#mimetik arzu
Explore tagged Tumblr posts
eszpek · 2 months ago
Text
tehlikeli oyunlar II - Girard
     İnsanın yaşamı alımlarken içine düştüğü doğal çelişki ve ürküleri, bu noktadan hareketle türetilen ve kendisini gün geçtikçe daha da katı biçimlendiren bir evrensel akıl kurgusunun ürünlerine yüklediği; varlığın külfetini içinden dışına taşıdığı, yanında olma’dan cehpe olma’ya yürüdüğü, yatay ilişkilenmelerdense dikey ilişkilenmelere meylettiği, düşüncesini ancak ikili ayrımlar üzerinden kurabildiği, bakışı perspektif özelinde sabitleyip kendisine yeni bir rol giyindiği bir çağda; benliğin bugün çok daha tavırlı, konumlu ve  kurgulu bir yapı haline geldiğini görürüz. Özneleştirilen birey, kendisini artık birliktelikte, her yer ve şeyde bir parça olarak algılamamaktadır. O ayrı, biricik ve kendine özgü olma yoluyla diğerlerinden farklılaşan bir dünyadır. Dolayısıyla bu özne muhattabını karşısına alır, nesnesini doğurur. Ancak bu temel varsayımlar, özneyi tam da en iradeli olduğunu düşündüğü anda nesneleştirmeye mahirdirler. Kutsanan ve sabitlenen göz, şimdi özneyi her yerden gizlice izlemekte ve onu hakimiyeti güdümünde nesneleştirmektedir.
   Akışların yönlerinin ve yollarının kodlandığı, sabit bir noktaya görelikle sınıflandırıldığı, benliklerin yaşam enerjilerinin ve saf arzularının aygıtlara bağlanarak reaktifleştirildiği bir zamandır bu. Bireyin yaşadığı reaktif arzuyu ve bir sabite göre biçimlenen konumlanmalarla kurulmuş kimliğini  “kendilik” olarak algıladığı bu zamanda hakikat, sanılanın aksine hiç olmadığı kadar tartışmalı ve yanılsamalı olmaya başlamıştır. Bu yanılsamaya gözü kapalı olan birey, sahneyi kendisinden ve kendisinden ayrıştırdığı nesnesinden ibaret görür. Arzusu, düşüncesi ve hareketi bu çizgi üzerinde tek yönlüdür. İster ve yapar. Arzular ve alır. Bu konuda özgür ve bağımsız olduğu düşüncesinden bir an için olsa ayrışamaz.
   Girard arzunun ve öznenin kendiliğinden ve özgün olduğu yanılgısını apaçık ortaya dökecek bir düşünce sistemi sunar bize. Girard’ın sözünü ettiği kavramlar “bireyi” olduğu kadar, toplumun kolektif örgütlenmesinin kökenlerini de sarsacak niteliktedir. Belki bu sebeple insan eyleminin kalbinde bulunan “mimesis” basit bir taklit anlamından ötede hiç irdelenmemiştir, Girard’a göre bu durum tesadüfi değildir. Öznenin arzusunun mimetikliğini vurgulamak; insanın romantik idealler ve dayanışmayla, kolektif ve ussal bir çabayla üretildiğine iman edilmiş kültür ve kurumlarını; doğaya aitliğinden büyük ölçüde soyutlanıp kopmakla varlığını kuran modern öznenin yaşam algısını tedirgin edecektir. Mimetik arzunun hatırlattığı iradesizlik ve dolayısıyla hayat karşısında doğan karmaşa ve boşluk, biricik ideallerimizin ve dramatik öykümüzün ikiyüzlülüğünü ortaya serer. Girard tek düze bir arzulayan özne ve arzulanan nesne düşüncesine bu sahnenin perdesini indiren bir üçüncü etmen ekler. Ona göre “özne bir başkası tarafından arzulandığı için arzuluyordur nesnesini.” Girard kışkırtıcı dolayımlayıcıyı ortaya çıkarır, mimesisin anlamını derinleştirir ve arzunun yadsınan doğasını sergiler.
   Romantik olan ve romansal olan da bu noktada devreye girer. Özne algısı beraberinde kaçınılmaz olarak romantikliği de taşır. Çünkü özne çerçeveler, tek boyutlu düzlemler üzerinden sahneler kurar ve istediği oyunu oynamakta özgür olduğunu var sayar. Romantik özne arzunun tüm boyutlululuğu halinde parçalanacaktır. Nesnesini sabitleyemezse her taraftan kuşatılacaktır, evren onun üstüne doğru büyüyecektir. Öznenin aldanış üzerine bina ettiği bu kof romantik anlayışın karşısına Girard “romansal” olanı koyar. Romansal olan özne merkezli değildir; arzunun karmaşık dinamikleri içinde öznenin konumu da sürekli değişmektedir ve dış etmenler tarafından güdülenmektedir. Burada özne ve arzu ilişkisi bütün genişliği ve karmaşıklığıyla ele alınır. Romansal olan kurcalar, karıştırır, boyutlandırır, bulandırır. Bütün çatışkıları ve vahşi rekabet güdüsüyle özneyi ait olduğu dünya içerisine geniş bir perspektife oturtur; karmaşayı kabullenme ve sindirme yönünde geliştirmeye ihtiyaç duyduğumuz cesaret için temel oluşturur.
  Mimetik arzunun ayırdındaki bütün yazarlarda neredeyse kuramsal bir ses olduğunu söyler Girard. Bu ses susturulmuştur ya da kasıtlı olarak göz ardı edilmiştir. Romansal hakikatliliği olan metinler, büyük bir söylem ve eleştiri gücünü de içinde barındırır. Girard’a göre metnin söyleyebileceklerini hafife almayan ölçülü bir sistemle metnin üzerine gitmek, onun söylem gücünü sivriltip görünüşünün ötesinde anlatabileceklerini ortaya sermek eleştirinin görevidir. Ancak eleştiri romandan üstün değildir, onun romandan alabilecekleri romanın ondan alabileceklerinden daha fazladır. Eleştiri romanın içinden hareketini almalıdır, tepeden bakan ya da bilimsel olma iddiasını taşıyan bir tavırdan kaçınmalıdır.
   Bu bağlamda Tehlikeli Oyunlar’ı, sözünü ettiğimiz türde bir eleştiri dilini amaçlayarak romanla birlikte büyüyecek ve biçimlenecek bir okumayla ele almaya çalışalım. Öncelikle, bu romanda düşlediğimiz manada bir üçgenin, somut bir düzenek bulmanın kolay olmadığını tespit etmek gerekir. Öte yandan bu roman elde etme ve başarmadan ziyade açık bir kaybetme anlatısıdır. Tutunamamak; kazanmak ve başarmakla doğrudan bir ilişki içinde olsa da, ilerlemeci arzunun nispeten daha kolay olan dinamikleri, işin içine geri çekilmenin ve yitirmenin gizemi ve gölgesi girdiğinde daha karmaşık bir boyuta ulaşır. Kazanmak için rekabete girmek, arzulanan nesneye doğru koşmak düşüncelerinin türettiği temel ve somut üçgenleri Tehlikeli Oyunlar’da göze gözükmez. Romanda mimetik arzu görünür kılınır, ancak bu daha soyut bir düzlemde gerçekleşecektir.
   Kolay bir bakış olsa da özneyi Hikmet olarak sabitlemek yanlış olmayacaktır, ama nesnenin sürekli değiştiğini ve muğlaklaştığını gözlemleriz. Bu sürekli değişim de Hikmet’in tahtını sarsar, görünürde özne olarak adlandırdığımız Hikmet tesirlerle savrulan bir nesne oluverir birden. Eserde dolayımlayıcı da hep soyut düzlemde gösterir kendisini. Bu Hikmet’i, çevresindeki somut göndergelerle ve rakiplerle kuracağı temel arzu ilişkilerinden men eder ve bu olamama hali bütün denklemi Hikmet’in kafasına taşıyarak soyut bir düzlem doğuracaktır. Bu düzlem Hikmet’e sancı verir, çünkü eylem içinde olmanın vereceği bedensel kuvvetlerini hissedemez. Soyutluk onun kafasında gün geçtikçe büyür; bir kelime anda varolamadığı için binlerce kelimeye bölünür, Hikmet hesaplaşmalara ve kahramanlıklara soyunarak hepsine saldırmakla yükümlü kalır. Sürekli bir iç kavga halidir bu.
   Hikmet’in mimetik arzusu sevdiği kadınlarda, hayata dair ideallerinde hep kafasındaki soyut bir dolayımlayıcıyla canlanıyor. Ola ki somut bir dolayımlayıcı çıkarsa Hikmet onu da güvenli sığınağına, kafasının içine taşıyor. Kazanılabilecek yarışlar başlamadan yok ediliyor. Hikmet de en iyi kaybeden olma konusunda kafasındaki öteki Hikmet’in dürtmesinden alıyor hızını ve çevresiyle yarışa giriyor. Ama rakiplerine sahnelerini o veriyor, canı sıkıldığında oynamıyor, kaybederse kuralları sorguluyor. Sürekli iç monologlar ona acı çektiriyor, ancak güvenli konum sürüyor.
   Bir bireyin bir başkasını herhangi bir şeyi ele geçirirken taklit etmesinin sonucunun rekabet ya da çatışma olmasının kaçınılmaz olduğununu söyler Girard. İnsan bir şeyi yaparken ya da bir şey olurken neyi yapmadığı ya da neyi olmadığı; bir şeyi doğururken bir başka şeyi de öldürdüğü ortaya çıkmaktadır. Hikmet’in her davranışı, yaptığından çok yapmadığını çağrıştırır niteliktedir. Hikmet bir sahnede durduğunda, bu “diğer sahneleri size bıraktım, ben sizin rakibiniz değilim” anlatısını pekiştirmektedir. Aynı şekilde uzmanlaşma da bir tür rekabetten kaçınmadır. Genel bir havuzda girilecek rekabet kişinin arzu denetimini zorlaştıracak ve kaybedeceği savaşların sayısını artıracaktır. Bu noktada kişi kazananlara öykünerek, kendinden güç çıkarabileceğine emin olduğu yegane alanda kazanan olma yoluna gider. Uzmanlaşma yolundaki bu dürtünün dolayımlayıcısı da bir ölçüde bireyin korkusu ve bir sebeple olmaktan kaçındığı kişidir. Bireyler modellerini onun gibi olmamak için de taklit ederler. Hikmet’in durumu bu açıdan ilginçtir; o kaybetme konusunda uzmanlaşmak istemektedir. Hikmet bir yandan kendisiyle hesaplaşmış başarılı bir egemen olmaya öykünmekte, bir yandan egemen olmakla ihanet edeceği kültürel geçmişini düşünüp bundan kaçındığının gösterisini yapmaktadır. Bu iki uç Hikmet’in hareketliliğini sağlar. Hikmet tam olarak kaybederse onu değerli kılması için uğraştığı bu orjinalliği kalmayacaktır, tam olarak kazanmak istediğinde de bunu güçlü olanın alanında yapacak cesareti yoktur. Bu yüzden Hikmet en güçlü kaybeden, en mazlum direnen olacaktır. İşte bu iki uç kısımla şekillenen Hikmet’in motivasyonu mazlumluk gibi bir kavramı kültüründe kodlamış olan ülkesinin ona belirlediği sınırları da betimler, ki Tehlikeli Oyunlar bu gibi anlarda romansal hakikatle daha güçlü bir bağ kurmuş olur.
   İki mimetik yanın birleştiren ve yıkan yönlerinin birbiriyle ilişkileri nasıl gerçekleşir? Çatışmacı ve yıkıcı mimesis, insan toplumlarının gelişmesi ve sürmesi için zorunlu olan eğitim ve öğretimin çatışkısız mimesisine nasıl dönüşür? Kişiler yaşamın olağanca kaosundan, yıkılışı ve sonluluğu imleyen gürültüden kaçmak için her yola başvururlar. Bu bilinmez şiddetten kaçınmak için gerekirse küçük çaplı şiddetler uygulamak mübah olur. Toplum yıkıcı ve çatışkılı arzularını, kendisini ve çevresini bir anda yıkıma götürebilecek bu büyük doğayı bastırmak adına bir günah keçisi seçer. İçinden kopardığı bütün bu öğrenilmiş öfkeyi, bütün özellikleriyle kurbanlığa davetiye çıkaran günah keçisine yükler. Topluluktan atılan günah keçisi toplumun ikiyüzlü çatışkılarını gölgeler, topluluk bu ritüelle yeniden doğar ve bir araya gelir. Şimdi bireyler birbirlerini arzularını örterek ve yalan söyleyerek taklit edecek, rekabetçi ve ilerlemeci kültür gelişecektir. “En büyük suçlu, toplumsal düzenin temel dayanağı haline gelir.” (Girard, Günah Keçisi, s. 60)
   Hikmet bu gerçeği bilmektedir. Hikmet devinen ve güç yaratan batı kültürüne öykünerek topluluğunu da oraya taşımak ister. İvedi devrimlerle batıya doğru koşturulan ülkede her şeyde olduğu gibi kahramanlık da ancak bu şekilde gerçekleşebilmektedir. Hikmet kendisini günah keçisi olarak yakmak, topluluğuna varlık kazandırmak istemektedir. Çünkü bu karmaşık iklimde kimse ne günah keçisi olabilecek kadar masum, ne de rekabetçi olabilecek kadar hazırdır. Birinin onların adına bu süreci hızlandırması gerekir. Toplum iki kutup arasında mazlum bir söyleme oturmuştur. Hikmet bu döngüyü yıkmak ister. Bir yandan da küçük bir İsa gibi sentez peşine düşerek yapmaya çalışır bunu, oradan aldığını buraya koyarak sonuç üretmek ister. Ancak başaramaz. Hikmet taklitler arasında bir “görev” haline gelmiş karakterinin ayırdına vardığında, iradesizliğini duyumsar:
   “Onlar yaşıyorlardı, kendilerini yaşıyorlardı, ben kimdim ya da kimi yaşıyordum? İşte o zaman öfkelendim albayım, garsonla kavga ettim” (Tehlikeli Oyunlar, s.107)
   Hikmet hür bir ben olamamıştır. Bedenselleşemediği için refleksleri yeterli değildir bunun için, o yeri geldiğinde doğru şeyi yapmayı bilemez; kafasına taşır eylemini. Ola ki eylem yapacak olursa bu da kendisini yıkmak ve kandırmak içindir, ancak gidip garsonla kavga edecektir. Kendisini nereden bu eylemin içinde bulduğunu dahi anlayamadığını görürüz. Girard���ın sözünü ettiği, Nietzsche’nin “aciz ve iktidarsız nefret dediği” hınç bu tarz bir iklimde doğar. Bir yandan kaderci olan bir yandan intikam isteyen, acı çekerken direnen bir topluluk her zaman için çelişkisiz olana imrenir ve haset duyar. Toplum tek çareyi bu tedirgin, her an yıkılacak gibi durup yine de yıkılmayan yapıya sığınmakta bulur. Darbelere rağmen bir olmak, bu toplumun özenilecek bir kavram olarak bireylerine sunduğu yoldur.
   Girard’a göre çoğunluğun bu temel dayatmasından ileri ya da geri yönde çok uzaklaşan birey, kurban olmaya kendini bir o kadar yaklaştırır. Hikmet mazlumluğa uzun bir süre sırt dayasa da, bir yandan da “aydın” bir insandır. Sırt dayadığı her an kendisinin ikinci çirkin yüzünü de görür, buna rağmen oynamaya çalışır. Bu çatışkılı durumu sırtlayabilmek için onun da bir günah keçisine ihtiyacı vardır. O topluluğun suçlarını kahramanca üstlenirken; kendisinin de, çaktırmadan kendi vebalini üstlenecek bir kurbana ihtiyacı vardır. Hikmet toplum için sağladığı bu görevi, kendisi için uygun ritüeli ancak “oyun” olgusunda bulur. Ama bir süre sonra gerçekle oyun iç içe geçtiğinde, daha fazla sürdüremeyeceğini anlar bu ritüeli. Bu süreç onu kurbanlaştırmakta ve sonunu hazırlamaktadır. Sadece soyut düzlemlerde bulabildiği suçlular onun kafasının içini kirletmiş, o kafasının içinde onları suçlarken sonunda kafası suçlu olmuştur.
   “Her fırsatta, küçük bir zayıflık sezdi mi mesele çıkaran, sonra üzerine yürününce de kendine acındırmak için sahte duyarlıl��klara başvuran zavallı beni gördüm. Kendime acındırmayı bir sanat haline getirmeğe çalştığımı anladım” (Tehlikeli Oyunlar, s.261)
   Hikmet asılı kaldığı döngüyü görmektedir. Bu yüzden tek çaresi aldanmaktır. Onun aldanmasının romantik yönleri vardır, ancak yapısı gereği Hikmet karakteri romantik olamaz. Kitapta acısını kutsayan romantik bir aydın karakteri var gibi görünür zaman zaman. Ancak Oğuz Atay bu romantiklik baş gösterdiğinde onun mimetik yönünü vurgulayarak ve Hikmet’in ikiyüzlülüğün bilincindeki rolünü devreye sokarak romansal olana kaymayı başarır. “Ben olma”nın romantik bir kutsanışındansa, ben olamamanın romansal anlatımı görülür Tehlikeli Oyunlar’da.
   Artık Hikmet’i sadece tamamen hiç olmamanın avuntusu, yakınma ve soyut haklılıklar yaşamda tutar. Tamamlanamamışlık bir gün tam olacağı beklentisiyle yarına bağlı yaşatır insanı, geçmiş ise dönüştürmek için fazla geridedir. Ve yaşam niteliksizleşir. İntihar bu açıdan bir tamamlanma eylemidir. Kafasının içindeki bütün bu dolayımlayıcılar sonunda intiharı işaret ederler ona. Hem böylelikle tam bir kurban olabilecektir. Gerçek arzusunu ve iradeli benliğini keşfedeceği, hakiki bir oyunun giriş kapısıdır ölüm.
   “Modern duygulara gittikçe daha sık rastlanmasının nedeni “hasetli doğaların” ve “kıskanç mizaçların” üzücü ve esrarlı bir biçimde artmış olması değil, insanlar arasındaki farklılıkların giderek silindiği bir evrende içsel dolayımın egemen olmasıdır.” (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 33)
   “Dolayımlayıcı arzulayan özneye yaklaştıkça ontolojik hastalık şiddetlenir.
İçsel dolayımın doğurduğu çelişkiler sonunda kişiyi yok eder. (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 224)
  Türsüzleşmiş ve farklılıkları boğmuş bir toplumdan düşünceliliğiyle ayrılan Hikmet, içsel dolayımın insanı tüketen doğasına kaçmaya mahkum kalır. Bu içsel dolayımı sağlıklı bir boyutta kültüre aktaracak bir dinamiği kişi bulamadığında, dolayımlayıcı bir çok kılıfa büründüğünde kişi bütün varoluş zeminini yitirir. Ancak oyun oynayabilir ve yalan söyleyebilir olur.
İnsan tutsaklaştıkça tutsaklığı daha büyük bir çabayla savunur. Gurur ancak yalan sayesinde hayatta kalabilir ve yalanı ayakta tutan da üçgen arzudur. (Romantik Yalan Romansal Hakikat, s. 63)
   Hikmet öykündüğü gururu yakalayabilmek için, yalana ve oyuna sığınır. Dul kadın, Hüsamettin Albay, gecekondu; Hikmet’in yarattığı sahnede onun arzusunun dolayımlayıcıları olarak etrafta dururlar. Hikmet çevresine seçtiği bu topluluğa sürekli bir şey “gösterir”. Onların yanında Hikmet güçlenebilmekte, onların kahramanı olabilmekte, bir yandan mazlumluğa sırtını dayayıp bir yandan öykündüğü hayalle ilgili atıp tutabilmektedir. “Oyunlarımıza onları almayalım albayım” der Hikmet. Kendi çalıp kendi söylemektedir, kendini sınamak için var etmiştir ve yaşatıyordur çevresini, bunun bedelini de küçük kahramanlıklarla ödetir kendisine.
  “Bilge itiraz etti: Fakat bütün bu gösterişi kadınlar için yapmıyor musunuz? Bütün niyetiniz kendinizi acındırmak değil mi?”(Tehlikeli Oyunlar,149)
   Hikmet’e Bilge’yi arzulatan, onda gördüğü bu çıplak ve tehlikeli gerçeğe merak ve ihtiyaç duymasıdır. Sevgi Hikmet için iyi bir yaşam sınaması olmuştur, ama hala bir şeyler eksiktir. Bu eksiklik Bilge’ye doğru iter Hikmet’i, Hikmet oyununun gerçek boyutunu onda bulacaktır, onda yaşayacağı sınama kahramanlığını da mazlumluğunu da gerçek bir zemine oturtacaktır. Şayet gerçekletirebilirse, Hikmet kafasındaki oyun karakterlerini tanıştırıp arkadaş yapacaktır Bilge’yle. Bu kendisinin gerçekten var olduğunu söyleyecektir ona. Bilge’den sonra Hikmet iki tane kırılma anı yaşar. İlki albay ve dul kadınla Bilge’yi tanıştırdığı sahnedir. Mimetik arzusunun Hikmet’i sürükleyerek getirdiği ve merakla beklediği sahne burasıdır. Ancak kafadaki denklem gerçekle örtüşmez, Hikmet’in varoluşunun temel zayıflığı ve güdülenmelerinin çarpıklığı ortaya çıkar. Ontolojik hastalık şiddetlenmektedir, bundan sonrası Hikmet için büyük bir sorgu süreci ve çöküştür. Romanda romansal hakikatin tüm boyutlarıyla kendini görünür kıldığı nokta da bu iki kırılma noktasının arasıdır. Artık Hikmet korkunç bir avuntuyla yaşamını sürdürmekte ve kendisini gerçeğe doğru dolayımlayabilecek yeni bir nesne aramaktadır ki, ikinci kırılma anı gerçekleşir. Sevgi ile Bilge Hikmet’in evinde karşılaşırlar. Hikmet arzusunun yöneldiği ve kendisini sınadığı bu iki nesnenin bir araya gelmesiyle, arzusunun tüm kofluğunu, tüm iradesizliğini ve manasızlığını bir an içinde kavrar. Bilge’ye doğru dolayımlanırken en tehlikeli oyununu oynamıştır Hikmet. Bilge’nin oyunu yaşatması ve onaması gerekmektedir, ancak Hikmet’in Sevgi’si kovar onu. Bilge artık bu oyunun bir parçası değildir, Hikmet’in hızla gelişen içsel yıkımı dışarı iter Bilge’yi. Artık Hikmet’in gerçekleşebilmek için yok olması, son sözü söyleyen muktedir bir kurban olması gerekmektedir.
   “Hakikatten kaçmak söz konusu olduğunda imkânlar tükenmez.” (Girard, Günah keçisi, s.122)
    Hikmet’in saf bir ben olmasını mümkün kılan son mekan ölüm, son imkan intihardır artık.
1 note · View note
oreloji · 3 years ago
Text
Fransız filozof Rene Girard 'ın ortaya attığı teori. Girard'a göre arzu taklitçidir, yani öznenin nesneyi arzuluyor olmasının nedeni; nesnenin aynı zamanda bir başkası tarafından da arzulanıyor olmasıdır demiş. Bir başka deyişle arzuladığımız her şey, bir başkasının arzusu olduğu için bizim de arzumuz haline dönüşür. Girard: “İnsan, daima öteki’nin arzusuna göre arzular.” demiş.
Teori bence tartışmaya açık, ki her ilişki ya da her nesne için böyle bir durumdan söz etmek mümkün değil. Ancak haklılık payı olan bir şey var; günümüzde instagram gibi sosyal medya mecraları incelediginde mimetik rekabetin çok yüksek olduğu alanlar, herkesin birbirini takip edip, taklit ettiği mecralar haline gelmiş durumda..🌑
1 note · View note
bilalante · 4 years ago
Text
Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar
Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar
Tumblr media
Gölge Konuşuyor:
Girard’ın “kurban,” “kutsal,” “şiddet,” “günah keçisi,” “mimetik arzu” ile ilgili kuramlarına yapılan itirazların görüşüldüğü; mevcut tezlerinin detaylandırıldığı ve örneklerle somutlandığı; bu tezlerin İncil ve Eski Ahit gibi kutsal metinlerin yanı sıra, Michel Foucault, Levi-Strauss ve Sigmund Freud gibi bazı düşünür ve araştırmacıların tezlerine yakınlığı ve uzaklığının…
View On WordPress
0 notes