#3. göz meditasyonu
Explore tagged Tumblr posts
aklingolgesi · 3 years ago
Text
Üçüncü Göz Açma Çakrası | 3. Göz Çakra Meditasyonu
Üçüncü göz çakrası nasıl aktif edilir. 3. göz çakra meditasyonu nasıl yapılır? Alın çakrası, 6. Çakra, Ajna çakra. #çakra #meditasyon #üçüncügöz #3göz #enerji
Üçüncü göz çakrası nasıl aktif edilir. 3. göz çakra meditasyonu nasıl yapılır? Alın çakrası, 6. Çakra, Ajna çakra nedir? Epifiz bezinin önemi. Ne işe yarar faydaları nelerdir? Üçüncü göz çakrası ile ilgili tüm merak edilenler bu videoda. Üçüncü göz çakrası En etkili 3.göz açma teknikleri nelerdir? 3. göz açılınca ne olur? Üçüncü göz nasıl açılır? Göz perdesi kalkarsa ne görürsünüz? Epifiz bezi…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
isdunyasi · 3 years ago
Text
Eğitim ve İş Dünyası Tavsiyeleri
Tumblr media
İş dünyasında tam zamanlı çalışırken okula geri dönmek göz korkutucu olabilir. Eskiden gevşemek için harcadığınız saatler artık yeni materyaller öğrenmeye ve bir işletme eğitimi lisans programı için kurs gerekliliklerini yerine getirmeye ayrılmıştır. Bunalmak kolaydır, özellikle bir kişi çok fazla sorumluluk üstlendiğinde acı çekecek ilk şeylerden biri öz bakım olabilir.
Okula geri dönmek için aşağıdaki on ipucu, devam eden iş performansı ile gelecekteki kariyer başarısı arasında rahat bir denge kurmanıza yardımcı olmak için tasarlanmıştır.
En İyi Eğitim ve İş Dünyası Tavsiyeleri
1. Bir Program Oluşturun Çalışma saatlerinizi zaten biliyorsunuz. Şimdi ders çalışmak için ne kadar zaman ayırabileceğinizi bulmanın zamanı geldi. Gerçekçi ol. Sabah insanıysanız, alarmı sabah 5'e ayarlamak mantıklıdır; bu sessiz zaman öğrenmek için mükemmeldir. Başka bir kişi hafta sonu öğleden sonraları çalışmayı tercih edebilir. Ne zaman öğreneceğinizi anladıktan sonra, bir yere yazın ve devam edin. Düzenli bir program tutmak, stres ve tükenmişlikten kaçınmanın en iyi yoludur.
2. Boş Zaman Blokları Oluşturun Sadece haftada bir kendinize zaman ayırmanız değil, aynı zamanda aileniz veya arkadaşlarınızla geçirecek zaman bulmanız da önemlidir. Birincisi olmadan, yoksun hissedeceksiniz. İkincisi olmadan, sevdikleriniz, onlarla kaliteli zaman geçirmek yerine bir işletme eğitimi aldığınız için size kızmaya başlayabilir. Özel boş zaman, herkesin büyük resme odaklanmasını sağlar.
3. Bir Çalışma Yeri Belirleyin Aileniz varsa, çalışacağınız yer mutfak masası, hatta belki de ev olmamalıdır. Haftada birkaç gece akşam yemeğinden sonra kütüphaneye veya sessiz bir kafeye gitmek, dersleri tamamlamanın en iyi yolu olabilir. Daha da iyisi, sadece çalışmalarınız için tamamen ayrı bir alan ayırdığınızda , birçok başarılı girişimci tarafından kullanılan bir başa çıkma mekanizması olan olumlu bir bölümlendirme biçimiyle meşgul olursunuz  .
Tumblr media
4. Egzersiz Yapacak Zaman Bulun Düzenli kardiyovasküler egzersizin  hafızayı iyileştirdiği kanıtlanmıştır ve aynı anda çok fazla şey oluyorsa, kesinlikle bir desteğe ihtiyacınız olacak. Egzersiz yapmak için zaman yok mu? İyi haber şu ki, kısa aralıklarla egzersiz yapabilirsiniz ve her gün haftada toplam en az 150 dakika hareket etmek için yeterli zaman bulduğunuz sürece, aynı derecede etkilidir.
5. Yeterince Uyuyun Yetersiz uykuyla birkaç günden fazla uyuyabilen ender insandır. Bu nedenle, programınızı belirlerken uyku için yeterli alan bıraktığınızdan emin olun. Uzun vadede, iyi dinlenirseniz daha verimli çalışırsınız. Yine de iyi niyetiniz başarısız olursa,   uykusuzluğun yarattığı açığı sildiği görülmüştür.
6. Omega-3 Yağ Asitlerinden Zengin Bir Diyet Yapın Somon, ceviz ve keten tohumu yağı gibi yağlı balıklarda bulunan Omega-3 yağ asitleri, trigliserit seviyelerini düşürmek ve depresyonla mücadele dahil olmak üzere vücudunuza birçok yönden fayda sağlar. Kafa yaralanmalarından sonra nöral hasarın onarılmasına yardımcı olmak için balık yağı takviyelerinin kullanılması, omega-3'ün anti-inflamatuar özelliğinin zihinsel işlevi iyileştirdiğini düşündürmektedir  ; Hatta bazı araştırmalar Alzheimer gibi hastalıkları önleyebileceğini öne sürüyor. Beyniniz fazla mesai yapmak zorunda kaldığında, bol miktarda omega-3 yağ asidi tüketmek zihinsel yorgunluğunuzu hafifletmeye yardımcı olabilir.
7. Farkındalık Meditasyonu Uygulayın Doğru  yapıldığında meditasyon, hem stres azaltma hem de zihinsel odaklanma için güçlü bir araçtır. Amacı, olayı bir kişinin tepkisinden ayırarak, hayatın olaylarına tarafsız bir bakış açısıyla bakmanıza izin vermektir. Düzenli meditasyon, verimlilik ve üretkenlik yolunda duran bu olumsuz duygusal durumları yönetmek için size yerleşik bir araç sunar.
Tumblr media
8. Sınırlamalarınızı Bilin Çoğu çevrimiçi MBA programı, programı tamamlamanız için gereken süre konusunda esneklik sağlar. Her seferinde sekiz haftalık bir oturum alarak kendinizi hızlandırabilirsiniz; bu, öğrencilerin tamamen bir konuya konsantre olmalarını sağlar ve derslerine ek olarak aile sorumlulukları ve kariyer ile uğraşanlar için en iyi seçenek olabilir.
9. Delege Etmeyi Öğrenin Ne de olsa bu en önemli girişimcilik becerilerinden biridir  ve bir işletme eğitimi alırken bir yönetici gibi düşünmeye de başlayabilirsiniz. Ayda birkaç kez çimlerinizi biçmesi veya evinizi temizlemesi için birini işe almanın zamanı gelmiş olabilir, bu da size eğitiminize ayıracağınız zamanı serbest bırakır.
10. Kayıt Desteği İş eğitimi almak için okula geri dönmek, siz ve aileniz için daha iyi bir hayata dönüşecektir. Başlamadan önce, hayatınızdaki herkesin gemide olduğundan emin olmanız çok önemlidir. Bir aile toplantısı yapın ya da yemek masasında ciddi bir tartışma yapın. Paylaşılan fedakarlıklar ve sorumluluklar açısından ne beklediğiniz konusunda net olun. Ulaşmak ve yardım istemek zor olabilir, ancak aileniz ortak bir amaç için birlikte çalıştığında işlerin daha sorunsuz gittiğini göreceksiniz.
Halihazırda işletme gibi rekabetçi bir alanda çalışıyorsanız ve MBA derecesi için okula geri dönmeye karar verdiğinizde, uzun vadeli ödülleri düşünürsünüz. Ancak kısa vadede, doğru dengeyi bulmak için uyumlu bir plan yapmazsanız, kendinizi strese hazırlıyor olabilirsiniz. Bu ipuçları, bu geçiş sırasında sizi destekleyecek iki şey olan öz bakım ve aile hayatına zaman ayırarak bu dengeyi bulmanıza yardımcı olacaktır.
Tumblr media
Bir takım başka tavsiyeler de mevcuttur:
1. Daha az önemli sorumluluklarınızdan bazılarını verin Sorumluluklarınızı ve eğitimden neler kazanabileceğinizi tartın. Hangi eğitimi düşünüyor olursanız olun, ne kazanmanız gerektiğini ve ne kaybetmeniz gerektiğini anlamak önemlidir. Şirketinizde daha küçük sorumluluklarınız varsa bir iş ortağına veya bir çalışana devredebilir, hiç aksamadan eğitime zaman açabilirsiniz.
2. Tüm şirketinize kişisel bir eğitim günü verin Eğitim amacıyla şirketinizden zaman ayırdığınız için kendinizi suçlu hissetmemelisiniz (özellikle yukarıda tartışıldığı gibi şirketin iyiliği içinse). Bununla birlikte, birlikte bir tür eğitim denemek için tüm çalışanlarınıza bir gün izin vermeyi düşünebilirsiniz.
3. Her seferinde bir ders alın Birçok girişimci için eğitim için zaman bulmak, yavaş gitmek demektir. Şirketinizde çok fazla sorumluluğunuz olduğu için yarı zamanlı okula dönmek bunaltıcı görünebilir. Eğer durum buysa, yapmayın! Bir seferde sadece bir ders almayı düşünün.
Sertifika almak bu kadar uzun sürmeyebilir ama hiç öğrenmemekten iyidir.
Sadece öğrenmek için (bir derece veya sertifika için değil) daha fazlasını öğrenmek isteyen bir girişimciyseniz, Udemy kursları harika bir seçenektir. Her şeyi halledebilmeniz için derslere zaman ayırmanıza izin veriyorlar. Udemy öğretmenleri , gerçek profesörlerden daha fazla ders sunan Coursera gibi bir yerden daha sık işletme sahibi ve profesyonel olma eğilimindedir .
4. Her şey için zamanınız olduğundan emin olmak için bir program oluşturun İş ve özel yaşamınızın bir programını yapın. Bu, her şeyin , hatta boş zamanın bile haritasını çıkarmak anlamına gelir . Birçok girişimci, zamanlarının olmadığını varsayıyor, ancak programlarını gerçekten bloke etmek için zaman ayırırlarsa kendilerini şaşırtabilirler.
5. Başkalarından destek aldığınızdan emin olun Bu, eğitim için zaman bulmanıza yardımcı olmasa da, çok fazla bunalmamak için not almak önemlidir. Sonunda ek eğitim almak için zaman bulduğunuzu düşünüyorsanız, ailenizin ve iş ortağınızın veya şirketinizin desteğini aldığınızdan emin olmanız gerekir. Aksi takdirde, eğitiminiz daha zor olacak ve potansiyel olarak sonunda buna değmeyecektir.
Tumblr media
6. Unutmayın: İş anlayışınızı her gün geliştiriyorsunuz İstediğiniz kadar ders alamasanız bile, her gün öğrenmeye devam ettiğinizi asla unutmayın - kendi işinize sahip olmak en büyük sınavdır. Şirketinize odaklanmak için örgün eğitiminizi beklemeye almanız gerekiyorsa, sorun değil.
Ardından, yukarıdaki ipuçlarından bazılarını takip etmek için zamanınız olduğunda, zaten her gün kazandığınız eğitime başka bir öğe ekleyebilirsiniz.
Kaynakça:  https://technogezgin.com/category/kariyer-onerileri/egitim-ve-is-dunyasi/
1 note · View note
mistikyol · 5 years ago
Video
youtube
Sevgili Mistik Yol dostlarımız merhaba; Uzun bir zamandır üzerinde titizlikle çalıştığımız Mistik Yol kursumuz "EVRENSEL YASALARLA HAYATINI DÖNÜŞTÜR" şu an itibariyle UDEMY üzerinden açılmış bulunuyor. 5 GÜN BOYUNCA İNDİRİMLİ OLARAK ulaşabilirsiniz: https://ift.tt/2nzrylD UDEMY ÜZERİNDEN KURSUMUZ ARTIK YAYINDA... EVRENSEL YASALARLA HAYATINI DÖNÜŞTÜR! 15 ders videosu 3 meditasyon 3 pdf formatında kitap TOPLAM 3,5 saatlik bilgi akışı Kursumuzda öğreneceklerinize kısa bir göz atalım: EVRENSEL YASALAR NEDİR? BU YASALARI NEDEN BİLMEK GEREK? DÜNYAYA NASIL FARKLI GÖZLERLE BAKABİLİRİM? 1. EVRENSEL YASA: ÇEKİM YASASI Pratikte çekim yasası nasıl işler? Bu işleyişi anlarsan hayatına nasıl uygulayabilirsin? Tecavüz gibi korkunç olaylar çekim yasasıyla nasıl açıklanabilir? Hayatımdaki kişilere çekim yasası çerçevesinde nasıl bakabilirim? Aşkı hayatıma nasıl çekerim? Kendime duyduğum sevginin bununla ne ilgisi var? Çekim yasasıyla zengin olur muyum? Hastalığı çekim yasasıyla kendime nasıl çekiyorum? Nasıl şifa bulurum? HER DERSİN SONUNDA MEDİTASYON YAPARAK HEM RAHATLA HEM DE ANLAYIŞINI DERİNLEŞTİR! Çekim yasasının sonunda İÇSEL KEŞİF MEDİTASYONU yapabilirsin... 2. EVRENSEL YASA: TİTREŞİMSEL UYUM YASASI Titreşim ne demek? Titreşimsel uyum yasası hayatımızı nasıl etkiliyor? Düşüncelerinin yaydığı titreşimi değiştirebilir misin? Çevrendeki düşük ve yüksek titreşimleri fark edersen ne olur? Titreşim yükselten seslerle DNA'nı programlayabilir misin? DNA ile konuşma çalışması yaparak tüm yaşamını nasıl değiştirebilirsin? Beyin dalgaları ile bilinçaltını nasıl programlayabilirsin? Titreşimsel uyum yasasının sonunda SAĞLIK TİTREŞİMİNE UYUMLANMA meditasyonu ile tam bir şifalanma seansı yapabilirsin... 3. EVRENSEL YASA: SEBEP SONUÇ (KARMA) YASASI Sebep sonuç yasası hayatında nasıl işliyor? Bereket yaratan bir işleyişi hayatında nasıl oluşturabilirsin? Tohum ekmek ve ektiğini biçmek ne demektir? Sürekli şikayet eden olmaktan çözüm yaratan olmaya geçiş için etkili bir çalışma İyilik yaptıklarından neden bazen vefasızlık görüyorsun? Bilinçaltına ekilen tohumlarla hayatını nasıl dönüştürebilirsin? VE KÖK İNANÇLARIN DERİNLEMESİNE İNCELENMESİ Kök inançlarını nasıl tespit edebilirsin? Tespit ettiğin kök inançlarını nasıl dönüştürebilirsin? Bu bölümün sonunda GEÇMİŞİN AYNASINA BAKMA meditasyonuyla yaptığın hayat seçimlerini değerlendirebilirsin... Mistik Yol'dan merhaba; ben Didem Çiloğlu. Bu kursla hayatında gerçek bir dönüşümü başlatabilirsin. Kendine yapabileceğin en büyük iyilik mutluluğa, berekete ve huzura doğru giden bir yolda yürümeyi seçmektir. Sen bunu hak ediyorsun, sen buna hazırsın. Seni sevgi ve ışıkla kucaklıyorum.... by mistik yol
2 notes · View notes
blog40ambar · 6 years ago
Text
Karma Yoga 3
KARMA YOGA İLE İLGİLİ YAZILMIŞ, SON DERCE BİLGİLENDİRİCİ VE GÜNLÜK HAYATTAN ÖRNEKLERİN OLDUĞU DEĞERLİ BİR YAZI…
Ishavasya Upanishad en önemli on Upanishad’tan biridir. Karma Yogayı gerçekten ilk olarak tasvip eden Upanishad’tir. Bhagavad Gita’da Karma Yoga‘dan ayrıntılı bir şekilde bahseder.”Karma” “yapılan iş” “Yoga” ise “aklın huzuru” anlamına gelmektedir. Yani Karma Yoga, yaptığımız işlerle aklın huzuruna sakinliğine erişme yöntemidir. Fakat Karma bazen farklı anlamlarla da kullanılır. İnsanlar Karmayı geçmiş aktivitelerimiz ve onların etkileri olarak ima ederler. Bir şeyin karmik olduğunu belirtirken; mesela neden Türkiye’ de doğdum neden Amerika’da değil? gibi. Bu benim karmik durumum denir. Veya neden hep acı çekmeliyim? Bu da karmiktir. Ama ne zaman müthiş bir haz ve mutluluk duyarız, o zaman bu karmik değildir. Ve kolaylıkla deriz ki; “Çok çalıştım çok çabalayıp kazandım bütün eforumu bu işe sarf ettim.” Hâlbuki ıstırap çekme durumunda veya herhangi bir kötü sonuçta bu karmik oluverir. Bu yüzden karma çok yakın şekillerde kullanılır. Yani temel olarak karmanın ne olduğunu iyi anlamamız gerekli.
İkinci durum da karmanın bizi nasıl aklın huzuruna götürdüğüdür. Bütün acılar, rahatsızlıklar ve stres karmadan meydana gelir. Hissettiğimiz aktivite rahatsızlığa neden olur. Bu nedenle insanlar “aklın huzuru” denince bunu her işi bırakmakla eşdeğer tutarlar. Aklımızı sakinleştirmekten bahsettiğimizde dinleyiciler hemen tepki verip “Aklımı sakinleştirirsem nasıl çalışırım? Nasıl olur da işlerimi sükûnet içinde ilerletebilirim?” gibi sorular sorarlar. Ama bu demektir ki karma bizim problemlerimize neden olan eylemdir ve bu aktiviteyi bırakmak da söz konusu değildir. Öyle ise işle bütünleşmiş bir durumdayken sakin bir akla sahip olmak mümkün değildir. Temel olarak anlayabildiniz mi? Bu Karma Yoga’ nın bizi yönlendirdiği ilk sırdır. Problem olan eylem değildir. Problem başka bir şeydir. İsterseniz bir hikâyeden küçük bir örnekle konuyu tasvir edelim.
Yoganın düşüncesi bir şeyi olağanüstü şekilde yapmaktır. Büyüleyici bir şey olmalı. Nasıl olur da basit bir şekilde yapılan aktivite bize yoganın yararlarını sağlatabilir? Nitekim bize yoganın yararını veren şeyler insani olarak imkânsız görünen sert disiplin, acı veren vücut ve zihin egzersizleridir, acı yoksa kazanç da yok durumu. Sıradan bir aktivite bize nasıl yarar sağlayabilir ki?
İşte size yapmayı beklediğiniz şeyin o kadar da insana aykırı bir şey olmadığını göstermek için klasik bir hikaye:
Yoga Normal Bir İş Olabilir: Bir gün Kaushik adlı bir aziz ormanda bir ağacın altında derin meditasyon halindeymiş. Ağacın dallarında bir kuş kendince olağan sesler çıkararak ötüyormuş. Bilge Kaushik meditasyon sırasında kuşun sesinden çok rahatsız olmuş ve büyük bir sinirle kuşa yakıcı gözlerle bakmış. Bu çok kızgın bakışlar kuşu yakmış ve kuş ölüp yere düşmüş.
O anda Kaushik kuş için kendini üzgün hissetmiş, diğer taraftan da meditasyon sırasında sahip olduğu güce şaşırıp kendiyle gurur duymuş. Meditasyonu sona erdirildiğinde kendini aç hissetmiş. Yiyecek bir şeyler istemek için yakındaki bir evin önüne kadar gelmiş. O günlerde derin meditasyona bağlı olan spiritüel arayıcıların ihtiyaçlarını karşılamak geleneksel olarak toplumun sorumluluğuymuş. Fakat bunun kibirle değil alçak gönüllülükle yapılması gerekirmiş. Aziz ön kapıda beklerken evin hanımı azize hizmet etmek üzere tüm saygısıyla yanına gelmiş. Ama aynı anda evin kapısından içeri kocasının girdiğini görmüş. Bir sofu kadının değişmez görevlerinden biri eşine hizmettir. Bu yüzden azize ” Efendim, size hizmet etmeyi gerçekten çok isterim. Lütfen bana on dakika müddet verin esimle ilgileneyim sonra size gereken hizmeti edeyim” demiş. Kaushik bu sözlere hiddetlenmiş. “Nasıl olur da sıradan kocasına hizmet edip burada duran büyük güçlere sahip yogiyi ihmal eder” diye düşünmüş fakat kendini kontrol edip kadının gelmesini beklemiş. Kadın içeride beklediğinden biraz daha fazla kaldıktan sonra yanına gelmiş ve özür dileyerek “Sizi beklettiğim için çok üzgünüm efendim” demiş. Fakat Kaushik in siniri yatışmamış. Kadın sürekli özür dilemeye devam etmiş ama kibir merhametle davranmaya engel olmuş.
Azizin değişmemesine ve ısrarına karşı kadın olayın kasıtlı olmadığını ve durumu dönüştüremediğinden “Efendim bu kızgın bakışları bırakın artık” demiş ve eklemiş “Ben sizin ormanda bu bakışlarla yaktığınız kuşa benzemem”.
Kaushik duydukları karşısında şok olmuş. Çünkü bunları ormanda ondan ve kuştan başka gören olmadığına eminmiş. Nasıl olur da bu kadın yogik güçleri olmadan bunu bilebilir diye düşünmüş. Demek ki bu kadının güçleri kuşu yakan Kaushik in güçlerinden daha da üstünmüş. Bunu anlayınca aziz, kadının ayaklarına kapanıp özür dilemiş ve ona bu güçlere sahip olmak için nasıl yogik çalışmalar yaptığını sormuş. Bunun üzerine kadın sade bir gülümsemeyle; “Hiç bir spiritüel çalışma yapmıyorum, yaptığım sadece evimin gerektirdiklerini büyük bir itina ve özenle yapmam” demiş. Ama Kaushik buna inanmamış ve kadının ondan sakladığını düşünmüş. Bunun üzerine kadın ona eğer daha fazla bilgi istiyorsa yan kasabada bulunan gurusu Dharma Vyaadha’ ya gitmesini söylemiş.
Bunun üzerine Kaushik büyük bir ashram gibi bir şey bulma umuduyla kadının söylediği guruyu aramak için yan kasabaya gitmiş ve etrafa bakınmaya başlamış. Fakat şaşırtıcı bir şekilde beklediği gibi herhangi bir yerle karşılaşmamış. Sonra birden üzerinde Dharmavyaadha Kasap Dükkânı yazılı bir dükkân görmüş. Fakat bunun o olamayacağını çünkü böyle büyük bir adamın et satamayacağını düşünmüş.
Dükkânın önünde tereddütlü bir şekilde dururken içerden bir adam onu çağırmış ve “Merhaba beyefendi. Sanırım siz yan kasabadaki bayanın tavsiyesiyle beni bulmaya gelen Kaushik olmalısınız. Ben aradığınız Dharmavyaadha yım.” demiş. Kaushik’in tam anlamıyla dili tutulmuş. Nasıl olur da yalnız onun ve kadının arasında gecen şeyi bilebilir diye donakalmış.
Sessiz ve şaşkın bir şekilde beklerken adamın et kesip para toplamasını izlemiş ve paraları saymasına bakmış. Adam işini bitirdikten sonra paralarını saymış toplamış ve Kaushik’i alıp evine götürmüş. Orada ailesiyle ilgilendikten sonra sormuş “Evet beyefendi sizin için ne yapabilirim?”
Adamın bu bilgeliğini ve yaptıklarını gördükten sonra Kaushik sormuş; “Efendim böyle büyük bir üstat olmak için ne gibi sadhana ve çalışmalar yaptığınızı öğrenebilir miyim?” Dharmavyaadha cevaplamış: “Ben sadece yapmakla yükümlü olduğum görevleri özenle ve gayretle yerine getiriyorum, işte benim meditasyonum bu.” İşte bu öyküden alınacak ders sıradan günlük islerimizi özel bir tutumla yapmanın hiçbir spirituel sadhanadan aşağı kalır bir yanı yoktur. Simdi mesele burada nasıl bir tutumla günlük işlerimizi sadhanalara veya spirituel çalışmalara çevirebileceğimizle ilgili!
Sevgiler Raghuram
Karma Yoga (III)
Ne Yaptığınıza Karşı Nasıl Yaptığınız —————————————————– Bu yönden baktığınızda yoga bazı bedensel duruşlar yapmak değildir. Birçok şekillerde kıvrılabilen eğilebilen güzel vücutlu insanlar gördüm ama kendi davranışlarını eğip bükemiyorlardı Sonsuza dek nefeslerini tutabilirlerdi ama açgözlülüklerini kibirlerini vs. çok çok az. Simdi yoga nedir ve ne değildir? Yoga gibi görünen bir şey aslında yoga olmayabilir. Karşı karşıya geldiğimiz, doğru davranışlar içinde bulunamayan birçok yoga öğretmeni var. Çok güzel eğilip bükülüyorlar fakat doğru duyularda yogiler değiller çünkü davranışları doğru yolda değil. Yani karma yoga bizim dışarılarda yaptığımız işler değil. Aslında işin arkasında olan bizim davranışlarımız. Sizi aklın sakinliğine götüren davranış doğru bir davranıştır. Zihnimize acı getiren bir davranış yogik bir davranış değildir. Sadece dünyevi bir davranıştır. Bizim Prashanti’de çok güzel bir asramimiz var.
İnsanlar orda güzel aktiviteler yaparlar. Ama bazen yanlış davranışlar sergileyen insanlar görebilirsiniz. Bu her yerde olabilir ve olmakta. Eğer bir insan ona gerçekten yardım edebilecek bir şeyin kapısına kadar gelmişse ve ondan yararlanamıyorsa bu yemek dolu kaşığı ağzına kadar götürüp burnuna sokmaya benzer. Acı çekersin. Buna sebep olan yaptığın iş değil sen ve senin davranışlarındır. Eğer doğru tutum alırsanız, yaptığınız iş sizi aklın huzuruna götürebilir. Ama doğru tutum yoksa ortada iş size bir baskı gibi gelir. Gelin size farklı tutumlar elde etmek için bazı ipuçları vereyim. Bir kere derinlere giderseniz karma yogayı anlamak için yüzlerce şey bulursunuz, ama zaman kısa olduğundan belki birkaç şeyi tartışabiliriz.
Eğer aktiviteyi göz önüne alırsanız, ilk adımda bazı aktiviteler diğerlerine zarar verebilir veya rahatsız edebilir. Sonra o insanlar intikam için beni rahatsız edebilirler. Ben birini incitirsem, o insan da beni incitir. Ben birine yalan söyler, yanlış yollara yönlendirirsem, o da bana aynısını yapar. Böylece ben acı çekerim. Ve derim ki “Bak ben acı çekiyorum!” Sonra biri bana sorar: “Neden acı çekiyorsun?” “Ben birine zarar verdim o da beni rahatsız ediyor” Buna çözüm olacak basit bir yol ‘Başkalarına kötülük yapmayın’ Eğer siz kötülük yapmazsanız onlar da sizi rahatsız etmez. Bu ayrıca spirituel bilgi de gerektirmez. Çok basit ve ahlaki bir bilgi. Çok basit bir dille şöyle denir “Başkalarına iyi olun kötü değil, doğru olun yanlış olmayın , yardım edin incitmeyin.” Bu bir öğrenim gerektirmez.
Fakat burada anlamamız gereken ince bir nokta var. İncitmemeliyiz, ama sadece karşımızdaki için değil. Sizin yaptığınız size geri dönecektir. Bu psikolojik kanunlardan biridir. Psikolojik kanunlar der ki etki-tepki, sebep-sonuç, eşit-karşıt. Sebep ve sonuç akraba gibi bağlıdır. Küçük bir örnekle eğer kötü bir şey yersem, midem rahatsız olur. Bu çok basit bir psikolojik kanundur. Basit bir şekilde anladığımız bu kanun bize yaptıklarımızın sebep ve sonuç ilişkisi olduğunu söyler. Bunun adi ADHI-BHUTA’dir
Ektiğini Biçersin ————————- Yaptığım her şeyin yararlarını, sonuçlarını alırım. Kötü bir şey yaparsam kötü bir sonuçla karsılaşırım. Eğer sekizinci kattan atlarsam, ya ölürüm ya da bir yerimi kırarım. Tanrı niye bana nazik davranmadı diyemem, Karmamın kötü olduğunu söyleyemem. Kimseyi suçlayamazsınız. Yanlış yaptınız yanlış sonuçlar aldınız. Bu bir fizik kanunudur. Sebep ve sonuç birbiriyle ilişkilidir.
Mantık olarak bu tamam. Ektiğini biçersin. Bu Karma Yoga’daki çok basit şeylerden biridir. Kimseye kötü bir şey yapma. Hatta düşünme bile. Bu bir sekme etkisi yaratabilir. İyi şeyler yapmaya çalış. Ama bundan sonra diğer soru gelir “Her zaman iyi şeyler yapmaya çalışıyorum ama sonuçlar kötü oluyor” Bu ihtiyatsızca araba kullanan birine benzer, ya da yanlış yolda giden bir adamın kaza yapmasına. Yanlış yaptı ve sonuçlarını aldı. Yani basit olarak yanlış yolda araba kullanma. İhtiyatsız araba kullanma sonunda kaza yapmazsın. Ama ben doğru yolda kullanıyorum ve ihtiyatsız da kullanmıyorum karşıdan gelen adam bana çarpıyor. O yanlış ve incindi ama ben niye acı çekmeliyim? Ben ne yanlış yaptım? Bu ne demek oluyor? İyi oldum ama kötü sonuç aldım. Bu bizim karsılaştığımız bir durum. Acı çeken iyi bir insansa hep su soruyu sorar, “Neden iyi olmama karşın açı çekiyorum?”
Simdi bu görüşü göz önüne alalım. Kaza bir fizik kanunudur. Bunun bir fizik kanunu olduğunu söylediğimiz anda; sebebi ve sonucu olur. Sen fiziksel olarak incindin, yani basitçe bir sebep sonuç ilişkisi var. Fizik kanunlarına bağlı olarak iki boyut olabilir. Birincisi fiziksel olarak iki araba çarpışır ve ben yaralanırım. Bu sizin doğru veya yanlış yönde olduğunuzu düşünmez. Fiziksel olarak iki araba çarpışmış ve kaza olmuştur. İkinci boyut ince bir noktadır. Her şeyi doğru yaptıysam neden ben acı çekmeliyim? Bu şans olarak adlandırılabilir ki bunda sizin doğru veya yanlışlığınızın hiç bir payı yoktur. Bu sadece talihtir. Ama bu açıklama bizim iç gözlemimize yardım edemez ve olan her şeyin bir şans eseri olması bizim bu konularda hiçbir özgürlüğümüzün olmaması anlamına gelir. Bu konuya farklı bir bakış açısı da ha vardır. Bu bir fizik kanunu olduğuna göre bunun içinde bir sebep sonuç ilişkisi bulunmalıdır. Yani bundan daha önce yaptığınız bir şeyin sonuçlarını şimdi alıyorsunuz diyebiliriz! Sebep ve sonuç yakın zaman içinde meydana gelebilir. Ama çoğu zaman uzun bir farkla meydana gelebilir, ya da sebep ve sonuç birbirinden çok uzak olabilir. O kadar uzak olabilir ki algılarınız ona yetişemeyebilir.
Hafızamız ve algılamamızın kesin limitleri ve sınırları vardır. Genelde otuz kırk yıl önce neler yaptığımızı bilmeyiz. Nitekim dört yaşındaki fotoğraflarımıza baktığımızda kendimizi tanımayız. Şaşırırsınız “Bu ben miyim?” diye. Yani hafızamız o kadar ilerilere gidemez. Hafızamızın o kadar ilerilere gidememesi yer alan olayların var olmaması anlamına gelmez. Sebep ve sonuç hafızanızın da ötesinde olabilir, ama ilişkilidir. Eğer bir mango tohumu ekerseniz, meyve almanız on iki yıl kadar sürer. Ektiğiniz tohumun muhteşem lezzetli bir mango olacağını düşünebilirsiniz.
Ama meyve almadan farkı anlayamazsınız. On iki yıl sonra ağaç meyve verir ve inanılmaz berbat bir tat ortaya çıkar. Sonra söylenmeye başlarsınız “Ben muhteşem bir mango tohumu ektim ama çok kötü bir meyve aldım” diye. Bu nasıl olabilir? Ne ektiyseniz onun meyvesini aldınız. Bu kanun ihlal edilemez. Sizin hafızanız onu hatırlamaya yeterli değil diye sebep orada yok olamaz. Bu bir fizik kanunudur ve ne istisnası ne de itirazı olabilir.
Afrika’ da duyduğum bir kabile var. Bazı yerel genetik durumlardan dolayı bu kabile insanları altı aydan öncesini hatırlayamıyor. Sadece altı ay içinde olmuş olayları akıllarında tutabiliyorlar ve bunun öncesinde ne olduğuna dair hiç bir fikirleri yok. Seks ve çocuk yapmaya gelince de dokuz aylık bir period olduğundan çocuğun Tanrı‘dan geldiğini seksin de hayatın başka bir parçası oluğunu düşünüyorlar. Bu sebep sonuç ilişkisinin olmadığını göstermiyor sadece bu ilişkinin hafızanın öncesinde yer aldığını gösteriyor. Hint felsefesine göre sarf ettiğiniz eforların sonucunu sadece bu yasamda değil bundan sonra da alabilirsiniz. Tohumları simdi ekiyorsunuz ama meyveleri sonradan biçiyorsunuz.
Bu sonra bu hayatta da olabilir belki bir dahakinde de. İşte bu karma diye adlandırılır. Yani Karma deyince başka biri sorumlu olamaz sorumlu olan sizsinizdir. Sonra öğrenci bu hipotezin yararları nelerdir diye sorar. Bu bilgiden nasıl faydalanabiliriz? Bu bilginin sonucunda anlayacağımız, kötü bir şey olduğunda başka birini suçlamayın. Biliriz ki bize meyve veren kendi yaptığımız eylemlerdir. Şimdiye kadar yaptığımız her eylem ve davranışın ardından sonunda ne meyveler alacağımızı düşünüyorduk. Yani şimdiden sonra nasıl bir eylem yaparsak yapalım kimseye kötülük gelecek bir şey planlamayalım ki geleceğimizi ıstırap olmadan yaşayalım.
Karma yoga (IV)
Buddha’nın Hikayesi ——————– Bir gün Buddha bir evin önüne gidip yemek rica etmiş. O zamanlar Hindistan da spirituel hayat surenler için bu normal bir şeymiş. İstekleri çok az sadece biraz yemek ve giyecek birkaç parça bir şeymiş. Fazlalık hiçbir şeyleri olmazmış. Buddha büyük bir kralken bir sanyasin olmuş. Tüm ihtiyacı sadece birkaç lokma yemekmiş. Sanyasinlerin yemek pişirecek evleri yokmuş çünkü bu bağlılık oluştururmuş. Yani kültüre göre bu insanlar evlere gidip yiyecek isterlermiş. Buddha bir eve gidip yiyecek istemiş. Ev hanımı da kültürlerine saygılıymış ve hizmet etmek için kapıya gitmiş. Kapıyı açtığında iyi yapılı gürbüz sağlıklı 40 yaşlarında bir adam görmüş. Belli ki onu tanımamış ve sinirlenerek Buddha ya bağırmaya başlamış. “Neden yemek dileniyorsun sen? Çalışıp kazansana. Neden bir yerlerde çalışıp kendi yemeğini kazanmıyorsun? Neden dileniyorsun ki? Seni tembel herif” Bağırması bittikten sonra kadın kapıyı Buddhanin suratına çarpmış. Buddha nın müridi Ananda olanları duymuş ve çok sinirlenmiş. Buddha ya “Neden sessiz kaldınız? Siz buraların kralısınız. Eğer o kadın yemek yiyorsa sizin lütfunuzdur. Neden size bağırmasına izin verdiniz?” demiş. Buddha gülümsemiş. “Belki ona bundan önceki yaşamlarımdan birinde bağırmış olabilirim. Şimdi bu borcumu ödediğim için çok mutluyum. Ona simdi bağırmak istemiyorum, yani yeni bir denge yaratmadım. O bana bağırdı ve ben uzaklaştım, artık huzurluyum. Adhi Bhuta, Adhi Daiva ———————- Bu bize temel olarak birinin davranışlarının nasıl değişebileceğini gösterir. Yani Karma felsefesi kimseyi suçlamaz ama insanin geleceğini nasıl çizdiğini gösterir. Bu insanı büyük ölçüde rahatlatır. Buna adhidaiva denir. Birinci adhibhuta da, başımıza gelen şeylerden kendimiz sorumluyuz çünkü hemen veya yakın gelecekte bunları görüyoruz hafıza sınırlarımız içinde. İkincisi ise adhidaiva, bu hafızamızın ötesinde, belki bu hayatımızda belki de bundan öncekilerde ama yine biz sorumluyuz. Üçüncüsü adhyatma . Bhagavat Gita bundan kendi doğamız olarak bahseder. Adhibhuta spirituel değildir, adhidaiva da değildir; çünkü bunlar sebep ve sonuç ilişkilidir yani bağlıdır. Halbuki adhyatma spiritueldir, ve bu spirituel güç bizim kendi doğamızdır. Peki, bu nedir?
Bu üç güç her aktivitenin bir öğesidir. Birinci öğe ‘doğru yaparsan, doğru sonuç alırsın’ İkincisi ‘Yarar sağlarsınız geçmişten gelen sonuçları olduğu gibi alırsınız, Bilinçli olarak karmanıza kötü sonuçlar doğurabilecek şeyleri elemelisiniz’ .Üçüncüsü ve en önemlisi ise adhyatma, yani bize ne olursa olsun özgürlüğe psikolojik olarak sahibiz. Endişelenmek veya endişelenmemek bizim elimizde. Rahatsız olmak veya olmamak da, ve bu spirituel güç bizim içimizde. Hepimiz buna sahibiz. Bu bizim doğamız ve adi swabhava. Bir durum kötü olabilir, ama bu durumu nasıl kendi ellerime alabilirim. Bu durumdan rahatsız olmak veya olmamak. İşte bunu doğru yolda kullanmalıyız. Kadın bağırdı, ama ona gülümsendi bu buddhanın özgürlük çalışmasıdır.
Bu bizim içimizdeki spirituel bilgeliktir. Eğer bunu elinize alırsanız, sizi ne rahatsız edebilir? Bu dünyada sizi rahatsız edebilecek hiçbir şey yoktur. Eğer biri sizi incitirse, siz bu bilgelikle donatılmışsanız ona gülümseyebilirsiniz. Eğer biri yanağınıza tokat atarsa; siz öbürünü dönebilirsiniz. Bu özgürlük bizim içimizde. Eğer bunun yüzde birini uygulayabilirseniz, içinizde yüzde birlik bir aziz olur. Siz de bir Buddha olursunuz; siz de bir an için İsa olursunuz. Ve bu bizim özgürlüğümüzdür. Bu Karma Yoga dir. Eğer biz hep iyi olursak kötü şeyler yapmazsak sonunda acı çekebiliriz. Bunun sebebi yaptığımız iyi şeylerin sonuçlarını beklememizdir. Eğer beklediğimiz iyiliği alamazsak ıstırap çekeriz. Bu öğrenciler tarafından işaret edilen ikinci noktadır. Şimdi size gerçek hayattan bir olay daha anlatayım.
Hindistan’daki Madras i bilirsiniz. Bir gecekondu mahallesi vardı. Bu gecekondularda insanlar genelde evlerini temiz tutmazlardı. Oralarda gerçekten iyi şeyler yapmak isteyen bir grup genç, insanların ne kadar kirli olduklarını gördüler. Yapılacak çok iş vardı ve onlar da yardım etmeye karar verdiler. Sokakları evleri temizlediler ve insanlara nasıl temizleneceklerini, hijyenin önemini öğrettiler. Bütün çöpleri topladılar attılar, çocuklara banyo yaptırdılar. İşleri bittiğinde her şey temiz ve derli topluydu. Günden geceye çalışıp doğru işler yaptıkları için mutlu oldular ve iyi işler başardıklarını söylediler. Akılları huzur buldu.
Aynı genç grup bir sonraki hafta aynı yeri görmek için tekrar geldiler ve her şeyin bir haftada eski haline döndüğünü gördüler. “İnsanlar bir kerede öğrenemeyebilirler, belki iki üç hafta daha bunu yaparsak onlara yavaş yavaş öğretebiliriz” diye kendilerini teselli ettiler. Sonraki çarşamba bütün işi tekrardan yaptılar. Her yeri temizlediler, çöpleri attılar, çocukları yıkadılar. Herkes son derece mutlu oldu. Sonraki hafta tekrar gittiklerinde her şey yine ayniydi, ama yılmadılar hevesliydiler. Her şeyi yeniden yaptılar. İnsanlar mutluydu, öğrenciler mutluydu ve gittiler. Bir sonraki çarşamba şehrin başka bir yerinde bir takım problemler vardı. Buraya gitmek zorunda olduklarından bir-iki hafta oraya gidemediler. Bunları hep mutlulukla yaptılar. Sonra tekrardan o mahalleye gittiklerinde sakinler onlara kızarak sordular “Geçen hafta ne oldu? Neden temizliğe gelmediniz?”
İşte simdi hayal kırıklığına uğrarsınız. Kendi kendinize dersiniz ki “Onlara güzel şeyler öğrettim, iyi olmaya çalıştım, ama bu iyilikler iyi sonuç vermedi. Sonuçlar ortaya çıkmadı. İnsanlar bunu fark edemedi” Bu bizi hayal kırıklığına uğratır. Yaptığımız iş yapmadı ama iyi sonuç alamamak hayal kırıklığına uğrattı. Bundan son normal olarak işi suçlar ve bu işi bizi hayal kırıklığına uğrattığından dolayı yapmayı keseriz. Şu inceliğe bir bakin. İş kendi başına sizi hayal kırıklığına uğratmadı, çünkü ilk hafta ondan hoşlandınız, ikinci hafta da hoşlandınız ve şimdi bu bir hayal kırıklığı haline geliyor. Eğer sizi hayal kırıklığına uğratan iş olsaydı bunun hep olması gerekmez miydi? Nasılsa baştan mutluluk veren şey sonradan hayal kırıklığına dönüşüyor!
Eğer iş hayal kırıklığı yaratıyorsa neden bastan haz veriyor ve şimdi veremiyor? İş kendi başına hayal kırıklığı yaratmaz, ama bunu yaratan başka bir şey vardır; bu sizin sonuç beklentilerinizdir. Beklentilerimiz bize hayal kırıklığı yaşatır. İşimizi iyi bir tavırla yaparız, ama beklenti kötü olan tavırdır. Bu yüzden Krishna bize bu altın öğüdü vermiştir: İşin meyvelerinden vazgeçin “Ma phaleshu kadaacana” Sonuçları arzulamaktan vazgeçin. İçimizde hemen bu düşünce için isyankâr bir hal belirir. Eğer beklentimiz olmazsa sorular yükselir, o zaman neden iş yapıyoruz veya neden yapmak zorundayız? Burada işin doğasını derin bir perspektifte anlamamız lazım.
Yakından baktığınızda iyi işler yapmak için iyi maksatlarımızın olduğunu görürsünüz. Eğer orda değilse demek ki siz spirituel bilgi için uygun değilsiniz. Spirituellik siz kötüden iyiye yönelmezseniz ortaya çıkmaz! Ve küçük bir manevi eğitim sizi kötü yapanlardan ayırıp iyilerin yanına almakta yeterlidir. Bu yüzden spirituel insan iyi olmaya vesile olmalıdır. Planlar ve bunun için çalışır. Bunu yapmaya başladığından itibaren bundan zevk alır. Kötü işin arkasında intikam ve kin vardır ve bu insanı sakatlar ve acı verir. Kötü işten arındığında insan bütün negatifliğinden de arınır. İyi şeyler yaparsanız mutlu olursunuz.
Yani iç dünyanızda mutluluğu yakalarsınız. Ama devam ettiğimizde sonuçlar bekleriz. Beklentiler dışsaldır, yaptığınız işten aldığınız haz ise içsel ve tatmin edicidir. Ama dışarıya odaklanırsanız rahatsız olursunuz. İçinize odaklandığınız surece mutlusunuzdur. Dışarıya odaklanmaya başladığında mutsuz olursunuz. Bu sebepten beklentileriniz sizi dışarıya döndürür.. Eğer beklediklerinizi alamazsanız endişeli ve hayal kırıklığına uğramış olursunuz. Yine de itiraz sürer. “İyi işler yaptım ve sonuçları iyi olmalıydı” dersiniz. Neden hata olduğunu düşünüp endişelenirsiniz. İyi yapılan işlere inancınızı kaybedersiniz. İyi iş iyi sonuç vermedi gibi görünür.
Lütfen şunu anlayın ki iyi yapılan işle ilgili bir sorun yoktur ve iyi iş her zaman sonuç alır. Belki siz göremeyebilirsiniz. Evet, yapılan işin sonucu vardır. Siz sonuçları almazsınız. Sonuçlar size ait değildir. Sonuçlar işin kendisine aittir. Meyveler köklerindir. Ne ekersek onu biçeriz ve meyve köklere aittir size değil. Sevgiler,
Karma yoga (V)
İyi Eylemin İyi Sonuçları Vardır ——————————— Sizi temin ederim ki her iyi işin iyi meyvesi vardır. Ama sonuçlarını bugün göstermeyebilir. Görmüyor musunuz iyiliğin iyi eylem akışı vardır. İnsanlar iyi işler yaptılar çünkü iyi sonuçlar beklediler. Aslında insanlar iyi isler yapabilmek için çok korkunç engellerle karsılaştılar. İyi işler yapan insanlardan birine zehir verdiler biri ise çarmıha gerildi. Yine aktivite iyiyse bir gün iyi meyveler verecektir. Isa yaydığı şefkat merhamet yüzünden çarmıha gerildi. Eğer yaptığı işi ve sonuçlarını bekleyip beklemediğini göz önüne alırsak Isa başarısız olmuştu, ama bakın iki bin yıl sonra ne oldu? İnsanlar onu takip ediyorlar. Ona içten bağlılar. Yaptığınız herhangi bir iyi iş hiçbir zaman kayıp değildir. Bir gün mutlaka meyve verir. Belki siz orada olmayabilirsiniz. İçinizde bunun için üzüntü olmamalı. Çabalarınız iyilik için gerçekleşmeli.
Krishna bundan beş bin yıl önce Gitayi Arjuna’ya verdi. Yine de Arjuna bundan tatmin olmadı ve yenilenemedi. Eğer Krishna sadece Arjunayi dikkate alsaydı, Gitayi ona verdiği için perişan biri olacaktı. Ve üzüntüye kapılıp “O kadar müthiş mesajlar verdim ama kimse yararlanamadı” diyecekti. Krishna hiç bir zaman bunlara bakmadı. O iyi bir mesaj vermek istedi ve bu yüzden bu mesaj beş bin yıl sonra hala yaşıyor.
Amerika’da psikiyatri hastalarıyla çalışıyordum. Varlıklı bir milyarder bana geldi ve psikolojik destek istedi. Ona onu çok mutlu eden bazı öğütler verdim. Sonra ona bunların eski bir eser olan Gita’dan olduğunu söyledim. Gözleri parladı ve “Ne muhteşem bir esermiş, ne harika fikirler bunlar” diye haykırdı. Gerçekten çok mutluydu, ama bir anda huzursuzlandı ve bana “Siz bu fikirlerin Gita ‘dan geldiğini söylediniz, ama Gita bir Hindu metni ve ben Hıristiyan’ım .Nasıl olur da bunu uygularım?” dedi. Ben de “Krishna bu mesajı belli bir kesim veya insan için vermedi. Onun mesajı tüm insanlığaydı. Eğer işinize yararsa alın kullanın. Eğer sizin probleminizi çözecekse lütfen deneyin.” diye cevap verdim. Kadın bu düşünceler için çok minnettar olmuştu. Bunun insanin inançlarını değiştirmek için değil insanlığın ıstıraplarını azaltıp yardım etmek için olduğunu fark etti.
İyiliğimiz ne bir insana ne bir kesime ne de yere bağlıdır. İyilikler insanlık içindir. İyiliğin sınırları yoktur. Eğer iyi bir iş bir insanın değişmesi için kullanılırsa artık o iyi bir iş değildir. İyi işin iyiliği ikinci planda kalır ve kendi amaçlarımız ön plana çıkar. İyi işin sınırları yoktur. Yalnız biz beklentilerimizle sınırlar yaratırız. Krishna “sonuçları düşünmeyin” derken bir sonuç olmayacağını kastetmemiş. Onun düşüncesi iyiliğin etrafına sınır çizmemekmiş. Sınırı olmayan şey ilahidir. (Ananthata=Hudutsuzluk) Bu Karma Yoga’dır. Karma Yoga bize iyi işler yapmamızı ve sonuçlarına bakmamamızı söyler.
İyi İşteki Ego ——————– Ama Krishnanin dikkatimizi çekmek istediği ve bizi bir adim daha öteye götürecek bir şey daha var. Herhangi bir görünen sonuç olmamasına karşın üzüntüye kapılmayın. İnanç, sonucun her şekilde orada olacağıdır. Düşünmeye başladığımızdaki sakınca da şudur “Ne muhteşem, iyi bir iş yapıyorum. Hem de hiç bir beklentim yokken iyi bir iş yapıyorum.” İşte bu iyi iş egomuz haline gelebilir. Bu iyi işteki kötülüktür. Kötü iş yapan bir insan bu kötülükten bir şekilde kurtulur. Kötü iş yapan bir insan egoist değildir, ama iyi iş yapan biri olabilir. Buna dikkat etmemiz gerekir. Sen kimsin iyi iş yapıyorsun? Sen iyi iş yapamazsın. İyi iş her zaman dünyada bir yerlerdedir. Sen sadece bir yerlerde bulunan iyi işin bir parçası olabilirsin. Doğru söylüyorum. Doğru her zaman oradadır. Milyonlarca insan doğruları söylüyor ve doğrular onları destekliyor. Aynı zamanda, siz de doğruları söylüyorsunuz. Eğer iyi bir iş yaptığınızı düşünürseniz iyiliğin egosuna kapılmış olursunuz. İnce bir bakışla siz sadece bu dünyadaki iyi güçlere katılabilirsiniz. Yalan yanlış doğmadan doğruluk ordaydı. Yani doğruluk ezeli ve ebedidir. İyi iş de öyledir. Bu sürekli akan bir nehre benzer. Sizin yaptığınız iyi iş o nehre dalıp çıkan bir şey gibidir. Alçakgönüllü olun. İyi olmak için size bir şans verildiği için olun. İyilik devam ediyor ve siz onunla ilişkidesiniz. Bunun bir parçası olduğunuz için Tanrı’ ya şükredin. Bu tavır çok tehlikeli olan iyiliğin egosunu ortadan kaldırır.
Karma Yoganın başka önemli bir durumu daha var. İyi ya da kötü bu işi yapacağım. İyi düşünürüm. İyi plan yaparım. İyi organize ederim. Birçok güzel şey yaparım. Bu ortadan kaldırılmalıdır. Bu mesajda verdiğim basit mesajı göz önünde bulundurun. Ben egoist olabilirim. Ama birçok insan in ve Krishna’ nın da söylediği gibi bütün bilgi bilinçli veya bilinçsiz olarak bana ve de benden size gelir. Zeki olduğunuz için şanslısınız. Bu şeyleri bir araya getirebildiğiniz için şanslısınız. Nasıl olur da buna rağmen egoist olur ve bilgi sahipliğini suçlarsınız? Bu aktivitelerden sorumlu olan birçok dış etken vardır ve bu siz verebildiğiniz için şanslı olmanızdır. Mesela, zihinsel gerilik durumunuz olsa ne yapardınız? Veya insanlar size bunu söylemeseydi, bunu yaratmış olur muydunuz? Bu yüzden aktivite yapın ama bunu arkasındaki kişi olmayın. İşin arkasında olan kişi olmadığınız için de aktiviteyi bırakmayın. Bu Karma Yoganın özüdür.
Karma yoga (VI)
Üç Guna ———- Karma Yoganın başka bir durumu daha vardır. Karma eylem demektir. Tanrı birçok değişik eylem yaratmıştır. Onlar eşsiz, harikulade ve farklıdır. Bütün bir evren böyle yaratılmıştır. Doğayı dikkatle inceleyin. Anlayacaksınız. Bir bitkiye bakın. Hiçbir zaman bir bitkiye sakince bakmayız. Sabırla bir bitkiye bakarsanız ne muhteşem bir olay olduğunu anlarsınız. Kökler derinlere iner ve biz hiçbir zaman dünyadan ve yerden neyi nasıl aldığını bilmeyiz. İçerde durmadan çalışırlar. Dünyanın tamamıyla karanlık tarafındadırlar ve aldıklarını hiç kendilerine saklamazlar umarsızca verirler. Bir de gövde vardır. Bitkiyi sıkı tutarlar. Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı sert bir yapısı vardır. Bitkiyi korur ve bu muhteşem mesajı bitkiye iletir.
Sonra üstlere gelince muhteşem yaprakları ve parlayan çiçekleri görürsünüz. Onları gördüğümüzde ne muhteşem ve güzel bir şey olduğunu düşünür ve onu sadece bir ağaç olarak görürüz. Hâlbuki yapraklar sadece bir kaç aylığına, sonbahar gelene kadar oradadırlar. Tekrar baktığımızda gitmiş olabilirler. Ağaç ölmüş gibi görünür, ama öldüğünde, yaprakların hepsi düştüğünde, kuru dalları orada gördüğünüzde kökler onu canlı tutmaktadır. Büyük bir sabırla bir sonraki güneşin doğuşunu beklerler. Sabırla gelecek baharı beklerler. Bitkiye büyük bir güven verirler; Endişelenmeyin. Yine o güzel taze çiçek ve yaprakları taşıyacaksınız. Bu kökler büyük bir fedakârlık yaparlar. Bunun için her bölüm bitki içinde kendi görevini yapar.
Bitki bizim rahatımız için üç farklı duruma ayrılır. Kök, gövde , çiçek ve dallar. Bütün bitkilerde bu üç parça da onların var olabilmesi için gereklidir. Görünenin ayrı bir yeri olabilir ama köklerin zekâsı; gövde ve dallar hep müsaittir. Anlamak adına kimlikleri sattva, rajas, ve tamas olmuştur. Çiçekler ve dallar sattva, gövde rajas, yerin altındaki kökler ise tamas olarak adlandırılır. Bu sattva, rajas ve tamas olarak adlandırılan üç bölüm bütün yaradılışlarda vardır. Aynı tanımları ortaya konan bütün dünyada bulabilirsiniz.
Sadece bir insanoğluna bakın. Yerin hemen üstünde ayakları vardır ve bütün vücudunun ağırlığını taşır ve merdivenleri çıkmanızı sağlar. Ayaklar hiçbir zaman çok ağır olduğunuz ve hep yerde oldukları için şikâyet etmezler. Ayaklar bu işi çıkar gözetmeden yaparlar. Bu bizim tamas tarafımızdır.
Vücudumuzun orta kısmı, onu bir arada tutan besinleri dağıtan ve daima kanı temizleyen tarafımızdır. Bunun adı rajas tir. Sonra kafamız, gördüğümüz, düşündüğümüz, eğlendiğimiz, planladığımız, hayal etmek gibi değişik aktiviteler yaptığımız kafamız var. Bunun adi sattvadir. Yani bizim vücudumuzda da rajas, tamas ve sattva vardir.
Yapraklar, çiçekler, meyveler, gökyüzü ve temiz hava, bunların hepsi sattvadir. Gövde ve dallar rajastir. Yani sert ve çalışan gövdenin ağacı bir araya getirmesi gibi toplayan şeyler rajastir. Yerin altında gömülü pis yerlerde çürümüş kokuşmuş şeylerle beslenen karanlıktaki kökler tamastir.
Karanlık ayni zamanda cehalet aydınlanamamak da olabilir. Buna göre tamas aynı zamanda karanlık demektir. Bunun gibi aktiviteler sattva rajas ve tamas olarak adlandırılır. Yumuşak, nazik ve sessiz aktiviteler sattviktir. Doğada devamlı olarak tedarikçi olan ve köklerden bütün bitkiye dağıtıcılık yapan ve bütün bitkiyi birlikte tutan aktiviteler rajaziktir. Bir diğeri de yorucu, monoton gün ışığı bile görmeden devam eden baskı altında emek veren aktiviteler vardır. Bunlar da tamastir.
Nitekim yaradılış bu üç değişik tipten oluşur. Bu bütün yaratılmışların nasıl rajas tamas ve sattva adı verilen üç guna dan oluştuğunu gösterir. Krishna der ki “Şu üç şeye bir bakın” Bu doğanın ve eylemin nasıl üç farklı şekilde açıklanabileceğidir.
Ne yazık ki birçok spirituel metinde bunlar sattva , rajas ve tamas olarak bir hiyerarşiyle yer alırlar. Sattva nın muhteşem olduğunu ve hepimizin sattvanın peşinden gitmemiz gerektiğini, rajasın kötü, tamas in ise korkunç olduğunu söylerler. Birçok metin böyle tercüme edilmiştir. Ama bana göre durum böyle değil. Hepsi çok önemli ve işlerini harika bir şekilde yapıyorlar. Eğer sattvanın iyi olduğunu düşünüyorsanız, temiz havanın çiçeklerin yaprakların, kökleri alın ve onları havada tutun bitki ölecektir. Benzer şekilde “Neden ayaklarım hep bedenimi taşıyor? Ayaklarım da havada olsun. Ayaklarımla düşüneyim ve onlarda sattvik olsun. Bu yüzden başımın üstünde durayım” derseniz bu doğru olmaz. Hepsinin kendi görevi vardır. Sattva satvik bir yolda olmalıdır. Rajas rajazik yolda çalışmalıdır. Tamas da tamazik bir yolda çalışmalıdır. Sadece bu değil. Sattva sadece kendi benliğinde tanımlandığında ve kendi işlerini yaptığında haz alacaktır. Aynı şekilde rajas ve tamas da yalnızca kendi hallerinde mutlu olurlar.
İnsanoğlunda da üç çeşit tür vardır. Bu bir türe ait olan kişinin diğer özellikleri göstermediği anlamına gelmez ama temel olarak sattva, rajas ve tamas’dan biri dominant olup diğerleri onu desteklerler. Bu üçüne de sahip olabiliriz ama biri dominant olur. Kimilerinde hâkim karakter sattva olur, bunlar düşünen, planlı olan, düzenli aktiviteler yapan türdendir. Oysa doğasından rajas olan insanlar korumak için bir orduyu bir organizasyonu hatta bir ülkeyi yürütebilirler. Aynı zamanda vücudumuzun orta kısmının yaptığı gibi dağıtıcı olabilirler. Bunlar kralların ve tüccarların olduğu kategoridedirler. Onların doğasında bu vardır. Sattvik insanlar bizim kafamıza benzerler. Düşünür ve organize ederler. Rajazik olanlar gövdemize ya da midemize benzerler koruyucu ve yemek gibi şeyleri dağıtıcı özelliktedirler. Bundan başka da ayaklarımıza benzeyen bir kategori vardır. Çalışıp çabalarlar ve onların bu yaptıklarını takdir etmemiz gerekir. Sabahtan aksama kadar hiç şikâyet etmeden vücudumuzun ağırlığını taşırlar. Bu tamazik aktivitelerin bayağı, adi düşünme ve plan yapma gibi aktivitelerin de yüce olduğunu söyleyemeyiz. Biz burada dünyayı geliştirmeye çalışıyoruz. Tamastan rajas a ve en sonunda sattva ya gitmek için. Bu şekilde insanlığı geliştirebiliriz. Bu yüzden bir insanı geliştirmeye çalışırken sattvik aktivite yaptırıp onu tamas aktivitesinden çıkarmalıyız.
Onlara bu aktiviteleri yaptırırken, bu sattvik aktiviteleri yapamayabilirler. Yani onlara sorun yaratırsınız. Bir bilim adamı sattviktir. Ama o “Hadi, işe koyulalım” derse bu bir hatadır. İş farklı bir akıl çerçevesi gerektirir. Rajazik bir akıl gereklidir. Bir profesör sattviktir. Onu bir orduya koyarsanız, bu bir hata olur. O sadece bir bilim adamı gibi düşünür. Bir gün bununla ilgili bir hadise duydum.
Acil bir durum esnasında bir ülkede orduya insanlar almak isterler. Uygun olan herkes askere alınır. Bir profesör de bunlardan biridir ve eğitim sırasında yüzbaşı emirler vermektedir. Yürüyüşü öğrenirken yüzbaşı emreder “Sol, sağ, sol, sağ sağa dön, sola dön …sonra bir daha sağa bir daha sola” Profesör durur ve emirlere uymaz. Yüzbaşı gelir ve sorar, “Neden dediklerimi yapmıyorsun?” Profesör de yüzbaşıya sorar ” Önce siz ne istediğinize karar verin Sonra ben de yürürüm. Sürekli istekleriniz değişiyor. Sağa dön sola dön yine sağa dön” Profesör bunu anlayamaz. Doğası gereği o farklı bir insandır.
Buna benzer olarak dördüncü kategoride insanlar vardır. Çalışan, çabalayan, bunlara saygı göstermemiz gerekir. Yaptıkları olağanüstü şeyler. Eğer bir profesörden böyle işler yapmasını isterseniz, büyük bir hata olur. Böyle işleri yapacak belirli insanlar vardır. Onların doğasını anlamak, onları uygun oldukları işleri yapmaya yöneltmek muhteşem uyumlu eşleşmeler çıkaracaktır. Size uyumlu olan işi ve aktiviteyi harmanlamak doğanıza hiç bir külfet getirmeyecektir.
Bir gün ofisimde bir meslektaşımı ağırlıyordum. Kendisi eğitimli bir mühendis ve doğası tam olarak tamazik. Kendisi hiç beyin gerektirmeden yapılan rapor hazırlamaktan çok mutluydu. Eski raporları toplayıp yenilerini organize etmek gayet basitti. O hiç şikâyet etmeden bu süregelen aktiviteyi yapıyordu.
Bu işi niye yaptığı, raporların nereye gittiği veya bu monoton işi basitleştirmenin bir yolunu bulması onu hiç ilgilendirmiyordu. Birçoğumuz onun bu işi nasıl bu kadar uzun zamandır yaptığını merak ediyorduk. Birkaç günlüğüne yapmak sorun olmazdı belki. Bu yüzden bilgin sınıf, kraliyet sınıfı, tüccar sınıfı ve çalışan sınıfı olarak adlandırılan bu gruplar temel olarak kendi doğalarına göre bölünmüşlerdir sattva, rajas ve tamas olarak ve genel olarak bunlar aileden gelen özelliklerdir.
Gandhi doğuştan bir işadamıydı. Bu ruh ya da para meselesi onun kanında kalıtsal olarak vardı. Ne kadar usta bir doğası olduğunu isterseniz onun hayatından duyduğum bir anısıyla açıklayayım.
O günlerde özgürlük mücadelesi devam ederken, o konuşmalarıyla bütün halkı uyandırmış. Bir gün Ahmadabad’ta bir konuşma yaparken birçok insan orada bulunuyormuş. Geceymiş. İlk önce onlara ulusal özgürlük mücadelesi hakkında ateşlemiş ve sonra bunun çok mali kaynak gerektirdiğini söylemiş. Kaynakları yükseltmek istemiş.
İnsanlar bu özgürlük mücadelesine katkıda bulunmak ve kaynak aktarmak için motive olmuşlar. Organizasyonu yapanlar sahneye beyaz bir çarşaf açmışlar. İnsanlar sıraya girip neleri var neleri yoksa para, mücevher her şeyi oraya fırlatmışlar. Bütün yöneticilerde orada bekliyorlarmış. Her şey toplandıktan sonra yöneticiler bunların bir listesini yapmışlar. Gandhi birisiyle konuşuyormuş. Listeyi bitirdikten sonra ona göstermişler. Gandhi listeye sadece bir göz gezdirmiş ve “Her şeyi aldınız mı?” diye sormuş. Onlarda “Evet” demişler. Gandhi yeniden sormuş “Ufak bir şey bile atlamadınız mı?” “Hayır, neden bir de siz bakmıyorsunuz?” demişler. Hafiften sinirlenmeye başlamışlar. Çünkü bildiğiniz gibi işadamları para söz konusu olunca ufak şeylere bakarlar. Ufacık şeyleri bile arkalarında bırakmak istemezler. O ulusal bir lider oldu ama hep işadamı kalitesini taşıdı. Yöneticilerin sinirleri gerilmiş ve sonra Gandhi “Hadi gidelim” demiş ve çadırlara çekilmişler.
Birden gece yarısı, Gandhi bir fenerle sahneye gelmiş.
Diğerleri de onu izlemişler. Sahneye geldiğinde köşede duran bir tabure görmüş. Onun altında da bir tek küpe duruyormuş. Onu almış ve birine vermiş “Lütfen bunu al ve dikkat et, çünkü ben ona saygı duyuyorum. Bunu veren her kimse Tanrı’ ya yalvarıp bununla ülkenin özgürlüğüne kavuşmasını istemiştir. Bu yüzden bu çok kıymetli” demiş. Sonra Gandhi’ye sormuşlar “Çok yanılmışız Gandhiji. Nasıl oldu da bir şeyin oralarda düştüğünü anladınız?” Gandhi “Doğal olarak insanlar bu yönden gelip katkılarını fırlattılar, bir şey yuvarlanıp buralara düşebilirdi. Sonra küçük taburenin altına bakmadığım aklıma geldi. Bu yüzden buraya geldim.” demiş. Sonra tekrar sormuşlar “Bir şeyin kayıp olduğunu nasıl anladınız peki?” Burada düşündüğü resim tam bir işadamı düşüncesi. “Listeye göz atarken, bir boyunluğu şunu bunu gördüm. Hepsi tamamdı ama sonra küpelerin sayısına baktım. Düşündüm ki bir kişi iki küpe verirdi bir değil. Yani çift sayıda küpe olmalıydı ama tekti. Sonra bir şeyin kayıp olduğunu anladım”
Bu bir işadamı davranışı. Bir işadamı bunu kaçıramaz. Benzer olarak doğası gereği lider ve koruyucudur. Karma Yoga der ki ‘Birinin içsel doğasını keşfedin ve ona göre doğru işi verin’ . İşi yapılması gerektiği gibi yapın ve ondan sonra iş bir külfet olmayacaktır.
Doğamız özünde kötü değildir sattva, rajas ya da tamasın ahenkli bir şekilde harmanlar. Sattva , rajas ya da tamas tan hiçbiri kötü değildir. Onlar oldukları gibidirler. Hayat maceramızda sattva , rajas ve tamas denilen şeylerle karşı karşıya geliriz. Biz kendimize uygun olanla rahat oluruz bunda doğru veya yanlış bir şey yoktur. Hatta renklere bile sattvik , rajazik ve tamazik açılardan bakabiliriz. Renklerin bile doğaları gereği bir yakarışı vardır. Bu yüzden biz de renklerden hoşlanırız ve bunda yanlış bir şey yoktur. Kimi merak edebilir, nasıl renklerden hoşlanırız diye. Onların doğaları renkleri takdir eder duruma götürür. Eğer her şey iyiyse, yanlış olan ne ve niye acı çekiliyor?
Çektiğimiz acılar bizim eklentilerimizdendir. Problem bağlı olduklarımızdan kaynaklanır. Eğer doğam sattva ise buna uygun şeyler yaparım eğer doğamda rajas varsa rajazik şeyler yaparım. Bu mükemmeldir. Ama hayat her zaman bir guna da gitmez. Herhangi bir zaman ve durumda bir guna dan başkasına geçmek gerekli olabilir. Eğer bağlılığım sattvayaysa, rajas veya tamas yapmam gerekiyorsa, sadece bağlılığım için sessizce sattvayi bırakırım. Bu vücuttaki bir saplantıdır. Kabataslak bir örnek olarak eğer vücutta bir problem varsa sattvik yol da buna otlardan bir merhemdir, rajazik yol bazı acı veren ilaçlar veya uygulamalardır, tamazik yol da cerrahi müdahaledir. Vücuttaki bu şekilde bir gelişmede cerrahi müdahaleye ihtiyaç varsa ve cerrah sattvik bir kişilik olduğunu söylerse, her şeyi sattvik bir yolda uygular. Kesip açması apseyi veya büyüyen parçayı alması gerektiğinde bile… Bu bir saplantıdır ve uyum içinde olamaz. Bu yanlıştır! Sevgiler,
KARMA Yoga( son bölüm) Vurmam gerekirse bu gereklidir. Eğer daha nazik ve yumuşak bir şekilde yapabilirsem bu yolda denemeliyim. Bu özgürlüğe sahip olmalıyız. Bu da ancak söylediklerimizden hiçbirine bağlılığınız olmadığında olabilir.
Sattva bazen iyi bazen kotu olabilir ama sattva ya bağlılık her zaman kotudur. Rajas ta bazen iyi ve kotu olabilir nitekim rajas a bağlılık her zaman kotudur. Tamas ta bazı durumlarda iyi ve kotu olabilir ama tamas a bağlılık ta her zaman kotudur. O halde yoga bağımlı olmamaktır: bu üç guna ya bağlanmamaktır.
Eğer bir bağlılığınız varsa, kendi yolunuzda gidersiniz. Sonuç bazen başarılı bazen de hüsran olabilir. Ama siz hep kendi yolunuzdan gidersiniz çünkü bağlılığınız vardır. Yapılan isin sonuçlarının bakış açılarına rağmen, basarili olunabilir ama kendi bakış açısına göre hep kotu ve spirituel değildir çünkü herhangi bir aktivite bağlılığı ilerletir. Bu yüzden yaptığınız is sonuçlarına bağlı olmaz. Eğer konu gitgide bağlı hale gelirse kişi de doğal olarak bağlanır. Eğer insan bu bağlılığa kapılmıyorsa iste bu özgürlüktür. Eğer odaklarımız dışarıdaysa bu dünyevidir ama eğer dikkatimiz içimizdeyse bu spirituelliktir. Hâlbuki eğer bağlılığınız yoksa doğru olanları yaparsınız. Karma Yoganın bir içeriğini daha anlatıp bitireceğiz.
Karma, Akarma , Vikarma Krishna Gita’da bize karma yoga hakkında bir fikir daha verir:
Krishna’nin Gita da bahsettiği karma, akarma, ve vikarma ile ilgili değişik insanların değişik açıklamaları vardır. Genellikle belirtilen karmanın Yagana vb. Performanslari gibi rituel ve aktiviteler olduğu, Vikarma nın eylemsizlik yani tekerleğin arkasındaki aks olduğu ve son olarak vikarmanin da yasaklanan zorbalık, hırsızlık, yaralama, yalan söyleme ve bunun gibi kötü aktiviteler olduğudur. Bunu anlamakta zorluk çekiyorum çünkü Krishnanin böyle şeyleri Arjuna ya söylemesine gerek yok. Arjuna zaten iyi birisi. Böyle şeyleri düşünemez. Krishna nin ona neyin kötü neyin iyi olduğunu söyleyip ona tavsiyeler vermesi için bir sebep de yok. Bize neyin kötü neyin iyi veya neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylemesi için spirituel bilgeliğe ihtiyacımız yok. Bu basit bir ahlaki iş. Spirituel bilgelik değil çünkü spirituel bilgelik ahlaki bilginin çok uzağında. Bunun için ahlaki bilgelik onun istediği sonuca yardım edemez. Bu yüzden bana göre Vikarma ya ahlaki açıdan başka bir yerden bakmak gerek ki spirituel bilgeliğe ulaşabilelim. Sizinle bu fikri paylaşmama izin verin.
Gita da Krishna nin belirttiği karma akarma ve vikarma diye üç şey var. Bunlar eylem, eylemsizlik ve tepki olarak tercüme edilebilir. Eylem ve eylemsizliği anlamak kolay ama bunları tepkiyle bağlamak zor.
Eylem iyidir, eylemsizlik iyidir. Karmayı eylem diye adlandırır. A + Karma derse buna Eylem + sizlik olarak bakabiliriz. Karmanın ve Akarma nın da iyi olduğunu söyler. Nasılsa Vikarma yapmayın der. Bu belirtilenle üçüncü olan Vikarma gündeme gelir. Bu Gita ile tektir. Vikarma kötüdür. Krishna der ki eylem iyidir, eylemsizlik iyidir ama ayni zamanda da Vikarma yapmayın Vikarma kafamızı karıştırır. Bunun nasıl olduğunu merak ederiz. Yapılacak bir şey varsa ya yapılır ya da yapılmaz. Sadece iki alternatifiniz vardır. Size basit bir örnek. Ben futbol maçı seyrediyorum.
Eşim de mutfakta iş yapıyor. Sonra çocuk ağlıyor. Belki altı değişmeli. Eşime sesleniyorum “Çocukla ilgilen” O cevap veriyor “Sen ilgilen ocakta yemeğim var” Sonra ben de “Ben de meşgulüm, ayrıca bu senin görevin, benim değil” Burada bir kanun getiriyorum. Şimdi iki seçeneğim var karma ya da akarma yapacağım. Çocukla ilgileneceğim ya da ilgilenmeyeceğim. Ben ilgilenmemeyi seçiyorum çünkü bir fikrim var. Bu erkeğin işi değil ve Ona “Ben meşgulüm maç seyrediyorum çocuğa sen bak” diyorum. Ama içimde bunun sadece bir bahane olduğunu ve meşgul olmadığımı biliyorum. Maçı seyretmem gerekmiyor, seyretmezsem ne olabilir ki.
Sonra eşim “Tamam, çocukla ben ilgilenirim, ama sen de yemek yiyemezsin” diyor. Bu onun zafer kartı. Benim için de bir problem. Şimdi ne yapmalı? Yemeği kaçırmak işime gelmez!! Sonra istemeden çocukla ilgilenmek zorunda kalırım tartışmasız. Ama içimde derinlerde kızgınlık var. Neden ben ilgilenmek zorundayım? Bunu yapmamalıydım. Ben bir erkeğim. Erkekler çocuklarla uğraşmazlar. Sadece doğumuna sebep olurlar. Bu çatışmalar içerde yükselir. Sonra gider ve çocukla ilgilenirim ve çocuğa kızgın şekilde sorarım “Söyle bana neden bu karmaşayı yaratıyorsun?” Eşim yükselen sesimi duyar ve içeriden ona bağırmamamı kaba olmamamı söyler.
Şimdi sertlik de yapamam ve sinirimi içime atarım. Bu anda bu eylemi yaparken içimden bir ses sürekli “yapma” der. İçerde kuvvetli bir kavga olur. Bu vikarma olarak tanımlanır. Vikarma aslında bir iş yaparken içimizdeki negatiflik ve kavgadır. Bu kavgaya kabaca tepki denir. Krishna eylemin iyi eylemsizliğin de iyi ama tepkinin kötü olduğunu söyler çünkü tepki içimizdeki huzur ve ahengi bozar. Tepki içimizdeki bir zehir gibidir. Her tepki vücudumuza düzensizce adrenalin pompalar. Her tepki kimyanızı bozar. Tepki kötüdür. Eylemimiz bir tepkiye dönüşebilir. Hatta eylemsizliğimiz de tepkiye dönüşebilir. Yani tepki eylem veya eylemsizlik seklinde belirebilir. Dışarıdan gördüğümüz eylem veya eylemsizlik olabilir ama içinde tepki saklıdır. Eylem veya eylemsizlik sadece dış kaptır, ama ruhun arkasındaki tepkidir. Eylem ve eylemsizliği aramak ve önemsemek dünyaya bakmaktır ama tepkiyi veya arkasındaki ruhu aramak ve önemsemek spirituelliktir.
Simdi 24 saat ve yedi günümüze bir bakın. Eylem veya eylemsizlik için ne kadar zaman harcıyorsunuz? Peki, tepki için ne kadar zaman ve enerji harcıyorsunuz?
Sabah erken uyanmanız gerektiğini düşünün. Hiç şüphe yok ki alarm çalıp kalktığınızda aklınıza ilk gelen düşünce “Tanrım, kalkmalıyım. Kalkmak istemiyorum. Berbat bir şey bu. O ofise gitmemeliyim.” olur. Sonra kalkar ve yola koyulursunuz. Yolda kendinize “Rezil bir trafik! Herkes yola çıkmış.” dersiniz ve yola devam edersiniz. Ofise girer patronunuzu görür ve o anda “Ne korkunç, şimdi bütün gün bu adamla yüz yüze olacağım” diye düşünürsünüz. Gülümser ve selamlarsınız. Anlayalım ki bu eylemlerden her biri tepkiden başka bir şey değildir.
Aynı bağlamda yaptığınız eylemsizlik aslında eylemsizlik değildir. Dinlenirsiniz. Ama huzur içinde değil. Düşünceler gelir “Eğer uyuyamazsam, yarın ne olur? Kalkıp şunları şunları yapmalı mıyım yoksa yarın yaparım diye mi düşünmeliyim?” Bu uykunun aynı zamanda bir ajandası var. Tüm günümüzün yüzde doksanı tepki formu altında. Bu yüzden sorunlarla karşı karşıyayız. Krishna der ki “Tepkiden vazgeçin” Eğer vazgeçebilirseniz içinizdeki bu savaştan ve uyumsuzluktan kurtulacaksınız. Bunun doğru olduğunu hissediyoruz fakat eğer tepki vermezsek karşımızdaki insani nasıl doğru konumlandırırız? Sinirlenmek gerek; Tepkimi vermeliyim tepkilerimden vazgeçemem. Tepki vücut kimyamızda rahatsızlıklara yol açar, insanlar arası ilişkilerimizi yıpratır. Tepki negatiflik ortaya çıkarır. Tepki kötüdür. Kötü olmasına rağmen tepki vermezsem ne yaparım?
Tepki vermenin tersi ‘yapmamak’ değildir. Çünkü tepki yapmak veya yapmamak durumunda da ortaya çıkabilir. Tepki vermeyin. Tepkinin tersi cevaplandırmaktır! Cevabınız durumun düzelmesine sebep olur. Tepki de bazen durumları düzeltebilir fakat uzun zaman içinde duruma zarar verebilir. Cevapların birleştirdiği yerde tepki bölücüdür. Cevaplandırın. Cevaplarda şefkat ve sevgi vardır, hâlbuki tepki mekaniktir ve ruhu yoktur. Cevaplar sağlıklıdır ama tepkiler kendiniz için de durum için de sağlıksızdır.
Tepki de bir şeyi bir şekilde ya da başka şekilde yapma hakki varmış durumu söz konusudur. Tepki esas olarak haklar üzerine dayalıdır. Benim tepki vermeye hakkim var. Bu bizim hakkımızı gösterir. Tepkiyle cevabı seçmek arasındaki problem aslında haklar ve sorumluluklar arasındadır. Bu günlerde insanlar çok fazla haklarından bahsetmekteler ve çok önem vermektedirler. Kişisel haklar, anayasal haklar, insan hakları, çocuk hakları, hakları istismar ve bunun gibiler. Sabahtan akşama kadar insanlar bunları tartışıyor.
Ben de Sanskritcede hak kelimesinin ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyordum. Şaşırtıcı bir şekilde karşılığını veren bir kelime bulamadım. Sanskritce dünyanın en zengin dillerinden biridir. Diğer dillerde olmayan birçok kelimeye sahiptir. Bize bu kadar kelime verebilen Sanskritce bir tek “Hak” kelimesini mi verememiş? Alışılmış şekilde dikkatlice kaçınmışlar.
Hak kelimesine bir karşılık vermemişler. Bu yüzden Sanskritceden doğan hiç bir Hint dilinde hak kelimesi yoktur. Bütün Hint dillerinde biz hak kelimesini açıklamak için “haq” sözcüğünü kullanırız ki bu kelime Sanskrit kökenli değildir. “Haq” kelimesi Arap kökenli bir kelimedir. Bu kelime 12. ya da 13. yy da olan Müslüman istilası sonrasında onlardan ödünç alınmış olmalı. Ama neden biz bunu onlardan aldık? Basit olan cevap böyle bir kelimeye sahip olmamamızdır. Nasıl olur da bir kültür on bin sene boyunca hak kelimesi olmadan ayakta kalabilir! Ya da bu kelimeye sahip olmadığından mı kültür on bin sene boyunca ayakta kaldı! Lütfen bu önemli konuyu iyi anlayalım. Kültür sadece hak kelimesi yüzünden ayakta kalmadı, ama kültür hak olmadığı için ayakta kaldı. Bu hakkin sosyal uyumu bozan büyük bir zehir olmasından değil. Bütün Hint literatürünü araştırın sorumluluklarla ilgili birçok kaynağa ulaşırsınız ama haklarla ilgili hiç bulamazsınız.
Bizim Hint kültürümüzde haklarımız yoktur fakat sorumluluklarımız vardır. On bin yıl süren Sanskrit literatüründe de kimsenin hakkı yoktu. Bunu hayal bile edemeyiz! Kralın hakları yoktu. Mahkûmların hakkı yoktu. Kadınların, erkeklerin hakları yoktu. Ailelerin hakları yoktu. Çocukların yoktu. Ama herkesin sorumlulukları vardı. Kralın sorumlulukları vardı. Mahkûmların, ailelerin çocukların sorumlulukları vardı. Ama neden? Haklar sizi böler. Eğer aileler çocuklarına “Bunlar bizim haklarımız” derlerse birlik olamazlar, kendilerini ayırırlar. Eğer kocası eşine “Bunlar benim haklarım” derse beraber bir birlik olamazlar, erkek kendini ayırır. Eğer bir kral hakları olduğunu söylerse insanlardan biri olamaz. Hâlbuki başka bir açıdan, sorumluluğu olduğunu söylerse toplumun bir ferdi olur.
Ellerin bacakların vücudun birer parçası olup onun bütünlüğü için çalışması gibi. Aynı şekilde bir ev, bir şehir ya da krallık da Hint felsefesine göre yaşayan organizmalardır ve muhtelif insanları barındıran bu yerlerde sorumlulukları paylaşarak bir arada bulunurlar. Baba aileden ayrı tutulamaz. Herhangi bir fert toplumdan ayrı tutulamaz. Bir kral krallığından ayrı tutulamaz. Haklar ayırır sorumluluklar birleştirir. Herkesin sorumlulukları başkalarıyla birleşmek içindir. Ailelerin evlerini güzel bir yer yapma sorumlulukları vardır. Çocukların da evlerini güzel hale getirme sorumluluğu vardır. Kralın ülkesini güzelleştirme gibi bir sorumluluğu vardır. Mahkûmların ülkelerini güzelleştirme sorumluluğu vardır Sorumluluklar insanları bir araya getirir. Haklar onları ayırır. Sorumluluğun içinde yoga ve yeniden birleşme olur. Haklar bizi ayırır. İşte bu yüzden kökünde sorumluluk olan bir kültür kurtulur, zamanın gösterdiği gibi. Küçük bir örnek; Burada on üç kişi var. Eğer sorumluluk alırsak her şey çok kolay olur. Ama başka bir taraftan da oturup “Benim hakkım bu, benim hakkım şu” dersek sadece yok edebiliriz.
Sadece umarım ki Karma Yoganın bu konseptleri dünyaya yayıldığında bu güçlü mesajlar insanlığın toplumların sorumluluk aldığı bir yerde iletilsin. Nasıl harika bir dünya yaratabiliriz. Tüm dünyanın bolluk içinde görmek için sorumluyuz. Ağaçlar bereketli, nehirler bereketli, ormanlar bereketli her yerde bolluk ve bereket var. Bunu nasıl yapabiliriz? Çok basit. Bir şeyi yok etmeden önce iki katını yapın. Bitkiden bir yaprak koparmadan sulayalım ki iki daha çıkarsın.
Sorumluluk içten gelir. Sorumluluğun tatmini içeridedir, hâlbuki haklar tatmini dışarılarda ararlar. Hakların dışarıdan empoze edilmesi gerekir. Haklar anayasa gerektirir. Sorumluluk ise spirituelllik. Şu sahip olduğumuz güzel Hindistan ve on bin yıldır onun kültürü sorumluluklara dayalı. Bunlar onca yıldır kutsal kitaplarda yazılıydı. Özgürlüğümüzü kazandıktan sonra liderlerimiz anayasa oluşturmak istediler. Onlar çok iyi ve vatanseverdiler ama on bin yıldır ayakta kalan bu kültürün temeline bakmakta eksiklik yaptılar. Ülke sadece kurtulmamıştı ama en başarılı olmuştu. Bir kaç yüzyıl önce bütün Hindistan ‘in zenginliğini ve mutluluğu arıyordu. Büyük İskender bu ülkeyi fethetmeye zengin olmasa gelir miydi? Eğer bu ülke bu kadar başarılı olmasaydı Gory Muhammad ve Ghajni Muhammad birçok defa saldırıp yağmalar mıydı? Vasco de Gama ya da Colomb bu ülkeye varmayı bu kadar iyi olmasa hayal eder miydi? Liderlerimiz bu ülkeyi bu kadar başarılı yapanın ne olduğunu düşünmeliydi. Hindistan in bir yığın günü geçmiş dogmadan ibaret olmasının yerine düşünce sürecinde olan yegâne özellik neydi? Anayasayı oluşturanlar Amerikan Fransız ve İngiliz anayasalarından esinlendiler.
Bu yüzden bizim anayasamız da herkesin haklarını gözetti sorumluluklarını değil. Bizim kültürümüz sorumluluklara dayalıdır ama anayasamız haklara. İşte bu yüzden ne yazık ki anayasamızla kültürümüzün bir uyumu söz konusu değil. Benim bir hayalim var ve bu hayal çok uzak değil, yeniden sorumluluklar üzerine kurulu bir toplum yaratmak ve dünyaya böyle bir şeyin nasıl işleyeceğini göstermek. Naishkarmya Siddhi Krishna Bhagavad-Gita da başka bir sıra dışı ince aktivite durumundan bahsediyor. Naishkarma hakkında ve adı da naishkarmya. Bu Nishkama-Karma dan farklı bir şey, meyve arzusu olmadan eylem. Kelimenin basit bir anlamı yapmamak olabilir. Eylemsizlik gibi gözükse de daha farklı ve çok spirituel.
“Sadece eylemsizlikle “yapmama” nın seviyesine gelinemez. Nasıl dünyayı reddederek tam bir tatmine ve yüceliğe ulaşılamazsa öyle.” Burada söylediği bize eylemsizlikle yapmama arasındaki farkı açıkça vurgular. Eylem ve eylemsizliği daha önce de tartışmıştık. Şimdi isterseniz bunları detaylı açıklayalım. Eylem ve eylemsizlik birbirinin zıttıdır. İki seçenek de bütün aktivitelerde açık olarak bizim için bulunurlar. Bir aktiviteyi yaparız veya yapmayız. Aynı şekilde durumun gerektirdiğine göre yapma veya yapmama durumunu benimseriz.
Bir yere bir tohum ektim ve gerekli olan her şeyi su gübre vs gibi sağladım. Simdi bitki tohumunun içinden yükselmeli. Bu bizim elimizde değil. Simdi oturup beklemeli. Şimdiye kadar eylem safhasındaydım ve simdi eylemsizlik safhasındayım. Huzursuzlaşıp sıkılabilirim. Bunlar yapabileceğim bazı aktiviteler. Bitkinin çıkma esnasında yapabileceğim bir şey yok sadece bekleyebilirim. Eylemsizliği kabul etmeliyim. Bitkiyi çekip çıkarmaya çalışamam. Bitkinin acısını dindireyim onu çekip çıkarayım diye düşünemem. O zaman bitkiye zarar verir hatta öldürebilirim. Şimdi önemli olduğunu düşündüğüm bir hikâye duymuştum uzun zaman önce. Bir yerde bir sosyal hizmetli kelebeğin kozasından çıkmak için acı çektiğini görür. Hala minik ve sevimli fakat dışarı çıktığında büyük bir kelebek olacak. Fakat şu anda dışarı çıkmak için acı çekmektedir. Ufaklığa karşı büyük merhamet duygusu belirir içinde. Acı çektiğini gördükçe çok üzülür. Ona yardım etme isteğine kapılır ve sonra kozayı yavaşça kesip ona zarar vermeden dışarı çıkarmayı düşünür.
Yapmak istediği şey aslında kötü değildir, belki iyidir bile denebilir. Amacı kelebeği incitmek değildir. Amacı kelebeği alıp sahiplenmek de değildir. Kozayı tam olarak kestiğinde kelebek kurtulur. Taptaze bir şekilde dünyaya gözlerini açar ve kurutmak için kanatlarını çırpar ve gökyüzüne uçmak ister.
Diğer kelebekler de kozalarından dışarı çıkarlar ama kimsenin yardımı olmadan ve kanatlarını çırparlar, onun gözleri önünde temiz gökyüzüne uçmaya başlarlar. Ama adamın yardım ettiği kelebeğin kanatları tam gelişmemiştir.
Kendi kendilerine doğal süreçte acı çekerek çıkan kelebekler gibi değildir. Adam feryat eder. “Tanrım ne oldu böyle?” Kelebeğin acı çektiğini düşünerek ona yardım etmek istedi ama ne yazık ki diğerleri gibi o da kendi acı çekerek çıkabilseydi kanatları tam olarak güçlenebilecekti. Kanatlarına uygun fırsatı verebilecekti ve onlar da gelişip güçlenebilecekti.
Niyetler iyi olabilir ama sabır yetersizliği ortaya bir problem çıkarabilir. Kelebeği acılarından kurtarabileceğini düşündü ama bu durumda acı veren bir aktör haline geldi. Nasıl olur da bir bitkiyi tohumundan çekip çıkararak ya da bir kelebeği kozasından çıkararak acısını azaltabilirsiniz? İyi bir eylemde bile oyuncu olmayın. Bazı insanlar bir eylemi yaparken karıştırarak oyuncu olurlar. Başka bir taraftara bazı insanlar eylemden kaçınarak oyuncu olurlar.
Sonuçta bir eylemi yaparken de yapmadan da insan oyuncu olabilir ve acıya sebep olabilir. Yapmanın olmasına izin verin ayni şekilde yapmamanın da. İki durumda da oyuncu olmayın. İnsanların diğer yaratıklardan birçok üstünlüğü vardır. Maddenin varoluş haline gelen bilinci vardır. Maddenin varoluştan başka hiç bir şeyi yoktur. Bitkilerin ve hayvanların bilinci vardır ki bunlar varoluşa dönüşür. Bu yüzden bitkiler ve hayvanlar sadece var olmazlar ama var olmak için çabalarlar. Bitkiler köklerini toprağa taşların arasına yollar ki besinleri ve suları alabilsin. Bitkileri yapraklarını güneşe doğru uzatır ki fotosentez süreci başlayabilsin. Aynı şekilde hayvanlar da besinlerini ararlar ve hepsi var olmak için acı çekerler çünkü hepsi bilinçli varlıklardır.
İnsanoğlu da yaşam sürer ve bilinçli bir varoluşu vardır. Bunlara ek olarak da bilinçli bir varoluş olduğunun bilincindedir. Bu yüzden varoluşuna tanıklık edebilir. Ayni zamanda varoluş için sarf ettiği çabanın da bilincindedir. Burada bir seçeneği de vardır. Tamamen bu işi yapan kişi olup varoluş için acı çeker ve gözlemci ve tanık olmaktan çekilir. Ya da tamamen varoluştaki eforun bilincinde olan olur. Kendini varoluş için acı çeken ve efor sarf eden olarak tanımlayabilir. Ya da varoluş için acı çeken ve efor sarf eden birine tanık olabilir. Bir insan tanık olduğu anda, inişler çıkışlar, başarı ve hatalar, bütün duygular oyuncunun arkasında kabarır. Sonra bu devam eden oyuna tanık olur. Sonra yapma meydana gelir. Bu belirtilenin ismi Naishkarmya dır, isi yapmayan. Naishkarma’ nin farkına varan kimse veya Naishkarmya siddhi yi başarabilen kişi yürür bununla beraber yürümez, konuşur lakin konuşmaz vb. ‘Ben yapıyorum’ , onun konsepti tamamen çözülmüştür ve tamamen tanıkla beraberdir. Ben oluyorum dan başka bir şey değildir.
Bir kere sakshi veya tanık olursanız, nesnel hükümler, tanımlamalar ve dışarıdan gelecek herhangi bir şey mutluluğu ararken sizin için problem olmaz. Mutluluğu içerde bulursunuz. Mutluluğu dışarıda aramak bir çeşit köleliktir ki bunun zamanı geçmiştir. Bu kölelikten daha ince olan da isi yapan kimse olmak için köleliktir. Bu kölelik çok daha zarar veren ve tanımlaması çok zor olan bir şeydir. İyi şeyler yapan ve yapmak isteyen insanlar nadiren bu köleliğe yakalanırlar. Onların hayatlarını bu kadar ciddileştiğini ve hayatin mutluluğunu sadece dudaklarında görmeniz bu sebeptendir. Her zaman zıt yönlerdedir ve başarı ve başarısızlığın bir olduğunu göremez. Bir kere bu kölelik biterse o zaman özgürdür. Özgürlüğüne erisen kişi artık en büyük zıt çift olan olum ve yaşamın da ötesindedir.
Olum ve yasam arasında iki durum karışıktır. Çalışıyoruz ve ayni zamanda yaşıyoruz. Biri “yapma durumu” , ölümle yasam arasında, kalp kani pompalar, nefes devam eder, beslenme yer alır ve varoluş için acı çekilir. Bütün bu olanlar yaşamın “yapma” durumunda yer alır. Yapmanın limitleri olum ve yaşamdır. Yapma ölümle durur. Yapmanın durusu olumun ta kendisidir. Bir diğer durumda yapmanın altında duran “olma durumu”dur. Bu değişimlerin hepsinde olma durumu vardır. Olma durumunun limitleri sınırları yoktur. O özgürdür.
Olma tarafından tutulan biri limitlerce sınırlandırılmıştır. Bu yüzden orda korku olur; hâlbuki olma tarafından tanımlanan birinin kendisi varoluşudur. Böyle bir insana olum ve yasam, başarı ve başarısızlık, övgü ve suçlama dokunamaz. Korku istersek orda olur ve başkasını istemeyiz ya da bizim seçimimiz olmadan orda olma olasılığı da vardır. Bu yüzden zıt kutuplara sahip olmayana korku dokunamaz. Buna ‘abhaya’ denir ‘korkudan çıkan özgürlüğü’ belirtir. Bu Karma Yoga daki en ince noktadır ve adi Naishkarmya siddhi dir. Karma Yoga da bunu başarabilmek Raja Yoga da Samadhi yi başarabilmek gibidir. Brahman in tanımını bize “Sat Chit Ananda” olarak verilmiştir. Sat varoluş demektir. Naishkarmya Siddhi yi başarabilen bir kişi Brahman in sat durumunu başarabilmiş ve onunla bir olabilmiş demektir. Karma Yogayla ilgili muhtelif fikirler vardır. Simdi size son bir mesaj vermeme izin verin. Yoga isten kaçmak demek değildir. Yoga sorumlulukları daha eğlenceli ve uyumlu kılmaktır. Yoga kimseyi sorumsuz yapmaz. Eger boyle yapıyorsa o Yoga değildir. Simdi Karma Yogayla ilgili birkaç fikri özetleyelim : Karma Yoga diğer Yoga yollarında olduğu gibi eğer bize aklin huzuruna gitmede ve iç uyumumuzda katkıda bulunuyorsa Yoganın yollarından biri olabilir.
‘İyi eylemler yapmak ve bizi kötü eylemlerden uzak tutmak’ Karma yoganın gayesi değildir. Bu basit ahlaki bir seviyedir. İyi ve kötü insanların islerinin sıradan bir düzeyidir. Eğer bir insan iyi değil de kötü şeyler yapıyorsa cezalandırılır. Bunda spirtüel bir yan yoktur. Arjuna zaten iyiydi ama Bhagavad Gita ya ihtiyacı vardı. Bu da karma yoganın amacının bize iyiyi ve kötüyü açıklamak degil bizi bunun ötesine götürmek olduğunu anlatıyor.
Sonuçta Karma yoga yolculuğu veya sadhanasi bizi iyi eylemden sonuç beklemeden veya meyveleri arzulamadan eyleme yükseltmektir. Sonuç olarak da eyleme isi yapan olmadan gitmek ve isi yapma durumunun feda edilmiş ve hallolmuş olmasidir.
Bu astanga yoganın son üç basamağı olan dharma dhyana Samadhi ye benzer. Bunlar sat karma, phalapeksha rahita karma ve son olarak naishkarmya siddhi dir. Nasil vucut Tanrının tapınağıysa ayni şekilde yapılan is de Tanrıya ibadettir. İşi stres, lanet ve ceza olarak algılamamız bizim cehaletimizdir ve eğer özel aktiviteler yapacak olursak bu karma yogadır ve kutsallıktır. Bu bütün aktivitelerin değişimini sağlayabilen tavır karma yogadir. Hepinize çok teşekkür ederim.
SRI. N.V RAGHURAM
2 notes · View notes
hariomyogamerkezi · 8 years ago
Text
Sarvangasana ve Sirsasana: Ters Duruşlar ve Korku / Elif İnal
                                                       Hayat, kendini gerçekleştiren bir kehanettir.
 Hayata karşı tutunduğumuz tavır yoga matında kendini gösterir. Yoga matında yaşadıklarımız, hayatta yaşadıklarımızın bir tezahürüdür ve o anda olduğumuz yer bizim için mükemmel olandır. Ben bu yazıda, yogadaki ters duruşları bu tezahürün bir parçası olarak inceleyeceğim.
Tumblr media
Farklı yoga okullara göre yoga pozlarının isimleri değişebilmektedir ve yoga pozları çok çeşitli kaynaklardan birleştirilmiş olabilmektedir. Yoganın bu karmaşık yapısını yazı boyunca göz önünde bulunduracağım. Bu yazıda ters duruşlardan iki temel duruş olan sarvangasana (omuz duruşu) ve sirsasana (kafa duruşu) üzerinde duracağım. Iyengar, The Illustrated Light on Yoga kitabında Sarvangasana ve sirsasana ikilisinden şu şekilde söz eder: Sarvangasana olmadan Sirsasana yapmak kişinin ufak şeyler karşısında öfkeye kapılmasına ve çabuk sinirlenmesine yol açar. Sirsasana ve sarvangasana ikilisini birlikte yapmak bu özelliği kontrol altına alır. Sarvangasana asanaların (yoga pozlarının) annesi ise, sirsasana babası olarak değerlendirilebilir. Bir evin huzurlu ve ahenk içinde olması için nasıl hem anne hem de baba gerekliyse, bu iki asananın pratik edilmesi, vücudu sağlıklı ve zihni huzurlu tutmak için gereklidir.[1] Ben de bu iki asanayı, Hatha Yoga pratiği içerisinde ve ilgili çakralar üzerinden korkuyla olan bağlantısıyla birlikte inceleyeceğim.
Her yoga pozu, onu yapan kişide bir duyguya ya da duruma tekabül eder. Bir pozun zor ya da kolay pratik edilmesi kişinin hayata karşı tavrını yansıtır ve ona zorlandığı alanları gösterir. Peki, ters duruşlardaki korku bize ne şekilde meydan okur? Korku nedir? Korktuğumuz zaman korkunun varlığını tanımlayabilir miyiz? Ters duruşlardaki tutumumuz bize ne şekilde ayna tutabilir? Bu sorular çerçevesinde Sarvangasana ve sirsasanayı inceleyeceğim ve sonuç kısmını da bir ufak bir tartışma ve öneriyle bitireceğim.
Mircea Eliade, yoga pozlarının Hint çileciliğinin karakteristik tekniklerinden biri olduğundan bahseder. Asanalar, Upanisadlarda, hatta Vedik kültürde bulunur ancak asanalara dair en fazla gönderme Mahabharata ve Puranas’tadır.[2] Eliade’ye göre asana, metinlerden değil, bir gurudan öğrenilir. Asanalar, bedene sabitlik verir, aynı zamanda fiziksel çabayı en aza indirir.[3] Asana, insan durumunun ötesine geçmenin işaretidir.[4] “Beden” düzleminde, asana bir ekagratadır, tek bir noktaya odaklanmadır. Beden “gerilmiş”tir ve tek bir pozisyona odaklanmıştır.[5]
Tapas ise, arınmanın bir aracı olarak kullanılan fiziksel çabadır. Şüpheye düşmeye ve engellere karşı verilen mücadelede, yoginin karşısına çıkan ve fethettiği bütün baştan çıkarıcılar ona bir güç olarak geri döner. Bu güçler ahlaki değil, mucizevidir.[6] Yogada asanalar, hem çaba sarf etmeyi (tapas, yani çileciliği içeren), hem de çabanın olmadığı, rahatlığı ve arınmanın yolunu ifade eder. Asanada bir süre sonra çaba ortadan kalkmalıdır, böylece meditasyon durumu doğal hale gelecek ve asanalar konsantrasyonu daha derinleştirecektir. Asanada kalındığı zaman zıt güçler arasında denge kurulur. Bu durum, bütün ikiliklerin birlikteliği ve hem çaba içinde olup hem de çabasız ve rahat kalmak anlamına gelir. İkilikler dünyasında, zıtlıkları bir arada düşünemeyen zihin, yoga pozlarında bu ikilikleri aynı anda deneyimler ve aslında bunların bir arada bulunabileceğini anlar. Bu durum, sthirasukham yani pozlarda sabit ve rahat olma, hem çabalama hem de çabasız kalma durumuyla anlatılır.[7]
Hatha Yoga’nın temel kaynaklarından olan 15. Yüzyıla ait metin, Hatha Yoga Pradipika’ya göre Hatha Yoga, Raja Yoga için bir hazırlıktır. Raja Yoga’da asıl hedef doğaüstü güçlere ve özgürlüğe ulaşmaktır. Dünyayı gerçekte olduğu gibi, hayal gücümüzün bir ürünü olarak gören kişi özgürleşmiştir. Özgürleşmemiş kişi, kendini maddi dünyanın parçası olarak görür. O, koşulların taleplerine boyun eğmek durumundadır ve şansı ya da şanssızlığı bu maddi dünyaya bağlıdır. Onun arzusu, şeylere ya da insanlara sahip olmaktır. O sadece duyularının ona ilettiklerinin farkında olarak yaşar. Duyuların ötesindeki dünyada, onun için sadece karanlık ya da şüpheci hayaller vardır. Özgürleşmiş kişi, bütün sorunların kendinde olduğunu bilir ve bütün sorunları kendinde görür. Bunun için felsefi bir mantıkla kendini ikna etmez. Meditasyon ile kendi kişiliğinin güçlerini ve içeriğini deneyimler ve objektif olarak onları duyu izlenimleriyle karşılaştırabilir.[8]
Duyuların yanılsaması ile insan eylemin kaynağını kendinde görür. Bhagavad Gita’ya göre, yapanın, eyleyenin, harekete geçenin “ben” olduğu düşüncesinin kaynağı egoizmdir.  Özgürleşmiş kişi aslında, yapanın Prakriti ya da Doğa olduğunu bilir. Bütün hareketler Prakritinin özellikleriyle işlenerek oluşur. “Yapan benim” düşüncesi bir yanılsamadır. Prakriti ya da doğa insanlardaki üç özelliğin -Sattwic (arınmış/temiz), Rajasic (tutkulu), Tamasic (karanlık)[9]- dengede olma halidir.[10] Kişi herhangi bir eylemle meşgul olmadığı halde zihin “yapma” ve egoizm ile aktifse, o zaman bu durum eylemsizlikteki eylemdir. Fakat fiziksel olarak yoğun bir eylem içinde olsa dahi fail olma fikri mevcut değilse, kişi Prakritinin her şeyi yaptığını hissediyorsa, bu eylemdeki eylemsizliktir.[11] Bu özgürleşme durumuna geçebilmek için de kişinin bir noktada bilinmeyene teslim olması gerekir. Buradaki en büyük engel de korkudur. Asanalar arasında korkunun en yoğun olarak ortaya çıkabileceği iki duruş omuz ve kafa duruşudur. Sonraki bölümde bu iki duruşun korku ile olan bağını inceleyeceğim.
Sarvangasana ve Sirsasana: Tersyüz Olma ve Korku
Mark Singleton, bazı batılı teknikler ve geleneksel Hint pratiklerinin birleşiminden çeşitli sistemlerin ortaya çıktığını söyler. Çoğunlukla, bu tip güç geliştiren sistemlere “yoga” ismi verilmiştir. Tiruka gibi bazı öğretmenlerse guru kılığında ülkeyi gezip potansiyel devrimcilere güçlenme ve savaşma teknikleri öğretmiştir. Tiruka’nın amacı, insanları İngilizlere karşı ayaklanmaya hazırlamaktı. Manick Rao gibi diğer öğretmenler Avrupa jimnastiği ve Hint savaş tekniklerini birleştirmiştir. 1920’lerde, Kuvalayananda ve rakibi Sri Yogendra asana ve yerel Hint fiziksel kültür sistemleri ile Avrupa jimnastik ve natüropati tekniklerini harmanlamıştır.[12] Yoganın bu eklektik yapısına rağmen, ters duruşların tarihini milattan önce 3000 yıl öncesine götüren kaynaklar da vardır. Buna göre, yogilerin ters duruşları tarihi taşlarda bulunmaktadır.[13]
Iyengar kafa duruşu ve korku ile ilgili Illustrated Light on Yoga kitabında şöyle der: korkuyu aşmanın en iyi yolu kişinin korktuğu şeyle sükûnet içinde yüzleşmesidir.[14] Iyengar’a göre, kafa duruşu ve omuz duruşu gibi canlandırıcı pozlar akşam yapılmalılar.[15] Eğer bağırsaklar boşaltılmadıysa, diğer asanalardan önce kafa duruşu veya omuz duruşu yapılmalıdır.[16] Ayrıca Iyengar ve Sivananda yoga pratiğine kafa duruşuyla başlar.[17] Iyengar bunun nedenini şöyle açıklar: eğer kişi diğer pozlarda çok yorulmuşsa ya da nefes hızlı ve titrekse, kafa duruşunu tutamaz ve dengede kalamaz. Vücut yorulduğunda ya da nefes özgür ve rahat olmadığında, vücut sallanacak ve dengeyi kurmak zor olacaktır.[18]
Yogi Gupta, kafa duruşunun ileri seviye öğrenciler için olduğunu, ortalama bir öğrencinin altı ay boyunca kendini bir öğretmen eşliğinde poza hazırlaması gerektiğini söylüyor. Öğrencilerine sabırlı olmayı öğütlüyor. Daha önceki pozlarda hakimiyet kazanmak, zor pozlara güvenli bir temel oluşturur. Gupta’ya göre kafa duruşunun amacı; odaklanma ve hafızanın güçlendirilmesi, kalbi rahatlatmak ve vücudu güçlendirmek, kararlılığı ve kendine güveni artırmaktır.[19] Pozun yaraları ise şu şekilde açıklanır: bedenin üst kısımlarına doğru büyük miktarda kan akışı sayesinde normalden çok fazla kan almayan organlar canlanır. Kalp dinlenir çünkü normalde yer çekimine karşı pompalanması gereken kan akışı bu pozda yerçekimi tarafından destekleniyor hale gelir. Bu poz, özellikle zihnini yoğun kullananlar için faydalıdır. Vücudun ağırlığını taşıyan kısımlar dinlenirken, genelde ağırlık taşımayan yerler çalışır. Mesela omurganın alt kısmı dinlenir, omurganın üst kısmı ve boyun vücudun ağırlığını taşır. Sindirim sistemi de bu pozdan faydalanır. Mide ve bağırsaklar yerçekimin etkisiyle aşağı doğru itilirken pozisyonlarını korumaya çalışır, bu da iç kasları geliştirir. Ayakların kilitlenmesi kalbin daha da dinlenmesini sağlar ve kan akışının gövdeye ve beyne gitmesini sağlar ve sinir sistemini güçlendirir. Bu poz çocuklar tarafından pratik edilmelidir. Çocuklar büyüdükçe beyinleri büyür ve bu süreç kafa duruşu tarafından desteklenir. Beyindeki kan dolaşımının yeterli olmaması denge bozukluğuna, sinir zayıflığına, depresyona, histeriye ve diğer sinir sistemi bozukluklarına yol açar. Bu poz aynı zamanda, duyu ötesi güçleri -telepatik iletişim ve duru görü gibi- geliştirmek isteyenler içindir.[20] Gupta, aklın sınırlı olduğunu söyler. Bu yüzden de bu tarz duruşlarda meditatif hale geçilmesi zihnin ötesinin algılanmasını sağlar. Gupta’ya göre herhangi bir iş günü muhakemesi ile insan ruhun ölümsüz olduğunu, doğum ve ölümün ötesinde olduğunu ya da ızdırap ve acının erişiminin ötesinde olduğunu algılayamaz. Bütün bunlar yoga meditasyonu ile anlanabilir. Yoga, aşkın zihni öğretir.[21] Kafa duruşu da bu aşkın zihni öğrenmede bir adımdır. Gupta, kafa duruşunun kusurlu bir doğayı düzelttiğini söyler çünkü ona göre başın dik duruşu nedeniyle insan beynine kan akışı yetersizdir. Beyine giden kan akışının artması, zihinsel uyanıklık sağlar. Bu yüzden de zihnimizi genç ve sağlıklı tutmak için kafa duruşu yapmamız gerektiğini belirtir.[22]
Kafa duruşu, Tadasana yani dağ duruşunun tersine çevrilmiş halidir. Duruşun hizalanması ve hissi dağ duruşu ile aynıdır. Iyengar’ın dediği gibi, doğru şekilde ayakta durma yöntemi bizim duruş biçimimizi ve kendimizi taşımamızı etkiler. Bu yüzden tadasanada doğru yöntemde ustalaşmak gerekmektedir. Kafa duruşunda da doğru yöntemde ustalaşmak gerekir çünkü hatalı duruş başta, boyunda ve sırtta ağrıya neden olacaktır.[23]
Kafa duruşunda zihin çaresizdir, sağı solu karışır, bildikleri işlemez hale gelir. Zihin bilmediği, çözemediği, daha önce kayıtlı olmadığı durumlarda bilinmeyene teslim olmak durumundadır. Bu da içsel bir bilgelik ve onun getirdiği güven ile olur. Bu bilinmeyen durumda, her şeyin ters döndüğü ters duruşlarda zihin korku yaratır. Peki, zihin bu korkuyu neden yaratır? Ya da daha önemlisi, zihnin bu korkuyu yaratmamayı nasıl başarabilir? Bu korkuyu yaratmayan bir zihin nasıl elde edilebilir? Çünkü bu korku gerçek değildir, bu korku bir şeyin olma ihtimaline karşı, yani var olmayan bir durum ile ilintili olarak vardır.
John Schumacher’e göre, gerçekten özgür olabilmek için, bilinenin aldatıcı güvenliğini bir yerlerde bırakmaya ve kendimizi bilinmeyenin boşluğuna fırlatmaya istekli olmalıyız. Ancak Schumacher, kafa duruşu için hazır olunması gerektiğini ve kafa duruşundan faydalanabilmek için poza adım adım girebiliyor olmak gerektiğini söyler. Schuumacher’e göre, hazır olmadan kafa duruşuna kişinin kendini atıvermesi bir yere ulaşmış gibi hissettirebilir ancak orası gittiğini düşündüğü yer olmayacak ve uzun vadede kişi aslında yolu kısaltmadığını aksine dolambaçlı hale getirdiğini keşfedecektir.[24] Bhagavad Gita’da bu illüzyon Samsara Ağacı metaforuyla anlatılır ve yaşam ve ölüm döngüsüne gönderme yapar: Bu çok gizemli bir ağaç, Onun (Tanrının) Maya’daki gizemli gücünün ürünüdür. Bu aşikar olan görünenin ardında bir gerçeklik olmaması durumudur. Samsara ağacını tamamen anlayan kişi Maya’nın ardına geçer. Bu da hareketlerin sonuçlarından bağımsız olmakla mümkündür”.[25] Rig Veda’da geçen Ashvattha Ağacı ise ters duran ağaç metaforudur. Hint efsanesine göre,  bu ağacın meyvesinden yiyebilen kişiler yogidir çünkü sadece onlar bu olağanüstü gücü kaldırabilir.[26]
Ters duran ağaç bize görünenin ardına bakmayı hatırlatır. Her zaman verili olarak varsaydıklarımız, dokunulabilir, maddi dünyanın ötesi olduğunu gösterir. Buna da ulaşmak verili kabul ettiklerimizi “ters çevirerek” mümkündür. Bu ters çevirme, maddi dünyada bir yarılmaya sebep olabilir. Bu yarılma, gerçek olarak yaşadıklarımızda açılan yarıklarla oluşmaya başlar. Mesela “kirlilik” kavramı maddi dünyada varlığını somut şekilde sürdürüyor görünür ancak kirlilik bir yaratımdır. Mary Douglas’a göre, kirlilik hiçbir zaman yalıtılmış bir olay değildir. Kirliliğin olduğu yerde sistem vardır. Kirlilik, sistematik düzenleyişin ve maddenin sınıflandırılmasının bir yan ürünüdür ve sınıflandırma uygun olmayan unsurların reddedilmesini içerir. Kir, her zaman bir şeye bağlı olarak var olur. Kendi içinde hiçbir şey “kirli” değildir. Mesela yemek kendi içinde kirli değildir ancak çatal bıçağı yemek odasında bırakmak “kirli”dir, ayakkabılar kendi içinde kirli değildir ancak yemek masasına ayakkabı koymak “kirli”dir, kıyafetin üzerine sıçramış yemek, içeriyi dışarıda, yukarıyı aşağıda bırakmak “kirli”dir. Kısacası, kirlilik davranışlarımız, sınıflandırmalarımızı karıştıran ya da bu sınıflandırmalarla çelişen durumları kınayan tepkilerdir.[27] Benzer bir şekilde, korku da ancak karşılaştırma içinde var olur. Krishnamurti, korkunun her zaman başka şeylerle bağlantılı olduğunu söyler, ona göre korku kendi başına bir şey değildir, bir başka şeyle ilişkili, temas halinde ve bağlantılı olarak vardır.[28] Zihin karşılaştırma yaptığında korkuyu üretir. Korku, zihnin ürünüdür ve ancak zamanla bağlantılı olarak vardır. Anda korku yoktur, geçmiş ve gelecekle bağlantılı olarak vardır. Zaman da zihnin bir ürünüdür, dolayısıyla korku da bu anlamda gerçek değildir, gerçekte var olamaz. Krishnamurti korkuyu şu şekilde açıklar: korku, sizin uzaklaştığınız nesnede değil, gerçek olandan uzaklaşma hareketindedir.”[29] Krishnamurti, korkunun zamanla bağlantısını anlatırken geçmişte yaşadıklarımızın hafızamızdaki etkisinden bahseder: Dünkü acıyı düşünmek, dünkü acının anısını içeren düşünce, yarın yeniden acı çekme korkusunu yansıtır. Korkuyu yaratan düşüncedir. Korku ve haz madalyonun iki yüzü gibidir, korkuyu anlamak isteyen kişi hazzın ne olduğunu da anlamalıdır. Ancak bu şekilde sevginin ne olduğu bilinebilir ve bu sevgi hazdan farklıdır.[30] Krishnamurti, ancak korkunun ne olduğu anlaşıldığı zaman sevgiye ulaşılabileceğini söyler. Korkunun anlaşılabilmesi için de kişinin, gözlemleyen ve gözlemlenenin aynı olduğunu anlaması, yani korku ile kişinin aynı olduğunu kavraması gerekmektedir. Krishnamurti şöyle der: korku olmadan nasıl yaşanacağını bulun. O zaman sevginin ne olduğunu bileceksiniz.[31]
Zihin eğer korkuyu yarattığını bilmezse onu gerçek olarak yaşar ve bu da onun sonuçları itibariyle gerçek olmasına yol açar. Thomas teoremi bize bu durumu sürekli olarak hatırlatır: insanlar durumları gerçek olarak tanımlarsa, bunlar sonuçları itibariyle gerçek olur.[32] Bu durum hastalıklar için de geçerlidir. Deepak Chopra’ya gelen bir hasta[33] ile yaşadığı bir olay buna bir örnektir. Chopra’ya gelen hasta genç bir kızdır ve kıza mitral kapakçık bozulması teşhisi konmuştur. Kız da bu medikal durumun getirdiği tüm semptomları gösterir. Chopra, yaptığı testlerde kıza yanlış teşhis konduğunu tespit eder. Bunun üzerine yaptıkları konuşmada kız: “demek bunları uyduran benmişim” der. Chopra ise şöyle cevap verir: “hayır ama gerçekten onunla (hastalıkla) aynı fikirdesiniz. Bundan vazgeçmeyi deneyin. Her şeyin değişeceğine bahse girerim”.[34] Bu durum, acı ve hastalıklar olduğu kadar korku için de geçerlidir. Bir şeye gerçeklik atfettiğimizde o şey sonuçları itibariyle gerçek olur. Kafa duruşunda ortaya çıkan korku da kişinin kendisidir. Onu zihni yaratır çünkü bilinmeyenden korkmaktadır. Korku, duruşa ait değildir, kişinin yaratımıdır. Ayrıca, dışarıdan görünümü ile duruş “zor” olarak tanımlanırsa, zor olarak yaşanır çünkü sözcüklerin belirleyiciliği vardır. Bir şeye “bu zor” dersek o şey gerçekten zor olur, yani sonuçları itibariyle gerçek olur. Zihnimize verdiğimiz her kodlama kendini eninde sonunda gerçekleştirir. Krsihnamurti’nin dediği gibi bir şeye zor dersek, bu sözcük ilerlemekten alıkoyar. [35] Kafa duruşunda da sabırlı olunmadığında, insanın “bu zor” diye işin içinden çıkması muhtemeldir. Zor olan duruş değil, korkuya ya da ortaya çıkan duyguya bakmaktır.
Taç Çakrası (Sahasrara): Teslimiyet ve Bilinmeyen
Kafa duruşunda yedinci çakra taç çakrası yani sahasrara uyarılır.[36] Taç çakrası, teslim olmak ile ilgilidir. Bilinmeyene, ilahini olana, zihnin ötesine teslim olmaktır. Kafa duruşunda başın tepesi yeryüzüne doğru getirilir ve tüm çakralar bir hizada ancak ters çevrilmiştir. Başın tepesinin yere gelmesi, onun köklenmesi ve yeryüzüyle bağlantıda olması anlamına gelir.[37]
Omuz duruşu, güneş ve ay enerjilerini tersine çevirir ve bütün tantradaki “sır” olarak geçer.[38] Omuz duruşunda beşinci çakra, yani boğaz çakrası (visuddha) uyarılır. Boğaz çakrası, ruhsal ve metafizik yola odaklanır. Boğazda bölgesinde yer alan bu çakra, sesin titreşimi ile ruhsal ve fiziksel düzlemleri birleştirir.[39] Bu duruşlar belirli çakraları uyarsa da, tüm çakraların işleyişi birbiriyle bağlantılıdır. Dengede olmak için bütün çakraların dengede olmasını gerektirir. Hatha Yoga Pradipika’ya göre, toprak aktive olmuş kök çakrasıdır (muladhara), gece ışığın parladığı durumdur. Topraktan, yani dünyadan kundalini enerjisi doğar, kendini “Yaşam Ağacı”ndan döndürüp başın tepesine, taç çakrasına (sahasrara) çıkar ve kundalinin en yüce kaynakla birleşiminden onu arayana sunduğu bir meyve meydana gelir, “Bilgi Ağacı”nın meyvesi. Böylece, yogi insan formunda Tanrı (Ishvara) olur.[40] Taç çakrası açıldığında, zamanı ve mekânı çökertebilir ve geleceği ve geçmişi aynı anda sana sunabilir. Bu durum çoğunlukla “geleceği görmek” şeklinde yanlış yorumlanabilir ancak taç çakrasıyla derin bir bağlantıda olmak her şeyi anda görmeyi sağlar.[41] Bütün bu sebeplerden dolayı, kafa duruşu ve omuz duruşuna bu derece önem atfedilir.
Dengede olabilmek için tüm çakraların dengede olması gerekir ancak bazı çakralar diğerleriyle doğrudan bağlantıdadır. Kök çakrası (muladhara), taç çakrası ve üçüncü göz (ajna) ile bağlantılıdır. Muladhara çeşme demektir ve güvensizlik, şüphe, fobiler ile ilgilidir.[42] Taç çakrası üst bilinçle ve “olan her şey” ile ilgilidir ve bin yapraklı nilüfer çiçeği şeklinde de adlandırılır. Taç çakrası epifiz bezi ile bağlantılıdır. Bu bez, yedi yaşına kadar, ileriki yaşlara oranla daha aktiftir ve ileriki yaşlarda yavaşlamaya başlar.[43]  Bu yüzden de çocukların duyu ötesi algıları daha açıkken, yetişkinler zihnin sınırlılığıyla kendilerine limit koymaya daha meyillidir.
Swami Saradananda, kafa duruşunu hatha yoganın özü olarak kabul eder. Saradananda’ya göre, kafa duruşu vizyon ve sezgiyi artırmak için taç çakrayı uyarır.[44]
 Kafa duruşunda iki temel his, eğilim veya durum ortaya çıkar.[45] Bunlardan birincisi, poza yeni girmeye başlandığında sonuca atlama isteği ve pozun son halinde olmak için gösterilen aceleci tavırdır. Burada, süreçte öğreneceklerimizi kaçırırız. Hızlıca poza girmeye çalışır, çoğunlukla başarısız olur, anda değil zihnin ileriyi planlamasında kalırız. İkincisi durum ise, korkudur, bilinmeyenin korkusu. Korku, zihinden kaynaklanır çünkü insan güvende olmak ister. Daha önce deneyimledikleri ve sonucunu bildiği şeyler ona güven verir. Ancak bu güven sahtedir. Konfor alanında kalmanın getirdiği sahte bir güvende olma hissi, daha doğrusu yanılsamasıdır. Bu yüzden de kafa duruşun son haline gelene kadar yaşanılan her duyguya adım adım bakmak çok önemlidir. Pozu uzun süreler tutulduğunda faydaları kendini göstermeye başlayacaktır ancak her düşme, adım veya tökezleme de çok öğretici olacaktır.
Ters duruşlarının bütün bu önemini göz önünde bulundurarak, Sri Dharma Mittra ve yoga eğitmeni Mark Kan Londra’da dünya barışı ve farkındalığı artırmak için insanları aynı anda kafa duruşu yapmaya çağırmıştır. Sri Dharma, zihnin sessizliğinin kişiyi barışa götüreceğini söyler: kafa duruşu pozların kralıdır ve yoga duruşları arasında en önemlilerindendir. Hiçbir esneklik gerektirmez. Üst çakralar uyarılır ve iki kaşın arasına (üçüncü göz noktasına) odaklanıldığında zihin tek bir noktaya odaklanır ve asana pratiğinde meditasyonun tadını alma şansı doğar. Zihni sonunda sessizliğe ulaştırabilirsek, yoga gerçekleşmiş demektir. Bu da hepimizi barışa götürecektir. [46] Zihnin sessizliği, anda kalmasıdır. Bu da gerçekliğin olduğu, yani korkunun olmadığı durumdur. Korkusuzluk, tanrısal yolun temel özelliğidir. Korkusuzluk, tanrının lütfunun koruyuculuğuna olan inançtır.[47] Zihnin yarattığı korkuları yok etmeye çalışmak ya da onlardan “kurtulmaya çalışmak” değildir amaç, bu korkuların ne olduğuna ve korkunun ne olduğuna bakmaktır. Zihnin asanalarda, poza girene kadarki zihin süreçleri o an için gerekli süreçlerdir. Zihnin yapısını ve işleyişine dair öğretici adımlardır. Amaç, hızlıca sonuca ulaşmaya çalışıp pozun son haline girmek değil, süreci deneyimlemek, süreçten deneyim kazanmaktır. Belki böylece kendi zihnimizin ne şekillerde bizi konfor alanında tutmak için korkular yarattığını görebiliriz. Ters duruşlar, kesinlikle bu konfor alanının dışına çıkmayı ve korkuya bakmayı gerektirir.
Sonuç
Bu yazı, ters duruşların korkuyla olan ilişkisini ve korkunun ne olduğuna dair bir giriş niteliğindedir. Bu konunun çakralarla olan bağlantısı, sonraki araştırmalarda daha derinlemesine incelenebilir. Yoga pratiğinin deneyim boyutu, tamamen duygular üzerinden anlamlandırılabilir. Zihnin yapısı ve gerçekliğin yaratımı da asana pratiği içerisinde kendini belli eder.
Masal Terapi kitabındaki bir öyküde, zihnimizin gerçekliğimizi nasıl yarattığı çok güzel bir şekilde anlatılır. Öykü şu şekilde biter: “Adam aslında tesadüfen bir dilek ağacının altına oturduğunu bilmiyordu. Ormanlarda, şehir ve kasabalarda diğer ağaçların arasına gizlenmiş böyle çok sayıda ağaç olduğu söylenirdi ama kimse nerede veya kaç tane olduklarını bilmiyordu. Dilek ağaçlarının kalbimizden geçeni anlama gücü vardı. Adam tam yıllardır uyuduğu en tatlı uykuya dalacakken birdenbire içini bir korku kapladı! ‘Bir dakika, ben bütün hayatım boyunca şanssız oldum. Bu nasıl benim başıma gelebilir? Bir hile olmalı. Periler veya başka bir kötü ruh bana oyun oynuyor olmalı. Ve uykuya daldığımda beni afiyetle yemesi için bir kaplan gönderecekler, ah evet, bunu yapacaklarını biliyorum!’ dedi ve birdenbire ortaya bir kaplan çıkıp onu afiyetle yedi.”[48] Hikâyeden sonra şu öğüt verilir: “dünya ormanında yürürken ne dilediğine dikkat et; ne zaman bir dilek ağacının altında oturduğunu asla bilemezsin”.[49] Ya hayatın kendisi bir dilek ağacıysa ve zihnimiz dilediklerini yaratıyorsa? Ya hepimiz birere dilek ağacının altında oturuyorsak? Ya sahip olduğumuz korkular şifalanmak ve dönüşmek için kendilerini gerçekleştiriyorlarsa?
Kendi gücümüzü, neler yapabileceğimizi ve aslında yapabileceklerimizin limitinin olmadığını gördüğümüzde bu korku yaratabilir. Bu güç, daha önce yaratmaya cesaret edemediğimiz bir güç olabilir. Bu yüzden de ona dokunmak istemeyebiliriz çünkü o çok parlaktır. Ters duruşlar, özgürlüğe giden yolda ufak bir adımdır ama her deneyim bize kendimiz hakkında her şeyi anlatabilir. Tohumun içinde çiçeği barındırması gibi, yaşadığımız her şey de tüm hayatımızı, var olduğumuz her şeyi, insanlığın var olduğu her şeyi içinde barındırır. Gerekli olan tek şey bakmaktır.
Bir kişinin gelişmesi, tüm insanlığı etkileyecektir. Krishnamurti’nin dediği gibi, bilincinizin bu olağanüstü dünyada tüm insanlar tarafından paylaşıldığını görürseniz, yaşamınız tümüyle değişir ve her birimiz, insanların geri kalanıyız.[50] Bizi ileriye gitmekten alıkoyan ne varsa, neden korktuğumuzu sorgulayarak anlamaya başlayabiliriz. Korkuya bakabilmek, onun gerçekliğini sorgulamak ve aslında var olmadığını keşfetmektir.
 Kaynakça:
Bansal, Sonali. “4 Yoga Poses to Open the Crown Chakra.” Fractal Enlightenment Erişim tarihi Nisan 12, 2017. https://fractalenlightenment.com/34334/spirituality/4-yoga-poses-to-open-the-
crown-chakra.
 Chopra, Deepak. Kuantum İyileşme Zihin-Beden Tıbbında Öncü Araştırmalar. Çeviren Nahin Oralbi, Tolga Taymaz. İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2004.
 Cross, John R. Acupuncture and The Chakra Energy System: Treating the Cause of Disease. California: North Atlantic Books, 2008.
 Douglas, Mary. Purity and Danger: An Analysis Of Concepts of Pollution and Taboo. London: Routledge and K. Paul, 1966.
 Eliade, Mircea. Yoga: Immortality and Freedom. Çeviren Willard R. Trask. Princeton and Oxford: Princeton University Press, 2009.
 Gupta, Yogi. Yoga and Long Life. New York: Dodd and Mead, 1958.
 Horwitch, Katie. “Root to Crown: 7 Yoga Poses to Balance Your Chakras.” The Chalk Board, Aralık 12, 2015. Erişim tarihi Mart 29, 2017. http://thechalkboardmag.com/root-to-crown-7-yoga-poses-to-balance-your-chakras#sl=5.
 Iyengar, B.K.S. The Illustrated Light on Yoga. Harper Collins: New Delhi, 2005.
 Johnsen, Linda. “The Yogic Tree of Life.” Yoga International Aralık 19, 2015. Erişim tarihi Mart 15, 2017. https://yogainternational.com/article/view/the-yogic-tree-of-life.
 Krishnamurti, Jiddu. Korku Üzerine. Çeviren Anita Tatlıer, İstanbul: Ayna Yayınevi, 2001.
 Liberman, Judith Malika. Masal Terapi. İstanbul: Doğan Egmont, 2016.
 Saradananda, Swami. “Headstand: How to Stimulate the Crown Chakra.” Yoga International Mayıs 30, 2013. Erişim tarihi Nisan 6, 2017. ttps://yogainternational.com/article/view/headstand-how-to-stimulate-the-crown-chakra.
 Schumacher, John. “Headstand.” Yoga Journal, Ağustos 28, 2007. Erişim tarihi Mart 26, 2017. http://www.yogajournal.com/article/practice-section/headstand/.
 Singleton, Mark. “The Ancient & Modern Roots of Yoga.” Yoga Journal, Şubat 4, 2011. Erişim tarihi Mart 15, 2017. http://www.yogajournal.com/article/philosophy/yoga-s-greater-truth/.
Singleton, Mark. Yoga Body: The Origins of Modern Posture Practice. Oxford: Oxford University Press, 2010.
 Sivananda Yoga Sequence. Arhanta Yoga. Erişim tarihi Nisan 12, 2017. http://www.arhantayogaindia.com/the-yoga-sequence-of-swami-sivananda/.
 Sivananda, Sri Swami. Bhagavad Gita. Himalayas: The Divine Life Society, 2000.
 Svatmarama, Yoga Swami. Hatha Yoga Pradipika. Çeviren Elsy Becherer. Darftord: The Aquarian Press, 1992.
 Teeter. Inversion History. Erişim tarihi Nisan 4, 2017. http://teeter.com/History-of-Inversion/.    
Thomas, W.I. and D.S. Thomas. The Child in America: Behavior Problems and Programs. New York: Knopf, 1928.
 Walsh, Sarah. “7 Yoga Poses To Balance Your Chakras.” Mind Body Green, Aralık 5, 2013. Erişim tarihi Nisan 5, 2017. http://www.mindbodygreen.com/0-11865/7-yoga-poses-to-balance-your-chakras.html
 YJ Editors. “Dharma Mittra Aims for Most Headstands Ever for World Peace.” Yoga Journal, Şubat 28, 2017. Erişim tarihi Nisan 4, 2017. http://www.yogajournal.com/yoga-101/yoga-off-the-mat-spirituality/qas-with-yoga-masters/sri-dharma-mittra-aims-most-headstands-for-world-peace/.
[1] B.K.S. Iyengar, The Illustrated Light on Yoga, (Harper Collins: New Delhi, 2005), 89.
[2] Mircea Eliade, Yoga: Immortality and Freedom, çev. Willard R. Trask (Princeton and Oxford: Princeton University Press, 2009), 52-53.
[3] Eliade, Yoga, 53.
[4] Eliade, Yoga, 54.
[5] Eliade, Yoga, 54-55.
[6] Eliade, Yoga, 52.
[7] Eliade, Yoga, 53.
[8] Yoga Swami Svatmarama, Hatha Yoga Pradipika, çev. Elsy Becherer (Darftord: The Aquarian Press, 1992), 37.
[9] Sri Swami Sivananda, Bhagavad Gita, (Himalayas: The Divine Life Society, 2000), 120.
[10] Sivananda, Bhagavad Gita, 34.
[11] Sivananda, Bhagavad Gita, 38.
[12] Mark Singleton, “The Ancient & Modern Roots of Yoga,” Yoga Journal, Şubat 4, 2011, erişim tarihi Mart 15, 2017, http://www.yogajournal.com/article/philosophy/yoga-s-greater-truth/
[13] Teeter, Inversion History, erişim tarihi Nisan 4, 2017, http://teeter.com/History-of-Inversion/          
[14] Iyeangar, The Illustrated Light on Yoga, 86.
[15] Iyengar, The Illustrated Light on Yoga, 38.
[16] Iyengar, The Illustrated Light on Yoga, 37.
[17] Sivananda Yoga Sequence, Arhanta Yoga, erişim tarihi Nisan 12, 2017, http://www.arhantayogaindia.com/the-yoga-sequence-of-swami-sivananda/
[18] Iyengar, The Illustrated Light on Yoga, 89.
[19] Yogi Gupta, Yoga and Long Life, (New York: Dodd and Mead, 1958), 90.
[20] Gupta, Yoga and Long Life, 98-99.
[21] Gupta, Yoga and Long Life, 127.
[22] Gupta, Yoga and Long Life, 43.
[23] Iyengar, The Illustrated Light on Yoga, 87.
[24] John Schumacher, “Headstand,” Yoga Journal, Ağustos 28, 2007, erişim tarihi Mart 26, 2017 http://www.yogajournal.com/article/practice-section/headstand/
[25] Sonuçlardan bağımsız olma durumu İngilizce’de non-attachment ile anlatılır. (Sivananda, Bhagavad Gita, 111).
[26] Linda Johnsen, “The Yogic Tree of Life,” Yoga International Aralık 19, 2015 erişim tarihi Mart 15, 2017 https://yogainternational.com/article/view/the-yogic-tree-of-life
[27] Mary Douglas, Purity and Danger: An Analysis Of Concepts of Pollution and Taboo (London: Routledge and K. Paul, 1966), 36-37.
[28] Jiddu Krishnamurti, Korku Üzerine, çev. Anita Tatlıer, (İstanbul: Ayna Yayınevi, 2001), 67.
[29] Krishnamurti, Korku Üzerine, 72.
[30] Krishnamurti, Korku Üzerine, 75.
[31] Krishnamurti, Korku Üzerine, 80.
[32] W.I. Thomas and D.S. Thomas, The Child in America: Behavior Problems and Programs (New York: Knopf, 1928), 571–572.
[33] Hasta kelimesini kullanmanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü bu kelimeyi kullanmak, “hasta” ve “sağlıklı” gibi aslında sabit olmayan bir ayrımı sabitliyor. Yerine başka bir kelime bulamadığım için şimdilik “hasta” kelimesinin kullanıyorum. Ancak, bu kelimenin hastalığı sabit bir kategori olarak yaratma eğilimi olduğunu belirteyim. Hastalıklar, duygusal alanda ortaya çıkanların fiziksel bedendeki tezahürdür. Hasta kelimesinin benimsenmesi, gerçekliğini devam ettirme etkisine sahiptir.
[34] Deepak Chopra, Kuantum İyileşme Zihin-Beden Tıbbında Öncü Araştırmalar çev. Nahin Oralbi, Tolga Taymaz (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2004), 239-240.
[35] Krishnamurti, Korku Üzerine, 141.
[36] Sarah Walsh, “7 Yoga Poses To Balance Your Chakras,” Mind Body Green Aralık 5, 2013, erişim tarihi Nisan 5, 2017, http://www.mindbodygreen.com/0-11865/7-yoga-poses-to-balance-your-chakras.html
[37] Sonali Bansal, “4 Yoga Poses to Open the Crown Chakra,” Fractal Enlightenment erişim tarihi Nisan 12, 2017,
https://fractalenlightenment.com/34334/spirituality/4-yoga-poses-to-open-the-crown-chakra
[38] Mark Singleton, Yoga Body: The Origins of Modern Posture Practice, (Oxford: Oxford University Press, 2010), 161.
[39] Katie Horwitch, “Root to Crown: 7 Yoga Poses to Balance Your Chakras,” The Chalk Board Aralık 12, 2015, erişim tarihi Mart 29, 2017. http://thechalkboardmag.com/root-to-crown-7-yoga-poses-to-balance-your-chakras#sl=5
[40] Swami Svatmarama, Hatha Yoga Pradipika, 74.
[41] Horwitch, “Root to Crown.”
[42] John R. Cross, Acupuncture and The Chakra Energy System: Treating the Cause of Disease (California: North Atlantic Books, 2008), 11, 16-17.
[43] Cross, Acupuncture and The Chakra Energy System, 17, 20.
[44] Swami Saradananda, “Headstand: How to Stimulate the Crown Chakra,” Yoga International  Mayıs 30, 2013, erişim tarihi Nisan 6, 2017, https://yogainternational.com/article/view/headstand-how-to-stimulate-the-crown-chakra
[45] Her insan farklı deneyimlerle kendine özgü dersler alacak, kendiyle ilgili şeyler öğrenecektir. Burada genelleme şeklinde yaptığım iki durum kendi deneyimim ve okuduklarımdan ortaya çıkardıklarımdır.
[46] YJ Editors, “Dharma Mittra Aims for Most Headstands Ever for World Peace,” Yoga Journal Şubat 28, 2017, erişim tarihi Nisan 4, 2017, http://www.yogajournal.com/yoga-101/yoga-off-the-mat-spirituality/qas-with-yoga-masters/sri-dharma-mittra-aims-most-headstands-for-world-peace/
[47] Sivananda, Bhagavad Gita, 52.
[48] Judith Malika Liberman, Masal Terapi (İstanbul: Doğan Egmont, 2016), 69-70.
[49] Liberman, Masal Terapi, 70.
[50] Krishnamurti, Korku Üzerine, 149.
2 notes · View notes
bilmisler · 6 years ago
Text
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
https://bilmisler.com/meditasyon-nedir-detayli-anlatim/
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
Tumblr media
Meditasyon Nedir ?
       Bu konu, meditasyon pratiğinde pek veya hiç deneyimi olmayan ya da başka meditasyon türlerinde deneyimli fakat yeni bir meditasyon tekniği öğrenmekle ilgilenen kişiler için meditasyonun nasıl yapılacağına dair giriş niteliğinde bir sunum olarak hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Bu birinci bölümde, meditasyonun ne olduğunu ve uygulama yolunda nasıl ilerlemek gerektiğini açıklayacağım. Öncelikle, “meditasyon” kelimesinin herkes için farklı anlamlar içerdiğini anlamak önemlidir. Bazıları için meditasyon, sadece zihnin sakinleştirilmesi, bir tatil veya dünyasal gerçeklerden kaçış gibi huzurlu veya keyifli bir zihin hali yaratmak anlamındadır. Bazıları için ise meditasyon, olağanüstü deneyimler veya mistik, hatta sihirli farkındalık halleri oluşturma anlamına gelir. Bu kitapta meditasyonu, kelimenin kendi anlamına dayanarak tanımlamak istiyorum. “Meditasyon” kelimesi “ilaç (medicine)” kelimesiyle aynı dil kökeninden gelir.1
İlaç kelimesi, vücuttaki bir hastalığı iyileştirmek için kullanılan bir şey anlamına geldiğinden dolayı, meditasyonun ne olduğunun anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır Benzer şekilde, meditasyonu, zihindeki hastalığı iyileştirmede kullanılan şey olarak anlayabiliriz. Dahası, ilacın amacının, uyuşturucular gibi insanı geçici bir zevk ve mutluluk haline çıkartıp ardından etkisini yavaş yavaş kaybedip kişiyi daha önceki kadar hasta bırakmak olmayıp kalıcı bir değişiklik yaratmak, vücüdu sağlıklı ve sıhhatli doğal haline geri getirmektir.
Aynı şekilde, meditasyonun amacı da geçici bir huzur veya sakinlik hali yaratmak değil fakat korku, stres ve yapay koşullanmalardan acı çeken zihni, kalıcı olarak huzur dolu ve sağlıklı, özgün, doğal haline geri getirmektir. Bu yüzden, bu kitaba uygun olarak meditasyon yaptığınızda, her zaman huzurlu ve keyifli hissetmeyebileceğinizi lütfen anlayınız. Derinlere kök salmış stres, korku, hiddet, bağımlılık vb. ile çalışmak ve bir anlayışa ulaşmak, özellikle zamanımızın çoğunu zihnimizin bu negatif hallerinden kaçınmak veya bastırmak için harcadığımızı göz önüne aldığımızda, bazen çok tatsız bir süreç haline gelebilir.
Meditasyonun hiçbir şekilde huzur ve mutluluk getirmiyor görünebildiği bazı zamanlar olabilir, işte bu yüzden, meditasyonun bir uyuşturucu madde olmadığının altını çizmeliyiz. Yaptığınızda sizi mutlu hissettirecek, yapmadığınızda da ısırabınıza geri döndürecek birşey değildir. Meditasyonun amacı kişinin dünyaya bakışında gerçek bir değişiklik sağlamak, zihnini berrak doğal haline geri getirmektir. Meditasyon, hayatın doğal zorlukları ile daha iyi başa çıkabilmesini sağlayarak, kişinin gerçek ve kalıcı huzur ile mutluluğa ulaşmasına imkan vermelidir.
Bu değişimi kolaylaştırmak için kullanacağımız temel meditasyon tekniği, berrak bir farkındalık yaratmak olacak. Meditasyon esnasında yaşanan her bir deneyimin o anda net bir farkındalığını oluşturmaya çalışacağız. Meditasyonda olmadığımızda, yaşadığımız deneyimleri aynı anda “iyi”, “kötü”, “ben”, “benim” şeklinde yargılayarak tepki gösterme eğiliminde oluruz ve bu da ardından stres, acı ve zihinsel rahatsızlıklarımızın artışına yol açar. Nesne hakkında net bir düşünce yaratarak, bu tür yargılamaların yerine nesneyi zihinsel etiketleme yapmadan olduğu gibi tanımayı koyarız. Çok eski fakat iyi bilinen bir meditasyon aracı olan “mantra”nın kullanımı, berrak bir farkındalığın oluşumunda etkilidir.
Mantra, genellikle doğaüstü veya ilahi bir nesne üzerine zihni odaklamak anlamında kullanılan bir kelime veya tabirdir. Fakat biz burada mantrayı bir yargı ve yansıtma olmaksızın, yaşadığımız deneyimin olduğu gibi açıkça farkında olarak, dikkatimizi sıradan bir gerçeklik üzerine odaklayacak şekilde kullanıyoruz. Mantrayı bu şekilde kullanarak, deneyimimizin nesnelerini net olarak ve onlara bağımlılık geliştirmeden ya da onlardan kaçınmadan anlayabilmemizi sağlayabileceğiz. Örneğin bedenimizi hareket ettirirken “hareket” gibi onun özünü yakalayacak bir mantra kullanarak yaşadığımız deneyim hakkında berrak bir farkındalık yaratırız. 
Bir his deneyimlediğimizde, “hissetme”. Düşündüğümüzde, “düşünme”. Kızgın olduğumuzda, zihnimizde “kızgın” deriz. Acı hissettiğimizde, aynı şekilde sessizce “acı” kelimesini kendimize hatırlatırız. Yaşadığımız deneyimi doğru olarak tanımlayan bir kelime seçer ve bu kelimeyi iyi, kötü, ben, benim gibi yargıların ortaya çıkmasına izin vermeden bu deneyimin sadece ne olduğunu onaylamak için kullanırız. Mantra, ağızda veya kafamızın içinde bir kelime değil de nesnenin ne olduğuna dair basit, net bir farkındalık olmalıdır. Dolayısıyla kelime zihinde, yani nesnenin ta kendisinin oluştuğu yerde ortaya çıkmalıdır. Deneyimin somut (nesnel) doğasına zihnimizi odakladığı sürece hangi kelimeyi seçtiğimiz çok da önemli değildir.
Çok çeşidi olan deneyim nesnelerini tanımlama sürecini basitleştirmek için, deneyimi geleneksel olarak dört kategoriye bölüyoruz.2 Deneyimlediğimiz herşey bu dört kategoriden birine girecek, çalışmamızı sistematik hale getirmekte bize rehberlik edecek, hızla neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu anlamamızı ve gerçekliği olduğu gibi tanımlamamızı sağlayacaktır. Meditasyon pratiğine devam etmeden önce bu dört kategoriyi ezberlemek bir gelenek haline gelmiştir. 1. Beden- Bedenin hareketleri ve pozisyonları; 2. Hisler – Fiziksel acı, mutluluk, sükunet vb. ruhsal ve bedensel duyumlar; 3. Zihin – Zihinde ortaya çıkan geleceğe veya geçmişe dair iyi veya kötü düşünceler; 4. Dhammalar – Kişinin farkındalığını gölgeleyen ruhsal durumlar dahil olmak üzere meditatörün özel ilgi alanındaki zihinsel ve fiziksel fenomen grupları, kişinin gerçekliği deneyimlemesini sağlayan altı duyumuz ve daha başka birçok şey.
Beden, hisler, zihin ve dhammalardan oluşan bu dörtlü meditasyon pratiğinin dört temelini oluşturur. 3 Bu anın farkındalığını net olarak oluşturmak için bunları kullanırız. Öncelikle beden ile ilgili olarak, her fiziksel deneyimi, oluştuğu anda fark etmeye çalışırız. Örneğin kolumuzu esnettiğimizde zihnimizde sessizce “esnetme” deriz. Büktüğümüzde “bükmek”, oturduğumuzda “oturma”, yürüdüğümüzde “yürüme” deriz. Mantrayı kullanarak, beden hangi pozisyonda ise basitçe o pozisyonun ne olduğunun farkına vararak ve de hangi hareketi yapıyorsak onun temel doğasını fark ederek, bedenimizin durumunu, olduğu haliyle kendimize hatırlatırız. Bu şekilde gerçekliğin berrak farkındalığını yaratmak için kendi bedenimizi kullanmış oluruz.
Ardından, beden ve zihinde oluşan hislere sıra gelir. Acı hissettiğimiz zaman kendi kendimize “acı” deriz. Bu durumda, öfke veya hoşnutsuzluğun yükselmesine izin vermek yerine “acı…acı…acı…” kelimesini içimizden tekrarlayarak acının yalnızca bir his olduğunu görürüz. Acının ve bundan kaynaklanan olağan hoşlanmama duygusunun iki farklı şey olduğunu ve aslında acının kendisinde bir “kötülük” olmadığını ve de -onu kontrol veya değiştirme imkanımız olmadığı için- “bizim” olmadığını görürüz. Aynı şekilde, mutlu hissettiğimiz zamanda da kendi kendimize “mutlu, mutlu, mutlu” diyerek, deneyimin gerçek doğasını kendimize hatırlatarak bunu onaylarız.
Hoşa giden bir hissi uzaklaştırmaya çalışmıyoruz. Sadece buna bağlanmamaya ve dolayısıyla hissettiğimiz şey için bir alışkanlık, bağımlılık veya şiddetli arzu hali yaratmamaya çalışıyoruz. Acıda olduğu gibi, mutluluk ve bizim ondan hoşlanmamızın iki ayrı şey olduğunu ve mutlulukta aslında “iyi” bir şey olmadığını görmeye başlarız. Görürüz ki, mutluluğa yapışmak onun uzun sürmesine değil tam tersine bittiğinde tatminsizlik ve acı çekmeye neden oluyor.
Benzer şekilde sakin hissettiğimiz zamanlarda kendi kendimize “sakin, sakin, sakin” diyerek huzurlu duygular ortaya çıktıklarında onları net olarak görür ve bir bağımlılık geliştirmekten kaçınırız. Bu yolla, huzurlu duygulara karşı ne kadar az bağımlı olursak gerçekte o kadar çok huzurlu hale geldiğimizi görmeye başlarız.
Üçüncü temel ise düşüncelerimizdir. Geçmişteki olayları hatırladığımızda, bize ister acı ister zevk versin, kendi kendimize “düşünme, düşünme, düşünme” diye tekrar ederiz. Bağlanma veya kaçınmanın ortaya çıkmasına izin vermek yerine onların sadece oldukları haliyle biliriz – yalnızca düşünceler. 
Aynı şekilde, gelecek hakkında plan veya spekülasyon yaptığımızda, düşüncelerin içeriğini sevip sevmemek yerine yalnızca düşündüğümüzün farkına varmaya başlar ve böylece, bu düşüncelerden kaynaklanan korku, endişe veya stresten de korunmuş oluruz.
Dördüncü temel olan “dhammalar”, zihinsel ve fiziksel fenomenlerin çeşitli gruplarını içerirler. Bazıları ilk üç temelde de bulunmasına rağmen kolayca tanınabilmeleri açısından ilgili gruplarda tartışılmaları daha yerinde olacaktır. İlk grup dhammalar; zihinsel açıklığın önündeki beş engel olarak tanımlanır. Bunlar, kişinin uygulama yapmasını zorlaştıran haller olan; arzu, kaçınma, tembellik, dikkat dağılması ve şüphedir. Bunlar yalnızca açık bir zihne erişmeyi engellemekle kalmaz, ayrıca yaşamımızdaki bütün acıların ve stresin de nedenidirler.
Bunları anlamak ve zihnimizden boşaltmak için dikkatli, amaçlı bir çalışma yapmak bizim en üstün yararımızadır ki sonuçta meditasyon yapmanın gerçek amacı da budur. Bu şekilde, ne zaman bir arzu hissetsek, ne zaman sahip olmadığımız bir şeyi istesek, hatalı bir şekilde arzuyu ihtiyaca çevirmek yerine sadece bunun istek veya hoşlanma olduğunu zihnimizde tasdik ederiz. “isteme.. isteme..”, “hoşlanma, hoşlanma..” diyerek duygunun ne olduğunu kendimize hatırlatırız. Arzu ve bağlanmanın stres kaynağı olduğunu ve ileride istediğimiz şeylere sahip olamadığımızda veya hoşlandığımız şeyleri kaybettiğimizde hayal kırıklığı yaratacağını görmeye başlarız.
Kendimizi kızgın hissettiğimizde, ortaya çıkan zihinsel veya fiziksel deneyimlerden dolayı üzgün olduğumuzda, veya olmayanlardan dolayı hayal kırıklığı oluştuğunda bunu “kızgınlık, kızgınlık” veya “sevmeme, sevmeme..” diyerek tanımlarız. Üzgün, morali bozuk, sıkıntılı, korkmuş, depresif hissettiğimizde benzer şekilde her duyguyu “üzülme, üzülme..”, “moral bozukluğu, moral bozukluğu..” v.b. diyerek tanımlar ve bu negatif duygusal halleri destekleyerek nasıl kendi kendimize sıkıntı ve stres yarattığımızı açıkça görürüz. Kızgınlığın negatif sonuçlarını bir kez gördükten sonra doğal olarak gelecekte ondan uzak durmaya yöneliriz. Kendimizi tembel hissettiğimiz zamanlarda “tembellik, tembellik” veya “yorgunluk, yorgunluk” diyerek doğal enerjimizi tekrar kazanabileceğimizi keşfederiz. 
Dikkatimiz dağıldığında, korktuğumuzda veya strese girdiğimizde, “dikkat dağınıklığı, dikkat dağınıklığı..”, “korkma, korkma..” veya “streslenme, streslenme..” diyerek kendimizi daha odaklanmış hale getiririz. Benzer şekilde şüphe duyduğumuzda veya kafamız karıştığında kendi kendimize “şüphelenme, şüphelenme..” veya “karışık, karışık..” diyerek, sonuç olarak kendimizden daha emin hale geldiğimizi görürüz.
  Bu dört temelin net olarak farkında olmak, aşağıdaki bölümlerde açıklanan meditasyon pratiğinin temel tekniğini teşkil eder. Bu nedenle, meditasyon pratiğine başlamadan önce bu teorik çerçeveyi anlamak önemlidir.
Deneyimimizin nesneleri hakkında yargılayıcı düşüncelerimizi değiştirerek, bunların yerine berrak bir farkındalık oluşturmanın önemini anlamak ve takdir edebilmek nasıl meditasyon yapacağımızı öğrenmenin ilk adımıdır.
0 notes
aklingolgesi · 3 years ago
Text
3.GÖZ AÇMA TEKNİĞİ. Üçüncü göz nasıl açılır?
3.GÖZ AÇMA TEKNİĞİ. Üçüncü göz nasıl açılır? Epifiz bezi ve 3.Göz Sırları #epifiz #üçüncügöz #gözperdesi #parapsikoloji #3göz
3.göz açma tekniği. En etkili 3.göz açma teknikleri nelerdir? 3. göz açılınca ne olur? Üçüncü göz nasıl açılır? Epifiz bezi ve Üçüncü Gözün Sırları serisinin yedinci bölümü. Sizde bu video ile üçüncü gözünüzü açacak spiritüel bir yolculuğa hazır olacaksınız. Üçüncü gözü açmanın birçok tekniği Üçüncü gözü açmanın birçok tekniği bulunmaktadır. Bunlar kişiye göre değişir. Bir tekniğin bir kişide…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
aklingolgesi · 3 years ago
Text
EPİFİZ BEZİ NASIL TEMİZLENİR? 3. GÖZ NASIL AÇILIR
EPİFİZ BEZİ NASIL TEMİZLENİR? 3. GÖZ NASIL AÇILIR? Bölüm 3 Yayında #epifiz #epifizbezi #üçüncügöz #gözperdesi
Epifiz bezi ve Üçüncü Göz Sırları Bölüm 3 Epifiz Bezi Nasıl Temizlenir? Üçüncü göz aktivasyonu! Göz perdesi nasıl kalkar? 3. göz nasıl açılır? Epifiz bezi ve Üçüncü Göz Sırları ve ipuçları tüm bilinmeyenleri sizler için derledik! Evde yapabileceğiniz kolay yöntemleri bir araya getirdik. Videoyu dikkatlice izlemenizi her ayrıntıya özellikle dikkat etmenizi öneririm. Ben Halil BAKMIŞ Kanalıma…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bakmisonline · 5 years ago
Video
Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? Kalp gözü nasıl açılır? 3.göz, Epifiz Bezi, Kuran Büyük Sır 
Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? Kalp gözü nasıl açılır? 3.göz hakkında her şey! Epifiz bezi açma! Kuran ve büyük sır Melekut alemi. Gönül gözü için dua ve namaz! Meditasyon üçüncü göz aktivitesinde başarılı mı? Hepsi ve daha fazlası bu videoda...
Epifiz Bezi Nasıl Temizlenir? Zihin Gözü ilacı videosu ;  ABONE OL.! 
Bu video; Göz perdesi olarak geçen gönül gözü aslında, üçüncü göz (3.göz) nasıl kalkar? nasıl açılır? kalkarsa ne olur? nasıl kaldırılır? sorularına cevap veriyor. Bu kadarla da sınırlı değil. üçüncü göz meditasyonu, epifiz bezi üzerindeki etkisi. Kuran-ı kerim içerisindeki büyük sır olan İhlas suresi, kalp gözü açmak için dua olduğunu. Bu videoda öğreneceksiniz. Melekut alemi nasıl görünür, onu saklayan perde kalkarsa neler ile karşılaşırız bilgisinide sizlerle paylaşıyoruz.
Üçüncü gözün Ruhumuzun Kapısı olduğuna inanılır. Aktive edildiğinde diğer alemlerin daha yüksek algılanmasına yol açar. Kozmik Farkındalık duygusu verir ve Manevi olarak bilgi ve bilgelik getirir.
İnsanlar yaradılış itibari ile etraflarındaki her şeyi algılayamamaktadır. Göz perdesi buna mani olmaktadır. Bilindiği üzere gözler sadece maddi olarak çevrede olan şeyleri görmekle mükelleflerdir. Ancak insanlarda bir de kalp gözü bulunmaktadır. Dinimizde üçüncü göz olarak bilinen kalp gözü herkeste açık değildir.
Dünyada, görünen ve gerçekte olan şeyler her zaman aynı değildir. Bu neden yüzünden insanlar göz perdelerini kaldırarak dünyanın ve çevrelerindeki insanların gerçek yüzlerini görmek istemektedir. Göz perdesi kalktığında görülenler arasında kişilere göre değişim gösteren varlıklar bulunmaktadır. Bilindiği üzere ruhani varlıklar insan gözü tarafından algılanamamaktadır.
Meditasyon, birçok kültürde ve dinde uygulanan manevi bir arınma tekniğidir. Uyanıklık ve konsantrasyon çalışmalarıyla kişi kendini toplar ve zihnini, ruhunu dinlendirir. Doğu kültürlerinde meditasyon, köklü ve bilinç açıcı bir teknik olarak kabul edilir.
Kalp gözü, yani gönül gözü, ruhun öte aleme açılan penceresidir. İnsan ruhunun bu beden de, bir bu aleme, bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır. Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden, beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile iletişimini sağlar. Ruhumuz, Melekut alemini algılayabilmek için bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça, öte alemleri algılayamaz.
Bu perdenin açılmasında görülen alem, çalışıldığı zaman kafir ve mü’mine açılabilen, cahillerin esrar ilmi dedikleri, içinde şeytanların ve cinlerin de yaşadıkları, madde aleminin baş gözü ile görülmeyen kısmıdır. Din istismarcıları, cahil insanları bu tür keramet ve kehanet karışık şeylerle kandırarak onları aldatırlar.
Bu video Canon Eos M50 ile çekilmiştir. Montaj ise filmora 9 ile yapılmıştır. Video süresi : 10:36
Video kazançlarımızı nasıl harcıyoruz? FİDAN BAĞIŞI  Büyük İstanbul Depremi için Uyarı!  Son zamanlarda yaşanan Orman Yangınları  Filmlerde Nüfus Azaltma Projesi  Deccal nerede ve ne zaman ortaya çıkacak 
BAKMIŞ YouTube kanalı aboneleri ve video etkileşimleri ile hızlı bir şekilde büyümeye devam etmektedir. BAKMIŞ ilginç bilgiler kanalı haftada iki yeni video yükleyerek içeriklerini sürekli güncellemekte ve güncel trend konuları paylaşmaktadır. Sizlerde dünya insanlarından saklanan bu gizli bilgileri ve belgeler ile ilgili analizleri merak ediyorsanız; BAKMIŞ YouTube kanalına ÜCRETSİZ abone olabilirsiniz.
Sevdiğiniz ve ilginç bulduğunuz video içeriklerini arkadaşlarınız ile paylaşmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
https://www.youtube.com/channel/UCvK1KHz3hjm5K8WDywxgKsA instagram : @bakmisonline ve @halil.bakmis Video tags : #gözperdesi #epifizbezi #kalpgözü #üçüncügöz #meditasyon Bu makalenin devamı web sitemizde : https://bakmis.com/goz-perdesi-kalkarsa-ne-goruruz-kalp-gozu-nasil-acilir-3-goz-epifiz-bezi-kuran-buyuk-sir/
Tumblr media
0 notes
bakmisonline · 5 years ago
Video
Epifiz Bezi Nasıl Açılır? 3. Göz Nasıl Temizlenir? Kalp Gözü
Epifiz bezi nasıl açılır? Üçüncü göz nasıl temizlenir? Kalp gözü açma çalışmaları basit tarifler ile temizleme! Göz perdesi kalkarsa ne olur? Epifiz bezi ve hipofiz bezi farkı! 3. göz aktivasyonu DMT melatonin hormonu.
► ABONE OL.!  ► Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? Kuran Büyük Sır 
Epifiz bezi nedir? Nerede bulunur ve ne işe yarar? Temizlenir mi? İlacı nedir? Evde kendinizin rahatlıkla hazırlayabileceği tarifler ve ipuçları.. Tüm sorularınızı bu video ile cevap veriyoruz hemde en küçük ayrıntısına kadar videoyu dikkatlice izlemenizi en küçük ayrıntıya bile özellikle dikkat etmenizi öneririm.
1 sene önce yayınladığımız videomuzu sizlerin yoğun istekleri nedeniyle yeniden ele aldık. Yorumlarda fikirlerinizi belirtebilir yeni videolardan haberdar olmak için kanalımıza abone olabilirsiniz.
Epifiz Bezi Nasıl Temizlenir? Zihin Gözü ilacı nedir? 3. göz nasıl açılır? Pineal gland temizleme nasıl yapılır? ipuçları bilinmeyenler.
Epifiz Bezi İngilizce tabiri ile "Pineal gland" olan ama daha çok üçüncü göz olarak nitelendirilir ve zihin gözü kalp gözü olarak da anılır. Nasıl temizlenir, ilacı nedir, temizlemek için ipuçları gibi sorularınızı sizler için derledik. Evde yapabileceğiniz bir o kadar basit kolay yöntemleri bir araya getirdik. Sizde bu videoda ki yöntemler ve evde uygulayacağınız basit tarifler ile kolayca 3. gözünüzü açabilir ve göz perdesi nasıl kalkar sorusuna cevap bulabilirsiniz!
Epifiz bezi fasulye tanesinden daha ufak bir organdır. Hipofiz bezinin hemen arkasında olmasına rağmen hipofiz bezinden ayrı bir noktada, bir oyuğun içinde bulunur. Birçok kaynakta “Üçüncü Göz” olarak da bulabileceğiniz bu ufak organımız, kafanın arka tarafına yakın ve tam merkezindedir. Epifiz bezi, beyin merkezinin yakınında bulunan ön beyin olarak da adlandırılan bölümde yani epitalamusta bulunur. Beynin merkezi iki yarım kürenin tam ortasında beynimizin iç kısmındadır. Epifiz bezinin İngilizce karşılığı “pineal gland” kelimesi İngilizce'de çam kozalağı anlamına gelen “pine cone” kelimesinden gelmektedir.
Epifiz bezi kozalağa benzer bir yapıya sahiptir. Beynimizdeki her bölüm simetrik yapıdadır. Bu yüzden tüm bölümlerden iki tane bulunmasına rağmen bunun tek istisnası ise beynimizin tam ortasında bulunan ve  vücudumuzda tek bir tane olan epifiz bezi organımızdır.
Bilindiği üzere Epifiz bezinin salgıladığı hormonlardan başlıcaları melatonin, serotonin ve DMT hormonlarıdır. DMT (dimethyltryptamine) beyin tarafından salgılanan bir hormondur. Tryptamine ailesinin en güçlü elemanıdır. DMT melokelünün yaptığı psikedelik etkiler, insanlık tarafından yüzyıllardır biliniyor. Psikedeli kelimesi, Grekçe psişe ve delos kelimelerinden oluşmaktadır. Anlamı gözle görülmeyen ruhsal alemin yani diğer boyutun görünür hale gelmesi halidir.
Göz perdesi olarak literatürde geçen gönül gözü aslında, üçüncü göz (3.göz) olarak yada zihin gözü olarak da adlandırılır. Nasıl kalkar? Nasıl açılır? Kalkarsa ne olur? Nasıl kaldırılır? sorularına bu video ile cevap veriyoruz. Bu kadarla da sınırlı değil daha fazlası da var. Üçüncü göz meditasyonu, epifiz bezi yani pineal gland üzerindeki etkisi. Kuran-ı kerim içerisindeki büyük sır olan İhlas suresi, kalp gözü açmak için dua olduğunu biliyor muydunuz?. Bu videoda ve kanalımızda bulunan diğer videolarda hepsini sizlerle paylaştık hepsini öğreneceksiniz kanalımıza abone olmayı unutmayın. Melekut alemi nasıl görünür, onu saklayan perde kalkarsa gözümüzden neler ile karşılaşırız bilgisinide sizlerle diğer videolarımız da paylaşmıştık daha önce onuda izlemeyi unutmayın.
Üçüncü gözün ruhumuzun da kapısı olduğuna inanılır. Aktive edildiğinde diğer alemlerin daha yüksek algılanmasına melakut alemine kapı açılacağına inanılır ve buna yol açar. Kozmik farkındalık duygusu verir ve manevi olarak sonsuz bilgi ve bilgelik getirir. Ne kadar bu durum çok basit şekilde anlatılsa da bunu kontrol etmek oldukça zor olacaktır. Eğer hazırlıksız iseniz bunu kaldıramayabilirsiniz. Videoda belirtilen tarifler sizleri bu duruma hazırlamak için üçüncü gözünü yani epifiz bezini aktive eden arkadaşlardan derlenip toparlanmıştır.
Epifiz Bezi Nasıl Açılır? 3. Göz Nasıl Temizlenir? Göz perdesi nasıl kalkar? Kalp gözü
Önerilen videolar; ►  KIYAMET İÇİN ALLAH'A ? Hz İsa, Mehdi, Deccal  ► GİZLİ İKSİR - BÜYÜK SIR (MANNA ORMUS)  ► BUNU İZLEMELİSİN! TARİH VERİLDİ 2022 - 2020  ► KURAN DA KIYAMET ALAMETLERİ - Duhan Sırrı  ► NEDEN Tarihçilerimiz Kripto YAHUDİ  ► SOĞUKLAR GELİYOR! Mini Buzul Çağı 2020 
► #epifiz #gözperdesi #epifizbezi #kalpgözü #üçüncügöz ►  [email protected] ► Devamı : https://bakmis.com/epifiz-bezi-nasil-acilir-3-goz-temizlenir-kalp-gozu/
0 notes
bilmisler · 6 years ago
Text
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
https://bilmisler.com/meditasyon-nedir-detayli-anlatim/
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
Tumblr media
Meditasyon Nedir ?
       Bu konu, meditasyon pratiğinde pek veya hiç deneyimi olmayan ya da başka meditasyon türlerinde deneyimli fakat yeni bir meditasyon tekniği öğrenmekle ilgilenen kişiler için meditasyonun nasıl yapılacağına dair giriş niteliğinde bir sunum olarak hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Bu birinci bölümde, meditasyonun ne olduğunu ve uygulama yolunda nasıl ilerlemek gerektiğini açıklayacağım. Öncelikle, “meditasyon” kelimesinin herkes için farklı anlamlar içerdiğini anlamak önemlidir. Bazıları için meditasyon, sadece zihnin sakinleştirilmesi, bir tatil veya dünyasal gerçeklerden kaçış gibi huzurlu veya keyifli bir zihin hali yaratmak anlamındadır. Bazıları için ise meditasyon, olağanüstü deneyimler veya mistik, hatta sihirli farkındalık halleri oluşturma anlamına gelir. Bu kitapta meditasyonu, kelimenin kendi anlamına dayanarak tanımlamak istiyorum. “Meditasyon” kelimesi “ilaç (medicine)” kelimesiyle aynı dil kökeninden gelir.1
İlaç kelimesi, vücuttaki bir hastalığı iyileştirmek için kullanılan bir şey anlamına geldiğinden dolayı, meditasyonun ne olduğunun anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır Benzer şekilde, meditasyonu, zihindeki hastalığı iyileştirmede kullanılan şey olarak anlayabiliriz. Dahası, ilacın amacının, uyuşturucular gibi insanı geçici bir zevk ve mutluluk haline çıkartıp ardından etkisini yavaş yavaş kaybedip kişiyi daha önceki kadar hasta bırakmak olmayıp kalıcı bir değişiklik yaratmak, vücüdu sağlıklı ve sıhhatli doğal haline geri getirmektir.
Aynı şekilde, meditasyonun amacı da geçici bir huzur veya sakinlik hali yaratmak değil fakat korku, stres ve yapay koşullanmalardan acı çeken zihni, kalıcı olarak huzur dolu ve sağlıklı, özgün, doğal haline geri getirmektir. Bu yüzden, bu kitaba uygun olarak meditasyon yaptığınızda, her zaman huzurlu ve keyifli hissetmeyebileceğinizi lütfen anlayınız. Derinlere kök salmış stres, korku, hiddet, bağımlılık vb. ile çalışmak ve bir anlayışa ulaşmak, özellikle zamanımızın çoğunu zihnimizin bu negatif hallerinden kaçınmak veya bastırmak için harcadığımızı göz önüne aldığımızda, bazen çok tatsız bir süreç haline gelebilir.
Meditasyonun hiçbir şekilde huzur ve mutluluk getirmiyor görünebildiği bazı zamanlar olabilir, işte bu yüzden, meditasyonun bir uyuşturucu madde olmadığının altını çizmeliyiz. Yaptığınızda sizi mutlu hissettirecek, yapmadığınızda da ısırabınıza geri döndürecek birşey değildir. Meditasyonun amacı kişinin dünyaya bakışında gerçek bir değişiklik sağlamak, zihnini berrak doğal haline geri getirmektir. Meditasyon, hayatın doğal zorlukları ile daha iyi başa çıkabilmesini sağlayarak, kişinin gerçek ve kalıcı huzur ile mutluluğa ulaşmasına imkan vermelidir.
Bu değişimi kolaylaştırmak için kullanacağımız temel meditasyon tekniği, berrak bir farkındalık yaratmak olacak. Meditasyon esnasında yaşanan her bir deneyimin o anda net bir farkındalığını oluşturmaya çalışacağız. Meditasyonda olmadığımızda, yaşadığımız deneyimleri aynı anda “iyi”, “kötü”, “ben”, “benim” şeklinde yargılayarak tepki gösterme eğiliminde oluruz ve bu da ardından stres, acı ve zihinsel rahatsızlıklarımızın artışına yol açar. Nesne hakkında net bir düşünce yaratarak, bu tür yargılamaların yerine nesneyi zihinsel etiketleme yapmadan olduğu gibi tanımayı koyarız. Çok eski fakat iyi bilinen bir meditasyon aracı olan “mantra”nın kullanımı, berrak bir farkındalığın oluşumunda etkilidir.
Mantra, genellikle doğaüstü veya ilahi bir nesne üzerine zihni odaklamak anlamında kullanılan bir kelime veya tabirdir. Fakat biz burada mantrayı bir yargı ve yansıtma olmaksızın, yaşadığımız deneyimin olduğu gibi açıkça farkında olarak, dikkatimizi sıradan bir gerçeklik üzerine odaklayacak şekilde kullanıyoruz. Mantrayı bu şekilde kullanarak, deneyimimizin nesnelerini net olarak ve onlara bağımlılık geliştirmeden ya da onlardan kaçınmadan anlayabilmemizi sağlayabileceğiz. Örneğin bedenimizi hareket ettirirken “hareket” gibi onun özünü yakalayacak bir mantra kullanarak yaşadığımız deneyim hakkında berrak bir farkındalık yaratırız. 
Bir his deneyimlediğimizde, “hissetme”. Düşündüğümüzde, “düşünme”. Kızgın olduğumuzda, zihnimizde “kızgın” deriz. Acı hissettiğimizde, aynı şekilde sessizce “acı” kelimesini kendimize hatırlatırız. Yaşadığımız deneyimi doğru olarak tanımlayan bir kelime seçer ve bu kelimeyi iyi, kötü, ben, benim gibi yargıların ortaya çıkmasına izin vermeden bu deneyimin sadece ne olduğunu onaylamak için kullanırız. Mantra, ağızda veya kafamızın içinde bir kelime değil de nesnenin ne olduğuna dair basit, net bir farkındalık olmalıdır. Dolayısıyla kelime zihinde, yani nesnenin ta kendisinin oluştuğu yerde ortaya çıkmalıdır. Deneyimin somut (nesnel) doğasına zihnimizi odakladığı sürece hangi kelimeyi seçtiğimiz çok da önemli değildir.
Çok çeşidi olan deneyim nesnelerini tanımlama sürecini basitleştirmek için, deneyimi geleneksel olarak dört kategoriye bölüyoruz.2 Deneyimlediğimiz herşey bu dört kategoriden birine girecek, çalışmamızı sistematik hale getirmekte bize rehberlik edecek, hızla neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu anlamamızı ve gerçekliği olduğu gibi tanımlamamızı sağlayacaktır. Meditasyon pratiğine devam etmeden önce bu dört kategoriyi ezberlemek bir gelenek haline gelmiştir. 1. Beden- Bedenin hareketleri ve pozisyonları; 2. Hisler – Fiziksel acı, mutluluk, sükunet vb. ruhsal ve bedensel duyumlar; 3. Zihin – Zihinde ortaya çıkan geleceğe veya geçmişe dair iyi veya kötü düşünceler; 4. Dhammalar – Kişinin farkındalığını gölgeleyen ruhsal durumlar dahil olmak üzere meditatörün özel ilgi alanındaki zihinsel ve fiziksel fenomen grupları, kişinin gerçekliği deneyimlemesini sağlayan altı duyumuz ve daha başka birçok şey.
Beden, hisler, zihin ve dhammalardan oluşan bu dörtlü meditasyon pratiğinin dört temelini oluşturur. 3 Bu anın farkındalığını net olarak oluşturmak için bunları kullanırız. Öncelikle beden ile ilgili olarak, her fiziksel deneyimi, oluştuğu anda fark etmeye çalışırız. Örneğin kolumuzu esnettiğimizde zihnimizde sessizce “esnetme” deriz. Büktüğümüzde “bükmek”, oturduğumuzda “oturma”, yürüdüğümüzde “yürüme” deriz. Mantrayı kullanarak, beden hangi pozisyonda ise basitçe o pozisyonun ne olduğunun farkına vararak ve de hangi hareketi yapıyorsak onun temel doğasını fark ederek, bedenimizin durumunu, olduğu haliyle kendimize hatırlatırız. Bu şekilde gerçekliğin berrak farkındalığını yaratmak için kendi bedenimizi kullanmış oluruz.
Ardından, beden ve zihinde oluşan hislere sıra gelir. Acı hissettiğimiz zaman kendi kendimize “acı” deriz. Bu durumda, öfke veya hoşnutsuzluğun yükselmesine izin vermek yerine “acı…acı…acı…” kelimesini içimizden tekrarlayarak acının yalnızca bir his olduğunu görürüz. Acının ve bundan kaynaklanan olağan hoşlanmama duygusunun iki farklı şey olduğunu ve aslında acının kendisinde bir “kötülük” olmadığını ve de -onu kontrol veya değiştirme imkanımız olmadığı için- “bizim” olmadığını görürüz. Aynı şekilde, mutlu hissettiğimiz zamanda da kendi kendimize “mutlu, mutlu, mutlu” diyerek, deneyimin gerçek doğasını kendimize hatırlatarak bunu onaylarız.
Hoşa giden bir hissi uzaklaştırmaya çalışmıyoruz. Sadece buna bağlanmamaya ve dolayısıyla hissettiğimiz şey için bir alışkanlık, bağımlılık veya şiddetli arzu hali yaratmamaya çalışıyoruz. Acıda olduğu gibi, mutluluk ve bizim ondan hoşlanmamızın iki ayrı şey olduğunu ve mutlulukta aslında “iyi” bir şey olmadığını görmeye başlarız. Görürüz ki, mutluluğa yapışmak onun uzun sürmesine değil tam tersine bittiğinde tatminsizlik ve acı çekmeye neden oluyor.
Benzer şekilde sakin hissettiğimiz zamanlarda kendi kendimize “sakin, sakin, sakin” diyerek huzurlu duygular ortaya çıktıklarında onları net olarak görür ve bir bağımlılık geliştirmekten kaçınırız. Bu yolla, huzurlu duygulara karşı ne kadar az bağımlı olursak gerçekte o kadar çok huzurlu hale geldiğimizi görmeye başlarız.
Üçüncü temel ise düşüncelerimizdir. Geçmişteki olayları hatırladığımızda, bize ister acı ister zevk versin, kendi kendimize “düşünme, düşünme, düşünme” diye tekrar ederiz. Bağlanma veya kaçınmanın ortaya çıkmasına izin vermek yerine onların sadece oldukları haliyle biliriz – yalnızca düşünceler. 
Aynı şekilde, gelecek hakkında plan veya spekülasyon yaptığımızda, düşüncelerin içeriğini sevip sevmemek yerine yalnızca düşündüğümüzün farkına varmaya başlar ve böylece, bu düşüncelerden kaynaklanan korku, endişe veya stresten de korunmuş oluruz.
Dördüncü temel olan “dhammalar”, zihinsel ve fiziksel fenomenlerin çeşitli gruplarını içerirler. Bazıları ilk üç temelde de bulunmasına rağmen kolayca tanınabilmeleri açısından ilgili gruplarda tartışılmaları daha yerinde olacaktır. İlk grup dhammalar; zihinsel açıklığın önündeki beş engel olarak tanımlanır. Bunlar, kişinin uygulama yapmasını zorlaştıran haller olan; arzu, kaçınma, tembellik, dikkat dağılması ve şüphedir. Bunlar yalnızca açık bir zihne erişmeyi engellemekle kalmaz, ayrıca yaşamımızdaki bütün acıların ve stresin de nedenidirler.
Bunları anlamak ve zihnimizden boşaltmak için dikkatli, amaçlı bir çalışma yapmak bizim en üstün yararımızadır ki sonuçta meditasyon yapmanın gerçek amacı da budur. Bu şekilde, ne zaman bir arzu hissetsek, ne zaman sahip olmadığımız bir şeyi istesek, hatalı bir şekilde arzuyu ihtiyaca çevirmek yerine sadece bunun istek veya hoşlanma olduğunu zihnimizde tasdik ederiz. “isteme.. isteme..”, “hoşlanma, hoşlanma..” diyerek duygunun ne olduğunu kendimize hatırlatırız. Arzu ve bağlanmanın stres kaynağı olduğunu ve ileride istediğimiz şeylere sahip olamadığımızda veya hoşlandığımız şeyleri kaybettiğimizde hayal kırıklığı yaratacağını görmeye başlarız.
Kendimizi kızgın hissettiğimizde, ortaya çıkan zihinsel veya fiziksel deneyimlerden dolayı üzgün olduğumuzda, veya olmayanlardan dolayı hayal kırıklığı oluştuğunda bunu “kızgınlık, kızgınlık” veya “sevmeme, sevmeme..” diyerek tanımlarız. Üzgün, morali bozuk, sıkıntılı, korkmuş, depresif hissettiğimizde benzer şekilde her duyguyu “üzülme, üzülme..”, “moral bozukluğu, moral bozukluğu..” v.b. diyerek tanımlar ve bu negatif duygusal halleri destekleyerek nasıl kendi kendimize sıkıntı ve stres yarattığımızı açıkça görürüz. Kızgınlığın negatif sonuçlarını bir kez gördükten sonra doğal olarak gelecekte ondan uzak durmaya yöneliriz. Kendimizi tembel hissettiğimiz zamanlarda “tembellik, tembellik” veya “yorgunluk, yorgunluk” diyerek doğal enerjimizi tekrar kazanabileceğimizi keşfederiz. 
Dikkatimiz dağıldığında, korktuğumuzda veya strese girdiğimizde, “dikkat dağınıklığı, dikkat dağınıklığı..”, “korkma, korkma..” veya “streslenme, streslenme..” diyerek kendimizi daha odaklanmış hale getiririz. Benzer şekilde şüphe duyduğumuzda veya kafamız karıştığında kendi kendimize “şüphelenme, şüphelenme..” veya “karışık, karışık..” diyerek, sonuç olarak kendimizden daha emin hale geldiğimizi görürüz.
  Bu dört temelin net olarak farkında olmak, aşağıdaki bölümlerde açıklanan meditasyon pratiğinin temel tekniğini teşkil eder. Bu nedenle, meditasyon pratiğine başlamadan önce bu teorik çerçeveyi anlamak önemlidir.
Deneyimimizin nesneleri hakkında yargılayıcı düşüncelerimizi değiştirerek, bunların yerine berrak bir farkındalık oluşturmanın önemini anlamak ve takdir edebilmek nasıl meditasyon yapacağımızı öğrenmenin ilk adımıdır.
0 notes
bilmisler · 6 years ago
Text
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
https://bilmisler.com/meditasyon-nedir-detayli-anlatim/
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
Tumblr media
Meditasyon Nedir ?
       Bu konu, meditasyon pratiğinde pek veya hiç deneyimi olmayan ya da başka meditasyon türlerinde deneyimli fakat yeni bir meditasyon tekniği öğrenmekle ilgilenen kişiler için meditasyonun nasıl yapılacağına dair giriş niteliğinde bir sunum olarak hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Bu birinci bölümde, meditasyonun ne olduğunu ve uygulama yolunda nasıl ilerlemek gerektiğini açıklayacağım. Öncelikle, “meditasyon” kelimesinin herkes için farklı anlamlar içerdiğini anlamak önemlidir. Bazıları için meditasyon, sadece zihnin sakinleştirilmesi, bir tatil veya dünyasal gerçeklerden kaçış gibi huzurlu veya keyifli bir zihin hali yaratmak anlamındadır. Bazıları için ise meditasyon, olağanüstü deneyimler veya mistik, hatta sihirli farkındalık halleri oluşturma anlamına gelir. Bu kitapta meditasyonu, kelimenin kendi anlamına dayanarak tanımlamak istiyorum. “Meditasyon” kelimesi “ilaç (medicine)” kelimesiyle aynı dil kökeninden gelir.1
İlaç kelimesi, vücuttaki bir hastalığı iyileştirmek için kullanılan bir şey anlamına geldiğinden dolayı, meditasyonun ne olduğunun anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır Benzer şekilde, meditasyonu, zihindeki hastalığı iyileştirmede kullanılan şey olarak anlayabiliriz. Dahası, ilacın amacının, uyuşturucular gibi insanı geçici bir zevk ve mutluluk haline çıkartıp ardından etkisini yavaş yavaş kaybedip kişiyi daha önceki kadar hasta bırakmak olmayıp kalıcı bir değişiklik yaratmak, vücüdu sağlıklı ve sıhhatli doğal haline geri getirmektir.
Aynı şekilde, meditasyonun amacı da geçici bir huzur veya sakinlik hali yaratmak değil fakat korku, stres ve yapay koşullanmalardan acı çeken zihni, kalıcı olarak huzur dolu ve sağlıklı, özgün, doğal haline geri getirmektir. Bu yüzden, bu kitaba uygun olarak meditasyon yaptığınızda, her zaman huzurlu ve keyifli hissetmeyebileceğinizi lütfen anlayınız. Derinlere kök salmış stres, korku, hiddet, bağımlılık vb. ile çalışmak ve bir anlayışa ulaşmak, özellikle zamanımızın çoğunu zihnimizin bu negatif hallerinden kaçınmak veya bastırmak için harcadığımızı göz önüne aldığımızda, bazen çok tatsız bir süreç haline gelebilir.
Meditasyonun hiçbir şekilde huzur ve mutluluk getirmiyor görünebildiği bazı zamanlar olabilir, işte bu yüzden, meditasyonun bir uyuşturucu madde olmadığının altını çizmeliyiz. Yaptığınızda sizi mutlu hissettirecek, yapmadığınızda da ısırabınıza geri döndürecek birşey değildir. Meditasyonun amacı kişinin dünyaya bakışında gerçek bir değişiklik sağlamak, zihnini berrak doğal haline geri getirmektir. Meditasyon, hayatın doğal zorlukları ile daha iyi başa çıkabilmesini sağlayarak, kişinin gerçek ve kalıcı huzur ile mutluluğa ulaşmasına imkan vermelidir.
Bu değişimi kolaylaştırmak için kullanacağımız temel meditasyon tekniği, berrak bir farkındalık yaratmak olacak. Meditasyon esnasında yaşanan her bir deneyimin o anda net bir farkındalığını oluşturmaya çalışacağız. Meditasyonda olmadığımızda, yaşadığımız deneyimleri aynı anda “iyi”, “kötü”, “ben”, “benim” şeklinde yargılayarak tepki gösterme eğiliminde oluruz ve bu da ardından stres, acı ve zihinsel rahatsızlıklarımızın artışına yol açar. Nesne hakkında net bir düşünce yaratarak, bu tür yargılamaların yerine nesneyi zihinsel etiketleme yapmadan olduğu gibi tanımayı koyarız. Çok eski fakat iyi bilinen bir meditasyon aracı olan “mantra”nın kullanımı, berrak bir farkındalığın oluşumunda etkilidir.
Mantra, genellikle doğaüstü veya ilahi bir nesne üzerine zihni odaklamak anlamında kullanılan bir kelime veya tabirdir. Fakat biz burada mantrayı bir yargı ve yansıtma olmaksızın, yaşadığımız deneyimin olduğu gibi açıkça farkında olarak, dikkatimizi sıradan bir gerçeklik üzerine odaklayacak şekilde kullanıyoruz. Mantrayı bu şekilde kullanarak, deneyimimizin nesnelerini net olarak ve onlara bağımlılık geliştirmeden ya da onlardan kaçınmadan anlayabilmemizi sağlayabileceğiz. Örneğin bedenimizi hareket ettirirken “hareket” gibi onun özünü yakalayacak bir mantra kullanarak yaşadığımız deneyim hakkında berrak bir farkındalık yaratırız. 
Bir his deneyimlediğimizde, “hissetme”. Düşündüğümüzde, “düşünme”. Kızgın olduğumuzda, zihnimizde “kızgın” deriz. Acı hissettiğimizde, aynı şekilde sessizce “acı” kelimesini kendimize hatırlatırız. Yaşadığımız deneyimi doğru olarak tanımlayan bir kelime seçer ve bu kelimeyi iyi, kötü, ben, benim gibi yargıların ortaya çıkmasına izin vermeden bu deneyimin sadece ne olduğunu onaylamak için kullanırız. Mantra, ağızda veya kafamızın içinde bir kelime değil de nesnenin ne olduğuna dair basit, net bir farkındalık olmalıdır. Dolayısıyla kelime zihinde, yani nesnenin ta kendisinin oluştuğu yerde ortaya çıkmalıdır. Deneyimin somut (nesnel) doğasına zihnimizi odakladığı sürece hangi kelimeyi seçtiğimiz çok da önemli değildir.
Çok çeşidi olan deneyim nesnelerini tanımlama sürecini basitleştirmek için, deneyimi geleneksel olarak dört kategoriye bölüyoruz.2 Deneyimlediğimiz herşey bu dört kategoriden birine girecek, çalışmamızı sistematik hale getirmekte bize rehberlik edecek, hızla neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu anlamamızı ve gerçekliği olduğu gibi tanımlamamızı sağlayacaktır. Meditasyon pratiğine devam etmeden önce bu dört kategoriyi ezberlemek bir gelenek haline gelmiştir. 1. Beden- Bedenin hareketleri ve pozisyonları; 2. Hisler – Fiziksel acı, mutluluk, sükunet vb. ruhsal ve bedensel duyumlar; 3. Zihin – Zihinde ortaya çıkan geleceğe veya geçmişe dair iyi veya kötü düşünceler; 4. Dhammalar – Kişinin farkındalığını gölgeleyen ruhsal durumlar dahil olmak üzere meditatörün özel ilgi alanındaki zihinsel ve fiziksel fenomen grupları, kişinin gerçekliği deneyimlemesini sağlayan altı duyumuz ve daha başka birçok şey.
Beden, hisler, zihin ve dhammalardan oluşan bu dörtlü meditasyon pratiğinin dört temelini oluşturur. 3 Bu anın farkındalığını net olarak oluşturmak için bunları kullanırız. Öncelikle beden ile ilgili olarak, her fiziksel deneyimi, oluştuğu anda fark etmeye çalışırız. Örneğin kolumuzu esnettiğimizde zihnimizde sessizce “esnetme” deriz. Büktüğümüzde “bükmek”, oturduğumuzda “oturma”, yürüdüğümüzde “yürüme” deriz. Mantrayı kullanarak, beden hangi pozisyonda ise basitçe o pozisyonun ne olduğunun farkına vararak ve de hangi hareketi yapıyorsak onun temel doğasını fark ederek, bedenimizin durumunu, olduğu haliyle kendimize hatırlatırız. Bu şekilde gerçekliğin berrak farkındalığını yaratmak için kendi bedenimizi kullanmış oluruz.
Ardından, beden ve zihinde oluşan hislere sıra gelir. Acı hissettiğimiz zaman kendi kendimize “acı” deriz. Bu durumda, öfke veya hoşnutsuzluğun yükselmesine izin vermek yerine “acı…acı…acı…” kelimesini içimizden tekrarlayarak acının yalnızca bir his olduğunu görürüz. Acının ve bundan kaynaklanan olağan hoşlanmama duygusunun iki farklı şey olduğunu ve aslında acının kendisinde bir “kötülük” olmadığını ve de -onu kontrol veya değiştirme imkanımız olmadığı için- “bizim” olmadığını görürüz. Aynı şekilde, mutlu hissettiğimiz zamanda da kendi kendimize “mutlu, mutlu, mutlu” diyerek, deneyimin gerçek doğasını kendimize hatırlatarak bunu onaylarız.
Hoşa giden bir hissi uzaklaştırmaya çalışmıyoruz. Sadece buna bağlanmamaya ve dolayısıyla hissettiğimiz şey için bir alışkanlık, bağımlılık veya şiddetli arzu hali yaratmamaya çalışıyoruz. Acıda olduğu gibi, mutluluk ve bizim ondan hoşlanmamızın iki ayrı şey olduğunu ve mutlulukta aslında “iyi” bir şey olmadığını görmeye başlarız. Görürüz ki, mutluluğa yapışmak onun uzun sürmesine değil tam tersine bittiğinde tatminsizlik ve acı çekmeye neden oluyor.
Benzer şekilde sakin hissettiğimiz zamanlarda kendi kendimize “sakin, sakin, sakin” diyerek huzurlu duygular ortaya çıktıklarında onları net olarak görür ve bir bağımlılık geliştirmekten kaçınırız. Bu yolla, huzurlu duygulara karşı ne kadar az bağımlı olursak gerçekte o kadar çok huzurlu hale geldiğimizi görmeye başlarız.
Üçüncü temel ise düşüncelerimizdir. Geçmişteki olayları hatırladığımızda, bize ister acı ister zevk versin, kendi kendimize “düşünme, düşünme, düşünme” diye tekrar ederiz. Bağlanma veya kaçınmanın ortaya çıkmasına izin vermek yerine onların sadece oldukları haliyle biliriz – yalnızca düşünceler. 
Aynı şekilde, gelecek hakkında plan veya spekülasyon yaptığımızda, düşüncelerin içeriğini sevip sevmemek yerine yalnızca düşündüğümüzün farkına varmaya başlar ve böylece, bu düşüncelerden kaynaklanan korku, endişe veya stresten de korunmuş oluruz.
Dördüncü temel olan “dhammalar”, zihinsel ve fiziksel fenomenlerin çeşitli gruplarını içerirler. Bazıları ilk üç temelde de bulunmasına rağmen kolayca tanınabilmeleri açısından ilgili gruplarda tartışılmaları daha yerinde olacaktır. İlk grup dhammalar; zihinsel açıklığın önündeki beş engel olarak tanımlanır. Bunlar, kişinin uygulama yapmasını zorlaştıran haller olan; arzu, kaçınma, tembellik, dikkat dağılması ve şüphedir. Bunlar yalnızca açık bir zihne erişmeyi engellemekle kalmaz, ayrıca yaşamımızdaki bütün acıların ve stresin de nedenidirler.
Bunları anlamak ve zihnimizden boşaltmak için dikkatli, amaçlı bir çalışma yapmak bizim en üstün yararımızadır ki sonuçta meditasyon yapmanın gerçek amacı da budur. Bu şekilde, ne zaman bir arzu hissetsek, ne zaman sahip olmadığımız bir şeyi istesek, hatalı bir şekilde arzuyu ihtiyaca çevirmek yerine sadece bunun istek veya hoşlanma olduğunu zihnimizde tasdik ederiz. “isteme.. isteme..”, “hoşlanma, hoşlanma..” diyerek duygunun ne olduğunu kendimize hatırlatırız. Arzu ve bağlanmanın stres kaynağı olduğunu ve ileride istediğimiz şeylere sahip olamadığımızda veya hoşlandığımız şeyleri kaybettiğimizde hayal kırıklığı yaratacağını görmeye başlarız.
Kendimizi kızgın hissettiğimizde, ortaya çıkan zihinsel veya fiziksel deneyimlerden dolayı üzgün olduğumuzda, veya olmayanlardan dolayı hayal kırıklığı oluştuğunda bunu “kızgınlık, kızgınlık” veya “sevmeme, sevmeme..” diyerek tanımlarız. Üzgün, morali bozuk, sıkıntılı, korkmuş, depresif hissettiğimizde benzer şekilde her duyguyu “üzülme, üzülme..”, “moral bozukluğu, moral bozukluğu..” v.b. diyerek tanımlar ve bu negatif duygusal halleri destekleyerek nasıl kendi kendimize sıkıntı ve stres yarattığımızı açıkça görürüz. Kızgınlığın negatif sonuçlarını bir kez gördükten sonra doğal olarak gelecekte ondan uzak durmaya yöneliriz. Kendimizi tembel hissettiğimiz zamanlarda “tembellik, tembellik” veya “yorgunluk, yorgunluk” diyerek doğal enerjimizi tekrar kazanabileceğimizi keşfederiz. 
Dikkatimiz dağıldığında, korktuğumuzda veya strese girdiğimizde, “dikkat dağınıklığı, dikkat dağınıklığı..”, “korkma, korkma..” veya “streslenme, streslenme..” diyerek kendimizi daha odaklanmış hale getiririz. Benzer şekilde şüphe duyduğumuzda veya kafamız karıştığında kendi kendimize “şüphelenme, şüphelenme..” veya “karışık, karışık..” diyerek, sonuç olarak kendimizden daha emin hale geldiğimizi görürüz.
  Bu dört temelin net olarak farkında olmak, aşağıdaki bölümlerde açıklanan meditasyon pratiğinin temel tekniğini teşkil eder. Bu nedenle, meditasyon pratiğine başlamadan önce bu teorik çerçeveyi anlamak önemlidir.
Deneyimimizin nesneleri hakkında yargılayıcı düşüncelerimizi değiştirerek, bunların yerine berrak bir farkındalık oluşturmanın önemini anlamak ve takdir edebilmek nasıl meditasyon yapacağımızı öğrenmenin ilk adımıdır.
0 notes
bilmisler · 6 years ago
Text
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
https://bilmisler.com/meditasyon-nedir-detayli-anlatim/
Meditasyon Nedir ? Detaylı Anlatım !
Tumblr media
Meditasyon Nedir ?
       Bu konu, meditasyon pratiğinde pek veya hiç deneyimi olmayan ya da başka meditasyon türlerinde deneyimli fakat yeni bir meditasyon tekniği öğrenmekle ilgilenen kişiler için meditasyonun nasıl yapılacağına dair giriş niteliğinde bir sunum olarak hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Bu birinci bölümde, meditasyonun ne olduğunu ve uygulama yolunda nasıl ilerlemek gerektiğini açıklayacağım. Öncelikle, “meditasyon” kelimesinin herkes için farklı anlamlar içerdiğini anlamak önemlidir. Bazıları için meditasyon, sadece zihnin sakinleştirilmesi, bir tatil veya dünyasal gerçeklerden kaçış gibi huzurlu veya keyifli bir zihin hali yaratmak anlamındadır. Bazıları için ise meditasyon, olağanüstü deneyimler veya mistik, hatta sihirli farkındalık halleri oluşturma anlamına gelir. Bu kitapta meditasyonu, kelimenin kendi anlamına dayanarak tanımlamak istiyorum. “Meditasyon” kelimesi “ilaç (medicine)” kelimesiyle aynı dil kökeninden gelir.1
İlaç kelimesi, vücuttaki bir hastalığı iyileştirmek için kullanılan bir şey anlamına geldiğinden dolayı, meditasyonun ne olduğunun anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır Benzer şekilde, meditasyonu, zihindeki hastalığı iyileştirmede kullanılan şey olarak anlayabiliriz. Dahası, ilacın amacının, uyuşturucular gibi insanı geçici bir zevk ve mutluluk haline çıkartıp ardından etkisini yavaş yavaş kaybedip kişiyi daha önceki kadar hasta bırakmak olmayıp kalıcı bir değişiklik yaratmak, vücüdu sağlıklı ve sıhhatli doğal haline geri getirmektir.
Aynı şekilde, meditasyonun amacı da geçici bir huzur veya sakinlik hali yaratmak değil fakat korku, stres ve yapay koşullanmalardan acı çeken zihni, kalıcı olarak huzur dolu ve sağlıklı, özgün, doğal haline geri getirmektir. Bu yüzden, bu kitaba uygun olarak meditasyon yaptığınızda, her zaman huzurlu ve keyifli hissetmeyebileceğinizi lütfen anlayınız. Derinlere kök salmış stres, korku, hiddet, bağımlılık vb. ile çalışmak ve bir anlayışa ulaşmak, özellikle zamanımızın çoğunu zihnimizin bu negatif hallerinden kaçınmak veya bastırmak için harcadığımızı göz önüne aldığımızda, bazen çok tatsız bir süreç haline gelebilir.
Meditasyonun hiçbir şekilde huzur ve mutluluk getirmiyor görünebildiği bazı zamanlar olabilir, işte bu yüzden, meditasyonun bir uyuşturucu madde olmadığının altını çizmeliyiz. Yaptığınızda sizi mutlu hissettirecek, yapmadığınızda da ısırabınıza geri döndürecek birşey değildir. Meditasyonun amacı kişinin dünyaya bakışında gerçek bir değişiklik sağlamak, zihnini berrak doğal haline geri getirmektir. Meditasyon, hayatın doğal zorlukları ile daha iyi başa çıkabilmesini sağlayarak, kişinin gerçek ve kalıcı huzur ile mutluluğa ulaşmasına imkan vermelidir.
Bu değişimi kolaylaştırmak için kullanacağımız temel meditasyon tekniği, berrak bir farkındalık yaratmak olacak. Meditasyon esnasında yaşanan her bir deneyimin o anda net bir farkındalığını oluşturmaya çalışacağız. Meditasyonda olmadığımızda, yaşadığımız deneyimleri aynı anda “iyi”, “kötü”, “ben”, “benim” şeklinde yargılayarak tepki gösterme eğiliminde oluruz ve bu da ardından stres, acı ve zihinsel rahatsızlıklarımızın artışına yol açar. Nesne hakkında net bir düşünce yaratarak, bu tür yargılamaların yerine nesneyi zihinsel etiketleme yapmadan olduğu gibi tanımayı koyarız. Çok eski fakat iyi bilinen bir meditasyon aracı olan “mantra”nın kullanımı, berrak bir farkındalığın oluşumunda etkilidir.
Mantra, genellikle doğaüstü veya ilahi bir nesne üzerine zihni odaklamak anlamında kullanılan bir kelime veya tabirdir. Fakat biz burada mantrayı bir yargı ve yansıtma olmaksızın, yaşadığımız deneyimin olduğu gibi açıkça farkında olarak, dikkatimizi sıradan bir gerçeklik üzerine odaklayacak şekilde kullanıyoruz. Mantrayı bu şekilde kullanarak, deneyimimizin nesnelerini net olarak ve onlara bağımlılık geliştirmeden ya da onlardan kaçınmadan anlayabilmemizi sağlayabileceğiz. Örneğin bedenimizi hareket ettirirken “hareket” gibi onun özünü yakalayacak bir mantra kullanarak yaşadığımız deneyim hakkında berrak bir farkındalık yaratırız. 
Bir his deneyimlediğimizde, “hissetme”. Düşündüğümüzde, “düşünme”. Kızgın olduğumuzda, zihnimizde “kızgın” deriz. Acı hissettiğimizde, aynı şekilde sessizce “acı” kelimesini kendimize hatırlatırız. Yaşadığımız deneyimi doğru olarak tanımlayan bir kelime seçer ve bu kelimeyi iyi, kötü, ben, benim gibi yargıların ortaya çıkmasına izin vermeden bu deneyimin sadece ne olduğunu onaylamak için kullanırız. Mantra, ağızda veya kafamızın içinde bir kelime değil de nesnenin ne olduğuna dair basit, net bir farkındalık olmalıdır. Dolayısıyla kelime zihinde, yani nesnenin ta kendisinin oluştuğu yerde ortaya çıkmalıdır. Deneyimin somut (nesnel) doğasına zihnimizi odakladığı sürece hangi kelimeyi seçtiğimiz çok da önemli değildir.
Çok çeşidi olan deneyim nesnelerini tanımlama sürecini basitleştirmek için, deneyimi geleneksel olarak dört kategoriye bölüyoruz.2 Deneyimlediğimiz herşey bu dört kategoriden birine girecek, çalışmamızı sistematik hale getirmekte bize rehberlik edecek, hızla neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu anlamamızı ve gerçekliği olduğu gibi tanımlamamızı sağlayacaktır. Meditasyon pratiğine devam etmeden önce bu dört kategoriyi ezberlemek bir gelenek haline gelmiştir. 1. Beden- Bedenin hareketleri ve pozisyonları; 2. Hisler – Fiziksel acı, mutluluk, sükunet vb. ruhsal ve bedensel duyumlar; 3. Zihin – Zihinde ortaya çıkan geleceğe veya geçmişe dair iyi veya kötü düşünceler; 4. Dhammalar – Kişinin farkındalığını gölgeleyen ruhsal durumlar dahil olmak üzere meditatörün özel ilgi alanındaki zihinsel ve fiziksel fenomen grupları, kişinin gerçekliği deneyimlemesini sağlayan altı duyumuz ve daha başka birçok şey.
Beden, hisler, zihin ve dhammalardan oluşan bu dörtlü meditasyon pratiğinin dört temelini oluşturur. 3 Bu anın farkındalığını net olarak oluşturmak için bunları kullanırız. Öncelikle beden ile ilgili olarak, her fiziksel deneyimi, oluştuğu anda fark etmeye çalışırız. Örneğin kolumuzu esnettiğimizde zihnimizde sessizce “esnetme” deriz. Büktüğümüzde “bükmek”, oturduğumuzda “oturma”, yürüdüğümüzde “yürüme” deriz. Mantrayı kullanarak, beden hangi pozisyonda ise basitçe o pozisyonun ne olduğunun farkına vararak ve de hangi hareketi yapıyorsak onun temel doğasını fark ederek, bedenimizin durumunu, olduğu haliyle kendimize hatırlatırız. Bu şekilde gerçekliğin berrak farkındalığını yaratmak için kendi bedenimizi kullanmış oluruz.
Ardından, beden ve zihinde oluşan hislere sıra gelir. Acı hissettiğimiz zaman kendi kendimize “acı” deriz. Bu durumda, öfke veya hoşnutsuzluğun yükselmesine izin vermek yerine “acı…acı…acı…” kelimesini içimizden tekrarlayarak acının yalnızca bir his olduğunu görürüz. Acının ve bundan kaynaklanan olağan hoşlanmama duygusunun iki farklı şey olduğunu ve aslında acının kendisinde bir “kötülük” olmadığını ve de -onu kontrol veya değiştirme imkanımız olmadığı için- “bizim” olmadığını görürüz. Aynı şekilde, mutlu hissettiğimiz zamanda da kendi kendimize “mutlu, mutlu, mutlu” diyerek, deneyimin gerçek doğasını kendimize hatırlatarak bunu onaylarız.
Hoşa giden bir hissi uzaklaştırmaya çalışmıyoruz. Sadece buna bağlanmamaya ve dolayısıyla hissettiğimiz şey için bir alışkanlık, bağımlılık veya şiddetli arzu hali yaratmamaya çalışıyoruz. Acıda olduğu gibi, mutluluk ve bizim ondan hoşlanmamızın iki ayrı şey olduğunu ve mutlulukta aslında “iyi” bir şey olmadığını görmeye başlarız. Görürüz ki, mutluluğa yapışmak onun uzun sürmesine değil tam tersine bittiğinde tatminsizlik ve acı çekmeye neden oluyor.
Benzer şekilde sakin hissettiğimiz zamanlarda kendi kendimize “sakin, sakin, sakin” diyerek huzurlu duygular ortaya çıktıklarında onları net olarak görür ve bir bağımlılık geliştirmekten kaçınırız. Bu yolla, huzurlu duygulara karşı ne kadar az bağımlı olursak gerçekte o kadar çok huzurlu hale geldiğimizi görmeye başlarız.
Üçüncü temel ise düşüncelerimizdir. Geçmişteki olayları hatırladığımızda, bize ister acı ister zevk versin, kendi kendimize “düşünme, düşünme, düşünme” diye tekrar ederiz. Bağlanma veya kaçınmanın ortaya çıkmasına izin vermek yerine onların sadece oldukları haliyle biliriz – yalnızca düşünceler. 
Aynı şekilde, gelecek hakkında plan veya spekülasyon yaptığımızda, düşüncelerin içeriğini sevip sevmemek yerine yalnızca düşündüğümüzün farkına varmaya başlar ve böylece, bu düşüncelerden kaynaklanan korku, endişe veya stresten de korunmuş oluruz.
Dördüncü temel olan “dhammalar”, zihinsel ve fiziksel fenomenlerin çeşitli gruplarını içerirler. Bazıları ilk üç temelde de bulunmasına rağmen kolayca tanınabilmeleri açısından ilgili gruplarda tartışılmaları daha yerinde olacaktır. İlk grup dhammalar; zihinsel açıklığın önündeki beş engel olarak tanımlanır. Bunlar, kişinin uygulama yapmasını zorlaştıran haller olan; arzu, kaçınma, tembellik, dikkat dağılması ve şüphedir. Bunlar yalnızca açık bir zihne erişmeyi engellemekle kalmaz, ayrıca yaşamımızdaki bütün acıların ve stresin de nedenidirler.
Bunları anlamak ve zihnimizden boşaltmak için dikkatli, amaçlı bir çalışma yapmak bizim en üstün yararımızadır ki sonuçta meditasyon yapmanın gerçek amacı da budur. Bu şekilde, ne zaman bir arzu hissetsek, ne zaman sahip olmadığımız bir şeyi istesek, hatalı bir şekilde arzuyu ihtiyaca çevirmek yerine sadece bunun istek veya hoşlanma olduğunu zihnimizde tasdik ederiz. “isteme.. isteme..”, “hoşlanma, hoşlanma..” diyerek duygunun ne olduğunu kendimize hatırlatırız. Arzu ve bağlanmanın stres kaynağı olduğunu ve ileride istediğimiz şeylere sahip olamadığımızda veya hoşlandığımız şeyleri kaybettiğimizde hayal kırıklığı yaratacağını görmeye başlarız.
Kendimizi kızgın hissettiğimizde, ortaya çıkan zihinsel veya fiziksel deneyimlerden dolayı üzgün olduğumuzda, veya olmayanlardan dolayı hayal kırıklığı oluştuğunda bunu “kızgınlık, kızgınlık” veya “sevmeme, sevmeme..” diyerek tanımlarız. Üzgün, morali bozuk, sıkıntılı, korkmuş, depresif hissettiğimizde benzer şekilde her duyguyu “üzülme, üzülme..”, “moral bozukluğu, moral bozukluğu..” v.b. diyerek tanımlar ve bu negatif duygusal halleri destekleyerek nasıl kendi kendimize sıkıntı ve stres yarattığımızı açıkça görürüz. Kızgınlığın negatif sonuçlarını bir kez gördükten sonra doğal olarak gelecekte ondan uzak durmaya yöneliriz. Kendimizi tembel hissettiğimiz zamanlarda “tembellik, tembellik” veya “yorgunluk, yorgunluk” diyerek doğal enerjimizi tekrar kazanabileceğimizi keşfederiz. 
Dikkatimiz dağıldığında, korktuğumuzda veya strese girdiğimizde, “dikkat dağınıklığı, dikkat dağınıklığı..”, “korkma, korkma..” veya “streslenme, streslenme..” diyerek kendimizi daha odaklanmış hale getiririz. Benzer şekilde şüphe duyduğumuzda veya kafamız karıştığında kendi kendimize “şüphelenme, şüphelenme..” veya “karışık, karışık..” diyerek, sonuç olarak kendimizden daha emin hale geldiğimizi görürüz.
  Bu dört temelin net olarak farkında olmak, aşağıdaki bölümlerde açıklanan meditasyon pratiğinin temel tekniğini teşkil eder. Bu nedenle, meditasyon pratiğine başlamadan önce bu teorik çerçeveyi anlamak önemlidir.
Deneyimimizin nesneleri hakkında yargılayıcı düşüncelerimizi değiştirerek, bunların yerine berrak bir farkındalık oluşturmanın önemini anlamak ve takdir edebilmek nasıl meditasyon yapacağımızı öğrenmenin ilk adımıdır.
0 notes