#Bıçak Sırtı
Explore tagged Tumblr posts
Text
🎬 Blade Runner (Bıçak Sırtı), 1982.
1980'li yıllardan nefis bir bilim kurgu filmi, halen etkileyici, düşündürücü.
Philip K. Dick tarafından yazılan "Android'ler Elektrikli Koyun Düşler mi?" romanının uyarlaması imiş. Kitabı merak etmiyor değilim.
9 notes
·
View notes
Text
Direneni sevdim ben.
Boyun eğmeyeni.
İsyan edeni.
Göze alanı sevdim.
Tehlikeye göğüs gereni.
Bıçak sırtı yaşayanı.
Fırtınadan korkmayanı.
Seveni...
Sözcüklerde değil, gerçekten seveni.
Sevdiğini göstereni... Emek vereni sevdim ben.
Sevmedim gölgesinden korkanı.
Aşkta garanti arayanı.
Nabza göre şerbet vermedim hiç.
Sevmedim vereni de.
Dobrayım ben deyip…
Patavatsızlık edeni de.
Ağlamaktan utanmayanı sevdim.
Ağız dolusu güleni.
Yargılamayanı sevdim… Kınamayanı.
Kınamadan önce aynaya bakanı.
Kibiri günah bileni...
Gücünün farkında olup dile getirmeyeni sevdim.
Acıyı azaltıp, mutluluğu çoğaltanı.
Kaybettiğinde vazgeçmeyeni.
Umutta inatçı olanı sevdim ben.
Ayrılmadan sözün özünden;
İnsan taklidi yapanları değil...
‘İnsan’ı sevdim daha çok, kendi özümden.
Birhan Eroğlu
13 notes
·
View notes
Text
elveda ırmak, hoşça kal alacakaranlık. geçtim yıllar sonra anımsanacak alınganlıklardan. silahlar ve bellek gerektiren aşkın seramik teninden, itinâlı ve alıngan yüzümün gürültüsünü unuttum. şüpheci ve medcezir aşkından oldu böyle. acemi düştüm, yüzünün kayganlığından utanıp saçlarının ritminden kaçacak kadar. şimdi benden bu uzak yol seslerini alsalar, hazin öyküleri ve yüzünü özlediğim zamanları alsalar -ormandı, yağmur sonrasıydı, tazelenen yaprakların üzerinde su damlacıkları tutunuyordu, sanki geç bir vakit eve dönüyordum, yüzümü heidi'ye ısmarlamıştım. annem lastik tokalarımı yakıyor, annem beni rüzgara bırakıyor bu yüzden... gibi olmayacak şeyler söylerim sana. anımsadıklarımın yanlış olduklarını, yine de hepsinin bir deprem olduğunu kim bilebilir? ikimizin arasında duran şu boydan boya ırmak, şu boydan boya alacakaranlık, ikimizin arasındaki şu depremin bir bellek uykusu olduğunu kim bilecek? eskiden olsaydı, tuzlu düşler anımsardım, ağzımda eriyip yok olan tadını güneşin, alevin ipekle savaşını, saçlarının altından akan ırmaklarda yıkandığım sabahları anımsardım. tenine dokundukça bıçak sırtı bir nefeste susan felç olan sözleri hatırlardım. elveda ırmak, hoşça kal alacakaranlık.
ve ipek ve âşk ve alev.
10 notes
·
View notes
Text
Tükenmiş midir tüm kelimeler
Dilimizin mührü
Yeni çözülmüşken daha
Evvelimiz ahirimiz karışıyorken kırklara
Sözler dolusu bu lûgatten
Yok mudur
Vuslata dair
Ümitvar bir kelâm
E y y
Susamakla yarışan, susmak
Reva mıdır bu avaz
Bu dilsiz ağıt
Bıçak sırtı yalnızlık
A h h
Yok mudur
Cesaretini giyinmiş doğru bir ok
Bizi bizden edene çekilecek kılıç
Bizi bize düşürene atılacak taş
Nerededir
Doğruluk nidaları atanlar
Aşk için ölüp
Aşk için dirilenler
Nerededir Erenler
E y y/V a h h
Her uçan kuşu
Ebabil sanmak
Ne büyük sınanmak
Ruhu Azade
19 notes
·
View notes
Text
ACILARA TUTUNMAK
Eskiden yazdıklarım , sabahsız gecelere gebeydi .
Gören , duyan , bilen olmazdı acılarımı .
Ölürdüm , ölürdüm de ben bana ölürdüm .
İki bardak çay , iki nefes tütünle başlardım ,
Kurduğum hayalleri karanlığa serpmeye ..
Kimisi şiir olurdu yıldızlara astığım ,
Kimisi umut olurdu sokak çocuklarına dağıttığım ,
Kimisi de isyan olurdu bu şerefsiz düzeni yırtıp yırtıp attığım .
Sessizliğimin adı bir ahmet kaya şarkısı ,
Siz benim neden sustuğumu nerden bileceksiniz ...
Yoruyor beni adil olmayan bu düzen ..
Mendil satan çocukların kollarına burnunu silmesi .
Bebeklerin vurduğu kıyılarda ,
Magazinci bedenlerin el değiştirmesi .
Zenginin ürettiği silahla , fakirin mermi üstüne mermi yemesi .
Yüreğime ağır geliyor , çocuklara mülteci adı verilmesi .
Bu dünyanın , bu insanlığın eylüle ihtiyacı var .
İsyanımın adı bir ahmet kaya şarkısı ,
Hani benim gençliğim nerde ...
Güneş barışa doğmadıkça , yıldızlar karanlığı aydınlatmaz .
Yürekler eylül olmadıkça , inançlar ahireti aydınlatmaz .
Ve unutma ki , mazlumun gözyaşı zalime kar kalmaz .
Acılarımın adı bir ahmet kaya şarkısı ,
Bir yanımız yaprak döker , bir yanımız bahar bahçe ...
Dedim ya eskidendi bıçak sırtı bu acılar .
Kim vurdu ya giden faili meçhul yarınlar .
Şimdi sen varsın barış gözlüm .
Sen öyle eylül eylül bakarsın da , barış gelmez mi dağlarıma .
Sen baranın müjdesi , kurak umudumun bereketi .
Sen dilsiz umutların sesli adı .
Ceplerinde yumruk yumruk düşlerimi taşıdığım ,
Yağmurların soldurup eskittiği paltom artık ağır gelmiyor omzuma .
Mendil satan çocuklara dağıttıkça düşlerimi , yüreğim hafifliyor .
Şimdi kalan ömrümün adı bir ahmet kaya şarkısı ,
Kavuşmak özgürlükse özgürüz ikimizde ...
( Bedirhan Almas )
6 notes
·
View notes
Text
"direneni sevdim ben.
boyun eğmeyeni.
isyan edeni.
göze alanı sevdim.
tehlikeye göğüs gereni.
bıçak sırtı yaşayanı.
fırtınadan korkmayanı.
seveni...
sözcüklerde değil, gerçekten seveni.
sevdiğini göstereni...
emek vereni sevdim ben.
sevmedim gölgesinden korkanı.
aşkta garanti arayanı.
nabza göre şerbet vermedim hiç.
sevmedim vereni de.
dobrayım ben deyip…
patavatsızlık edeni de.
ağlamaktan utanmayanı sevdim.
ağız dolusu güleni.
yargılamayanı sevdim…
kınamayanı.
kınamadan önce aynaya bakanı.
kibiri günah bileni...
gücünün farkında olup dile getirmeyeni sevdim.
acıyı azaltıp, mutluluğu çoğaltanı.
kaybettiğinde vazgeçmeyeni.
umutta inatçı olanı sevdim ben.
ayrılmadan sözün özünden;
insan taklidi yapanları değil...
insanı sevdim daha çok, kendi özümden..."
İ____Birhan Eroğlu
Not ; Aysel hanımın paylaşımından çaldım..
6 notes
·
View notes
Text
“Bu, bir bıçak sırtı… Bu tarafa düşsem, soyumu inkâr edeceğim. Bu tarafı söylesem, Türkiye’de beraber yaşadığım insanları üzeceğim. “Ben” dedim, en iyisi, bıçağın üstünde kalayım. Orası, benim için en güvenilir yer. Bıçak sırtında Türkiye’de gazete çıkarıyoruz, atalarımızın hakkını savunuyoruz. Türkiye’de, geleceğimizi kurmaya çalışıyoruz.”
🕊️🕊️🕊️🕊️
3 notes
·
View notes
Text
Bölüm 124: Bahar dilekleri yalnız ve bomboş avluda gecikiyor
Buzlar çözülüp karlar eridi. Çimenler yeniden çıktı ve çalı bülbülleri gökte süzülmeye başladı. Her şeyin hayata döndüğü mevsim, göz açıp kapayıncaya dek gelmişti. Wei Krallığı'nın başkenti güneye yakındı, bu yüzden de bahar oraya kuzeyden daha erken dönmüştü. Xiao-Die ile Qi Yan'ın anılarındaki zamandan biraz daha erken başlamıştı.
Xiao-Die artık yedi aylık hamileydi. Nangong Rang'ın emriyle ev hapsine kapatılması ve adına leke sürülmesi yüzünden, Qi Yan'ın hayatı sade bir şekilde geçiyordu. İmparatorluk doktorunun düzenli nabız kontrolleri bile kesilmişti.
Ding You artık Qi Yan'ın yanına gelemiyordu, bu yüzden Qi Yan'ın Xiao-Die'nin sağlık durumu hakkında bilgi edinmesinin hiçbir yolu yoktu. Kürtaj için en uygun zamanı kaçırıp kaçırmadığını bilmiyordu, fakat Xiao-Die'nin bedeni artık bunu bütünüyle belli ediyordu. Tıpkı anılarında annesinin son çocuğuna hamileyken göründüğü gibi görünüyordu. Qi Yan'ın incinen sırtı iyileşeli çok olmuştu. Özel köşkten çıkamıyordu ve aylık rutin selamlamalardan da muaftı...
Nangong Jingnu gelmiyordu, Qiuju bile bir daha gelmemişti.
Eskiden, Qi Yan ara sıra Nangong Jingnu tarafından yollanan ufak hediyeler alırdı; halka açık sokaklardan biblolar, daha iyi kalitede bilgenin dört hazinesi seti ya da leziz yemeklerle dolu bir kutu gibi. Bu şeyler de artık kesilmişti.
Qi Yan dalgın bir şekilde küçük avludaki taş tabureye oturdu. Her ne kadar bahar güneşi parlak ve güzel görünse de, aslında pek ısıtmıyordu. Rüzgar estiğinde yine dondurucu his dönüyordu.
Öncesinde, belli bir ayın on beşinci gününde Nangong Jingnu'ya bir kez mektup yazmıştı.
Qi Yan'ın ziyareti için rutin bir gün olduğundan o mektup özür mahiyetinde sayılacaktı, Nangong Jingnu'ya neden gelip saygısını sunamadığını söylüyor ve sağlığına dikkat etmesini öğütlüyordu.
Mektup geri gelmişti. Üzerindeki mühür açılmıştı.
Qi Yan birkaç defa ince kağıdı baştan sona incelemiş, fakat herhangi bir iz görememişti. Bir miktar morali bozuk bir halde mektubu eline almıştı. Nangong Jingnu mektubu okumuştu. Sonrası... sonrası yoktu.
Qi Yan sessizce ayağa kalıp mektubu içine koymak için bir kutu bulmuştu. Sandalyesinin yanındaki tahtadan sandığı açarak kutuyu içeri yerleştirmiş, fakat içindeki bir şeyi gördüğünde aniden durmuştu. Tıpkı bir kuklacının gölge oyunu sırasında kuklayı birdenbire ekrana sabitlemesi gibi, olduğu yerde donup kalmıştı.
İçerideki şeye bakarken, Qi Yan'ın kalbindeki bilinmez bir nokta bir defa sertçe delindi. Görünürlerde bir yara yoktu, fakat bu acı tüm göğsüne yayılıyordu.
Sandığın içinde birkaç kitap vardı ve tahta oyma işi heykelcik bir köşeye yerleştirilmişti. Bu şey canlı gibi görünen ufak bir domuzdu. Pek iyi oyulamamıştı, yüzeyinde bıçak tarafından bırakılan izler hala görülebiliyordu. Kaba ve kusurluydu.
Bu, Qi Yan'ın iki yıl önce Nangong Jingnu'nun doğum günü gelmeden, bir ay boyunca özenle hazırlamak için uğraştığı hediyeydi. Düzgün görünen bir tane yapmayı başarmadan önce birkaç tahta blok malzemeyi mahvettiğini hatırladı...
Bundan sonra gelişen çeşitli sebeplerden ötürü Qi Yan, Nangong Jingnu'nun doğum gününde fikrini değiştirmişti. Zaman kalmadığından dolayı masasındaki rastgele bir kullanılmış mürekkep çubuğunu kapmış ve Nangong Jingnu da bunu kabul etmişti.
Elindeki kutu, bir takırtı sesiyle tahta sandığa düştü. Qi Yan bir elini masaya bastırarak eğildi, ardından ufak domuz heykelini o köşeden çıkardı.
Tahta heykelciğin üstü tozla kaplanmıştı. Küçük domuzun burnu, Qi Yan'ın o zamanlar mürekkeple koyduğu bir noktayla yapılmıştı; fakat sandığa yerleştirirken bir şeylere sürtmüş olsa gerek, boya biraz dağılmıştı. Bu durum krem renkli ufak domuzun yüzünü bir miktar komik duran benekli bir hale getirmesinin yanında, canlılığa dair bir iz de kazandırmıştı.
Qi Yan'ın dudaklarının köşeleri kıvrıldı, sonra o kıvrım bir anda geri indi.
Oturduğu yerde doğruldu, ardından dalıp gitmiş bir şekilde elindeki tahta heykelciğe baktı. Parmaklarını pürüzlü yüzeyin üstünden geçirdi, girintili çıkıntılı yapısını hissetti.
Qi Yan yüzünde herhangi bir ifade olmadan öylece oturuyordu, fakat parmakları belli bir ritimde ufak domuzu seviyordu. Gözleri son derece sakindi, lakin bu sükunetin içindeki hüzün görülebiliyordu.
Kim bilir ne kadar zaman sonra Qi Yan birdenbire ayağa kalktı ve kenardaki rafa doğru yürüdü, ardından bir şeyler aramaya başladı. Bir müddet sonra köşede küçük bir kutu buldu. Qi Yan kutuyu masaya koydu ve üzerindeki tozları üfleyerek uzaklaştırdı. İçinde ahşap oyma malzemeleri bulunan kutuyu açtı.
Zımpara kağıdını eline aldıktan sonra dikkatli bir şekilde küçük domuzun yüzeyindeki dalgaya benzer izleri zımparalamaya başladı. Neredeyse dört saat çalışmasının ardından küçük domuz nihayet bitmiş bir çalışma haline gelmişti...
Qi Yan tahta heykelciği havaya kaldırıp dikkatle inceledi, ardından yüzünde tatmin olmuş bir ifade belirdi. Kutuyla ufak domuz heykelini geri sandığa yerleştirdi.
O günden sonra, Qi Yan artık ahşap oyma işine kapılmış gibiydi.
Qian Yuan'a büyük bir miktarda tahta malzeme satın alıp çalışma odasına taşımasını bildirdi. Eskiden ellerinde hep kitap olan Qi Yan, kitaplarını bırakmış ve kendini tahta oymaya vermişti.
Xiao-Die için küçük bir tavşan oymuştu. Wei Krallığı'nın geleneklerine göre sayıldığında Xiao-Die'nin burcu horozdu. Fakat Çimenli Ovalarda böyle bir şey yoktu ve zaten Xiao-Die de tavşanları daha çok seviyordu.
Qi Yan'ın oyduğu, herhangi bir şey olabiliyordu. Dört nala koşan bir at, otlanan bir dağ keçisi ve havalanmak üzere olan kuşlar; fakat en çok hazırladığı heykeller hala ufak domuzlardı.
"Yuanjun~." Xiao-Die'nin sesi Qi Yan'ı daldığı düşüncelerden sıyırdı. Başını ona doğru çevirdi, ardından yüz ifadesi canlı ve parlak bir hal aldı, "Efendim?"
"Ne hakkında düşünüyorsun?"
Xiao-Die'nin karnındaki talihsiz şeyin iyi denebilecek bir noktası varsa, o da bebek belirginleştiğinden beri zihinsel durumunun giderek iyileşiyor olmasıydı. Yakında bir anne olacağını bildiğinden mi olduğu bilinmez, Xiao-Die birbirini izleyen birkaç ay boyunca kriz geçirmemiş ya da olay çıkarmamıştı. Geçirdiği şoktan dolayı durgunlaşan düşünme kabiliyeti bile olgunlaşıyordu...
En azından, artık Qi Yan'ı dinliyordu. Ona "gege" diye değil, "Yuanjun" diye sesleniyordu.
Her ne kadar Xiao-Die bu iki karakterin anlamını bilmese de...
Qi Yan, Xiao-Die'nin elini tuttu. Parmak uçlarındaki sıcaklık tam olması gerektiği gibiydi ve avucu da ılıktı, bu sayede nihayet içi rahat etti, "Hiçbir şey. Sadece güneşin günden güne nasıl da yükseldiğini düşünüyordum, hava da berraklaşıyor."
Xiao-Die başını salladı. Doğal bir tavırla karşılık verdi, "Soğan çiçekleri açmak üzere, yani bahar avı zamanı geliyor..."
Qi Yan'ın yüz ifadesi hafiften değişti. Cevap vermeyip sessiz bir iç geçirdi.
Neyse ki ufak avluda sadece o ikisi vardı. Xiao-Die zaman zaman sürekli Çimenli Ovalar hakkında bir şeyler söylüyordu. Onu hala hatırlıyordu fakat ah-ba, annesi ve Bayin'i unutmuş gibiydi...
Böylesi de güzel, diye düşündü Qi Yan.
Xiao-Die Qi Yan'daki değişimi kuvvetle hissetmişti, bu yüzden gergin bir şekilde, "Ge, Yuanjun... yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu.
Qi Yan başını ona çevirdi. Her türden duygu kalbine dolarken bilgisiz kız kardeşine baktı.
"Anlaşmamızı unuttun mu? Eğer bir daha geçmişle ilgili şeylerden bahsetmezsen, sana küçük bir tavşan heykeli verecektim."
Xiao-Die dudağını ısırdı, "Hatırlıyorum, bir daha bahsetmeyeceğim."
... ...
"Xiao-Die'nin doğum günü yaklaşıyor. Nasıl bir hediye isterdin?"
Bunu duyduğunda, Xiao-Die'nin yüzünü kaplayan kasvet silindi. Hevesle, "Erişte yemek istiyorum, bir de ata binmek," diyerek karşılık verdi.
Qi Yan başını salladı, "Bu yılki taylar henüz gelmedi. Sonbahar geldiğinde seni kesinlikle ata binmeye götüreceğim."
... ...
On beş gün sonra Xiao-Die'nin doğum günü geçtiği gibi, Qi Yan'ınki gelmişti.
Bu aslında Çimenli Ovaların yetimi Qiyan Agula'nın doğum günü değil, kimliğini kullandığı kişi olan Jin vilayetinin talebesi Qi Yan'ın doğum günüydü.
Şu anda Qi Yan'ın adına leke sürülüydü, bu yüzden sade bir şekilde yaşamak zorundaydı. Doğum gününü kutlama hakkı bile yoktu.
Fakat yine de iki insan, bir tanıdığı olarak ziyarete geldi.
Biri erkek kılığına girmiş Zhuohua Prensesi Nangong Shunu'ydu, diğeri Qi Yan'ın talebeliğinden beri yakın arkadaşı olan Gongyang Huai.
İkisi art arda ziyaretçi kartı göndermişti ve ilk gelen Nangong Shunu olmuştu.
Nangong Shunu, malikaneden ayrılalı koca bir asır geçmiş gibi hissediyordu. Evlenmeden önce nasıl da sırf erkek kılığına girip cadde ve sokaklarda gezinebilmek, normal halkın hayatlarını deneyimlemek ve özgürlüğü ciğerlerinde duyabilmek için mümkün olan her fırsatı değerlendirip Zhenzhen Prenses malikanesinde kalmaya çalıştığını hala hatırlıyordu.
Evlendikten sonra bir daha öyle şeyler yapamamıştı. Şimdi geçmişi düşündüğünde, en son kılık değiştirip dışarı çıktığı zaman yıllar önceymiş gibi geliyordu.
O esnada Qi Yan çalışma odasında oyma işi yapmaktaydı. Bir parça işlenmemiş tahta çoktan genel bir şekil kazanmıştı, görünüşe göre bir köpek yavrusu olacaktı.
Çalışma odasının kapısı tıklatıldı, ardından kahya Qian Yuan'ın sesi duyuldu, "Efendim, Gong soyadlı bir genç efendi ziyaretçi kartı getirdi."
Soyadı duyan Qi Yan'ın kalbi teklemişti. Elindeki oyma bıçağını bıraktıktan sonra ayağa kalkıp kapıyı açtı, "Göster."
"Anlaşıldı."
Qi Yan kalbinin biraz hızlı attığını hissediyordu, fakat canlı kırmızı renk ziyaretçi kartını açtığında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bu onun aşina olduğu el yazısı değildi, üzerinde yazanları gözden geçirip imza kısmına baktı: Gong Shu.
Ç/N: 宫叔 saray amcası
Qi Yan gelen bu kişinin asıl kimliğini çözmüştü. Ziyaretçi kartını çalışma odasına bıraktı, ardından kıyafetlerindeki odun parçalarını silkeledi, "Sen çıkabilirsin, gidip onu bizzat karşılayacağım."
"Anlaşıldı."
Nangong Shunu düz renk giysinin üstüne bambu yeşili bir cübbe giymişti, elinde de bir katlanır yelpaze vardı.
Qi Yan eğilme niyetiyle ileri doğru büyük bir adım attı; fakat Nangong Shunu bir "pa" sesiyle elindeki katlanır yelpazeyi kapatıp onunla eğilmesine engel oldu, "Bugün sadece bir dostun olarak geldim."
Qi Yan eğilmek için ellerini birleştirmek yerine avucunu yumruğuna sardı, ardından davet eden bir işaret yaptı, "Kardeş Gong, bu taraftan lütfen."
Nangong Shunu hafifçe başını salladı, onun önünden gitmeye başladı.
Avluya geçtiğinde, "Biraz sohbet edebilmemiz için sessiz bir yer bul," dedi.
Qi Yan biraz düşündükten sonra, "Öyleyse Kardeş Gong çalışma odasına gelebilir," diye yanıtladı.
"Yolu göster."
İkisi çalışma odasına geldi. Masadaki daha yarısı bitmiş olan heykelcik henüz kaldırılmamıştı ve masa odun parçalarıyla kaplıydı. Bunu gören Nangong Shunu'nun kaşları az bir miktar çatılsa da hemen geri düzeldi.
İmparator babasının xiao-mei'ye verdiği değer düşünüldüğünde, Qi Yan böylesine büyük bir hata işledikten sonra yetkili kariyerine devam etme umudu kalmasa gerekti.
Qi Yan alçak sesle özür dileyerek masayı topladı, ardından malzemeleri ve tahta heykelciği kaldırdı, "Bu kul Ekselanslarının gülünç bir şey görmesine neden oldu."
Nangong Shunu bir yorumda bulunmamıştı, "Bugün seni ziyaret etmeye geldim sadece."
"İkinci Ekselans'a çok teşekkürler. Bu kul adında leke taşıyor, İkinci Ekselans ilgilenerek zahmet etti."
Nangong Shunu sessiz bir iç çekti, "Sırtındaki incinen yerler iyileşti mi?"
Qi Yan, "Bir ay boyunca yatakta kıvrılıp bir ay da ağrı çektikten sonra, nihayet iyileşti," diyerek cevapladı.
"Meclis cezaları en çok organlara zarar verir, günlük hayatında hala dikkatli olmalısın. Hastalığa açık kapı bırakmaktan kaçın."
"İkinci Ekselans'a ilgisi için çok teşekkürler, bu kul anlıyor."
Nangong Shunu bir an sessiz kaldıktan sonra, "Bugün senin doğum günün mü?" diye sordu.
"İkinci Ekselans'ın hala hatırlaması ne kadar güzel."
Nangong Shunu uzunca bir süre Qi Yan'a baktı, ardından zayıf bir şekilde şöyle dedi, "Doğum gününü nasıl hatırlayabilirim ki? Dün malikanesine gittiğimde xiao-mei'nin şans eseri bahsettiğini duydum."
Qi Yan'ın kalbi tekledi, fakat yüzündeki ifade değişmemişti. Cevap vermedi.
Sonrasında Nangong Shunu devam etti, "Yaptığın şey... çizgiyi fazla aşıyordu neticede. Gerçekten aklım almıyor. Xiao-mei nasıl bir statüde, ona nasıl böyle bir ayıp edebildin?"
Qi Yan dudaklarını birbirine bastırdı, "Bu kulun bir anlık düşüncesizliğiydi... dışarıda fazla uzun zaman geçirdikten sonra ana kapılmak."
Bunu duyan Nangong Shunu, gerçekten afallamıştı. Yüz ifadesi birkaç defa değişti, ardından o da sessizliğe büründü.
İkisi karşılıklı olarak öylece oturuyordu. Qi Yan gizliden gizliye Nangong Shunu'yu süzdü, gözleri dalmıştı ve durgunlaşmıştı.
Qi Yan gergin hissetmeye başladı. Bir saniyede zihninden sayısız tahmin geçti: Nangong Jingnu'nun başına bir şey gelmiş olabilir miydi?
Nangong Shunu içinde son derece buruk bir his duyuyordu. Hiçbir şey hissetmeyeceğini düşünmüştü, fakat o meseleyi öğrendiğinde, resmi Fuma'sı Lu Zhongxing'in başka kadınlarla olduğunu öğrendiği zamankine göre kat kat daha fazla sarsılacağını beklemiyordu.
Sadece birkaç gün önce, Jiya da Nangong Shunu'ya benzer şeyler söylemişti.
Yılbaşı gecesinde Jiya ile birlikte olduğu bahar rüzgarından beri, Jiya onun çevresinde bulunmak için sürekli çeşitli bahaneler buluyordu. Bir keresinde saraydan ayırılıp doğrudan Zhuohua Prenses malikanesine gelmek için bazı yöntemler bile kullanmıştı.
Fakat Jiya ne kadar güzel sözler ederse etsin, Nangong Shunu kararlı tavrını sürdürüyordu. Jiya onun İmparator babasının cariyesiydi ve zaten büyük bir hata işlemişti. Aynı hataları tekrarlayamazdı.
O gün Jiya'yı sert bir şekilde azarlamış, aklındaki bu uygunsuz düşünceyi silmesini söylemişti. Jiya ise keyifsiz bir şekilde geri dönmüş ve bir daha onun yanına gelmemişti.
Nangong Shunu nihayet eski sessiz ve sakin günlerine dönebilmişti, lakin hiç mutlu hissetmediğini fark etmişti. Kalbindeki karıştırılmış suları sakinleştirmek zordu.
Tesadüfen geri sarayına dönmüş olan Nangong Jingnu bir davetiye yollamış, böylelikle Nangong Shunu eşyalarını toplayıp Weiyang Sarayı'nda kalmaya başlamıştı.
Bir gün, Nangong Jingnu "her zamanki gibi" şafak vaktinde saraydan ayrıldı. Nangong Shunu yalnız başına biraz sıkılıyordu, bu yüzden imparatorluk bahçesine yürüyüşe çıkmaya karar verdi. Fakat kayalığın ardından bir kadınla adamın arasında geçen ahlaksız sesler duydu.
Nangong Shunu kaşlarını çattı, bu kişilerin yalnızlıklarına katlanamayan bir saray hizmetçisiyle bir muhafız olabileceğini düşünmüştü. İlk başta böylesine nezaketsiz bir meseleye aldırış etmek istemedi, ama düşüncelere daldığı sırada bu kadının sesinin bir miktar tanıdık olduğunu fark etti...
Adam bir süre terbiyesiz bir şekilde soluduktan sonra alçak sesle şöyle dedi, "Meclis toplantısı zamanı neredeyse geldi... on gün sonra yine bu yeri kullanacağız."
Nangong Shunu büyük bir şoka uğramıştı. Bu sese daha da aşinaydı! Oradaki kişinin çıkmak üzere olduğunu duyduğunda, Nangong Shunu telaş içinde büyük bir kayanın arkasına saklandı. Adamın adım sesleri giderek duyulmaz oldu. Nangong Shunu bir gözünü açtı, fakat sadece uzaktaki adamın bir koridordan dönüp gözden kaybolan sırtını görebildi. Her ne kadar yüzünü görmemiş olsa da bu adam Prenslere ait meclis kıyafetini giyiyordu ve görünümü de tanıdıktı.
Kayalığın arkasından gelen hışırtı sesleri kalbinin her bir atışı gibi kulak zarlarında çınlıyordu.
Nangong Shunu dudağını ısırdı. Ruhlar tarafından ele geçirilmiş gibi saklandığı kayanın etrafından dolaşıp çıktı, ardından ikisinin gözleri buluştu...
Jiya'nın yüz ifadesi, Nangong Shunu'nun hayal ettiğinden bile daha sakindi. Hayır, haddinden fazla sakin olduğu söylenebilirdi. Jiya ile kıyaslandığında o, eşini aldatırken yakalanan kişiye daha çok benziyordu.
Jiya Nangong Shunu'ya bir bakış attı, ardından başını eğerek kuşağını düzgün bir şekilde bağladı.
"Neden buradasın?"
Nangong Shunu'nun bedeni bir miktar sarsılmıştı, kayalığa yaslanıp dengesini sağladı. Gözlerinde bulunan tek duygular öfke, şaşkınlık, şok ve üzüntüydü...
Onun bir şey demesini beklemeden, Jiya arkasındaki boşluktan dışarı süzüldü, "İmparator babanın sinirden ölmesini istemiyorsan hiçbir şey görmemiş gibi davranmanı tavsiye ederim."
Nangong Shunu'nun kendine gelmesi bir an sürdü, fakat Jiya çoktan uzaklaşıyordu. Onun arkasından koştu. Jiya başını ona çevirip baktı, fakat kehribar rengi gözlerinde hiçbir duygu bulunmuyordu. Sakin bir şekilde şöyle dedi, "Burası konuşulacak yer değil, bunu tartışmak istiyorsan sarayıma gel."
Nangong Shunu duyduğu devasa öfkeden dolayı gülümsedi: zaten yasaklı şeyler yapmak için böyle bir yer seçmişsin, birkaç şey konuşmana engel olan ne?
Ne yazıktı ki yıllarca aldığı sıkı terbiye, onu böyle sözler etmekten alıkoydu. Jiya'yı yatak odasına doğru takip ederken elinden öfkesine hakim olmaktan başka bir şey gelmiyordu.
Saray hizmetçileri gönderilmişti. Yatak odasının kapıları kapatıldığında, Jiya doğrudan konuya girdi, "Ne gördüysen o, ben..."
"Ne yaptığının farkında mısın?! O bir Prens, İmparator babamın kanından, sen de İmparator babamın en ayrıcalıklı cariyesisin! Sen, siz ikiniz... nasıl olur da..."
Jiya sakin bir şekilde, titrediğinin farkında olmayan Nangong Shunu'ya bakıyordu. Alçak sesle karşılık verdi, "Neden olmasın? Sen de onun kanından değil miydin?"
Bu cümle Nangong Shunu'nun dilinin tutulmasına neden olmuştu. Şaşkınlık içinde Jiya'ya baktı. Bakışlarına incinmiş bir duygu akın ederken alt dudağını iyice ısırdı, fakat yine de gözlerinin kenarları kızarmıştı.
Nihayet o kehribar rengi gözlerde panik duygusu belirdi, lakin çok geçmeden silindi.
Nangong Shunu kesik kesik gülüyordu, "Bu... onunla aynı mı?"
Jiya, "Neden aynı olmasın?!" diye karşılık verdi, ses tonundan telaş okunuyordu.
"Evet, tamam, tamam. Siz ikinizi görmemiş gibi davranacağım. İçin rahat edebilir, ağzımı mühürleyeceğim."
Dudaklarından bu cümleler döküldüğü gibi, Nangong Shunu gitmek üzere arkasını döndü.
Fakat Jiya arkasından bileğini yakalamıştı. Dudakları sımsıkı kapalıydı, hiçbir şey söylemedi.
Nangong Shunu dönüp ona bakmadı. Doğal olarak, Jiya'nın bakışlarındaki çabalamayı ve hayal kırıklığını görmemişti.
"Bırak beni."
"Bir an... yalnız hissettim."
Gözlerinin ısınan kenarları daha fazla gözyaşlarının ağırlığını taşıyamadı. Zarif yüzünden aşağı bir gözyaşı yuvarlandı.
Nangong Shunu gülümsemeye başladı, "Doğru, ikimiz de bir an yalnız hissettik. Bırak beni, yalvarırım."
Jiya'nın dudakları biraz aralandı, bununla aynı anda onu serbest bıraktı.
Nangong Shunu ardına bakmadan yürüyerek oradan uzaklaştı. O gece, uyumak için Nangong Jingnu ile aynı yatağa uzandı. Uyuyacak halde olmadığından Qi Yan konusunu açtı, ardından Nangong Jingnu iç geçirip Qi Yan'ın doğum tarihinden bahsetti.
Nangong Shunu'nun gelmesi gerekmiyordu ve gelmemeliydi de.
Fakat ne zaman gidecek hiçbir yeri olmadığını düşünse kalbi savaş yerine dönüyordu, böylelikle erkek kıyafetleri giyerek tek başına buraya gelmişti.
Eskiden kalan anılarında, Qi Yan ziyadesiyle iyi bir dinleyiciydi. Ona fazla bir şey anlatamasa da, yalnızlıktan kurtulmak yeterliydi.
"İkinci Ekselans?"
Nangong Shunu'nun yüz ifadesinin bakılması zor bir hal aldığını gören Qi Yan, seslenmekten kendini alamamıştı. Gerçekten de Nangong Jingnu'ya bir şey mi olmuştu?
Nangong Shunu kendine geldi. Qi Yan'a doğru baktı fakat karşılaştığı, tıpkı Jiya'nınkiler gibi bir çift kehribar rengi gözdü.
"İkinci Ekselans'ın hali... pek iyi görünmüyor. Son zamanlarda bir şeyler mi oldu?"
Nangong Shunu başını iki yana salladı. Qi Yan'ın belli bir şeyi kastederek sorduğunu anlayıp gönüllü olarak açıkladı, "Hiçbir şey olmadı. Xiao-mei ile ilgili her şey yolunda. Asıl sarayın yeniden inşası çoktan tamamlandığı için İmparator babamın ricası üzerine geri Weiyang Sarayı'na taşındı."
***
Cr @ nagsijiya - twitter
0 notes
Text
İkinci Trump'a doğru giderken - Özkan Yıkıcı
Amerikan seçimleri sonlandı. Artık gelecek beklentikerine yönelik beklentiler uçuşmaya başladı. Seçimler biraz ibreyi aştı. İbre kaydı. En azından kulanılan Bıçak sırtı ifadesi eksik kaldı. Trump ikinci dönemini epey farkla kazandı. Tabi ikinci seçmen sayısıyla sözkonusu olan belirtidir. Ancak, Trump bazı elayetleri beklemediği halde aldı. Buda yetmedi. Parlementolardaki çoğunluğu da ele geçirdi.…
0 notes
Text
Halik Kochanski – Direniş (2024)
‘Direniş’, farklı mecralarda, farklı koşullar altında, fakat aynı inançla yürütülmüş bir mücadelenin anlatısıdır. Halik Kochanski bu büyüleyici ve ürkütücü çalışmasıyla okuru Nazi işgali altındaki Avrupa’da vahşete karşı direnişe geçmeye karar verenlerin kalbini dinlemeye, bıçak sırtı bir hayat süren direnişçilerle hemhal olmaya davet ediyor. Küçük direniş gruplarının zorlu eylemlere nasıl…
View On WordPress
1 note
·
View note
Video
youtube
Aşkla Dans - Türkay Nişancı ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 4/4 Balad Sebar... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/wZLDIxxz-eg ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Aşkla Dans - Türkay Nişancı ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 4/4 Balad Sebare Beste Türkay Nişancı) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ... ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupPeMr6X15b3QwmldCh4PQ8U ➤ ESER ADI : AŞKLA DANS ➤ SÖZ GÜFTE : TÜRKAY NİŞANCI ➤ BESTE - MÜZİK : TÜRKAY NİŞANCI ➤ USÜL : 4/4 C BALAD - SEBARE ➤ MAKAM - DİZİ : HİCAZ - MAJÖR ➤ ARANJÖR : TÜRKAY NİŞANCI ➤ ENSTRÜMANLAR : SOLO KEMAN, ELEKTRO GİTAR ➤ KİMLER OKUDU : TÜRKAY NİŞANCI ➤ FİRMA - ŞİRKETİ : ESEN MÜZİK Aynı Ayna © 2019 ESEN MÜZİK ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Aşkla Dans Terlemiş bir çocuk üşüyor sokakta Aşk geliyor inceden bakıyor kadınım uzaktan Hadi kalk git dedi iç sesim dansa kaldır utanmadan Soluk almayı unutmuşken nefes oldun her yanıma Ah yanıyor içim geceden kalma dudaklarınla Ah susuyor sesim çığlıkların kulaklarımda Ne güzel ne güzel aşıksın sen bırak kalbin bana bulansın Ne güzel ne güzel aşıksın bırak kalbin bana karışsın Adım adım bak ilerliyor ayakların kapılara Koşuyor gözlerim sana durmuyor yuvalarında Hadi kalk git dedi iç sesim bir buse kondur alnına Güneşlere hasret yaşarken geceyi aldım koynuma Karışsın kalbin bana Bulansın kalbin bana (Söz-Müzik-Aranje): Türkay Nişancı 19 Haziran 2018 -- Yönetmen: İlkay Nişancı Yardımcı Yönetmen: Mert Ahmet Öfkeli Dans Performans: Nazlı Demet Uyanık Renk Düzenleme: İlkay Nişancı-Fatih Çalışkan Kurgu:İlkay Nişancı Görüntü Yönetmeni: Özgür Yıldız Kamera: Satuk Buğrahan Özbideciler Işık: Fatih Çalışkan DIT: Özgür Deniz Barut Makyaj: Zeynep Ceren Ercan Reji Asistanı: Ahmet Kaymaz Kamera Asistanı: Kaan Ulusoy Işık Asistanı: İlyas Turan Prodüksiyon Asistanı: Abdurrahman Yağız Çelik Sanat Yönetmeni Danışmanı: Natalie Yeres Teşekkürler: Murat Aytekin Goril Film -- Türkay Nişancı’yı takip edin: Türkay Nişancı Müzisyen Genel Bakış Dinle Şarkılar Şarkılar Ay Masalı Aynı Ayna · 2019 Aşk Ağacı Aynı Ayna · 2019 Aşkla Dans Aynı Ayna · 2019 Aynı Ayna Aynı Ayna · 2019 Suyun Gözyaşı EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Umut EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Bir Nehirdir Zaman Bir Nehirdir Zaman · 2024 Sanayi Devrimi EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Yıkım EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Hayvan Mezarlığı EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Parçalanmış Aileler EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Ay'ın Yükselişi Aynı Ayna · 2019 Dışarıda Bir Şeyler Var EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Çay EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 İnsanlık Tarihi EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 İşaret Fişeği EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Bıçak Sırtı EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Radyasyon EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Doğaya Saygı EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Ansızın Aynı Ayna · 2019 Ayn Aynı Ayna · 2019 Yeşil Devrim EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Döngü EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Tin Aynı Ayna · 2019 Kayıp Tohum EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Tekerrür EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Salda Gölü EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Sudan Ucuz EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Bu Böyle Gitmez EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Modern Zamanlar EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023 Hayaller Sular Altında EKO EKO EKO 1&2&3 (Original Soundtrack) · 2023 Suyumuz Kalmadı EKO EKO EKO 4&5&6 (Original Soundtrack) · 2023
0 notes
Text
KURTULUŞ İÇİN SAVAŞLAR/ BXB
"Sana batan çakıl taşları,benim yüreğimi kanatan canının kırıkları"
10.Bölüm
youtube
{Belirsiz kalplerde acı türküler}
Bölüm şarkısı: Ali Ekber Çiçek- Ne sevdiğin belli, ne sevmediğin
Yapılan sözleşmenin üzerinden nerdeyse bir hafta geçmişti. Uğurun savaşı arada lavaboda yakalayıp uyarılarda bulunması savaşın sabrını gerçekten taşırıyordu ama şimdilik birşey yapamazdı, en azından nakil aldırdıktan sonra açıklardı herşeyi. Belki o zaman uğurda belasını bulurdu kurtuluş tarafından, savaş böyle düşünüyordu sadece. Herkes sofradan kalkmıştı ama savaş hala çorbasını karıştırıp duruyordu,ayağına değen ayakkabı ucuyla karşısına baktı, kurtuluş ona neden yemeğini yemediğine dair kaş göz yapsa da savaşın gözü arkada olan uğurdaydı. Konuşsaydı eğer kurtuluşla uğur ağzındaki baklayı da çıkarırdı, korktuğu şey ikisinin sarılması değildi. Konu; savaşın gay olmasıydı. Karışık olan bu koğuşta ise bunun normal karşılanması dünyanın sonu gibi geliyordu ona, ölümü koğuşun elinden olurdu biliyordu ama herkesten önce kurtuluş alırdı canını. Bunları düşünmek uğurla bakışmaktan daha kötüydü, onda olan bakışlarını çekip kurtuluşa baktı esmer çocuk ama konuşmadı. Ağzını bıçak açmadı hatta, çorbasını içip mutfak denilen ama sadece
tezgah,lavabo ve tüpten oluşan yere tabağını bıraktı. Tavla oynayan ikiliye doğru ilerledi. Beyaz taşlara sahip olan orta yaşlarında sağcı bir adamdı; Kamildi ismi, sağolsun onunda çok yardımı olmuştu kendisine koğuşa ilk geldiği zamanlar. Elini Kamil abinin omzuna koyarken savaşın bakışları tavlanın öbür ucundaki, eline aldığı zarları öperek atan Tahsine çevrildi; Tahsin, Kamil abiden daha genç ve daha tavla aşığıydı. Koğuşta ki işi gücü makara olan elemandı kendisi, bulaşık sırası geldiğinde mutlu olan bir insandan bahsediyordu savaş. Herkes hem susa susa hem söve söve yaparken işini Tahsin herkesin aksine şarkı söylüyordu, ona arada eşlik eden diğer mahkumlarında neşesi yerine geliyordu. Savaşta dahil olmak üzere herkesle tavla oynamaya kalkışıyor, kendi hileleri sayesinde kazanıp herkesin koltuğunun altına tavlayı sıkıştırıyordu. Tahsinin hilelerinden bıkmış olan koğuş onunla tavla oynamamak için köşe kapmaca oynuyordu bazen. Bu durumu Tahsini güldürüyordu, koğuşla bu kadar iyi anlaşmasının sebebi herhangi bir siyasi görüşü tutmuyor oluşuydu. Tahsin gibi çok kişi vardı koğuşta, orhan amca da içlerinden sadece birisiydi.Kalanların siyasi görüşü olmaması başta siyasi görüşü olan herkesi üstlerine toplasa da zamanla herkes birbirine alışmıştı. Arada olan bu garip bağ savaşı hem mutlu ediyordu hemde geriyordu. Kendisini öğrendiklerinde hepsi birden kendisine saldırabilirdi, bunu düşünmesi gülüşünü solduruyordu.
"Ne diye yüzün düştü savaş?" Gözümün önüne doğru parmağını şıklatan Tahsine döndü dalıp gittiği yerden. Maske olarak gizlediği gülüşünü tekrar suratına geçirdi.
"Aman dalıp gitmişim işte, bir şeyim yoktur... Kim aldı bu eli?"
Tahsin yerinde kabarırken yine kazanan belliydi. Kamil abi kaşları çatık bir şekilde tahsini inceliyordu.
"Hilesi var oğlum, götünün çatalına pul veya zar mı saklıyor bilmiyorum ama bir şekilde kazanıyor. Bak ben 10 sene kahvehane işlettim her hileyi bilirimde bunun ki bir farklı." savaşın omzuna elini koyduğu Kamil abi isyan eder gibi açıklama yapmaya başlamıştı, araya Tahsin girse de Kamil abi engel olmuştu. Söyledikleri bitince hem gülümseyip hemde onu onaylamıştı esmer çocuk.
"Kamil abi onun hilesini sadece sen ben değil tüm koğuş bilemiyor. Bilsek herşey çözüme ulaşacak gibi." Tahsin taşları tavlanın içine hızla atarken kapattığı ve kolunun altına aldığı tavla ile yatağının yanına doğru ilerlemişti, karşılık vermeyi ise ihmal etmemişti tabii ki
"Öğrenirseniz banada haber verin... Dur, hilem yokki! Herşey şu marifetli ellerimde!" kolunun altında tuttuğu tavlayı dahada sıkı kavrarken söylediği sözlerle tekrar sırtı dönük olduğu yere dönmüş, elini kaldırıp parmaklarını oynatmıştı Savaşa ve Kamile doğru. Koğuşta bulunan birkaç kişi Tahsinin bu haline gülerken, onları izlyen kurtuluşun suratı ise gülmüyor aksine dahada sinirleniyordu. Yanında oturan orhan amca onu sakinleştirmeye çalışsa da işe yaramamıştı. Savaşın kendisine duvar örüp başkalarına çiçek açması onu deli ediyordu. Yerinden kalkmaya çalışsa da omzunu tutan Orhan amca engel olmuştu. Baktığı yerden gözlerini ayırıp Orhan amcaya dönmüştü şimdi
"Amca ben ne yapabilirim şimdi, görmüyor musun hareketlerini?" bir eliyle savaşın bulunduğu ranzaları işaret ederken.
"Görüyorum evladım, görüyorum görmesine de belki seninle muhattap olmak istemiyordur şimdi." Kurtuluşun duyduğu sözler canını acıtırken sırtını döndüğü yere tekrar baktı, karşı karşıya oturmuş, gülüşen Savaş ve Kamil abiyi izliyordu tekrardan. Savaş herkese bu kadar yakınken kurtuluşa selam bile vermiyordu. Onu en çok üzen şey ise buydu zaten
"Herkese bal çörek bana gelince bıçak çekiyor Orhan amca" Kurtuluş onun bıçak çekmesine bile razıydı, cidden razıydı. İsterse kendisini sırılsıklam etsin, damarına bassın ama tanımıyormuş gibi yapmasın istiyordu sadece.
"Hiç konuşmuyor dimi?" Kurtuluş sorulan soruyla başını iki yana sallarken, yanlarına gelen bedenle bakışlarını yerden kaldırıp karşısındakine dikmişti. Başta gelenin savaş olduğunu sansa da bu uğurdu, son birkaç gündür kendisine çok yakın olan ve yapmacık hareketleri olan uğur. Orhan amca ve Kurtuluşta bu herife alışmasa da yinede samimiyeti ve kibarlığı elden bırakmamışlardı. İşin kötüsü uğurun bundan yüz bulup daha da sırnaşmasıydı.
"Kurtuluş? Ne oldu neden suratın asık?" Uğur kurtuluşun yanındaki boş kalan yere kurulurken, savaşın oturan izlediğinden habersizlerdi. Savaş Kamil abiye belli etmese de soğuk terler döküyordu şimdi, beti benzi atmıştı. Uğur ne zaman Kurtuluşun yanına gitse bir şeyler söyleyecek endişesi ile canından can gidiyordu. Nefesini düzene sokmaya çalışırken oturduğu yatağın köşe demirlerine tutunma ihtiyacı duymuştu. Savaşı susturup Kurtuluşa yanaşmaya çalışan bir Uğur onun sinirlerini tepesine çıkartıyordu. Şimdi ise uğurun kurtuluşun omzuna kolunu atması bunca şeyin üzerine tuz biber olmuştu resmen. Kamil abi savaşa dokunup sarsa da savaş burda değildi şimdi. Uğuru nasıl öldürse işin içinden sağ çıkabilirdi onu düşünüyordu, kendisi kurtuluştan kaçmak için köşe kapmaca oynarken uğurun bu yılışık hareketleri savaşın cinlerinin tepesine çıkmasına neden oluyordu. Buna engel olmalıydı, gay olduğunun lanse edilmesi umrunda değildi. Kamil abiyi es geçip oturduğu yataktan kalktı ve hızlı adımlarla Orhan amcanın yatağının önüne geçmişti. Kaşları çatılıp konuşması gerektiği Uğurdan bakışlarını çekmezken, ona bakan bedende şimdi olduğu yere çivilemişti savaşı. Kurtuluş besbelli beklemiyordu savaşı, şaşırmıştı açıkcası ama gelmesi bile bir şeydi onun için. Savaşın derdi ise tamamen uğurdu, iki çift laf söylemese içinde kalacaktı biliyordu ama kurtuluşun kendisine olan bakışları bütün söyleceklerini silip götürmüştü. Bu sessizlik bir süre devam etse de Uğurun kalkıp lavaboya doğru gitmesi savaş için işaretti, ona uydu ama ilk önce dikkati üzerinden alacaktı. Ona bakan bir adet kurtuluş, uğurun kaçarak yere gittiğini görürse olayı anlardı. Uğurun kalktığı yere kendisi geri oturmuştu şimdi, Kurtuluş onun bu hareketlerini anlamaya çalışırken savaş çoktan ona kısa bir sarılma sunmuştu. Uğur yokken son kez bunu yapmalıydı. Belki bir daha sarılamayacaktı, bunun bilince olarak ayrıldı Kurtuluşun ve Orhan amcanın yanından.
Onların bu anda kalacağını bilerek, kimseyle karşılaşmadan lavaboya geçti. Kollarını birbirine kenetlemiş ve kaşları çatık olan Uğura baktı. Korkmadı onun yanına yaklaşırken, aksine hazırlıklıydı herşeye. Kurtuluşa sarılmıştı ya yeterdi ona, savaş şimdi ölse de gam yemezdi.
"Ne yapacaksın?" Uğurun yaptığı gibi kollarını birbirine kenetlerken, uğurub çaprazında olan lavaboya yaslamıştı bedenini esmer çocuk.
"Kendini hazırla Savaş" Başta anlamlandıramadığı cümleyi Uğurun tamamlamasını bekledi ve konuşmadı. Sadece kaşları çatık bir şekilde onu izliyordu
"Kenan herşeyi bana bıraktı. Ben sana maddelerini söylemiştim, maddelere ve sözleşmeye uymadın. Ona selam bile vermemeni isterken gidip koğuşun içinde sarıldın, ibneliğinin öğrenilmesinden korkmuyorsun sanırım?"
Bağlı olan kollarını çözüp karşısına doğru adımladı savaş.
"Korktuğum bir şeyim kalmadı artık, hodri meydan uğur."
Uğur bu cevabı bekliyormuş gibi değildi, savaşın korkup ona yalvarmasını yeğlemişti.
"Şimdilik sana izin, fakat birkaç gün sonra koğuştan leşin kaldırılırken o çok sevdiğin çevren sana yan çıkmayacak haberin olsun" Savaşın omzuna omuz atarak çıkmıştı lavabodan.
Savaş bir süre sonra lavabodan çıkmış ve geri yatağına dönmüştü, akşam yemeği hazırlamaya başlayan birkaç kişiyi izlemişti, kitabını okumuş ve kısa bir süre uyumuştu ama içindeki o korku hiç geçmemişti. Midesi hiçbir şeyi istemiyordu, sofraya da uğramamıştı o yüzden. Uğur yine kendi amacına ulaşıyordu, savaşı kısıtlaması bile Uğurun mutluluk kaynağıydı. Savaş sırtını döndüğü sofraya baktı, Uğurun Orhan amcayla gülüşerek yemek yediğini görmesi içini deşiyordu şimdi. Keşke herşeyi ilk Orhan amcaya söyleyebilseydi, keşke bu pisliğin nasıl birisi olduğunu bilseydi. O zaman işte omzunu sıkmazdı uğurun, o zaman gülüşmezdi onla. Kim böyle bir pislikle aynı sofrada muhabbet ederdi ki? Herşeyi bilselerdi eğer.
Tekrar sırtını döndü sofraya, az çok olan iştahıda böylece kesilmişti. Uyursa belki geçerdi ama kırk kişilik koğuşta uyumak savaşa haramdı. Bu kadar gürültünün içinde birde türkü söylemedikleri kalmıştı, ses tek bir kişiden çıkıyordu ona eşlik eden kısık seste savaşın kulağına çok tanıdıktı şimdi.
Yatağında yarı oturur pozisyona geldiğinde, ortada ne uğur ne de koşuşturup bağıran bir koğuş ahalisi vardı. Herkes sanki türkü için köşesine çekilmişti, tek sesi çıkanlar Orhan amca ve Kurtuluştu. Bu türkünün orijinali sazla söylenendi ama daha ufacık bir kağıt sokulamayan koğuşa saz girmezdi. Orhan amcanın şu birkaç ayda sesinin güzel olduğunu duyup işitmişti çevreden ama ilk defa türkü söylediğini görüyordu. Bazen yatağında mırıldanıp bir şeyler söylerdi, savaş yakalayınca ise susardı. Orhan amca savaş gibi aylardır değil, yıllardır bu dört duvardaydı. Şimdi içini yaka yaka söylediği bu türkü ise savaşın aklına kendisine anlattığı, onu mapuslara düşüren hikayesi gelmişti. Savaşa anlattığına göre; 12 sene önce sevdalandığı bir yâri vardı, köyde bu iki sevgiliye söz kıyılsa da, ailesi kızı ve diğer damadı istanbula kaçırmıştı. Orhan amca istanbula gelmişti peşlerinden ama nafile çoktan nikah kıyılmıştı ceylan gözlü yârine. İsmi de gözleri kadar güzel demişti savaşa; Oya adlı sevdiceği onun suratına bakmazken Orhan amca bunun nedeninin ve tek sebebinin dayısı olduğunu inandırmıştı kendine o zaman. Cebinden çıkardığı beylik tabancasından bir el ateş etmişti sevdiceğinin dayısına. Yere yığılan adam oracıkta ölmüştü. Sanmıştı dayısı ölünce kendisine varırdı Oya'sı ama öyle olmamıştı, kasten adam öldürdüğü için on yıla yakın ceza alan Orhan amcanın mahkemesine bile şahitliğe gelmemişti yâri. Çoktan İstanbuldan bile gitmişlerdi yeni kocasıyla, olan aşkıyla mapuslara düşen Orhan amcaya olmuştu. Bu hikayeyi bütün koğuş bilirdi savaşta dahil. Kafasında dönen hikayenin içinden çıkıp, orhan amcanın yanık sesine kulak vermişti. Üstünde hissettiği bakışlarla,kendisine bakan kurtuluşa çevirdi gözlerini,ağzının içinde söylediği türkü duyulmayacak kısıklıktaydı ama orhan amcaya eşlik ettiği çok açıktı.
"Eski günler hayalimden gitmiyor.
Dün dediğin bugünkünü tutmuyor
Koca dünya sana gücüm yetmiyor.
Ne sevdiğin belli ne sevmediğin
oy oy
Zalimsin oy hainsin oy
ben ne deyim oy oy"
Söylenen türküye savaşta eşlik etmeye başlamıştı şimdi. Kurtuluşun dilinden dökülen sözler kendisine yönelikti, bunu biliyordu savaş. Ama kabullenmemesi en iyisiydi şuan, kabullenirse içinde ondan vazgeçmemek için yeşeren umut tohumları fidelenecekti. Basıp geçecek ve o fideleri yakacak kişi ise uğur olacaktı, belki bir yerden bakıyordu yine ikisine. Savaş çevresine baksa da görememişti onu, kurtuluştan geri çekti bakışlarını. Yarı oturduğu yatakta yine eski haline döndü, battaniyesini yüzüne kadar çekti. Gözlerinden yüzülen yaşlar mecbur oluşundandı. Eğer mecbur olmasaydı sarılırdı boynuna kurtuluşun ama uğur ve kenan tarafından her adımsa ensesine dayatılan bir silah vardı. Her yanlış adımı silahı ateşleyecek vaziyetteydi. Vurulursa eğer kurtarıcısı ne orhan amca olacaktı ne de kurtuluş, o yüzden sustu savaş, kaçmak için uyudu ama uykusunda bile kurtuluş varken uykusu bile kaçış değildi.
Akide şekerimi yiyip kahvemi içerken size bu bölümü yazıyorum. Keşke size de versem ama sizin yerinize de yedim sayın
Orhan amcamın yaşadıkları beni üzüyor keşke ona sarılabilsem, bu arada şarkıyı söyleyen sanatçımızla aynı sese sahip olduğunu düşünelim Orhan amcamızın
Uğur umarım ecelini bulur(kurtuluşun eline geçse yeter sadece ama)
Kitabı daha yazmadan önce bu şarkı çok hoşuma gitmişti, bu bölümle de birleşince çok güzel ve uyumlu olduğunu düşünüyorum
Diğer bölümlerde görüşürüz :****
#Youtube#writers on tumblr#boys like boys#fanfic#kitap#bxb#wattpad#kurtuluşiçinsavaşlar#k.i.s#kurtuluş#gayboy#gay#lgbtq#lgbt pride#savaş#vicseul#türküler
0 notes
Text
Ben hayvanlardan korkmuyordum ama bazen insanlar ödümü patlatıyordu.
~ Bıçak Sırtı
0 notes
Link
Türkiye Cumhurbaşkanı ve Hakkaniyet ve Kalkınma (AK) Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Nisan 2023'te Ankara'da AK Parti'nin Seçim Manifestosu'nun açılışı esnasında Ankara Spor Salonu'nda kalabalığa hitap ediyor.—AFP İSTANBUL: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Salı günü "küresel emperyalistleri" kınadı ve gelecek ay yapılacak bıçak sırtı parlamento ve cumhurbaşkanlığı anketlerinde İslami kökenli partisinin manifestosunu açıklarken Türkiye'nin enerjisini gösterdi.Lideri olduğu Hakkaniyet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 14 Mayıs seçimlerini kazanma planını duyurmak için binlerce coşkulu yandaş başkent Ankara'da bir spor salonunu doldurdu. Erdoğan'ın en sıkıntılı seçim imtihanı karşısında kalıcı enerjisini göstermek için on binlerce şahıs daha dışarıda toplandı.Vaka hepimiz tarafınca canlı gösterildi Türkçe haber kanalları ve hem de muhalefetin batıdaki Çanakkale şehrinde düzenlemiş olduğu benzer bir mitingin haberini bastırdı.69 yaşındaki önder, şiddetli bir ekonomik kriz ve hükümetin Şubat ayına geç cevap vermesi sebebiyle halkın öfkesiyle yüzleşiyor. zelzele 50.000'den fazla kişinin öldüğü.Anketler onun laik Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı yarıştığını yada kaybettiğini gösteriyor.AKP'nin gelecekte parlamento üstündeki kontrolü de ciddi bir kuşku içinde görünüyor.Sadece Erdoğan Elinde bir mikrofonla sahnede bir aşağı bir yukarı dolaşırken, yirmi yılda bir düzineden fazla seçimi kazanmasına destek olan müthiş bir performans sergiledi.Türkiye'nin siyasal ve ekonomik tutsaklık çukuruna yeniden düşmemesi için kuvvetli olmaktan, kuvvetli kalmaktan ve güçlenmeye devam etmekten başka çaresi yoktur."islam dünyası izliyorOnlarca kere başarısız fakat kanlı bir 2016 darbe girişiminden bahsetti ve rakiplerini Türkiye'nin içişlerine karışan yabancı hükümetlerin piyonları olarak gösterdi.Darbecilere ve küresel emperyalistlere karşı milletimizle beraber Türk yüzyılının kapısını aralamak için buradayız” dedi.Erdoğan, partisinin toplumsal açıdan tutucu geleneklerini de açıkça benimsedi ve daha geniş Müslüman yaşamına hitap etti.AK Parti klasik anlamda bir siyasal parti olmanın ötesinde davası, imgesel, vizyonu ve vicdanı olan bir harekettir.14 Mayıs'ta yaşananları tüm İslam alemi izliyor.Anketler, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun 28 Mayıs'ta ikinci tura kalacağını gösteriyor.Sadece 14 Mayıs, Erdoğan ve AKP'nin aşırı sağcı bir grupla ittifak kanalıyla parlamentonun kontrolünü elinde tutup tutamayacağını kati olarak belirleyecek.Erdoğan, iktidarının ikinci on senesinde yasama organının yetkilerinin çoğunu elinden aldı.Karşıcılık, parlamentonun kontrolünü tekrardan ele geçirerek ve peşinden bakanlıklara ve öteki kurumlara kendi başlarına hareket etmeleri için daha çok özgürlük vererek süreci tersine çevirmek istiyor.Her iki tarafın da başarısı kısmen, seçmenlerin Türkiye'nin bir zamanlar gelişen ekonomisini Erdoğan'ın tüm iktidarı süresince yaşamış olduğu en çetin krizden çıkarmak için kime daha fazlaca güvenilmiş olduğu tarafınca belirlenecek.Kuvvetli ekonomik ekipTürkiye'nin enflasyon oranı geçen yıl yüzde 85'e ulaştı ve Erdoğan'ın ultra düşük faiz oranlarıyla büyümeye yönelik sarsılmaz arzusu sebebiyle lira neredeyse yarı yarıya kıymet yitirdi.Erdoğan bunu "yeni ekonomik model" olarak adlandırdı - öteki birkaç ülkenin denemiş olduğu sadece Türk hükümetinin vazgeçmeyi reddettiği bir gözlem.AKP programı ihtimaller içinde bir siyaset değişikliğine işaret ediyor, sadece fazlaca azca somut detay sunuyor.Manifestoda, "Kuvvetli bir iktisat ekibi yeni kabinede tekrardan vazife alacak."Iktisat ekibimiz, kamu, özel sektör ve sivil toplumla diyalog ve istişare içinde makroekonomik siyaset çerçevemizi güncelleyecektir."Bazı analistler bunu, daha geleneksel görüşlere haiz iktisatçıların hükümetine potansiyel bir dönüş için bir açılış olarak gördüler.Erdoğan hükümetinin mevcut üyeleri, seçimden sonrasında faiz oranlarının analistlerin Türkiye'nin ekonomik gidişatına olan itimatı tekrardan tesis etmeye destek olabileceğine inandıkları seviyelere çıkarılmasını dışladılar.Manifesto, gayri safi yurt içi hasılanın %5,5'lik senelik gelişme oranlarını korurken enflasyonu "tek hanelere" indirme taahhüdünü yineledi.BlueBay Asset Management ekonomisti Timothy Ash, e-postayla gönderilen bir yorumda, "Bu sayıların iyi mi toplandığını idrak etmek zor," dedi.
0 notes
Text
"Güneş parmaklarının ucunda."
15 notes
·
View notes
Text
Tarifsiz bir boşluk içinde.
Ne koysan dolmuyor biliyorum.
Biliyorum bir döksen gözlerini tufan.
Bir of çeksen yıkılacak karşıki dağlar
Araf'ta bir başınasın.
Ucu bucağı olmayan bir sırat önünde.
Bıçak sırtı bir yol git git bitmiyor.
Her günün bir mezar sorgusu
Her nefesinde bir hasretin türküsü
Ciğerini delip delip geçiyor.
Ne çoksun oysa.
Yalnızlığın kadar ne çok kalabalıksın bilmiyorsun.
Sana ait olmayan bir hayatı üstünden çıkarıp atmak kolay mı sanıyorsun.
Sana düşer mi sanıyorsun suladığın güller.
Gecesine ışık olduğun yüzler sana gün aydınlığı verir mi sanıyorsun.
Bekleme.
Senin seçimin her şey
Sen istedin ışık olmayı.
Seni haketmeyen yüreklere sen sarıldın gönül zoruyla
Sen öptün o gözyaşlarını.
Hem diline göz yaşı düşmeyen ne bilsin tuzda nasıl kavrulur yürek
Sessizliği içmeyen ne bilsin sesin rengini.
Şimdi dökeceksen gözlerini
Boğ dünyayı gözyaşlarınla.
Yıkılacaksa dağlar yerle bir olsun.
Kendine acımadın.
Şimdi kime bu merhamet.
Sen önce ölülerini göm.
Göm ölmüşlerini.
Selasız gömülenin yası tutulmaz.
Yılmaz Pirinççi
5 notes
·
View notes