Yaşanılacak şehirdir İstanbul fakat yaşlanılacak şehir değildir.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
ABACUATIF SOKAĞI
Beşiktaş kazasının Beşiktaş merkez nahiyesi Vışnezade mahallesi sokaklarmdandır: Spor caddesi (eski Akaretler cadesi) ile Vışnezade camii önü sokağı arasındadır; kaba taş döşeli ve bozukça bir sokaktır. Spor caddesinden girildiğine göre, evvelâ iki araba geçebilecek kadar genişçe ise de. ortasına yakın sağ kola düşen evlerden bir kısmının öne doğru çıkarak vücude getirdiği bir dirsekle bir arabanın ancak geçebileceği kadar daralır; bıı evlerin hemen hepsinin kapılan önünde sokağa taşmış mermerden ve kaba taştan basamaklar vardır ki bu yola, çok eski Istanbulu hatırlatan bir şirinlik vermektedir. Vışnezade camii önü sokağı ile olan kavşağında bir belediye elektrik feneri vardır.
ABAC lMAHMl SOKAĞI
Fatih kazasının Samatya nahiyesinde Kürkçübaşı mahaUesindedir; Sulu bostan sokağı üe Cerrahpaşa camii sokağı arasındadır (B. : Kürk çübaşı mahallesi); kaba taş döşeli ve bozuk, bir araba rahat rahat geçebilecek kadar geniş ve iki havagazı feneriyle tenvir edilmiştir. Uzerinde üçer, dörder odalı otuz kadar ahşap ev ve bir bostan vardır. Yalnız 5 nu maralı av kübik üslûpta beton yapıdır.
ABAOOGLC
On yedinci asır ortala rında namlı armatörlerden; gemileri, İstanbul ile Karadeniz limanları arasında sefer ederdi.
ABACI MESCİDİ
Samatyada. Da vutpaşa iskelesi civarındaydı. Yaptıran meçhuldür. bugün mevcut değildir; bitişiğinde de Istanbulun azamet ve güzelliği dillerde dolaşmış îspanakçızade Mustafa Paşa konağı vardı ki Samatya yangınlarından birinde yandıktan sonra yeri uzun zaman Ispanakçı viranesi diye anılmıştır. Bugün de Abacı mescidinin ve bu meşhur konağın bulunduğu sokak Ispanakçıviranesî sokağı adını taşır. Sa matyamn Cerrahpaşa ve Kasabilyas mahalleleri arasındadır. (B, t lspanakçıviranesi sokağı ve Cerrahpaşa mahalle sil.
0 notes
Photo
Bizans'tan İstanbul'a
İstanbul tarihin her sahnesinde yer almıştır. Dönemin en önemli anlaşmalarında belkide ilgi ve alaka olmasa bile yine de atıfların yapıldığı ve şartların belirlenmesinde önemli bir stratejik noktada olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazımda sizlere buna örnek teşkil edecek tarihin bir sahnesini getireceğim. Bu araştırmamda bana yardımcı olan başta çok değerli yol arkadaşım ve eğitmenim olan Sertap A.’ya çok teşekkür ederim.
Şu an topraklarını çiğnediğimiz İstanbul kenti 1600 yılı aşkın bir süre üç büyük uygarlığa başkentlik etmiş bir kenttir. Bugün içine düştüğü içler acısı duruma bakıp üzülmemek elde değildir. Fakat ne yazık ki, eğitimden yoksun bir toplum olduğumuzdan ve okuma denen şeyi insan yaşamında en büyük angarya olduğunu kabul ettiğimizden, hiçbir şeyi bildiğimiz yok. Bu yazıyı bile sıkılmadan okuyacak kişilerin iki elin parmak sayılarını geçmeyeceğinden eminim. Ama, konunun başlığında “aşk, sevgi” gibi sözler geçip, içeriği de artık Reşat Nuri’lerin romanlarında kalmış, son örneklerine Ahmet Altan’ın sıradan romanlarında rastladığımız, yarım kalmış eğitim acılarının ve yarım kalmış aşkların ızdıraplı anlatımları olsaydı, bu tür yazı ve edebiyat ürünlerini arayan bir çok okur balıklama yazıya atlar ve hatta “şahane” diye yorumlar da getirirlerdi. Bu yazı elbette onları açmaz. Bu yazı İstanbul’a aşık olanları, kültüre aşık olanları, sanata aşık olanları ilgilendirir. Gerisi de sıkıcı bulup kaçar.
Bu kadar uzun bir girişten sonra gelelim bana bu uzun girişi yaptıran gerçek konuya. Konumuz anlaşıldığı gibi İstanbul’daki Bizans sanatı.
Bizans sanatının İstanbul ayağı hem sanat tarihi açısından hem de döneminde Bizans için önemlidir. Çünkü, İstanbul başkenttir. Bu kentin başkent oluşu, bu kentte oluşturulan sanatın da görkemli olmasını sağlamıştır. İstanbul dışında kalan ve Bizans’ın eyaletleri sayılan topraklarda yaratılmış eserlerde ise aynı görkemi göremeyiz. Ayrıca eyaletlerde dini konuların daha çok işlendiğini de görürüz.
Bizans sanat kalıntılarının günümüze gelmiş bazı örnekleri olmakla birlikte, yok olanların sayısı ne yazık ki daha fazladır. Biz bunları araştırırken kolaylık sağlasın diye; dini ve sivil yapılar olarak ayırısak işimiz kolaylaşır ve öğrenmemiz çabuklaşır.
Dini yapılara örnek verecek olursak, Studios Manastırı (461), Sergios ve Bakkhos Kilisesi (526-530), Ayasofya (532-537), Kalenderhane Camisi, Bodrum Camisi, Lips Manastır Kilisesi, Vefa Kilise Camisi, Pantepoptes Manastır Kilisesi, Zeyrek Kilise Camisi, Fenari İsa Camisi, Fethiye Camisi gibi eserler bugün de ayakta durmakta ve çoğu camiye dönüştürüldüğünden içlerinde ibadet edilmektedir.
Bizans’ın dini yapılarında konularını Hıristiyan dininden alma bir çok mozaik, fresk ve ikonlara rastlarız. Bunların dini yapılardaki yapılışları belli bir düzen içindedir ve kurallara bağlıdır. Dini yapıların mimari biçimleri de kendinden sonra gelen bir çok mimarı etkilemiştir. Örneğin kubbelerin kullanılması, mekanların sütunlarla neflere ayrılması, dışardan gelecek olan ışığın en uygun biçimde içeriye yansıtılması, bazilikal plan tiplerinden başka arayışlara girerek, Yunan hacı denilen plan şekillerinin denenmesi Bizans sanatına yeni açılımlar kazandırmıştır. Bunun yanında kilise mimarisin özü de fresk ve mozaiklerin rastgele olmadığı gibi rastgele değildir. Her yapılanın bir amacı vardır. Örneğin: Kubbe gökyüzünü anımsatır. Bildiğiniz gibi kubbenin kare mekana oturtulması mimarların hiç de kolay bulduğu bir çözüm değildir. Ama, sonunda yuvarlak kubbeden, kare mekana geçişi sağlayan pandantif ve kemerler bulunmuştur. Bizans sanatında bunların da bir anlamı vardır ki, kubbe yani gökyüzü ile yeryüzünü sembolik olarak birbirlerine bağlar.
0 notes
Photo
Köylünün Öküzünü Ödeyen Devlet
“Devlet devlet!” diye tutturmuş giderler… Hepsi de maroken koltuğa oturunca kendilerini devlet adamı oldum sanırlar. Sanki devlet adamı bir makam arabası, bir koltuk, bir takım koyu elbise ve sağa sola cart curt etmektir.
Ne devlet bu kadar ucuzdur, ne de devlet adamlığı… Devlet, halkın kutsallaştırdığı bir kavramdır. Halk kendisini devlete teslim etmiştir. Halktan alınan yetkiyle, halkla birlikte devlet olunur. Ne halktan yetki almadan ne de halktan koparak devlet yönetilemez.
Halkın kafasında devlet öyle yüce bir kavramdır ki, ona “baba” derken canını, malını, namusunu, her şeyi teslim etmiştir. Vergisini verir, askere gider, yasalara karşı gelmez, ama devletten de “devletliğini” bekler. Ankara’nın eski valilerinden Abidin Paşa bir gün odasında otururken kapı açılmış:
“Efendim bir köylü sizinle görüşmek istiyor!”
“Ne konuşacakmış?”
“Söylemedi… İlle de Vali Paşayı istiyorum, diye tutturdu…” “Gelsin!”
Köylü girmiş içeri, üstü başı perişan:
“Söyle bakalım ne istiyorsun?”
“Paşam, ben Polatlı’nın filan köyündenim. Bir hafta önce tarlaya çift sürmeye gitmiştim. Öğle sıcağında öküzleri çözdüm, otlamaya bıraktım. -Ben de bir ağacın altına uzandım, uyumuşum. Gözümü açtığım zaman güneş tepenin arkasında batıyordu. Her tarafı aradım öküzler yoktu. Bir haftadır gitmediğim yer* sormadığım insan kalmadı, öküzlerim yok. En son size geldim. Öküzlerimi bulun.”
Abidin Paşa kızar gibi olmuş:
“Öküzleri saldığın zaman niye uyudun?”
Köylü başını kaldırmış:
“Ben uyurken sizin uyanık olduğunuzu sanıyordum.” Abidin Paşa donup kalmış…
Köylü “devlet dersi” vermiş ona. Önce defterdarı çağırmış:
“Git bu adama pazardan bir çift öküz al!”
Devlet adamlığı en azından bu köylüden o dersi alabilmektir. Köylünün öküzünü ödeyen bir devlet anlayışı…
Ve şimdi!
İnsan canının bir metelik kadar değersiz olduğu günler…
24 Aralık 1977 günlüğünden… Ve insan canının değersizliği halen daha sürmekte yıl 2016!
0 notes
Photo
Üç Ünlü Havacı
Didier Daurat
Fransız havacısı. 1891’de Montreuil Sous Bois’da (Fransa) doğdu, 1969’da Toulouse’da (Fransa) öldü. Kıtalararası posta ve ticaret seferlerinin öncüsüdür.
Daurat’nın en büyük meziyeti, uçağın bir spor aracı veya bir savaş silâhı olarak değil de, diğer alanlarda da kullanılabilecek bir taşıt olduğunu anlamasıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1919’dan itibaren Avrupa ile Güney Amerika arasında posta ulaşımını sağlayacak bir hava yolu bulmayı ilk defa Daurat tasarlamıştır. O devrin hava etapları bize bugün çok kısa görünmektedir, oysa o zamanlar, çöllerin, okyanusun ve yüksek sıradağların üzerinden uçmayı göze alan atak pilotlar, mecburi iniş yapmak zorunda kaldıklarında çoğu kez ya korkunç kazaların kurbanı oluyorlar ya da yerlilerin saldırısına uğruyorlardı. Bununla beraber ilk Hava Postası, başta Daurat olmak üzere onun keşfettiği Mermoz, Salnt Exupöry, Gulllaumet gibi ünlü pilotlar ve diğer gözü pek öncüler sayesinde gerçekleşmiştir.
Jean Mermoz
Fransız havacısı ve pilotudur. 1901’de Aubenton’da (Fransa) doğdu, 6 Aralık 1936’da Güney Atlantik’te kayboldu.
1930’da Fransa’dan Güney Amerika’ya hava yoluyla gitti. Uçakla yapılan posta seferlerinin öncüsü Mermoz, yenilgiyi asla kabul etmeyen bir kimseydi. 1927’de Fransa ile Güney Amerika arasındaki hava yolu boyunca uçakların ineceği noktaları tespit etmekle görevlendirilen havacı, And’ları, bu dağların doruklarına kadar yükselemeyen uçaklarla aşmıştı. Böylesine güç bir görevi Mermoz, uçağını dağların eteğinden yukarıya doğru esen rüzgârlardan destek almak suretiyle, başarmıştır. Bir gün daracık bir yaylaya mecburi bir İniş yapan bu eşsiz pilot, uçağını parçalanmadan yere İndirmiş, onarmış, sonra da hız alıp uçabilmek İçin uçağı uçuruma bırakıvermiştir. O zaman uçak, kayadan duvarları âdeta sıyırarak döne döne yükselmeye başlamış ve dağlar arasındaki dar geçidi aştıktan sonra yeniden arıza yapmıştır. Mermoz da yolculuğunu planör uçuşu yaparak tamamlamıştır.
Fienri Guillaumet
Fransız havacısı. 1902’de Bouy’da (Fransa) doğdu, 194Û’ta Akdeniz’de kayboldu. Avrupa ile Güney Amerika arasında uçakla yapılan posta seferlerinin öncülerinden.
Guillaumet korkusuz bir öncüdür. Dünyaca tanınan korkusuz havacılardan Mermoz ve Saint-Exupéry ile birlikte Guillaumet, Paris – Santiago (Şili) arası İlk hava posta yolunun gerçekleştirilmesi İçin yapılan çalışmalara katılmıştır. Bu cesur pilot, ağustos 1938’de Air France şirketi hesabına Kuzey Atlantik’i İlk defa ticari amaçla geçmişti. Ama Guillaumet daha 1926’da olağanüstü bir başarıyla büyük bir üne kavuşmuştu. Havacı, And dağlarını aşarken büyük bir tehlikeyle burun buruna geldi; çift kanatlı uçağı karlar İçinde kullanılmaz duruma gelince Guillaumet, yoluna yürüyerek devam etmiş, kara, fırtınaya ve soğuğa rağmen beş gün, dört gece durmadan yürümüştü. Bu yürüyüş sonunda yorgunluktan bitip tükenmiş bir hâlde, ama sağ salim bulunduğu zaman: “Benim yaptığımı dünyada hiçbir hayvan yapmazdı.” demiştir.
0 notes
Photo
Tarih Sahnesinde Yer Alan Çağın Ünlüleri
David veya Davy Crockett
Amerikalı avcı, yasama meclisi üyesi ve albay, 1785’e doğru Tennessee’de (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1836’da Texas’in Alamo şehrinde öldü.
Alamo savunmasına katılan efsane kahramanı, 1836 Şubatında Amerikalı Albay Travls, Meksikalılara yenildiğini anlamıştı. Alamo’da güçlü Meksika ordusu tarafından sarılmış bir avuç asker uzun süre bu duruma dayanamazdı. Birden uzaklardan neşeli bir gayda sesi işitildi. Davy Crockett, omuzunda emektar tüfeği Betsey, çarpışanların yardımına koşmuştu! Başında küçük Amerika ayısı postundan yapılmış kürklü şapkası, sırtında deri ceketi, ayağında mokasenleriyle bu Far West kahramanını Amerikalı askerler büyük heyecanla karşıladılar. Efsaneye göre bir ayda tam 47 ayı öldürmüş olan Davy Crockett, ayıları, inlerine girip zorla çıkaracak kadar cesurdu. Ama 6 Mart 1836’da Meksikalılar son bir baskına giriştiler. Bu savaş sırasında kahramanca ve yılmadan dövüşen Davy Crockett, sonunda vurularak öldü ve kısa zamanda hayatı efsaneleşerek ünü daha da arttı.
Buffalo Bill
William Frederick Cody, Buffalo Bill denir. Amerika’daki “Batıya hücum” hareketinin öncülerinden, 1846’da îowa’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1917’de Denvers’de (Amerika Birleşik Devletleri) öldü.
Millî kahraman, bizon Öldürmedeki ustalığıyla ün yapmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin uçsuz bucaksız toprakları üzerinde Kansas Pacific Railroad tarafından yeni bir demiryolu yapılmaktaydı. Şantiyelerde çalışan işçilerin taze et iaşelerini sağlamak gitgide güçleşiyordu. Bu iş İçin keskin bir nişancı bulmak gerekti. Demiryolu kumpanyası bu görevi William Cody’ye vermeği uygun buldu. William (Will veya Bill denir) Kuzey Amerikalıların «buffalo» adını verdikleri bizonların sürülerine, hayvanları ürkütmeden yaklaşmayı çok iyi bilen ve kurşunları hiçbir zaman hedefini şaşmayan bir avcıydı. Buffalo’nun şöhreti bu görev sayesinde bütün Amerika’ya yayıldı. Ancak Buffalo Bifl’e karşı beslenen hayranlık, onun bu eşsiz nişancılığının nereden geldiği öğrenildiğinde daha da arttı: Bufalo Bili bu ustalığını Sfyoux’lar ve Cheyenne’lere karşı kahramanca savaşırken kazanmıştı.
Lavoisier
Antoine-Laurent de Lavoisier. Fransız Kimyacısı, 1743’te Paris’te doğdu, 1794’te aynı yerde öldü.
Modern kimyanın kurucusudur. Maddenin yok olmadığını, yoktan da var edilemeyeceğini gösterdi. Lavoisier, oksijenin tabiattaki rolünü bilimsel olarak göstermiş, yavaş ve çabuk oksitlenmenin evrelerini ve cisimlerin yanabilmesi için oksijenin gerekli olduğunu ispatlamıştır. Tabiatta oksijen olmazsa cisimler yanamaz. Nitekim Lavoisier, yabancı bir madde ile yalıtılmış bir kömür parçasının oksijenle temas edemediği için çok yüksek derecelere kadar ısıtıldığı hâlde yanmadığını göstermişti. Çağdaşlarınca daha büyük şaşkınlıkla karşılanan başka bir olay ise Lavolsier’nin, suyun, hidrojenin oksijenle karışarak yanması sonucunda meydana geldiğini yani iki gazın birleşerek bir sıvıyı oluşturduğunu İspatlamasıdır. Lavoisler’nin çok sayıda bilimsel keşfi vardır. Ama ne yazık ki zamanında değeri bilinememiş ve Fransız Devrimi sırasında kendisi gibi diğer vergi kesenekçileri ile beraber ihtilâlciler tarafından giyotinle idam edilmiştir.
#Antoine-Laurent de Lavoisier#Buffalo Bill#David veya Davy Crockett#kimya kurucusu#kimyanın atası#modern kimya#William Frederick Cody
0 notes
Photo
Volta, Kopernik ve Galvaninin Hayatına Kısa Bir Bakış
Luigi Galvani
İtalyan hekimi ve fizikçisi, 1737’de Bologna’da (İtalya) doğdu, 1798’de aynı yerde öldü, Elektro fizyoloji bilimini kuran bıı bilginin deneyleri sayesinde elektrik pili icat edildi.
Galvani, Bologna Üniversitesinde anatomi araştırmalarıyla uğraşıyordu. Bu sırada önemli bir buluş yaptı. Bilgin bir kurbağayı teşrih ederken onu, bir pencerenin kenarında bulunan bir bakır tele bacağından asmıştı. Rüzgârın etkisiyle sallanan hayvanın boşta kalan bacaklarından biri pencerenin demir parmaklıklarına dokunduğu zaman bu bacaklar hemen kasılıyordu. Bilgin, bu olayı büyük bir şaşkınlıkla tespit etti. Bacak-lar «galvanize» oluyor, yani âdetâ canlanıyordu! Galvani, aynı deneyi, çeşitli şekillerde tekrarladı ve kasların, havada veya hayvanın vücudunda var olan elektriklenmenin yarattığı şok etkisiyle harekete geçtiğini düşündü. Fakat daha sonra Volta, bu düşünceye söz konusu elektriklenmenin farklı nitelikteki madenler arasında doğduğunu ileri sürerek karşı çıktı. Elektrik pilinin icadında bu tartışmaların büyük rolü oldu.
Volta
Genç yaşta fizik profesörü olup denemelere başlayan Volta Galvani’nin ünlü kurbağa deneylerinden aldığı ilhamla 1800 yılında elektrik pilini icat etti. Kendisi, icadının, avlarını çarpıp onları sersemleten torpil balıklarının elektrik yüklü organlarına benzediğini söylüyordu. Fizikçi bakır ve çinko levhaları deniz suyu emdirilmiş mukavva parçalarıyla yalıtkan hâle getirdikten sonra bakır levhayı çinko levhaya bağlamak suretiyle elektrik akımı elde etmeyi başarrçıştı. Volta, ayrıca kondansatörü icat etti. Bu aygıt ona, hidrojeni patlatan elektrik kıvılcımları elde etmesini sağladı. Napoléon Bonaparte buluşlarına hayran olduğu Volta’ya birçok şeref unvanı verdi. Onu İtalya Krallığı kontu ve senatörü yaptı. İtalyan bilgini, icatlarının dışında, İtalya’da, Fransa’da Parmentier’nin yaptığı gibi patates ekimini yaymak başarısını gösterdi.
Kopernik
Mikolaj Kopernik Polonya’lı astronom, 1473’te Torun’da (Polonya) doğdu, 1543’te Frauenburg’da (Polonya) öldü.
Dünyanın döndüğünü keşfetti, Frauenburg Piskoposluk Meclisi Oyesl olan Mikolaj Kopernik hukuk ve tıp öğrenimi yapmıştı. Fakat astronomi onu o kadar çok ilgilendiriyordu ki kendini tamamen bu alanda çalışmaya verdi. O devirde, okullarda, dünyanın hareketsiz durduğu ve evrenin merkezi olduğu öğretiliyordu. Eski yazarları inceleyen ve yıldızlar üzerinde gözlemler yapan Kopernik, dünyanın iki şekilde, yâni hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında döndüğünü anlamakta gecikmedi. Fakat ihtiyatlı astronom, başını derde sokabilecek olan ve bugünkü Kopernik sistemi diye anılan evren teorisini 40 yıl sonra tam ölmeden önce açıklamaya karar verdi. O sıralarda bu buluşunun pek farkına varılmadı ve üzerinde durulmadı. Fakat Kopernik ile aynı görüşleri paylaşan, bunları savunan, Galileo Galilei’nin başına gelenleri hepiniz biliyorsunuz.
0 notes
Text
Tarihte Rastladığımız İsimlerin Hayatları
Tarihte Rastladığımız İsimlerin Hayatları
Kodak
George Eastman, Kodak adıyla tanınır. Amerikan sanayicisi, 1854’te Waterville’de (A.B.D.) doğdu, 1932’de Rochester’da (A.B.D.) ’Öldü.
Hassas filmi icadetti ve fotoğrafçılık tekniğini halka yaydı. Fotoğrafçılığa çocukluğundan beri meraklı olan Eastman, amatör fotoğrafçılara yararlı olabilmek için bir fabrika kurdu. Orada, kendisi ve araştırıcıları, birçok buluşu- gerçekleştirdiler. 1884’te kâğıt filmi, 1889’da Edison’un kendi slnerfta makinesinde kullandığı saydam filmi yaptılar. Bu mûesseseye uygun bir isim verilmesi gerekiyor ve Eastman, filimleri her ülkede satabilmek amacıyla, bu ismin bütün dillerde kolayca söylenebilecek bir kelime olmasını istiyordu. Eastman, pek uygun düşmeyen bir kelimeydi. Sanayici, nihayet, hiçbir anlamı olmayan, fakat kolayca akılda tutulabilen ve bütün dillerde rahatlıkla söylenebilen «Kodak» kelimesini buldu. Bu hemen tutundu ve Kodak müessssesi büyük servet kazandı. Eastman, servetinin büyük bir kısmını hayır işlerine harcadı.
Cardano
Gerolamo Cardano, İtalyan hekimi, matematikçisi ve mucidi, 1501’de Pavja’da (İtalya) doğdu, 1576’da Roma’da öldü.
Kendi ismini taşıyan pusulalarda, süspansiyon sistemini yarattı. Kendi adıyla anılan formülü buldu. Cardano ismini, hekimler, matematikçiler ve özellikle mekanikçiler iyi bilirler, ilk denizci pusulaları, su dolu bir kapla bu kabın içindek küçük mantardan şamandıraların üstünde dönen mıknatıslı bir iğneden ibaretti. Bu şekilde, suyun yüzeyi, geminin yalpalamasına, baş ve kıç vurmasına rağmen yatay olarak kalıyor ve pusula İğnesinin yönü gösteren hareketleri için gerekli denge sağlamlığı sağlanıyordu. Fakat fırtınalarda pusuladan yeterince yararlanmak imkânı kalmıyordu. Cardano, geminin salınmalarından hiçbir şekilde etkilenmeyen ve artık bir sıvıya da ihtiyaç bırakmayan, pusulanın daima yatay durmasını sağlayacak bir eklem sistemi bularak aracı geliştirdi. Günümüzde otomobillerdeki motor enerjisi, bazı çekici tekerleklere, «Cardano sistemi» denilen eklem sistemiyle iletilir.
Morse
Samuel Finley Breese Morse, Amerika’lı ressam ve mucit, 1791’de Charlestown (A.B.D.) doğdu, 1872’de New York’ta öldü. Elektrikli telgrafı ve nokta – çizgilerden meydana gelen telgraf alfabesini buldu.
Samuel Morse, fizikçi olmaktan çok, bir sanatkâr ve bir edebiyatçıydı. 1832 yılında, onu Fransa’dan Amerika’ya götüren «Sully» isimli gemide, elektromıknatısların harekete geçirdiği bir telgrafın planlarını çizmek için gerekli vakti buldu. Mali imkânlarının yetersizliğinden, Morse, ülkesinin bu buluşla ilgilenmesi için onu gereği gibi tanıtacak bir tesisi gerçekleştiremedi: Bu buluşun esası, kendisinin ve yardımcısı Alfred Vail’m düzenlediği, nokta ve çizgilerden meydana gelen bir alfabeye göre herhangi bir mesajı, elektrik telleriyle uzak mesafelere göndermekti. Fakat mucit, tasarısını gerçekleştirmesine, tesisi kurmasına imkân verecek kredileri elde etmek için 1843 yılına kadar beklemek zorunda kaldı. Morse’un Washington ile Baltimore arasında kurduğu ilk telgraf hattı başarıyla çalıştı.
0 notes
Photo
Transformatör, Kızılötesi Işınlar ve Senkronize Etme İle İlgili Yararlı Bilgiler
Transformatör
Bütün elektrik akımlarının kuvveti, yani gerilimi aynı değildir. Evlerimizde kullandığımız elektrik akımının gerilimi 110 ya da 220 volttur. Bir elektrik akımının gerilimini değiştiren âlete transformatör denir.
Transformatörler bir elektrik akımının gerilimini değiştirmeye yararlar. Transformatör ister indirici, ister yükseltici olsun, elektrik akımını İstenilen gerilime getirir. Akımın uzak mesafelere taşınması dalma yüksek voltaj hâlinde olur, ama dağıtılması için voltajının İndirilmiş olması gerekir. Böylelikle de elektrik’ akımının kullanılması çok daha az tehlikeli olur. Ev terimizde kullandığımız elektrikli âletlerin çoğu hem 110, hem de 220 voltluk elektrik akımıyla çalışabilecek şekilde yapılmıştır. Bu âletleri bozulmadan kullanabilmek için bunları bulunduğumuz yerdeki akımın voltajına göre ayarlamak gerekir.
Kızılötesi Işınlar
Bazı ışık ışınlan başka ışınlardan daha kolay görülebilirler. Kırmızı ışınlar en az görülebilenleridir. Kızılötesi ışınlar ise hiç görülmezler. Bu ışınlar, uzayda ışık yerine sıcaklık taşırlar. Enfraruj ısıtma aygıtlarında ve piliç çevirme makinelerinde bu ışınlardan yararlanılır.
Kızılötesi ışınlar kırmızı alanın ötesindeki alanda yayılmış olup ısı ışınlarından ibaret bulunan, kırmızı ışından daha az kırılma özelliği gösteren ve gözle görülemeyen ışınlardır. Bu ışınlar, uzaydan geçerken ışık yerine ısı taşırlar. Sisli havalarda bile atmosferi kolayca geçebilirler. Kızılötesi ışınlar, bu özellikleriyle kapalı havalarda veya geceleri, panoramik fotoğraf çekimine yararlar. Enfraruj ısıtma cihazlarında da bu ışınlar kullanılır. Piliç çevirme makinelerinde ısı, kızılötesi ışınlarla elde edilir. Sanayide kurutma işlemleri için yine kızılötesi ışınlara başvurulur.
Senkronîze Etmek
Sinema alıcısı, oyuncuların görünümleriyle seslerini filmin üzerine kaydeder. Filmin oynatılması sırasında konuşmaların, oyuncuların dudak hareketlerine uyması için sesle görüntüleri senkronize etmek gerekir.
Senkronize etmek demek, sesleri, gürültüleri hareketlerle aynı anda işitilebilecek şekilde ayarlamak demektir. Yavaş hareketlerin seslerini ayarlamak kolaydır da çok kısa bir zaman İçinde olup biten hareketlerin seslerini ayarlamak zordur. Bu terim aynı zamanda fotoğraf makinesi objektifinin açılıp kapanışıyla flaşın çakmasının aynı Ana rastlatılması, hatta üzerinde yoğun bir trafik olan demiryollarında trenlerin çatışmadan gidip gelebilmesinin ayarlanması İçin de kullanılır. Televizyon ekranında konuşmalar resimlere uymazsa seslendirilmede bir bozukluk var demektir.
0 notes
Text
Yüksek Fırın, Pnömatik Çekiç ve Perçin Nedir? Ne İşe Yarar?
Yüksek Fırın, Pnömatik Çekiç ve Perçin Nedir? Ne İşe Yarar?
Yüksek Fırın
Yüksek fırın, demir cevherinin dökme demir adı verilen ve sâf olmayan bir demir karışımı hâline getirildiği yerdir. Dökme demirin sâf hâle getirilmesiyle de demir ve çelik elde edilir.
Yüksek fırınlar aralıksız çalışır, soğuyunca donacağı İçin devamlı sıcak tutulmasına gayret edilir. Fırına üst tarafından demir cevheriyle kok kömürü doldurulur. Buna demir cevherini, içindeki kil ve kumdan ayırmak için “ergltici” denen kireçli ya da silisli bir madde de ilâve edilir. Alt taraftan devamlı üflenen sıcak hava kömürün yanmasını çabuklaştırır ve böylece demir cevheri erimeye başlar. Kum ya da kille birleşen ergitici, ergimiş bir hâldeki demirin üzerinde camsı bir madde hâlinde birikir. Bu madde toplanıp toz hâline getirilir ve sunî gübre olarak kullanılır.
Pnömatık Çekiç
Sıkıştırılmış hava, kendisini sıkıştırmak için sarf edilen bütün enerjiyi muhafaza eder. Pnömatik çekiçler, sıkıştırılmış havanın bu enerjisinden yararlanır. Otomatik delici ve kazıcılar, sıkıştırılmış havayla çalışırlar. Bu çeşit âletlerin esası, buhar makinelerindeki gibi bir çeşit pistonun ileri geri gidip gelmesine dayanır. Böylece çabuk çabuk özerine vurulan çekiç ya da delicinin sivri ucu hızla ileri-geri hareket eder. Sıkıştırılmış hava ya bir kompresörden veya içine önceden hava depo edilmiş özel şişelerden sağlanır. Bu çeşit âletler kıvılcım çıkarmadığı için kömür ocaklarında emniyetle çalışılmasını sağlar, aynı zamanda da perçin çivilerinin çakılmasında da kullanılır.
Perçin
İki maden levhasını birleştirmek için perçinden yararlanılır. Perçin, iki levhada açılıp üstüste getirilen deliğin içinden geçirilip çekiçle iki tarafı ezilen çividir. Derileri birleştirmek için de bu usulden yararlanılır.
Perçin çivisi, dövülerek yassıltılabiten çekiçle vurularak sabitleştirilen bir çividir. Eğer soğuk olarak kullanılacaksa bakır ya da pirinçten olanları alınır. Özel bir kıskaç bunların iki ucunu ezip kolayca yassıl-tır. Deriden elbise ve eşya yapanlar, de. rileri birleştirmek için bu usulden yararla, nırlar. Sıcak perçin ise ağır maden endüstrisinde kullanılır: Kıpkırmızı hâle gelince, ye kadar ısıtılmış çelik perçin çivisi pnömatik çekiçle vurularak yerine yerleştirilir, soğuyunca da, birleştirilen iki maden levha birbirine daha sıkı bir şekilde yapıştırılmış olur.
#perçin#perçin nedir#Pnömatık Çekiç#Pnömatık Çekiç nedir#Pnömatık nedir#yüksek fırın#yüksek fırın ne işe yarar#yüksek fırın nedir
0 notes
Text
Buldozer, Sondaj Kulesi ve Kuyu Delgisi
Buldozer, Sondaj Kulesi ve Kuyu Delgisi
Buldozer
Buldozer, tırtıllı çelik şerit üzerinde yürüyen, güçlü bir araçtır, önüne yerleştirilmiş olan kürek biçiminde kalın çelik bir levha ile toprağı ya düzeltir ya da kazar, Böylece birçok işçinin günlerce yapacağı işi tek başma, hem de az bir zamanda yapar. İş hayatında makineleşmenin ve teknik alandaki gelişmelerin sonucu, toprak kazmak ve düzeltmek alanında birçok yeni aracın ortaya çıkması sağlanmıştır. Bir kişi tarafından idare edilen bu dev araç, lar ya tırtıllı çelik şerit üzerinde ya da alçak basınçlı dev lastikler üzerinde yürürler. Toprak kazmakta kullanılan buldozerlerin ucu dişli kocaman kepçesi, önce toprağı kazar, sonra da kepçesine doldu-rarak istenilen tarafa götürüp bırakır. Bu gibi araçlar sayesinde yol yapımı, toprak kazılması ve bunlara benzer işler çok çabuk ve kolay yapılabilmektedir.
Sondaj Kulesi
Bir petrol kuyusu açmak ve toprağı delen matkabı çalıştırmak için çelik potrellerden piramit biçiminde kuleler kurulur. Bunlara sondaj kuleleri denir. Sonda kulelerinin çok çeşidi vardır. Yükseklikleri 35 – 70 metre arasında değişir. Toprağı yavaş yavaş delerek petrol taba, kasına boru uzatılmasına ve bu İşle ilgili âletlerin çalıştırılmasına yarar. Petrol parkurundan çok zengin olan yerlerde bu sondaj kuleleri o kadar çoktur ki buraları, göz alabildiğine uzanan bir çelik kule ormanına benzetilebilir. Bazı sondaj kuleleriyse suların diplerinden petrol çıkartılmasını sağlamak için göl ve körfezlerin üzerindeki suni adaların üzerinde kurulmuştur.
Kuyu Delgisi
Kuyu delgisi, toprağı ve kayaları bile delebilecek güçte, çok sert bir çelikten yapılmış bir büyük delgidir. Toprağın yüzlerce, binlerce metre derinliğine inerek petrol kuyuları açmaya yarar.
Petrol kuyusu açmakta kullanılan delgilerin uçları, özel bir çelikten yapılmış, taç biçiminde dişler hâllndedtr. Bu sayede en sert kayaları bile dağıtıp ufalayabilirler. Uçuca vidalanarak ardarda aşağıya indirilen borular, delgiyi, yukarıdaki motora bağlar. Bu borular hem delgi ucunun yağlanmasına, hem de toplanan toprak ve taş parçalarının boşaltılmasına yararlar. Kuyu açma delgisinden başka marangozlukta tahtaların, duvarların ve tıpta kafa kemiklerinin delinmesinde kullanılan delgiler de vardır. Ancak bu delgilerin boyları ve yapıları, kullanıldıkları yere göre değişir.
0 notes
Text
Kuşaklar Arası Ün Kazanmış Kişilerin Hayatı
Kuşaklar Arası Ün Kazanmış Kişilerin Hayatı
Renaudot
Théophraste Renaudot, Fransız hekimi ve yazarıdır. 1586’da Loudun’de (Fransa) doğdu, 1653’te Paris’te öldü.
Bu insansever, ilk Fransız gazetesini çıkardı ve gazetecilik sanayiinin doğmasına önayak oldu. Yoksul ve hasta kimselerin acıklı durumlarından çok üzüntü duyan kralın hekimi Renaudot, fakirlikle savaşmak için bir plan yaptı ve bunu uygulamaya koyuldu. Paris’te bir danışma bürosu açma iznini elde ettikten sonra işverenlerle iş arayanlar, alıcılarla satıcılar, fabrikatörlerle müşteriler arasında ilişki kurmak için üzerinde birtakım ilânların yazılı olduğu broşürler çıkarmaya ve bunları dostlarına dağıtmaya başladı.’Belirli zamanlarda çıkan bu broşürlerde başlangıçta yalnız ilânlar ve reklâmlar yer almaktaydı. Renaudot bu broşürleri kendisi hazırlıyor, ilânları kendi eliyle yazıyordu. Kısa süre sonra bu broşürler, Paris haberleri ne de yer veren bir gazeteye dönüştü. Böylece 30 Mayıs 1631’de La Gazette adı altında ilk büyük Fransız gazetesi piyasaya çıktı.
Horace Wells
Amerikalı diş hekimi, 1815’te Hartford’da (Amerika Birleşik Devletleri) doğdu, 1848’de New York’ta öldü.
Cerrahî anestezi tekniğini icad etti. Bir diş hekiminin çalışmasını engelleyen en büyük zorluk, hastasının acı çekmesidir. Eskiden hekim geçinen bazı kimseler, hastanın çürük dişini çekmeden Önce onu bir süre eğlendirmeye çalışır, sonra da dişini birdenbire çekiveririerdi. 1844 yılıydı. Wells bir gün tiyatroya gitmişti. Sahnede azot protoksit’ten başka şey olmayan bir gazın güldürücü niteliklerini göstermek amacıyla gülünç bir gösteri düzenlenmişti. Orada bulunan bir dostu, bu gazı teneffüs etmiş ve kahkahalarla gülmeye başlamıştı. O kadar ki gülerken etraftaki mobilyalara çarparak yaralanmış yine de gülmesi kesilmemişti.
Bunu gören Wells, hemen ertesi gün bir miktar azot protoksit koklayıp dişini çektirmek üzere doğruca bir dişçiye koştu. Wells ameliyat sırasında en ufak bir acı bile duymadığını farketti. Böylece de cerrahî anestezi doğmuş oldu.
Elene Theophile Hyacinthe Laennec
Fransız hekimi, 1781’de Quimper’de (Fransa) doğdu, 1826’da Douamenez’de (Fransa) öldü.
Stetoskopla vücudu dinleme usulünü keşfetti. Günümüzün doktoru hastasının vücudunu, özellikle ciğerlerini önce stetoskop denen âletiyle dinler. Biçimi bugün ki şeklinden çok farklı olan bu âlet, ilk defa Laennec tarafından bir raslantı sonucu icadedilmiştir. Doktor günün birinde kulağını uzun bir kalasa dayamış çocuklarla oynarken, kalasın öbür ucunun bir toplu iğneyle kazındığını farketmişti; hattâ bu hafif gürültü ona çok net ve çok kuvvetliymiş gibi geldi. Hastahaneye dönünce bir defteri rulo yaparak İyice sıkıştırıp bir silindir hâline getirdi. Silindirin bir ucuna kendi kulağını yaklaştırıp öteki ucunu da bir hastasının vücuduna dayayarak onun kalbini ve ciğerlerini dinledi; işte o zaman Laennec, organizmanın çıkardığı sesleri rahatlıkla duyduğunu farketti. 1815 yılından itibaren de İlk tahta stetos-koplar kullanılmaya başlandı.
0 notes
Text
Geçmişten Günümüze Gelen Ünlerin Hayatı
Geçmişten Günümüze Gelen Ünlerin Hayatı
Hadrianus
Hadrianus (Publius Aelius Hadrianus), Roma imparatoru, 76’da İtalica’da (İspanya) doğdu, 138’de Baies’te (İtalya) öldü. Gezileriyle ve inşa ettirdiği anıtsal yapılarıyla ünlüdür. Ülkesinde birçok reformu gerçekleştirdi.
Hadrianus 121 yılından 134 yılına kadar Roma İmparatorluğunun çeşitli yerlerini gezerek incelemeler yaptı. Afrika’yı ziyaret etti. Ve bir süre İmparatorluğun Doğu bölgesinde yerleşti. Tüm sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalıştı. Bu amaçla Ingiltere İle Iskoçya arasında 117 km uzunluğunda, büyük bir taş duvar yaptırdı. (Hadrianus Duvarı denilen bu duvarın önemli kalıntıları hâlâ vardır.) Ren ve Tuna nehirleri arasında, Germania sınırında, savunma amacıyla, tahta kazıklardan duvarlar ve küçük kaleler İnşa ettirdi. Tivoli yakınındaki Hadraana Villasında, İtalya, Yunanistan ve Mısır’daki gezileri sırasında hayran kaldığı güzel anıtların maketlerini bir araya topladı. Küçük çiftçiyi topraklandırmak için kendi ismiyle anılan bir tarım reformu kanunu çıkarttı. Roma’da, Sant’Angelo şatosunda gömülüdür.
Attilâ
Attilâ; Muncuk’un oğlu. Büyük Hun imparatorudur. 395’e doğru Tuna kıyılarında doğdu. 453’te öldü.
Türk soyundan olan Hunların en büyük hükümdarı; Avrupa’nın büyük bir kısmım fethetti, Roma’ya ve Bizans’a baş eğdirdi. Attilâ, Hun devletinin kurucusu olan babası Muncuk’un sağlığında, çocukluğunun bir kısmını Roma’da barış rehinesi olarak geçirdi. Bu sâyede Romalıların dilini, siyasi ve askeri teşkilâtını, kendi ulusu hakkındaki düşüncelerini öğrendi. 442!de babasının ölümü üzerine, Macaristan’da yerleşmiş bulunan Avrupa Hunlerın başına geçti. Tasarladığı dünya imparatorluğunu gerçekleştirmek için Bizans’ı ve Batı Roma imparatorluğunu ortadan kaldırmaya karar verdi. Önce Bizans topraklarına akın üstüne akın düzenledi ve Bizans imparatorunu haraca bağladı. 451’de 700 000 kişilik bir orduyla Galya’ya girdi. Avrupa milletleri Hun tehlikesine karşı birleştiler. Yapılan savaş kesin bir sonuç vermeyince. Attilâ ertesi yıl Roma üzerine yürüdü ve aman dileyen imparatoru haraca bağladı. Müstebit, fakat âdil ve iyiliksever bir hükümdardı.
Harun-ür Reşid
Abbasî halifesidir, 764’te Rey’de (Horasan) doğdu, 809’da Tus’ta (İran) öldü.
İslâm Rönesans’ının hazırlayıcısı olan bu ünlü hükümdarın yaşadığı devir Bin bir Gece Masallarına konu oldu. Harun-ür Reşid. Bağdat’ı yaptıran Büyük Mansur’un torunudur. Dicle kıyısındaki bu masal şehri, ünlü arap mimarların yönetimindeki 100 000 işçi kurmuştu. Harun-ür Reşid 22 yaşında halife oldu. Asya’da birçok zafer kazandı. Bizans’» baş eğdirdi. Fakat o daha çok, bilim ve sanata, aynı zamanda zevk ve eğlenceye düşkünlüğüyle tanındı. Batı dünyası ile İyi ilişkiler kurdu. Frank imparatoru Charlemagne’ın dostu olduğu, ona bir fil ile bir saat hediye ettiği ve bu hediyelerin Avrupa’da büyük ilgi uyandırdığı söylenir.-Küçük, büyük herkesin merak ve zevkle okuduğu Binbir Gece Masalları, Harun-ür Reşid devrinin saray hayatını canlandırır. Harun-ür Reşid gerek Doğu, gerek Batı dünyasındaki ününü biraz da bu masallara borçludur. Bu masalların en güzelleri Alâeddin’in Sihirli Lâmbası Ali Baba ile Kırk Haramilerdir.
0 notes
Text
İki Milli Kahraman ve Celebi Sultan Mehmed
İki Milli Kahraman ve Celebi Sultan Mehmed
Celebi Sultan Mehmed
Mehmet veya Çelebi Sultan Mehmet, Beşinci Osmanlı padişahıdır. 1389’da Bursa’da doğdu, 1421’de aynı yerde öldü.
Timur’un parçaladığı Osmanlı devletini yeni baştan kurdu ve ona eski gücünü kazandırdı. Yıldırım Bayezit 1402’dekl Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilip esir düşünce Osmanlı devletinde Fetret devri diye anılan karanlık bir dönem başladı. Anadolu’daki eski beylikler yeniden canlandı, Yıldırım Bayezit’in oğulları taht kavgasına düştüler. Bunlardan Mehmet Çelebi, 11 yıl süren bir mücadeleden başarıyla çıkarak, bütün iç çatışmaları sona erdirdikten sonra Osmanlı devletini birleştirdi ve tek bir yönetim altında topladı. Çelebi Sultan Mehmet 8 yıl padişahlık etti, bu süre İçinde Eflâk ve Buğdan’a sefer açtı, İmparatorluğun sınırlarını genişletti. Bu arada, Batı Anadolu’da yeni bir mezhep kuran Şeyh Bedreddin isyanıyla Düzmece Mustafa ayaklanmasını bastırdı. Yirmi dört savaşa girdiği, kırk yara aldığı söylenir. Genç öldü. Bursa’daki Yeşil Türbe’de gömülüdür
Guillaume Tell
İsviçre’nin millî kahramanı, XIV. Yüzyılda yaşadı. İsviçre halkının verdiği bağımsızlık savaşının önderi ve sembolü olmuştur.
İsviçre halkı, AvusturyalIların egemenliğine karşı ayaklanmıştı ve bu direniş, oku hedefinden şaşmaz bir silâhşor olan, halk kahramanı Guillaume Teli ’in kişiliğinde can tanıyordu. Efsaneye göre Avusturya adına İsviçre’de genel vali bulunan Gessler, köylüleri, bir sırığın ucuna takılmış şapkasına selâm vermeye mecbur ediyordu. Bu şekilde küçük düşmeyi kabul etmeyen Guillaume Teli, vali tarafından korkunç bir denemeye tâbi tutulmaya mahkûm edildi. Silâhşör, oğlunun başına konulacak bir elmayı okuyla vuracaktı. Bunu başardığı takdirde oğlu da, kendi de kurtulacaktı. Guillamue Teli yayını gerdi, nişan aldı ve okunu fırlattı. Elma yere, düştü. Çocuğa bir şey olmamıştı. Fakat her ihtimali düşünen Guillamue Teli, ikinci bir ok hazırlamıştı. Eğer birincisi oğlunu öldürseydi, ikinci ok da AvusturyaTı genel valiyi yere serecekti…
Jeanne d’Arc
Fransız millî kahramanı, 1412’de Domrémy’de (Fransa) doğdu, 1431’de Rouen’da (Fransa) yakılarak öldürüldü.
İngilizlerin Fransa’dan atılmasına yardım etti. Kendi hâlinde bir Fransız köylü ailesinin kızı olan Jeanne d’Arc, sakin sâkin koyunlarına bakıyordu. Onun savaşa karışacağı kimsenin aklından geçmezdi. Dinine çok bağlı olan bu genç kız, Tanrı’dan geldiğine inandığı sesler duymaya başladı. Bu sesler ona, İngilizlerin kuşattığı OrléansT kurtarmak üzere harekete geçmesini emrediyordu. Erkek kılığına giren Jeanne d’Arc, Chinon’a giderek kral VII. Charles’dan, orduya komuta etmek iznini aldı. Orléans’i kurtardı, kralı taç giydirmek için Reims’e götürdü. Jeanne d Arc, 1430 da Paris’i kurtarmak için savaşırken, Bourgogne dükü tarafından para karşılığı İngilizlere teslim edildi. Mahkeme önüne çıkarılan genç kız, yargılandığı sürece eşsiz bir cesaret örneği gösterdi. Ölüme mahkûm edilen Jeanne d’Arc, Rouen da Marché meydanında, bir odun yığınının üstünde diri diri yakıldı.
0 notes
Photo
Bu Hayatları Biliyor Muydunuz?
Elisabeth I.
İngiltere ve İrlanda kraliçesi, Kari V veya Şartken. İspanya kralı ve Roma – Cermen İmparatorluğunun hükümdarı 1500’de Gand’da (Belçika) doğdu, 1558’de Yuste’de (İspanya) öldü. Fransa kralı François I, bu amansız hasmıyla başa çıkamayıp Kanuni’den yardım istedi.
Kari V, «üstünde güneşin batmadığı» söylenen geniş bir imparatorluğa sahipti. Elde ettiği yerler, Fransa’yı tehlikeli bir şekilde çevreliyordu. Bu da, Fransa kralı François I ile Kari V arasında bitmez tükenmez savaşlara yol açtı. Bu arada François I, Kari V’e karşı Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Kanunî de 1526 seferine çıkıp Transilvanya ve Macaristan’ı aldı. Fransa kralının müttefiklerinden biri olan Papa elemente VII korkunç bir felâketle karşılaştı: Kari V’in orduları, Roma’yı işgal etti: yağma ederek yakıp yıkarak hastanelerdeki hastaları bile öldürerek şehri mahvettiler. Gece, alevler İçindeki binalarla gökyüzü kırmızıya boyanmıştı. Bu katliamı önlemek için Papa teslim olmak zorunda kaldı ve Sant’Angelo şatosundaki Hadrianus kulesine hapsedildi.
Özdemiroğlu Osman Paşa
III. Murat devrinin ünlü sadrazamı ve başkomutanı, 1526’da Mısır’da doğdu, 1585’de Tebriz’de öldü.
Osmanlı tarihinin cesareti ve kahramanlığı ile ün yapmış, heybetli kişilerinden biridir. Habeş ve Yemen fatihi Özdemir Paşa’nın oğlu Osman’ın altı yaşına kadar konuşamadığı dilinin bu yaşta açıldığı ve pek az konuşan bir kişi olduğu söylenir, Özdemiroğlu Osman. Kanuni tarafından Habeş Beylerbeyliğine getirildikten sonra Yemen’deki ayaklanmayı bastırmaya gönderildi. 1571’de Mısır Valisi, üç yıl sonra Diyarbakır Valisi oldu. Lala Mustafa Paşa, başkomutan olarak İran’a gönderildiği zaman, Osman Paşa da onunla beraber gitti ve bu seferde On kazandı. Dağıstan tarafında birçok yer ve 17 kale alarak Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını Hazer denizine kadar genişletti. Halk arasında bir masal kahramanı gibi anılmaya başlandı. İstanbul’a dönünce başarılarından pek memnun kalan Murat, onu 1584 yılında sadrâzam yaptı. Özdemiroğlu bir ay sonra ikinci defa çıktığı doğu seferinde öldü.
Sokullu Mehmet Paşa
Ünlü Osmanlı devlet adamı, 1506’da Sokoloviç’te (Bosna civan) doğdu, 1579’da İstanbul’da öldürüldü.
On üç yıl başarıyla sadrazamlık yaptı. Devşirme olarak İstanbul’a getirilen Sokullu Mehmet, sarayda Türk – İslam kültürüyle yetişmişti. Burada Kanuni’nin dikkatini çekerek hızla yükseldi. Sırasıyla sancakbeyi beylerbeyi, vezir, 1565’te de sadrazam oldu ve ölümüne kadar iktidarda kaldı. Kanunî Süleyman hastalanınca, orduyu Zigetvar kuşatmasında o yönetti ve ordunun bozulmaması için Padişahın ölümünü askerden gizledi. II. Selim’in bir olay olmadan tahta çıkmasını sağladı. Sudan’ı ve Kıbrıs’ı alarak Osmanlı Devleti’nin Akdeniz egemenliğini kuvvetlendirdi, inebahtı’da, Venediklilerin donanmayı yakmasına rağmen. Kılıç Ali Paşa’mn da yardımıyla bir kış süresinde yeni bir donanma yaptı. Gerçekleştiremediği ünlü bir tasarısı vardır: Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal açarak Orta Asya’ya donanma ve asker göndermek.
2 notes
·
View notes
Text
Hayat Hikayeleri Bilinmesi Gereken Ünlüler
Hayat Hikayeleri Bilinmesi Gereken Ünlüler
Niepce ve Daguerre
Nicéphere Niepce; fransız araştırıcısı ve fizikçisi. 1765’te Châlon-sur-Saöne’da (Fransa) doğdu, 1833’te aynı yerde öldü.
Jacques Daguerre; fransız mucidi; 1787’de Cormeilles-en-Parisis’de (Fransa) doğdu, 1851’de Bry-sur-Marne’da (Fransa) öldü. Fotoğrafçılığı icat ettiler ve geliştirdiler. Niepce’le Daguerre’ln birlikte çalınmalarından, «dagerreyotlpl» denilen İlk fotoğraf tekniği doğmuştur. Bu tekniğin beratında, «Niepce tarafından İcat edilen ve Daguerre tarafından geliştirilen bir uaul» ibaresi vardır. Gerçekten de Daguerre, Paris’te yaptığı tiyatro dekorlarını tasarlayıp çizerken karanlık odadan yararlanmak gereğini duydu ve bu amaçla Dlorama’yı buldu. Dlorama, tiyatroda, karanlıktaki seyircinin ışık oyunlarıyla seyrettiği tablodur. Bu İş İçin bilginler, karanlık odanın bir köşesine, ışığa duyarlı gümüş iyodürle kaplanmış bir bakır levha yerleştirdiler. Uzunca bir müddet devam eden pozdan sonra elde ettlklorl görüntüyü banyo yayıp sabitleştirdiler. Ne yazık ki dagerreyotipi tek ve ters bir pozitif görüntü veriyordu.
Nadar
Asıl adı Félix Toumachon. Nadar adıyla tanınır. Fransız fotoğrafçısı ve havacısı, 1820’de Paris’te doğdu, 1910’da aynı yerde öldü.
İlk olarak hava fotoğrafçılığını gerçekleştirdi ve fotoğraf arşivlerini kurdu. Ressam ve dekoratör olan Nadar; Niepce ve Daguerre’nin icat edip geliştirdikleri fo. toğrafçılıktan hemen yararlanmaya girişti. Bir fotoğraf stüdyosu açtı ve orada birçok ünlü kişinin fotoğraflarını çekecek bunları Nadar Panteon’u ismi altında yayım-ladı. Balonla uçmaya da pek meraklı olan Nadar, 1886’da Godar kardeşlerin balonuna binerek havalandı ve oradan çektiği resimlerle ilk hava fotoğraflarını gerçekleştirdi Bu şekilde elde edilen klişelerin haritalar çizmeye ve net topoğrafya kopyaları çıkarmaya yarayacaklarını anladı. Nadar’ın, hava fotoğrafçılığının bu büyük öncüsünün adı uzay fotolarının günlük olaylar arasına karıştığı devrimizde unutulmuş olmakla birlikte bu öncünün ismi, kurduğu fotoğraf arşivlerinde yaşamaya devam etmektedir. Süreli yayınlar, kopyasını çıkardıkları klişeleri Nadar klişeleri ismiyle anarlar.
Lumière kardeşler
Louis ve Auguste Lumière. Fransız sanayicileri ve mucitleridir. Louis, 1864’te Besançon’da doğdu, 1948’de Bandol’da (Fransa) öldü. Auguste, 1862’de Besançon’da doğdu, 1954’de Lyon’da öldü. Sinema makinesini icadettiler ve fotoğrafçılığı daha mükemmel bir hale getiren çalışmalar yaptılar.
Auguste Lumière, kardeşi Louis’nin fotoğraf tekniği alanındaki çalışmalarına katılmakla beraber daha sonra biyoloji araştırmalarına yöneldi. Louis Lumière, fotoğraf ve filim alanlarından başka, fizik ve ses alanlarında da çalışmıştır. Lumière kardeşler, filim çekmeye ve filmi beyaz bir perde üzerinde göstermeye imkân veren bir sinema makinesi yaptılar. Çevirdikleri filimleri göstermek için halkı sinemaya davet ettiler. Bu filim gösterisi Paris’te, 28 Aralık 1895 tarihinde yapıldı. Filimler, o zamandan beri Lumière sineması diye anılan Grand Café’de gösterildi. Programlarında on tane filim vardı. Bandol garında filme alınan «Trenin Gelişi» nln gösterilmesi sırasında seyirciler’ korkup ayağa kalktılar ve kendilerine doğru geldiğini sandıkları lokomotiften kurtulmak için kaçıştılar.
1 note
·
View note
Text
Geçmişte Ün Kazanmış İnsanların Hayatı
Geçmişte Ün Kazanmış İnsanların Hayatı
Delambre
Delambre, 1748’de Amiens’de (Fransa) doğdu, 1822’de Paris’te öldü. Fransız astronomları. Metrenin uzunluğunu tespit ettiler.
1789 Fransız Devriminden önce Fransa’nın çeşitli bölgelerinde kullanılan uzunluk ve ağırlık ölçüleri aynı değerde değildi Bu yüzden de ortaya birçok karışıklık çıkıyordu Nihayet 1791’de Kurucu Meclis, ülkenin her yerinde ve herkes için aynı değerde olan ve temeli metreye dayanan bir ölçü sisteminin kullanılmasına karar verdi. Méchain ve Delambre, bir metrenin uzunluğunu kesin olarak belirlemekle görevlendirildiler, Astronomlar. Dunkerque ve Barcelona arasındaki meridyen yayını ölçtüler ve yaptıkları uzun hesaplardan sonra yer çevresinin 40.000.000 da biri olan, uzunluğu, yâni metreyi tespit ettiler. Metrenin uzunluğu 1799 yılında böylece belirlendi ama metre sisteminin Fransa topraklarındaki kullanılmasını öngören kanun 1837‘de yürürlüğe girdi ve ancak 1840’tan sonra uygulandı.
Louis Pasteur
Fransız kimyacısı ve biyoloji bilgini, 1822’de Döle’de (Fransa) doğdu, 1895’te Marnes La Coquette’te (Fransa) öldü.
Kuduz mikrobunu teşhis etti ve aşısını buldu. Her yıl, kuduz köpekler, tilkiler veya kurtlar tarafından ısırılan birçok kimse, kudurarak ölüyordu. Pasteur, 1885 yılının ekim ayında Meister ve Jupille adlı iki küçük çoban üzerinde yaptığı denemelerin sonuçlarını açıklayınca, bütün dünyayı büyük bir sevinç dalgası kapladı. Dünyanın dört bir yanından «ısırılmış» lar aşı olmaya geliyordu. Bir kurt sürüsünün hücumuna uğramış yirmi beş rustan yirmi üçü aşılanıp Paris’te bir gün kaldıktan sonra yurtlarına, sağ salim dönmüşlerdi. Bu olay, Pasteur için büyük bir zafer oldu. Bununla birlikte Pasteur, Louis Pelletier adında bir genç kıza ısırılmasından bir ay sonra aşı yapıp, başında günlerce bekledikten sonra hastasının öldüğünü görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaktan kendini alamamıştı. Bu duygulu ve iyi yürekli bilgin, İnsanlık yararına çalışmış kimselerin başında gelenlerdendir.
Joseph Meister
Paris’teki Pasteur Enstitüsü bekçisi. 1876’da Alsace’da Fransa) doğdu, 1940’da Paris’te öldü.
Louis Pasteur’on bulduğu kuduz aşısı ilk defa onun üzerinde denenmiştir. 6 Temmuz 1885’te henüz dokuz yaşında olan Joseph Meister’i annesi, Paris’e Louis Pasteur’e götürmüştü. Bu küçük oğlanı kuduz bir köpek on kereden fazla ısırmıştı. Zavallı çocuk bir süre sonra acılar içinde kıvranarak can verecekti, kurtulması imkânsızdı. Louis Pasteur’ün bulduğu kuduz aşısı, daha önce köpeklerde denenmiş ve olumlu sonuçlar vermişti ama insanüstünde hiç denenmemişti. «Bu durumda insan fazla düşünmeyip endişeye kapılmadan deney yapabilir» diyen bilgin, aşısını Josdph üzerinde uygulamaya karar verdi, ilk aşı denemesini 8 Temmuzda Doktor Grancher yaptı. Çocuk kurtulmuştu. Bir yıl sonra, iki bin «kuduz» tedavi edilerek ölümden kurtarılmıştı. Yıllar sonra Pasteur Enstitüsü bekçisi olan Meister, Alsace’lı bir yurtseverdi. 1940’da Almanlar Paris’e girince üzüntüsünden intihar etti.
0 notes
Photo
Edebiyatın Seyrini Değiştiren Sanatçılar Serisi
Cervantes
Miguel de Cervantes Saavedra. İspanyol yazarı, 1547’de Alaca de Henares’de (İspanya) doğdu, 1616’da Madrid’de öldü.
Ünlü «Don Kişot» adlı romanın yazarı. Cervantes gezici hekimlik ve cerrahlık yapan yoksul bir adamın oğluydu. Bu yüzden daha küçük yaşta babasıyla beraber, tedavi edilecek hasta aramak üzere şehirden şe-hire dolaştı. Bunun sonucunda Cervantes askerliği meslek edinmeye karar verdi. Çünkü askerlik ona hem kazanç bakımından İyi, hem de seyahat imkânları sağlayan bir meslek gibi görünüyordu. Böylece orduda görev alan Miguel, serüven dolu bir hayat sürmeye başladı ve bu arada birçok Akdeniz ülkesini gezmek fırsatını elde etti. Ine-bahtı deniz savaşına katılan Cervantes bu savaş sırasında yaralandı ve sol elini kullanamaz duruma geldi. Ispanya’ya dönerken. Türk korsanlarının eline düştü ve Cezayir’de beş yıl esir kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Madrid’e dönen Cervantes yazarlık yapmaya başladı ve Don Kişot adlı psikolojik eseriyle ölümsüzlüğe kavuştu.
Honoré de Balzac
Fransız yazarı, 1799’da Tours’da (Fransa) doğdu, 1850’de Paris’te öldü.
İnsanlık Komedyası adlı eseriyle XIX. Yüzyıl Fransız toplumu-nu gözler önüne serdi. Honoré de Balzac, hukuk öğrenimini yaptıktan sonra, ailesinin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, birden yazar olmaya karar verdi. O tarihten İtibaren, Balzac, çılgınca bir hayat sürmeye başladı. Gırtlağına kadar borca battı. Borçlarını ödeyebilmek için ölesiye çalışıyor, yine de alacaklılarından yakasını kurtaramıyordu. Balzac, sayısı yüzü bulan roman yazdı ve bunlardan bazılarını yayımlayabilmek için hem basımcılık, hem de yayımcılık yaptı; ama ticaret alanında pek becerikli olamadığı için para kazanamadı. Balzac yarattığı roman kişilerini çok sever, onlara adetâ gerçek birer insan gözüyle bakardı. O kadar ki yazar ölüm döşeğindeyken, kahramanlarından Doktor Blanchon’u yardıma çağırmıştı. İnsanlık Komedyası, 2000’i aşan kahramanları ile geçen yüzyılın Fransız toplumunu yansıtan bir aynadır.
Li Po ve Du Fu
Li Tey-Po veya Li Po (701-762), Du Fu (712-770). Çin’li şairler. Çin şiirinin ilk ustalarından olan bu iki şair, Çin edebiyatının gelişmesine büyük katkıda bulundu.
Du Fu ile arkadaşı Li Po. Tang sülâlesinden gelen imparatorlar devrinde, yâni Çin’de barışın hüküm sürdüğü yıllarda Çin şiirini geliştirmişlerdi. Hsiüen-dzung’un hükümdarlığı sırasında yüksek görevlere getirilen bu kültürlü edebiyatçılar, kendilerini iyi şiir yazmaya verdiler. Bu İki şairden Du Fu, ağırbaşlı ve filozof bir kişiydi. Li Po İse tam tersine, uçarı, derbeder bir kimseydi: içkiye, özellikle pirinç rakısına olan düşkünlüğü, kılıksızlığı ve patavatsızlığı yüzünden sarayla arası açıldı. Bir gece, körkütük sarhoş hâlde nehirde sandalla gezinirken, ayışığının sudaki aksini gördü ve bu görüntüye bir öpücük vermek için suya eğilince, dengesini koruyamayıp düşerek boğuldu. Li Po şiirlerinde daha çok zamandan kaçma, dostluk ve şarap gibi konuları İşlemiş, Du Fu ise kargaşalık ve savaş konularını ele almıştı.
0 notes