyorlar, önemsizleştiriyorlar. 3. Başkalarına tanınan ayrıcalıkları büyütüyorlar 4. 12 Eylül örneğinde olduğu gibi diğer kesimler ezilirken kendilerine tanınan ayrıcalıkları görmüyorlar, yok sayıyorlar.
Liberal aydınlar 1. Bu muhafazakar söylem sağanağından etkileniyor 2. Onlar da sürekli muhafazakarların haksızlığa uğradığını, mağdur olduğunu, bizlerin onları anlamadığını vurguluyor. 3. Ama muhafazakarların benim görebildiğim ve yazdığım defolarınıysa hiç gündeme getirmiyorlar. 3.1 Sekülerlere gelince şehvetle onların “zehirlenmiş sosyolojisini” gözümüze sokuyorlar ama muhafazakarlar söz konusu olduğunda, bırakın zehirlenmiş, “hasta” “sosyolojiyi” bize cennet bahçesi masalları anlatıyorlar.
Muhafazakar kitleler de 1. İdeolojik aygıtlarda (aile, tarikatlar, cami, vs) formatlanıyor. 2. Grup içi etkileşimlerde hep bu görüş dillendiriliyor, yankı odalarında birbirlerini doğrulayıp sekülerlerin “şeytanlığını” büyütüyor, pekiştiriyorlar. 2. İzledikleri muhafazakar ve liberal aydınlar bu inançlarına pekiştiren bir çivi daha çakıyor. 3. Öteki (“düşman”) zalim mahallelerin eleştirileri de haklılıklarını kanıtlıyor.
EK 1: MUHAFAZAKARLARIN YANKI ODASI ÖRNEĞİ https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670837854996512768/muhafazakarlarin-yansitma-odasi-as%C4%B1m-ah-sene
EK 2: İDEOLOJİK AYGITLARA İÇERDEN BİR ÖRNEK İsmail KılıçArslan, Yeni Şafak, 25 Tem 2020, Cumartesi
Asım, ah!      
Sene ’96 ya da ’97 olabilir. Benimle tanıştığı gün Kartal’da bir eve gitmiştik. Lise öğrencileri vardı. Şahane çocuklardı. “Bunlara Sezai Karakoç’u, Zarifoğlu’nu anlat” demişti. Ben 20 yaşında, bıyıklarının terlemesi tamamlanmamış bir şairdim. Asım ise Asım’dı işte. Bizim Asım. Asım Gültekin. Onu ilk tanıdığımda hangi derdin peşindeyse, vefatının 20 gün öncesinde konuştuğumuzda da aynı derdin peşindeydi.
Bizim İslâmcı gelenekte “abi”lik isimli bir müessese vardır. Bakmayın siz FETÖ denen alçak terör örgütünün bu güzelim müessesenin adını kirlettiğine. Aslında, “insan yetiştirme bakımından” olağanüstü bir müessesedir. Sözgelimi Duran Boz’a sorsanız size “Nuri abi”yi anlatacaktır. Kendisini okumaya nasıl başlattığını, yazmaya nasıl teşvik ettiğini, çıkardığı dergide nasıl görevlendirdiğini, ilişkilerini nasıl açıverdiğini, kitabını nasıl bastığını. Mustafa Çelik’e sorsanız size “Cahit abi”yi anlatacaktır. Aynı gelişim sırasıyla üstelik.
“Abi”ler, birer “insan yetiştirme fabrikası” olarak benim sonuna yetiştiğim bir olgu idi. ’90’lar boyunca son derece net şekilde hissettim “abi”lik müessesesini. Fakat bir farkla… Benim “tek bir abim” olmadı hiç. Her çiçekten bal almaya meyyal karakterim vesilesiyle pek çok abinin rahle-i tedrisinden geçtim ve bunun için de kendimi çok şanslı hissettim hep. Bu şansın en önemli yanı ise şuydu: Neye taraf neye karşı olacağımı da, kendimi nasıl ve nereden geliştirebileceğimi de, mesleki yol haritamı da abilere borçluyum.
2000’lerle birlikte “abi”lik, sosyolojik değişimimize yenildi diyebilirim. İnsan yetiştirme işi tek tek abilerden çıktı, çoğunun neye yaradığını bilemediğimiz -istisnalar elbette kaideyi güçlendirir- STK’lara kaldı. Edebiyat dergileri çevresindeki abiler birer ikişer çekildiler hayatımızdan. Yeni abiler de yetişmedi. Şeyhlik taslayan ya da tıpatıp kendisine benzeyen insanlar oluşturmayı “narsist bir bozukluk” olarak değil de “çok önemli bir hamle” olarak değerlendiren insanları saymazsak “abi”lik tarihe karıştı.
Asım, tam da bunun istisnası idi işte. Onlarca, yüzlerce “okumaya-yazmaya meraklı” gencin önünü hem bir iş makinesi çalışkanlığıyla hem de bir mühendis inceliğiyle açmaya vakfetmişti kendini Asım. Düzenlediği etkinlik, konferans v.d sayısı bini rahatlıkla geçmiştir. İlgilendiği gençlerin her birini edebiyat, kültür, sanat alanlarındaki yeteneklerine göre destekledi ömrü boyunca. Bunu, ani ölümünün ardından onu hayırla anan, sevgiyle hatırlayan binlerce genç insanın şahitliğinden rahatlıkla anlıyoruz.
Bu yanıyla Asım’ı rahatlıkla “efsane abiler” silsilesinin son halkasına ekleyebiliriz.
Diğer yandan şunu da konuşmak lazım belki… Bilhassa “İslâmcılığı dergiler üzerinden ilerletme” geleneğinin en önemli sahiplenicisi de bizim Asım’dı. O bakımdan çıkmasına vesile olduğu ya da destek verdiği dergilerin sayısı dahi belirsizdir.
Politik duruşunu da, İslâmcı reflekslerini de hiç ama hiç değiştirmedi. Bu da onu “istikamet sahibi” bir insan yaptı.
Bir de şu. Bir kavgaya girecekseniz, kendinizi bir mücadelenin ortasına atacaksanız güvenebileceğiniz isimler listesinin en başına rahatlıkla Asım’ı yazabilirdiniz. Bütün gövdesiyle sizin yanınızda olmanın bir yolunu her zaman bulurdu çünkü Asım.
En son bizim Yusuf Genç’e “Hacı abi, bu bizim İslâmî ezgilerin tarihsel serüvenini anlatan bir yazı dizisi mi yapsak Cins’te?” mesajı atmış. Yusuf da derhal kabul etmiş tabii. “Eylülde başlayalım” diye sözleşmişler.
En son bizim Osman Özsoy’la konuşmuşlar. Osman, “İsmail Kılıçarslan’la konuştum. O da aynı fikirde. Dergi fuarı bu sene Fatih’e yakışır abi. Yeniden Sirkeci Gar’ına taşıyalım mı fuarı?” demiş, Asım da kabul etmiş. Kaderin cilvesine bak ki bu yıl fuarı Asım’la değil, Asım’ın adına yapmak varmış. Cins’te o diziyi Asım’la değil, Asım’ı yâd ederek oluşturmak varmış.
Asım, ah! Allah rahmet eylesin sana güzel yaşıtım, güzel arkadaşım. Fatihalar, Yasinler yoldaşın; cennet, yurdun olsun.  
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Text
“İSTİKLÂL” Nedir? (1) – Talat Ulusoy
“İSTİKLÂL” Nedir? (1)
yüzleşme yazıları
Ne anlama geliyor şu dillerden düşmeyen bu kelime? Herkesin rahatça cevapladığına eminim! Ama…
“Mete Tunçay, Erik Jan Zürcher, Şerif Mardin, Nilüfer Göle, Büşra Ersanlı, Taha Parla, Levent Köker gibi bilim insanları Türk toplumunu ve siyasetini bunaltan, nefes alınmaz hale getiren(lerin-tu) tahakkümünden kurtulup özgürleşmenin tek çaresinin yakın tarihimizi bütüncül bir şekilde sorgulamaktan, eleştirmekten, doğru olarak kabul edilmiş varsayımları yıkmaktan geçtiğine inandılar.” (İlker Aytürk’ten aktaran Ömer Turan; “Yeni bir paradigmayı beklemek ya da tarihsel sosyolojinin ilhamı”, s.2, Academia.edu“)
Öyle ise, buyurun anlamından hiç kuşku duyulmayan “istiklâl” kavramını sorgulamaya!
Ezberler ile başlayalım, meselâ ”İstiklâl Harbi” tamlaması ile…
Bilindiği üzere, “Dil Devrimi”nin ardından bu harbin ismi değişir; “kurtuluş” veya “bağımsızlık” alır “İstiklâl”in yerini alır.
Cumhuriyet on yaşını doldurmadan ”İstiklâl Harbi”, yavaş yavaş “Kurtuluş Savaşı” veya “Bağımsızlık Savaşı” olmaya başlamıştır bile.
Bir ezber hatırlatması: Dil Devrimi; Türkçe’den Arapça, Farsça vd.yabancı kelimelerin atılması, atılanların yerine Türkçe karşılıklar bulunması amacıyla yapılmıştır!
“İstiklâl” özelinde bu ezberi de ayrıca sorgulamak, “bağımsızlık” ve/veya “kurtuluş” “istiklâl”in tam (Türkçe) karşılığı mıdır, bunu sorgulamak gerekir.
Bu ileriye bırakalım…
                                                    **       **       **
“İstiklâl”, kaldırdım demekle ortadan kalkmaz, yerine gelen iki kelime ile birlikte, farklı siyasi ve dini eğilimler tarafından bilerek (veya bilmeyerek), ama seçerek, ayırarak kullanılır. 
Genel olarak dindar kesim alışkanlıkla, özellikle İslâmcı cenah bilerek “istiklâl”i tercih eder; “İstiklâl Harbi” der, içlerinde “İstiklâl Marşı”nı anlayarak ve gönülden sevenler az değildir.
“Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli” dizesi bile yetmez mi bu içten bağlılığa?
“Kurtuluş ve/veya bağımsızlık” diyen resmi kitaplara inanmakla yetinenler eski kelime ve kavramlarla hemen hemen bütün ilişkiyi koparmışlardır ve “İstiklâl Marşı” artık “ulusal marş”tır çoğu için…
“Dilde devrim” sadece “türetme”(!) kelime ve kavramlar ile dili sadeleştirmek olarak anlatılır, oysa esas olarak geçmiş ile bağı koparır, hafızaları siler.
“Dil Devrimi”nin sorgulamaktan kaçınan her “çağdaş” kişi “ezber konforu” veya “silinmiş hafıza konforu” içindedir. “Çağdaş”ların çoğu, ezberlerini sorgulamaz, rahatının bozulmasından hiç hoşlanmaz!
“İstiklâl”i tercih edenlerin bu tür “çağdaş”lardan kalır yanı yoktur; onların da çoğu kelimenin geçmişini sorgulamayı düşünmez bile, Arapça kelimelerin “sevap konforu” onlara yeter.
Oysa kelime ve kavramlar geçmişle yüzleşmenin anahtarıdır, çok kapılar açan “maymuncuk”tur kimi kelime ve kavramlar.
Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, “istiklâl” kavramının karşılığı tek kelime ile “bağımsızlık” olarak; “kurtuluş” kavramının karşılığı ise “Bir şeyden, bir yerden kurtulma; bağımsızlık kazanma” olarak verilir.
Aynı tarihi geçmiş için ha “istiklâl”, ha “bağımsızlık veya kurtuluş” kullanılmış, ne fark eder?!
Bence hiçbir şey fark etmez, çünkü ikisi de geçmişinden koparılarak kullanılır olmuş, “Ha Ayvaz kasap, ha kasap Ayvaz” hesabına dönmüştür!
0 notes
2019bestdiyideas · 5 years ago
Text
Nilüfer Perisi Masalı
Tumblr media
Günlerden bir gün, henüz güneş doğmadan, çiğ damlaları nilüfer çiçeklerinin üzerinde usul usul salınmaya başlamışlardı. Çiğ damlaları oluştukça, nilüferler daha da parlaklaşıyorlardı. Nilüfer tomurcukları yavaş yavaş açılıp doğan günü karşılamaya hazırlanıyorlardı. Tomurcuklardan biri daha yavaş açılıyordu. Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu. Tomurcuğun her yaprağı açıldıkça, etrafa ışıklar saçılıyordu. Rengarenk ışıklar, sanki bir bebeğin gülüşüyle geliyordu. Güneş doğarken, parlak gri olan gölün suları, beyaz, pembe nilüfer çiçekleri onların yemyeşil yaprakları ile bir mucizeyi kucaklamaya hazırlanıyordu.
Güneş yavaşçacık, mutluluk dağıtarak, nilüfer perisi ile birlikte doğdu. Nilüfer perisi, minicik , güneşin ilk ışıltıları kadar mutlu, bir bebek kadar masum, kar tanesi kadar kırılgan, bir periydi. Nilüfer perisi çok şanslıydı çünkü o pırıl pırıl bir gölde dünyaya gelmişti. Nilüfer perisi çok mutluydu. Onun için yepyeni bir serüven başlamıştı. Daha gözlerini açıp etrafı seyrederken, bu seferki hayatında çok şanslı olduğunu düşündü. Burası etrafı çam ormanlarıyla kaplı bir göldü. Ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti. Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik. Etrafına baktı. Önce kurbağalar çıktı müzisyenlerden; sonra zilleriyle çekirgeler, kemanlarıyla ağustos böcekleri balıklar dans ederek müziğe eşlik ediyorlardı. Orkestra çok genişti. Tüm göl bu müziğe eşlik ediyordu.
Nilüfer perisi buna inanamadı. Daha önceki hayatlarında nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı. Gülümseyerek müziğin tadını çıkardı. Sonra müzisyenleri incelemeye başladı. Yüzleri nasıl da mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu. Tek tek hepsini inceliyordu, ki unutmasın, bu görüntü bundan sonra da yaşayacağı hayatlarda ona mutluluk versin. Ağustos böceğine gelince orada kalıverdi. İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti, sanki o anda tüm dünya durmuş sadece müzik ve ormanın büyülü kokusu kalmıştı. Ama bu arada, onlar farketmeseler de, önce müziğin ve dansın ritmi bozuldu, sonra da sustu. En son aşıklar anladılar müziğin durduğunu. Herkes onlara bakıyordu.
Nilüfer perisi kendini tutamadı, bir kahkaha attı. Müzik ve dans yeniden başladı. Müziğin sonunda çok acıkmışlardı. Sofralar kuruldu. Ağustos böceği ve nilüfer perisi beraber oturdular. Konuşmaya başladılar. Aslında, ne söylediklerini kendileri bile bilmiyorlardı, konuşan daha çok gözleriydi. Yemekten sonra bütün göl hayvanları dinlenmeye gitti. Sadece ağustos böceği ve nilüfer perisi kaldı. Göl birden sakinleşmiş, durgun bir hal almıştı. Hafif bir meltem esiyordu. Bir süre bu sessizliği dinleyip beraber olmanın mutluluğunu yaşadılar. Sessizliği ağustos böceği bozdu. “Nilüfer perisi kanatların yeterince olgunlaştı. Artık uçabilirsin. Ormanı tanımak ister misin?” dedi.
Nilüfer perisi bu teklifi sevinçle kabul etti. Uçarak ormana ulaştılar. Orman nasıl da hoş kokuyordu. Rengarenk çiçekler kaplamıştı tüm ormanı. Ağaçlar çok büyüktü. Gördükleri bütün hayvanlar gülümsüyordu. Küçücük bir yavru sincap, nilüfer perisini görünce çok mutlu oldu. Ellerini sevinçle çırpmaya başladı. Bir yandan da annesini çekiştiriyordu. “Anne bak bak o kim?” diye sordu. Nilüfer perisi yavaşça minik sincabın yanına geldi.
“Merhaba ben nilüfer perisiyim” dedi. Yavru sincap gözlerini kocaman kocaman açmış hiç sesini çıkarmadan nilüfer perisine bakıyordu. Anne sincap nilüfer perisini ve ağustos böceğini selamladı. Onlara en güzel yemeklerini ikram etti. Sonra “gelin” dedi, “ben gezdireyim ormanımızı; önce baykuş ailesiyle tanıştıracağım sizi.” Gerçekten de anne sincap, başta baykuş ailesi olmak üzere, bütün orman sakinleri ile tanıştırdı nilüfer perisini. Bu oldukça yorucu olmuştu. En son kaplumbağa ailesiyle tanıştılar. Kaplumbağalar da onlara serin şerbetler ikram ettiler.
Nilüfer perisi bu geziden hoşnuttu ama sanki herkes bir şeyler saklıyordu. Bu rahatsızlık verici durumdu ki, nilüfer perisini en çok üzen ağustos böceği bile bu sırra dahildi. Herkes çok mutlu görünmesine rağmen gözlerde saklanamayan bir hüzün vardı. Orman halkının bilmediği bir şey vardı, nilüfer perileri istedikleri zaman düşünceleri okuyabiliyorlar ve hayalleri görebiliyorlardı. Nilüfer perisi teker teker düşünceleri okumaya başladı. Gizledikleri şey bir bataklıktı. Ama bataklıkta neyi gizlediklerini anlayamıyordu çünkü bu ormanda bataklık olması gizlenecek bir şey değildi. Hatta orayı uçarken bile görmüşlerdi. Kaplumbağa ailesine sordu;
“Ben henüz bataklığı görmedim, orayı bana göstermeyecek misiniz?” Herkes şaşkınlıka birbirine baktı. İlk konuşan ağustos böceği oldu. “Evet, nilüfer perisine hâlâ bataklığı göstermedik, haydi bataklığa gidelim” dedi. Herkes biraz ürpererek baktı birbirine, isteksizce “tamam” dediler. Bataklık hiç de uzak değildi. Nilüfer perisi için birazcık ilerdeydi. Ama orman halkı birbirlerine yardım ederek bile olsa çok yavaş ilerliyorlardı. Sonunda ulaştılar bataklığa, bataklıkta onları üstü başı kir içinde bataklık perisi karşıladı. Bu durumdan bataklık perisi çok mutlu olmuştu, ama orman halkı hiç mutlu gibi görünmüyordu. O şirin hayvanların yerini, asık suratlı bir topluluk almıştı. Hepsi aksi ve küçümser bakışlarla bakıyorlardı bataklık perisine. Ama bataklık perisi, onları gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki, nilüfer perisini bile gözleri görmüyordu. Durmaksızın çığlıklar atıyor bir oraya bir buraya zıplıyordu. O zıpladıkça etrafa çamurlar sıçrıyor, çamurlar sıçradıkça bataklık perisi daha da çok kahkaha atıyordu.
Nilüfer perisi bataklık perisini çok sevmişti. O da hemen onunla beraber çamurlarda zıplayıp hoplamaya başladı. İkisi beraber çok eğleniyorlardı. Orman sakinleri, gözlerini kocaman kocaman açmış nilüfer perisine bakıyorlardı. Fısıltılar başladı hemen, kimi nilüfer perisinin asla temizlenemeyeceğini, artık hep böyle pis kalacağını, kimi de onun ruhunu şeytanın çaldığını söylüyordu. Nilüfer perisi bunların hepsini anladı. Demek onun için bataklığa gelmiyorlardı. Üstelik bataklık perisinden de korkuyorlardı. Bataklık perisiyle kimse görmeden konuştu. Sonra da çok yorulduğunu ve çok acıktığını söyledi.
“Hadi yemek yiyelim” dedi orman halkına. Kimseden ses çıkmadı. Ağustos böceği “hadi bakalım” dedi. “Geri dönüyoruz. Yemek yiyeceğiz. Baykuş arka çıktı hemen , “Önden kuşlar gitsin, hazırlıklara başlasınlar.” Önce isteksiz olanlar bile hazırlıklar başlayınca neşelendiler. Onlar sofrayı hazırlaya dursun, nilüfer perisi ve bataklık perisi de göle gitmiş yıkanıyorlardı.
Nilüfer perisi, iyice temizlenmesi için bataklık perisine yardım etti. Üstünden o çamurlar gidince, ortaya çok şirin bir peri çıktı. Temizlendikten sonra, şölene katılmak için, birlikte yola çıktılar. Oraya vardıklarında, baykuş dışında kimse bataklık perisine tanımamıştı. Baykuş hemen onların yanına yaklaştı ve onları onur konuğu masasına oturttu. Sonra da misafirlere bataklık perisini tanıttı. Bataklık perisinin onur konuğu masasına oturmasıyla beraber şölen başladı. Şölen başlamıştı ama misafirler hâlâ büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Kimse bataklık perisininden gözlerini alamıyordu. Bugüne kadar korktukları bu minicik, şirin yaratık mıydı? Bataklık perisi büyüklere göre hâlâ çirkindi, ama çocuklara göre çok şirindi. Çocuklar hemen onun yanına geçtiler. Bütün yemek boyunca gülmeleri hiç kesilmedi. Bataklık perisi gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu ve onun bulunduğu ortam mutlaka neşeli olurdu. Yemeğin sonunda herkes neşe içinde masadan ayrıldı. Artık bataklık perisinden korkmuyorlardı. Hatta onu sevmeye bile başlamışlardı. Artık bataklık korkulması gereken bir yer olmaktan çıkmıştı. Şölenin sonunda bataklık perisi hem nilüfer perisine, hem baykuşa, hem de ağustos böceğine teşekkür etti. Mutlulukla bataklığına döndü.
Nilüfer perisi ve ağustos böceği göle doğru yola çıktılar. Ama ikisi de biraz yalnız kalmak istiyorlardı. Bir süre birlikte kaldılar. Nilüfer perisi gitmeden önce onlara bir armağan vermek istiyordu. Ağustos böceğinin aklından geçenleri okudu. O nilüfer perisinin hiç gitmemesini, hep beraber olmalarını istiyordu. Bu imkansızdı, nilüfer perileri sadece bir gün yaşardı. Artık akşam oluyordu. Gitme vaktine az kalmıştı. Birden aklına geldi. Bu gölde hiç göl insanı görmemişti. Halbuki neredeyse tüm göllerde göl insanları olur; hem güzel sesleri, hem sorunlara hemen çözüm bulmalarıyla tüm göl halkının sevgisini kazanırlardı. Onlara göl insanlarını armağan etmeliydi.
Nilüfer perisinin bir an önce göl perisini bulması gerekiyordu. Sadece göl perisi göl insanlarını çağırabilirdi. Ağustos böceğine çok acil göl perisini bulması gerektiğini söyledi ve hızla oradan ayrıldı. Nilüfer perisinin, göl perisini bulması zor olmadı. Ona isteğini anlattı. Göl perisi de büyük bir zevkle kabul etti ve göl insanları ile bağlantıya geçti. Sonra nilüfer perisine dönüp o gitmeden önce gölde olacaklarını söyledi. Nilüfer perisi teşekkür ederek oradan ayrıldı. Nilüfer perisi göle döndüğünde artık güneş batmak üzereydi, göl güneşin son ışıklarıyla rengarenk olmuştu. Muhteşem bir görüntüydü . Göl orkestrası bu sefer hüzünlü bir melodi çalıyordu. Çünkü nilüfer perisi birazdan geldiği nilüfere dönüp, uykuya dalacaktı. Tekrar uyandığında artık orada olmayacaktı. Nilüfer perisinin iyice uykusu gelmişti. Göl sakinleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. O sırada göl insanları güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek geldiler. Birden hüzün kayboldu. Ortalık yeniden canlandı. Nilüfer perisi bile el çırpıyor, dans ediyor, bu neşeli müziğe eşlik ediyordu. Müziğin sonunda nilüfer perisi yavaşça doğduğu nilüfere döndü. Bütün göl halkını, orman halkını, göl insanlarını selamladı. Dilerim yine görüşebiliriz dedi ve nilüferin içinde kıvrılıp, nilüferin onu yumuşakça örtmesini istedi. Bütün canlılar nilüfer perisinin aralarından ayrılmasından dolayı çok üzgündü. Ama o, onlara göl insanlarını hediye etmişti. Onlara mutluluk vermişti, içtenlikle ona teşekkür ettiler. Nilüfer perisinin de istediği gibi şarkı ve dansa devam ettiler.
Nilüfer Perisi Masalı
0 notes
teksevgi-blog · 7 years ago
Text
"Dindarlar para ve güç karşısında manevi değerlerden koptular, vicdanları yerine liderlerini dinliyorlar"
Nilüfer Göle
1 note · View note
leylainworld · 8 years ago
Photo
Tumblr media
İnsan küçümsedikçe nasıl da küçülüyor! Küstah bir hırsız gibi yerin ve göğün kapılarında nasıl da döndürmeye çalışıyor anahtarını! Boynundaki fotoğraf makinesi değil, ağır bir taş. Çektikçe çekiliyor dibe, parlatarak kibrin flaşını. Ah Batılılar! Yoksul Hintlileri resmederken başlarındaki güneşten tacı çizmiyorsunuz. Yanılmaz aklınıza yaslanıp yargılar doğuruyorsunuz küvezlerde yaşatılan. Bir çiğ damlasına merceklerinizin merdiveniyle çıkmaya çalışıyorsunuz nefes nefese;göze görünen ve görünmeyen her şeyin aynı bütünün parçaları olduğundan habersiz! Halbuki çiğ damlası bakın ne fısıldıyor göle:''Sen nilüfer yaprağının altındaki büyük çiğ damlasısın, ben de üstündeki küçük çiğ damlası!''"Kudretli çöl, başını sallayan, gülen ve uçuşan bir ot yaprağının aşkı ile yanıyor. Aşk evet, bilmezsiniz onu siz, ihtirası tanırsınız, aşkın soysuzlaşmış şeklini. Bu yüzden hep küçümseyerek bakarsınız zayıflara, rüyalarda kalır insanlığın saadeti. Biliyor musunuz, hakikatle irtibatınızı kestiğinizden bu yana ateşle oynuyorsunuz. Dünya atlaslarını değiştirirken kanatlarınız yanıyor ve 'insan'a bir türlü yaklaşamıyorsunuz! Yine de kara kışı birbirimize sokularak atlatacağımızdan endişeniz olmasın! Hem hepimiz bir yıldızız, ne çıkar ateş böceği sansanız bizi!"
1 note · View note
notmekani · 5 years ago
Text
Ardahan Liseleri Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri 2020 (LGS)
Ardahan Liseleri Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri 2020 (LGS)
Bu yazımızda sizlere Ardahan'da bulunan Liselerin Taban Puanlarını ve Yüzdelik Dilimlerini sizlere açıklayacağız. Yazımızdaki tüm veriler MEB tarafından yayınlanan en son ve güncel Taban Puanlarıdır. Bu verilerin tamamı 2019 temmuz ayında yayınlanmış olan verilerdir. 2020 yılında LGS sınavına girecek olan öğrencilere destek olmak amacıyla hazırlamış olduğumuz LGS Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri tablomuzu inceleyebilirsiniz. Bu tabloda Ardahan Lise Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri veya diğer adıyla Ardahan LGS Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimlerini sizlere göstereceğiz. LGS kelimesinin açılımı Lise Geçiş Sınavı'dır. Okul Adı Okul Türü Öğretim Süresi Öğretim Şekli Yabancı Dili Kont. Taban Puanı Taban Yüzdelik Tavan Yüzdelik ARDAHAN / MERKEZ / Ardahan Rekabet Kurumu Fen Lisesi Fen Lisesi 4 yıl Kız/Erkek İngilizce 90 386,6673 15,87 5,69 ARDAHAN / GÖLE / Nilüfer Göle Sosyal Bilimler Lisesi Sosyal Bilimler Lisesi Hazırlık + 4 yıl Kız/Erkek İngilizce 90 300,4721 44,91 13,06 ARDAHAN / GÖLE / Göle Bedirhan Bey Anadolu İmam Hatip Lisesi Anadolu İmam Hatip Lisesi 4 yıl Kız/Erkek İngilizce 60 263,8389 61,43 16,02 Okul Adı Okul Türü Öğretim Süresi Öğretim Şekli Yabancı Dili Kont. Taban Puanı Taban Yüzdelik Tavan Yüzdelik ARDAHAN / MERKEZ / Şehit Türkmen Tekin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Anadolu Meslek Programı 4 yıl Kız İngilizce 30 248,9217 68,51 21,98 ARDAHAN / MERKEZ / Şehit Er Serhat Şanlı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Anadolu Teknik Programı 4 yıl Kız/Erkek İngilizce 30 197,4010 92,58 31,01 Yukarıda paylaşmış olduğumuz Ardahan Lise Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri veya diğer adıyla Ardahan LGS Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri yazımız umarım işinizi görmüştür. Sorularınızı yorum olarak bizlere iletebilirsiniz. Ardahan Lise Taban Puanları ve Yüzdelik Dilimleri veya diğer adıyla Ardahan LGS Taban Puanlarını ve Yüzdelik Dilimleri  bu yazımızda inceleyeceğiz. Etiketlerimiz: Ardahan taban puanları ve yüzdelik dilimleri, 2020 lgs taban puanları, Ardahan lise taban puanları 2020, Ardahan lise taban puanları ve yüzdelik dilimleri 2020, lise taban puanları Read the full article
0 notes