#üçüncü göz tehlike
Explore tagged Tumblr posts
ruhsalseyler · 3 months ago
Text
0 notes
eszpek · 2 months ago
Text
tehlikeli oyunlar II - Girard
     İnsanın yaşamı alımlarken içine düştüğü doğal çelişki ve ürküleri, bu noktadan hareketle türetilen ve kendisini gün geçtikçe daha da katı biçimlendiren bir evrensel akıl kurgusunun ürünlerine yüklediği; varlığın külfetini içinden dışına taşıdığı, yanında olma’dan cehpe olma’ya yürüdüğü, yatay ilişkilenmelerdense dikey ilişkilenmelere meylettiği, düşüncesini ancak ikili ayrımlar üzerinden kurabildiği, bakışı perspektif özelinde sabitleyip kendisine yeni bir rol giyindiği bir çağda; benliğin bugün çok daha tavırlı, konumlu ve  kurgulu bir yapı haline geldiğini görürüz. Özneleştirilen birey, kendisini artık birliktelikte, her yer ve şeyde bir parça olarak algılamamaktadır. O ayrı, biricik ve kendine özgü olma yoluyla diğerlerinden farklılaşan bir dünyadır. Dolayısıyla bu özne muhattabını karşısına alır, nesnesini doğurur. Ancak bu temel varsayımlar, özneyi tam da en iradeli olduğunu düşündüğü anda nesneleştirmeye mahirdirler. Kutsanan ve sabitlenen göz, şimdi özneyi her yerden gizlice izlemekte ve onu hakimiyeti güdümünde nesneleştirmektedir.
   Akışların yönlerinin ve yollarının kodlandığı, sabit bir noktaya görelikle sınıflandırıldığı, benliklerin yaşam enerjilerinin ve saf arzularının aygıtlara bağlanarak reaktifleştirildiği bir zamandır bu. Bireyin yaşadığı reaktif arzuyu ve bir sabite göre biçimlenen konumlanmalarla kurulmuş kimliğini  “kendilik” olarak algıladığı bu zamanda hakikat, sanılanın aksine hiç olmadığı kadar tartışmalı ve yanılsamalı olmaya başlamıştır. Bu yanılsamaya gözü kapalı olan birey, sahneyi kendisinden ve kendisinden ayrıştırdığı nesnesinden ibaret görür. Arzusu, düşüncesi ve hareketi bu çizgi üzerinde tek yönlüdür. İster ve yapar. Arzular ve alır. Bu konuda özgür ve bağımsız olduğu düşüncesinden bir an için olsa ayrışamaz.
   Girard arzunun ve öznenin kendiliğinden ve özgün olduğu yanılgısını apaçık ortaya dökecek bir düşünce sistemi sunar bize. Girard’ın sözünü ettiği kavramlar “bireyi” olduğu kadar, toplumun kolektif örgütlenmesinin kökenlerini de sarsacak niteliktedir. Belki bu sebeple insan eyleminin kalbinde bulunan “mimesis” basit bir taklit anlamından ötede hiç irdelenmemiştir, Girard’a göre bu durum tesadüfi değildir. Öznenin arzusunun mimetikliğini vurgulamak; insanın romantik idealler ve dayanışmayla, kolektif ve ussal bir çabayla üretildiğine iman edilmiş kültür ve kurumlarını; doğaya aitliğinden büyük ölçüde soyutlanıp kopmakla varlığını kuran modern öznenin yaşam algısını tedirgin edecektir. Mimetik arzunun hatırlattığı iradesizlik ve dolayısıyla hayat karşısında doğan karmaşa ve boşluk, biricik ideallerimizin ve dramatik öykümüzün ikiyüzlülüğünü ortaya serer. Girard tek düze bir arzulayan özne ve arzulanan nesne düşüncesine bu sahnenin perdesini indiren bir üçüncü etmen ekler. Ona göre “özne bir başkası tarafından arzulandığı için arzuluyordur nesnesini.” Girard kışkırtıcı dolayımlayıcıyı ortaya çıkarır, mimesisin anlamını derinleştirir ve arzunun yadsınan doğasını sergiler.
   Romantik olan ve romansal olan da bu noktada devreye girer. Özne algısı beraberinde kaçınılmaz olarak romantikliği de taşır. Çünkü özne çerçeveler, tek boyutlu düzlemler üzerinden sahneler kurar ve istediği oyunu oynamakta özgür olduğunu var sayar. Romantik özne arzunun tüm boyutlululuğu halinde parçalanacaktır. Nesnesini sabitleyemezse her taraftan kuşatılacaktır, evren onun üstüne doğru büyüyecektir. Öznenin aldanış üzerine bina ettiği bu kof romantik anlayışın karşısına Girard “romansal” olanı koyar. Romansal olan özne merkezli değildir; arzunun karmaşık dinamikleri içinde öznenin konumu da sürekli değişmektedir ve dış etmenler tarafından güdülenmektedir. Burada özne ve arzu ilişkisi bütün genişliği ve karmaşıklığıyla ele alınır. Romansal olan kurcalar, karıştırır, boyutlandırır, bulandırır. Bütün çatışkıları ve vahşi rekabet güdüsüyle özneyi ait olduğu dünya içerisine geniş bir perspektife oturtur; karmaşayı kabullenme ve sindirme yönünde geliştirmeye ihtiyaç duyduğumuz cesaret için temel oluşturur.
  Mimetik arzunun ayırdındaki bütün yazarlarda neredeyse kuramsal bir ses olduğunu söyler Girard. Bu ses susturulmuştur ya da kasıtlı olarak göz ardı edilmiştir. Romansal hakikatliliği olan metinler, büyük bir söylem ve eleştiri gücünü de içinde barındırır. Girard’a göre metnin söyleyebileceklerini hafife almayan ölçülü bir sistemle metnin üzerine gitmek, onun söylem gücünü sivriltip görünüşünün ötesinde anlatabileceklerini ortaya sermek eleştirinin görevidir. Ancak eleştiri romandan üstün değildir, onun romandan alabilecekleri romanın ondan alabileceklerinden daha fazladır. Eleştiri romanın içinden hareketini almalıdır, tepeden bakan ya da bilimsel olma iddiasını taşıyan bir tavırdan kaçınmalıdır.
   Bu bağlamda Tehlikeli Oyunlar’ı, sözünü ettiğimiz türde bir eleştiri dilini amaçlayarak romanla birlikte büyüyecek ve biçimlenecek bir okumayla ele almaya çalışalım. Öncelikle, bu romanda düşlediğimiz manada bir üçgenin, somut bir düzenek bulmanın kolay olmadığını tespit etmek gerekir. Öte yandan bu roman elde etme ve başarmadan ziyade açık bir kaybetme anlatısıdır. Tutunamamak; kazanmak ve başarmakla doğrudan bir ilişki içinde olsa da, ilerlemeci arzunun nispeten daha kolay olan dinamikleri, işin içine geri çekilmenin ve yitirmenin gizemi ve gölgesi girdiğinde daha karmaşık bir boyuta ulaşır. Kazanmak için rekabete girmek, arzulanan nesneye doğru koşmak düşüncelerinin türettiği temel ve somut üçgenleri Tehlikeli Oyunlar’da göze gözükmez. Romanda mimetik arzu görünür kılınır, ancak bu daha soyut bir düzlemde gerçekleşecektir.
   Kolay bir bakış olsa da özneyi Hikmet olarak sabitlemek yanlış olmayacaktır, ama nesnenin sürekli değiştiğini ve muğlaklaştığını gözlemleriz. Bu sürekli değişim de Hikmet’in tahtını sarsar, görünürde özne olarak adlandırdığımız Hikmet tesirlerle savrulan bir nesne oluverir birden. Eserde dolayımlayıcı da hep soyut düzlemde gösterir kendisini. Bu Hikmet’i, çevresindeki somut göndergelerle ve rakiplerle kuracağı temel arzu ilişkilerinden men eder ve bu olamama hali bütün denklemi Hikmet’in kafasına taşıyarak soyut bir düzlem doğuracaktır. Bu düzlem Hikmet’e sancı verir, çünkü eylem içinde olmanın vereceği bedensel kuvvetlerini hissedemez. Soyutluk onun kafasında gün geçtikçe büyür; bir kelime anda varolamadığı için binlerce kelimeye bölünür, Hikmet hesaplaşmalara ve kahramanlıklara soyunarak hepsine saldırmakla yükümlü kalır. Sürekli bir iç kavga halidir bu.
   Hikmet’in mimetik arzusu sevdiği kadınlarda, hayata dair ideallerinde hep kafasındaki soyut bir dolayımlayıcıyla canlanıyor. Ola ki somut bir dolayımlayıcı çıkarsa Hikmet onu da güvenli sığınağına, kafasının içine taşıyor. Kazanılabilecek yarışlar başlamadan yok ediliyor. Hikmet de en iyi kaybeden olma konusunda kafasındaki öteki Hikmet’in dürtmesinden alıyor hızını ve çevresiyle yarışa giriyor. Ama rakiplerine sahnelerini o veriyor, canı sıkıldığında oynamıyor, kaybederse kuralları sorguluyor. Sürekli iç monologlar ona acı çektiriyor, ancak güvenli konum sürüyor.
   Bir bireyin bir başkasını herhangi bir şeyi ele geçirirken taklit etmesinin sonucunun rekabet ya da çatışma olmasının kaçınılmaz olduğununu söyler Girard. İnsan bir şeyi yaparken ya da bir şey olurken neyi yapmadığı ya da neyi olmadığı; bir şeyi doğururken bir başka şeyi de öldürdüğü ortaya çıkmaktadır. Hikmet’in her davranışı, yaptığından çok yapmadığını çağrıştırır niteliktedir. Hikmet bir sahnede durduğunda, bu “diğer sahneleri size bıraktım, ben sizin rakibiniz değilim” anlatısını pekiştirmektedir. Aynı şekilde uzmanlaşma da bir tür rekabetten kaçınmadır. Genel bir havuzda girilecek rekabet kişinin arzu denetimini zorlaştıracak ve kaybedeceği savaşların sayısını artıracaktır. Bu noktada kişi kazananlara öykünerek, kendinden güç çıkarabileceğine emin olduğu yegane alanda kazanan olma yoluna gider. Uzmanlaşma yolundaki bu dürtünün dolayımlayıcısı da bir ölçüde bireyin korkusu ve bir sebeple olmaktan kaçındığı kişidir. Bireyler modellerini onun gibi olmamak için de taklit ederler. Hikmet’in durumu bu açıdan ilginçtir; o kaybetme konusunda uzmanlaşmak istemektedir. Hikmet bir yandan kendisiyle hesaplaşmış başarılı bir egemen olmaya öykünmekte, bir yandan egemen olmakla ihanet edeceği kültürel geçmişini düşünüp bundan kaçındığının gösterisini yapmaktadır. Bu iki uç Hikmet’in hareketliliğini sağlar. Hikmet tam olarak kaybederse onu değerli kılması için uğraştığı bu orjinalliği kalmayacaktır, tam olarak kazanmak istediğinde de bunu güçlü olanın alanında yapacak cesareti yoktur. Bu yüzden Hikmet en güçlü kaybeden, en mazlum direnen olacaktır. İşte bu iki uç kısımla şekillenen Hikmet’in motivasyonu mazlumluk gibi bir kavramı kültüründe kodlamış olan ülkesinin ona belirlediği sınırları da betimler, ki Tehlikeli Oyunlar bu gibi anlarda romansal hakikatle daha güçlü bir bağ kurmuş olur.
   İki mimetik yanın birleştiren ve yıkan yönlerinin birbiriyle ilişkileri nasıl gerçekleşir? Çatışmacı ve yıkıcı mimesis, insan toplumlarının gelişmesi ve sürmesi için zorunlu olan eğitim ve öğretimin çatışkısız mimesisine nasıl dönüşür? Kişiler yaşamın olağanca kaosundan, yıkılışı ve sonluluğu imleyen gürültüden kaçmak için her yola başvururlar. Bu bilinmez şiddetten kaçınmak için gerekirse küçük çaplı şiddetler uygulamak mübah olur. Toplum yıkıcı ve çatışkılı arzularını, kendisini ve çevresini bir anda yıkıma götürebilecek bu büyük doğayı bastırmak adına bir günah keçisi seçer. İçinden kopardığı bütün bu öğrenilmiş öfkeyi, bütün özellikleriyle kurbanlığa davetiye çıkaran günah keçisine yükler. Topluluktan atılan günah keçisi toplumun ikiyüzlü çatışkılarını gölgeler, topluluk bu ritüelle yeniden doğar ve bir araya gelir. Şimdi bireyler birbirlerini arzularını örterek ve yalan söyleyerek taklit edecek, rekabetçi ve ilerlemeci kültür gelişecektir. “En büyük suçlu, toplumsal düzenin temel dayanağı haline gelir.” (Girard, Günah Keçisi, s. 60)
   Hikmet bu gerçeği bilmektedir. Hikmet devinen ve güç yaratan batı kültürüne öykünerek topluluğunu da oraya taşımak ister. İvedi devrimlerle batıya doğru koşturulan ülkede her şeyde olduğu gibi kahramanlık da ancak bu şekilde gerçekleşebilmektedir. Hikmet kendisini günah keçisi olarak yakmak, topluluğuna varlık kazandırmak istemektedir. Çünkü bu karmaşık iklimde kimse ne günah keçisi olabilecek kadar masum, ne de rekabetçi olabilecek kadar hazırdır. Birinin onların adına bu süreci hızlandırması gerekir. Toplum iki kutup arasında mazlum bir söyleme oturmuştur. Hikmet bu döngüyü yıkmak ister. Bir yandan da küçük bir İsa gibi sentez peşine düşerek yapmaya çalışır bunu, oradan aldığını buraya koyarak sonuç üretmek ister. Ancak başaramaz. Hikmet taklitler arasında bir “görev” haline gelmiş karakterinin ayırdına vardığında, iradesizliğini duyumsar:
   “Onlar yaşıyorlardı, kendilerini yaşıyorlardı, ben kimdim ya da kimi yaşıyordum? İşte o zaman öfkelendim albayım, garsonla kavga ettim” (Tehlikeli Oyunlar, s.107)
   Hikmet hür bir ben olamamıştır. Bedenselleşemediği için refleksleri yeterli değildir bunun için, o yeri geldiğinde doğru şeyi yapmayı bilemez; kafasına taşır eylemini. Ola ki eylem yapacak olursa bu da kendisini yıkmak ve kandırmak içindir, ancak gidip garsonla kavga edecektir. Kendisini nereden bu eylemin içinde bulduğunu dahi anlayamadığını görürüz. Girard’ın sözünü ettiği, Nietzsche’nin “aciz ve iktidarsız nefret dediği” hınç bu tarz bir iklimde doğar. Bir yandan kaderci olan bir yandan intikam isteyen, acı çekerken direnen bir topluluk her zaman için çelişkisiz olana imrenir ve haset duyar. Toplum tek çareyi bu tedirgin, her an yıkılacak gibi durup yine de yıkılmayan yapıya sığınmakta bulur. Darbelere rağmen bir olmak, bu toplumun özenilecek bir kavram olarak bireylerine sunduğu yoldur.
   Girard’a göre çoğunluğun bu temel dayatmasından ileri ya da geri yönde çok uzaklaşan birey, kurban olmaya kendini bir o kadar yaklaştırır. Hikmet mazlumluğa uzun bir süre sırt dayasa da, bir yandan da “aydın” bir insandır. Sırt dayadığı her an kendisinin ikinci çirkin yüzünü de görür, buna rağmen oynamaya çalışır. Bu çatışkılı durumu sırtlayabilmek için onun da bir günah keçisine ihtiyacı vardır. O topluluğun suçlarını kahramanca üstlenirken; kendisinin de, çaktırmadan kendi vebalini üstlenecek bir kurbana ihtiyacı vardır. Hikmet toplum için sağladığı bu görevi, kendisi için uygun ritüeli ancak “oyun” olgusunda bulur. Ama bir süre sonra gerçekle oyun iç içe geçtiğinde, daha fazla sürdüremeyeceğini anlar bu ritüeli. Bu süreç onu kurbanlaştırmakta ve sonunu hazırlamaktadır. Sadece soyut düzlemlerde bulabildiği suçlular onun kafasının içini kirletmiş, o kafasının içinde onları suçlarken sonunda kafası suçlu olmuştur.
   “Her fırsatta, küçük bir zayıflık sezdi mi mesele çıkaran, sonra üzerine yürününce de kendine acındırmak için sahte duyarlılıklara başvuran zavallı beni gördüm. Kendime acındırmayı bir sanat haline getirmeğe çalştığımı anladım” (Tehlikeli Oyunlar, s.261)
   Hikmet asılı kaldığı döngüyü görmektedir. Bu yüzden tek çaresi aldanmaktır. Onun aldanmasının romantik yönleri vardır, ancak yapısı gereği Hikmet karakteri romantik olamaz. Kitapta acısını kutsayan romantik bir aydın karakteri var gibi görünür zaman zaman. Ancak Oğuz Atay bu romantiklik baş gösterdiğinde onun mimetik yönünü vurgulayarak ve Hikmet’in ikiyüzlülüğün bilincindeki rolünü devreye sokarak romansal olana kaymayı başarır. “Ben olma”nın romantik bir kutsanışındansa, ben olamamanın romansal anlatımı görülür Tehlikeli Oyunlar’da.
   Artık Hikmet’i sadece tamamen hiç olmamanın avuntusu, yakınma ve soyut haklılıklar yaşamda tutar. Tamamlanamamışlık bir gün tam olacağı beklentisiyle yarına bağlı yaşatır insanı, geçmiş ise dönüştürmek için fazla geridedir. Ve yaşam niteliksizleşir. İntihar bu açıdan bir tamamlanma eylemidir. Kafasının içindeki bütün bu dolayımlayıcılar sonunda intiharı işaret ederler ona. Hem böylelikle tam bir kurban olabilecektir. Gerçek arzusunu ve iradeli benliğini keşfedeceği, hakiki bir oyunun giriş kapısıdır ölüm.
   “Modern duygulara gittikçe daha sık rastlanmasının nedeni “hasetli doğaların” ve “kıskanç mizaçların” üzücü ve esrarlı bir biçimde artmış olması değil, insanlar arasındaki farklılıkların giderek silindiği bir evrende içsel dolayımın egemen olmasıdır.” (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 33)
   “Dolayımlayıcı arzulayan özneye yaklaştıkça ontolojik hastalık şiddetlenir.
İçsel dolayımın doğurduğu çelişkiler sonunda kişiyi yok eder. (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 224)
  Türsüzleşmiş ve farklılıkları boğmuş bir toplumdan düşünceliliğiyle ayrılan Hikmet, içsel dolayımın insanı tüketen doğasına kaçmaya mahkum kalır. Bu içsel dolayımı sağlıklı bir boyutta kültüre aktaracak bir dinamiği kişi bulamadığında, dolayımlayıcı bir çok kılıfa büründüğünde kişi bütün varoluş zeminini yitirir. Ancak oyun oynayabilir ve yalan söyleyebilir olur.
İnsan tutsaklaştıkça tutsaklığı daha büyük bir çabayla savunur. Gurur ancak yalan sayesinde hayatta kalabilir ve yalanı ayakta tutan da üçgen arzudur. (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 63)
   Hikmet öykündüğü gururu yakalayabilmek için, yalana ve oyuna sığınır. Dul kadın, Hüsamettin Albay, gecekondu; Hikmet’in yarattığı sahnede onun arzusunun dolayımlayıcıları olarak etrafta dururlar. Hikmet çevresine seçtiği bu topluluğa sürekli bir şey “gösterir”. Onların yanında Hikmet güçlenebilmekte, onların kahramanı olabilmekte, bir yandan mazlumluğa sırtını dayayıp bir yandan öykündüğü hayalle ilgili atıp tutabilmektedir. “Oyunlarımıza onları almayalım albayım” der Hikmet. Kendi çalıp kendi söylemektedir, kendini sınamak için var etmiştir ve yaşatıyordur çevresini, bunun bedelini de küçük kahramanlıklarla ödetir kendisine.
  “Bilge itiraz etti: Fakat bütün bu gösterişi kadınlar için yapmıyor musunuz? Bütün niyetiniz kendinizi acındırmak değil mi?”(Tehlikeli Oyunlar,149)
   Hikmet’e Bilge’yi arzulatan, onda gördüğü bu çıplak ve tehlikeli gerçeğe merak ve ihtiyaç duymasıdır. Sevgi Hikmet için iyi bir yaşam sınaması olmuştur, ama hala bir şeyler eksiktir. Bu eksiklik Bilge’ye doğru iter Hikmet’i, Hikmet oyununun gerçek boyutunu onda bulacaktır, onda yaşayacağı sınama kahramanlığını da mazlumluğunu da gerçek bir zemine oturtacaktır. Şayet gerçekletirebilirse, Hikmet kafasındaki oyun karakterlerini tanıştırıp arkadaş yapacaktır Bilge’yle. Bu kendisinin gerçekten var olduğunu söyleyecektir ona. Bilge’den sonra Hikmet iki tane kırılma anı yaşar. İlki albay ve dul kadınla Bilge’yi tanıştırdığı sahnedir. Mimetik arzusunun Hikmet’i sürükleyerek getirdiği ve merakla beklediği sahne burasıdır. Ancak kafadaki denklem gerçekle örtüşmez, Hikmet’in varoluşunun temel zayıflığı ve güdülenmelerinin çarpıklığı ortaya çıkar. Ontolojik hastalık şiddetlenmektedir, bundan sonrası Hikmet için büyük bir sorgu süreci ve çöküştür. Romanda romansal hakikatin tüm boyutlarıyla kendini görünür kıldığı nokta da bu iki kırılma noktasının arasıdır. Artık Hikmet korkunç bir avuntuyla yaşamını sürdürmekte ve kendisini gerçeğe doğru dolayımlayabilecek yeni bir nesne aramaktadır ki, ikinci kırılma anı gerçekleşir. Sevgi ile Bilge Hikmet’in evinde karşılaşırlar. Hikmet arzusunun yöneldiği ve kendisini sınadığı bu iki nesnenin bir araya gelmesiyle, arzusunun tüm kofluğunu, tüm iradesizliğini ve manasızlığını bir an içinde kavrar. Bilge’ye doğru dolayımlanırken en tehlikeli oyununu oynamıştır Hikmet. Bilge’nin oyunu yaşatması ve onaması gerekmektedir, ancak Hikmet’in Sevgi’si kovar onu. Bilge artık bu oyunun bir parçası değildir, Hikmet’in hızla gelişen içsel yıkımı dışarı iter Bilge’yi. Artık Hikmet’in gerçekleşebilmek için yok olması, son sözü söyleyen muktedir bir kurban olması gerekmektedir.
   “Hakikatten kaçmak söz konusu olduğunda imkânlar tükenmez.” (Girard, Günah keçisi, s.122)
    Hikmet’in saf bir ben olmasını mümkün kılan son mekan ölüm, son imkan intihardır artık.
1 note · View note
mukofarmer · 6 months ago
Text
Bir kız var burda. Adı Çiçek. Çok ikonik ama annesiyle gelmiş kampa. Ama aklınız hemen bizim anadolunun bağrında olan analarımıza gitmesin. Çok rahat bir kadın. Anlayış ve tatlılık dolu benim gözlemlerim kadarıyla. Böyle bir anneye veya babaya sahip olabilmek için nelerimi vermezdim ki. Ama dedim ya işte hiç kimsenin hayatı mükemmel bir şekilde ilerlemez. İllaki her zaman bir taraflarımız bir şeylerden yoksundur. Çiçeğin de babası sıkıntılı. Alkolik bir adammış. Annesi ve babası boşanmış ve kız babasıyla sadece zorunlu olduğu için görüşüyor. Arada mecburiyetten oluşmuş bir kan bağı olduğu için. Baba travması benim en hassas olduğum konudur. Eğer karşı tarafla aynı yerden canınız yanıyorsa otomatik olarak bir yakınlık hissediyorsunuz. Çiçekle durumum tamamen bu. Dün gece çok fazla içtik ikimiz çok kalabalık bir ortamda. Hayatımdaki ikinci sarhoş anım falan. Anlatmayacağım şeyler anlattım, yapmayacağım şeyler yaptım, değişik değişik yetim esprileri falan. Çok saçmaydı her şey. Bence sarhoşluk anı aslında bilincin kapalı olduğu bir an değil. O an aslında belli şeyleri kontrol edebileceğini biliyorsun, istersen davranışlarını düzeltebileceğini de biliyorsun. Ama istemiyorsun. Sürekli kontrol halinde olmak insanlığını alıyor kişinin. O gece patladım işte bende. Bilmiyorum biraz da çevremin büyük etkisi vardı bu durumda. Biliyorum hiçbirimiz geçmişimizden kaçamayız ama ben çoğunlukla üstüne düşünerek yaşamayı tercih eden bir insan olmadım. Yeterince iyi hatırlayamadığım geçmişim bugünümü de zehir etsin istemiyorum. Ama şöyle bir durum var ki insanlar melankolikleşmeye hazır bekliyorlar. Ben de böyleyim, değilim diyemeyeceğim. Ama çevremde biri efkarlanmadığı sürece efkarlanmayı çok sevmiyorum. Çiçeğin bir sevgilisi var. İsmi Tunç. Anlaması zor değil ki ilişkileri toksikleşmeye başlamış. Mantıkla düşündüğün zaman bitmesi gerekiyor. Ama romantik ilişkilerde mantık hep geri planda kaldığı için ayrılık yorucu bir süreç haline gelir. Ama anlayamadığım bir durumda var. Aret... Aret'in abi ve ablası köyde görev aldıkları için bir haftalığına köye gelmiş öylesine. Anlayamadığınız anlatamadığınız durumlar olur ya. Tam olarak şu an oraya giriş yapıyorum. İnandığım bir şey var ki eğer birini gerçekten seviyorsan gözünün görebildiği herhangi başka birisi olmaz. Birinden etkilenemezsin, birinden bir şeyler bekleyemezsin. Eğer çiçekin şu an erkek arkadaşı olmasaydı Çiçek ve Aret'i couple ilan ederdim. İkisinin de birbirinden etkilendiğini gözlemleyebiliyorum. Aret'in ablası Çiçek'in annesiyle konuşmuş. Eğer böyle bir şey olacaksa bile bunu kardeşi için istemediğini söylemiş. Çiçek'e sebebini sorduğumda bilmediğini söyledi. Ama benim ufak tahminlerim var. Çiçek biraz problemlerini herkesin içerisinde açık açık anlatıyor. Babasından kaynaklı problemleri, sevgilisinden kaynaklı olanları vs. Burdan şunu anlayabiliriz ki, üçüncü göz olan ve olaylara mantıklı bakış açısıyla bakabilen herhangi bir insan kendisi ve en yakınları için sağlıklı ilişkiler ister ve diğer türlü bir tehlike sezdiği zaman buna engel olmak için elinden gelen her şeyi yapar. Ama tabii ki kızı da anlamak gerekiyor. Ailesinden özellikle babasından sevgi görmemiş tam tersi her zaman zarar görmüş bir kız çocuğunun asla sağlıklı ilişkiler kurmasını bekleyemezsiniz. Sadece aklımı karıştıran nokta ayrılırken hala sevdiğini söyleyerek ağlıyorsan nasıl bir başkasına da bir şeyler hissedebiliyorsun?
Bugün esma bana içtiğim gece Aret'le biraz fazla yakın olduğumu söyledi. Ben içince biraz fazla cozutabiliorum. O anda da öyle bir anıma denk gelmiş yüksek ihtimalle. Bir de açık olalım ki hepimizin belli standartarı vardır. Bizim standartlarımız olmasa bile erkek arkadaş seçiminde ailemizin beklentisine uymak zorunda olan birini seçmek zorundayızdır. Benim manevi ailem olarak kabul ettiğim Sinan abiler ve Meriç abiler üniversite okumayan birine asla hoş bakmazlar o yüzden.
1 note · View note
haberlerhaber · 8 months ago
Text
COBALT STRIKE: Saldırıların Kılıfı Altında Gizlenen Tehlikeli Bir Araç
CISO terimi, bir şirket veya kuruluşun Bilgi Güvenliği Başkanı'nı ifade eder. CISO'nun görevi, kurumun bilgi güvenliğini yönetmek, tehditleri tespit etmek ve riskleri azaltmak için stratejik önlemler almak ve politikalar oluşturmaktır. Çağımızda, siber saldırganlar her geçen gün daha sofistike hale gelirken, ciso da bu tehditlere karşı adeta bir savaş stratejisti gibi hareket etmek zorundadırlar.
Güvenli bağlantı noktasına ne denir? tipik olarak HTTPS protokolüne atıfta bulunulur. HTTPS, internet üzerinden iletişim kurarken, kullanıcıların verilerinin şifrelenmesini sağlayan bir protokoldür. Bu şifreleme sayesinde, hassas bilgilerin üçüncü şahısların eline geçmesi engellenir ve iletişim güvenli hale gelir. İnternette gezinirken, web sitesinin URL'sinde https:// ön eki olan sitelerin güvenilir olduğunu ve kişisel bilgilerinizi koruma altına aldığını bilmek önemlidir.
Peki, Cobalt Strike nedir? Cobalt Strike, özellikle siber saldırılarda kullanılan bir pentesting (sızma testi) aracıdır. Bu araç aslında yasal amaçlarla da kullanılabilen bir yazılımdır, ancak kötü niyetli aktörler tarafından da sıkça istismar edildiği bilinmektedir. Cobalt Strike, gelişmiş saldırı tekniklerini ve taktiklerini içeren bir dizi fonksiyon sunar. Saldırganlar, sosyal mühendislik yöntemleriyle hedef sistemlere sızarak, Cobalt Strike aracılığıyla uzaktan erişim sağlarlar. Bu araç, kötü amaçlı kodları hedefe gönderme, ağ üzerinde hareket etme, komut ve kontrol sunucularıyla iletişim kurma gibi özellikleri içerir.
Cobalt Strike'ın tehlikeli olmasının nedeni, saldırganlara gelişmiş saldırı yetenekleri sunması ve tespit edilmesini zorlaştırmasıdır. Araç, savunmaları atlatmak için çeşitli gizleme tekniklerine sahiptir ve genellikle başka bir zararlı yazılımın kılıfı altında çalışır. Bu, saldırganların güvenlik sistemlerini yanıltmasına ve izlerini silmesine olanak tanır.
CISO'lar, hem Cobalt Strike gibi tehlikeli araçların varlığını hem de güvenli bağlantı noktalarının önemini göz önünde bulundurarak bilgi güvenliği stratejilerini sürekli güncellemelidir. Bu, kuruluşun veri ve sistemlerini koruma konusunda daha iyi bir pozisyona getirecektir. Ayrıca, çalışanların siber saldırılara karşı farkındalığını artırmak ve güvenlik önlemlerini takip etmek de büyük bir öneme sahiptir. Sadece bu şekilde, şirketler siber saldırganlara karşı etkili savunma mekanizmaları inşa edebilir ve kritik bilgileri koruyabilirler.
0 notes
kurtlukiraz · 1 year ago
Link
'Alex Murphy Edition' için ön sipariş verdiyseniz zaten erken erişimde oynayabilirsiniz.One More Life oyun podcast'imizi şimdi dinleyin!Oyun, orijinal RoboCop film serisinin ikinci ve üçüncü girişlerindeki olaylar arasında geçiyor (yeniden başlatma? Ne yeniden başlatma?), ikonik aktör Peter Weller başrolü yeniden üstleniyor.Ve bu performansın her zaman monoton ve donuk olduğu göz önüne alındığında, oyunun seslendirme alanına gayet iyi yansıyor.Bu zırhlı intikamcı olarak oynamak gerçekten eğlenceli; hantal hareketleri ve kurşun süngeri mekanik gövdesi, günümüzün alışılagelmiş atıcılarından gerçekten canlandırıcı bir tempo değişikliği sağlıyor. Film tutkunlarına kesinlikle tavsiye ederiz.Tecrübeli oyuncular, tehlikeli yüz animasyonlarından cimri kontrol noktalarına ve hatta bir karakterin doğal olmayan bir şekilde duvarın içinden kaybolduğu bazı hatalı anlara kadar burada burada birkaç sıkıntı bulabilirler.Ancak buradaki öncelikli amacınız eğlenceli vakit geçirmek ve bir zamanlar RoboCop'u neden sevdiğinizi hatırlamaksa, Rogue City'de çoğunlukla harika bir deneyim yaşayacağınızı düşünüyoruz.Yazım açısından, Teyon'daki geliştiricilerin kaynak materyale büyük bir sevgi besledikleri açık, çünkü her türlü Paskalya yumurtasını ve geri çağrıları bir araya getirirken aynı zamanda yerleşik ritimlerin arasına güzel bir şekilde oturan yeni bir hikaye ürettiler.Ve evet, muhtemelen tahmin edebileceğiniz bir bölgede birini vurduğunuzda bir ödül alacaksınız!Ayrıca oyunun etkileyici bir şekilde ilgi çekici bir duygusal özü de var. İlk filmlerin aşırı şiddetine ve sık sık hatırlanan siyasi hicivlerine herkes bakabilir ama RoboCop'un (en azından ondan geriye kalanların) ruhunun derinliklerine inmek için karakterin gerçekten özen göstermesi gerekiyor. bu oyun öyle.Buna benzer daha fazlaGerçek anlamda bir açık dünya olayı olmasa da, oyun, oyuncunun keşfetmesi için bir dizi uygun boyutlu alan sunuyor; bazı yaratıcı yan görevler ve bol miktarda toplanabilir suç delili de bulunuyor.ile yetinmiyorum Sadece Bir robot aksiyon oyunu olan Rogue City, aynı zamanda size yapacak çok sayıda polis işi vermek için de zaman ayırır (eğer isterseniz çoğunu atlayabilirsiniz).Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Genel olarak oyun oldukça eğlenceli; RoboCop savaş alanlarında yavaşça ilerlerken, dolandırıcılara ateş ederken ve hatta bilgisayarlardan motosikletlere kadar her şeyi düşmanlarına fırlatırken kendini tamamen benzersiz hissediyor.Kan her yöne sıçrıyor ve ayrıca yeşil renkli RoboCop görüşünü kullanarak uzaydaki etkileşimli öğeleri tespit etmek için etrafınıza bakabilirsiniz.Basitçe söylemek gerekirse, Weller'in uygun derecede düz sesiyle (bazı unutulmaz yan karakterlerle birlikte) deneyim boyunca size rehberlik ederken, gerçekten karakter olarak oynuyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz.Kötü adamlar her zaman çok ilginç kişiliklere sahip olmayabilir, ancak iyi hedef alıştırması yaparlar ve nasıl davranacakları konusunda etkileyici miktarda çeşitlilik vardır, bu da size her büyük çatışmada bol miktarda meydan okuma sağlar.Her seviyenin sonunda size kaç tane yan görevi işaretlediğinizi, ne kadar suç delili bulduğunuzu ve oyunun takip ettiği diğer birçok şeyi belirten bir puan kartı verilecek.Oyunun kendisini puanlamaya gelince, aksaklıkları ve senkronize olmayan yüzleri görmezden gelmekten mutluluk duyuyoruz. Tıpkı kalbindeki kahraman gibi, bu oyun da parçalarının toplamından daha fazlasıdır.RoboCop: Rogue City, 2 Kasım Perşembe günü PC, PS5 ve Xbox Series X/S için çıkıyor ve şimdi kopyanızı sipariş edebilirsiniz. Xbox Series X'te inceledik.En son fırsatlarOne More Life podcast'imizi dinleyin, ücretsiz bültenimize abone olun ve Bizi Twitter'da takip edin En yeni oyun bilgileri için.İzleyecek bir şey mi arıyorsunuz? TV Rehberimize veya Yayın Rehberimize göz atın.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayı edinin; şimdi abone olun ve Doctor Who'nun 60. yıl dönümünü Radio Times'ın özel sayısıyla kutlayın. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
gundemburadadedim · 1 year ago
Link
'Alex Murphy Edition' için ön sipariş verdiyseniz zaten erken erişimde oynayabilirsiniz.One More Life oyun podcast'imizi şimdi dinleyin!Oyun, orijinal RoboCop film serisinin ikinci ve üçüncü girişlerindeki olaylar arasında geçiyor (yeniden başlatma? Ne yeniden başlatma?), ikonik aktör Peter Weller başrolü yeniden üstleniyor.Ve bu performansın her zaman monoton ve donuk olduğu göz önüne alındığında, oyunun seslendirme alanına gayet iyi yansıyor.Bu zırhlı intikamcı olarak oynamak gerçekten eğlenceli; hantal hareketleri ve kurşun süngeri mekanik gövdesi, günümüzün alışılagelmiş atıcılarından gerçekten canlandırıcı bir tempo değişikliği sağlıyor. Film tutkunlarına kesinlikle tavsiye ederiz.Tecrübeli oyuncular, tehlikeli yüz animasyonlarından cimri kontrol noktalarına ve hatta bir karakterin doğal olmayan bir şekilde duvarın içinden kaybolduğu bazı hatalı anlara kadar burada burada birkaç sıkıntı bulabilirler.Ancak buradaki öncelikli amacınız eğlenceli vakit geçirmek ve bir zamanlar RoboCop'u neden sevdiğinizi hatırlamaksa, Rogue City'de çoğunlukla harika bir deneyim yaşayacağınızı düşünüyoruz.Yazım açısından, Teyon'daki geliştiricilerin kaynak materyale büyük bir sevgi besledikleri açık, çünkü her türlü Paskalya yumurtasını ve geri çağrıları bir araya getirirken aynı zamanda yerleşik ritimlerin arasına güzel bir şekilde oturan yeni bir hikaye ürettiler.Ve evet, muhtemelen tahmin edebileceğiniz bir bölgede birini vurduğunuzda bir ödül alacaksınız!Ayrıca oyunun etkileyici bir şekilde ilgi çekici bir duygusal özü de var. İlk filmlerin aşırı şiddetine ve sık sık hatırlanan siyasi hicivlerine herkes bakabilir ama RoboCop'un (en azından ondan geriye kalanların) ruhunun derinliklerine inmek için karakterin gerçekten özen göstermesi gerekiyor. bu oyun öyle.Buna benzer daha fazlaGerçek anlamda bir açık dünya olayı olmasa da, oyun, oyuncunun keşfetmesi için bir dizi uygun boyutlu alan sunuyor; bazı yaratıcı yan görevler ve bol miktarda toplanabilir suç delili de bulunuyor.ile yetinmiyorum Sadece Bir robot aksiyon oyunu olan Rogue City, aynı zamanda size yapacak çok sayıda polis işi vermek için de zaman ayırır (eğer isterseniz çoğunu atlayabilirsiniz).Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Genel olarak oyun oldukça eğlenceli; RoboCop savaş alanlarında yavaşça ilerlerken, dolandırıcılara ateş ederken ve hatta bilgisayarlardan motosikletlere kadar her şeyi düşmanlarına fırlatırken kendini tamamen benzersiz hissediyor.Kan her yöne sıçrıyor ve ayrıca yeşil renkli RoboCop görüşünü kullanarak uzaydaki etkileşimli öğeleri tespit etmek için etrafınıza bakabilirsiniz.Basitçe söylemek gerekirse, Weller'in uygun derecede düz sesiyle (bazı unutulmaz yan karakterlerle birlikte) deneyim boyunca size rehberlik ederken, gerçekten karakter olarak oynuyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz.Kötü adamlar her zaman çok ilginç kişiliklere sahip olmayabilir, ancak iyi hedef alıştırması yaparlar ve nasıl davranacakları konusunda etkileyici miktarda çeşitlilik vardır, bu da size her büyük çatışmada bol miktarda meydan okuma sağlar.Her seviyenin sonunda size kaç tane yan görevi işaretlediğinizi, ne kadar suç delili bulduğunuzu ve oyunun takip ettiği diğer birçok şeyi belirten bir puan kartı verilecek.Oyunun kendisini puanlamaya gelince, aksaklıkları ve senkronize olmayan yüzleri görmezden gelmekten mutluluk duyuyoruz. Tıpkı kalbindeki kahraman gibi, bu oyun da parçalarının toplamından daha fazlasıdır.RoboCop: Rogue City, 2 Kasım Perşembe günü PC, PS5 ve Xbox Series X/S için çıkıyor ve şimdi kopyanızı sipariş edebilirsiniz. Xbox Series X'te inceledik.En son fırsatlarOne More Life podcast'imizi dinleyin, ücretsiz bültenimize abone olun ve Bizi Twitter'da takip edin En yeni oyun bilgileri için.İzleyecek bir şey mi arıyorsunuz? TV Rehberimize veya Yayın Rehberimize göz atın.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayı edinin; şimdi abone olun ve Doctor Who'nun 60. yıl dönümünü Radio Times'ın özel sayısıyla kutlayın. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
cointahmin · 1 year ago
Text
Gece saatlerinde düzenlenen Bitcoin (BTC) madencilik zorluğu rekor kırmaya devam ediyor, yüzde 7,56’lık yükselen zorluk tehlike sinyali olabilir.Madencilik zorluğu, BTC ağında “blok çıkarılmaya yönelik bilgi sunan” bir data çeşidi olarak karışımıza çıkıyor. Yakın süreçte rekorlara imza atan BTC Madencilik Zorluğu, dün gece itibariyle rekorunu tazelemiş oldu. Üçüncü kere üst üste rekor kıran BTC Madencilik Zorluğu, yüzde 7,56’lık bir yükseliş göstererek 46,84 trilyon ile tüm vakitlerin en yüksek değerine ulaşmış oldu. Yakın süreçler göz önüne alındığında, 25 Şubat ve 11 Mart tarihlerinde BTC Madencilik Zorluğu için rekor düzeyler gelmişti. Bugün itibariyle bu datanın değişmesi, kripto sanayisinde büyük tartışma konusu haline geldi.BTC Madencilik Verilerileri YayınlandıBTC Madencilik Zorluğu’nun yeni bir rekora imza atması, yayınlanan bilgileri de gerisinden getirdi. Madenciliğe yönelik yayınlanan datalar şu biçimde oldu;11 Mart’taki evvelki düzenlemede yüzde 1,16’lık bir artışın ardından, Cuma günü olan düzeltmede blok yüksekliği 782,208’de 46,84 trilyon olarak geldi. Bitcoin hashrate, Perşembe günü saniyede yaklaşık 395,15 exahash ile tüm vakitlerin en yüksek düzeyine ulaştı. Bitcoin madenciliğinin karlılık oranı, son 24 saat içinde saniyede terahash başına 0,0861 ABD Doları olarak gerçekleşti ve bir yıl öncesine nazaran 0,19 ABD Doları düzeyinde gerçekleşti.
0 notes
sadecebiseyler · 2 years ago
Text
Babamın kanser olduğunu öğrendiğim ilk gün,
Ne kadar kurması zor bir cümle.
Değer verdiğin insanların canının yanması, ve senin elinden bir şey gelmemesi. Onları kaybetme korkusu. Acı, üzüntü, çaresizlik ve korku.
Çok çaresizlik, çok korku.
Babamın üçüncü seviye pankreas kanseriyim derken parmaklarını üç yaparkanki ağlayışı.
Babasının ağlamasına alışık olmayan küçük kızı, ben.
O an bilmiyordum, 3.seviye ne yada pankreas kanserinin diğer kanserlerden daha tehlikeli olduğunu. Araba kullanırken internette aratmamla buldum. Bir yazan şey aklımdan çıkmıyor.
“3. Seviye pankreas kanseri hastalarına 3 ila 6 ay arası ömür verilir.”
3 ila 6 ay.
Aptalca şeyler düşünmeye başladım. Evlendiğimi göremeyecek, çocuklarımı göremeyecek, dede olamayacak. Başım sıkıştığında kimi arayacağım? Bu kadar sene neden bu kadar kavga ettim ben onunla. Ben onu haketmedim. Ben onu çok üzdüm.
Ben onsuz ne yapıcam?
Ve binlercesi.
İnsanın babası hakkında korkması çok farklı bir duyguymuş.
İşin daha da kötüsü, ailede herkes bu duygulardan geçerken, güçlü gibi duran sen olduğun için duygu göstermeyen sorunları karşılayabilen, güçlü durmak zorunda olan olmak çok zormuş.
Çok çaresizlik, çok korku.
Halam babamı sadece abisi olarak değil babası olarak da görüyor. Dedemi çok küçük yaşta kaybetmişler. Halamla babam arasında 14 yaş var. Babam halama hem abilik yapmış, hem babalık hemde patronluk.
Birinin halama söylemesi gerekiyordu, ben olmak zorunda kaldım.
O an hissettiklerim; çok çaresizlik, çok korku.
Annem, kız kardeşini ve babasını kansere kaybetmiş biri olarak ne yapacağını bilmez durumdaydı. Her şeyi baştan yaşıyordu, kız kardeşini 40 yaşlarında meme kanserine, babasını da pankreas kanserine kaybetmiş bir kadındı. Babam için önerilen doktorlardan biri teyzemin doktoruydu.
“40 yaşındaki kadını kurtaramamış bir doktordu. 2 çocuğu annesiz, 3 kardeşi ablasız, 2 ebeveyni evlatlarından ayırmış bir doktordu.”
Çok çaresizlik, çok korku.
Halamla ben konuştum. Telefonda karşılıklı ağlaştık. Babamın iki evladı gibi. Hayatımda daha zor hiç bir telefon konuşması yapmamıştım. İnsanın babasının kanser hastası olduğunu telafuz etmesi, karşı tarafın kabullenmemesi, bağırması, bir sürü göz yaşı,
Çok çaresizlik, çok korku.
İnsan ailesini sever, ben ama 21 yaşımda bu korkuya karşı karşıya kaldığımda ne kadar sevdiğimi anladım. Bir insanın ne kadar korkabileceğini kaybetmekten, ölümün ihtimaliyle yüzleşmeyi ve sonucunda ne yapacağımı düşünmeyi, ben 21 yaşında öğrendim.
Filmlerde yada başkalarında gördüğüm şeylerin benim de başıma gelebileceğini, ben 21 yaşında öğrendim.
Dimdik babamın, ona asla bişey olmaz dediğim adamın, 3 derken ağlayabileceğini ben 21 yaşında öğrendim.
Çok çaresiz olmayı,
Çok korkmayı,
Ben 21 yaşında öğrendim.
1 note · View note
backlinkk · 2 years ago
Text
Sanal Pos
Sanal pos internet üzerinden satış yapmak isteyenlerin en sık araştırdıkları konulardan biri haline gelmiştir. Alışveriş alışkanlıklarının her gün değişiyor olması bu konuda yapılan araştırmaların da değişmesini sağlamakta ve internet üzerinden satış yapmak isteyenlerin pek çok farklı terimi iyi bir şekilde öğrenmesi gerekmektedir. İnternet satışı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan bu gibi bir atılım gerçekleştirmek çeşitli problemlere neden olabileceği gibi başarısızlıkla sonuçlanacak bir deneyim haline de gelebilir.
İnternet Satışları İçin Sanal Pos Neden Önemlidir?
Sanal pos olarak anılmakta olan bu yazılım internet üzerinden yapılan satışlarda ödemeyi almayı mümkün hale getiren bir yazılım olarak ele alınmaktadır. Fiziksel mağazalarda kredi kartıyla ödeme yapmak isteyen müşteriler için kullanılmakta olan poslar sanal pos haliyle online olarak da kullanılmakta ve böylelikle müşteriler güvenli bir şekilde alışveriş işlemini gerçekleştirmektedir. Bu noktada en önemli etkenin müşteriler için güvenli bir satış işlemi gerçekleştirmek olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Sanal pos gibi yöntemler kullanmadan daha farklı yöntemler ile ödeme alan alışveriş merkezlerinin ve alışveriş merkezi sahiplerinin zaman içerisinde güvenlerini kaybettikleri ve bu sebeple müşteri kitlelerinin genişlemediği bilinmektedir.
Sanal Pos Neden Tercih Edilmelidir?
Geniş kitlelere sahip olmak ve internet üzerinden yaptığınız ticareti arttırmak istiyorsanız mutlaka sanal pos yöntemi kullanmanız gerekir. Bu yöntem sayesinde müşterilerin kredi kartı bilgileri tehlikeli üçüncü kişilerin eline geçilmeyecek ve sizlere duyulan güven her geçen gün artacaktır. Dolayısıyla markanızın itibarını arttırmak ve zedelememek adına tercih etmeniz gereken bu yazılım, SSL şifreleme tekniğiyle çalışması sebebiyle tamamen güvenlidir. Sanal pos sayesinde yapılan ödemelerden müşterinin kredi kartına alışveriş için gerekli tutar çekilmekte ve ardından üye işyerinin banka hesabına geçirilmektedir. Böylelikle her iki taraf içinde uyumlu bir süreç söz konusu olmakta ve herhangi bir güvensizlik ya da problem meydana gelmeden alışveriş işlemi tamamlanmaktadır.
0 notes
ruhsalseyler · 10 months ago
Text
Kozalak Sembolünün Anlamı
0 notes
aklingolgesi · 3 years ago
Text
Üçüncü Göz Tehlikeleri ve Açma Belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür?
Üçüncü Göz Tehlikeleri ve Açma Belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür? #üçüncügöz #gözperdesi #parapsikoloji #epifiz #spiritüel
Üçüncü göz tehlikeleri ve açma belirtileri. 3. Göz Açılırsa Ne Görülür Nasıl Açılır? Epifiz bezi ve Üçüncü Gözün Sırları serisinin 8. bölümü. Çoğu yerde Göz perdesi, Kalp gözü veya Epifiz bezi olarak adlandırılan üçüncü göz açma belirtileri ve tehlikeleri nelerdir? Bu videoda tüm sorularınıza yanıt bulacaksınız. Konumuz 3. göz açılırsa ne görülür? Üçüncü göz açma tehlikeleri ve belirtileri…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
sin-u-san · 3 years ago
Text
saflar, zekiler, haydutlar, aptallar.
carlo cipolla ünlü bir italyan akademisyen ve ekonomi tarihçisidir. avrupa sanayi öncesi çağının ekonomik tarihini yazmıştır. cipolla'nın 1988’de yayınlanan "allegro ma non troppo" (hızlıca, ama fazla hızlı değil) adlı küçük kitabının ikinci bölümünde aptallığın yasalarını anlatır. bu küçük yapıt klinik araştırmaların sonuçları ve yazarın tarihi araştırmalarına dayanan ilginç bir toplumsal analizdir.
birlikte yaşamak zorunda olan insanoğlunu cipolla dört sınıfa ayırıyor: saflar, zekiler, haydutlar, aptallar.
cipolla, aptal insanlara ilişkin temel yasaları da şöyle tanımlamış
1. her zaman ve kaçınılmaz olarak, herkes aptal insanların sayısını hafife alır.
2. bir kişinin aptal olma olasılığı, o kişinin diğer özelliklerinden bağımsızdır.
3. aptal bir kişi, kendisi hiçbir kazanç elde etmeyen ve hatta muhtemelen kendisi zarara uğrarken, bir başka kişiye veya bir grup kişiye zarar veren kişidir.
4. aptal olmayan insanlar, aptal bireylerin zarar verici gücünü her zaman hafife alırlar.
5. aptal bir insan olabilecek en tehlikeli insan türüdür, dolayısıyla aptal bir insan bir yağmacıdan ve hayduttan çok daha tehlikelidir.
üçüncü yasadan da anlaşılacağı gibi, cipolla insan davranışını araştırırken göz önünde bulundurulması gereken iki faktör tanımlar:
bireyin kendisine sağladığı yararlar ve kayıplar.
bireyin başkalarına sağladığı yararlar ve kayıplar.
4 insan grubu
birinci faktörü x ekseninde, ikincisi y ekseninde olan bir grafik oluşturarak, ya kendi başına var olan ya da her birinin üyelerinden çizilen ek bir kategoriye (etkisizler) sahip dört insan grubu ortaya çıkar:
aciz insanlar: insanlar: topluma katkıda bulunur, ancak toplum tarafından (ve özellikle de haydutlar tarafından) kullanılırlar; bununla birlikte, sadece acizler ve korkaklar değil; aşırı fedakarların ve pasifistlerin, ahlaki veya etik nedenlerle bu kategoride bilinçli olarak (çaresizce değil) yer alabileceği unutulmamalıdır.
zeki insanlar: topluma katkıda bulunur ve katkılarını karşılıklı faydalara dönüştüren kişilerdir.
aptal insanlar: ne kadar çabalasalar, tüm yaptıkları hem kendilerinin hem de başkalarının çıkarlarına ters düşer.
haydutlar: toplumsal refah için net bir zarar oluştursa bile kendi çıkarlarının peşinden koşarlar.
Tumblr media
11 notes · View notes
nazli95tumbl · 5 years ago
Quote
Bir kaç Soru
1-En çok zevk aldığın birlikteliğin nasıl ve kimle oldu?
2-Bakire olmayan biriyle evlenmeyi düşünür müsün?
3-Ev dışında bir yerde birliktelik yaşadın mı?
4-İstemediğin halde biriyle birlikte oldun mu?
5-En sevdiğin pozisyon?
6-En çok nereye boşalmayı seversin?
7-Oral seks yapmak mı / yapılması mı?
8-Arabada seks yaptın mı?
9-Oral mı? Anal mı ?
10-Aşk olmadan seks olur mu?
11-Tanga sever misin?
12-Çifte üçüncü oldun mu?
13-Tanıdığın biriyle arkadaşken yattın mı?
14-Öpüşme hakkında fikirlerin?
15-Sevişme sırasında yapmaktan yada yapılmasından zevk aldığın birşey söyle?
16-Esmer-sarışın-kumral-kızıl en çok hangisini beğenirsin?
17-Twerk yapar mısın?
18 -Hard/soft/grup/gay/ vs. sevdiğin ve tahrik olduğun birliktelik türü nedir?
19- İlişki sırasında konuşur musun, konuşulmasını ister misin?
20-En son ne zaman porno izledin?
21-Aşka inanır mısın?
22-Arkadaşını becermek istiyor musun? Yada onun seni becermesini istiyor musun?
23-Birlikte olduğun en yaşlı kişi kaç yaşındaydı?
24-Yatakta bir kadın sence nasıl olmalı?
25-En çok girdiğin porno sitesi hangisi?
26-Alkollüyken seviştin mi?
27-Mastürbasyon yapan bir kızı izlemek zevk verir mi?
28-Seks’in yaşı var mıdır?
29-En son ne zaman mastürbasyon yaptın?
30-En son ne zaman seviştin?
31-En son ne zaman boşaldın?
32-En çok neden tahrik olursun?
33-Daddy ve kedicik nedir?
34-Aldığın en değişik seks teklifi neydi?
35-Blogdan biriyle buluştun mu?
36-İyi öpüşür müsün?
37-Grup seks yaptın mı?
38-Yakın gördüğün biriyle birlikte oldun mu?
39-Seks hikayesi okur musun / hangi tür okursun?
40-Birisinin sana mastürbasyon yapması hoşuna gider mi?
41-Yeni tanıştığın biriyle yatar mısın?
42-Seninle sesli yada görüntülü konuşmak istiyorum nasıl güvenebilirim?
43-Bir kadın seni nasıl baştan çıkarabilir?
44-Bir kadında sence en tahrik edici yer neresidir?
45-Öpüşürken dil kullanıyor musun?
46-Erken boşalır mısın?
47-Hiç bir kızı emerek boşalttın mı?
48-Para karşılığı seks yapar mısın?
49-Bir kadının inlemesi seni tahrik eder mi?
50-En sevdiğin porno yıldızı?
51-Bakirelik bozdun mu?
52-İç çamaşırı rengin?
53-İtiraf etmek ister misin?
54-Penis büyüklüğü önemli midir?
55-Penis boyun nedir?
56-Ğöğüs bedenin nedir?
57-Şuan ne kadar seks yapmak istiyorsun 0-10 puanla?
58-Bakireliği / Bakirliği kaç yaşında kaybettin?
59-Seks senin için nedir?
60-Hangi şehirdensin?
61-Kaç yaşındasın?
62-Ön sevişme dahil ne kadar sürüyor?
63-Bir erkekte sence en tahrik edici yer neresidir?
64-Bir erkek seni nasıl baştan çıkarabilir?
65-Birisini nasıl becermek/becermesini isterdin?
66-Sevgilini aldattın mı?
67-Seks oyuncakların varmı?
68-Kaç parmak ile mastürbasyon yapıyorsun?
69-Prezervatife gerek varmı?
70-Kuzenine göz koydun mu?
71-Sanal sekste en önemli şey sence nedir?
72-Bir hafta içinde tahminen kaç kere boşalıyorsun?
73-Seks yapılacak en tehlikeli yer sence neresidir ?
74-Bir günde en fazla kaç kez boşaldın?
75-En sevdigin pozisyon nedir ve en son ne zaman birini bu pozisyona soktun / veya seni o pozisyona soktu?
76-Yaptığın /Yaşadığın en kötü cinsel olay nedir?
77-Bana diledigini yapabilirsin diyen bir kız’a ilk ne yapardın?
78-Sütyenle mi uyursun?
79-Telefonun da ifşa var mı?
80-Parmak kullanmaktan hoşlanıyor musun?
81-Seks sırasında neler düşünüyorsun?
82-Seksten sonra ne yaparsın?
83-Yaptığın en kötü cinsel olay nedir?
84-Yaşadığın en kötü cinsel olay nedir?
85-Reel seks yaptığın takipçin oldumu?
86-Son izlediğin porn videonun linkini atar mısın?
87-Birisini becermek için ne kadar koştun peşinde?
88-Sence bir kadının neresine boşalması güzeldir ?
89-Vücudunun sana göre en seksi kısmı neresi?
90-Sakso çeken bir kızı izlemek sana nasıl hissettirir?
91-Sevişeceğin kişinin güzel-çirkin-kilolu-zayıf-yakışıklı-kaslı- olması gibi tercihlerin varmıdır?
92-En sevdiğin pozisyon ve neden?
93-Okulda birisiyle seviştin mi? Nerede?
94-En çok seks yaptığın yer? Neden?
95-Senin için karşı tarafta önemli olan 3 şey nedir?
96-Küfürlü ve aşağılayıcı seks hakkındaki fikirlerin ve düşüncelerin?
97-Bakire/Bakir olmayan birisinin cinsel anlamda aldatmayacağına inanır mısın?
98-İlk buluşmada seviştiğin oldu mu?
99-İlk buluşmada sevişmek istermiydin?
100-Sakso sever misin?
101-Bir hafta içinde tahminen kaç kere boşalıyorsun?
102-Blogdan biriyle sanal seks yapıp sohbet edip unutamadığın oldu mu?
103-Öpüşmeyi sever misin?
104-En tehlikeli seks mekanı sence neresidir?
105-Güzel bir seks için en önemli iki şey nedir?
106-Kendinden en fazla kaç yaş küçük biriyle birlikte oldun? Yaşı nedir?
107-Kendinden en fazla kaç yaş büyük biriyle birlikte oldun? Yaşı nedir?
108-Beğendiğin göğüs türü nedir?Küçük-Orta-Büyük hangisidir ?
109-Biriyle birlikte olurken en önemli kısm senin için hangisidir?
110-Bekaretini aldığın birisi oldu mu?
111-Bakirliğini aldığın birisi oldu mu?
112-Duşta seviştin mi?
113-Sabah,öğleden sonra veya gece hangisin de seks yapmayı daha çok seversin?
114-Sarhoşken seks yapmayı seviyor musun?
115-Hiç orgazm numarası yaptın mı?
116 -En iyi öpüşme tarzı sence nasıldır?
117-Seksi bulduğun bir kızda en çok nereye bakarsın?
118-Seks oyuncakları sever misin?
119-Aynı kişiyle en fazla ard arda kaç kere birlikte oldun?
120-Bir günde en fazla kaç kere boşaldın?
121-Yatakta,koltukta,yerde hangisinde sex yapmayı tercih edersin?
122-Araba seksini sever misin?
123-Sana göre aşkın tarifi nedir?
124-Spermini tadan biri tadı için ne söyledi?
125-Sperm tatdın mı?
126-Sperm tatmayı seviyor musun?
127-Sonuna kadar almak mı? Sonuna kadar sokmak mı?
128-Ön sevişmeyi uzunmu tutarsın kısamı?
129-Sinirliyken seks yapmayı sever misin?
130-Roleplay yapmayı sever misin?
131-En son ne zaman seks yaptın ve kimdi?
132-Seks’in ortasında durmana neden olacak bir şey söyle?
133-Seks sırasında bir telefona cevap verir misin?
134-Hiç seks için para ödedin mi?
135-Seks için para kabul eder miydin?
136-Seks sonrası nasıl hissediyorsun?
137-Hiç birine çıplak resim yolladın mı?
138-Sana çıplak resim gönderen oldu mu, olduysa begendin mi?
139-Hiç birini aldattın mı?
140-Grup seks hakkında ki düşüncelerin nelerdir ?
141-Üçlü yapar mısın? Hiç yaptın mı?
142-Dörtlü yapar mısın? Hiç yaptın mı?
142-Ne sıklıkla mastürbasyon yapıyorsun?
143-Seks yaparken ışıklar açık mı yoksa kapalı m�� seversin?
144-Arka planda müzik veya tv ile seks sever misin?
145-Akraba olmasaydım sevişirdim dediğin biri var mı?
146-Çıplak uyur musun?
147-Günde birden fazla kişiyle seks yaptın mı?
148-Seks sırasında hiç video kayıt yaptın mı?
149-Seks sırasında porno izler misin?
150-Seks sırasında ne kadar romantiksin?
151-Kendini 5 kelimeyle tanıtır mısın?
152-En sevdigin porno video türü nedir?
153-Bir kadında boşalmayı en çok sevdiğin yer?
154-Bir günde en fazla kaç kere boşaldın?
155-Seks yapılacak en tehlikeli yer sence neresidir?
156-Sence bir kadının en seksi göründüğü an?
157-Bir hafta içinde tahminen kaç kere boşalıyorsun?
158-Sanal sekste en önemli şey sence nedir?
158-Lezbiyen misin?
159-Biseksüel misin?
160-Gay misin?
161-Strapon kullandın mı? Kullanıp birini becerir misin?
162-Buradan birisiyle tatile gider misin?
163-Connected2 kullanıyor musun?
164-İsmini bilmediğin birisiyle seks yaptın mı?
165-Şuan seks yapalım desem?
166-Bakirelik önemli midir?
167-Vücudun da dövme var mı?
168-Göğüsler’in ile oynamayı seviyor musun?
169-Penis’in ile oynamayı seviyor musun?
170-Uyuşturucu kullanıyor musun? Kullandın mı?
738 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 4 years ago
Text
Dazai’nin Giriş Sınavı 1. Bölüm
Tumblr media
Wattpad linki
   Bu sabah yağmurluydu.
  Heybetli ve soğuk bir kış yağmuru aşırı soğukların geldiğinin habercisiydi.
  İdeallerime göre yaşamayı dilerdim.
  İdeallere göre hareket etmek, ben bunun için çalışıyorum. Korkusuzca, ilgimi kaybetmeden ve duraksamadan ilerlemek...
  Kahretsin! Gelecek hakkında hayal kurma ayrıcalığını kovalamak için profesyonel görevlerimi sadakatle yerine getirmeme rağmen müteşekkir olacak mıyım?
  Yokahama Limanı'nın yanında bulunan uçuruma tırmanırsanız, Silahlı Dedektif Ajansı ofisini görebilirsiniz.
  Kırmızımsı kahverengi renginde tuğla bir bina. Eski bir yapı olduğundan ve deniz meltemi güçlü olduğundan su boruları ile telefon direkleri bile paslanmış. Dış görünüşünün şüpheli gözükmesine karşın aslında sağlam bir binadır. Öyle ki, düşman makineli silahla ateş açsa bile içeriye ufacık bir zarar veremezler.
  Neden kendime güvenerek bunları anlatıyorum? Çünkü deneyenler olmuştu.
  Basitçe Silahlı Dedektif Ajansı binası sadece dört kat, bunların dışında diğer katların kendi şahsi kiracıları var. İlk kat bir kahve dükkanı, ikinci kat hukuk bürosu, üçüncü kat boş ve beşinci kat çeşitli malzemeler için depo olarak kullanılıyor. Maaş günlerinden önce genelde kafeye borçlanırım, ne zaman belalı bir iş gelse aşağıya, hukuk bürosuna inip yardım için yalvarırım.
  Şimdi, işe gitmek için anlattığım binanın asansörüne biniyorum.
  Asansörden indim ve Silahlı Dedektif Ajansı ofisinin kapısının karşında durdum. Fırça ile yazılmış, basit bir Silahlı Dedektif Ajansı tabelası çerçevelenmiş ve kapıya asılmış.
  Kol saatime baktım. Sabah sekizde işe gitmeme kadar hala 40 saniye var.
  Biraz erken geldim.
  Zamana katı bir şekilde uymak benim parolam. Beklemek zorunda kaldığım 40 saniyede defterimi açtım ve bugünün planını bir kez daha gözden geçirdim. Kahvaltı zamanıma, yurttan ayrılış saatime, kırmızı ışıkta bekleme süreme bir kez daha baktım ancak sırf bir kere bir aksilik yaşadığım için bu plana ölmüş gibi davranmayacaktım.
  Defterimi okurken kafamda bir ampul yandı. Yakamı düzelttim ve bir kez daha kol saatime baktım.
  ...Zamanı geldi.
  "Günaydın."
  Kapıyı açtım.
  "Ah, Kunikida-kun! Günaydın. Hey, şuna bir baksana! Tam bir rezalet!"
  Dazai aniden kapının önünde ortaya çıktı. Gülümsüyordu.
  "Uzun bir çabadan sonra, sonunda başardım! Oh, ne kadar muhteşem bir dünya burası! Ölümden sonraki dünyadayım, Ölüler Diyarı! Tıpkı hayalimdeki gibi, bak! Yerden dumanlar yükseliyor, cama vuran ay ışığı bilindik hissettiriyor, pembe gökyüzünde bir fil dans ediyor!"
  Garip el kol hareketleri yaptı ve ofis kapısının önünde dans etti. Ne baş belası ama...
  "Hohohoho, umduğum gibi Mükemmel İntihar El Kılavuzu tam bir başyapıt! Sadece dağ sırtlarındaki patikalarda yetişen mantarları yiyerek İntihar için böylesine mutlu ve zevk verici bir yol buldum! Muhteşem! Hohoho!"
  Dazai'nin gözleri sabit değildi. Göz bebekleri seğiriyordu.
  "L-lütfen bir şeyler yap, Kunikida-san!" Bir ofis çalışanı yaşlı gözleriyle bana baktı.
  Sanıyorum ki, daha iş saati başlamadan bu haldeydi.
  Dazai'nin masasına göz attım.
  Masada lanet antika kitap, Mükemmel İntihar El Kitabında tek bir sayfa açıktı. Sayfadaki başlık "Mantar Zehriyle Ölüm"dü. Kitabın yanındaki tabakta ısırılmış bir mantar vardı.
  Dahası, dikkatle bakılırsa kitapta çizilmiş mantar ile tabaktaki arasında ufak bir renk farkı vardı.
  "Hey hey, Kunikida-kun, sen de Ölüler Diyarı'na gel! İstediğin kadar alkol içebilirsin, sonsuz yemek var ve istediğin kadar güzel kadınları koklayabilirsin!"
  "Lütfen bize yardım et Kunikida-san! Her şeyi denedik, yine de..."
  Lafın kısası Dazai'nin yediği mantar ölümcül zehirli olan değildi, bunun yerine halüsinasyon görmesine sebep oluyordu.
  Ama bu şey...
  Her sabah, tam işe geldiğim vakit, planlarımı ve yapacaklarımı mahvediyor. Eğer ki sabah planlarımı düzgünce yerine getiremezsem günün geri kalanını sorun çıkartmadan halledebilir miyim ki? İmkansız.
  Sarsılan ve kıpırdanan Dazai ile ağlamak üzere olan çalışanı görmezden gelerek kendi masama doğru yürüdüm.
  Her zamanki gibi çantamı masaya koydum. Sonra bilgisayarımı çalıştırdım. Her zaman yaptığım gibi pencereleri açtım.
  "Vay, Kunikida-kun, pencerenin ardında dev bir denizşakayığı var! Muz! Muz yiyor! Etrafımızda beyaz bir parti düdüğü öttürüyor!"
  Her zamanki gibi kahvemi bardağıma koydum. Güne başlamadan önce gereksiz dosyaları kağıt parçalayıcısına attım.
  "Anladım! Soyunacağım! Üstümdekileri çıkarırsam seyirci reytingleri yükselecek! Kolay bir görev değil ama n'olucak, soyunayım! Sonra değişiklik olsun diye tayt giyelim! Herkes tayt giysin, sonra bankaya gidip Kazak1 Dansı yapalım!" Her zamanki gibi telgraftaki yazışma kutusunu kontrol ettim. Kahvemden bir yudum aldım.
  "Bir ses duyuyorum... urgh, ka-kafamın içinde! Küçük bir dede! Ve bana fısıldıyor, Kyoto'yo git, eşsiz lezzetiyle gerçek tofuyu yiyeceksin2 ve ben dene-"
Dazai'nin kafasının ardına uçan tekme attım. Duvara çarptı ve bayıldı.
  000
  Baştan başlayalım.
  Sınavdan kesinlikle 0 puanla kalan kişi, yaklaşık 4 gün önce iş arkadaşım oldu.
  "Yeni çalışan mı?"
  Başkanın odasına çağrıldığım o gün iş dosyalarını düzenliyordum.
  Yeni bir dedektif işe alınmıştı ve benden onunla ilgilenmem isteniyordu.
  Beklenilmedik bir durumdu.
  Dedektif Ajansında çalışmak öldürmeyi ve kavga etmeyi gerektiren tehlikeli bir iş olmasına rağmen personelimizin yetersiz olduğunu hiç duymamıştım. Bu yüzden yan işim olarak okulda haftada iki kez cebir öğretmeni olarak çalışıyordum.
  Doğal olarak, son "Terörizmin Mavi Bayrağı" davası ya da "Yokohama Turistlerinin Seri Kayboluşu" vakası yahut illegal organizasyon Liman Mafyasıyla yaşanan çekişmeler gibi gibi davalarda Dedektiflik Ajansı'ndan istenen yardım, son zamanlarda artmıştı. Eminim ki, bu istekler baş dedektifimiz Ranpo-san için ayrıca çoğalacaktı. Başkanın kararını, çoktan bunu tahmin ettiğinden bu şekilde verip vermediğini merak ediyorum.
  "Tanıştırayım. İçeri gir."
  Bir süre iyice düşünüp taşındıktan sonra başkan kapıya baktı ve seslendi.
  "Nasılsınız?"
  Bir gülümsemeyle yürüyen adama baktım.
  Kum rengi ceketi ve açık yakalı bir tişört giyiyordu. Uzun ve çok zayıftı, koyu, dağınık saçları vardı ve kıyafetleri bakımsızdı. Ama karman çorman görünüşünün yanında güzel aksesuarları vardı. Boynuna ve bileklerine sarılmış beyaz bandajlardan biraz rahatsız oldum.
  "Dazai Osamu. Yaş 20. Tanıştığıma memnun oldum."
  20. Benle yaşıt.
  "Kunikida. Anlamadığın herhangi bir şey olursa bana sorabilirsin."
  "Ooh! Silahlı Dedektif Ajansı'nın kıdemli dedektifi sen misin? Etkilendim."
  Dazai olarak bilinen adam coşkuyla elimi tuttu ve salladı. Sallamaları abartılıydı.
  O sırada, aniden -adamın gözlerinde soğuk ve keskin bir ışık gördüm sandım. Hayır, tıpkı bulutların üstündeki rahibe3 benzer, bakışları zihnimin derinliklerine işlemiş gibi hissettirdi. Ama gözlerini kırpınca, aziz bakışları kayboldu ve Dazai'nin yüzü normal aptal haline geri döndü.
  Yanlış mı gördüm? Gözlerindeki şey delilik miydi?
  "Bu arada, Dazai? Neden dedektiflik? Bilirsin, yalvardığında kabul edilebileceğin bir tapınak değil burası."
  "O konu hakkında... işsizdim, motivasyonum yoktu ve sıklıkla bir barda sarhoştum. O zamanlarda yanımdaki amcayla konuşurdum ve bir bahse girdik. Kim içki yarışmasını kazanırsa bir işe arabulucu olacaktı. Şaka sanmıştım ama sonra kazandım."
  O yaşlı adam kimin nesiydi?
  "Bahsettiği kişi Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei. Dün bize bir iyilik istemek için uğradı."
  Başkan ciddi bir bakışla bunları söyledi.
  Ancak Taneda-sensei'nin adı söylendiği anda nefesim kesilmişti.
  Bahsettiğimiz kişi İçişleri Bakanlığı, Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei ise bu iş içinde onu tanımayan kimse yoktur; kendisi Özel Kuvvetler Birimi'nin yöneticisidir. Görevi tüm yetenek kullanıcılarının üstesinden gelip bir düzene sokmaktır. Başkan Silahlı Dedektif Ajansını kurarken bile, ara sıra Taneda-sensei'nin yardımsever baskısının altında kalmıştı.
  Başkan ne kadar önemli birisi olursa olsun Taneda-sensei'nin özellikle önerdiği birisini reddedemezdi.
  "Sizin gözetimin altında olacağım, senpai!"
  Kalbimdeki huzursuzluğun farkında mı değil mi bilmiyorum ama yeni çalışanımız büyük bir gülümsemeyle dişlerini gösterdi.
  000
  Ama İçişleri Bakanlığı liderinden kabul edilmiş süper önemli birisi olsun ya da olmasın sabah ilk iş mantar yiyip hayal dünyasına uçmak gerçekten sinir bozucu.
  Bugün Dazai ile ortak olmamın üçüncü günü.
  Kalbim ve ruhum bir anlığına bile dinlenemiyor, iş biraz bile ilerlemedi ve şikayet aramaları gelmeye devam ediyor.
  Gözlerimi bir saniyeliğine ondan ayırmaya kalkıştığımda bir nehire atlayıveriyor. Biraz ara vereceğini söylediğinde bir bara gidiyor ve düpedüz sarhoş geliyor. Gökten bir vahiy aldığını söylediğinde rastgele hoş bir bayana asılmış oluyor. Ona 20 yaşında bir çocuk demek gayet yerinde olur, canı istediği gibi kimseyi umursamadan hareket ediyor, planlarımı binlerce parçaya yırtıyor.
  Bunu söylesem bile iş iştir, ast yine de asttır. Eğer sadece üç gün sonra başkanın talimatlarına karşı gelirsem ve sesimi yükseltirsem başta başkanın güveni olmak üzere Silahlı Dedektif Ajansı'nın itibarını lekelemiş olurum.
  "Yeni üye nasıl?"
  Ajans ofisinin yakınlarında bulunan Go salonunda, başkan küçük bir tatami odasında Go oynarken bunu sordu.
  "Felâket. Şeytanın tohumu, gulyabani ve sefalet tanrısının birleşimi gibi. Siyah Go taşını selvi ağacı Go tahtasına yerleştirdim. Taşın tahtaya vuruş sesi yankılandı.
  "Ama bunun hakkında bir şeyler yapacağım."
  İşten sonra başkan her zaman bu yerde Go oynarım. Bu Japon-tarzı odada etrafta kimse yokken Go tahtası ortamızda, karşılıklı otururuz.
  "Bu son değil..."
  Başkan beyaz taşı tahtaya yerleştirdi ve beni tahtanın sağ tarafımda çıkmaza bırakarak üstünlüğü kazandı.
  "Değil. Taneda-sensei'nin davası var. Ama Sensei neden böyle bir adamı buraya yerleştirsin ki?"
  Bir yandan konuşurken taşımı oynayacak yer aradım. Belki de oyun tahtasının köşesinin sağ altına kou4 yapmalıydım -hayır yoseku için bir yığın set olurdu. Sol taraftan devam etsem bile ortaya doğru ilerleyemezdim ve son olurdu. Kıpırdayacak daha fazla yerim yoktu. Görünüşe göre başkanın oyunu kazanması için sadece birkaç eli kalmıştı.
"Taneda-sensei'nin asi bir kişiliği olabilir ancak insanları yargılarken zeki gözlere sahiptir. O genç adamda sıra dışı bir yetenek keşfetmiş olabilir."
  Kesinlikle. Dedikoduların Taneda-sensei hakkında söyledikleri gibi konu insanları değerlendirmeye geldiğinde ondan iyisi yoktur. Aksi takdirde İçişleri Bakanlığı Özel Kuvvetler Departmanı'nın yöneticisi olamazdı.
  Ama "sıra dışı bir yetenek" mi? O kafası çamur dolu gibi gözüken adamda mı? "Taneda-sensei'ye katılıyorum. Dazai öncesinde sınava girdiğinde tam puanla geçti. O çocuk doğuştan kazanan. Bu yüzden şüphe verici."
  "Şüphe verici derken... ne demek istiyorsunuz?"
  "Ofiste Dazai'nin geçmişini araştırdım. Ancak hiçbir şey bulamadım. Bomboştu. Polis soruşturma ekibindeki bir arkadaştan yardım istedim Ama esrarengiz bir şekilde hiçbir şey ortaya çıkmadı. Sanki kasten geçmişini silen birisi varmış gibi..."
  Polis soruşturma ekibinin hiçbir şey bulamamasını düşününce, gerçekten garipti.
  "Belki de basitçe hiçbir yoktur ve bunca zamandır sadece aylak aylak dolaşmıştır?"
  "Belki. Yoksa..."
  Biraz zaman geçti ve alnının ortasında bir kırışıklık ortaya çıktı, sonra başkan devam etti.
  "Dazai'ye yeteneğini sordun mu?"
  "Hayır, henüz değil."
  Yeri gelmişken, yetenek kullanıcısı olduğunu duymuştum Ama yeteneğinin ne olduğunu sorma şansım hiç olmamıştı.
  "Dazai'nin yeteneği... dokunduğu yeteneği etkisiz hale getirebilmek."
  Kulaklarımdan şüphe duydum.
  Etkisiz bırakmak. İlk bakışta çok da parlak olmayan basit bir yetenekmiş gibi gözüküyor Ancak yetenekliler arasında bile sıra dışı bir yeteneğin nasıl kullanıldığına göre diğer yeteneklere yenilme ihtimali vardır.
  Benim yeteneğimin adı "Yalnız Şair", yeteneğim sayfaya yazdığım kelimeleri sayfayı yırtınca ve sessizce sözcüğü mırıldanınca gerçeğe dönüşmesini sağlıyor. Ama defterimin boyundan daha büyük bir sayfaya yazarsam, yazdığım ortaya çıkmaz. Kapsamlı, üstün nitelikli ve bazen kusurlu bir yetenek. Bir şeye ihtiyacım olur diye defterimi yanımda taşımak zorundayım, ama defterimin yanımda olmasının tek nedeni kesinlikle bu.
  Fakat Dazai'nin yeteneği farklı.
  Teknik olarak, rakipleri Dazai yüzünden yeteneklerini kullanamayacak. Dünyanın en güçlü yetenek kullanıcısı bile Dazai'nin karşısında sıradan bir adama dönüşür.
  Birçok ulusun 'yetenek kullanıcılarının' birleşip onu izlemesi garip olmazdı.
  Başkanın dediklerini yavaşça kabul etmeye başladım.
  "Yani... kısaca şöyle oldu: Taneda-sensei kadar harika insanların içmeye gittiği bir yerde dahi bir yetenek kullanıcısı normalmiş gibi yanına oturdu ve hiçbir neden yokken bir anlaşma yapıverdiler. Sarhoş kelimeleri ve davranışlarıyla bir adam, sınava girdi ve tam puanla geçti. Bu tarz birisi ne gariptir ki işsizmiş. Sonra birisinin bağlantıları sayesinde hemencecik, hiç soruşturulmadan Silahlı Dedektif Ajansı'na işe alınma ihtimali çok yüksekmiş?
  Gerçek olması için fazla tozpembe değil mi?"
  "Sadece çok detaylı düşünüyor da olabiliriz. Ancak Silahlı Dedektif Ajansı'nın yetkili makamlar ve polisle birçok bağlantısı var. Bu iş kolunda devlet sırrına boyun eğmek zorunda kaldığımız zamanlar olabilir."
  Kesinlikle, bir suçlu organizasyon vakası varsa dedektiflik ajansı polisle birlikte çalışır, içeri sızmak için uygun bir yerdir.
  Ama - Dazai'nin Ajansa sızmış bir casus olması mümkün mü ki?
  Seçkin Taneda-sensei'yi zekasıyla alt etmiş birisi olduğuna göre?
  O Dazai?
  "Kunikida, o adamın giriş sınavına seni görevlendirmek istiyorum."
  Kafamı kabul ettiğimi gösterecek şekilde salladım. Başkanın bahsettiği 'giriş sınavı' Ajansın gelecek dedektiflere verdiği bir değerlendirme. 'Gizli teftiş' gibi. Eğer bu sınavı geçemezseniz gerçek bir çalışan olarak kabul edilmezsiniz.
  "İşteyken Dazai'ye yakın dur, gerçek niyetinden emin ol. Olur da gizli ajan, casus ya da özel görevli olduğuna dair kuşkulanırsan tereddüt etmeden kov onu. Ayrıca, ek olarak ruhu kötüyse, içindeki kötülüğü gösterdiği bir an olursa-"
  Başkan arkasından önceden hazırladığı bir çantadan siyah, otomatik bir silah çıkardı ve bana uzattı.
  "..."
  Tek bir kelime söylemeden silahı aldım.
  Ağır.
  "Sen vur."
  Dazai herhangi bir kötücül işin içindeyse, daha fazla ilerlemeden onu durdurmak dedektiflik şirketinin görevi.
  Silahlı Dedektif Ajansı'ndan alınmış bir dedektiflik lisansını elinde bulunduran kişi, polisle eşdeğer bir yetkiye sahiptir. Belirli durumlarda silah ya da bıçak taşıma iznimiz vardır. Polisten bilgi alabiliriz. En önemlisi ise, soruşturmanın yetki kapsamında soruşturmaya karışma ve müdehale etme, polis bilgisini değiştirme, kablo şebekesine bağlanarak ya da gizli dinleme cihazlarıyla önemli tesisleri dinleyebilme gibi her kanuna aykırı uygulama olanaklı. En kötü ihtimalde terörist gibi davranıp önemli binaları yıkar, yüzlerce ve binlerce insanın hayatını alır, bunun olması mümkün değil.
  Demir ototmatik silah elimde soğuk ve sessiz hissettirdi.
  Körfezden gelen dalgaların yumuşak bir biçimde çarpma sesi, suya ışığıyla yansıyan ayın görüntüsü...
  Limana koşuşturarak yürüdüm. Şu anki rakiplerin alacakaranlıktaki sesi, ay sokak lambasıyla yarışıyor...
  Arkamda Dazai salına salına yürüyor.
  Dazai'nin mantar kargaşası yarım gün boyunca devam etti, sonunda biraz iş yapabilirdik.
  "Kunikida, gösterdiğin yeteneğin- adı Yalnız Şair miydi? Bir ara bana yeniden göster."
  "Reddediyorum. Yetenekler önemsizce meydanda gösterilecek bir şey değildir. Ayrıca yeteneğimi kullandığım her sefer defterimden bir sayfa kaybediyorum. Bu defter, uzun zaman sonra sadece 100 cilt yapmayı başarabilmiş ve fiyatı bile istisna yapmış belli bir zanaatkarın sınırlı sayıda ürettiği bir ürün. Sanki seni eğlendirmek için harcarım da."
  Bileğimdeki saate baktım ve etrafıma göz attım.
  "Daha önemlisi, Dazai, hızlı yürü. Randevumuza geç kalacağız."
  "Geç kalacağımızı söylesen bile Kunikuda-kun, randevunun ne zaman olacağına dair bir bilgi yok yani bu, gerçek bir randevu olmadığı anlamına gelir, değil mi?"
  "Hayır. Telefonda onlara '7 civarlarında' buluşacağımızı söylemiştim."
  "Ve? Şu an tam 7. Buradan itibaren yürümemiz sadece 5 dakika alır, yani geç kalmamızın imkanı yok."
  "Aptal! 7 civarlarında dediysem saatimi 18.59.50 ile 19.00.10 arasına kurmuşum demektir, o yirmi saniyeyi kast ediyorumdur!"
  "Böylesine bir zaman hakimliği, sadece senden beklenirdi gerçi..."
  Dazai ile önden ve arkadan laklaklık ederek yürüdüm.
  Bu arada, kol saatim her sabah yataktan kalktığım standart zamanla uyumlu olduğundan saatin kuruluş süresindeki kayma, 1 saniyeden daha az.
  "Mutlu mantarı yiyip bugünün işinin ilerlemesini engelleyen kimdi? Sakın bir kez daha bunu yapmayı düşünme. Yaparsan bile yediğinin zehirli olan olduğundan emin olarak ye."
  "Şey, mutlu geçen bir saatti."
  "Şimdiden iyi misin? Daha fazla pembe gökyüzündeki fili görmüyor musun?"
  "Fil mi? Aptal olma. Onun gibi bir şeyin uçabilmesinin mümkünatı yok, değil mi? Uçan şey mor renkli paremesyumdur."
  Bu adam çoktan umutsuz vaka.
  Dazai ile konuştuğum her sefer emin olduğum şeyler kulağa aptalca geliyor.
  Gizli ajan mı? Şeytan mı?
  Muhtemelen yapabileceği en kötü şey raylara atlayıp tren yolculuğunu aksatmak olur.
  Ne olursa olsun, Dazai sadece sıradan konuşan, ilginç, ortalama beceriksiz birisi -ki bu, onu işten atmak için yeterli bir sebep. Buna rağmen sadece-
  "Dazai bundan sonrasında yapacağımız işi hatırlıyorsun, değil mi?"
  "Mor paremesyumu yok edeceğiz."
  "Şu ana kadar... anlaşılmaz şeyler hakkında konuştuğunu düşünmüştüm ama bilerek yapıyorsun, değil mi?"
  "Ahaha. Öyle mi? Perili Köşk Soruşturmasındayız."
  Dalgaya vurmadan gülümseyen bir suratla bunu söylediğinde kaşlarımı çattım.
  Dün e-postama gelen bir istek almıştım. Mektubun içeriği aşağıda belirtildiği gibi, şöyleydi:
  Sayın yetkili, Silahlı Dedektif Ajansı'ndan duyduğumuz saygı ile, umarım bu mektup sorunsuzca size ulaşır. Bu mektubun sunduğu olanakla Silahlı Dedektif Ajansı'ndan bir ricamız var. Meşgul zamanlar geçirdiğinizi biliyoruz ama lütfen size bu vakayla sorun yaşatmamıza izin verin. Doğruyu söylemek gerekirse, garip doğaüstü olaylar, geceden sonra dolunayın yükselmesiyle ortaya çıkmaya başladı. Bu bir soruşturma başlatmanız için yapılan ricadır. Kimsenin kullanmaması gereken bir binanın içinden esrarengiz inleme ve fısıltı sesleri duyuyoruz. Dahası sönük, titrek bir ışık camlara yansıyor, bu binanın etrafında yaşayan bizlerin rahatlamak için tek bir anı bile yok. Terbiyesiz bir rica olduğunun farkında olsak da bu işin birisinin haylazlığı mı yoksa başka bir şey mi olduğunu ve bir yaramazlıksa nasıl yapıldığını açığa kavuşturursanız minnettar oluruz. Küçük bir şey ama özel bir avans göndereceğiz. Faturayı memnuniyetle kabul edeceğiz. Dahası, Bu ricanın içeriğinin sır olarak tutulmasını umuyoruz. Tüm bencilliğimizle şirketinizden gereğinin yapılmasını arz ederiz. Saygılarımla.
  Aslında oldukça laf kalabalığı vardı. Mektubun içeriği karmaşık olsa da konusu kısaca "Yakınlardaki bir binadan gelen şüpheli sesler var, gidip bizim için kontrol edin."'di.
  Bu mektup bana ulaştıktan hemen sonra, avans Ajans ofisine geldi. İçini kontrol ettikten ve gerekli masrafları hesaplandıktan sonra ajanstan artan yeterince miktar vardı.
  Böyle olduğundan reddetmek için bir sebep yoktu. Her zamanki gibi soruşturmayı başlatacaktık.
  Ancak -tek bir sorun vardı.
  Rica eden kişinin adı yoktu.
  İsteği gönderen kişi, bu şahsın nerede yaşadığı, kendisiyle iletişim kurabileceğimiz herhangi bir yer... hepsi belirsizdi. Muhtemelen bu kişi kasıtlı olarak kendisini gizli tutuyordu ama ayrıca bulduklarımızı da bildiremezdik.
  Bu yüzden zorlu, ismi belirsiz kişiyi bulma görevinde Dazai ile ortak oldum.
  "Belki isteği gönderen kişi ayrıca perili köşkte bizi bekleyen kötü bir hayalettir. Ve biz, dedektifler tuzağa kanıp tek lokmada midesine-"
  "Aptal. Sanki Bu dünyada hayaletlerin e-mail gönderebildiği bir hikaye var da."
  Diğer taraftan ortalıkta bir hayalet varsa korkmam... Muhtemelen.
  Gereksiz ve mantıksız şeyler hakkında konuşurken körfez tarafındaki depoya doğru yürüdük. Kahverengimsi kırmızı tuğla binalar karanlık, sisli gecenin ayışığında renklerini yansıtıyordu.
  Geri kalanlarından daha eski ve küçük olan bir depoya girdik.
  Tavan yüksekti, duvardaki sıvalar esen deniz rüzgarıyla soyuluyordu. Yedek makine parçalarıyla yağın kokusu ve toz ile eski zamanın kokusu etraftaydı. Ofisin zilini çaldım.
  Demir yüzeyin açılması ve zincirlerin birbirine çarpma sesi duyuldu.
  "Girin."
  Beklediğim gibi, içeriden tiz bir ses cevap verdi.
  Pek çok asma kilidin arasından büyük ve ağır huş ağacı kapıyı açtım ve içeri girdim.
  Oda, 20 tatamiden biraz daha küçüktü. Duvarlarda ve yerlerde elektronik makineler yığılmıştı ve titrek ledler loş odayı aydınlatıyordu.
  Odanın merkezinde bir yığın bilgisayar sıralanmıştı ve vantilatörlerin sesleri sokak köpeklerinin hırıltılarına benziyordu. Masada dört LCD ekran vardı, herbiri solgun bir şekilde parıldayan farklı resimleri gösteriyordu.
  "Yo, gözlüklü. Bugün de defterin ne derse onu mu yapıyorsun?"
  "Bilgi eksik diye avantaj elde etmeye çalışma, ağzı bozuk. Eğer bu kanıtı ajansta doğru yerlere ulaştırırsak hapiste on yıl yatarsın. Parmaklıklar arasına girecek olursan rahmetli baban ağlar."
  "Babam hakkında konuşma."
  İki bacağına da masaya uzatan yasadışı istihbaratçı, 14 yaşındaki bir erkek çocuğuydu.
  Büyük gözleri ve kısa saçı vardı. İster kış ister yaz olsun giydiği tek kıyafet beyaz bir süveterdi. Bedeni zayıf olabilirdi ama gözlerindeki kıvılcım kırık cam kadar keskindi.
  "Daha önemlisi, belli ki geç kaldın? Alışılmadık bir durum. Ne o, randevun mu vardı?" Eşcinselliği ima ederek serçe parmağını kaldırdı.
  "Kesinlikle yanlış. Randevuya çıkmak sadece evleneceğimi planladığın kıza özeldir. Ayrıca defterimde, gelecek planlarımı yazan sayfada evliliğe daha 6 yıl olduğu yazıyor."dedim defterimi açarken.
  "O nedir ,gözlüklü? Evlilik planladığın bir kız mı var yoksa?"
  "O'nun olmasına daha 4 yıl var."
  "Oh, anlıyorum."
  Defterimi açarak onu ciddiyetle cevapladığımda oğlanın gözleri büyüdü ve çenesi bir karış açıldı.
  “İdeallerle ve planlarla yaşamak, bir yetişkin olmak bu demektir işte. İzle ve öğren, genç adam.”
  “Hmm… Kunikida-kun’un karakterini az çok anlar gibiyim, ama şimdiki biraz…” Dazai arkamdaki tahta kapıdan belirdi.
  “Hm, yeni bir yüz var. Kimsin?”
  “Selam. Kendimi tanıtmak aslında kötü bir ��ey değil, ama Kunikida-kun’un az sonra söyleyecekleri yüzünden, bunu yapmam mümkün değil.”
   “Çocuk, başka birinin adını sormadan önce, kendi adını vermelisin. Ve Dazai, iznim olmadan hareketlerimi ve sözlerimi tahmin etme.”
   “Gözlük, ‘yapmalısın’ sözünü cidden seviyorsun değil mi… Pekala. Adım Taguchi Rokuzo. 14 yaşındayım. Uzmanlık alanım bilgisayar hacklemek.”
   “Ajansın iletişim ağını hacklerken yakalandı. Kapı dışarı ettiğim aptalın teki.” diyerek kibarca eleştirdim.
   “Bu kadar konuşma yeter. Hey, ortalıkta dolanmayı kes ve o zamanki aktarım kaydını ver.”
   Üç ay önce, Rokuzo veledi Silahlı Dedektiflik Ajansı’nın bilgi ağını hackledi, ajansın kargaşaya kapıldığı bir zamandı. Doğal olarak ajansın siber korumada bile gardını düşürmesi mümkün değildi. Kargaşa çabucak çözüldü ve bir takip soruşturması sonucu bu yer bulundu.
   Sonuç olarak, Rokuzo veledi çok fena batırdı, bir suçlu olmasının kanıtı olan aktarım kaydı, polise verilmemesi karşılığında ajansa istihbaratçı olarak yardım etme şartıyla iki tarafın da kazandığı bir anlaşmayı kabul etmesi gerekti.
   “Ve? O maili göndereninin kim olduğunu buldun mu?”
   “İş arkadaşlarıyla konuşma şeklin çok kaba, gözlüklü. Hemen halledebileceğim bir iş değil. Biraz daha bekle.”
   Çocuğun dediği gibi, bu adamın yerini, bir isim olmadan bulma işiyle görevliydi. Mailin gönderildiği kaynağın izini sürmek özel yeteneğiydi, bu yüzden çok da zor bir dava olmamalıydı.
   “Zaten diğer davayla ‘kayıp kişilerin izini sürmekle’ meşgulüm. Öncelik o vakanın, değil mi?”
   “Doğru.” diye kabul ettim.
   --Yokohama’nın Turistlerinin Art Arda Kaybolmaları. Bir kayıp vakası, ilk bakışta birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan mağdurların aniden kaybolmaları ve sonrasında geri dönmemeleri. Güncel kayıp insan sayısı 11. Soruşturma ekibinin bu davaya başlamasından beri bir ay geçti. Kurbanlar arasındaki ortak özellikler, Yokohama dışında yaşamaları ve kayboldukları sırada iki ayak üstünde yürümeleri hariç, neredeyse yok, hem de hiçbir şey yok. Samanlıkta iğne arıyormuş gibi bu zorlu dava araştırılıyordu.
  Rokuzo’nun görevlendirildiği iş kurbanların kaybolmadan önce yaptıklarıyla ilgili bir kayıt hazırlamaktı. Araştırmaya demir yolundan ve taksi raporlarından başlaması istendi, ama görünüşe göre olayların kaynağı pek de hoş değildi.
   “Bu dava ne? İlk defa duyuyorum. Bana detaylıca anlat.”
   Dazai ilgileniyormuş gibi gözükerek burnunu sokuyordu, .
   “Sonra anlatırım.”
   Böylece konuyu düşünmeden kapattım.
   Tabii ki böyle yapmamın bir sebebi vardı. Bu seri kayıplar olayını Dazai’nin giriş sınavıyla birlikte çözülmesini planlıyordum.
   “Hmm, demek yeni üyeleri eğitiyorsun. Gözlük, terfi etmişsin huh.”
   “Oldukça dik başlı bir üst; bilirsin, biraz dertliyim."
   -Ah, doğru ya. Rakuzo muydu? Hackersın değil mi? Kunikida’nın zayıflığı ya da utanç verici gizli fotoğrafları gibi bir şeyin yok mu…?”
   “Oi, Dazai! Birinin gözü önünde açık açık şantaj malzemesi arama!”
   “Oh, demek bu işleri anlıyorsun, yeni eleman, 1000 yen, 10000 yen, 100000 yen, hangi anlaşma senin için uygun?”
   “Böyle bir şeyin mi var!?”
   Bekle, bekle, bekle. Sakin ol.
  "Maskaralık etmeyin. Benim zayıflığım falan yok. Velet belli ki havaya girmiş, Dazai uyma şuna."
   “…Hmm.” Dazai gizli anlamlarla dolu bir bakışla bana baktı.
   “Bana inanmıyorsan kalsın. Sadece bana ne olursa olsun inanan müşterilere satış yaparım zaten. Ancak gözlük ödeme yaparsa, tüm kanıtları senin için silebilirim.” “Kim ödeme yapar ki?! Hakkımda öyle utanç verici bilgilerim yok! Gidiyoruz, Dazai!” Dazai’nin ensesinden çektim ve oğlanın odasını arkamda bırakarak ahşap kapıdan dışarı çıktım.
   …111000 yen huh…
   Gece vakti, depo bölgesinde bir tek kişi bile görülmüyordu.
   Bu bölgenin sokaklarında, Dazai ve ben önceden çağırdığımız taksiyi bekliyorduk. Yaklaşan ve yol boyunca ilerleyen arabanın farları uzayarak önümüzde durdu. Gümüş kürdeleler gibi, sarı renkli gölgeler. Fren lambalarının kırmızı ışığı yayıldı. Beyaz farlar binanın gölgesini aydınlattı. Arabanın camına yansıyan loş ışıklar sıvı gibiydi, göze yakınlaştıkça bir nehirden akıyor gibi.
  Deniz rüzgarı bulutları ileriye ve geriye götürerek esiyor, ay ışığı liman yoluna siyah beyaz gölgeler düşürüyordu.
   “Ne hoş bir çocuk.” Dedi Dazai gecenin gökyüzüne bakarken.
   “Çocuğun seninle tanışmasına izin vermek benim açımdan bir hataydı. Ortaya iyi bir şey çıkmayacağını önceden fark etmem gerekirdi.”
   “Senpai, bir soru sorabilir miyim?”
   “Ne var?”
   “Neden Rakuzo ile ilgileniyorsun?”
   Dazai’ye baktığımda, yüzü ciddi bir hal almıştı.
   “Neden ona bir iş verdiğini merak ediyordum. Kayıp insanları aramak gibi şeyler, ajansın da bu kadarını yapabileceğine eminim. Durumumuzda, telefonla yapılan bir konuşmayla halledilebilecek bir iş için bile yolunu değiştirip buraya geldin."
   Sessiz kaldım. Cevaplaması kolay bir soru değildi.
   “Konuşmanızda geçmişti, ama çocuğun babasıyla mı alakalı?”
   Aniden Dazai’ye baktım.
   “Yani doğru anlamışım.” Dazai yüzüme baktı ve gülümsedi.
   “…Rakuzo’nun babası mükemmel bir polisti. Ancak, öldü.”
   Bu konuşmadan kaçamayacağını bildiğimden anlatmaya başladım.
   “Önceden, bir suçlunun soruşturması için ajansla beraber çalıştı. Devlete ve anonim şirketlere ait tesisleri yok eden tanındık bir suçluydu. Polis ne kadar peşinden koşarsa koşsun, nerede olduğunu anlayamıyordu."
   “Ve bu- Mavi Bayrak Terörizm davası mıydı?”
   “Doğru.”
   Vakaya polis ve ordu da dahil oldu, ülkeyi kargaşaya sürükleyen iğrenç bir vakaydı. “Ajansın araştırmasının sonunda, gizli üssünü keşfetmeyi başarabildik ve bunu şehir polisine bildirdik.”
   “Ee, büyük bir başarı değil mi!?” Dazai takdir etti.
   “Evet, kesinlikle öyleydi. Ancak o sırada ordu, kamu refah ofisi ve şehir polisi birlikte çalışıyordu, emir zinciri karıştı ve bir kargaşa yarattı. Ne yazık ki bu yüzden suçlu tehlikeyi sezmeyi başardı ve gizli üssünde barikat kurdu. Bir çok güçlü patlayıcı yerleştirmişti."
   Hatıralar canlanmaya başladı. Telefon ahizesinden gelen şehir polisini kızgın kükremesi. Tutuklama emri. Bekleme emri. Havada uçuşan tutarsız talimatlar.
   “Talimatlardaki karışıklık yüzünden, olay yerine aceleyle gidebilen detektifler sadece beş kişiydi. Onlara verilen talimat içeri zorla girilmesi ve suçluyu kontrol altına alınmasıydı… Ne de olsa toplumda ‘Mavi Kral’ olarak çağırılan suçlu, herhangi bir özel örgütün parçası değildi veya bir yeteneği yoktu, 5 kişiye karşı ne yapabilirdi ki?"
   Ancak, olay yerindeki insanlar her şeyi anlayamadılar. Üstten zorla girmekten başka bir yol olmadığını düşündüler.
   “Sonuç olarak suçlunun patlayıcıları ateşlemesene sebep oldular. Suçlu ve beş detektifin hepsi öldü.”
   “-Ve ölen o beş adamdan biri Rokuzo’nun babasıydı, değil mi?”
   “Rokuzo’nun annesi erkenden öldü ve ikisi birlikte yaşadı. Polis memuru olan babasına saygı duyduğunu söyledi.”
   Yumruğumu sıktım.
   “O zaman, gizli üssün keşfini bildiren kişi, bendim.”
   O zaman, sadece daha çok yetkisi olan biriyle iletişime geçseydim... Ya da belki, içeri girmek için ajans yardım etseydi…
   “Cinayeti işleyen kişi benmişim gibi hissediyorum”
   “Bu doğru değil. Üstünde ne kadar düşünülürse düşünülsün, suçlular talimatları veren şehir polisi amiri ve kendini ölümüne patlatan suçluydu..”
   “Belki. Ama eminim ki o genç çocuğun düşüncesi farklı. Öyle olmasaydı intikam amacıyla ajansı hacklemezdi.”
   Muhtemelen Rokuzo ajansa karşı öfkeli. Bunu yüz yüzeyken hiç onaylamadım. Ancak- “Rokuzo’nun babası artık burada değil. Tek gerçek bu. Birisi babasının yerine ona göz kulak olmalı ve ara sıra terbiye etmeli. Yapabileceğim tek şey bu. Durum ve zaman bunu gerektiriyor.”
  “Kunkikida-kun duygusal birisi, huh.” Dazai iğnelemeye benzer bir iç çekti.
   Kendimi duygusal birisi olarak hiç düşünmedim, ya da bu duygusallık şeyinin nasıl olduğunu anlamadım.
   Ancak, tüm tanıdıklarım bana “duygusalsın” diyorlar. Nedenini anlamıyorum. Bu dünyadaki her şeyin idealler üzerine kurulu olmadığını söylememe rağmen. Ben düşünürken, bir taksi önümüzde durdu. Taksici elini salladı.
   000 Taksi sürücülerinin aralarında farklı deneyimler ve bilgilerle donatılmış olanları da vardı.
   Temiz olmak, istikrarlı olmak, her çeşit kestirme yolu bilmek, uzun süre şoför olduklarından dolayı edindikleri araba kullanma becerileri veya samimi gülümsemesiyle genç bir adam, ya da taksimetreyi kullanmak yerine vereceği parayı yolcuya bırakmak gibi. Bu kişiler, bir kere bile sözünüzü kesmeden makul bir şekilde isteklerinizi dinler.
  Bu sırada, şöförden tek bir isteğim vardı.
   “Uzun zaman oldu, değil mi, Dedektif Kunikida? Bugün dedektiflik işleri için mükemmel bir gün değil mi? Bugünün gözlükleri ayrıca size uyuyor, araba kullanma işime devam ederken, gözlüklerin artı ve eksi yönlerini anlamakta iyi bilgilendim, anlarsın ya! Zarif ya da markası kaliteli denilebilir! Dedektif Kunikida’nın gözlükleri gerçekten muhteşem! Sözüm sözdür”
   “Yalvarıyorum biraz sus ve sür.”
   İlk olarak ve en önemlisi, gözlüklerin markasının avantajına değer biçerek ne kastediyor? Aptalca –Ne demek istediğini bilmek istesem de.
   “ ‘Şoförün iyisi sessiz olanıdır’ yolcuların hiç söylemedi mi?”
   “Hayır, hiç söylenmedi, huh. Doğrusu, ben araba kullanırken müşteriler asla konuşmazlar. Tüm konuşmayı yapan tek kişi benim.”
   Bu taksinin şehirde nasıl çağırılması gerekildiğini biliyorum: Tuzak.
   Dazai ve ben önceden görüştüğümüz taksiye bindik ve taksiye söylediğimiz yere doğru gitmeye başladık. Camdan dışarıda görülebilen karanlıkta, şehir sokaklarındaki aydınlatmalar ya çok azdı ya da yoktu, ormanın seyrek hattı, puslu ay ışığını bazen gölgeliyor bazen önünü açıyordu.
   Tabii ki, taksinin tuzağına sırf şansızız diye binmedik. Bilerek bu taksiyi tuttuk. Neden mi?
   Bilgi toplamak için.
   “Dazai, biraz önce konuştuğumuz Yokohoma turistlerinin art arda kaybolmalarıyla ilgili davayı hatırlıyor musun?”
   “Ah, Rakuzo denen çocuğun ilgilendiği mi?”
   “Evet. 11 kurban var. Bu on bir kişiden ikisini, kaybolmadan hemen önce bu taksi sürücüsü görmüş”
   Önümdeki minyon taksiciyi işaret ettim.
   “Tanıktan ziyade, sadece onları limandan otele götürdüm. Aralarından birisi tatile gelmiş bir kadın, diğeri iş gezisindeki bir iş adamıydı.”
   “Ve bu fotoğraflardaki kişiler olduklarına emin misin?”
   Göğüs cebimden birkaç fotoğraf çıkardım. Öyle ya da böyle, fotoğraftakilerin kayıp kişiler olduğunu otelin güvenlik kamerasıyla çoktan onaylamıştık. Figürleri binaya doğru ilerliyordu, resepsiyonda kontrol ediliyor ve ertesi gün dışarı çıkıyorlardı; fotoğraflarının her birinden üçer tane vardı.
   “Evet, şüphesiz bunlar onlar. Kıyafetleri bile fotoğraflardakilerle aynı. Onları bu otele bırakmıştım."
   “Tamam, her neyse Kunikida-kun, müsait olduğunda kibarca bu davayı detaylarıyla bana anlatabilir misin?”
   “…Pekala.”
   Takside, vakayı üstünkörü anlatmaya başladım.
   Bir ay önce, Yokohama’ya iş gezisi için gelmiş 42 yaşındaki bir adam aniden kayboldu. Ayak izlerini takip ettikten sonra, limandan otele gittiği ve girişini yaptığı, geceyi orada geçirdiği ve ertesi gün şehirden ayrıldığı anlaşıldı. Ancak, iş toplantısında görülmedi, ya da evine geri dönmedi. Eşyalarını otel odasında bırakmasına rağmen nereye gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
   Diğer kurbanlar da hemen hemen aynı durumdaydı, yalnız turistler, fuarlara katılanlar ve toplam 11 kişi. Kayıpların yaşları, adresleri ya da işleri aynı değil, tek ortak noktaları Yokohama’ya yalnız gelmeleri. Polis otelden ayrıldıktan sonra gittikleri yerleri bulabilmek için bir soruşturma başlattı ama sonuç koca bir hiçti. Sanki bir sigara dumanında kaybolmuş gibilerdi.
   Şehir polisine göre, en olası durum kaçırılmaydı. Ama böyle büyük bir şehirde, tanık olmadan birinin kaçırılabileceği hiçbir yer yok. Ayrıca, aileler fidye ile tehdit edilmemiş, kaçırılmalarının amacı belirsiz.
   --“Kaçırılmalarının illa bir amacı olması gerekiyorsa, nedeni açıkça belli değil mi?” Şimdiye kadar dinleyen sessiz Dazai, aniden net bir sesle konuştu.
   “Organ mafyalığı.”
   “Ne?”
   “Diyorum ki, kaçırıldıktan sonra, satıldılar. Duyduğuma göre, kaybolan insanlar sağlıklı yetişkinlerdi, değil mi? Kalp, böbrek, kornea, akciğer, karaciğer, pankreas, kemik iliği – eh, yurtdışına Japon yeniyle pazarlamaya kalkışırlarsa pek bir şey kazanamazlar, ama on bir kişinin bedeni zaten altın dağı gibidir. İşi yürüten yalnız bir suçluysa, servet toplar.”
   “Kara borsanın bu tarz işlerle alakası olduğu doğru – ama sen bu konu hakkında fazla biliyorsun.”
   Sıradan bir insan, bu tarz bilgileri sadece kitaplardaki hik��yelerden ya da en fazla filmlerden öğrenir diye düşünüyordum.
   “İmkanı yok, şehrindeki kenar mahallelerinin birindeki barda, insanların bunun hakkında konuştuklarını duydum sadece.”
   Ne kadar da şüpheli bir açıklama. Sanki bahane üretiyormuş gibiydi.
   Sonuçta bu adam hakkındaki her şey şüpheliydi.
   “…öyle diyorsan, o zaman kayıp insanlar satıcılarına ‘lütfen benim organlarımı alın’ diye yalvarıyorlar mı? Tatilin ya da iş gezisinin ortasında... kasıtlı olarak?”
   “Doğru, biraz anormal. Dediğin gibiyse belki de organ kaçakçılığı değildir ama bazı şeyler yüzünden ortadan kaybolmak istemişlerdir. Ve bu yüzden profesyonel bir servisten yeni bir isim ve aile sicili istemişlerdir ve bam! Kayboldular. Bunun gibi bir şey işte."
   “Öyle olsa bile, bu profesyonellerle buluşmaya kendi istekleriyle gitseler, o zaman görülmezler miydi veya en azından arkalarında bir çeşit güvenlik kamera görüntüsü bırakmazlar mıydı?”
   “Bu profesyonellerin arasında en azından bir tane kılık değiştirmede uzman birisi vardır, değil mi?”
   “Düşündüm de daha önce duymuştum, fotoğraf endüstrisindeki gibi bir adamı tamamen bir kadın gibi gösterebiliyorlarmış. Bir şekilde, yüzün hatlarını değiştirmek için yanakların iç kısımlarını ipek dolguyla dolduruyorlar, daha sonra-“
   “Kimse seni dinlemiyor.” Hemen şoförün uzun bir konuşmaya doğru ilerliyormuş gibi görünen sözlerini kestim.
   “Ah, anladım! Şu fotoğrafa bak, ikisi de gözlük takıyor değil mi? Ortak noktalarını buldum! Gözlüklülerin art arda kaybolmaları vakası!”
   Fotoğraflara baktım. Fotoğraflardaki mağdurların ikisi de gözlük takıyordu. Siyah ��erçeveli ve gümüş çerçeveli...
   “Peki o zaman, Kunikida-kun, senin sıran!”
   “Ne sırası? Diğer dokuz kurban arasında gözlük takmayanlar da vardı. Buna ortak nokta diyemezsin.”
   Hatırladığım kadarıyla, dokuzunun arasında, dördü gözlük, ikisi güneş gözlüğü takıyordu ve diğer üçü hiçbir şey takmıyordu.
   “Tsk… O zaman Kunikida-kun’un yem olmasından başka seçeneğimiz yok. Suçlunun hedefleri turistler, değil mi? Öyleyse Kunikida-kun lastik çizmeler giyecek, bir sırt çantası takacak, yeşil ve kırmızı ekoseli bir tişört ve dağ tırmanış pantolonları giyecek ve Yokohama sokaklarınında gezecek. Sonra kocaman bir kamerayla yayaların yandan fotoğraflarını çekecek ve cümlelerini ‘zura’ ile bitirecek.”
   “Bunu kim yapar ki?!”
   “Bunu kim yapar ki zura?!”
   “Böyle bir saçmalığa taktik bile denmez! Reddedildi!
   “Reddedildi zura!”
   “Bunun gerçekleşmesini bekleme!”
   “Ehh? Öyleyse silindir şapkayla tek tekerlekli bisiklet üzerinde sokaklarda gezen ve beğendiği kızlara avazı çıktığı kadar bağıran çıplak bir Kunikida-kun olsa?”
   “Konuyu değiştirdin!”
   “Peki öyleyse, palyaço kostümü giymiş Müfettiş Kunikida olsa nasıl olur?”
   “Ve sen, kapa çeneni!”
   Lanet olsun, her birine!
   Yavaş yavaş öfkeleniyordum.
   “Dazai! İşinde biraz daha istekli ol! Ne zaman ciddi ciddi çalışmaya başlayacaksın?!”
   “Ehh? Ben hep ciddi çalışırım ama...”
   Gerçekten böyleyse durum daha da vahim.
   “Peki. Öyleyse şunu yapsak nasıl olur? Yakında doğru dürüst bir dedektif olacağıma söz veriyorum. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım. Üstüm Kunikida-kun'un nutku tutulacak ve yarından itibaren, herhangi bir problem olmadan yalnız çalışmam konusunda bana güvenebilecek. Tıpkı istediğin gibi muhteşem bir adam olacağım.”
   Dazai mazeretlerini sıralamaya devam etti, ama ona hiç güvenemiyorum.
   “Bu ‘yakında’ tam olarak ne zaman?”
   "Taksiden indiğimiz zaman.”
   Oh.
   “Gerçekten mi?”
   “Tabii ki. Bir intihar yandaşı sözünden geri dönmez… ve karşılığında, bir şey istiyorum.”
   Bunun olacağını biliyordum.
   “Nedir? Maaşına zam gelmesini ya da daha kolay bir iş verilmesini istiyorsan reddediyorum, tamam mı?”
   “Öyle büyük bir şey değil. Sadece, tam şu an ilgimi çeken bir şey var.”
   Dazai sürekli şoföre doğru bakıyordu. Merak gözlerinde parıldadı.
   “… Arabayı sürmeme izin verin.”
 000
   “En azından tek parça halinde vardık!”
   “Bir daha asla… araba sürmene izin vermeyeceğim…”
   Kapılar açıldı ve ben neredeyse dışarı yuvarlanırken Dazai havalı bir biçimde taksiden dışarı çıktı .
   Taksinin şoförü en sonunda yolcu koltuğunda bayılmıştı. Muhtemelen gecenin geri kalanında baygın olacaktı.
   “Hm, yol mu tuttu? Ne kadar da nahoş”
   Dazai’nin sözleriyle, hafifçe öldürme isteğimi hissettim.
   Buna artık yol tutması falan denilemezdi. Ayağa kalktım, bacaklarım titriyordu. Denge duyum gitmişti. Daha yeni ayağa kalkmayı öğrenmiş yavru geyik gibi, kollarım da ayaklarım da titriyordu.
   En ağır dövüş sanatı eğitimi bile bunun kadar yorucu değildi.
   “O halde derhal çalışmaya başlayalım! Onlara önceden söz verdiğinden çabucak halledelim!”
   Biraz önceki azar yüzünden “Dinlenmeme izin ver!” diyecek gücü zor topladım.
   “Mektupta bahsedilen yer hemen şurada, değil mi? …Bu arada, Kunikida-kun, hayaletler ve şeytanlar ve benzerleriyle aran iyi mi?”
   “Hayalet…? Öyle şeylerden korksaydım Silahlı Dedektiflik Ajansıyla çalışırdım sanki.. doğaüstü olaylardan çok, bıçakların ve ateşli silahların daha büyük bir tehdit oluşturduğu açıkça ortada.”
   “Bunu duyduğuma sevindim. Sonuçta bu sefer araştırdığımız yer perili.”
   Bakışlarım Dazai’nin işaret ettiği yere doğru kaydı.
   Dağların girintilerinde öylece duran, dökülen siyah bir bina görülebiliyordu. Karanlığın renklendirdiği ölümün işaretleriyle ve binadaki yıpranma işaretleriyle dolu terk edilmiş bir hastaneydi.
   000
   Neden?
   Neden gecenin bir yarısında böyle bir soruşturmaya gidiyoruz?
   İnsan yaşadığı süreç boyunca, hasta düştüğü zamanlar vardır. Hiç hastalanmamış mükemmel zihin ve beden diye bir şey yoktur. Kanıtı ise, herkesin doğduğu hastanede ölmesi. Hastane önce bu dünyaya, sonra yaşayanlar ile ölüler dünyasını bağlayan bir bağa benzer.
   Bu terk edilmiş hastanenin yıkık dökük, tozlu hali her şeyi daha ürkütücü hale getirilirdi. Kırık pencereden yansıyan ay ışığı yıkıntı binaya korkutucu mavi gölgeler düşürüyor, yerdeki durgun şu birikintisine soluk mor rengini veriyordu. Ön bahçede yetişen örümcek zambakları, zehirli5 kırmızı rengindelerdi.
   “Karanlık… hiçbir şey göremiyorum.”
   “Hoş, değil mi?”
   İstemeye istemeye girdiğim terk edilmiş hastanenin koridorlarında yanımda yürüyen Dazai ufak adımlarla beni geçti.
   Duvarlar çatlamış, kablolar dökülen tavandan sarkıyordu. Pencere pervazları kopuktu, mobilyaların ve ekipmanların çoğu çalınmış ve hastane odaları kurtçuklara ve böceklere ev sahipliği yapıyordu.
   Kim böyle bir yıkıntıyı beğenir ve hatta içine girerdi ki?
   “Müşterinin isteği burada her gece oluşan ışık ve sesleri yapanın gerçek kimliğinin ortaya çıkması. Ben de karşımıza neyin çıkacağını bilmiyorum. Tetikte ol.”
   “Um… Tabii ki anlıyorum, ama Kunikida-kun, biraz fazla temkinli değil misin?”
   Dazai’ye baktım.
   “Ne diyorsun? Düşmanı küçük görmek aptallıktır. En kötüsünün olacağını varsayıp buna göre hareket etmenin seni, ajansın bir üyesi olmaya değer yapacağını bil.”
   Tedbir olsun diye uyardım, sürpriz bir saldırı olmasına karşın yere yakın durdum ve koridor boyunca ilerledim.
  “Yoksa… korktun mu?”
   “B-b-b-ben korkmuyorum! Aptal!”
   “O zaman hızlıca gidelim.”
   “Aptal, bu tarz filmlerde, karakterler her zaman heyecana kapılıp dikkatsizce hareket ederler, istiyorsan ilerle ve günah keçisi ol.”
   “ ‘Bu tarz filmler’ derken neyi kast ediyorsun?”
   “Onu boş ver, sadece ilerle. Ben arkadan gözlemlemeye devam edeceğim.”
   “Sadece önde yürümek istemiyorsun… Oh, doğru ya, karanlık olduğu için göremezsin, bir fener kullanmaya ne dersin?”
   Bunu çoktan düşünmüştüm. Gerçekten, gerçekten aydınlık olsun istiyordum. Ama…
   “Bu hastanede birileri varsa, ışık yüzünden burada olduğumuzu fark edebilirler ve kaçabilirler. Sadece ay ışığıyla ilerlemeye devam edelim.”
   “Haah…”
   İkimiz karanlık boyunca ilerledik. Bina güçlü rüzgarla gıcırdadı. Bir yerden damlayan su sesi duyulabiliyordu.
   Bu terk edilmiş hastanenin komşuları nerede? Etrafta tek bir bina bile yoktu. Sadece sonsuz gözüken orman, geniş tepeler ve tarlalar vardı. Şiddetli rüzgar ağaç yığınını salladı ve yaprakların hışırdama sesi yankılandı.
   Müşterinin gönderdiği mektupta yazanları düşündüm. Bu civarlarda kim yaşıyordu ki? Yerleşim yerleri bu binadan kilometrelerce uzaktaydı, birinin izinsiz girebileceği bir yer değildi. Sadece tilkiler ve ayılar gibi hayvanlar bu çevrede yaşardı.
   -Öyleyse, müşteri nasıl biri?
-Müşterinin bir adı yok.
- Belki de lanetli kötü bir ruhtur.
   Dazai’nin sözlerini tekrar düşündüm.
   Etrafımızda, her şey saf karanlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Başıboş rüzgar binanın çatlaklarından içeri giriyor, ağlayan bir kadın gibi ses çıkarıyordu.
   ……
   Hayaletlere inanmam. Ben matematik öğretmeniyim, fizik ve kimyada ustalaşmış bilim adamıyım.
   Yaşayan şeylerin şekillerini alan intikamcı ruhlar gibi şeyler boşuna; karanlık korkusu sadece kuruntu.
   …….
   Korkmuyorum, titremiyorum ya da ağlamıyorum.
   “Ortaya çıktı!”
   GYAAAAAA!
   Dazai’nin önden bir yerlerden gelen bağırışıyla kalbim çıkacak gibi oldu.
   Dazai kafasını çevirdi, ağzını bir karış açarak bana baktı, yüzümdeki ifadeye baktı ve sonra yavaşça sırıttı.
   Şu lanet herif…..!
   “Kovulacaksın, biliyorsun değil mi!?”
   “Yok daha neler, Kunikida-kun biraz gergin görünüyordu, bu yüzden sadece dikkatini dağıtmak istedim.”
   “Artık hiçbir şeyini umursamıyorum!”
   Dazai’yi kenara ittim ve ileriye doğru yürüdüm.
   Kahretsin, karanlık. Hiçbir şey göremiyorum. Hiçbir şey göremediğimden karanlıkta neler olabileceğini hayal etmeye başlıyorum.
   Gölgelerin mahrum karanlığında, birinin uzun bir nefesle iç çektiğini hissedebiliyorum.
   Karanlık.
   Karanlık.
   Artık değil.
   “Yalnız Şair – el feneri!”
   Aydınlık oldu.
   000
    Hastanenin etrafını biraz kontrol ettikten sonra, birisinin içeri girdiğine dair kesin bazı işaretler vardı.
   Tekerleklerle bir şeyi çeken birisi, arkasında bir çeşit iz bırakmış. Deri botların ayak izleri, kıyafet tiftiği. Ancak, bunların her gece içeri sızan suçlunun izleri mi yoksa sadece durumun avantajından yararlanan hırsızların izleri mi olduğu net değildi.
   Görüş alanımız yeteneğimle oluşturulan küçük el feneriyle görebiliyorduk. Ancak hastanenin yoğun karanlığını aydınlatmak mümkün değildi.
   Sadece biraz ilerisi bile zifiri karanlıktı, önümdeki yolu aydınlatırsam ayaklarımın altımdakiler derin deniz karanlığına gömülecek, ayaklarımı aydınlatırsam, önümdekiler bir mağara kadar karanlık olacaktı. Temkinli bir şekilde ilerlesek bile, araştırmada ilerlememize yardım edecek hiçbir şey yoktu.
   “Birileri kesinlikle haylazlık yapmış. Hadi eve gidelim.” Dedi Dazai yeterince araştırmış gibi ve dönüp gitti.
   “Oi, bekle. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım lafına ne oldu? Sadece bu kadar araştırmışken dedektif olarak adlandırılmaya layığız sanki. Daha fazla kanıt-“
   “Gerek yok. Şuna bak.”
   Dazai koyu renkli bir kablo tutuyordu. İki ucu da yere gömülüydü. –Neden?
   “O – kablo mu?”
   Doğru bildiysem, oldukça yeniydi. Bu binadaki zamanla çürümüş diğer güç kablolarından oldukça farklıydı. Birkaç ay önce yerleştirilmiş olmalıydı. “Eğer bu kabloyu takip edersek-“
   Dazai kabloyu makara gibi sardı ve sonuna kadar takip etti. Ustalıkla yerleştirilmiş ve saklanmıştı, ama sonunda kablonun sonuna ulaşabildik.
   Dazai başka bir şey aldı.
   “Bu… bir kamera. Biri bunu gizlice kurmuş olmalı. Sadece bu konumda da değil. Aman aman, müşterimiz hayalet korkusu yüzünden ağlayan Kunikida-kun’un görüntülerini çalmak için sahte bir istek göndermiş olmalı. Ne kötü bir adam.”
   “Hey, ağlamıyordum!”
   “Doğru, huh. Sadece terk edilmiş bir binanın karanlığından korkmak, ilkokul çocukları bile yapmaz.”
   “……….”
   “İlk olarak, bir hastanenin hayaletlerinin içinde mücadele ruhu kalmamış olmalı. Hastalıktan öldüler, değil mi? Bir kaza yüzünden öldüklerini farz edelim, o zaman da öldükleri yeri avlamaya giderlerdi. Bu çeşit hayaletler, bir insanı ölümüne kontrol edecek cesarete de sahip değiller. En fazla kalıcı duyguları ve pişmanlıkları vardır. ‘Ölmek istemiyordum…’ gibi gibi. Ahh, olamaz, olamaz. Gerçekten ölebilmek, ne lüks ama.”
   “Dazai….. Oi, sus artık…”
   Oh… intikam dolu bir ruh dinliyorsa, ne yaparız?
   “Eğer yaşamaya karşı bir kinleri varsa, en azından akciğer tüberkülozu olan çok zayıf bir kadının kini olmalı. Birbirine dolanmış yağlı saçları dalgalanıyor, ve intikam dolu bir şekilde diyor ki, “Garezim var, yaşayan şeyleri kıskanıyorum, BENİ BU KASVETLİ BOŞLUKTAN KURTARIN, BENİ BU ACIDAN UZAKLAŞTIRIN, aa, çok fazla acı, kanım, kemiklerim, etim, içim, AAAAAAAAAAAAAHHHHHH!”
   “YARDIM EDİİİİİİİİN!!!!!”
   Aniden bir kadının karanlıktaki tiz çığlığı beni o kadar şaşırttı ki kalbim boğazımdan dışarı çıkacakmış gibi hissettim.
   Ama hemen sonra üzerime soğuk suda sırılsıklam olmuşum gibi, sakinleştim.
  Az önceki çığlık, yaşayan birine aitti.
   “Şimdiki ses…”
   “Bu taraftan! Çabuk!”
   Dazai’yi beklemeden, küf tutmuş koridorda koştum. Olabilecek en kısa sürede, merdivenlerden aşağı indim ve koridorları geçtim. ��ığlığın kaynağına doğru koşarken yerdeki döküntüleri tekmeledim.
   Bodruma vardım. Tavan yıkılmış ve altındaki zeminde parçalanmıştı. Küçük mutfak, tıbbi malzeme ve ilaç odası, X-ray odası, ve morg sıralanmışlardı.
   Sesin peşinden koştum ve küçük mutfağa girdim.
   İşte orada!
   Çamaşırları yıkamak için kullanılan geniş depodaki suyun yüzeyinden, bir kadının sağ eli çıkmıştı ve kadın umutsuzca debeleniyordu.
   Aceleyle koştum ve suya baktım, iç çamaşırlarını giymiş genç kadının figürünün altında görülebiliyordu, tek eli alttaki parmaklığa kelepçelenmişti.
   Kelepçeler yüzünden, kadın yüzeye çıkamıyordu! Ölümüne boğuluyordu!
   “Bu şey de ne-!?”
   “Demir ızgarayı kırmamız gerek!”
   Dazai ızgarayı kavrarken bağırdı. Kadının kaçmasını önlemek için bir kapak görevi gören devasa çelik ızgara depoya sıkıca sabitlenmişti.
   İki elimle ızgarayı tuttum ve tüm gücümle salladım. Aynı zamanda asma kilitle kilitlenmişti, kaba kuvvetle çıkmasının imkanı yoktu.
   Gözlerim sudaki kadınla buluştu. Kırmızımsı kahverengi gözbebekleriyle... Gözlerini yapabileceği kadar kocaman açtı, bakışlarıyla yalvarıyordu. Yardım edin.
   “Şimdi seni kurtaracağım! Deponun kenarına git!”
   Ellerimi salladım, ona hareket etmesi için talimat vererek. Belki de fark etti, kadın sırtını deponun duvarına bastırdı ve vücudunu çekti.
   Belimden tel tabancasını aldım. Güvenlik kilidini açtım, ve deponun dış duvarına nişan aldım.
   “Eğil, Dazai!”
   İçerideki kadına doğru sekmeyecek şekilde, açıyı hesapladım ve ateş ettim! Darbe alan duvar çatladı ve delindi. Yarıldı ve su dışarı aktı.
   O çatlağa doğru hedef aldım ve bir döner tekme attım!
   Tekmeyle kazandığım gücü ayağımda toplayarak, seramiği ve sıvalanmış duvarı parçaladım. Büyük bir delik oluştu ve devasa miktarda su dışarı aktı.
   “Öhö… öhö, öhö!”
   Su delikten fışkırdı, su seviyesi çabucak kadının yüzünün altına indi ve bunu arzuluyormuş gibi, nefes alıp vermeye başladı. Bir şekilde, zamanında yetişmiştik. Dazai büyük bir tıpayı kapattı ve su akmayı kesti.
   “İyi misiniz?” kadına ızgaraların arasından bir mendil uzattım. Kadın hala titreyen parmaklarıyla mendili aldı.
   “Birisi sizi boğmaya çalışmış gibi görünüyor… Kimin yaptığını gördünüz mü?” diye sordu Dazai.
   Çılgınca öksürürken nefes almaya çalışan kadın sonunda sesini çıkardı. “Ben- kaçırıldım. İş için Yokohama’ya geldiğim gün, birden bilincimi yitirdim – ve ne olduğunu anlamadan önce, buraya gelmiştim.”
   Dazai ve ben birbirimize baktık.
   000
    Dazai ile birlikte çalışarak, ızgaraları ve kelepçeyi kırdık ve kadını kurtardık. Çelik ızgaralara üç kere asma kilit vurulmuştu ve başka seçenek olmadığı için, kırabilmek için kanca tabancasının sapını kullandım.
   “Adım Sasaki Nobuko. Tokyo’da bir üniversitede öğretim görevlisiyim. Yokohama’ya vardığımda, aniden bilincimi yitirdim ve ne olup bittiğini fark edemeden buradaydım” Sırılsıklam ve yüzü morarmış Bayan Sasaki hala kararlı bir şekilde açıklama yapabiliyordu.
   “Sasaki-san, kaç gün önce bilincinizi kaybettiğinizi ve kaçırıldığınızı hatırlıyor musunuz?”
   “Özür diliyorum… Bilincimi kaybetmiştim, bu yüzden tam olarak söyleyemem… Ama vücudumun durumuna ve boş mideme bakarak konuşursam, iki ya da üç günden fazla geçtiğini düşünmüyorum.”
   Yokohama turistlerinin seri kaybolmaları vakasının kurbanlarının 35 ila 7 gün arası öncesinde kaçırılmıştı. Bayanın söyledikleri doğruysa, on ikinci kurbanın o olması yüksek bir ihtimaldi.
   “……”
   Bu sırada Dazai bağlı kollarıyla sessiz kalmıştı, şiddetle bir şey hakkında düşünüyordu. Bayan Sasaki siyah saçlı ve bedeni ince olan bir kadındı. Yaşı benimkine yakın olmalıydı. Vücudu titriyordu. Kıyafetleri kaçırıldıktan sonra mı çıkarılmıştı, yetersiz iç çamaşırları içinde bırakarak? Dazai’nin ona ödünç verdiği ceketi giyiyor olsa da, gecenin bu vaktinde, sırılsıklam yarı çıplak vücuduyla, titrememek mümkün değildi. Soğukta titreyen, koluma tutunan eli, yere uzanmış bacakları fazla inceydi. Tenine yapışan kıyafetler baştan çıkarıcı bir kıvrım çizmişti. Teni o kadar beyazdı ki birisi onun saydam olduğunu düşünebilirdi.
   Ensesine yapışan ıslak saçından akan su taneleri göğsüne damladı. Bazı sebeplerden, nedensizce, gözlerimi başka tarafa çevirdim.
   “Daha önemlisi, bu binanın bir yerlerinde benimle aynı şekilde kaçırılan daha fazla insan olmalı! Seslerini duydum.”
   “Ne-?”
   Diğer kayıp insanlar da mı? Onlar da kaçırıldı ve buraya hapsedildiler yani? “Size yolu göstereceğim! Buradan lütfen.” Kadın, aklı karışmış bir şekilde, ayağa kalktı, rehberimiz olmayı planlıyordu.
   ……Ancak.
   “…Bekle.” Bayan Sasaki’yi durdurmak için elimi uzattım.
   “Dazai, bu durum hakkında ne düşünüyorsun?”
   “Sasaki-san’ın erotik göründüğünü düşünüyorum” dedi Dazai ciddi bir ifadeyle.
   “Ciddi ol!”
   “…Hmm, çok fazla şey yaptık.” Dazai kollarını bağladı ve bir kez daha cevapladı. “Bu terk edilmiş binaya gizemli sesleri ve ışıkları araştırmak için geldik, değil mi? Bunun yerine, seri kayıplar vakasından kayıp bir kurbanı bulduk. Bunların iki ayrı, alakasız vaka olması gerekiyordu. İki vakadan da sorumlu olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakırsak… Sasaki-san, suçluyu en son ne zaman gördünüz?”
   “Çok üzgünüm, ama onun yüzünü doğru dürüst bir kere bile görmedim… Ancak bilincimi kazandığımda, deponun musluğu çoktan çalışıyordu ve su seviyesi çoktan yüzüme yaklaşmıştı. Belki suçlunun kendisi ben uyanmadan beş dakika kadar önce musluğu açmıştır.”
   O zaman bağırdığı için, onu duyduk. Musluk açılmadan hemen önce...
   “Öyleyse suçlu hemen önce burada olmalıydı. Yaklaştığımızı fark ettiğini düşünüyorum. Eğer öyleyse, bunu neden yaptı?”
   “Yani bizim varlığımızı öğrendiğinde panikledi, ya da-“
   Titizlikle planlanmış bir tuzak mıydı?
   Ama böyle bir tuzaktan korkmak ve işleri bu haliyle bırakmak söz konusu olamazdı. Bu binada, kayıp kurbanlar var, burada hapsedilmiş olmalarının ihtimali varsa, onları kurtarmamayı göze alamayız.
   “İlk kurban kaybolduğundan beri çoktan 35 gün geçti. Eğer o zamandan beri burada hapis tutuluyorsa, kurban için ölüm kalım meselesidir. Dazai, bayana eşlik et ve beni takip edin.”
   Silahımı tuttum ve koridordan aşağı ilerledim.
   Polise rapor göndermemi söyleyen hislerimden sonra, Bayan Sasaki’nin rehberliğinde ulaştığımız yer morgdu. Cesetler değerli eşyalardı, bu yüzden hırsızlığı önlemek üzere, kapı normalden daha sağlamdı. Demir kapı bir sürgüyle kilitliydi. Kilit, aynı zamanda yaşayan insanları içeride hapsetmek için de uygundu.
   Hiç tuzak olmadığına emin olduktan sonra, sürgüyü kırarak açtık ve hızla içeri girdik. İki bileğimi birbiri üzerinden geçirip çaprazladım, ileriye doğru el fenerini ve silahın ağzını yönelttim.
   Morgun çapı yaklaşık on metreydi ve korkunç bir şekilde karanlıktı. Eşyaların çoğu ya taşınmıştı ya da çalınmıştı, içerisi boştu. Geriye kalanlar sadece kırılmış ceset sedyesi parçaları, yırtık kadavra poşetleri ve duvarlara monte edilmiş morg dolaplarıydı. Bundan başka, hiçbir şey yoktu. Yaşayan ya da ölü. –Hayır.
   El fenerinin ışığına tepki olarak, odada bir şey hareket etti. El fenerinin beyaz ışığını o yöne doğru çevirdim.
   “Y… Yardım edin…”
   Orada biri vardı.
   Duvar boyunca uzanan demir kafeste, toplam dört kişi vardı. Bayan Sasaki gibi, herkes basit iç çamaşırlarıylaydı.
   “Nerede?”
   “Az önceki kadın sesinin bağırması… Ona ne oldu?”
   “Sakin olun. Sizi kurtarmak için buradayız. Çığlık atan kadını çoktan kurtardık. Yaralı var mı?”
   "H-hayır ama burası neresi? Neden buradayız?"
   Durumu onaylamak için yakına gittim. Giriş zıt taraftaydı; vahşi canavarları taşımak için kullanılmış tel örgü kafes duvara çivilenmişti. Elimizdeki malzemelerle bunu çıkarmamız zor görünüyordu. Kafesin kendisi sağlamdı, onu parçalarına ayırmak büyük ihtimalle zaman alacaktı.
   “Elektrik kilit sistemi, değil mi?” Dazai iç çekti ve kafesin kilidinin önüne yaklaştı ve onayladı. “Bir parola huh, parmak izi gibi biyolojik bir iz mi… ya da bir çeşit anahtar kelime mi… ‘açıl susam!’ ‘-gürleyen şimşek!’ ‘Yüz karası ömrümü sunuyorum’6 Hmm… açılmıyor. Görünüşe göre kırmaktan başka bir seçeneğimiz yok.”
  Sonuncusu da neydi öyle?
   "Kırmakla açılacaktır büyük ihtimalle, buralarda bir yerde şöyle bir şey-“ Dazai kilit sistemine dokunmak için uzandığı anda, Bayan Sasaki aniden bağırdı. “Yapamazsın, o kilide dokunmaya iznin yok!”
   Dazai şaşırdı ve arkasını döndü. Kilit sisteminde kırmızı bir ışık yandı. Yukarıdan, metal bir şeyin düşme sesi geldi, bir şeyin açılma sesi. Kafesin içinde, süt beyazı duman çıktı ve yayıldı. İçgüdüsel olarak aceleyle uzaklaşırken gözlerimin ve boğazımın sanki bıçaklanıyormuş gibi acıdığını hissettim. Kafesin içinde şaşıp kalan kayıp insanlar çığlık attılar.
   “Zehirli gaz!”
   Yoğun acı yüzünden gözyaşları aktı. Görüşüm . Dünya bulanıklaştı. Her şey ve hiçbir şey dans ediyormuş gibiydi. Ne kadarını içime çekmiştim ki? Ama bu kurbanları terk etmem mümkün değildi. Elimi kafese doğru uzattım.
  “Daha yakına gidemeyiz! Artık çok geç!”
   Biri kolumu yakaladı ve beni geriye çekti. Çok gürültülü. Onları kurtarmak zorundayım. Kurbanlar ölemez.
   İdeal olan bu. Dünyanın böyle olması gerekir.
   “Kunikida-kun! Acele et!” Dazai arkadan bir yerden bağırdı.
   İstemiyorum. Bu yanlış.
   “Yapamazsın!”
   Bayan Sasaki beni sıkıca tuttu ve durdurdu. Neden. Neden beni durdurdun? İnsanların ölmesine izin verilmemeli. İki gözümün önünde, bir kişi bile –
   Dazai’nin odayı arkamda bırakmak için beni yönlendirmesine izin verdim. Ne diyerek bağırdığım hakkında, en ufak bir anım bile yok.
   Hapsedilmiş dört kişinin hepsi öldü.
 Çn1: Yanlış anlaşılmasın, buradaki "Kazak" kıyafet olan değil, ülke olan "Kazak(istan)".
Çn2: Oda ölmeden önce Dazai Oda'nın beğenebileceği bir tofu tarifi bulmaya çalışıyordu, ona gönderme. Çn3: Budizm terimi
ÇN4: Daha önce hiç Go oynamadım bu yüzden az önceki paragrafta terimlerden kaynaklı ufak yanlışıklar olabilir. Bunun için özür diliyorum. Çn5: Kırmızı örümcek zambakları (Diğer isimleri: Kasırga Zambak, Meyan Kökü; japoncada Higanbana) ölülerin çiçeği, hayaletlerin çiçeği, cehennem çiçeği, zehirli çiçek gibi anlamları vardır. Örnek resim:
Tumblr media
Çn6: Dazai Osamu'nun bir eserine gönderme
@bungoustraydogs-tr​ /tumblr @nabidan27re​  /tumblr
141 notes · View notes
idydla · 3 years ago
Text
↝ gojō satoru x reader
wattpad: idydlaa
!-uyarı; azıcık nsfw, angst.
word count: 2038 kelime.
Seninle salı günü tanıştı.
Gojo Satoru açıkçası iyi bilinen bir öğrenciydi. Gojo soyunun bir sonraki lideri ve şimdiden var olan en güçlü büyücülerden biri olarak doğmuştu. Sanki buranın sahibiymiş gibi Jujutsu Lisesi'ne gelmişti, yeni bölgesinin koridorlarında yürürken solgun yüzüne ukala bir sırıtış yerleşmişti.
Seninle bahçede tanıştığında, küçük bir çocuğun kalbindeki o garip heyecan gibiydi hisleri. Küçüktün, biraz ürkektin ama bu yetenekli ve yakışıklı erkeği gülümsetecek kadar çekingendin. Satoru, çarpıcı derecede muhteşem gözleriyle biliniyordu, ancak seninle boş boş sohbetler ederken, parıldayan gözlerinin hayatında gördüğü en güzel gözler olduğunu düşünmeden edemedi.
Bir perşembe günü onu şaşırttın.
Becerilerin, çok daha güçlü sınıf arkadaşlarına karşı hararetli bir şekilde test edildi, ağrıyan kaslarını ve morarmış cildini yatıştırmak için sıcak bir banyoya ihtiyaç duymadan bir gün bile geçiremedin. Satoru, antrenmanında sana sık sık yardım ederdi; seni yere yapıştırırken kasları zayıflamıştı ve terliyordu.
"Denemeye devam etmelisin tatlım."
Sen onun saldırısından kalkarken gizli gizli hareketlerini izledi, dinlenirken aldığın nefeslerin düzensiz ve kısaydı. Ellerin saçlarını tarıyor, ama aslında saçlarını olduğundan daha fazla dağıtıyor ve bu sana sevimli bir görünüm veriyordu.
Gojo, attığın ani çığlığa sıçradı, sesinin tiz sesi, neredeyse vücudundaki sinirlerini çatlattı. Tavana bakarken yanaklarından yaş damlacıkları süzülüyordu, ne kadar dayanırsan dayan, artık bıkmıştın ve kendini koyvermiştin.
Beyaz saçlı genç, senin zayıflamış halini görünce göğsünün sıkıştığını hissetti; yanakların ise, onun yanında bu kadar kararsız ve başarısız olduğunu düşündüğünden utandı ve ısındı, saçını ortadan ikiye ayıran çizgide boncuk boncuk terler oluştu. Çok hasta görünüyordun. Çok yorgun. Çok üzücü.
Seni rahatlatmak için harekete geçti, yük olmadığını ve şimdiki ikinci sınıf öğrencilerinin değerli bir üyesi olduğunu sana aşılayacak bir şeyler söyledi, ama sözleri yarıda kesildi. Kahkahan etrafınızdaki odada yankılandığında Gojo'nun gözleri büyüdü, kıkırdamalarının etkisiyle vücudun sallanırken başın geriye yaslandı.
"Neye gülüyorsun?"
Satoru kesinlikle afallamıştı, keskin zekasına rağmen ruh halinin nasıl bu kadar hızlı değiştiğine dair tek bir sebep bulamıyordu. Önünde çömeldi, seni yüksek sesli kahkahalarından kurtarmak için alnına hafifçe vurdu ve sen de sırıtışını bir kenara bırakıp ona somurtmaya başladın.
"Sadece ortamı yumuşatmaya çalışıyordum..."
Kaşlarını çattın, şimdi daha sakin olan tavrın, karşındaki gencin gülümsemesine izin verdi ve o da kıkırdadı. Onu yere çektiğinde üzerine düştü. Ağzından yüksek sesli bir çığlık kaçtı, gözlükleri düştü ve sana kocaman gözlerle bakarken saçları başının etrafına saçıldı. Genişçe gülümsedin; o, başının her iki yanına tutturulmuş bileklerini güçlü bir şekilde tutarken, ince bir çekingenlikle, parıldayan gökyüzü mavisi gözlerine baktın.
"Anladım, Gojo."
Bir cumartesi günü duygularını fark etti.
İkinci yılının sonuydu, bir göreve gönderilinceye kadar final sınavlarına ve yaz tatiline hazırlanıyordun.
Bu kadar tehlikeli olmamalıydı, hayatınız böylesine tehlikede olmamalıydı. Onun için korkuyordun, hem de çokça. Yine de Gojo bunun hakkında bir şey yapamıyordu, lanetler her zaman vardı, herkesin mutluluğu için Gojo'ya ihtiyaç vardı. Senin bacaklarını karnına çekerek yüzünü gömüp ağladığını görünce ve sen ondan sadece birkaç adım ötede duruyorken Özel Seviye lanetine odaklanamıyordu.
Nefes aldığını duyabilmeyi, ayağının ya da elinin seğirdiğini görebilmeyi, sana hala hayatta olduğunu gösterebilmeyi diledi; ama yapamadı ve sen de göremedin.
Sahip olduğunun farkında bile olmadığı bir güçle Satoru, Geto'nun önüne geçti, yumruğu Ruh'un kafasını geri almadan önce içinden sızan lanetli enerjiyi attı, çekirdeğinden kan ve bağırsaklar fışkırdı. Böylece, insanları lanetin boyunduruğu azından çıkardı.
Yanına geldiğinde, saçlarını koyu kırmızı renkli ve demir kokan bir sıvı ile gördüğünde, dizlerinin üzerine çöktü ve sessizce sırt üstü yatman için vücudunu döndürdü. Yüzünün yanından akan ve saçlarına yapışan, sana ait olmamasını dilediği kanın görüntüsüyle karşılaştı, göz bağının altında zar zor görünen kirpikleri ıslandı.
Ve sonra göğsün yükseldi.
Gojo o gün, senin ölümünü izlediğini sandığında, sana karşı hissettiklerinin platoniklikten daha fazlası olduğunu anladı.
Bir pazar günü seni öptü.
Jujutsu Lisesi'ndeki tüm öğrenciler arasında Satoru'ya en yakın olan sendin, boş zamanlarınızın çoğunu birlikte geçiriyordunuz ve yurt odasında arada sırada onunla ders çalışıyordun. Bazıları flört ettiğinizi düşündü ve bu düşünce kalbini bir yarışta gibi hızlandırsa bile söylentiler asla gerçek olmayacaktı.
Gojo'nun odasında oturdun, odanın penceresinin önünde ateş gibi yaz sıcağından dolayı kendini yelpazeledin. Son sınavından önce Gojo'dan not alma hırsızlığı yapıyordun, sonra sıcaktan bunalıp üniformanı yakışıklı büyücünün yatağına attın ve üzerini bir kot şort ve en ince atletle değiştirdin.
Gojo odaya geldiğinde gözlerini senden alamıyordu, göğüslerinin sarhoş edici görüntüsü tarafından iyice tahrik olmuş ve göğsüne damlayan küçük ter damlalarını izliyordu. Sana dokunmak istiyordu, parıldayan tenini öpmek, yalamak ve herkesin görebileceği odanın penceresinin önünde herkese senin sahibin olduğunu iddia etmek için seni becermeyi istiyordu.
Bunun yerine, siyah yırtık kot pantolon ve yaptığı kasları gizleyen bir gömlek giymiş olarak yanına oturdu. Gojo sana bir şişe su verdi, kapağını açıp sen derin bir iç çekerken biraz kıkırdayarak bir yudum aldın.
"Çok ateşli..."
"Ateşli olan sensin."
Kaşlarını çatarak arkadaşına baktın, yumuşak dudaklarını seninkilere bastırdığında şaşırarak biraz mırıldanıyordun. Şaşkınlığının dinmesi uzun sürmedi, yanında biraz daha mırıldanıp ona doğru eğildin. Satoru'nun seni öperken sırıttığını hissedebiliyordun, elini kaldırıp terli buklelerinde dolaştırıyor, dili sıcak ağzını işgal etmeden önce dişleri alt dudağını dişliyordu.
Seni yere yatırırken, sen de kollarını onun boynuna dolarken, ellerini vücudunun iki yanına dayayarak aç bir yırtıcı gibi üstünde yükselirken, ağzından yumuşak bir inleme kaçtı. Şaşırtıcı bir şekilde, Gojo hareketlerini ilerletmeye çalışmadı, yumuşak dudakların onunkine bastırılmış bir şekilde altında olmandan mutluydu.
Bir çarşamba günü seni ağlattı.
Gojo nasıl bu kadar aptal olmayı başardığını bilmiyordu. Hassas olduğunu biliyordu, ya olayları biraz fazla abartarak ele alıyor ya da günlerce kendini güvensiz hissetmene neden olacak şekilde çok fazla düşünüyordun. Bu sadece aptalca bir düşünceydi, üçüncü sınıf öğrencileri arasında güç ve dayanıklılık açısından en düşük olman bir gerçekti ama o, senin bunun için endişelendiğini biliyordu.
Seni bunca yıl çalıştırdıktan sonra bile, gücün, fiziksel olarak önceden şanslı arkadaşların tarafından kolayca gölgelenmişti. Bu kadar hassas bir şaka yapmamalıydı, özellikle de arkadaşlarının yanındayken. Seni küçük düşürmesi kötüydü. O an şaka yapmaktan kendini alıkoyamamış ama seni arkadaşlarına karşı rezil etmişti.
Şimdi en iyi arkadaşın Nanami Kento tarafından azarlanıyordu, özür dilemesi için ona baskı yapıyor ve ona kızıyordu.
"O burada saklanıyor Gojo. Kendini çok kötü hissediyor, farkında değil misin? Neden bir özürden acizsin?"
Nanami'nin bakışı soğuktu, ifadesi boştu ama koyu irisleri beyaz saçlı erkeğe karşı tiksintiyle bakıyordu. Gojo'nun bakışı da aynı derecede sertti, ancak seninle konuşmaya kararlıydı. Genç, omzunun üzerinden sana baktı, seni yatağında kıvrılmış, büyük bir battaniyenin omuzlarına kadar çekilmiş olduğunu gördü ve kalbi dalgalandı.
"Hadi ama Y/N, gerçekten benimle konuşmayacak mısın?"
Bakışların nihayet onunkiyle buluştuğunda Satoru'nun dudaklarında bir gülümseme belirdi; ancak kırmızı, kabarık yüzünü görünce çabucak tebessümü soldu. Derin bir iç çekerek tekrar döndün ve yorganın yumuşak kumaşını vücuduna daha sıkı çektin.
"Seninle konuşacağım Gojo, ama önce sakinleşmeliyim."
Satoru başını salladı, biraz geri çekilip Nanami'nin sana iyi bakabilmesi için ona yalvaran bir gözle baktı.
"Tamam tatlım, az sonra bir kutu dondurmayla odamda olacağım."
"Çilekli mi?"
Parlak gözlerin bir kez daha Gojo'nun bakışını yakaladı, hala gözyaşlarını tuttuğunun tek göstergesi hafif hafif burun çekmelerindi. Bir tebessümle başını salladı ve üzgün görünüşünü bölen bir gülümsemeyle, o dondurmayı almaya gitmek için ayrıldı.
Bir cuma günü taşındınız.
Jujutsu Lisesi'nden mezun olduktan ve tam bir yıl boyunca beraber olduktan sonra, sonunda enine boyuna düşündünüz ve yaklaşık iki yıllık erkek arkadaşınla birlikte yaşamaya karar verdiniz. Satoru kendinden geçmişti, çok sevinçliydi, seni kollarında döndürdü, yüzünün ve göğsünün her yerine açgözlü öpücükler kondurdu.
Nanami ve Yaga'yla dalga geçmiş, sadakatini sorgulamalarına rağmen bir kadını onlardan daha iyi tutabildiği için Gojo'yu takdir etmişlerdi. İsteyebileceği tek şey sendin, harika bir büyücü, sevgi dolu bir kız arkadaş ve seninle güzel bir yaşam.
Sadece iki hafta ev aradıktan sonra, Jujutsu Lisesi yakınlarındaki güvenli bir bölgede küçük güzel bir daire bulmuştunuz, çünkü Gojo'ya ikinizi de şaşırtan bir öğretmenlik pozisyonu teklif edilmişti. Önünde güzel bir bahçesi ve bulunduğu rakım sayesinde şehrin hemen dışında olan muhteşem bir nehir manzarası vardı. Bu çok rahatlatıcıydı, bu ev içinize gerçekten sinen tatlı bir yerdi.
Satoru; seni yeni yatak odanızın yatağına bastırdı. Dudakları, çenenin altındaki, neşeyle kahkaha atmana neden olan yumuşak noktaya sıkıca yapışmıştı. Elleri gömleğinin kenarıyla oynuyordu, ikiniz kıkırdayarak ve nefes nefese kıyafetlerinizi çıkarırken. Satoru, senin böyle çıplak olmanı ve sadece senin üzerinde kurduğu hakimiyeti seviyordu.
Açlıkla dudaklarını onunkilere bastırdın, ayak bileklerin onun arkasında kilitliyken ellerini kar beyazı buklelerine doladın. Açgözlü bir inleme, öpücüğünün arasından ve dudaklarının yanından geçti, onun aletinin sana kayması hissi; seni zevkten çıldırtıyor, nefesini kesiyor ve Gojo'nun temposu hızlanırken odayı dolduran havadar kıkırdamalar sunuyordu.
Seni o kadar çok seviyordu ki, her gece seni kucağına alıp her sabah yanında uyanmak, tüm gömleklerine yapışan kokunu ve ona dokunan parmaklarının yanma hissini yaşamak için sabırsızlanıyordu. Onun aklı sonsuza kadar seninle olmakta ve seni eşi yapmaktaydı.
"Satoru... Ah çok iyi... Neredeyse geliyorum..."
Nefesini tuttun, sırtını hafifçe bükerek göğüslerini onun göğsüne bastırdın, Satoru'nun göğüslerine bastırdığı hafif öpücüklere karışmış ısırıklarla kısık seslerle inledin. Şimdiye kadar birçok kez sevişmiştiniz, genellikle Satoru'nun gaddarlığı ve hemen işi bitirme hevesinden dolayı ertesi gün işe gelmemenle sonuçlandı, ama bu farklı hissettirdi. Şu anda sanki birbirinizin içinde boğuluyormuşsunuz, yeni evinizde sana damgasını vuruyor ve gelecek yıllar boyunca birbirinize sahipleniyormuşsunuz gibi geldi.
Gojo, onu sevgi dolu bir öpücüğün içine çektiğinde genişçe gülümsedi, o nazikçe sana girerken parmaklarını kalçalarından aşağı doğru indirdi ve bu hissin tadını çıkarabilmeniz için orgazmını olabildiğince yavaş bir şekilde getirdi. Senin yanında kendini güvende hissetti ve çok sakindi.
Gojo Satoru artık ruh eşini bulduğunu ve tamamlandığını hissetti.
Satoru'nun günü normal bir şekilde başlamıştı. Senin güzel, uykulu ifaden onu karşıladı, bacakların bir ağacın kökleriymiş gibi onunkilere dolandı, ellerini nazikçe çıplak göğsüne bastırdı ve başın onun omzuna huzur içinde yasladı.
Saç çizgine hoş bir öpücük kondurdu, seni sıkı bir şekilde vücuduna sarmak için tüm kaslarını gerdiğinde sızlanmana neden oldu, ondan uzaklaşmak için yaptığın hareketlere yüksek sesle güldü.
"Günaydın sevgilim."
Satoru'nun boğuk sesi, sen oturup nazikçe gerilirken ona somurtarak titremene neden oldu. Giyinirken dün geceyi hatırlayarak, Gojo'nun vücudunu taradığı bakışlarını hissedebiliyordun. Mutlu bir şekilde mırıldandı, kalçanı hafifçe sıktı ve güne hazırlanmak için ayağa kalkmadan önce yanağına bir öpücük kondurdu.
Küçük mutfağında ona kahve hazırladın, ona o gün için yaptığın öğle yemeği için buzdolabını açmadan önce kahveyi bir termos içine koydun. Kalçana gelen sert bir şaplakla, ağzından bir inleme kaçtı. Buzdolabından dönerek göz bağını takmayı bitiren, kendini beğenmiş erkek arkadaşına dik dik baktın.
"Arsız mısınız beyefendi?"
Mırıldandın, gerçi uzun kolları seni kendine çekmek için beline sardığında dudaklarında oluşan gülümsemeye karşı koyamadın, öğle yemeğini ve kahvesini uzatırken hafifçe mırıldandı. Satoru dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurdu ve geri çekilirken iç çekti.
"Belki de hasta olup, günü sevimli küçük kadınımla geçirmeliyim."
Kendi kahvaltını hazırlamak için kollarından çıkmadan önce göğsüne hafifçe vurarak alay ettin. Gerçekte, onun eşi olma fikriyle yanaklarına yerleşen kızarmayı saklamaya çalışıyordun, bu konu kalbinin son hızla çarpmasına neden oluyordu.
Satoru, başının tepesine bir başka hızlı öpücükle eşyalarını kaptı, işe gitmeden önce sana hızlıca bir göz attı, zaten geri gelip seni akşam yemeğinde görmek için heyecanlıydı.
Gojo, akşamın ilerleyen saatlerinde eve döndüğünde, duyuları bakır ve yanmış odun kokusuyla doldu. Kendisini karşılayacak şeyin böylesine bir sessizlik olacağını hiç beklemiyordu. Kapıya temkinli bir şekilde adım attı. Lanetli enerjinin görüntüsü, gözlerinin önünü bulandırmasına ve göğsünü endişeyle doldurmasına rağmen göz bağını dikkatlice kaldırdı.
"Y/N?"
Sesi küçük dairenin karanlık koridorlarında yankılandı, senin sesin geri gelmeyince nefesi boğazında düğümlendi. Oturma odasına birkaç adım daha atan Gojo, elini ışık düğmesine doğru uzattı; parmakları, aklındaki kötü düşüncelerden dolayı titriyordu. Işık mutfağı aydınlattı ve bu büyücüye asla görmemesi için dua ettiği dehşetin bir görüntüsünü verdi.
Bilinmeyen bir ruh tarafından, parke çatlaklarında kan birikmişti; kesinlikle sevgilisine ait olan koyu kırmızı çizgiler, buzdolabından yola çıkarak karanlık boş koridordan yatak odasına doğru ilerliyordu.
Satoru, kendini ağır ağır koridorda ilerlemeye zorladı, göğsünde çarpan kalbinin sesi, kırmızı, demir kokulu sıvının içinde yürürken ayakkabılarının tıkırtılı sesini bastırdı. Yatak odasının karanlık kapısında dururken, dışarıdaki siyah gökyüzü ile bulanan odanın, hemen yanındaki ışık düğmesini açmayı reddetti. İçerideki hiçbir şeyi göremeyerek bir an için mutlu bir şekilde, olaydan bihaber kalmayı istedi.
Ama merak ancak bu kadar uzun sürebilirdi.
Soluk parmaklar ışığı yaktı, uzun boylu büyücü sadece dizlerinin üzerine çöküp yapışkan parke üzerine serilmiş ölü bedenine sürünecek güce sahipti. Satoru yere oturdu ve seni kucağına çekti, pencerenin yanındaki duvara yaslandı ve başını kendi kollarına aldı. Yüzündeki kurumuş kanı silerken hiç ses çıkarmadı, parmaklarını metalik sıvıyla kaplı sert saçlarının arasından taradı.
Nefes kesen gök mavisi gözlerinden yaşlar süzüldü, Gojo'nun çenesinden damladı ve ölümcül soğuk yanaklarına indi, ancak baş parmaklarının yumuşak bir dokunuşuyla yüzündeki gözyaşı silindi. Ağzını, ağzına yaslamak için dikkatle kıpırdandı. Gojō, senin yumuşak teninde zar zor nefes alıyor, ancak göğsündeki açık delikten sızan hastalıklı madde ona, senin son nefesinin uzun zaman önce verildiğini kanıtlıyordu.
Ay ışığı pencereden içeri girdiğinde bakışlarını senden uzaklaştırdı, karşısındaki duvarda asılı olan takvime bakarken parlak kağıdın ışığının yansıması gözünü kamaştırdı.
Satoru, seni bir pazartesi günü kaybetti.
5 notes · View notes
cointahmin · 2 years ago
Text
Gece saatlerinde düzenlenen Bitcoin (BTC) madencilik zorluğu rekor kırmaya devam ediyor, yüzde 7,56’lık yükselen zorluk tehlike sinyali olabilir.Madencilik zorluğu, BTC ağında “blok çıkarılmaya yönelik bilgi sunan” bir data çeşidi olarak karışımıza çıkıyor. Yakın süreçte rekorlara imza atan BTC Madencilik Zorluğu, dün gece itibariyle rekorunu tazelemiş oldu. Üçüncü kere üst üste rekor kıran BTC Madencilik Zorluğu, yüzde 7,56’lık bir yükseliş göstererek 46,84 trilyon ile tüm vakitlerin en yüksek değerine ulaşmış oldu. Yakın süreçler göz önüne alındığında, 25 Şubat ve 11 Mart tarihlerinde BTC Madencilik Zorluğu için rekor düzeyler gelmişti. Bugün itibariyle bu datanın değişmesi, kripto sanayisinde büyük tartışma konusu haline geldi.BTC Madencilik Verilerileri YayınlandıBTC Madencilik Zorluğu’nun yeni bir rekora imza atması, yayınlanan bilgileri de gerisinden getirdi. Madenciliğe yönelik yayınlanan datalar şu biçimde oldu;11 Mart’taki evvelki düzenlemede yüzde 1,16’lık bir artışın ardından, Cuma günü olan düzeltmede blok yüksekliği 782,208’de 46,84 trilyon olarak geldi. Bitcoin hashrate, Perşembe günü saniyede yaklaşık 395,15 exahash ile tüm vakitlerin en yüksek düzeyine ulaştı. Bitcoin madenciliğinin karlılık oranı, son 24 saat içinde saniyede terahash başına 0,0861 ABD Doları olarak gerçekleşti ve bir yıl öncesine nazaran 0,19 ABD Doları düzeyinde gerçekleşti.
0 notes