#3.gözünü açan insanlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kalp çakrasının tamamen açılması demek, yaşamı ruhsal ve fiziksel boyutu ile aynı anda algılayabilmek; ruhsal, zihinsel ve fiziksel formun hizalanması demektir.
Kalp çakrası, ruhsal bilgiyi temsil eden üst çakralarımız ile fiziksel bilgiyi temsil eden alt çakralar arasında bir köprüdür.
Kalp çakra dengesine ulaşmak ruhsal uyanış aşamalarından biridir. Enerji bedenimizdeki ilk üç çakra dünyevi ve fiziksel olan somut enerjiyi temsil ederken kalp çakrası ve üstündeki diğer çakralar spiritüel bilgiyi temsil eder.
1. çakramız kök çakra, 2. çakramız sakral çakra, 3. çakramız mide çakrası dünyevi algımıza ait olan enerji bedenimiz; 4. çakramız kalp çakra soyut ve somut enerjiyi hizaladığımız merkez; 5. çakra boğaz, 6. çakra üçüncü göz ve 7. tepe çakra ise ruhsal bilgiyi bedenimize kabul, idrak ve uyumladığımız alanlarımızdır.
Kalp çakrası somut ve soyut olanı birbirine bağlayan merkezi çakramızdır. Bu yüzden kalp çakra dengesi, hayatı somut ve soyut enerjileri dengeli deneyimleyerek yaşamamazı sağlar.
Kalbin uyanışı, kalp gözünün açılması yaşadığımız boyutu algılayışımızı aşama aşama değiştiren bir süreçle gerçekleşir.
Daha önce karşılaşmadığınız bu hissin bir süre öncesinde muhtemelen zorlu bir yaşam kesiti atlatmış veya uzun süre iç sesinizle kaldığınız bir dönem geçirmiş olabilirsiniz.
O dönemde “dark night of the soul”(ruhun karanlık gecesi) diye tanımlanan, dibe vurduğunuz anlar geçirmişsinizdir. Bu süreç farkındalık düzeyine göre uzun ya da kısa ama kesinlikle öğreticidir. Kalbinizle ve en içten gerçeğinizle bağlantıya geçmenize yol açan bir demlenme sürecidir aslında.
Ruhen inceldiğinizi hissedersiniz keskin ve incitici duygulardan uzaklaştığınızı ve kalbinizin sesini daha çok duymaya başladığınızı. Kalple bağlantınız arttıkça kalbiniz uyanmaya başlar. Doğayla daha ruhsal bir temas kurduğunuzu hissedersiniz. Gökyüzü ve hayvanlar buna dahil. İnsana özgü davranışları daha az yargılarsınız ve kabul başlar.
Yargısızlık hali, kabul boyutu yükselip, anda kaldığınız süre uzadıkça kalbinizde saf sevgiyi hissetmeye başlarsınız. Herkese ve yaratılmış her şeye sevgi hissiniz büyür; bazen sevginin kalbinizden taştığını taşıyamayacağınız kadar yükseldiğini, dünyasal tanımların yetmediği bir eşiği geçtiğini hissedersiniz ve zaten, bir tanımı olmaksızın bu histe kalmak istersiniz. Bu anlar sıklaşır bazen de tek ve uzun süren tek bir andır. Bu anlarda, enerji farkındalığı olan veya meditasyon pratiği olan biri gözünü kapadığında, kalp çakrası ve üstü çakralardan birinin ya da bir kaçının renklerinin ışık olarak aktığını görebilir. (Yeşil, macenta, koyu mor-mavi)
Şaşırtıcı ve teslimiyet isteyen anlardır. Bu “bliss”; saf sevgi içindeki yüksek mutluluk halidir. Bu aydınlanma ânı hep kalmak istediğiz enerjidir ama enerji değişkendir. Bu enerjiye bir kez geçtiğinizde onu kaybetmekten korkmayın sadece değişen ve dönüşen enerjilere izin verin ve yargısız olun.
Yaydığınız enerji yani auranız değişmiştir. İhtiyaç duyduklarınız ve size ihtiyaç duyanlarla buluşacağınız bir frekansa geçersiniz. Doğadan, gördüklerinizden, duyduklarınızdan, yaşadıklarınızdan aldığınız mesajlar sıklaşır. Eş zamanlılıklar başlar. Tekrarlayan sayılar sıkça, saatler veya görseller aracılığıyla farkedilir düzeyde sıklıkla karşınıza çıkmaya başlar ( en çok 1111; 2222) Bu evrenin sizinle iletişim şeklidir. Yaratıcılığınız ve aklınızdan geçenlerin karşınıza çıktığı deneyimler çoğalır.
Somut veriye alışmış zihnin soruları artar, anlam aramaya başlarsınız. Burada egoya kapılmamak yani zihinsel telaşlardan arınıp nötr duyumsama haline alışmak zamanla olur çünkü yaşamı kalp boyutunda algılama seviyesiyle yeni tanışıyorsunuz.
Sadece akışta kalın. Sonuç, sıfat, tanım aramayın.
Zaten devamında, merak ettiğiniz ve ihtiyacınız olan bilgiler; türlü yollardan; iletişim araçları, insanlar, sözler, görseller, tanışıklıklar, fırsatlar, olaylar aracılığıyla size ulaşır.
Kısacası sizin yaşam stilinizde size hangi kanaldan ulaşabilirse oradan karşınıza çıkarak öğrenmeniz gerekenler ve almaya hazır olduğunuz bilgi farkındalığınızda mutlaka serpilir.
Daha önce farketmediğiniz yetenekleriniz, yeni ilgi alanlarınız ortaya çıkar, dünyevi hayattaki alışkanlıklarınızı sorgulamaya başlarsınız, yüzeysel sohbetler eskisi kadar ilginizi çekmez, ilişkilerinizi yeniden ele alır hayatınızdan çıkması gereken kişi ve enerjilere yol verebilirsiniz ve bunu sevgiyle yaparsınız.
Bu, kendinize ve ruhunuzun isteklerine daha çok zaman ve enerji vermeye ihtiyaç duyduğunuzdan dolayıdır. Somut yaşamınızda fiziksel, mekansal, statüsel değişiklikler gerçekleşebilir. Zaman algınız değişebilir, empati gücünüz, sezgileriniz, rüyalarınız artar. Yapıcı bir bencillik oluşabilir.
Aynı zamanda sezgisel empati kuracağınız yeni ilişkiler kurarsınız. Yaşamda size yol arkadaşlığı yapacak ve ruhun isteklerini destekleyecek yeni kişilerle daha doyurucu ilişkiler hayatınıza katılmaya başlar.
Arınmanız gereken bilinç dışı blokaj ve kayıtlarınızla yüzleşip temizlemeniz için, sizi zorlayacak deneyimler hiç yoktan ortaya çıkabilir ancak sorun olarak gördüğünüz konuları çözme şekliniz farkındalığınız arttığı için daha kolay ve ders niteliğinde olacaktır.
Herkesin kalp uyanış süreci kendine özeldir. Bu geri dönüşü olmayan farkındalıkla evrilen bir hayat felsefesi yaratımıdır.
Kıyas, bilgelik taslama, sorgu ve diğer tüm egosal dürtüler süreci yavaşlatabilir.
Kalp gözüyle bakmak kalp gözünden algılamak her şeyden önce kendimize şefkat ve kendimizi kabul ile başlar; enerjisi ise çabasızca kolektife etki ederek evrensel frekansı yükseltir.
2 notes
·
View notes
Text
3.GÖZ AÇMA TEKNİĞİ. Üçüncü göz nasıl açılır?
3.GÖZ AÇMA TEKNİĞİ. Üçüncü göz nasıl açılır? Epifiz bezi ve 3.Göz Sırları #epifiz #üçüncügöz #gözperdesi #parapsikoloji #3göz
3.göz açma tekniği. En etkili 3.göz açma teknikleri nelerdir? 3. göz açılınca ne olur? Üçüncü göz nasıl açılır? Epifiz bezi ve Üçüncü Gözün Sırları serisinin yedinci bölümü. Sizde bu video ile üçüncü gözünüzü açacak spiritüel bir yolculuğa hazır olacaksınız. Üçüncü gözü açmanın birçok tekniği Üçüncü gözü açmanın birçok tekniği bulunmaktadır. Bunlar kişiye göre değişir. Bir tekniğin bir kişide…
View On WordPress
#2022#3 göz#3. göz#3. göz açılınca ne olur#3. göz açma#3. göz nasıl açılır#3.göz#3.göz açan insanlar#3.göz açık insanlar#3.göz açma#3.göz açma teknikleri#3.göz aktivasyonu#3.göz epifiz#3.göz meditasyonu#3.göz nasıl açılır#3.göz nedir#3.gözü açma#3.gözünü açan insanlar#epifiz bezi#epifiz bezi açma#epifiz bezi aktivasyonu#göz perdesi#halil bakmış#meditasyon#üçüncü göz#ucuncu goz acmak#üçüncü göz nasıl açılır#üçüncü gözü açma#üçüncü gözü açmak
0 notes
Text
Yaşayabilmek İçin Soruyor Musunuz, Ne Olur Böyle?
Kesintiler, engebeler, engellemeler, kuşatma ve biteviye çitlemeler ile bir hayat mefhumu bu sınırlardaki o istek, arzu delik deşik olunuyor. Yaşamı, o eylemi var etmek, sorgulamak imkan dışı bir tahayyül belleniyor. Duraksamak yok, şüphe yok, yarın ne getirir bahsi yok, hep bir an ve şimdinin içerisinde muktedir sıradanın hayatına gözünü dikiyor. Erk, muktedir, iktidar tüm o şablonlarla belirlediği, keskinleştirdiği yurttaş profilini uygulamaya çalışıyor, ne ki hayatsız.
Bütün, var edilmek istenen mesel hayat istencinin esamesinin bile okunmadığı bir rehineliğin ta kendisi olduğu muştulanıyor. Ye, iç, çoğal ve mütemadiyen ama hiç kesintisiz olarak çürü! Durmak yok yola devam diyerek, bir asgari ücrete mahkum kılıp, en az üç çocuk formülünü dayatıp hep ama hep bir biçimde yaşamı dizayn etme tahayyülünde onun nasıl elden avuçtan çalındığını gösteren bir tahayyül artık hakikattir. Muktedir olan için yaşam eylemi sıradanlar için çekilmesi gereken bir cefadır. Var edilen ile bir zamanlar var olan edim, eylem bugün ol çabalarla defolu kılınıyor. Yaşam yerine ikame edilen bir rutin fasit döngüde tamamı devletli tahayyülünden imal bir karanlık döngü biçimlendiriliyor.
Geleceği çalınmış, maaşı iyice kuşa dönmüş insanlara piyango size de çıkabilir anonsları ile dalga geçiliyor. O piyango salt / sırf muktedire vurmazmış gibi. Cerahati ile yıkım cüretiyle, kentleri delik deşil edip bir de yeni kentler, kanallar, limanlar vs. yapma derdine düşmüşken o muktedir, o şehirleri var eden insanların rızklarını öğüten bir düzendir o hayat ediminin her ne halde olduğunu bildirecek olan. Bitimsiz bir karabasan halidir ol döngü. Vahamet bunun yeni ülkenin bir tahayyülü olarak sunulmasıdır. Muş’un bir köyündeki öğretmenin, öğrencisinin ol sırt çantasını paylaşmasından sonra çıkagelen bir tahayyüldür bariz, kesintisiz, doğrudan tüm bu anlattığımız mesele. “Annesinin battaniyeden diktiği sırt çantalı resmi çeken Muş'un Çınarlı Köyü öğretmeni Selvan Erek görevinden alınır.”
Ana akım medyanın lağım çukuru bir mevzisi olan Yeni Şafak, eline ulaştırılmış polis bülteni tadındaki metni şu şekilde paylaşır. “10-12 yaşlarındaki öğrencisinin yüzünü de açık açık gösteren öğretmen Erek, maddi imkansızlıklar nedeniyle öğrencisine çanta alınamadığını, bu yüzden ailesinin battaniyeden çanta yaptığını iddia etti. Yeni Şafak’ın edindiği bilgiye göre iddia, sosyal medya hesabından PKK’nın siyasi uzantısı HDP’ye destek mahiyetinde beğenilerde bulunan öğretmen Erek’in kurgusu çıktı.
Eğitim yılı başlangıcında bahse konu öğrenci dahil okuldaki herkese çanta ve kırtasiye malzemesi dağıtıldığı, ayrıca çocuğun ailesine de aylık 600 lira eğitim yardımı yapıldığı ifade edildi. Bir öğrencisini algı operasyonuna alet etmekten çekinmeyen öğretmen Erek’in görevden alınacağı öğrenildi.” Geleceği çalınmış, çürütülmüş bir yerde oluşturulan düzenek hayatı hiçleştirmektedir bariz bir hiç / eksik. Kötülüğü ele almış, bir insanın yoksulluğa karşı sergilediği yeniden var etme direncini, bir yol açma çabasını bile hakir görecek zihniyetin at koşturduğu bir yerde hayatın esamesi okunmaz, okutulmaz. Düzen bunun için vardır, o’nun adı hala bir düzense şayet.
Tüm tahayyüller boşa çıkartılırken, devletlinin sahip çıktığı cerahat bu menzilde yaşam biçimi kılınır. Hep eksik, hiç aralıksız yaralar bahşeden, düzenin sacayakları olarak dillendirilip var edilmiş tüm öğütücü hamlelerin yekununa rehinelik laf değil hayat diye sunulur, pay edilir. Ol cerahati güncelleyen, soluk almayı bile imkansızın odağına taşıyan bir menzil halinde hangi hayat iminden bahis açılabilir.
Bütün bu düş kırımı sahnesinden bir gerçeklik hali biçimlendiriliyor. Ekranlarda aralıksız oradan, buradan, şuradan protesto gösterileri, devletlerin uygun gördükleri şiddet seremonileri akarken bunlar sahiden bu menzilde hiç ama hiçbir zaman var edilmemiş gibi davranan bir ikiyüzlülük haliyle, yıkımın var edilmesi halidir mesele. Sarı Yelekliler’den, Viktatör diye bağıran Macar halkından, bir devrimi tamamlamaya çalışan Ermenilerden, zam üstüne zammı norm kılmaya isyan eden İsrail halkına pek çok yerde bu ülkenin de sorunları olan mesellere ses verilirken, eylemler planlanırken, Burası Paris mi diye bir cümlecik kurar, bay herkesin her bir şeysi! Sokağa çıkarsanız görürsünüz diye buyurur kendileri. Eline kalem verdiği bir zat Gezi’ye katılanların başları kesilmelidir diye buyururken, ana gövdeye kendisini entegre etmek için her haltı yiyebilecek bir insanlık düşmanı 0.01 “Milletimiz, devletimiz Gezi ve 15 Temmuz'da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere misliyle cevap verecek güçtedir” der.
Bir menzilin yaşamla ilintisini tüketme gailesinde var edilen yer, kat edilen mesafenin tamamı ile oluşturulan çukurun, yıldırının, çürütmenin Türkçe’sidir mesele. Kesintiler, ön almalar ve mütemadiyen iyi bir yer sayıklamaları bildirilirken cerahatin varlığı örtbas olunmaktadır hala. Bu kadar afaki bir hayat karşıtlığı bugünün sorunudur. Salt bir kimlik için değil, muktedirliğin tadına varmış dünkü ile bugünkü Türk için dahi yaşatmazlık bahsinin güncelliği meseleyken bunları hala konuşturulmamasıdır hayat mefhumunun delik deşikliğini bildirecek olan. Hayat her nedir, kendinize soruyor musunuz?
Biçimlendirilen ile anılanın arasındaki derin uçurumun güncelliğinde hayat meselinin karşılığı hala yanıt beklemektedir. Biypolitik bir yıldırı menzili güncellenirken dış değil içteki yıkımlar tazeyken her güne içkin bir hadiseyken, eskiden / yeni imal edilirken hayat her ne olacaktır, ne olmuştur? Tahakkümün varlığı, oluşturulan cerahatin niteliği ve her günün bir kez daha yıkıma rehineliği meseldir. İnsanların hakkından, hukukundan feragat olunup, yıkıma rehin olunduğu bir düzlem şekillendirilmektedir. Cerahatin fecaat hali artık her yerdedir. Menzilin duraksamadan çürümeye sevk olunduğu yerde delik deşik bahsi bir imgelem değildir artık. Ol hayatın ta kendisidir. Ne hale koyulduğunu ifşa edendir.
Türk Tabipler Birliği Yönetimi hakkında iddianame hazırlanır: “Herkes Terörist İlan Edilir.” Evrensel Gazetesi’nden Burcu Yıldırım’ın haberidir. “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey üyelerine “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle açılan davanın iddianamesinde adeta sinekten yağ çıkarıldı. Önceki dönem Merkez Konsey üyelerine barış çağrısı yaptıkları gerekçesiyle 30 Ocak 2018 tarihinde operasyon düzenlenerek bir hafta gözaltında tutulmuşlardı. TTB yöneticileri hakkında hazırlanan iddianamenin davası 27 Aralık 2018 tarihinde Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. İddianamede TTB binasına geçen yıl yapılan operasyonda el konulan dijital materyallerin, basına gönderilen ve HDP'den gelen e- postaların suç unsuru olarak gösterilen iddianamede, suç teşkil ettiği iddia edilen delillerin arasında hekimlerin eylemlerde kullandıkları afişler, Deniz Gezmiş'in fotoğrafları, Gezi eylemine dair fotoğraflar, insan hakları ihlalleriyle ilgili tutulan raporlar, sosyal medya paylaşımları, doktor raporlarına kadar her şey yer aldı.”
“Konferans ve etkinliklerde Abdullah Öcalan ile Fettullah Gülen'in de resimlerinin açıldığı iddiasının yanı sıra OHAL koşullarında sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve Sur'da yaşanan hak ihlallerinin raporu da var. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Diyarbakır Tabip Odası (DTO), raporları üzerinde durulduğu görülüyor. İddianamede, “Kandil'e yapılan operasyonla birlikte dur durak bilmeyen çatışmalı bir süreci girildi. Ve sadece birkaç ay içerisinde sayıları yüzleri bulan masum siviller, örgüt militanları, askerler, polisler yaşamını yitirdi” ifadeleri 'suç'a örnek olarak gösteriliyor.
İddianamede yer alan ve Afrin Operasyonu'nu karşı söylenen her söz, yapılan her eleştiri suç sayılırken, terör örgütüne destek mahiyetinde sayılıyor. Bu nedenlerle şüphelilerin ayrı ayrı cezalandırılmaları istendi. İddianamede “Kayıtlı dergi, dijital materyallere ilişkin imaj ve exportların, afişlerin ve örgütsel materyallerin dosyasında delil olarak saklanmasına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur” ifadeleri yer alıyor.”
Bir menzildeki hayat hakkını savundukları için, meslekleri yaşamı korumak olan hekimler hedef kılınır. Barış tahayyülünün etrafından, kıyısından, köşesinden değil tam da ortasından bahis açan insanlar için “suç” yaratılır. Muktedirin iktidarı, medyası, yönlendirdiği kanaatçi zümre, maniple ettiği halk kitlesi ile bu yıkımlar peyderpey kılınır. Barışmak eyleminin tüm o unsurları artık bu ülkenin müşterekler lügatinden çıkartılandır. Vay halimize...
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Sokağa çıkma yasakları döneminde yasakların son bulması barış ortamının sağlanması için hazırlanan “Barış bildirisi”ne imza atan akademisyenlerin davasından ceza çıktı. Eski TTB Başkanı Profesör Gençay Gürsoy’a ertelemesiz 2 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Bu kapsamda bin 100’den fazla akademisyenin imzasıyla yayımlanan barış bildirisiyle ilgili “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davalarda İstanbul’da ilk kez bir hapis cezası kararı çıktı.”
“Kararı Artı Gerçekten Meryem Yıldırım’a değerlendiren 79 yaşındaki Gürsoy, bel fıtığı rahatsızlığı nedeniyle mahkemeye gönderdiği raporun kabul edilmeyerek bugün görülen davada hakkında “gıyabında” karar verildiğini söyledi:
“TTB Başkanlığı yapmam, ağırlaştırılmış neden sayıldı. Röportaj, yazılar, tweetler deniyor ama bunların hiçbiri dosyada görünmüyor. Avukatların haberi yok. Dosyada son dakikada yerleştirilmiş ‘deliller’ olarak konuyor ve bütün bunlar ağırlaştırılmış neden sayılıyor.”
Bugüne kadar barış bildirisine ilişkin davalarda 1 sene 3 ay ceza çıktığını, kendisine ise 2 yıl 3 ay hapis cezası verildiğini ve ertelenmediğine dikkat çeken Gürsoy, nedenini ise şöyle açıkladı: “TTB Başkanlığı suçu ağırlaştıran neden olarak sayıldı. ‘Propaganda’ yaptığımız iddia ediliyor. Sadece barış isteyen, 2 binin üzerinde akademisyen bir bildiriye imza atıyor ve bunlar suç sayılıyor. Usul açısından da bir garabet yaşanıyor. Noktası, virgülü aynı iddianame onlarca ağır ceza mahkemesinde yargılanıyor, her biri için başka türlü cezalar veriliyor. Bazıları dosyayı kapatmış durumdalar. Başka bir ceza hukuku maddesine gönderme yaparak erteleniyor. Böyle bir durum. Ne usul ne esas bakımından hukukun geçerli olmadığı bir dönem yaşanıyor.”
Hayatı savunma istenci, barışın müdafisi olma gailesi, her şart ve koşulda hekimliğin gereğini yerine getirmek gibi asgari müştereklerin takipçisi, mihmandarı olan insanların kalemleri teker teker kırılır. Bu ülkede kimsenin hayatına dokunmadık diyen bir iktidarın var ettiği en büyük yıkım ve yıldırı güncellemesidir son birkaç senedir yaşadığımız. İnsanları dibine kadar sinizm içerisine mahkum edip, her şey güllük gülistanlık propagandasına itirazı olanları hedef kılarak, tecrit ederek, gözdağı niyetine gözaltına alarak, kimilerimizi mahpus kılarak sözüm ona var edilmiş ileri demokrasi örneklenir. Her şey çoktan biçilmiş bir zorbalık rejiminin bekası adınadır. Hayat bu kadar ucuz bir mesel midir!
Muktedirin tahayyülü olan çürümenin bir icraat gibi sunulması günceldir. Hiçbirimiz için bir hayat hakkı, kendiliğinden imal olunan bir eylem / yapım / çaba artık söz konusu değildir. Yıldırı, kötülük, nefret ve hiddet, şiddet ve linç pratikleriyle sıradanın hayatı o istenç delik deşik olunandır. Biyopolitika kırımının mihmandarlığı bu ülke denilen sahada sabittir / tüm o yalın gerçekliktir. Bir çürütme haznesi “yeni ülke” bahsi açılırken kuruluyor.
Şansa, es kaza bir yaşam vaat ediliyor, ya da öylesi sunuluyor. Oysa çürüten, aklın sınırlarını zorlayan, çekilmesi imkansız kılınan bir zorbalık mefhumunun güncesi hayat diye sunuluyor. Çalınan, yıpranan, yok etmenin sınırlarına taşınan müştereklerimiz bunlara da alışırsınız denilip, Burası Paris mi sıkıysa sokağa çıkın tehdidi ile örtbas edilmek isteniyor. Çürüyen, ol eksik kılınan, hiçbir biçimde yarın vaat etmeyen şeye ne diyelim Mahmut mu diyelim yoksa memleket eyiye gidiye diyen sözüm ona komik bir skecin altına mı kalalım! Kesin bildiğimiz bir şey varsa o da bir fasit döngüye rehin bilinenleriz.
Cürümler, teşebbüsler ve mütemadiyen yıldırının ortasında denek bellenenleriz. Bir yurt vardı bahse konu edilebilecek onun deney sahası kılınmasının, son sürat uçurumu biçimlendirenler eliyle yıkımının tanıklarıyız. Hayat mefhumu tarumar olunuyor. Delik deşik kılınan tüm bu cümlelerde anlatmaya çalıştığımız şey o yaşama istencine vurulan ketlerdir. Burası böylesi hal ve istikametlerdeki çabalarla çürütüldü. Burası bunca kesintisiz yıldırı ile ülke olma vasfını artık tastamam yitirdi. Tahayyül değil hakikat varlığı kesin, kesintisiz olan çürüme cürmü ol hayat istencini yağmaladı. Kesin bilgidir.
Meşum zat Pazartesi günü kaldığı yerden konuşmaya devam eder. Bir tahayyül değil de açık, aleni bir hakikat olan çürümenin yanı sıra bir de ırkçılığı günceller. Tetikçilere yol gösterir ol meşum zat. Gezi Başkaldırı’sı için etmediği hakaret kalmadığından yeni baştan Bezmialem Camî’sine girip alkol içtiler yalanına bir kez daha başvurur. On ağaç için onca patırtı koparttı o insanlar minvalinde cümleleri sıralarken ana muhalefetin Bay Kemal’ine plasesini verir. Ol muktedir kavgasında sıradanın meramı da, yarası da, onca çürüme de, bir dolu yıkım da böyle bu kadar pervasızca örtbas olunur. Beş koca sene geçmiştir, Mart 2019 seçimlerine kadarki o süreci olur olmadık her dakika, her an yeniden gerginlik ve yıldırı ile kuran, düşleyen bir aklın vardığı cerahatli toplamdır çürüme.
Evrensel Gazetesi’nden alıntılayalım: “Bir daha çözüm süreci beklemeyin, geçti o iş. Tüm terör örgütleriyle başlattıkları canlı bomla saldırıları, silahlı eylemlerle büyük şehirleri esir almaya çalıştılar. Bu ara Bay Kemal sokağa çağırıyor" diyen Erdoğan, Gazeteci Fatih Portakal'ı da bir kez daha hedef aldı ve "Birileri çıkmış Portakal mıdır, mandalina mıdır nedir, sokağa çağırıyor. Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni. Buldun ekranı, bu ekrandan milleti sokağa çağırmak.. Bu ülkede benim milletimin onuruyla oynanmaz, hesabı ağır olur.” ifadelerini kullanır.
Yaşatmazlığı bir beis görmeden savunmak, çürümeyi kafi bulmayıp daha fazla toplumu gerip ayrıştırma derdine düşmekle bir yeni ülkeye varılmayacağı açıktır. Geçmişinin karanlığını var eden, geçmişte pek çok cana mal olmuş bir tahayyülün bu defa, herkes bizim zamanımızda rahat nefes aldı diye böbürlenen bir zat tarafından seslendirilmesi bu ülkenin utanç karelerini günceller. Ol utanç vesikaları altında kalakalmış bir menzildir hakikat! Her defasında açık bir çabayla bu ülkeyi yaşamdan kopartmak üzerine titrenen bir devletli çabasıdır. Derinlerine ta dibine kadar gömüldüğümüz çukurumuzun üstüne toprak atmalara doyamadı muktedir. Kötü, bet ve fecaatten bir ülkeyi var etmek söz konusu değilken, hem nalına hem mıhına şiddeti en başta da linci arzulayan, buna göre bir biyopolitik deney sahasını var eden insan mı geleceğe taşıyacaktır bu ülkeyi! Oluşturulan çukur hepimizi yutmaya hazır bir kara delik haline artık dönüşürken, delik deşik edilmiş hayatlarınızın farkında mısınız! Anlıyor musunuz hayat elden çalınıyor, sahiden umursuyor musunuz? Hepimiz aynı gemideyiz bahsinin nasıl kadük bir hal ile yerle yeksan edildiğini nihayet görüyor musunuz? Hayatlarınız için, bir ülke dediğiniz şey için, yaşayabilmek için soruyor musunuz, ne olur böyle?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller: Artworks By Flora BORSI – Behance
#söz hakkı#demokrasi#yaşama istenci#yıkım#gezi başkaldırısı#gezi beş yaşında#müştereklerimiz#selvan erek#muş#öğretmen#yaşayabilmek#tecrit#tihv#gençay gürsoy#ihtam#türk tabipler birliği#dava#yara#yalan#biyopolitika#devlet102#arzihal#türkiye gerçeği#sessizin meramı
0 notes
Text
oya baydar ve digerleri icin
su yaziyi ,olur ya unuturum ederim diye asagiya kopyaliyorum. fulya gurses isminde bir bilim insaninin bu gibilerin suratina carpilacak muthis yazisi gecenin bu saati keyiflendirdi dogrusu.
“ Türk edebiyat alemini, titizlikle falan değil, öylesine rastgele gözden geçirdiğimizde bile tarih öncesi ve tarih sonrası nitelendirmesine yakın bir saptamada bulunmak gerektiği anlaşılıyor. Garp âlemi tezgahlarında, bayatlamış tarihin sonu tezlerinin yeni ambalaja sarmalanıp ithal malına düşkün Türkiyeli'ye pazarlanmasının üzerinden çok geçmedi. Çok geçmedi ve kimi uyanıklar iyi satan bu ürünlerin yerli taklidini üretmeye koyuldular. Edebi ürün açısından bu gerçekliği, kimi edebi şahsiyet!lerimizin "Duvar (The Wall) öncesi" ve "Duvar (The Wall) sonrası" edebi! tarzları olarak adlandırmak mümkün görülüyor. Bu arada, Duvar sonrası edebiyat pazarının cezbediciliğinden olacak, Duvar öncesi tarihini edebiyatçı olarak yaşamamış olduğunu açıkyüreklilikle belirten, bir iki geçmiş edebi denemesini de, naftalinleyip dolaba kaldırdığı politik bohçasının içinde unutmuş olup, anımsatıldığında hayretle gözlerini açan kimileri, Duvar sonrası edebiyat akımlarının heveskâr öncüleri olmaya soyunmuş bulunuyorlar. Bunlar Duvar öncesini hiç yaşamamış olanlar ve zamanın gereklerini yuppie hızıyla kavrayan edebiyat heveskârları için de parlak birer yol göstericidirler. Oya Baydar bunlardan biridir ve türünün en şayan-ı dikkat örneğini oluşturuyor. Politik göçmen konumunda iken l989'da Türkiye topraklarının dışındadır ve Duvar'ın yıkılışına tanık olur. Yıkıntının altında kalıp ezildiğini duyumsar. Ancak, Duvar öncesi Oya Baydar kişiliği için unutulmayacak bir şey gerçekleşir. Sarsıntıyla birlikte toplumsal kişiliğin çözülüşü ve bireysel kişiliğin (ben) şizofreni hızlandırıcılığı eşliğinde öne çıkışıdır beklenmedik olan. Yumuşak geçişlerini, Yeni Düşün dergisindeki "Genç arkadaşa... genç dostuma mektuplar... vb." şeklinde izlemiş olduğumuz bu süreç, Türkiye topraklarına dönüş aşamasında Elveda Alyoşa isimli öykü kitabıyla net bir biçim alır. Tarihin sonu tezlerindeki yeni piyasa açılımlarını keşfetmiş olanların ödül!lü (l99l Sait Faik Ödülü) teşvikleri ile yoluna devam ederek, l993 yılında Kedi Mektupları (l993 Yunus Nadi Roman Ödülü) ve şimdilerde 3. baskısını yapmış bulunan Hiç Bir Yere Dönüş çalışmalarını ortaya çıkarır. Her üç çalışmasıyla Oya Baydar Duvar sonrası edebiyatçılar kuşağının yazım tarzını en iyi simgeleyenlerden biri olmaya hak kazanmıştır. Ancak, piyasa cazibesiyle henüz başı dönmemiş, objektif kriterleri kullanmaya kararlı olan edebiyat eleştirmenlerinin bu çalışmaları değerlendirebilmesi için ek bir uzmanlık bilgisine ihtiyaç duyacakları kesindir. Bu uzmanlık bilgisi Psikoloji, hatta Psikiyatri olacaktır. Biz, aflarına sığınıp haddimizi aşarak kendilerine, belki yararlı olur düşüncesiyle, Hiç Bir Yere Dönüş (3.bs) isimli çalışmanın l74. sayfasından bir paragrafı aktarmayı gerekli görüyoruz: "Hayır, bu şehre bir daha dönmemeliydi. Dönüşün çaresiz bir paganın putları yıkılmış bir Kâbe'ye dönüşü kadar acı olacağını seziyordu. Yine de, ihanet eden sevgilinin kezzapla parçalanmış yüzünü son bir kez daha görmek ister gibi, acıyı sonuna kadar, katıksız yaşamak ve noktayı koyabilmek için döndü." (Hiç Bir Yere Dönüş, s. l74) Oya Baydar, ihanet eden sevgilinin yüzünü kezzapla parçalayan bir sadist, ve sonra geri dönüp sevgilinin parçalanmış yüzüne bakarak acı duymak isteyen bir mazohist kişiliktir. Oya Baydar, tarihi toplumsal kişilikle değil, bireyci "ben" kişiselliğiyle algılamış olduğunu, başlangıcından bugüne "ben" kaygısıyla devinimde bulunduğunu ifşa! etmek için öykü ve roman namı altında üç çalışma ortaya koymuştur. Bu topraklar için tarihin sonu tezlerinden çıkar umarak edebiyatı piyasalaştıranlar, Oya Baydar "tarz"ını edebi ilan ederek ödüllendirmiş, teşvik etmişlerdir. Edebi! olarak ilan edilen bu tarz, tarihin sonuna inanç ve bir zamanla sevilmiş olanın (sosyalizm) yüzünü kezzapla parçalamak tarzıdır. Gözü dönmüş ölçülerdeki, bireyci "ben" varlığa yar olmayanın olmazsa olmaz biçimde yok edilmesi tarzıdır. Bunun için bir zamanlar "toplumsal ben" varlığa sahip olduğu yanılgısını uyandıranların, bu yanılgıyı uyandırmada epeyce ileri gitmiş olanların edebiyat! yapması şart olmuştur. Oya Baydar gibi; sosyoloji asistanı olarak "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezi reddedildiğinde koskoca bir üniversite gençliği kitlesini Deniz Gezmiş önderliğinde boykot ve işgallere yönlendiren, kitabının ilk baskısı ve Almanya'daki ikinci baskısının sunusuna "Devrimci Yoldaşlarıma..." diye başlamış olan ve onsekiz yaşında ipe çekilen yoldaş!larına başından sonuna risk almadan yürüttüğü politik kariyer taşıyıcılığıyla elli yaşına geldiğinde ihanet eden birinin durumdan vazife çıkarması şart olmuştur. Günümüz Türk Edebiyatı, tarihsel sürecini psikopatolojik çözülmelerin yazıya dökülmesi olarak sürdürmeye kararlı görünmektedir. Gözünü Garp âleminin taleplerine dikmiş, toplumsal ve kişisel tarihinden nefret duymaya koşullanmış, bu toprakların insanlık dramını ün, ünvan, dolar uğruna bilincinden ve ruhundan kovalamış bir sözde edebiyat ve sözde edebi kişilikler patolojisi ortalığı sarmış bulunuyor. Edebiyat işbirlikçi tekelci şirketlerin konu ısmarladığı bir yazın türüne dönüştü. Bu dönemin edebiyatı ısmarlama edebiyattır. Evrenselleşmek! hamhayali uğruna Türkiye tarihini sıfırlama, Türkiye topraklarını gözden çıkarma şartlandırmasını yaymaya soyunmuştur. Bunlar edebiyatçı değil, işbirlikçi misyonerlerdir. Gelmişe geçmişe, yapılana, edilene küfür, karalama, aşağılama, yazıklanma, sızlanma; ikiyüz, üçyüz sayfalık kitaplarla çiçek, böcek, rakı, şarap, Yorgo, kedi, sincap, terapiye dönüşmüş cinsellik sahneleriyle sarmalanıp edebiyat diye okuyucu önüne çıkarılmaktadır. Bu tarz yapıtlar, bayağı oluşları bir yana; en hafif deyimiyle yalancılık ve ikiyüzlülük kokmaktadır aynı zamanda. Okuyucunun pek çoğu bu edebi! ödüllü edebiyatçılarımızı tanımayabilir ama biz çok yakından tanıyoruz kendilerini. "Hiç Bir Yere Dönüş" diyor Oya Baydar. Kitapları okuyanlar bilir, Elveda Alyoşa, Kedi Mektupları gibi, bu kitap da özyaşamöyküsel ağırlıklı olduğu izlenimi veriyor insana. Kitabın isminden başlayalım. Oya Baydar inandırıcı mıdır? Hiç Bir Yere mi dönmüştür? Bilindiği kadarıyla Almanya'da bastırdığı ve önsözünde birinci baskısından daha da kararlı ve inançlı görünen "Devrimci yoldaşlarıma..." sunulu kitabını ortalıktan bizzat toplayıp Tarih Vakfı'ndaki uzmanlık koltuğuna yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla burası "Hiç Bir Yer" değil, Türkiye tarihini gelmişiyle geçmişiyle iktidarsızlaştırmayı erekleyen, belge, bilgi, dokümantasyon didiklemesi yapıp Garp âlemine pazarlayan bir kurum durumundadır. Bu kurumun uzmanları da yaşam düzeyi olarak Türkiye ortalamasının epeyi üzerinde bir konuma sahiptirler. Oya Baydar'ın, çalışmasının sonundaki orman kulübesinde inzivaya çekilme şeklindeki yol göstericiliğine kimse aldanmasın. Oya Baydar'ın gerçekteki "Hiç Bir Yer"i, ruhunu sisteme satmaya her an hazır kimileri için oldukça caziptir; ola ki birileri ağdalı sözcüklerin etkisinde kalıp dağa ormana çekilmesin diye uyarmayı gerekli görüyoruz. Oya Baydar gibileri "Hiç Bir Yer"de değil, heryerde her an hazır ve nazır durumdadır. Düzen, kollarını, kapılarını, koltuklarını açmış onları beklemektedir. Yeter ki bu yeni edebiyat! müritleri Türkiye'nin geçmişte yaşadığı, gördüğü geçirdiği en onurlu günlerin içinde yaşamış, bulaşmış, tanıklık etmiş bulunsunlar... "Yenildik..."diyor Oya Baydar. Oya Baydar tarzı çalışan pek çok piyasa edebiyatçısı da tekerleme etmiş bu sözcüğü. "Yenildik..." Oya Baydar'ı övmek zorunda! olan kimi edebiyat yapıtı sözde yorumcusu da bu ağdalı sözün etkisinde kalıp, Şeyh Bedrettin'den mısralar ekleyerek bitiriyor yazısını. "Madem ki bu kerre mağlubuz..." Boşuna timsah gözyaşları dökmesinler diye söylüyoruz: Yenilmedik! Yenilen düzen oldu, doğrusu bu. İşbirlikçi kapitalist egemenlik kan, gözyaşı, boşa akan alınterine dönüştürdü ortalığı. Düzen kuracağım diye ortaya çıkan hangi ideoloji, hangi toplumsal sistem ben halkımı bu ölçülere varan bir zulme uğratacağım diyebilirdi ki? Toplumsal düzen kuracaklardı, iddiaları buydu, sonuçları alındı. Geleceksiz bir Türkiye, düzen adına kaos yaşayan insanlar var ortada. Kim yenilmiş sayılıyor bu durumda? Oya Baydar gibileri bu iddianın ve bu sonuçları yaratanların gönüllü hizmetkârları oldular. Kul olup zalime boyun eğdiler. Zulme ortak oldular. "Yenildik..." diyor Oya Baydar; onlar açısından bu söz doğru. Yenildiler! Ancak tarihi şaşırtmaya çalışmaya da kimsenin hakkı yok. Yenilenler, gönderme yaptığı geçmişi yaşayanlar değil, kendisi gibi olanlar, bu bilinmeli. Her adımda bireyci "ben" kaygısıyla hareket ettikleri halde, kişilikleri konusunda çok insanı yanıltmış olanlar tatmış bulunuyor asıl yenilgi duygusunu. Kolay mı? Sırtında o kadar ölü, bilinçaltına gizlenmiş binlerce onurlu insanın anısı ile ihtiyar bir bedeni ille de yaşatmak uğruna zulüm kapılarına kul olmak? Ne diyelim? Yenildiniz Oya Baydar. Neyse ki, iç bulandırıcı edebi! eserleriniz yalnızca ilgilisini rahatlatıyor. Her gece barlarda sabahlamak, her daim yanında Prozac bulundurmak, zırt pırt cinselliğin serin sularına dalmak mümkün olmuyor; eksikliği senin kitaplarınla tamamlayan okuyucu için hoş geldin. Bu yazının bir kitabın tanıtımını içermediği düşünülebilir. Ancak edebiyatla ilgilenenlerin, öncelikle bu tarz çalışmaların edebi eser olup olmadığını tartmasında yarar vardır. Edebiyat yapıtı için yorum yapacakların edebiyat bilgisini epeyi zorlayan çalışmalar yapan Oya Baydar, gerçekte bir ideoloji aktarıcısıdır. Sistemin ideolojisini aklamak, geçmişteki onuru, kimlikleri, kişilikleri hiçleştirmek, bilinçlerden ve ruhlardan kazımak için bir "tarz"da ustalaşmaya çabalayan sistem misyoneri konumundadır. Oya Baydar'ın çalışmalarına edebi yapıt damgasını vuranlar, ödüllerle teşvik edenler, Türk Edebiyatı tarihine ihanet ediyorlar. Şizofrenik içdökümleri ancak psikiyatri koltuklarında yapılabilecek ve psikiyatristlerin kayıtlarına geçecek dokümanlar olabilir. Bu dokümanlardan bir edebi! eser çıkarmak Türk Edebiyatının günümüzdeki acıklı halini gösteriyor. Ne diyelim, keşke gerçek olsa, keşke bu heveskârlar gerçekten "Hiç Bir Yere Dönüş"!lerinde samimi olsalar... “
0 notes
Text
Üçüncü Göz Tehlikeleri ve Açma Belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür?
Üçüncü Göz Tehlikeleri ve Açma Belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür? #üçüncügöz #gözperdesi #parapsikoloji #epifiz #spiritüel
Üçüncü göz tehlikeleri ve açma belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür Nasıl Açılır? Epifiz bezi ve Üçüncü Gözün Sırları serisinin 8. bölümü. Çoğu yerde Göz perdesi, Kalp gözü veya Epifiz bezi olarak adlandırılan üçüncü göz açma belirtileri ve tehlikeleri nelerdir? Bu videoda tüm sorularınıza yanıt bulacaksınız. Konumuz 3. göz açılırsa ne görülür? Üçüncü göz açma tehlikeleri ve belirtileri…
View On WordPress
#3 göz acilma belirtileri#3. göz#3. göz açılırsa ne görülür#3. göz açınca ne görülür#3. gözümü açtım#3. gözünü açan insanlar#epifiz bezi#göz perdesi#göz perdesi kalkarsa ne olur#halil bakmış#meditasyon#üçüncü göz#üçüncü göz açma belirtileri#üçüncü göz açma tehlikeleri#üçüncü göz çakrası#üçüncü göz nasıl açılır#üçüncü göz tehlike#üçüncü göz tehlikeli mi#üçüncü göz zararları#üçüncü gözün riskleri#üçüncü gözün tehlikeleri#üçüncü gözün yan etkileri
0 notes