#edebiyat inceleme
Explore tagged Tumblr posts
Text
türkçe'de perec'çe bir yenidenyazım denemesi | bir değerlendirme | 01
“Potansiyel Edebiyat Atölyesi”nin şenlikli yazarı Bay Perec’in imkansıza yakın dil-deneylerinden birine daha hoşgeldiniz! Bu çetrefilli oyunun kuralları kabaca şöyle olacak:
144 harften oluşan bir metin yaz.
Bu metnin harflerini yatay satırlarda 12 birim, dikey sütunlarda da 12 birim olacak şekilde teker teker diz ve böylece bir matris oluştur.
ANCAK,
Bu metni öyle bir şekilde yazmalısın ki bu yöntemle dizildiğinde...
Her bir satırdaki 12 harfin 7’si sessiz, 5’i sesli olmak zorunda.
İlk satırda kullandığın 6 harf, sonraki 11 satırın her birinde tamamıyla tekrar yer almak zorunda.
Bu 6 harfin hepsi farklı harfler olmalı. Mümkünse dilin az kullanılan sessizleri de aralarında yer almalı.
6’sı haricinde 1 sessiz harf de her seferinde boşa düşmeli ki bu harfler § sembolüyle karşılanacaktır.
Bu matrise yerleştireceğin metin bir şiir olmalı. Dilbilimsel anlamda çıkışsız kelime ve harf öbeklerinden oluşamaz. Mümkünse kendi içinde az da olsa anlam barındıran, öğeleri tespit edilebilir cümlelerin ve kelimelerin şiirsel tertibinden oluşan, 144 harfe geldiğinde noktalanan bir edebi metin olmalı.
Bu kurallar dahilinde kalıp bir metin üretmeye çalışırken; çok eklemli, jengavari upuzun bir bütün nesneyi dengede tutmaya çalışıyormuşsunuz hissi yaşıyorsunuz. Sıradan basit bir eklemede, ufacık bir fazla müdahalede bulunursanız bütün sistem gürültüyle çökebilir. Dilde, artta kalan ve önde olan zamanı imleyen bir tamlama eki kullanmak, bir parçayı ya da bütünü tanıtlayacak bir sıfat yahut zarf kullanmak bile sizi zaten bazı zaruretlere sürüklemekte. Metnin durmaksızın ve sırasızca önceye ve sonraya akan; suskuları, duraklamaları, kapanmaları, açılmaları, yükselmeleri, kırılmaları, kıvrılmaları olan korkunç labirentliğini; birtakım katı kurallar eşliğinde 144 harfe sığışmış kusursuz bir minyatür odada, temsilî bir görüntü üretecek nesnel laboratuvar ortamında deneyimlerken tüm bu matematik sizi ilginç bir şekilde ruha götürmüş oluyor.
Edebi bir metni bir matrise hapsetmenin bir başka göndergesi daha var. Bilinir ki dilin içindeki her harfin özgül ağırlığı farklıdır. Her harfin metnin herhangi bir zamanına ve parçasına referans verme şekli, o alanla ilişkilenme yöntemi farklıdır. Dil içindeki her birim, akmakta olan içkin ve dışsal anlamlar silsilesinin maruzluğunda sürekli olarak değişken yoğunluklara erişir. Lakin matrise yerleştirilmiş, eşitlikçi ve nötr matematiğe sıkıştırılmış bir dilde bunun aksi bir gerilim söz konusudur. Bu mekanda dil öğeleri; yalnızca 1 birim değeri olan matamatiksel semboller, bütünün eşit ve temel parçaları haline gelirler. Mantıklı bir ortaklaşma zemini, genelgeçer bir iletişim kurabileceğini varsayarak kodladığımız dile bu örnekle dayatılan çatışkı; rasyonalite bağlamında insanlığın kültür tarihi boyunca yaşadığı çatışkının da mütevazı bir çağrıştıranıdır. Dilin nesneliğinin bu şekilde ortaya çıkışı “somut şiir” akımına da paralellik gösterir.
Aşağıdaki yenidenyazımı Perec’in oyununun bütün kaidelerine uyarak uzun bir çalışma sonucu Türkçe’de gerçekleştirdim. Blogumda bulabileceğeiniz yazının 3.part'ında da Perec'in gerçekleştirdiklerinin çevirilerini ve yorumlamalarını, adaptasyonlarını bulabilirsiniz.
ÖNCÜL KOPMA
“Öncül Kopma”nın Eceli;
kapımda makûl celp.
Nasip:
Kelimecinin lakap mecmuasını
cılk pamukla mıncırıp aklınca;
pimi çekilmiş can pikapını
mecalsiz kalp canıma
liman yapacak.
Ö N C Ü L K O P M A § I
N E C E L İ K A P I M §
A M A K U L C E § P N A
§ İ P K E L İ M E C İ N
İ N L A K A P M E C § U
A § I N I C I L K P A M
U K L A M I N C I § I P
A K L I N C A P İ M İ §
E K İ L M İ § C A N P İ
K A P I N I M E C A L §
İ § K A L P C A N I M A
L İ M A N § A P A C A K
#perec#oulipo#georges perec#palindrome#yaşam kullanma kılavuzu#deneysel edebiyat#somut şiir#edebiyat inceleme#edebiyat eleştiri#çağdaş eedebiyat#çağdaş şiir#matris#çeviri şiir#yenidenyazım#perec kullanma kılavuzu
0 notes
Text
ÇOK YAKINDA
#kitap alintilari#bilim kurgu#korku#kitaplar#kitap alıntısı#kitap#kitap alıntıları#siir#sozluk#sozler#sarki sozu#soundcloud#wild animals#exotic animals#discover#reptiles#venom#kesfet#wildlife#ant#belgesel#animals#edebiyat#motivation#bilgi#inceleme
17 notes
·
View notes
Text
Bunca hapis hayatından sonra gökyüzüne bakmadığım her gün için özür diledim gökyüzünden. Şimdi göremediğim zamanlarda gözlerimin önünde taşıyorum gökyüzünü. Doğaya farklı bakıyorum her seferinde ilk defa görmüş gibi ve ilk defa tanıyor gibi inceliyorum. İnceledikçe hatırlatıyor bana kalbimin toprağına gömüp büyüttüklerimi. Yeşertmek için sessizce gökyüzüne bakıyorum. Çokça şükrediyorum.
M.
27.08.2023
20:40
#yazılarım#gökyüzü#edebiyat#hapis#özgürlük#özür dilerim#gözlerim#bakmak#doğa#toprak#görmek#inceleme#kalbim#yeşermek#şükretmek
18 notes
·
View notes
Text
"Nasıl ki astroloji astronomiden doğmuşsa batıl inanç da dinden doğmuştur, tıpkı çok bilge annelerin çok çılgın kızları gibi."
"Just as astrology was born of astronomy, superstition was born of religion, like very wise mothers having very crazy daughters." - Voltaire, Hoşgörü Üzerine İnceleme, (Çev. Erkan Ataçay), Bigesu Yayıncılık, Ankara 2017, s. 114.
#felsefe#voltaire#edebiyat#filozof#yazar#yazı#şair#şiir#şairane#alıntı#kitap#kitap alıntısı#kitap alıntıları#din#hoşgörü#hoşgörü üzerine inceleme#philosophy#tarih#tarihçi#history#historian
6 notes
·
View notes
Text
Deneme - Kitap İncelemesi
“Sol Ayağım” eserinin orijinal ismi “My Left Foot” dur. Aslında bizlere hayatımızdaki birçok üzüldüğümüz, sinirlendiğimiz, öfkelendiğimiz, streslendiğimiz ve hatta bazen isyan ettiğimiz birçok hadisenin geçici ve çözümü olduğu konusunda uyarıyor. Hayatımız ve yaşamımız boyunca geçici sorunlar için ani reaksiyonlar ve tepkiler göstermek yerine daha çok çözüm odaklı olmamız gerektiğini söylüyor.…
View On WordPress
0 notes
Text
Deneme - Kitap İncelemesi
“Sol Ayağım” eserinin orijinal ismi “My Left Foot” dur. Aslında bizlere hayatımızdaki birçok üzüldüğümüz, sinirlendiğimiz, öfkelendiğimiz, streslendiğimiz ve hatta bazen isyan ettiğimiz birçok hadisenin geçici ve çözümü olduğu konusunda uyarıyor. Hayatımız ve yaşamımız boyunca geçici sorunlar için ani reaksiyonlar ve tepkiler göstermek yerine daha çok çözüm odaklı olmamız gerektiğini söylüyor.…
View On WordPress
0 notes
Text
Adanmak - Ali Granit (inceleme)
Hayatında basketbolun bu kadar yer edindiği biri olarak Yalçın Granit’in sadece ismini (o da üstünkörü) biliyor olmak utanç veriyor bu kitabı okuduktan sonra. Tarih kitaplarına karşı biraz mesafeli dururum normalde. Biyografi kitaplarıyla haşır neşir olabilmem için ise yaşam öyküsünün çok iyi derlenmiş ve kitabın dilinin bir ustanın dokunuşlarıyla donatılmış olması gerekir. Diğer türlü sıkılır ve okuma eylemini kendi kendime eziyete dönüştürürüm. “Adanmak” hem bir biyografi hem de bir tarih kitabı. Bunu, kitabı okurken fark ettim. Türk basketbolunun tarihiyle Yalçın Granit’in bu kadar içli dışlı olduğunu, efsanenin aynı zamanda tarihin büyük kısmına doğrudan etki ettiğini, basketbolla yatıp basketbolla kalktığını, tek yaşam gayesinin her gün en azından birkaç genci daha basketbola kazandırmak olduğunu sayfalarda dolaşırken öğrendim.
50′li yıllarda şöyle posterler verebilen bir oyuncudan bahsediyoruz. Çıtayı çook çok yükseklere çeken bir basketbol insanından.
Kitabın 2016’da basıldığını ve Granit’in 2020’de bu dünyadan göçtüğünü hesaba katarsak biraz da geç öğrendim sanırım.
Türk basketbolunun yaklaşık 70 yılına doğrudan müdahil olan bir insandan bahsediyoruz. Oyuncuyken ülkenin durdurulamaz ismi, Avrupa’da nam salmış, bugün dibimizin düştüğü Yunan ekolü, Sırp ekolü, Yugoslav ekolü basketbol ülkelerinin sistemlerini bu ülkelerden önce Türkiye’de uygulamaya çalışmış, o ülkelerde bu sistemlerin nasıl çalıştığını göstere göstere örnek alınması için her yola başvurmuş, tüm imkanlarıyla sadece basketbolun yayılmasını ve yaygınlaşmasını görmeden göçüp gitmemek için çabalamış birisinden bahsediyoruz. Ayrıca bu dibimizin düştüğü ülkelerin efsane isimleri de hep Yalçın Granit'i işaret ediyor. Bizde yaygın değilken, bir sistemimiz yokken "o" vardı, onun adını sayıklardık diyor.
“Basketbola dair o kadar kitap yazılmış mı” dedirtecek bir basketbol kitaplığına sahip, ülkede daha doğru düzgün televizyon yokken antrenmanları ve maçları VHS kasete kaydedip tekrar tekrar izleyecek ve oyunculara izletecek, Amerika’dan antrenman ve maç kasetleri getirtip her fırsatta oyuncu ve koç yetiştirmek için seminerler, konferanslar, eğitimler vermek için çabalayacak, maç önü motivasyon konuşmalarına 1 hafta kendi kendini kaydederek hazırlanacak, yıllarca gazetelerden ve dergilerden köşe yazılarını, makalelerini, çevirilerini eksik etmeyecek ve bunu 70’li yıllardan günümüze kadar sürdürecek denli vizyoner ve enerjik bir zihinden bahsediyoruz. Koca kitapta geçen övgüleri burada yineleme gereği duymuyorum ama bu büyük insana, onun basketbola kazandırdığı diğer büyük isimlere duyulması gereken saygıyı yeterince duymadığımızı, bu isimleri ve başarılarını yeterince zikretmediğimizi üzülerek fark ediyorum. Hadi ben neyse. Benden sonraki kuşaklar Ja Morant’i, Zion Williamson’ı, hatta Wembenyama’yı ezbere sayacak da Yalçın Granit’i, Hüseyin Alp’i, Nedret Uyguç’u, Efe Aydan’ı belki kulaklarının ucuyla duymuş olacaklar, belki de hiç duymamış olacaklar.
O yıllara dair birkaç görsel içerik bulabilir miyim acaba diye internetin karanlık dehlizlerini arayıp taramama rağmen bulabildiğim birkaç dakikalık birkaç videodan fazlası olmadı. TRT Arşiv’den ümitliydim ama orada bile bulamadım. Belki de ben bulamadım. Korkarım ki eskilerin hikayeleriyle yetinmeye devam edeceğiz ve biz de küçüklere anlatmadıkça yıllar içerisinde unutup gideceğiz. Keşke en azından Murat Murathanoğlu falan elini taşın altına koysa da Bir Zamanlar Amerika, Bu Zamanlar Amerika, Bir Zamanlar Avrupa serileri gibi bir de Bir Zamanlar Türkiye video serileri yapsa. Ne de olsa o daha çok kişiyi tanıyor, daha çok kaynağa erişimi var, daha eskiyi hatırlıyor. Biz de en azından onun ulaşabildiği kaynaklar doğrultusunda Türk basketbol tarihinde yer edinmiş efsaneleri bir kere daha dinleyebilsek, öğrenebilsek ve gençlere aktarabilsek.
En azından, neyse ki Yalçın abi gönül verdiği o spor kulüplerinin, Galatasaray'ın ve Darüşşafaka'nın hep gönlünden geçirdiği Avrupa başarılarını görebilecek denli uzun yaşadı.
Güncelleme: Yazarken değil de sonradan aklıma gelen bir husus daha var. Yalçın Granit'in esas tahsili jeoloji üzerine. Bu alanda üniversitede asistanlık da yapıyor hatta. Bu mükemmeliyetçiliğini ve iş ahlakını düşünürsek eğer sporcu değil de jeolog olarak kariyerine devam etseydi sanıyorum ki biz yine onun ismini bugün biliyor ve zikrediyor olurduk. Bu akademisyen yönüyle ve çoğunluğu basketbol özelinde olsa da yaptığı İngilizce-Türkçe çevirilerle dilimize çok doğru bir tabir de kazandırmış aslında: Tembelik Hududu. Comfort Zone söz öbeğini dümdüz, barzo gibi "konfor alanı" olarak çevirmekten çok daha doğru ve anlamı güçlendiren bir tercüme bence böylesi. Bundan sonra sık sık cümle içinde kullanacağım tembellik hududunu.
https://1000kitap.com/gonderi/197568059?oku=1
0 notes
Text
Eyvah Gülüm
EYVAH GÜLÜM Gençliğimi çaldı yıllarSevdiğimi aldı ellerKokmaz oldu bana güllerEyvah gülüm Eyvah GülümBilmem nolur benim halım Turnalarla göçer oldumKarıncayla yolda kaldımSeni tek sevgili bildimEyvah gülüm Eyvah gülümAcımadı bana zalım… Garibim garip dünyadaArayıp buldum Konya daPerişan yazmış KunyadaEyvah gülüm eyvah gülümTutmaz oldu elim, dilim.. İnce beli saramadımDost eline varamadımBen…
View On WordPress
#biredebimekan#Deneme#edebiyat#Eleştiri#Günce#gerce#Kitap- inceleme#KOZAKLI#KİTAP#Nevşehir#poesia#SABİT ince#Türk Edebiyatı#yalnızlık#yazar#yazı#YENİ#şair#şiir
1 note
·
View note
Text
Dunning-Kruger
Kendimi de itin götüne sokmaktan en çok keyif aldığım psikoloji teorilerinden biri bu olabilir.
Artık çoğu insanın bildiği bir terim ama yine de ben, TÜBİTAK’ın cümleleriyle kısaca tanımlamaya çalışayım: “Bir konuda yeterli becerilere sahip olmayan bireylerin yeteneklerini olduğundan fazla görme eğilimi “Dunning-Kruger etkisi” olarak tanımlanıyor. Bu etki, ilk olarak 1999 yılında Cornell Üniversitesi araştırmacıları David Dunning ve Justin Kruger tarafından ortaya konuldu.”
Dunning ve Kruger katılımcılara uyguladıkları, bilgiye dayalı bir testin ardından bu katılımcılardan kendi performanslarını değerlendirmelerini istiyor. Daha yüksek başarı elde eden yüzdelik kesim kendi performansını ederinden düşük bir şekilde puanlarken, daha düşük başarı elde eden kısım da kendilerine daha yüksek puanlar veriyor. Bu da gösteriyor ki bilgi ne kadar artar, ufkun ne kadar genişlerse kendini o kadar sıradan, hatta belki de yetersiz görmeye başlıyorsun ancak bilgi ne kadar azalır, ufkun ne kadar daralırsa kendini o kadar üstün ve yeterli hissediyorsun.
Ben bunu biraz şeye benzetiyorum veya şey üzerinden açıklamayı uygun görüyorum; daracık bir odada bir boy aynasıyla karşı karşıyayken kendini kocaman görürsün ama beş yüz metrekarelik bir alanda, odanın bir ucundaki aynaya bakarken perspektifin yansımanı daha ufak görmene yol açar. Kendinden ne kadar uzaklaşır ve hareket alanını ne kadar genişletirsen, benlik algına da o kadar farkındalıkla yaklaşmaya başlıyorsun.
Bundan on sene önceye gidip buradaki gönderilerime bi’ baksanız şey falan böyle; “sıkı durun, ilk kitabımı yazmaya başladıııım”lar vesaire. Hatta şey falan demişim; “of çok şanslıyım ya, kendi kitabımı İngilizceye kendim çevirebileceğim, bir de yorumcu çevirmenlerle uğraşmayacağım” falan. Kitabı yazdın bitti, çıkarttın milyon sattı da İngilizce çevirisini yapıp dünyaya açılıyorsun geri zekalı? Şimdilerde beni ta o zamanlardan beri takip eden birileri çıkıp da “Selcan hani kitap yazacaktın” dediğinde çok utanıyorum. Benim için olaylar şu şekilde gelişti; dil - edebiyat okudum, Miltonlarla Popelarla tanıştım, George Orwell hayranı oldum, Shakespeare inceledim, bir noktada edebiyattan sıkıldığım için çok fazla akademik okuma yapmaya başladım, biraz psikoloji araştırdım; sendromlardan, etkilerden haberdar oldum. Etimoloji merakım zamanla daha da yoğunlaştı, boş zamanlarımda zevkine Ak Sözlük, Nişanyan falan okumaya başladım. Etymonline’ı kapanmayan sekmeler arasına ekledim. Hangi yazarlar hangi dile kaç kelime kazandırmış, kimler ne akımlar başlatmış, hepsini gördüm. On sene evvel “kimler kimler kitap yazıyor olm, senin ne eksiğin var” diyen ben, “abi zaten her önüne gelen kitap yazıyor, sen eksik kal” demeye başladı. Ne eksiğim varmış gördüm çünkü. Bana göre ben ancak edebi teoriler, teknik edebiyat ve inceleme gibi konularda aynaya o denli yaklaşabilirim çünkü hayatımın bir alanını ele geçirmiş olan Dunning-Kruger etkisinden artık kurtuldum.
Belki de bundan ötürü, bu etkinin altında olan insanlara tahammülüm her geçen gün biraz daha azalıyor. Hele bir de bilginin kaynağına erişmenin son derece kolay olduğu bir çağda yaşadığımızdan, günlük hayatın içinde karşıma çıkmasından en çok çekindiğim insan, hiçbir bilgisinin olmadığı konularda net ve büyük cümleler kuran insana dönüşüyor. En çok korktuğum şeylerden biri de birilerini yanlış yönlendirmek tabii. Örneğin ben buraya bir şeyler yazıyorum ya, yüzde yüz emin olduğum bir bilgiden bahsedeceğim mesela - yine de açıp kontrol ediyorum, hatta bazen iki farklı kaynaktan falan. Şükürler olsun ki kendimi geliştirdiğim, eğitildiğim konularda bile hala kendimden şüphe edebiliyorum. Kendinden şüphe edebilmek harika bi’ şi’!
Hazır yeri gelmişken araya şunu da sıkıştırmak istiyorum; bana bu tatile gideceğim dönemde birisi mesaj atmıştı, üstüne bloguma erişim yasağı geldi ve sonra mesajı gelen kutumdan tamamen kayboldu. Cümlelerini kelimesi kelimesine tekrar edemeyeceğim ama neden okuduğum her makalenin ismini veriyor, şurada şunu okudum, burada bunu okudum diyormuşum - tamam en çok ben okuyormuşum falan. Karşısına çıkan bir yazının hangi temellere dayandığını bilmenin kendi hakkı olduğunu, o yazıyı yazan kişinin aslında kendisine saygı duyduğu için kaynak belirttiğini idrak edemiyor. “Vaktini alıyorum ama boş yapmıyorum, bak şurada olayın aslı anlatılıyor, dilersen sen de bakabilirsin” dediğimin, aslında bilgi sunan her içeriğin bu şekilde olması gerektiğinin farkında falan değil. Benim ona saygımdan bunu yaptığımın bilincinde değil, okuduğum şeyle hava attığımı sanıyor. İşte bu insan sonra gidip “bir araştırmaya göre…” diye başlayan ve tamamı götten uydurulmuş içerikleri doğru kabul ederek sağda solda ahkam kesiyor, hatta benimle yolu kesişirse bana da ahkam kesiyor. Benim çok iyi bildiğim halde ahkam kesemediğim konularda bana ahkam kesiyor, size de aynısı defalarca yapılıyor, haksız mıyım?
Geçen işte burada “kaynağı götünüz olan bilgileri bu kadar öz güvenli bir şekilde yaymayın” gibi bir şey söylemiştim birisine, “sen benim öz güvenime laf edemezsin”e bağladı, olayı hiç anlamadı. Sonrasında da bana “çok zeki” diye hitap etmeye başladı; sözlük karıştırmak zekayla alakalıymış gibi. İlkokulda öğretiliyor ya bize bu arkadaşlar, zorla sözlük aldırılıyor, “yanınızda taşıyacaksınız” deniyor biz daha 8-9 yaşındayken falan. Durum o denli vahim, en güncel örnekle oraya bağlayacağım.
Birkaç ay önce yine burada bir yazı yazmıştım; birisine bir şeyi okuyarak öğrenebileceğini söylediğinizde üstten konuşuyorsunuz gibi algılıyorlar çünkü okumak kadar basit bir eylemi bile “üst” gördüklerinden, okuyan insanı da üst zannediyorlar diye - tüm bunların hepsi aynı şeylerin lacivertleri işte. Kendinden şüphe etmek, aynadan biraz uzaklaşmak, “ben hafızamı safsatalarla dolduramam, bilginin doğrusunu hak ediyorum” demek, size verilen bilginin doğruluğundan emin olamadığınızda “hangi kaynaktan edinildi bu bilgi” diye sormak, bilgiyi verenin üzerine gitmek acilen normalleşmeli. Çok bilenin az konuştuğu, az bilenin ağzına geleni söylediği koşulların değişmesinin tek yolu bu. Yani Dunning-Kruger’ına yandıklarımızdan kurtulmanın tek yolu.
50 notes
·
View notes
Text
"Mutluluğu duyacak kadar yakın fakat hissetmeyecek kadar uzak bir mesafe."
-Shantaram / Gregory David Roberts-
📚
#kitap #edebiyat #kitaptavsiyesi #roman #kitapkurdu #okumahalleri #şiir #kitaplık #kütüphane #kişiselgelişim #tarih #araştırma #inceleme #siyaset #felsefe #kitapcafecom
22 notes
·
View notes
Text
türkçe'de perec'çe bir yeniden yazım denemesi | 02
*
Ayrım ! Söyle ona:
Yürümesin, klinik yaramla
-Siniyor mu salt anlam; yorumsamaya?
(Rastlanırsa) manayı;
‘yılların itmesiyle
sarıya nemli resimlerin
yaslı yardımına’ yor.
-sızlanma.
A Y R I M S Ö § L E O N
A Y Ü R Ü M E S İ N § L
İ N İ § Y A R A M L A S
İ N İ Y O R M U S A L §
A N L A M Y O R U § S A
M A Y A R A S § L A N I
R S A M A N A Y I § I L
L A R I N İ § M E S İ Y
L E S A R I Y A N E M §
İ R E S İ M L E § İ N Y
A S L I Y A R § I M I N
A Y O R S I § L A N M A
Yukarıdaki şiir Perec’in iş şu kaidelerine uyarak yazıldı:
144 harften oluşan bir metin yaz.
Bu metnin harflerini yatay satırlarda 12 birim, dikey sütunlarda da 12 birim olacak şekilde teker teker diz ve böylece bir matris oluştur.
ANCAK!
Bu metni öyle bir şekilde yazmalısın ki bu yöntemle dizildiğinde...
Her bir satırdaki 12 harfin 7’si sessiz, 5’i sesli olmak zorunda.
İlk satırda kullandığın 6 harf, sonraki 11 satırın her birinde tamamıyla tekrar yer almak zorunda.
Bu 6 harfin hepsi farklı harfler olmalı. Mümkünse dilin az kullanılan sessizleri de aralarında yer almalı.
6’sı haricinde 1 sessiz harf de her seferinde boşa düşmeli ki bu harfler § sembolüyle karşılanacaktır. (Müzikteki “füg”ü anımsatır)
Bu matrise yerleştireceğin metin bir şiir olmalı. Dilbilimsel anlamda çıkışsız kelime ve harf öbeklerinden oluşamaz. Mümkünse kendi içinde az da olsa anlam barındıran, öğeleri tespit edilebilir cümlelerin ve kelimelerin şiirsel tertibinden oluşan, 144 harfe geldiğinde noktalanan bir edebi metin olmalı.
Not: Yenidenyazımların ilki Peyniraltı Edebiyatı Perec sayısında, 144 harflik ikişer çeviri ve ikişer adaptasyonla birlikte yeraldı. Detaylı bilgi için blog'taki 01 numaralı işe bakınız.
#perec#georges perec#oulipo#deneysel edebiyat#deneysel şiir#somut şiir#yenidenyazım#edebiyat inceleme#çağdaş edebiyat#çağdaş şiir#yaşam kullanma kılavuzu#palindrome#perec kullanma kılavuzu
0 notes
Text
Başkan Uysal'dan yeni kitabına imza günü
https://pazaryerigundem.com/haber/189998/baskan-uysaldan-yeni-kitabina-imza-gunu/
Başkan Uysal'dan yeni kitabına imza günü
Antalya’da Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan ’21. Yüzyılda Yeniden Cumhuriyet’ isimli kitabının imza gününde okurlarıyla bir araya geldi.
ANTALYA (İGFA) – Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal’ın edebiyat dünyasına adım attığı Lavinya’nın Aşkla İmtihanı isimli öykü kitabının ardından inceleme dalındaki yeni kitabı 21. Yüzyılda Yeniden Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı.
Kitabında daha iyi bir hayatın olanaklarının 100 yıl önce ilan edilen Cumhuriyet’te saklı olduğunu ifade eden Başkan Uysal, yeni kitabının ikinci imza gününü AKM’de gerçekleştirdi.
İlgiyle karşılanan imza gününde uzun kuyruklar oluştu. Başkan Uysal’a kitabını imzalatanlar arasında kent sakinlerinin yanı sıra çok sayıda meclis üyesi, siyasetçi ve gazeteciler de yer aldı.
Gerçekleşen imza gününde her yıl Cumhuriyet Bayramı’nda torunlarına hediye aldığını söyleyen Hıfzı Yetgin bu yıl ise torunlarına hediye olarak Başkan Uysal’ın imzalı kitabını armağan edeceğini paylaştı. Torunlarına aldığı 4 adet kitabı Başkan Uysal’a imzalatan Yetgin, “Çocuklarımız, torunlarımız yıllarca saklayacakları, okuyacakları, Cumhuriyet bilincini pekiştirecekleri birer eser edinmiş olacaklar” dedi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Ünlü Şairler
Ünlü Şairler Şiir, insan duygularını en derin biçimde ifade etmenin bir yolu olarak, edebiyatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yazıda, dünya çapında tanınmış şairlerin hayatları, eserleri ve edebi etkileri üzerine detaylı bir inceleme yapacağız. Hem geçmişte hem de günümüzde önemli eserler vermiş olan bu şairler, edebiyat tarihine damga vurmuş ve şiiri farklı boyutlara taşımışlardır. 1. William…
0 notes
Text
Limburg Hikâyeleri – Hamdi Topçu
✍🏻 M. Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/limburg-hikayeleri-hamdi-topcu/
Kitabımıza geçmeden önce Hamdi Topçu’dan söz edelim. Her şeyden önce öğretmen. 1950 yılında Yatağan’da doğmuş. Şahinler Köyü İlkokulu, Gönen İlköğretim Okulu ve Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi’nde lisansını tamamlamış. Çeşitli ortaokul ve liselerde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği; Afyon ve Buca eğitim enstitülerinde öğretim görevliliği yapmış. Belçika’da göçmen eğitimleri konusunda Türk Eğitim Koordinatörü olarak çalışmış. Yurda döndükten sonra Özel İzmir Amerikan Lisesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği yapmış. Hollandaca, Almanca ve İngilizce biliyor. Belçika’da ve ülkemizde değişik dergilerde yazılar yazmış.
Şimdilerde bölgesinde, Muğla’da hem yazılarına hem de mücadeleye devam ediyor. Bugünlerde gündemde olan Latmos konusunda çevresine sanatçıları toplamış, dikkatleri bölgesine çekmeye çalışıyor.
Hamdi Topçu öğretmen, şair, yazar, araştırmacı… Bana göre eklenmesi gereken bir şey daha var. Doğduğu, yaşadığı toprakların binlerce yıllık tarihine, geçmişine öğretmenliğinden de beslenerek sahip çıkan bir Karyalı… Bunu 2012 yılında bir kitabıyla da desteklemiş: “Karya’dan İyonya’ya – Güneşli Yağmurlar Ülkesi” Karya’nın bugününe de değinmiş, 2023’te “Bodrum’un Mavi Yıldızları -Süngerciler” kitabını yazmış.
Şair demiştik ya, ilk şiirlerini 1987’de “Gökyüzü Kalbim” adıyla kitaplaştırmış. “Kariyon Şiirleri” 2008’de çıkmış, “Tuinwijk’i Anlatır Hikâyat” ırmak şiiriyle Maden Mühendisleri Odası’nın 2014 yılı Madenci Edebiyatı Ödülü‘nü kazanmış. 2016’da “Billursular” adlı şiir kitabı çıkmış.
İzmir Amerikan Lisesi’nden öğrencileriyle gerçekleştirdikleri mektuplaşmaları “Genç Mektuplar”, “Bodrumlu Çiftçi Diplomat – Ömer Aras”, “Şehre Kaçış” (Gençlik romanı), “Kirpinin Dansı” (Deneme – eleştiri, 2016 yılı Vedat Günyol Deneme Özel Ödülü’nü kazanmış), “Ahtapot Mori” (Çocuklar için öyküler), “Atatürk’ün Dil Çalışmaları” (Araştırma – inceleme, Söylem Filoloji Dergisi’nin 2018 Yılı Dil Ödülü’nü kazanmış) kitaplarından bazıları.
Ben kendisini yıllardır tanırım, geçen yıl da sınıf arkadaşlarımı yıllık toplantımız için Akyaka’ya götürdüğümde Datça’da yaşayan Sedat Kaya’yı ve Muğla’da yaşayan Hamdi Topçu’yu da bize bulunduğumuz bölgeyi yani Karya’yı anlatmaları için davet etmiştim. Bize muhteşem bir sunum yaptılar.
Gelelim “Limburg Hikâyeleri”ne… Bu kitabıyla Sennur Sezer Emek ve Direniş Ödülleri Ahmet Tulgar Özel Ödülü’nü almış.
Kitaptaki öykülerin tamamı Belçika’da geçiyor. Kısmen de Hollanda ve Almanya’ya gidip geliyor. Kahramanları çoğu zaman Türk ama Belçikalılar, İtalyanlar, Yunanlılar ve daha birçok ülkenin yurttaşıyla iç içe geçmiş insanlar. Yazarın deyimiyle tam olarak bir savrulmalar kitabı… Avrupa’nın her köşesinden savrulup bir yerde buluşan insanların öyküleri… Biri bir yere savrulurken yanında hiç ilgisi olmadığını düşündüren bir başka kişileri de birlikte sürükleyip götürüyor. Öykülerin içinde asla kim hangi millettendir diye okurun aklına gelmiyor.
Aslında küçük bir kitap, on öykü var ama her biri sıkı, dopdolu istense romana konu olacak yoğunlukta. Elbette her biri başka güzel ama bazıları bende çok derin izler bıraktı.
Öykülerin en önemli özelliklerinden biri de sonları. Öykülerin hiçbiri alıştığımız gibi sonlanmıyor. Bazen deriz ya, “yazar sonunu okura bırakmış” diye; bu daha başka… Öykünün sonu geliyor, arka sayfaya geçeceksiniz ama o noktada konunun kapanacağını duyumsuyor ve yadırgamıyorsunuz. Sanki bir türlü son bölüm yazılmış olsa öykünün tadı kaçacak gibi. Ancak okunduğu zaman anlaşılabilecek bir duygu.
Kişilerin psikolojik çözümlemeleri muhteşem… Kadınlar, çocuklar, maden ocaklarında ezilenler, herkesi çok yakından değerlendirmiş. Kesinlikle belli olan, yazar yıllarca bu insanlarla birlikte yaşamış, gözlemlemiş. Aslında sadece yaşama, gözlemleme de yetmez. Buna “yazarlık bakışı, görüşü” demek belki de en doğrusudur.
Yazılanların biraz daha anlaşılabilmesi için birkaç örnek vermek isterim:
“Bu küçük kasabada karşılaştıklarının sana yakışanıyım. Ama düşlerinin kadını asla ben değilim.”
“Hatırlıyor musun? Sen hep kazanırdın. Hep sen üterdin beni. Sormazdım bile. Nereden geliyor bu düğmeler diye. Ben annemin en güzel elbiselerinin düğmelerini kesip getirirdim. Sen ütüp giderdin akşamları. Ben yine kaybetmiş dönerdim eve. Annem o giysileri giydiğinde çığlığı basar, babam da düğmeleri koparılmış giysilerle görünce öldüresiye döverdi annemi. Kiminle yattın? Kime koparttın bu düğmeleri? Susardım, bir köşeye büzülür, ağlardım… Ama ben annemin düğmelerini yine koparmaya devam ederdim. Günü geldi annem bıktı dayak yemekten ve terk etti babamı, beni… Çaldım bilyeni ve senin ütmelerinden kurtuldum; şimdi de sevdiğin kızı aldım…”
“Avluya girer girmez fesleğen, ful ve gül kokuları koşuşturdular önüne, sarmaş dolaş oldular.”
“Halim selim bir adamdı. Ömrünce ne gönül koymuş ne de gönül kırmıştı. En kızdığı zamanlarda bile sesini çıkarmaz, döner giderdi. ‘Neden sesini çıkarmıyorsun?’ deseler, ‘Haklıysam zaman haklı olduğumu gösterir’ der geçerdi. Haklılığı çıkınca da karşısındakine, ‘Bak ben haklıymışım’ deme gereğini duymazdı.”
“Annem o bahçede neler yetiştirmezdi ki. Komşuların bahçelerinde yetiştirdiklerini birbirleriyle paylaşırdı. Biz çocuklar kim Türk kim Rum bilmezdik…”
“Hırsızlığı savunan bir din yok ama her gün binlerce çocuk açlıktan ölürken hiçbir dini kurum dünya nimetlerini kendi aralarında paylaşan üç beş zengine karşı sesini yükseltmiyor. Can almak her dinde günah ama savaşların birçoğunun üstünde hep dinlerin gölgesi var. Ta ilk çağdan günümüze din adamları da bilimin tüm buluşlarını tepe tepe kullanmış ama nice bilim insanı dini gerekçelerle katledilmiş.”
Ve… Kitabın arka kapak yazısı da olan, benim en beğendiğin öykülerden birinden bir paragraf:
“Babamın başlık olarak ne kadar aldığını öğrenmiş ve parayı hazırlamıştım. Gidip zarfı aldım. Kahveyi yaptım. Tepsiye kahve fincanını yanına zarfı da koydum. ‘Buyur’ dedim. ‘Bu ne?’ dedi zarfı açtı baktı. ‘Bu ne parası?’ dedi. ‘Fiyatım’ dedim. Kendimi satın alıyorum.”
Hepsini çok beğendim ama “Enginar Dolması”, “Ali’nin Oğlu”, “Anastas Nerelidir” ve özellikle “Azade” benim için çok özeldi.
Kalemin var olsun Hamdi Topçu dostum. Mücadelen hep sürsün, dostların senin yanında olacak…
M. Osman Akbaşak
0 notes
Text
MECBURİYET
Kitap İncelemesi:Kitap: MecburiyetYazar: Stefan ZweigSayfa: 50 “Mecburiyet” eserinin orijinal ismi “Der Zwang” dır. Eser 1920 yılında basılmıştır. Hepimizin çok iyi tanıdığı ünlü yazar “Stefan Zweıg” her zaman savaş karşıtı olması ile de bilinmektedir. Çünkü yazarın kendisi de Birinci Dünya Savaşı’nı ülkesi dışında geçirmek zorunda kalmıştır. Eseri okuyanlar da bilir ki aslında yazar o dönemde…
View On WordPress
0 notes
Text
MECBURİYET
Kitap İncelemesi:Kitap: MecburiyetYazar: Stefan ZweigSayfa: 50 “Mecburiyet” eserinin orijinal ismi “Der Zwang” dır. Eser 1920 yılında basılmıştır. Hepimizin çok iyi tanıdığı ünlü yazar “Stefan Zweıg” her zaman savaş karşıtı olması ile de bilinmektedir. Çünkü yazarın kendisi de Birinci Dünya Savaşı’nı ülkesi dışında geçirmek zorunda kalmıştır. Eseri okuyanlar da bilir ki aslında yazar o dönemde…
View On WordPress
0 notes