#ya da tam tersi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Günaydin
#okula gitmedim#ilk 4 ders yazısmaydı yazısmadan da nefret ederdim zaten ödevi de yapmadım#5. derste giderim resimde#ondan sonra bir ders din sonra bos galiba#ya da tam tersi#neyse onemli degil#ogle arasından sonra gitmek istiyorum aslinda direkt ogleden sonraki ders baslangici#ogle arasını okulda gecirmek istemiyorum#cok gec oluyor oyle de ama yasini gprmek istemiyorum#ikinci cümlede ederdim degil ederim
1 note
·
View note
Text
Günaydın
#şu ân kendi evimde uyanmış#ve pazar günü olduğunu hatırlayarak kalkıp eşime kahvaltı hazırlıyor olabilirdim#ya da tam tersi gözümü hazırlanmış bi kahvaltıya açabilirdim mesela#ben bi ân önce okulu bitirip kendi işimde çalışıyor olup yeni yeni evlenmiş olduğum zamana geçmek istiyorum#çok mu şey istiyorum bilmiyorum ki#daha kaç yıl var
5 notes
·
View notes
Text
Bazen hiçbir şey anlamıyorum
#onlarla olmak istiyor muyum ya da tam tersi mi#seviyorlar mı beni yoksa soğudular mı#nasıl hareket etmem lazım#ne demem lazım
5 notes
·
View notes
Text
en eksik oldugum konular logaritma ve diziler en iyi oldugum konu trigonometri ama ben simdi oturup trigonometri cozucem neden cunku yeni konuya baslayacak uyku deposuna sahip degilim yarin denemeye girdikten sonra ikinci katin kutuphanesinde ders calisicam
#ya da tam tersi suan log ve diziler calisip kutuphanede sorularini cozup esat hocaya sorarak mi ilerlesem#yes next bro ilerle#kararlilik deyince de bn
0 notes
Text
ağlamak istiyorum...
#sabah çok az çalıştığım anlamakta çok zorluk çektiğim alanım olmayan ve daha önce bir kere kaldığım derain sınavı var#geçemezsem dünyanın sonu değil biliyorum ama geçmem lazım ya :(#nooolur🙏🙏🙏#geçen sınava çok olumlu girmiştim soru sordu üçünü de cevaplayamadım whlsnslwksnls#tam tersi olur umarım bu sınav da🤞🤞
0 notes
Text
Teyze Kızının Eltisi! (1) (Murat 45 Y., Aydın)
20 yıllık evli, 1 çocuk babası, 45 yaşında biriyim. Elektrik malzemeleri sattığım, aynı zamanda taahhüt işleri yaptığım bir dükkanım var. Her geçen gün büyüyen bir ekibim var. Aslında Aydın'lıyım, ama İzmir'de yaşıyorum. Gençliğimden beri hep çapkındım. Hayatımda hiç profesyonel bir kadınla olmadım. Bu kadar çok aldatmayı seven kadın varken ve de evini ihmal eden bunca adam varken para verip bir kadınla olmak bana göre değil.
Geçen yıl Ekim ayında teyzemin torununun sünnet merasimi için Aydın'a gitmemiz gerekti. Teyze kızıyla birlikte büyümüştük. Gitmezsem annem, teyzem ve teyze kızı beni mahvedelerdi. Karımla beraber Pazar günü gittik. Zaten 90 km yol, annemde akşam yemeği yeyip, giyinip salona gittik. Herkes hoşgeldin muhabbeti yaparken, teyze kızıbın eltisi Hale geldi masaya, annemin elini öpüp sohbete başladı. Sonra da dönüp benimle ve karımla konuştu. Uzun zamandır görmemiştim, ama değişik geldi gözüme. Daha önce merhaba - merhaba'da kalan sohbet, sünnet çocuğu salona girene dek sürdü. Düğün bitip eve geldiğimizde, anneme, "Hale ne kadar konuşkanmış, ilk defa bu kadar konuştuk!" dedim, annem de Hale'yi çok övdü.
Genelde Cumartesi akşamı komşu esnaflardan oluşan grubumuzla meyhaneye gider, geç vakit eve döner, evde de devam ederdim. Düğünden üç hafta sonraki Cumartesi akşamı rakımı koydum, laptopta takılmaya başladım. Face'de hani var ya yan tarafta tanıyor olabileceğin kişiler, orda Hale vardı. Saate baktım, 00:12'ydi. Kocasıyla çok daha samimi olduğum için baştan tereddüt ettim, ama sonra arkadaşlık isteği yolladım. Daha 1 dakika geçmedi ki, kabul edildiği, sohbet edebileceğimiz mesajı geldi messengerdan. Merhaba ile başlayan konuşma sabaha karşı saat 04:00'de bitti, ki bitmesini ikimiz de de istemiyorduk. Rakının verdiği cesaretle sohbeti istediğim gibi her noktaya getiriyordum. Gece saat 01:30 da telefonlar verilip Whatsap'a geçmiştik. Sabaha karşı 04:00'de yatarken, ailesi, hatta teyzemin kızı ile ilgili bildiklerimin tamamının yanlış olduğunu öğrenmiştim.
Ertesi gün öğlen gibi uyanabildim. Öğleden sonra, "Naber?" diye mesaj attım. Gece öyle kararlaştırmıştık. Yanımızda birilerinin olması ihtimaline karşı (Naber?) yazacak, cevap gelmesini bekleyecektik. "İyi, senden?" diye cevap geldi. "Dışarıdayım." dedim. O da evde yalnız olduğunu söyledi. Kocası Ayhan bir kepçe ile başladığı işi büyütmüş, büyük projelerin altyapı işlerini yapan koca bir şirket haline gelmişti. Hale'nin şikayeti de bu yöndeydi. "Fakir, ama mutluyduk!" demişti. Gece öğrenmiştim, Hale benden 4 yaş küçüktü, oğlu ve kızı da babalarıyla çalışıyordu. Yaklaşık 4-5 saat yazıştık yine, akşam müsait olursak yazışırız dedik.
O gece seks hayatlarımızdan bile bahsettik. Ayhan iyi bir kocaymış, ama son dönemde çıkan şeker hastalığı nedeniyle eskisi gibi sertleşemiyormuş. Daha ikinci akşamda açık açık seks hayatlarımızı konuşuyorduk. Karımın çok güzel olduğunu, harika bir çift izlenimi verdiğimizi yazdığında, "Gösterdiği kadar dişi değildir!" diye durumu anlattım. Evet, karım yatakta iyiydi, ama 20 yıl boyunca bir kez istemedi, hep isteyen bendim. O da tam tersi olduğunu, kendisinin Ayhan'a sürtündüğünü, onu bir şekilde ateşlediğini söyledi. Mesela hiç bilmiyordum, meğer onlar da her Cumartesi masa kurar rakı içerlermiş, hatta ailece, sonra çocuklar çekilince de bir şekilde mutfakta başlayıp yatakta bitermiş geceleri. "Hatta akşam yeni çıkmıştım yataktan, şöyle bir bakayım Face'e dedim, sen denk geldin!" dedi. "Ayhan nerde şimdi?" dedim. Bana bir foto attı, Ayhan yatakta yanında yatıyordu arkası dönük. "Uyanacak, yakalanacağız!" yazdım. "Top atsan uyanmaz, ama sabah da 07:00'de dikilir ayağa!" dedi. Bütün gece konuştuk.
Yine sabah işe gittim, öğlen yazıştık. Akşam üzeri yalnız olduğunu, Ayhan'la oğlanın bilmem nereye gittiğini, kızının da sevgilisi ile buluşağını söyledi. "Gelsem çıkar mısın?" dedim. "Çıkarım, ama gelme, akşam vakti yollar kalabalık olur!" dedi. Herkes çıkınca dükkanda kalıp aradım. Bir saate yakın konuştuk. "Yarın sabah İncirliova'da işim var, Aydın'a uğrarım!" dedim. "Tamam!" dedi. Anlaştık, saat 10:00'a kadar işimi bitirip, onu evine yakın bir yerden alacaktım. İşin kötüsü teyze kızının ve görümcesinin de olduğu, zemin katında kaynana ve kaynatasının yaşadığı aile apartmanında oturuyordu. İşim falan yoktu, canım seks istiyordu. Akşam konuşurken son sözü, "Bak birşeyler umarak gelme, biz akrabayız, sadece oturup konuşacağız!" oldu. "Tabii ki!" dedim.
Saat tam 10:00'da sözleştiğimiz yerdeydim. Aylardan Kasım olmasına rağmen hava günlük güneşlikti. Arabadan inip, karşısına park ettiğim marketten içecek ve yiyecek birşeyler aldım. Tam arabaya doğru giderken onu gördüm. Diz üstünde bir elbise giymiş, mevsimlik bir deri mont ve güneş gözlükleriyle salına salına geliyordu. Bu kadın 41 yaşında gibi değildi. Arabaya bindik. Gençliğimden bildiğim Çine çayı tarafına sürdüm arabayı, ama açıkcası ne yapacağımı da bilmiyordum. Daha şehirden çıkar çıkmaz elini tuttum. "Ne yapıyorsun?" dedi, ama elini çekmedi. Birkaç köy geçip uygun bulduğum bir alana çektim arabayı. Bir sigara yaktım, ona da tuttum, ama kendi sigarasından yaktı. O ara Ayhan aradı. Ona, "Güzellik salonundayım!" dedi, az konuşup kapattı.
Telefonu kapatır kapatmaz uzanıp dudaklarından öptüm. Karşılık verdi. Arabanın içinde öpüşmeye devam ederken elimi beline, ordanda kalçalarına kaydırıp kendime çektim, arabanın içi genişti. Bir ara kafasını çevirip, "Kimse gelmez değil mi, aman kimse görmesin!" dedi. Şom ağızlı kadın, daha cümlesi bitmeden 50 metre ötemizde bir araç durdu. Arabadaki kadın arka koltuktan kalktı, aradan ön koltuğa geçti. Bizimki kafayı çevirme refleksi bile göstermedi ve "Aaa, onlar da mı sevişmeye geldi ki?" dedi.
İçimden, (Hani birşey olmayacaktı, biz akrabaydık?) dedim. 50 metre çaprazımızdaki arabada kadınla adamın öpüştüğünü varsaydığım hareketleri başladığında, biz çoktan gözlerimiz orda, ama dudaklarımız birbirinde, benim parmaklarım onun amcığında, onun eli fermuarımı açıp avucuna aldığı yarağımda, sevişiyorduk. O (Kimse görmesin aman!) modundaki Hale kendini kaptırmış, parmaklarımın ucunda zevk çığlıkları atarken yarağımı öyle sıkıyordu ki, boşalacağım sandım. Kalçalarımı geri çekip yarağımı elinden zor kurtardım.
Diğer arabadaki kadın adamın yarağına eğildi, ben de tam tersini yapıp Hale'nin amcığına eğildim. Hale onları seyrediyor, yüzünü saklamak için en küçük bir girişimde bulunmuyordu. Yalayıp parmaklarımla sikerek yarım saat kafam aşağıda kaldı. Kafamı Hale'nin amından kaldırdığımda, diğer arabadaki çiftin arka koltukta olduklarını, kadının adamın kucağında hopladığını, ikisinin de yüzünün bizim arabaya doğru dönük olduğunu gördüm. Hale de ben amcığını kurcalarken orgazm olmuş, gözleri kaymış, onlara bakıyordu. Birer sigara yaktığımız anda diğer araba yanımızdan geçti. Kadın ön koltukta, başı kapalı, adam ile birlikte bize bakarken, Hale de onlara bakıyordu.
Sonra arabadan indik. Elele dere kenarında yürüdük biraz. Sonra öpüşerek tekrar arabama döndük. Hale arka kapıyı açıp, arka koltukta domaldı ve "Girsene!" dedi. "Ben sana değer veriyorum, ilk seferimizin sefil bir dere kenarında olmasını istemem!" dedim. Ama yine de eğilip parmaklarımı ve dilimi amına gömdüm. Aslında derenin karşısında, 300 metre mesafemizde sürüsünü yayan ve değneğine çenesini dayamış bizi seyreden çobanı görmeseydim sikerdim de. O gün ben de boşaldım, ama ağzına boşalınmasını sevmediğini söyledi. Emdi, boşalmaya yakın arabanın yanında, çobana karşı boşaldım. O gün sanırım 5-6 saat seviştik, ama sikişmedik. Geri döndük.
Evinin neredeyse 50 metre yakınına kadar gittik. "Gel kahve içelim!" bile dedi. Bu kadın kendine öyle güveniyordu ki, ben tırstım resmen. Giderken arkasından baktığımda elbisesi kırış kırış, iyice kısalmış, neredeyse götünün altına kadar sıyrılmıştı. Her akşam yazıştık, konuştuk. Bir hafta geçmeden, "Beni nerde nasıl sikeceksin?" diye inler oldu konuşmalarda. Tabii benim ona, "Şöyle sikeceğim, böyle kanırtacağım!" demelerimden sonra. Ama bu arada o ilk günü de konuştuk, "Hani herkesten korkar olmana rağmen, o gün çaprazımızdaki arabada sevişen çiftten yüzünü kaçırmadın, çobanın karşıdan seyrettiğini bile bile domalıp sik dedin!" dedim. "Çok tahrik oldum!" dedi. O gün ikimizin de sevişirken seyredilmekten zevk aldığımızı anlamış olduk.
Bir hafta sonra, aynı gün, Aydın'da günlük kiralık evlere baktım. Bir tane buldum, tam şehrin göbeğinde, orada buluşmaya karar verdik. Ben biraz erken gittim. Birkaç malzeme aldım. Yarım saat sonra aradı. Binaya girişi tarif ettim, 5. katta 1+1 bir daireydi. Kıyafetlerimizle ayakta öpüştük biraz, sonra soyunmaya başladık. Kırmızı dantelli bir sütyen ve kırmızı dantelli bir tanga giymişti. Dudaklarından başlayıp memelerine, ordan da amcığına yalaya yalaya indim. Sonra o aynını yaptı. "69 yapalım!" dediğimde, "O ne?" dedi. İlk yarım saati birbirimizin ağzında geçirdik. Amını yalarken parmağımın biriyle de göt deliğiyle oynuyordum.
"Acelemiz yok!" dedim ayağa kalkıp bir sigara yaktım. Oturma odası tarafına geçtik, L şeklinde koltuk takımı vardı, oraya oturdum, bu da yanıma oturdu. Ellerimiz birbirinin vücudunda, o yarağımla oynuyor, ben kalçalarını avuçluyorum. Sigaralar bitince, "Gel!" dedim buna, hemen üstüme çıktı. Uzanıp perdeyi açtım, karşı binalar yakın değildi, ama en fazla 50 metre vardı aramızda. Yarağımı amına aldığında, 15 gündür konuştuğumuz sikişme nihayet gerçekleşmiş, amına alttan pompalarken, memelerini ağzıma almış emiyor, iki elimle kalçalarını kavramış sıkıyor ve kucağımda hoplatıyordum.
15 gündür konuşuyor olmak mı? Karşı binalardan seyredildiğimizi düşünmek mi? Yoksa yarım saatten fazla birbimizi yalamamızın etkisinden mi? Bilmiyorum, ama birkaç dakika içerisinde ikimiz de boşaldık. Boşalıp yanyana oturunca perdeyi çekip kapattı. Sevişirken hiçbir şeyi takmayan kadın, sevişme bitince genç kız gibi utangaçlaşıveriyordu. O güne dek sormamıştım, "Daha önce kimseyle oldun mu?" dedim. "Çok istedim, ama kimseye güvenemedim!" dedi. O da bana sordu. "Yemediğim nane kalmadı!" dedim.
Karım 20 yıllık evliliğimizde götten vermediği için göt sikmeyi severdim. Az önce sevişme esnasında parmağımla göt deliğiyle oynarken Hale hiç kasmamıştı. O nedenle elimi götüne atıp, "Şimdi sıra bunda!" dedim. "Çok severim! Birkaç sene öncesine kadar ne Ayhan teklif etti, ne de ben istedim. Birkaç yıl önce senin teyze kızın götten sikilmeyi daha çok sevdiğini ballandıra ballandıra anlatınca denemek istedim ve Cumartesi alkollüyken Ayhan'a siktirdim. O günden beri bazen hiç amıma almadan alırım götten!" dedi. Zaten bu konuşmalar zıpkın gibi yapıyordu beni, koltukta domalttım. Ayağa kalkıp amına soktum, birkaç gitgelden sonra da götüne yüklendim. Hale, "Seninki Ayhan'ın sikinden kalın, kafası girene kadar yavaş!" dedi bir an. Kafası girince bir, "Immmhhh!" çıktı ağzından. Benden de bir, "Ohhhh!" çıktı. Hale, "Perdeyi açayım mı?" dedi. "Aç!" dedim. Uzanıp açtı.
Aydın'ın göbeğinde perdeler açık, teyze kızının eltisini götünden sikiyordum, 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ohluyor, Ahlıyor, "Yavaş... Daha sert!" diye beni yönlendiriyordu. Arada kalçalarını tokatlıyor, ya da uzanıp göğüslerini sıkıyordum. O da amına parmaklarını sokmuş, benim tempoma göre kah hızlı hızlı kah yavaş yavaş kendini sikiyordu. "Şimdi kaç kişi bizi seyredip 31 çekiyordur acaba karşı binalardan?" dediğimde, "Offf, ahhhhh, evetttt, seyretsinler, aşkım beni ne güzel sikiyor götümden!" diye sayıklıyordu. Parmağımı ağzına soktum ve "Yala da ağzına da bir tane istediğini görsünler aşkım!" dedim. Hale, "Ohhh, evettt, gelip soksunlar, ağzıma, amcığıma, götüme, her deliğim dolsun!" derken kendimi tutamadım, götünden çıkarıp amına soktum. Hale, "Ohhhh, aşkım çok güzel sikiyorsun, ohhh!" diyerek orgazm olduğunda, ben de içine boşaldım...
O gün 10:30'da başladığımız sikiş saat 15:00'de bitti.
[Murat]
Seks
181 notes
·
View notes
Text
CocaColonizasyon: Yeni-paganizm'in ayartıcı misyoneri!
Bazı marketler terör havası estiriyor ülkede:
Zam üstüne zam yapıyorlar her şeye her fırsatta:
Hükümetle kedi fare oyunu oynar gibi oynuyorlar! İnanılır gibi değil! Oysa tam tersi olması gerekir:
Keyfî zamlarla milletin burnundan getiren, adeta devlete savaş açan bu tür marketlerle hükümetin kedi fare oyunu oynar gibi oynaması beklenirdi! Şimdi, Filistin'de Gazze'de soykırım yapıyor İsrail terör örgütü!
Çoğu çocuklardan ve kadınlardan oluşan 40 bin civarında masum insanı katletti dünyanın gözünün içine baka baka!
Allah sizin belanızı versin ey İsrail'in aşağılık yöneticileri! Allah sizin de belanızı versin İsrail'in bütün insanlığın gözü önünde insanlık su��u işlemesine sadece seyirci kalmakla yetinmeyip açık açık destek veren bütün emperyalist haydut devletler!
Allah sizi de perperişan etsin, kahretsin!
BAZI MARKETLERİ KINIYORUM!
Bütün bu aşağılık işler olurken Türkiye'de bazı marketler, İsrail'i açık açık destekleyen CocaCola'yı inadına satmaya ve reklamını yapmaya devam ediyorlar!
Ne kadar aşağılık mahlûkât var bu ülkede! Yine ayartıcı bir reklamla ve meydan okuyarak üstelik!
Millet bu aşağılık marketleri şiddetle protesto etmeli, iflasın eşiğine sürüklemeli!
Bugünkü yazımda 10 yıl önce bu sütunda, CocaCola'nın tastamam pornografik, ayartıcı reklamı dolayısıyla yazdığım bir yazımı, benzer bir reklamın yeniden döndürüldüğünü görünce yeniden yayımlama ihtiyacı hissettim.
Karşımızda sadece bir reklam yok; bir meydan okuma var; kitleleri aptal yerine koyarak ayartma, narkoz etkisi oluşturma var;
en önemlisi de Gazze'de çocuk, kadın demeden masumların gözümüzün içine baka baka katledildiği bir zaman diliminde böyle bir reklamı dolaşıma sokma ve bu marketlerin de emperyalizmin yeni silahı bu pespaye ürünü inanıdına market raflarına koyma savaşı var.
İnanılır gibi değil!
İrlanda'da, İspanya’da, dünyanın dört bir köşesinde marketlerde İsrail'i destekleyen ürünler marketlerden indirilirken bizde inadına marketlere konulması yüzkarası, lanetli bir davranış!
Allah kahretsin hepsini de!
HER KURUŞ, BİR KURŞUN!
Televizyonlarda CocaCola'nın yeni bir reklamı yayınlanmaya başladı:
Düpedüz pornografik bir reklam.
Bütün değerlerimizi, ahlâkı, haya'yı yerle bir eden pespaye bir reklam bu!
Dekadans'ın / tefessüh'ün böylesi görülmedi!
Toplum tepki vermeli, hem Coca Cola şirketini hem reklamı yayınlayan televizyonları hem de sessiz kalan RTÜK'ü protesto etmeli.
Mesele, sadece basit bir CocaCola meselesi değil. Coca Cola'nın da sadece bir içecek olmadığını bilelim ayrıca.
Mesele, sanıldığından da karmaşık ve hayatî.
Birkaç boyutu var meselenin.
Öncelikli olarak, CocaCola şirketinin İsrail'e gözardı edilemeyecek miktarlarda yardım yaptığı biliniyor. Bunun ne demek olduğunu söylemek bile gerekmiyor:
Ödediğimiz her kuruş, masum çocukları vuran bir kurşuna dönüşüyor!
Bu, basit bir şey değil.
Bunu küçümseyenleri gördüm a-sosyal medyada!
İnsaf, vicdan ve merhamet, diyorum sadece!
Masum çocukların öldürülmesinde şu ya da bu şekilde de olsa suç ortağı olmak demek bu!
ÇAĞIN DİNİ: YENİ-PAGANİZM
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu, CocaCola reklamı, oluşturduğu CocaColanizasyon endüstrisi, yeni kolonyalizm biçimi, en önemlisi de yeni-paganizm olgusu, bütün insanlığı ilgilendiren varoluşsal bir mesele.
Asıl üzerinde kafa patlatılması gereken mesele bu:
Yeni-paganizm, çağın dininin adıdır.
Din-dışı kutsallıklar icadıdır yeni-paganizm.
Yeni-paganizm'i sadece CocaCola ile sınırlayamayız elbette.
Ama CocaCola ve CocaColanizasyon süreci, hem kolonyalizmin yerini aldı;
hem de yeni-paganizm biçimlerini ürpertici boyutlarda yaygınlaştırıyor.
Coca Cola ve benzeri ürünlerin reklamlarıyla, hızı, hazzı kutsayan pagan bir kültür ve hayat tarzı icat ediyorlar!
Çağın dini: Yeni-paganizm.
Tanrıları: Para ve hazcılık, kariyerizm ve egoizm.
Tapınakları: Bankalar, AVM'ler, stadyumlar ve medyalar.
Kurbanları: İnsan, Hayat ve Hakikat.
KÖKSÜZ GENÇ KUŞAKLAR: GÖNÜLLÜ “ÖZGÜR KÖLELER”!
Dünyayı, özellikle de genç kuşakları, Batı'nın sefih, bütün değerleri çözücü, yoz, yozlaştırıcı, pespaye hedonist kültürünün gönüllü kölesi hâline getiriyorlar!
Silahlarla değil, reklamlarla vuruyorlar!
Önce bu yoz pagan kültürle uyuşturuyorlar, genç kuşakları kendi kültürlerinden koparıyorlar!
Sonra da köksüz, duyarsız, ruhsuz, hazcı ve bencil kuşaklar icat ediyorlar!
KİTLELERİN AFYONU: MEDYA
Tekrar ediyorum:
CocaCola meselesi, basit bir içecek meselesi değildir.
Dekadant/tefessüh ettirici, hedonist reklamlarıyla bütün değerleri, bütün kutsalları yerle bir ediyorlar!
Cinselliği, hazcılığı, bencilliği kutsayan din-dışı kutsallara dayanan yeni-paganizm biçimleri icat ediyorlar.
Ve iğrenç reklamlarla yeni-paganizm biçimlerini, küre ölçeğinde tek hayat tarzı, tek kültür ve tek “din” olarak yaygınlaştırıyorlar.
Çarmıh'ın adı değişti:
Medya, Kitlelerin afyonu artık!
Uyuşturuyor, ayartıyor, zihni körleştiriyor, canlı cenazelere dönüşen gönüllü “özgür köleler” icat ediyor!
Ve acıtmadan öldürüyor!
YENİ-PAGANİZM: DEMOKRASİ'NİN BİTİŞİ, DROMOKRASİ'NİN ZAFERİ
CocaCola, sadece CocaCola'dan ibaret değil.
Yeni kolonizasyonun, yeni-paganizm biçimlerinin misyoneri'dir CocaCola!
0 yüzden şunu söyleyebiliriz rahatlıkla:
Modernliğin siyasî haklar rejimi Demokrasi bitti artık!
Yerine başka bir şey yerleşti:
Zihni öldüren, hayatı çölleştiren, din-dışı kutsallıklar icat eden postmodernliğin hız ve haz rejimi Dromokrasi zaferini ilan etti!
Dünyanın en büyük varoluşsal meselesi bu!
Sadece bizim değil, bütün dünyanın en büyük meselesi.
CocaCola'yla, pagan reklamlarıyla, CocaColanizasyon süreciyle, tektipleştirici pagan bir kültür, pagan bir hayat tarzı ve pagan, sahte bir din icat etmek, kısacası dünyayı paganlaştırmak istiyorlar!
Eğer bunu göremiyorsak, zaten “işimiz” bitmiş, yeni-paganizm zaferini ilan etmiş demektir.
Vesselâm.
Yusuf Kaplan
14/06/2024 Cuma
#boykot#market#Yusuf Kaplan#türkiye#doğa#travel photography#travel destinations#travel#manzara#view#natural#europe#africa
157 notes
·
View notes
Text
Paris, ‘23.
DSM’de yer almadığı için hastalık kategorisine girmeyen ama Dr. Hiroaki Ota tarafından literatüre bir sendrom olarak sokuluveren Paris Sendromu bende tam tersi bir etki yaratmıştı çünkü öyle bi’ sendromun var olduğunu bilerek, dolayısıyla beklentilerimi düşük tutarak gitmiştim Fransa’ya. İşte özellikle Japonya, Kore, Singapur, Çin gibi yerlerden gelen turistler Paris’i görünce derin bir hayal kırıklığına uğrayıp “ee bu muydu yani” oluyorlarmış falan. Tam sebebini bilmiyorum ama “kültür şoku” yaşadıklarına dair birkaç bir şey okumuştum sanki. Yine de bana en baskın sebebi Asya’nın zaten aşırı ışıklı ve fattık futtuk mimarisi olan bir kıta olması gibi geliyor; bi’ düşünün Japonya’daki Çin’deki yapıları falan, Eiffel’e bakıp pekala da “bu ne olm” diyebilirsin yani.
Ben de adını sendromlara vermiş bir durum olduğunu bildiğimden “amaan kule işte bi’ tane, ışıklı bi’ cadde falan” diye düşünerek gitmiştim ama sonra “nasıl bu kadar büyük olabilir, oha”ya bağlamıştım direkt. Kafamı kaldırıp her baktığımda başımın döner gibi olduğunu, o hissi çok iyi hatırlıyorum. Aslında bu bile sendromun ana fikrini özetliyor ya; bir beklentiyi ne kadar büyütürsen hayal kırıklığı riskin o kadar artıyor, ne kadar küçültürsen de o kadar randıman alıyorsun. Tamamen senin algınla bağlantılı, öyle değil mi?
43 notes
·
View notes
Text
Cemal Süreya o meşhur şiirinde ne demişti? Bir kadın susarak gider miydi? Sahi nasıldı o şiirin sözleri? Kadınlar susarak giderler, Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır. Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma!
Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez. Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur. Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir. CEMAL SÜREYA
38 notes
·
View notes
Text
"
Tutkunun etkisi altındayken, insan beslenmeyi, uyumayı, çalışmayı, huzuru unutuyor. Pek çok insan korkar tutkudan, çünkü geçmişle ilgili önüne çıkan ne varsa ezip geçer. Kimse dünyasının düzeninin bozulmasından hoşlanmaz. İşte bu nedenledir ki pek çokları bu tehlikeyi kontrol altında tutmayı başarır, baştan beri tozdan dumandan oluşan bir yapıyı ayakta tutabilir. Bunlar, geçmişte kalmış şeyler üzerinde çalışan mühendislerdir.
Kimileri de tam tersi görüştedir: Böyleleri, tutku sayesinde bütün sorunlarına çözüm bulacaklarını umut ederek düşünmeden kendilerini bırakırlar. Mutlulukları konusunda bütün sorumluluğu ötekine yıkar, böylece yaşayabilecekleri mutsuzlukların da suçlusu haline getirirler onu. Hep ya mutludurlar, çünkü harika bir şey yaşamışlardır, ya da bunalımdadırlar, çünkü beklemedikleri bir olay ne var ne yoksa mahvetmiştir.
Tutkudan kendini korumak ya da körlemesine kendini ona bırakmak; bu iki tutumdan hangisi insana daha az zarar verir? Bilmiyorum.
Paulo Coelho, On Bir Dakika
12 notes
·
View notes
Note
1. Sonsuzluk nedir 2. Kullanıcı isminin anlamı ne
1.Sonsuzluk bir şeyin sonunun olmaması ya da öyle hissettirmesidir. Bu somut bir şey olmak zorunda değil. Bazen birine karşı öyle bir sevgi ya da nefret duyarsın ki sonu yok gibi gelir, işin sonunun nereye gideceğini göremezsin, anlamaya aklın ermez. Bazen bir çift göze dalarsın ya da başka bir şeye ve zamanın nasıl geçtiğini anlamazsın, zaman kavramı anlamını yitirmiştir. O an da bence bir sonsuzluktur...
2.Sevilmiyorum ve bundan şikayetçi değilim. Tam tersi hoşuma gidiyor. Onlara karşı kendimi sürekli bir şey yapmak zorunda hissetmiyorum ya da şunu yaparsam bana karşı olan sevgileri azalır mı diye düşünmeme gerek kalmıyor. Ben onları sevmezken niye onlardan beni sevmelerini bekleyeyim...
91 notes
·
View notes
Text
Roma'nın Kökeni ve Kuruluş Mitolojisi
Roma'nın ünlü şairi Vergilius tarafından yazılan Aeneas Destanı, Roman tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu destan, Roma şehrinin kuruluşunu ve aslında Romalıların kökenine değinir.
Bilindiği üzere Roma tanrıların çoğu Antik Yunan tanrılarıyla aynıdır, sadece birçoğunun ismi farklıdır. (Venüs - Afrodit, Athena - Minevra, Zeus - Iupiter gibi) Bu durum esinlenmekten ya da çalmaktan değil tam tersi Roma'nın kökeninin de Troya'ya dayanmasından kaynaklanır.
Aeneas Destanı'nın baş kahramanı Aeneas, Troyalı bir prensti. Harabeye dönen şehirden kaçarak Batı İtalya'da bulunan Latium'a ulaşır ve orada bir krallık kurar. Latinium Krallığı, Roma İmparatoruluğunun kurulduğu topraklarıdır ve imparatorluğun temellerini oluşturur, bu şehir imparatorluğa uzun süre başkentlik de yapmıştır.
Vergilius, Aeneas'ı tanıtırken onun annesinin tanrıça Venüs olduğunu söyler ve tanrıçanın Roma İmparatoru Augustus ile bir kan bağına sahip olduğunu da ekler. Destandaki bu detay da, Antik Yunan tanrılarının soy olarak Roma tanrıları da olduğununun göstergesidir.
Roma'nın kuruluşu ile ilgili bir diğer mit-destan ise ünlü Romalı tarihçi Livius'a aittir. Livius, miti de aslında Aeneas'a dayanır.
Antik Roma'nın aile tanrıçası olan Vesta adına ailelerin küçük kız çocuklarından seçilen ve adlarına Vesta Bakireleri denen bakirelerden Aeneas'ın soyundan gelen Rhea Silvia, savaş tanrısı Mars'ın (Yunan mitolojisinde Ares) tecavüzüne uğrar. Bu olay sonrasında ise ikiz oğulları olur. Anne, bir tecavüzün sonucu olan ikizleri, nehire bırakıp boğulmaya terk etmek zorunda kalır. Dişi bir kurt tarafından bulunup emzirilen ikizler Romulus ve Remus sonrasında bir çoban tarafından evlat edinilir. Büyüdüklerinde bir şehir kuracaklarının hayaliyle büyüyen çocuklar, bu şehre de Roma adını vereceklerini daha henüz küçükken karar vermiştir. Büyüdüklerinde ise kardeşlerden Romulus kurulan şehrin, Roma'nın ilk kralı olmuştur.
#roma#roma imparatorluğu#mit#mitoloji#antik yunan#felsefe#felsefe bilim#aeneas#livius#vergilius#tanrı#venüs
20 notes
·
View notes
Text
Bir insan babası ölsün diye dua eder mi? Bence eder çünkü ben çok ettim. "Bitsin" dedim "Ölsün" "O da bizde rahayatlayalım" istedim ama ölmedi. Her gün bize, bana daha çok çektirdi.
İnsana "Şu hayatta en değerli neyiniz var?" diye sorsalar ne der? Aile değil mi? Bende aile derim ama o aileye 'onu' eklemem. Benim ailem benim gözümde annem ve kardeşimden oluşuyor çünkü aile 'güven' demekti. Korku,endişe,üzüzntü değil; mutluluk,neşe, gülümseme demekti. Ben hep annnemle ya da kardeşimle güldüm. Onlarla bir şey yaparken daha çok eğlendim. Kardeşimle hiç mi tartışmıyoruz,tabii tartışıyoruz. Hatta bazen keedi-köpek gibi biirbirimizi yiyoruz ama yine de biliyoruz. Birimize bir şey olsa diğerinin canı bin yanar. Üzülmeyelim diye saçma salak hareketler yapar yapar yine de moralimizi düzeltiriz ancak bu,onda olmaz.
Ben kendimi bildim bileli bir kere bile onunla doğru düzgün anlaşamadım. İki inatçı keçi. Bir yanda "Elalem ne der,kız çocuğunun hava karadıktan sonra ne işi varmış,şu saate kalkıcaksın,şu saate yatacaksın." diyen 'baba' faktöründe bir adam;diğer yanda bbu adam tarafından gençliğinin en güzel yıllarını kavga gürültü,bağırış içinde yaşayan,en saçma anda bile tonlarca laf yiyip duygularını anlatmaya kalktığı anda da yine o bağırışlarla susturulan genç bir kız.
O adam beni öldürmeden öldürdü. Benim ruhumu,hayat enerjimi,sağlam psikolojimi,gençliğimi öldürdü. Evet belki beni b!çaklamadı ya da fiziksel şiddete maruz bırakmadı ama bence bu da bir şiddet. Psikolojik şiddet ve ben bu hayatta o kadar saçma sapan sebeplerle bu şiddeti yaşadım ki size anlatamam.
Şimdi siz "Karşı gel,susma,anlat derdini." diyeceksiniz. İnanaın onu da yaptım. Sesimi duyurmayı ve bir kerelik olsun ona karşı gelmeyi denedim ve o gün beni bir çöp gibi sokağa atmaya kalktı. Annem olmasaydı atacaktı da belki, bilinmez.
O olaydan sonra yine saçma sapan bağırışlar,kavgalar,gürültüler...
Bir gün dayanamadım. Hem ondan hem de o zamanki yakın arkadaşlarımdan yediğim darbe ile kendimi telefonla beraber lavaboya kitledim. Bir yandan bana atılan dost kazığını bir yandan da onun bana yaptıkları ağır geldi. Dayanamadım. Kurtulmak istedim ve j!let yardımıyla bileklerimi ç!zdim. Belki dedim, kurtulurum ama bırak kurtulmayı damarıma bile gelmemişti. Ben o gün o çiziğin acısını hissediyorum sanarken benim ağlama seslerime annem daha da endişelince kapıyı açtım. Onunla göz göze geldim ve bana ne sordu biliyor musunuz? "Neden ağlıyorsun?" değil, "Neden tuvalete telefonla girdin?" dedi ve yine bağırmaya başladı. Ne o, ne de annem bileğimdekileri fark etmedi ve o yaralar onlar fark etmeden iyileşti.
Daha sonrasında yine çok istedim denemeyi ama bu sefer yapamadım. O günde yapmamalıydım ama yaşamak için değil, tam tersi yaşatmak için. Kardeşimi de bu kaosta tek başına bırakmamak için. Saçma sapan şeylere sinirlenip, beni büyüttüğü şekilde kardeşimi de büyütmesin diye vazgeçtim ve hâlâ kardeşim için mücadele ediyorum.
Siz şimdi dersiniz bunu niye bize anlattın?
Çünkü ben yazarak rahatlıyorum. Bunlar uzun süre benimle ve bir yere dökmezsem ilerde onun gibi olup önüme gelene patlamaktan korkuyorum. Eğer bunlar sizi rahatsız ettiyse özürlerimi sunarım.
İyi akşamlar dilerim
8 notes
·
View notes
Text
Ya yazmaktan bitecektim, ya da yazarken. Sonuç olarak bitecektim bunu biliyordum.. birilerine bir şeylerden bahsetmek, seni ne kadar kırdıklarını anlatmak ya da başka herhangi bir şey ne şekilde boşsa bu da öyle. İçtiğim sigara ya da tükettiğim herhangi bir şey, herhangi bir insan, herhangi bir seyirci, herhangi bir öğretmen. İşte o kadar anlamsız,, ve bu kadar anlamsız olması korkutucu geliyor. düşmek değil korkutucu olan, düşmek istemek. düşerken yanağına gelen annenin gözyaşı, artık suyu var mı diye kontrol edecek birisi olmaması kedinin, kötü durumda olup da bana ulaşamayan insanlar olması, artık hayatımla ne yapacağım endişesinde bir kardeş bırakmak, korkutucu olan odamda daktilo sesleri yankılanmaması, korkutucu olan artık hiçbirinin umurumda olmaması. korkutucu olan aslında, tam tersi olması. korkutucu olması yerine yukarıda saydıklarımın tam tersi şeylerin, belki de uçurumun dibinde bana kavuşması. Düşmenin en parlak yıldıza ulaşmak demek olması, Sirius'un bir nefes eksiği kadar yakında olması, Orion'un kenarından bana göz kırpan Artemis'in mırıltısı, Oğlumun içime çekemediğim kokusu, Gece'ye kavuşmak ve kalbimdeki boşluğun son bulması. ufak bir kan bedeli mutluluk, biraz bağışlamak gerek tanrıyı. başını okşadığı köpek için, unutmak gerek her bir sanrıyı. o bir hatıranın kölesi, Tanrım dans ettir bu aptalı. yılanlar ayağına dolanırsa, utanmadan salla ayağındaki tozları. bir kafesin içinde sadece yatağın, ölmek için yaşamak ne acı. dilim dönmez söylerken, ya ağlarsam.. katilim olarak seçtim bu ağacı.
10 notes
·
View notes
Text
— nasıl da zor bu; ama, nasıl da güzel, yeniden canlanmak — yaşamının toz tutmuş hayallerini silkeleyip bahar güneşine çıkarmak —
Olabilmek - doğruluklu olabilmek: çünkü kendiliğinden, dolaysız olarak verilmedi sana, sahici olmak - tam tersi hep sahtelikler sürüldü önüne; hep yanlışlar. Sen de, şu ya da bu ölçüde girerken onların içine, yanlışları işlerken, sahteleşirken - kendine maske seçerken -, hep, o, arkada, belirsiz duran sahici anlamı özleyip, çağırıp, bekleyip, durdun.
Oruç Aruoba, Hani
49 notes
·
View notes
Text
Zaman geçtikçe ya da kendinizi daha yakından tanımaya başladıkça öğrendiğiniz bilgiler sizi korkutuyor mu? Beni korkutuyor çünkü kendim hakkında bildiğim -ya da bildiğimi sandığım- bazı gerçeklerin tam tersi yönde bir ilgi ve merak duyduğumu fark etmek beni derin ve sonsuz düşüncelerin içine hapsediyor. Düşünsenize, aklınıza bile gelmeyen bir konuda aslında büyük bir potansiyeliniz var, ama zaman akıp gitmiş ve siz değerlendirememişsiniz. Akıp giden zaman ve yapabilecekleriniz...
Yine de biliyorum ki o geçen zamanlar olmasaydı şu anki ben olamazdım.
Bu biraz da şeye benziyor aslında; hayatınız boyunca yüksekten hep çok korktuğunuzu düşünün. Siz üstüne hiç düşmeseniz de hep biliyordunuz ve yakın çevreniz, aileniz, arkadaşlarınız da bu korkunuzu kabullenip sizi bu konuda desteklediler. Ancak bir gün bir şeyler değişiyor, kendinize dönüp baktığınızda belki de içinizde derin bir yerlerde pilot, hostes olmak isteyen ya da hava sporlarına büyük ilgi duyan biri olduğunuzu fark ediyorsunuz. Aslında yüksekten korkmuyorsunuz, sadece böyle olması gerektiğine inandırılmışsınız, inanmışsınız. Artık öyle olmadığını bildiğiniz için ise korkarak geçirdiğiniz zamanlar için üzülüyorsunuz.
Şimdi ise önünüzde birkaç farklı yol var: Ya eski korkularınızla yaşamaya devam eder, geçmişte kaybettiğiniz zaman için yas tutarsınız, ya da bu yeni farkındalığınızı çevrenizle paylaşıp onay beklersiniz. Veya kendinizi en yüksek tepelerden bırakıp geri kalan zamanınızı tutkularınızın, ilgi ve hayallerinizin peşinde uçmayı deneyerek geçirirsiniz.
Bir kere eski korkularınızın gölgesinden çıkmayı başardığınızda, onun zevkini aldığınızda artık geri dönüşü olmuyor ve en ufak şeylere bile meydan okumayı öğreniyorsunuz.
En azından ben de öyle oldu ve umarım bu hep böyle değişmeden devam eder..
✧☽✧
#düşünceler#edebiyat#lluminara#Luminara#pişmanlık#geçmiş#korkular#korkularla yüzleşmek#içsel yolculuk#değişim#inanç#kendine düşünceler#meydan okuma#baş kaldırma#gelecekteki kendime not
10 notes
·
View notes