#Anakronik
Explore tagged Tumblr posts
Text
*Adnan Kahveci’nin İlâhiyat Profesörü kuzeni Adıyaman üniversitesi eski Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Niyazi Kahveci'den harika tespitler.*
- Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir.
Bunu satın alan halk problemlidir! Halkın zihin yapısı problemlidir!
Bu problemlerin faturasını millet olarak birlikte ödüyoruz..
Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor.
Bu kafa, hastalıklı bir kafadır!
Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır!
Bu kafa, şizofrenik bir kafadır!
On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan blr kafadır!
- Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz!..
En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız, ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit.
- Batı'daki dinî mezhepler *_teolojiktir_* ve *_zihinseldir_*!
Bizdekiler ise *_siyasaldır_*!.. Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir.
- Sünnilikte düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü!
Allah'tan, uygulamacı olan elin oğlu, bize teknoloji satıyor da, onu alıp kullanıyoruz.. Satmasa ne yapacağız?
- 150 milyar dolar ihracatımız var ama, 300 milyar dolara yakın da ithalatımız var!..
Bunun anlamı şudur!.
Bir liralık mal satıp, iki lirayla geçineceksiniz.
- Yeraltı kaynaklarımızı sattık! Yer üstündekileri de sattık!
Şimdi havayı betonla doldurup onunla geçinmeye çalışıyoruz.
Gelin görün ki, bunu dert edinen kimse yok.
- Şeyhlik, şıhlık kavramı, 5000 yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok!
O nedenle olguyu okuyamıyoruz.
- Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim hâlim ne olacak?” diye soranlarımız var!
- Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz!
Fakat onlar kendi insanlarını *_sömürmüyorlar_*.
Biz ise dışarda değil, içerde *_sömürgeciyiz_*.
Kendi insanımızı sömürüyoruz.
Buna “ *_ekonomik ensest ilişki_*” deniyor.
Bana göre en büyük vatan hainliği budur.
- Adam ilâhiyat profesörü olmuş, yaptığı iş;
VİP cenaze namazı kıldırmak,
VİP umre ziyareti düzenlemek.
Anlayış olarak hâlâ Farabi'yi aşamamış.
4000 yıl önce yaşayan *_Sümerler'in_* kafasına sahip.
- Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır!
O nedenledir ki, ülkemizde bir *_felsefe üniversitesi_* açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dahildir.
- Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur'an'ın hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, 1500 yıl öncesine takılır kalırız.
- Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız!..
Biz de, (Türkçe) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!..
Oysa Batı'da binlerce var!
- Şunu kafamıza iyice yerleştirelim. 21. yüzyılda dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz..
Çağımız, *_akılcı_* ve *_bilimsel düşünme_* çağıdır..
Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir.
Fakat dindar olmanın yolu, akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçmelidir.
- Atatürk İslâm'ı, ruhunu ve felsefesini çok iyi anlamıştır! Tıpkı Hazreti Peygamber'in anladığı gibi...
Prof Dr.Niyazi Kahveci
2 notes
·
View notes
Text
siz birine cevap verirken anakronik olarak mı itiraz ediyorsunuz yoksa ontolojik mi yoksa de facto prensipleriyle mi
8 notes
·
View notes
Text
🗣️ Din Satarak Ülke Yönetmek
- Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. Bunu satın alan halk problemlidir! Halkın zihin yapısı problemlidir! Bu problemlerin faturasını millet olarak birlikte ödüyoruz..
Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor.
Bu kafa, hastalıklı bir kafadır!
Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır!
Bu kafa, şizofrenik bir kafadır!
On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan blr kafadır!
- Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz!..
En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız, ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit.
- Batı'daki dinî mezhepler teolojiktir ve zihinseldir!
Bizdekiler ise siyasaldır!.. Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir.
- Sünnilikte düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü!
Allah'tan, uygulamacı olan elin oğlu, bize teknoloji satıyor da, onu alıp kullanıyoruz.. Satmasa ne yapacağız?
- 150 milyar dolar ihracatımız var ama, 300 milyar dolara yakın da ithalatımız var!..
Bunun anlamı şudur!.
Bir liralık mal satıp, iki lirayla geçineceksiniz.
- Yeraltı kaynaklarımızı sattık! Yer üstündekileri de sattık!
Şimdi havayı betonla doldurup onunla geçinmeye çalışıyoruz.
Gelin görün ki, bunu dert edinen kimse yok.
- Şeyhlik, şıhlık kavramı, 5000 yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok!
O nedenle olguyu okuyamıyoruz.
- Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim hâlim ne olacak?” diye soranlarımız var!
- Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz!
Fakat onlar kendi insanlarını sömürmüyorlar.
Biz ise dışarda değil, içerde sömürgeciyiz.
Kendi insanımızı sömürüyoruz.
Buna “ ekonomik ensest ilişki” deniyor.
Bana göre en büyük vatan hainliği budur.
- Adam ilâhiyat profesörü olmuş, yaptığı iş;
VİP cenaze namazı kıldırmak,
VİP umre ziyareti düzenlemek.
Anlayış olarak hâlâ Farabi'yi aşamamış.
4000 yıl önce yaşayan Sümerler'in kafasına sahip.
- Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır!
O nedenledir ki, ülkemizde bir felsefe üniversitesi açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dahildir.
- Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur'an'ın hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, 1500 yıl öncesine takılır kalırız.
- Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız!.. Biz de, (Türkçe) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!..
Oysa Batı'da binlerce var!
- Şunu kafamıza iyice yerleştirelim. 21. yüzyılda dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz..
Çağımız, akılcı ve bilimsel düşünme çağıdır..
Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir.
Fakat dindar olmanın yolu, akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçmelidir.
Prof Dr. Niyazi Kahveci
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#din#satarak#ülke#yönetmek#Prof Dr Niyazi Kahveci#spinoza
9 notes
·
View notes
Text
ah o gemide ben de olsaydım
alper’den 700 lira borç aldım bugün
israil devleti gömülsün diye karanlıklara!
çünkü eğer borcu varsa bir mazlumun
başka bir mazluma
bir mazluma
mazlum…
sevgilim
tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
baktığımız her yerde ayrı bir allah
gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara.
insan olmak bizatihi sansasyoneldir.
diline döktüğüm dilleri hatırlasana…alper bana 700 lira borç verdi bugün
israil kaç mermi yapabilir bu parayla?
tarık ali’nin muhammed ikbal için söyledikleri doğru mu?
frengiden öldü diyor lahor pavyonlarında.
işte 90’larda böyle şeyler düşündük biz sevgilim
düşündük şiir yazınca temizlenir ülkemiz.
şimdi ikbal cennette, tarık ali ingiliz
merminin de biliyorsun, bini bir para
ve diyelim ki humeyni’yi de seviyorum jack daniel’ı da
diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
bana duyduğun sevgiyi azımsasana!
lira bana alper borç bugün verdi 700.
hemen iki paket malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim
fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.
ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
dünya kocaman bir köy, en iyi sigara malbora
araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke israil.
eğer bir gemi dolusu hayvan
haksız yere böğürüyorsa
ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil?
biliyorsun zalimin dediği olur ortadoğu’da
dur küfretme. zalimler de allah’a dahil! söylemiş miydim alper’in bana borç verdiğini?
mızrak aldım, çok arabesk, fazla anakronik.
kuz desen; alnım açık, dolaşmam kuytularda.
belki de lirayı kapar kapmaz 700
yüzümü dönmeliydim olduğu gibi batıya.
bir bakmışım karşıdan tarık ali geliyor
hey bayım; şu var ya; şu koca london bridge…
90’larda espriler hep böyleydi sevgilim
çok açık göstermeci, nobran, edepsiz ve kitsch!
90’larda zalimler biraz racon bilirdi.
karıları çocukları köpekleri olurdu.
yalnız kalan bir zalim allah’ı düşünürdü
dur gevşeme. zulüm, allah’tan hariç!
ah o gemide ben de olsaydım eğer
mızrağı sallardım aştot’a kadar
belki gider çirkin bir faşiste değer
belki de bir masumun tam kafasına.
ama savaş böyleymiş bazen siviller
ölebilirlermiş devlet uğruna.
90’lar bitti artık onlar var ve hey
siz devlete inanan bütün reziller
cehennemde karşıma çıktığınızda
öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
hayatınız gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
anlayacaksınız allah ne demek
ahlak ne demek
ve rüya…
bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
devletin bekasının da allah belasını versin
malboranın da!
âh muhsin ünlü
7 notes
·
View notes
Text
metinlerdeki tüm imla hataları, anlam kopuklukları ve dile aykırı yazımlar anakronik bir deli tarafından bilinçli olarak yapılmıştır. diksiyonu düzgün deliler yalnızca sermet yeşil'in rol aldığı filmlerde olur
0 notes
Photo
"Tupac'la aynı günde doğdum oğlum anladın mı?" 🎶 🎧 #9Canlı 🎤 #YakGemileri 🎶 #Anakronik 💿 #Allame 🎤 #Eypio 🎤 #YenerÇevik 🎤
#9 Canlı#Eypio#Yener Çevik#Yener#Çevik#Allama#Recai#Anakronik#Yak gemileri#Rap#HipHop#Müzik#Music#Mc#Rapper#Şarkı sözü#Rap sözü#HipHop sözü#Türkçe Rap#Türkçe HipHop#Tupac#İstanbul#34#35#35 buçuk#61#Türkiye#İzmir#Karşıyaka#Trabzon
6 notes
·
View notes
Photo
20 notes
·
View notes
Quote
Hem insan ol hem iyilik yeşertsin dünya ne âlâ.
#boyabandituval#geceevegelemeyenadam#izmir#allame#rap#türkçerap#şarkı#bavul#anakronik#insan#dünya#iyilik#söz
2 notes
·
View notes
Link
içerisi şampiyonlar ligi gibi
1 note
·
View note
Text
✍️İlahiyat Profesörü
( Rahmetli Bakan Adnan Kahveci’nin kuzeni)
🤔Niyazi Kahveci'den harika tespitler;
📌-Bu Ülke'de en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. Bunu satın alan halk problemlidir!
Halkın zihinsel yapısı problemlidir! Millet olarak bu problemlerin faturasını ödüyoruz.
Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor.
Bu kafa, hastalıklı bir kafadır!
Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır!
Bu kafa, şizofrenik bir kafadır!
On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan blr kafadır bu!
📌-Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz!
En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit.
📌-Batı'daki dini mezhepler teolojiktir ve zihinseldir!
Bizdekiler ise siyasaldır! Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir.
📌-Sünnilik de düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü!
Allah'tan, uygulamacı olan elin oğlu bize teknoloji satıyor da, onu alıp kullanıyoruz. Satmasa ne yapacağız?
📌-Yüz elli milyar dolar ihracatımız var amma, üç yüz milyar dolara yakın da ithalatımız var!
Bunun anlamı şudur!
Bir liralık mal satıp, iki lirayla geçineceksiniz.
📌-Yer altı kaynaklarımızı sattık! Yer üstündekileri de sattık!
Şimdi havayı betonla doldurup onunla geçinmeye çalışıyoruz.
Gelin görün ki, bunu dert eden kimse yok.
📌-Şeyhlik, şıhlık kavramı, beş bin yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok.
O nedenle olguyu okuyamıyoruz.
📌-Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim halim ne olacak?” diye soranlarımız var!
📌-Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz!
Fakat onlar kendi insanlarını sömürmüyorlar.
Biz ise dışarda değil, içerde sömürgeciyiz.
Kendi insanımızı sömürüyoruz yani.
Buna “Ekonomik ensest ilişki” deniyor.
Bana göre en büyük vatan hainliği budur.
📌-Adam ilahiyat profesörü olmuş! Yaptığı iş, VİP Cenaze Namazı kıldırmak, VİP Umre ziyareti düzenlemek.
Anlayış olarak Halâ Farabi'yi aşamamış.
Dört bin yıl önce yaşayan Sümerler'in kafasına sahip.
📌-Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır!
O nedenledir ki, Ülkemizde bir felsefe üniversitesi açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dahildir.
📌-Kur'an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur'anin hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, bin beş yüz yıl öncesine takılır kalırız.
📌-Aklımızın çapını genişletmeden mevcudun dışına çıkamayız! Türkçe'de (bizde) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!
Oysa Batı'da binlerce var!
📌-Şunu kafamıza iyice yerleştirelim! 21. Yüzyıl'da dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz.
Çağımız, akılcı ve bilimsel düşünme çağıdır.
Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir.
Fakat dindar olmanın yolu akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçer.
📌-Atatürk, İslam'ı çok iyi anlamıştır! Ruhunu ve özünü (felsefesini) anlamıştır!
Tıpkı Hazreti Peygamber'in anladığı gibi anlamıştır.
✍️Prof Dr. Niyazi Kahveci
2 notes
·
View notes
Note
epi istanbul sözleşmesinin reddi, twitter da buna sevinen ve morardınız mı diye tag açanlar hakkında ne düşünüyorsun?
Tüylerim diken diken oldu yazılanları okuduğumda: Açık tehditler, dini zafer ilanları, politik propagandalar havada uçuşuyor... Bunu neden yaptıklarını anlamıyorum, hukuki bir koruma sağlayan bir sözleşmenin yok olması tam olarak neyin zaferi?
Okuduğum tweetlerde var olan iddiaları anlamak istedim ve farkına vardım ki kötülüğün saf bir haliyle karşı karşıyayız. Kendisi hariç kimsenin yaşamamasını açıkça isteyen bir topluluk var, kendine geldiğinde ise “saygı saygı” diye anıran bir güruh bu. Bu insanları hoşgörüye davet etmek için geç kaldığımıza inanıyor, dini yanlış anlamalarından ziyade hiç olmazsa bir dini reformun artık gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kadar kalabalık bir topluluk, cemaatler ve onların politik uzantılarının hepsi yanlış yorum yapıyorsa, bu yanlış yoruma açık yapının acilen regüle edilmesi gerekliliğinin ilanından başka bir şey değildir.
Neden böyle diyorum açmak isterim çünkü onların aksine ben kendim düşünerek ve gerekçelerimi açıkça sunarak konuşacağım. Bu insanlar kötüdür ve zafer naraları bunun delilidir şu sebeple:
En çok gündeme çıkan iddia İstanbul sözleşmesinin aile kurumunu bozduğu yönünde. Haklılar mı? Haklılar, patriarkanın merkez kurumu olan heteroseksüel ailede: Babanın tek özne olduğu, çocukların itaatkardır bir nesne, annenin görünmez emeği ile tamamen yok sayıldığı bu aile kurumunu kadına ve çocuğa ev içi şiddette paravan olan bu güç temelli dengeyi bozarak, bu bozuk aile kurumunu artık her bireyin var olduğu yeni bir boyuta taşımak istiyorlar, istiyoruz. Bir ailede herkes eşit söz hakkına sahip olmalı, ekonomik özgürlüğe dayalı bağımlı ilişkilerle insan hakları hiçbir koşulda ihlal edilmemelidir. Evdeki gücünü ve özgür şiddet eylemlerinin kendi refahını düşünerek, ezik erkekliğini toplumca yalnızlaştırılıp zayıflatılmış aile üyelerinden çıkaran bu aile kurumunun yok olması seni korkutuyorsa, evet bunu önünde sonunda yok edeceğiz. Ve sen sadece ezik bir erkek olarak kalacaksın. Çünkü aile denilen temel otorite kurumunun bu totaliter dayatmalarına karşıyız. Ailenin her üyesinin eşit olduğu, arada olan tek ve nihai bağın sevgi olduğu, ailenin yalnızca heteroseksüel olmadığını, ailenin ürettiği sosyal baskıların insanları artık sindirmediği bir dünya istiyoruz ve sen o çok kutsal, sadece erkek babanın hükmünün sürdüğü ve diğer her insanı ihlal ettiği aile kurumunu savunuyorsan, bunun yok olmasından korkuyorsan sen kötü birisindir. Senin temel değerlerin de kokuşmuştur, erkek baba olmayan herkesi ihlal etmesi sebebiyle de saygıyı hak etmiyordur.
İkinci iddia LGBTİ+ üyelerinin hukuk nezdinde savunmaya alınması ve cinsel sapkınların meşru olduğu iddiasıdır. Öncelikle bir şeyi sapkın kılan nedir? Var olan çizili belirli bir yoldan sapmış olan demektir, kendi görüşü dışında olan herkes sapkındır ve bu cinsel olarak meşru görülen yönelimler için de geçerlidir. Heteroseksüellik senin doğrun olabilir çünkü sen heteroseksüelsindir ama bu dünyada birçok insan, çeşit çeşit renk vardır. Heteroseksüel dışı yönelimleri doğal bulmama gibi bir lüksü yoktur kimsenin çünkü birçok canlıda homoseksüelite vardır. Cinsel verimi olmadığını iddia edebilir ancak cinsel verim çiftleşmenin bizim gibi sosyal canlılar için sadece bir boyutudur ve kişinin bunu seçmeme hakkı vardır, psikoloji biliminin de gösterdiği gibi cinsel verimi kaybolan yaşlıların cinsel güçleri tamamen yok olmamaktadır demek ki mesele hiç kimse için doğurganlık değildir ki bu her şeyden önce kadına uygulanan merkezi bir baskıdan bağımsız olmayan bir iddiadır. Kişinin kendisine itici geliyor olabilir ama bu senin içinde bulunduğun ideallerden kaynaklanır ya da sadece heteroseksüel olduğun için çekici gelmiyordur bunların hiçbiri ötekinin edimine müdahil olma hakkı vermez sana. Kimse sana hepsini kucakla demiyor, senin onayının bir önemi de yok zaten ama müdahil olamazsın çünkü bu ihlaldir, insanların rızasını çiğnemektir ve bir çeşit tacizdir. Feminist ve LGBTİ+ grupların merkezinde rıza kavramı vardır ve kişilerin rızası olduğu sürece her şeyin mümkünlüğünü savunulur. Bir insanın mahremi olarak seksüalite elbette herkesin onay vermesi durumunda dışarıdan kimsenin karışamayacağı bir konumda yer alır, çünkü sen kimsin? Bu açıdan bakıldığında cinsel olarak uygunsuz olan nedir?
Kadınların eşleri istiyorsa ne düşündüğü önemli olmaksızın cinsel ilişkiye girmesinin zorunlu kılındığı, çocuk yaşta evliliğin meşrulaştırıldığı (hukuken çocuğun rızası önsel olarak yok sayılır) ve erkek adına kadına sorulmadan eş alabilmesini ve kadının boşama hakkının olmamasını meşru gören, insanları kendi dininde olmayanlarla evlenmeyi yasa dışı kılan yani evlenenlerin rızasını yok sayan, babanın onayı olmadan evlenmeyi yok sayıp çocukların rızasını es geçen, cariyeliği legal görüp o insanların rızasını yok sayan bir ahlak sistemi sapkınlıktır, insanı yok saymaktadır, kötüdür, ihlalcidir. Bu görüşe sapkınlık görüşü dersek ne olur? Onu içtenlikle savunanlar saygı, saygı diye diye kafamızın etini yerler ya da anakronik önermeler sürerler ama madem anakronik bir ahlak sistemi bu, “Bu gün neden hala var?” dersek de üzerimize yürürler bizi hoşgörüsüzlükle suçlarlar. Oysa bu hoşgörüsüzlük değildir, insanların rızasını es geçen bir hoşgörüsüzlüğü hoş görersek işte o zaman hoşgörüsüzlük yaparız. Hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüzlük yapmak hoşgörüyü savunmanın bir yoludur. Hitlerin faşist fikirlerine hoşgörüyle bakamazsınız örneğin. Bu sebeple bu insanlar; insanların rızalarını es geçerek, insanların varoluş alanlarını yok sayarak ve kendilerine uygun bir tutsaklığı talep etmek suretiyle kötü niyetlidirler.
Üçüncü tiplememiz olan politik propaganda yapanlarınsa durumu en korkunçlarından biridir. Çünkü bu özel olarak ayırdığım grup neyi savunduğunu, neye karşı olduğunu bilmiyor sadece kendi tarafını tuttuğunu sorgulamaksızın haklı bularak destekliyor ve ötekileştirme yoluyla düşmanlık besliyor karşı tarafa. Bu insanlar kötülüğün saf halidir çünkü düşünme yetileri yoktur, bir şeyin tamamen iyi olduğuna peşine düştükleri liderlerin adımlarına göre karar verirler ve superegoları kendilerinden çıkmış bir erdem timsali olarak gördükleri liderlere gelmiştir. Bu insanlar için artık bireyler ve onların özgürlük alanı yoktur sadece kitleler ve kitleler liderinin yasası vardır ve Hitler’i izleyenlerin yaptığı kötülük de tam budur. Bu, insanı öldürmeye, kendinden olmayanı yok etmeye ve insanın kendi aklını esgeçmesi yoluyla suçlanabilirdir ve kötülüğün saf halidir. Çünkü düşünmeden her zaman iyi olduğuna inanarak her türlü kötülüğün meşrulaşabildiği bir zemine iner insanlar.
Bu günden sonra hiçkimse bana gelip bunu savunan sistemle mağdur edebiyatı yapamaz ve saygı talebinde bulunamaz, bu gün sizin saygı anlayışınızı tekrardan görmüş bulunmaktayız. Sünni heteroseksüel erkekler dışında kimsenin yaşamına ve eyleme alanına saygı duymuyorsunuz ve bu saygısızlığınız yüzünden bir hoşgörü paradoksuna düşmemiz sebebiyle siz hoşgörüyü hak eden bir konumda değilsiniz.
Her çeşit insanın yaşamaya hakkı olduğu, bir insan olarak başkasının özgürlüğünü savunmadan özgür olmayacağımı savunuyor. Çeşitliliği zengin olarak görüp farklılıklara hoşgörüye davet ediyorum herkesi. Hoş görmediğimiz tek şey ise hoşgörüsüzlük, tek tipçilik ve canlılığın düşmanı olarak parazitimsi görüşler olduğunu ifade ediyor. Kendinizden olmayan insanları günahkar saysanız dahi onlara müdahale edemeyeceğinizi, günahkar olarak görmenin değil müdahaleci olma çabalarının saygısızlık olduğunu tekrardan ifade ediyor, dini kendine yaşayarak insanlara saygı duyanların yaşama biçimlerinin de saygıyı sonuna kadar hak ettiğini yanlış anlamalara karşı ifade etmek istiyorum ama inanç nesnelerindeki çürümenin varlığını da tekrardan belirtmek istiyorum.
Bunun dışında kalanlara gelince, bu güne kadar benden tek bir argo işitmediniz, ancak şu an ilk ve umut ediyorum ki son kez bunu demenin en uygunu olacağını düşünüyorum: “Ama, kem küm”, “saygı”, “mağduriyet” vs. diyenleri; bu gün bu toprakları islam toprağı sayıp aleni olarak diğer herkesi kovanları, LGBTİ+ üyelerine ve kadınlara açık tehditte bulunanları, kim olduğu önemli olmaksızın insan haklarını hukuki düzlemde savunmak isteyenleri politik olarak ötekileştirerek kötülediğinizi gördük ve eğer böyle düşünüyorsanız bloğumdan siktirip gidiniz. Size yakışan tek şey şu noktadan sonra sadece siktirip gitmektir, vasat laflarınızı duymak istemiyorum zira ne düşündüğünüzün zerre önemi yok benim gözümde.
32 notes
·
View notes
Text
HİÇBİR KADINA BORCUM YOK………..
yeryüzünün tüm bölgelerinde irili ufaklı birçok erkek vardır ve şahsen tanıdıklarımız dışında bu kadar erkeğin nereden geldiği bilinmemektedir. üstelik erkekler tek bir formda da değil, çeşit çeşit, renk renk birçok türde ve yapıda zuhur etmektedirler. erkekler dehşet verici müthişlikte bir kılık değiştirme ustalarıdır. hayvan olarak varlardır, bitki olarak varlardır, heykel olarak varlardır, kavram olarak varlardır, tekel bayi olarak varlardır… saymaya kalksak yaşam süremiz buna el vermez:)))))). erkekler her sabah uyanır ve yaşamaya devam ederler. annemin çok değer verdiğim bir sözü vardır: “erkek dediğin gün içinde evde durmaz dışarı çıkar. akşam eve gelir…” bu veciz söz, üzerine laf söylenecek bir söz değil. erkekler ekseriyetle birbirleriyle iyi anlaşmaya gayret ederler. kuvvetli bir S.A. - A.S. döngüsünün çözemeyeceği çok az mesele vardır. sırf bu yetileri sayesinde erkekler tarih boyunca çeşitli uygarlıklar, devletler, firmalar ve bölge yetkili servisleri kurmuş fakat bunların çoğu tarih okyanusunun sonsuz derinliklerine gömülmüştür. ayrıca erkekler borç alıp borç verme ilişkileri üzerinden kültürlerini melezleştirmeye çalışırlar. (tıpkı kız alıp vermek gibi ama ben bu tabiri aşırı kaba ve çağ dışı buluyorum. vakıa tarihi olayları içerisinde bulunulan dönemin özgül şartlarını göz önünde bulundurmadan değerlendirmenin de en hafif tabirle anakronik bir yanılgı en ağır tabirle de şerefsizlik olarak nitelendirilmesi gerektiği kanısındayım) ben mesela şu ana kadar hiçbir kadından borç para ya da ziynet eşyası almadım. pardon bir kere almıştım ve gün içinde ödemiştim. benim hiçbir kadına borcum yok. “bu ne tür bir ayrımcılıktır? kendine gel ve derhal özeleştirini ver” diyenler hemen heyecanlanmasın. benim hiçbir erkeğe de borcum yok. ben genel olarak borç alıp vermeyi seven biri değilim. hem maddi anlamda hem de duygusal anlamda, his olarak……..
Emekli Havacı ve de Binbaşı Ozan Ak&yol
(uykusuz yaz no:2 (671. sayı) içinde yer alan “KALT’ın Erkekler Köşesi”ne yer yetmezliği nedeniyle girmeyen bir adet yazım = sizlerin.....)
16 notes
·
View notes
Text
Max BRUCH (1838–1920)
Max Bruch her ne kadar günümüzde neredeyse tek bir eseriyle anılsa da üretken bir besteciydi. Sol Minör 1. Keman Konçertosu, eserleri içindeki en yüksek niteliklerin cisimleşmiş halidir: şiirsellik, coşku ve dolaysız bir duygusal çekim. Derin bir müzikal değişimin ortasında dünyaya gelmişti. Wagner ve Liszt çağın sevilen öncüleri olsa da Bruch’un müziği o sıralarda köhne ve demode bulunan Mendelssohn ve Brahms’la birlikte ele alınabilir. (English text is below)
Harika çocuk Bruch henüz on dördündeyken bir senfoni yazmış, aynı yıl bir yaylı dörtlüsü eseri ile ödül kazanmış, böylelikle Köln’de müzik okumaya hak kazanmıştı. Daha yirmisindeyken ilk operasını (Scherz, List und Rache) tamamlamıştı. Gençliğinde uzun yıllar seyahatlerde bulundu. Mannheim’de geçirdiği iki yılda opera gösterimi için gerekli işletme bilgileri ile insan sesi için beste yapmayı öğrendi. Oradayken ikinci operası Die Loreley ile onu Almanya’da geniş bir üne kavuşturan Frithjof kantatını besteledi.
Bunları epey hayranlık toplayan Odysseus ile Das Feurkreuz gibi birçok korolu eser takip etti. Bu iki eser de Bruch’un zengin ezgili ve cezbedici müziği ile yüksek teknik becerilerinin adeta birer vitriniydi. Mannheim’dan Paris ve Brüksel��e ziyaretler gerçekleştirdi ve Koblenz’de iki yıllık bir müzik direktörlüğü işi aldı. Bu şehirden nefret etmişti ancak burada en bilinen eserini, 1. Keman Konçertosunu besteledi. Eserini ithaf ettiği ünlü kemancı Joseph Joachim, eseri ilk kez seslendirirken eşlik eden orkestrayı bizzat Bruch yönetmişti. Müzikal köklerini Mendolssohncu geçmişten alan bir diğer eseri, 1. Senfonisini bestelerken de besteci yine Koblenz’deydi.
“Almanların dört keman konçertosu vardır. İçlerinde en büyüğü ve taviz vermeyeni Beethoven’ınkidir. Brahms'ın konçertosu ciddilikte onunla yarışır. En zengin ve en bastan çıkarıcı olanı Max Bruch tarafından yazılmıştır. Ama içlerinde en içteni, kalbin mücevheri, Mendelssohn'unkidir.”
– Joseph Joachim
Üçüncü ve sonuncu operası Hermione’u yazacağı Berlin’e taşınmadan önce Schwarzburg-Sondershausen prensliğinin baş orkestra şefliğine atanmıştı. Bruch’un bütün operalarında zayıf bir libretto ve bestecinin çekici bir ezgi ile muhafazakâr armoniye olan düşkünlüğünün artık demode bulunmasından kaynaklanan sorunlar hissedilir. Die Loreley, yine de kimi leziz parçalar içerir ve bestecinin estrumantal renge getirdiği kısmi yenilikleri barındırır.
Berlin ve Bonn’a yaptığı sonraki ziyaretler Bruch’u Manş’ın ötesine taşıdı ve 1880’de Liverpool Filarmoni Topluluğu’nun başına getirdi. Koblenz’de olduğu gibi burada da mutsuzdu ancak içindeki kederi yine çok tutulan müzik eserlerine yol açtı. Keman ve orkestra için yazdığı İskoç Fantazisi kendi derlediği özgün İskoç ezgilerine dayanıyordu. Benzer biçimde çello ve orkestra için yazılan Kol Nidrei’de özgün Yahudi ezgileri kullanmıştı. Bu eser hatalı biçimde bestecinin Yahudi kökenli olduğuna dair yaygın bir inancı yaymıştır, öyle ki ��lümünden on yılı aşkın bir süre sonra Naziler iktidara geldiğinde eserlerinin çalınmasını yasaklamışlardır.
Almanya’ya döndüğünde Bruch saygı gördü ve onurlandırıldı, ancak yine de dönemin genç bestecileri Mahler ve Richard Strauss’la karşılaştırıldığında eserlerinin taşıdığı erken romantizm damgası onları anakronik bile gösteriyordu. Bruch’un müziği öyle çok derin ya da yenilikçi olmayabilir ancak bugünkü unutulmuşluğu büyük bir kayıptır. Çünkü onlar da bestecinin çokça anılan eseri ile aynı kışkırtıcı bir cazibe, renk ve şiirsel güzellikle yoğrulmuşlardır.
Kaynak: sinfinimusic | çeviren: Okay ARIK
youtube
İki Piyano için Konçerto | Concerto for 2 Pianos
Max BRUCH (1838 – 1920)
Max Bruch was a prolific composer yet his reputation today relies almost entirely on just one work. Bruch's First Violin Concerto in G minor embodies the best qualities of his writing: lyricism, warmth, and a direct emotional appeal. He was born into a time of immense musical change. Wagner and Liszt were the popular pioneers of the age, and though Bruch's music was favourably compared to that of Mendelssohn and Brahms, these composers were already regarded as outmoded and old-fashioned.
A precocious child, Bruch wrote a symphony when he was 14 and won a prize in the same year for a string quartet, which enabled him to study music in Cologne. His first opera, Scherz, List und Rache, was produced there when he was still only 20. As a young man he spent several years travelling. During a two-year stay in Mannheim he learnt about the practical business of opera production and writing for voices. He wrote his second opera, Die Loreley, there, and a cantata, Frithjof, which brought him wider recognition in Germany.
Many choral works followed, including the much-admired Odysseus and Das Feurkreuz, both of which showcase Bruch's abundant melodiousness and charm, and a great degree of technical skill. From Mannheim he visited Paris and Brussels, and in 1865 he began a two-year stint as music director in Koblenz. He hated the place, but it was here that he wrote his best-known work, the First Violin Concerto. He dedicated the work to the eminent violinist Joseph Joachim, who gave its first performance, conducted by Bruch himself. It was also in Koblenz that Bruch composed his First Symphony, another work which had its musical roots in the Mendelssohnian past.
The Germans have four violin concertos. The greatest, most uncompromising is Beethoven’s. The one by Brahms vies with it in seriousness. The richest, the most seductive, was written by Max Bruch. But the most inward, the heart’s jewel, is Mendelssohn’s.
– Joseph Joachim
Bruch was employed as court Kapellmeister to the Prince of Schwarzburg-Sondershausen before moving to Berlin, where he wrote his third and final opera Hermione. All of Bruch's operas suffer from weak librettos and the composer's taste for attractive melody and conservative harmony condemned them to be disdained as unfashionable. Die Loreley, however, has some delightful music, and reflects Bruch's particular gift for instrumental colour.
Further travels took Bruch through Berlin and Bonn and then across the Channel in 1880 to direct England's Liverpool Philharmonic Society. Bruch was as unhappy here as he had been in Koblenz, but his misery again yielded popular musical results. His Schottische Fantasie for violin and orchestra is based on real Scottish tunes which he collected. Similarly, Kol Nidrei for cello and orchestra uses genuine Jewish melodies. It gave rise to the erroneous belief that the composer himself was Jewish, and when the Nazis came to power, more than a decade after Bruch's death, his music was banned.
After returning to Germany, Bruch was feted and honoured, but when compared to the work of younger composers Mahler and Richard Strauss his brand of attractive early Romanticism seemed even more anachronistic. Bruch's music may not have been the most profound or inventive, but its current neglect is a great loss. It is imbued with the same seductive charms, colour and lyrical beauty as the few works for which the composer is still celebrated.
source: sinfinimusic
#bruch#max bruch#mendelssohn#brahms#Wagner#liszt#joseph joachim#Mahler#RICHARD STRAUSS#Romantic period#classical music
12 notes
·
View notes
Text
Ben, İstanbul semalarında avare gezinen bir martıyım. Safderun bir lodos eşliğinde bu şehri kanatlarımın altına alırım. Sesimde müzikli bir ton, vapur sefası yapan İstanbulluların kulaklarına şehrin tınısını nakşeylerim. Güverteden ana karaya sessizce bakan insanların gözlerindeki müzmin kedere karışıp kaybolurum. Güneş, Eminönü’nden yükselen baharat kokusu ile şehrin uğultusuna karışarak günü batırır. Devinimini bir el oyasıymışçasına ince işle yapar. Gök kubbeyi kırmızıya boyamakla yetinmez, insanların olduğu gibi bizim de başlarımızı bir süreliğine göğe kaldırır. Güneş, İstanbul’da farklı batar. Biz martılar buna melankolik bir inilti ile eşlik ederiz. Tan yerinin kızıllığına uzanan bir köprüde inzivaya çekilir, dalgaların münzeviyane dinginliğinde kendimizi esrikliğe bırakırız. Dünyevi hayata şekil veren mecburiyetler içinde, kendini hırpalayan İstanbulluların çehrelerindeki kırışıklardan şehrin haritasını çizeriz. Güneş kırarken son ışıklarını şehrin üstüne, binbir tonun çıplaklığı ile göz göze geliriz. Birbirine yama olmuş gecekonduların bacalarından, geniz yakan bir gri tütmeye başlayınca akşamın şehre indiğini anlarız. Anakronik bir hal takınan bu şehir, kendini çok geçmeden gecenin kadife örtüsüne bırakır. Yakamoz Marmara’ya damlatınca sirayetini, şehrin mine mavi mozaiğinden eser kalmaz. İstanbul, geceleri farklı yaşar. Nesnesi belirsiz bir ihtirasın ara sokaklara karıştığı saatler, bir kadının gündüz sarısı saçlarının dibinden alaca karanlığı tütmeye başladığı vakitler, kerpiçleri dökülen evlerin damında; soluk soluğa kedilerin cirit attığı anlarda içinde oluruz gecenin. Galata meyhanelerinden yükselen uyuşuk sesler, gecenin karanlığına eflatun mürekkep katreleri serpiştirir. Arşa kalkan her kadehin ardından bir gözyaşı, şehrin kalbinden geçen dehlizlere doğru düşer. Binlerce yılın yabancısı bir rüzgar esince minarelerin arasından, sokak lambalarında eriyen gölgeler belirsizleşir. Kurumuş dudaklardan yükselen ıslıklar, gecenin karanlığına ulanmakta ustadır. Boş içki bardaklarının ölüleri hatırlattığını konuşan her iki insandan biri şehre karşı gard alır. Karşısında, yaşına rağmen latif bir gövde ile uzanmış boğazdan bir can daha gelmeyeceğini bilir. Boğaz, İstanbullunun sırat köprüsüdür. İki yakasını da eline geçirir balıkçıları. Denizin dibinden göğe doğru volta her balıkta İstanbulluların hikayesi saklıdır. Hiç ölmeyecekmişçesine yaşamak İstanbullunun kanının kızıllığında vardır. Gün doğumunun da, batımının da alaturka tavırlar takınması bundandır. Gecenin gündüze kaçtığı vakitlerde hüzünlü dönenceler bir bir ortaya çıkar. Bu anlar, kendi suçunu meşrulaştırmak isteyen her yıldız tozunun birer birer İstanbul’a döküldüğü saatlerdir. Kelimelerle atfedilemeyenleri, nefesleri ile yaşama karıştıran her İstanbullunun toplardamarıdır İstiklâl. Birlerin ikilerin lâl kesildiği bu caddenin kalabalığı, insanın yalnızlığını olduğu gibi gözler önüne serer. Ben ise cumbalı evlerin trabzanlarına asılı mimozalar eşliğinde, hiç çarpmadan geçerim insanların yalnızlığından.. İstanbullu, bir farklı hüzünlenir. Arnavut kaldırımlarının köşelerinde unutulmuş sigara izmaritlerinin yaşanmışlığı yatar bu şehirde. Gözleri buğulanmış bir perde takınan her zihnin gerçekliğidir İstanbul. Alnını karışlayan her İstanbullunun çetelesindeki kaçınılmazlıktır İstanbul. Karanlığı görünür kılan, ser verip sır vermeyen ketum bir dudağın dikiş ipliğidir İstanbul. Turkuaz suyundan kaşıkla hayat çalan her insanın mabedidir İstanbul. Damarları çarpık, özü ılık kan akıtan yokuşların seferberliğidir İstanbul. İnsanın bahtına nazır en büyük hakikattir İstanbul. Zamanın rahminden yerin dibine düşmek, şehrin karanlığına bir adım daha yaklaşmak demektir. İstanbul bilinenin aksine turkuaz değil beyazdır. İçi kırık renklerin gürültüsünde ayakta durmaya çalışan, beyazın en kirli tonudur. Bundan mütevellittir benim gibi martıların bembeyaz tüylerindeki kara dokumalar. İstanbul, İstanbullunun nahoş bedenine bir dikiş de kendisi atar.
5 notes
·
View notes
Text
Allame - Yakına Gel (feat. Patron) (Official Video)
Yeni içerik yayınlandı hemen incele! https://www.videotabi.com/muzik/allame-yakina-gel-feat-patron-official-video/
Allame - Yakına Gel (feat. Patron) (Official Video)
youtube
#2017#Allame#allame playlist#anakronik#hip hop#klip#patron#rap#Türkçe#türkçerap#video#yakına gel#Yeni
0 notes