Tumgik
#Düz Şiir
biredebi · 2 years
Text
Ne yapıyorsun?
Yaşamaya çabalıyorum. Sonunda nerede ineceğimi planlamadan trene biniyorum mesela. Bir elimde defterim diğerinde kalem, yazıyorum olanı biteni. Etrafta gördüklerimi, kadınları, çocukları, sevgilileri. Yalnızlığımı yazıyorum. Aşkı yazıyorum. Sahte ve gerçek aşkı. Senden sonra aradığım ama bulamadığım aşkı. Arkadaşlığı, kardeşliği, kalleşliği yazıyorum; sırtımdan bıçaklayanıda, sırtımdan o bıçağı çekip çıkaranıda. Seni ilk gördüğüm yeri, ilk kez elini tuttuğum caddeyi, sana sarıldığım o istasyonu yazıyorum. İlk kez yanağına kondurduğum buseyi, o buseyi kondurduğum tiyatroyu yazıyorum. Gittiğimiz cafeyi, içtiğimiz kahveyi, yediğimiz yemeği yazıyorum. Aslında hep seni yazıyorum ama sen yoksun ya buralarda o işte benim yapamadığım, barışamadığım. Sen başkasında ve ben yalnız başımayım ya işte onu yazıyorum. Yazıyorum ama yaşayamıyorum.
Şiirler dökülüyor parmaklarımdan kağıda. Durduramıyorum ne kalemi ne de kelamı. Akıyor kalbimden kağıda. Resmen içine işliyor defterin; acım, kederim, efkarım ve yalnızlığım. Sonra deftere bile acıyorum. Yazdığım tüm yaprakları koparıp atıyorum. Defteri görsen içi koparılmış sayfaların arkasında bıraktığı izlerle dolu. Defter ferahlıyor aslında ama bıraktığı izler dahi gösteriyor ne denli acı çektiğimi, ne denli acı çektirdiğini.
Sen yokken bir kadınla tanıştım mesela. Konuştuk aynı senle olduğu gibi; 3 hafta. Seni anlattım ona da. Anlatıyorum ya seni herkese; bakkala, manava, balıkçıya, doktora. Seni anlattığımda acıdı bana önce. Sonra da öfkelendi bana. Neden anlatıyorsun dedi. Belli ki unutamamışsın, ne onu, ne yaşadığını ne de yaşayamadığını. Belli ki yara bandı istiyorsun hayatına onu unutmak için ama ben unutturamam dedi onu sana. Ben o değilim dedi bana. Ben benim dedi bana. Sen ise o olmuşsun haberin yok dedi bana. Senin gibi yapmadı ama. Ağzından döküldü sözler, gördüm duygusunu yüzünde, duydum üzüntüsünü sesinde. Konuştu benimle. Susmadı senin gibi. Susarak değil son bir kez sarılarak gitti bu yaralı adamdan. Yaşa dedi bana.
Ne yaptığımı ben bile bilmiyorum aslında. O kadar çok sustun ki zamanında, ben konuştum şimdi sorduğun soruya. Şimdi sen söyle bakalım: Ne Yapıyorsun?
26 notes · View notes
yazarinsesi · 8 months
Text
Kime göre neye göre?
Anlatmak isteyip anlatamamak, içinde kalmasına yol açmak... Sence doğru olan bu mu? Doğru olan ne peki? Kime göre, neye göre? Anlatmak istediğin konuya göre... Ama içinde kalması ileride "KEŞKE" dememenin bir yolu belki de. Hislerini saklamak, varlığından, kokusundan uzak olmak... Neden içinde tutar ki insan? Neyden korkar mesela? Reddedilmek? Ters tepki almak? Kırılmak, üzülmek, acı çekmek?.. Hayatın içinde sadece mutlu olmak mı vardır sence? Hayır tabii ki de. Acı çekmezsen, üzülmezsen, kırılmazsan, düşmezsen sen, sen olamazsın. Bu hayatta ne kadar çok mutluluk duygusu yaşasak da üzülmemiz, düşmemizde gerekiyor. Düşmezsek kalkamayız. Düşünce kalkmayı öğrenmeli insan... Üzülünce, acı çekip bu acıyı da atlatmayı öğrenmeli. Sen düşünce kalkmayı bildiğinde işte tam o zaman gerçek "SEN" olursun.
4 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 2 years
Text
Tumblr media
Bana sevginin ne olduğunu anlatın desem
Her kafadan bir ses çıkar
Ama Bunu Bana Yaşattın Desem
Herkesin Eli Ayağına Karışır
Çünkü Böyle Durumda
Kimi kalbi Fesatlığa çeker
Diğerleri desen hislerden bi haber
6 notes · View notes
aieniki · 1 year
Text
Tumblr media
Nereden bilebilirdim bir karanlıkla mücadele ederken, zifiri karanlığın ta kendisi olacağımı. O karanlığa teslim olacağım kimin aklına gerlirdi ki?
Üstelik kendimi, sanki en baştan beri karanlık olanın kendim olduğuna ve aydınlığı haketmediğime dair yalanlarla kandırdığımı farkettim zamanla. O kadar zifiri olmuşum ki , neredeyse içimdeki aydınlığın çığırışlarını bile duyamaz olmuştum.
En karanlık anlarımda bile, içimdeki aydınlığı, başkalarına ışık olsun diye harcadığım zamanları hatırlıyorum. Başkalarına ışık olabilmek adına, kendimi ışık almayan ücra bir hücreye hapsetmişim meğerse. Başkaları aydınlığa çıkacak ise problem değil di benim müebbetim lakin ne başkasına bir fener olabildim ne de içimdeki parıltıyı koruyabildim. Başkalarını aydınlatacaksam, problem değil yanıp kül olmaya razıydım yeter ki ateşimden aydınlansınlar.
Ancak bu yüzyılın siyahlığına ne bir fener olabildim ne de ateşim yetti onları aydınlatmaya. Başkalarını aydınlatmaya olan inancım da yitip gitti zamanla. Bu zamanlardan birinde, içimde unutmuş olduğum bir ışık hüzmesi adeta deldi geçti içimdeki o zifiri karanlığı. Hatırlattı bana, ışığımın içimde olduğunu.
O ışık hüzmesi zamanla yerini doğudan değil de içimden doğan bir güneşe bıraktı. Ve o güneş fısıldadı ruhuma "Sen karanlıkları değil, karanlıklar seni hak etmiyor" Evet, işte böyle doğdu benim güneşim.
3 notes · View notes
yazdimdaneoldu · 2 years
Text
karanfil ve sen
Karanfilin değerinin yeteri kadar anlaşıldığını düşünmüyorum. Karanfilin hangi kategoriye girdiğini bile bilmiyorum; baharat mı acaba? İşte tam olarak bu kadar değeri bilinmeyen bir şey karanfil. Çayına katarsın, tat verir; ağzına atarsın, tat verir; babaannen kurabiyesine katar; tat verir. Hoş, ben babaannemi hiç tanımadım. Karanfilli kurabiyenin ne yüce bir nimet olduğunu da ev arkadaşımın annesi yollayınca anladım. Arkadaşıma kurabiyeye bayıldığımı söyledim bir kere ve her fırsatta annesi karanfilli kurabiye yolladı benim için. O arkadaşımla konuşmuyoruz artık ama annesini özledim, annesinin tatlılığını ve annesinin tatlılarını; karanfilli kurabiyesini özledim. Bu özlemimin bir kısmını kendi emeğimle gidermeye çalışırım belki bir öğlen vakti.
Siz hiç lokantada hesabınızı ödedikten sonra kasada sunulan karanfili attınız mı ağzınıza? Ben hatırlıyorum, epey küçüktüm; çok da küçük değildim sanırım. Babamla üniversite için kalacak yurt ayarlama amacıyla İzmir’e gelirken Çanakkale üzerinde bir esnaf lokantasında attım. O şeyin karanfil olduğunu biliyordum, yemekten sonra ağıza konulduğunu da biliyordum fakat amacını o zamanlar pek çözememiştim. Ağız kokusunu temizlemek içinse; bunun için naneli şeker sunulamaz mıydı? Karanfil sunuluyordu. Ağzıma attım. Biraz acı gibi ama bir o kadar da tatlı bir tat yayıldı içime.
Ben karanfili bir insana benzetiyorum. Uzaktan pek bir işlevsiz görünen ancak girdiği yerleri tatlandıran; eğlendiren bir insana benzetiyorum. Bu insana ihtiyaç duymazsın, ta ki onu tanıyana dek. İhtiyacın yoktu ama artık onsuz olmak da istemiyorsun. Yok, böyle olmadı. Aslında hiç ihtiyacın yok ama seçenek sunulsa onu seçersin. Onu istersin. Benim için de bu sendin sanırım. Sana ihtiyacım yoktu, hala yok ama seni istemeden de duramıyorum. Seninle girdiğim her yer, her oda, içtiğim her su, içime çektiğim her sigara dumanı daha bir tatlı oluyordu. İnsanın buna pek ihtiyacı olmaz ama istememesi için bir neden de sunulmaz.
Karanfille benzer yanlarınız olduğu kadar benzemeyen yanlarınız da vardı tabii. Ağzıma attığım karanfili çıkarmanın zamanı geldiğinde bunu bilirdim, çıkarırdım. Ancak seninle böyle bir şey pek olmuyordu. Seninle hayatın doyum noktasına ulaşsam da bunun devamının geleceğini hissediyordum. Seninle hayat, sonsuz bir yolculuktu. Her saniyesi farklı ve çok da tatlı bir yolculuktu. Sona ermemeliydi. Sonu gelmemeliydi. Sonu geldi.
Belki de karanfilin ağızdan çıkması gereken vakti ben değil, sen fark ettin. Belki de senin karanfilin bendim. Belki de ben senin karanfilin hiç olmadım. Olsam, sonum gelir miydi?
Son demişken bahsetmek istediğim bir şey var ki; bazı öpüşlerin son tüketim tarihi varmış. Tükeniyormuş öpüşler, öpüşlerin öncesinde gidişler… Daha yeni fark ettim bu tüketim tarihinden sonra öpüşleri unutuyormuşsun. O sırada midende hissettiğin kelebekler, çarpar gibi atan kalbin, karıncalanan dudakların; bunları unutuyormuşsun. Ben unuttum seninle öpüşmelerimizi. Bana nasıl hissettirdiğini, beni nereden vurduğunu, nereden iyileştirdiğini, nasıl iyileştirdiğini, iyileştirdikten sonraki bakışlarını, bakışlarındaki duyguları… unuttum. Bunları hala hatırlıyormuşum sıraladığıma bakma, bunlar hep oradan buradan duyduklarım, ben seninle öpüşlerimi unuttum. Unutmak ister miydin diye bana bir sorsan; istemezdim derim. Ben hala seni unutmamak için çabalıyorum. Belki bir gün gelir de çözersin diye gazete alıp bulmaca sayfalarını saklıyorum. Siparişlerimle birlikte gelen balonlu poşetleri saklıyorum. Sen gelirsin de benden yapmamı rica edersin diye türk kahvesi alıyorum, ben pek içmem. Sadece seni beklerken arada bir içesim geliyor, sonra bitiyor. Ben pek sevmem ama yine de sen gelirsin diye bitince almaya devam ediyorum. Sen gelir de oturur ayaklarını uzatırsın diye tekli koltuklarımı camın önüne karşı karşıya koyuyorum. Çünkü hatırlıyorum; bulmaca sayfalarını eline alıp koltuğa oturduğunu, kaşlarını çatıp kalemin arkasını dişlerinin arasında kemirdiğini, bir sütunu doldurduğunda yanağında gururla beliren minicik bir gamzenin 2 odalı güneş almayan evimde çiçek gibi açmasını hatırlıyorum. Çocuk hevesiyle halıya oturup balonlu poşeti patlatırken dudaklarının neşeyle kıvrılmasını ve gökyüzünü görmeyen evimde sen farkında olmadan sadece neşenle beni bulutların üstündeymişim gibi hissettirmeni hatırlıyorum. Hatırlıyorum, unutmamak için savaşıyorum.
Hala pilav yaparken bir şeyleri eksik yaptığımı düşünüyorum, sana sormak istiyorum çünkü pilav yapmayı bana sen öğrettin. Asla senin gibi yapamıyorum. Senin yaptığın pilavın bir başka tadı vardı. İçine sevgini katarken bir tutam da şefkat ekliyordun sanırım, bu benim pek alışık olduğum bir tat değildi. Domates sevmediğini biliyorum ve hala domates gördüğümde içim bir garip oluyor. Karınca lafı seni kaşındırıyor, hatırlıyorum; çünkü hala sen duyarsın diye söylemeye çekiniyorum, oysa artık duymayacağının da farkındayım. Annenin verdiği çaydanlıkta çay yapıyorum, içine bir tane karanfil atıyorum, seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşıyorum.
Biliyorum, gelmeyeceksin. Biliyorum, içimdeki bu umut ve unutmaya karşı açtığım savaş boşuna. Gelmeyeceksin, çok acı bir şekilde farkındayım; ama seni beklemekten ve kalan gücümle seni ve senden kalan hatıraları sevmekten başka bildiğim bir şey yok ki benim…
Buraya yeni bir tekel açıldı, sen bilmezsin, senden yıllar geçti çünkü. Ayfer Abla ve kocası Şükrü Abi var, arada büyük çocukları Murat Abi geliyor. Aslında tekel onun sanırım ama o gündüzleri başka bir yerde çalıştığı için haftanın 6 günü Ayfer Abla ile Şükrü Abi var; hafta sonu bir gün onlar tatil yaparken Murat Abi bakıyor tekele. Murat Abiyi de pek severim. Benim bir abim var, olmasaydı Murat Abinin kardeşi olmak isterdim. Pek tanımadığım insanları mümkün olmayacak bir şekilde seviyorum. Sana bu aileden neden bahsediyorum biliyor musun? Onları tanıdığım ilk zamanlar bana bir tabure çektiler, “Otur Meleğim” dediler. Onların Meleği olacak kadar beni tanıdıklarını düşünmüyordum. Oturdum ve bana bir fincan çay ikram ettiler. Çayda pek tanıdık ama bir yerden çıkartamadığım bir tat vardı. Muhabbet sırasında fırsat bulduğum bir arada, ki bu zor çünkü Ayfer Abla bir kere konuşmaya başladığında konu konuyu açar ve susmazdı, çayda karanfil olup olmadığını sordum. O an; anladım değil, fark ettim ya da hatırladım da değil ama pek oturtamadığım bir kelimede karanfilin çaylarda da kullanıldığını gördüm. O gün onların yanından ayrıldıktan sonra bir aktara gidip birazcık karanfil aldım. O gün bu gündür o çaydanlıkta yaptığım her çaya bir adet karanfil atıyorum. Karanfil bana seni hatırlatıyor; sen beni unutmuşken, ben seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşırken. Olur da bu savaşı kaybeder ve seni unutursam diye; seni hatırlamak için hala ve sadece sana dair yazıyorum.
3 notes · View notes
dipnotski · 2 years
Text
Walter Feldman – Osmanlı’da Mevleviliğin Kültürel Tarihi (2022)
Walter Feldman – Osmanlı’da Mevleviliğin Kültürel Tarihi (2022)
Mevleviliğin kültürel tarihi, Osmanlı öncesi Anadolu’nun ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal hayatını anlamamızda önemli kapıları aralıyor. Yüzyılları aşındıran Mevlevilik tarihi, mistik bağlamda edebî ve müzikal zenginliğiyle geniş coğrafyaların kültürel kökenlerini yakından tanımamızı sağlıyor. Bugün hâlâ kültür hayatımızda önemli bir yere sahip olan Mevlevi kültürüne bakış, geçmişi olduğu gibi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yasamsallik · 1 month
Text
Tumblr media
"Çocukluk insanın şiir halidir. Diğer dönemleri ise düz yazı."
"Çocukken fazla mutlu olmayıp, birazını da bu zamanlara saklasaydım. Lazım oluyor arada."
Cemal Süreya
40 notes · View notes
kalbimin-incisii · 1 year
Text
💦💛Yüreğinin sesini biraz daha aç; 💛💦Çünkü hiç bir GÜL topraksız, 💦💛Hiç bir HAYAT
💛💦Umutsuz yeşermemiştir...
💦💛İnsan sevdiğine yağar, GÜL
💛💦olur...
💦💛Yağmur sevdiğine yağar, KÜL 💛💦olur...
💦💛Mektup sevdiğine yağar,PUL 💛💦olur...
💦💛Şiir sevdiğine yağar, DİL olur..
Kaç çileden çıkar bir hayat ?
Kaç ilmek atmalısın, mutluluğu tam üstüne göre örmek için?
Kaç acı azaltır, kaç fırsat arttırırsın?
Ya ipin kalın gelir ya şişin...
Bir de şekil vermeye uğraşırsın, bir ters...bir düz...
Bir de arada kaçırdınmı, söküp söküp baştan başlarsın...
Ters-düz olmuşsun bir de bakarsın!"
205 notes · View notes
sezginer35 · 10 months
Text
Günaydın millet..
Tumblr media
youtube
Cemal Süreya
(Cemal Süreya’nın Güz Bitiği Kitabında “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizesiyle son bulan 20 şiir)
İKİ KALP
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde gösterisi zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmış göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
EŞDEĞERİYLE YAN
Eşdeğeriyle yanyana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.
Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.
Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
ÇEKİRGE BULUTU
Çekirge bulutu içinde
Koynuma soktuğun ekin;
Çalgılar iki durur sürgün ilinde,
Bir gözü mavidir bir gözü blue.
Gölgede boy atmış top fesleğen,
Bir ilkokul bahçesinde görmüştüm seni,
Marienbad ilkokulu, Nişantaş’ta;
Bir çocuk yeşil örtüyü çekiverdi.
Hızla geçen otobüslerin ardında benzeşmek…
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
SÜLÜNÜN YÜZÜ
Sülünün yüzü bir atmosfer olayıdır.
Rasgele yazarı avcıdan öğrendim:
Yaban ördekleri donmasın diye,
Suya nöbetleşe kanat vururlar.
Ve işte şamandırasıyla Beşiktaş’ınız,
Çapraşık bir yüzyılı geriye atar;
Tanrım siz şu uzun Anadolu’yu
Çocukluk günlerinizde mi yarattınız?
Senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
İLKOKULU BİTİRDİĞİ
İlkokulu bitirdiği gün Cumhuriyet şairi,
Saçında kurdelesi Lozan gibi;
Sonra her yıl öldürüldü, öldürüldükçe de
Hemeninden göğe huthutler çizildi.
Gelecek zaman oldu şimdiki zaman;
Irmak aşağı inen güz parçası,
Çok süslü bir halkın arasından,
Benimsin!
İyi anlarında sesin kalınlaşıyor
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni
BİLGİSAYAR OLARAK
Bilgisayar olarak kullanılmış bir gölü
Selçukluya pragmalar taşıyan Gazali
Bir ilk aptallığı düğüm sayarak
Yadsımış dört yanı hep yukarı bakmış.
Bu yüzden önündeki ayna kırılır kırılmaz
İntihar etti sayılmış tasavvuf ehli,
Yine bu yüzden doğduğu an
Kaymaya başlamış Osmanlı yıldızı,
Baktım yeri toparlıyor ayak izleri
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni
AFYON GARINDAKİ
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..
Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
DAHA BEN
Daha ben ilk kazmayı vurmadan
Elime gelen Karabitki’li testi,
Nefertiti’nin mutfağı sayılan yerde
Koyu sır yeni hicret yollarını kesti.
Terimler eşekarıları sözcüklerin,
Acımasızdırlar, adsız ve sueldirler,
Önlerine katarak insan ve hayvan listelerini
Sabah akşam kapınızın önünden geçirirler.
Fazıl Hüsnü diyor ki, ne diyor Fazıl Hüsnü?…
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
İÇTİM O
İçtim o bin yıllanmış testiden, içtim, içtim,
Örtüler arasında yeryüzü beğenisiyle
Ayışığını paylaşırdı bacakları,
Öptüm ayak parmaklarını, öptüm, öptüm.
Put’unu cezalandırıyor kır delisi;
Oğlan iki ev ötede, Londra’dan gelmiş;
Yazsınlar felaketlerin hep çift geldiğini,
Garson acıması tutmuş içkievini.
Ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
BİR MİNELİ
Bir mineli altın saat,
Bir altın köstek ve madalyon
Bir roza maşallah,
On iki miskal inci.
Madalyonunu ve boncuğunu
İttim içeri,
Gözlerimizin dibi karıştı
Dağyollarının uzak dumanı gibi.
Ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
METİNLERDE BULUŞTUK
Metinlerde buluştuk kopkoyu deyimlerde,
Koşut ve eş zamanlı okuduk kimi kitapları;
O arada iki de defterimiz oldu,
Biri babasına daha çok benziyor.
Bir türlü kotarılamayan uğraş,
Ç harfini daha yeni dönmüşüz;
Gözlerimizde İbni Sina bozukluğu,
Dostumuzsa, Bodrum’da, dönmez geri.
Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
KÜÇÜK ANNE
Küçük anne, kelepir kız,
Bir şey söyle bana,
bana bir laf et ki binlerce,
Onbinlerce görüntü anlatamasın.
Genceli Nizami’nin dediği gibi
Taşı onunla yıkasalar
Üzerinde akik biter,
Bakışların ki…
İkinci bir parıltı var senin bakışlarında
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
18 ARALIK
18 Aralık 1985’te o salonda
Kişi nasıl kestirebilirdi ileriyi?
Siz, kazıbilimler, alınyazısıbilimler,
Geçsin yıllar geçsin, seneler gibi.
Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis’yi
14 Temmuz 1789 akşamı, Louis,
Şöyle yazmamış mıydı defterine:
“Bugün kayda değer bir şey yok..”
“Kehanet” adlı kısacık bir şiir buldum
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
HİÇBİR SEMTTE
Hiçbir semtte berberin olmadı,
1954-1980 yılları arasında,
26 yılda 28 ev değiştirdin;
Leke kuşağı nasıl bilmez seni!
Arabesk nedir diye düşünmüştünüz:
Şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde;
Eşitlik midir komedya, içtenlik mi,
Erdem diye benimsenmesi mi fırsatsızlığın?
Yürütüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
MUTSUZLUK GÜLÜMSEYEREK
Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir;
Banliyo treninde rastladığımız
Sınav saatini kaçırmış liseli kız,
Hep kazanırsın ey ç��zümsüzlük!
Ey otobüssever ey Troya yolcusu!
Anımsarsın günlerce konuşup durmuştuk
O İB(ipekböceği) sesli kadını;
Birinin Grönland’ı olmaya hazırlanıyordu.
İki çay söylemiştik orda, biri açık,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
BİR KIŞ
Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm,
Yalnız işitme duyusu kalır ortada.
Asya kentleri yürür dururlar,
Höyükler burnumda hızma.
Uzakta dev bir damla:Pırıl pırıl Pencap!
Tabanlarından kayıp duran sütunlar
Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları:
Horasan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.
Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
PİRİ REİS
Piri Reis geri çekmiştir haritasını
Azmayı çoktan unutmuştur hayvanlar;
Başlamıştır Sultanahmet sürüncemesi,
Kızlar yatakta yan yatmaya başlar.
Ben atımı böyle dört sürüyorum ya,
Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi?
Ya sen? Neden sende tehlike anlarına
Bunca hazırlıksız olma özeni?
Bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
BİR ÇİÇEK
Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzımın kenarında
Konuşur durur.
Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.
Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
GECE BİTKİLERİNDEN
Gece bitkilerinden korkuyorum,
Hayır, geceleri bitkilerden!
Gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır
Bana açtığın her telefon.
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
An ki fıskiyesi sonsuzluğun
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
ATI’LAR DELTALARA
Atı’lar deltalara gömülen atı’lar,
Saçı’lar fiyortları öpen saçı’lar,
Kutu’lar, Haliçlerden susmuş kutu’lar,
Takı’lar eski aşkları imler takı’lar.
Bol dökümlü gömleğinin içinde
Sırtını ve karnını dolanan
Ve sonunda sincap olan
O kuş.
Seni o kadar yakından görünce,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
64 notes · View notes
odamdaboceksesleri · 1 month
Note
Neden sorduğum sorudan alakasız cevaplar veriyorsun
sabahtan beri şarjım bir, şarjda olduğu halde. neyse ki ilkel yollarla on iki yaptım. bak büyük başarı ha. bir de uykum var. bebeğini bekleyen anne gibiydim birkaç gündür. ne bebek var ne annelelik. palavra işte. şarkı dinliyorum. bir de film izledim. ben anlatmayı özlemişim ya. içimde buruk bir acı var. en sevdiğim şiir yoktur. en sevdiğim şair de. en sevdiğin değişmez. gri severim. nergis severim. neyse bunlar önemli değil. sen hiç elini arabanın dışına çıkarıp rüzgarı tutmaya çalıştın mı? bi ara dene. yahu çakılları temizlemeden yolda yürümeye mi çalışılır! bir de düz yolmuş gibi bileğini burkmadan. don ritchie demelisinden çay koy da içelim.
10 notes · View notes
yalnzardc · 18 days
Note
Selamün aleyküm Ardıç abla, eğer mahsuru olmazsa yedi güzel adam rafındaki kitapları tam görebileceğimiz bir resim çekebilir misiniz? Ve en çok sevdikleriniz aralarında hangisi? ☺️
Aleykümselam kardeşim tabi, gerçi en son 7 güzel adam rafını 7 güzel adam ve üstadlar köşesi olarak müşahhaslaştırdık :)
Tumblr media
En başta 7 güzel adam olmasada üstadları olması hasebiyle Necip Fazıl var, bütün düşünce kitaplarını öneririm genel manada
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Benim 7 güzel adamada en sevdiğim şair Erdem Bayazıt'dır, risalelerin adamı derim ben ona :) Cahit zarifoğlu ise şiir avcısı dermiş sanıyorum. Yine Cahit zarifoğlu'nun bir değirmendir bu dünya kitabını herkese öneririm çok güzel bir kitap, yaşamak ise daha çok günlük tarzında yazılmış bir kitap ama cahit zarifoğlu'nun iç dünyasını güzel yansıtıyor bence tavsiye ederim.
Tumblr media Tumblr media
Rasim özdenörenin hikayeci olarak tanımasına karşın bence esas kuvvetli yönü genel kültürü, denemelerinin hem hemen hepsini tavsiye ederim ama bilhassa bu ikisinden başlanabilir. Hikayelerini ise şahsen ben önermem kendisine yakıştıramadığım biraz uçarı noktaları var. (Abdurrahim karakoç yedi güzel adamdan olmasa da bence güzel bir adamdır :)
Tumblr media
Sezai karakoç da ihtilaflı bir yedi güzel adam adı geçsede dahil olması düşük ihtimal ama benim gönlümde onlardan biri :) nerede ise tüm kitaplarını öneririm, üslubu düz yazıdan ziyade daha edebi o açıdan akıcı kolay okunan kitaplar yerine beyin cimlastiği yaptıran ve edebi yönden dolu dolu okumaktan çok keyif aldığım bir yazar kendisi.
Çok uzattım değilmi kardeşim hakkını helal et :)
10 notes · View notes
aieniki · 1 year
Text
Bazen kendine gelebilmek için birçok şeyden gitmek gerekiyormuş meğer. En uç noktaya çıkabilmek için en dibi görmek gerekiyormuş. Zifiri bir karanlığa gömülmek gerekiyormuş, bir güneş gibi parlamak için. Ateşin içinde cayır cayır yanıp, kül olması gerekiyormuş, küllerinden daha güçlü bir benlik ile var olabilmesi için. Ezberlemesi gerekiyormuş o ücra köşeleri ki bir daha oraya düştüğünde benliğini kaybetmek yerine, benliğini bulacağına olan inancını diri tutabilmesi için.
Bir kimse, en dipten, zifiri karanlıktan, harlı ateşten, bitti dediği noktadan tekrar var olabilirmiş, bunu öğrendim. Hem de öyle bir var oluş ki bu, kimse daha önce böylesine var olmamıştır. Muazzam bir benlik, güç, bilinç, farkındalık ve inançla, bir kere daha hüznün rahminden çıkarcasına açıyormuş gözlerini dünyaya. Sadece tek fark ile, bu kez ağlamaz dünyaya gözlerini açtığında. Yeni doğan kimselerin, böylesine acımasız, adaletsiz ve ıstıraplı bir dünyaya geldiği için ağladıkları söylenir. İkinci kez dünyaya gelen kimselerin ağlamaması bu yüzdendir. Zaten bildikleri bu yeryüzünde, gülmek gerektiğini öğretirmiş hüznün rahmi. Ve böylelikle bir hüzün, tam zıttı olan bir varlık doğurmuş olur. Mutluluk.
İnsanın mutlu ve huzurlu olabilmesi için, kendini en değerli bilmesi gerekirmiş. Aksi olduğu takdirde, başkalarına kendinden fazla değer verdiğinde, kendi mutluluğunu başkalarında aradığında bulamazmış en çok aradığı şeyi. Yalnız kalıp akışa bırakmak gerekirmiş bazen, tepe taklak olan yaşantıyı tekrardan rayına oturtabilmek için. Evini yıkmak gerekirmiş, daha sağlam bir ev inşa edebilmek için. Herşeyden geçip de kendine varabilmesi gerekiyormuş, bir daha gitmemek için. Kendine yaslanması gerekmiş, bir daha düşmemesi için. Ruhundaki izleri kabullenmesi gerekiyormuş insanın, o izlere saplanıp kalmamak için. Bir daha rahat bir nefes alabilmek için, ciğerinden vazgeçmek gerekiyormuş bazen.
Dedim ya, kendine gelebilmek için birçok şeyden gitmek gerekiyormuş meğer. Genç bir ihtiyarken farkına vardım bütün bunların. Ben gittim, kendimi buldum. Bir daha kaybetmemek üzere. Zifiri karanlık oldum ki zamanı geldiğinde bir güneş gibi parlayayım. En dip noktayla bütünleştim ki zamanı geldiğinde arşa çıkabileyim. Ateşin kendi olup yandım ki zamanı geldiğinde serin ve güvenilir bir deniz olabileyim. Benliğimden vazgeçtim ki, zamanı geldiğnde nihai benliğimle tanışabileyim.
Ve işte, zamanı geldi.
Tumblr media
2 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year
Text
Tumblr media
Ahmed CEVAD 13 Ekim 1937 tarihinde Stalin in cellatları tarafından kurşuna dizilerek katledildi
Azerbaycan ın İstiklal Şairi aynı zamanda ÇIRPINIRDIN KARADENİZ ve SUSMARAM şairi Ahmed Cevad ın ruhu şad mekanı Cennet olsun AMİN...
Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türk ün bayrağına
Ah diyerdin hiç ölmezdin
Düşebilsem ayağına
Ayrı düşmüş dost elinden
İller var ki çarpar sinem
Vefalıdır geldi giden
Yol ver Türk ün bayrağına
İnciler dök gel yoluna
Sırmalar düz sağ soluna
Fırtınalar dursun yana
Selam Türk ün bayrağına
Hamidiye ve Türk kanı
Hiçbirinin bitmez şanı
Kazbek olsun ilk kurbanı
Selam Türk ün bayrağına
Dost elinden esen yeller
Bana şiir selam söyler
Olsun bizim bütün eller
Kurban Türk ün bayrağına
Ahmet Cevad
S U S M A R A M
Men bir gulam yük altında ezilmişem gardaşım
Sevinç bilmez bir mahkumam ahu zardır sırdaşım
Damga vurub zencirleyib tullamışlar zindana
Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur bana
Mene dinme sus deyirsen ne vahtacan susacam
Buhranların hicranların mahbesinde galacam
Niye susum konuşmayım insanlıkda payım var
Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar
Niye susum konuşmayım Türk yurdudur bu toprak
Oğuzların elhanların vatanında kimdir bak
Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut
Alçaklığı yaltaklığı rezilliyi sen unut
Nece susum konuşmayım men eyleyim heyanet
Hanı sevgi hanı vatan de harda galdı millet
Men bir gulam yerim altun suyum gümüş özüm aç
Atam mahkum anam sail elim her şeye möhtaç
Men Türk evladıyam derin aklım zekam var
Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar
Ne kadar ki hakimlik var mahkumluk var ben varam
Zülme garşı isyankaram ezilsem de susmaram
Ahmed Cevad
34 notes · View notes
caninbabasi · 1 year
Text
Çocukluk insanın şiir halidir. Diğer dönemleri ise düz yazı...
Tumblr media
53 notes · View notes
sillagen · 2 months
Note
Nur merhaba acaba şiir kitabı alıp okuyor musun beğendiğin var mı şiir kitaplarına para vermek biraz cazip gelmiyor gibi bana
Okuyorum tabi bir romana göre daha çabuk ilerleyen ve boşa verilmiş gibi hissettiren bir şey. Ben edebiyat mezunu olduğumdan çoğu şiir kitabına para verdim. Genelde şiir kitapları tek oturuşta okuma değil de çapraz okuma yaparken okunursa daha güzel oluyor. Çünkü roman gibi okunduğunda çoğu şiiri anlayayım mantığında değil düz yazı gibi okuyoruz. Dinlenme türü olarak düşünürsek daha çok sevdiğimiz veya sevebileceğimiz şiir keşfediyoruz. Beğendiğim ve sık sık okuduğum Erbain, Han Duvarları, Otuz beş yaş. Genelde şairlerin be ğendiğim şiirini dinliyorum okumuyorum. Mesela şükrü erbaş kitabı ben de hiç yok ama şiirini dinlerim. Nasip olursa onu da edineceğim
4 notes · View notes
tarrumar · 6 months
Text
beni şiir yapan ses
şiir yazılır sonra da o şiiri okuyacak ses doğar
ben yazıldım düz yazıydım
sen doğdun şiir oldum
sen okumayı öğrendin
beni okuyacak ses oluştu
sen doğdun beni okuyacak ses doğdu
sen gidersen düz sıkıcı bir yazı olmaya devam edeceğim
belki bir raskol belki bir bukowski
ismi önemli olmayan sıkıcı pis adamlardan biri
3 notes · View notes