#vurun kahpeye
Explore tagged Tumblr posts
okuryazarlar · 10 months ago
Text
Tumblr media
Vurun Kahpeye, Handan, Ateşten Gömlek, Sinekli Bakkal gibi eserleriyle Türk edebiyatına iz bırakan, milli mücadelenin kahramanı, Kurtuluş Savaşı'nın Onbaşı'sı; akademisyen, siyasetçi ve yazar Halide Edip Adıvar'ı aramızdan ayrılışının 60. yılında saygıyla anıyoruz.
121 notes · View notes
rorinina · 7 months ago
Text
7. günden olanlar
geçirdiğim en vasat haftalardan birinin sonu. şu anda kafam öfkeli bir ispanyolcayla şişirilmekte bense aylak aylak hem bitkilerim hem kendim için biraz güneş arıyorum. "bana ait" ne varsa; zihnim, cebim, kalbim hepsine ayrı ayrı saldırıldı bu hafta. eski şirketim, terapistim, hayatımın aşkı/ya da aşk düşleri. vurun kahpeye.
8, "insanlara olan bağımlılığını en uygun terapisti bularak geçirmeye çalışmak çok pahalı değil mi? keşke spor yapmaya bağımlı olucak bir yapın olsaymış, çok daha ucuza kapatırdın bu işi" dedi dün.
çok şükür ispanyolca kavga bitti. duyusal tahammülüm çok azaldı. her şey ve herkes derimde dolanan karıncalar gibi hissettiriyor. beynimin başa çıkma kapasitesi tam olarak ruh halime uygun cevaplar veriyor.
acısını yaşama şekli beni uyuz ettiğine göre herkesin farklı olabileceğine alışamamış olsam gerek, ya da belki de bir olduğumuzu düşündüklerimle ilgili kendimi ne denli kandırdığımı görmek istemiyorumdur. tavırları saygısız geliyor, benimle ilgili her şeyi şefkatsizce tek tek yok ediyor. hayatında gittikçe solan bir anı gibi kaldım şimdiden. diş fırçasına bakıp saatlerce ağlamıştım oysa.
-"neden hiç üzülmüyorsun da hayatının en doğru kararıymış gibi davranıyorsun?"
ne bu gökçe, malumun ilamı mı? ayaklarına bağlanan bir yük gibi hissettirilmedin mi sanki? bir çocuğun bulduğu yeni oyuncaklarla oynama heyecanını ne kadar içinde tutabileceğini sanıyordun ki, al işte yeni oyunlara katılamadığın için örselene örselene buralara geldin.
dönis örselenmeyle alakalı şöyle dedi:
"Belli ki kendi ayaklarının üzerinde kimseye yükler bindirmeden yaşamını sürdürebilecek bi durumdasın, birkaç sene boyunca sadece yatıp reels izlemek bile sana ödevini yapmadığı için okula gitmek istemeyen bi çocuğun devam edemeyiş utancını vermemeli."
ah dönis, ballı turtam. sen ve yitip giden zamanın dostlukları.
yaşar kemal okumak ne güzeldir.
benden nereye kadar kaçacaksın ve ne kadar fazla şeyle doldurabileceksin boşalan yerlerini? yalanların ve acıların ve bu sahte bekleyiş... her şey ama her şey zıttını gösterirken neden karnımın demir bir pençe tarafından avuçlanıp sıkıldığını ve beni yatağa gömüp kalkmama müsaade etmediğini hissediyorum? ne-den seni aşmanın çok kolay olması gerekirken yapamıyorum? ve sen nasıl yapıyorsun?
pocket parrot olmak tatlıydı.
sana baktıkça sana daha çok bakasım gelirdi, sadece sana bakmak ve bakmak eyleminin sadece sende anlam bulması. bugüne denk gördüğüm en güzel gözlerin ve dudakların sende olduğunu düşünürdüm ve güzelliğin acı verirdi. şimdi sana baktıkça var olma tercihlerinin beni daha ne kadar hayal kırıklığına uğratabileceğini düşünüyorum. bu işin bir durağı olmalı.
5 notes · View notes
gundemarsivi · 8 months ago
Text
Tumblr media
Kızını Dövmeyen Dizini Döver
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
https://www.gundemarsivi.com/kizini-dovmeyen-dizini-dover/
Kadın cinayetleri her geçen gün artarak sürmektedir.
İşte, beş yılda öldürülen kadın sayıları:
2015 yılında 303,
2016 yılında 328,
2017 yılında 409,
2018 yılında 440,
2019 yılında 374
Son 10 yılda Türkiye’de 4197 (dört bin yüz doksan yedi) kadın öldürülmüştür.
Dünyada en çok kadın cinayeti işlenen ülke Türkiye’dir.
Bu neden böyledir?
Kadın öldüren caniler ne tür bir iklimde yetişmektedir?
İşte başlıca etkenler:
KADINA ŞİDDET İÇEREN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER
Türk erkek çocukları okullarda şu atasözlerini öğrenir:
Kızını dövmeyen dizini döver.
Kızın var mı, derdin var.
Kadın, erkeğin şeytanıdır.
Kadı, erkeğin çarığı gibidir. (Yani istediği zaman çıkarıp atar)
Kızın var, sızın var.
Oğlan doğuran övülsün, kız doğuran dövülsün.
Anasına bak, kızını al.
Saçı uzun aklı kısa.
Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçarya zurnacıya.
Babasının öğlu.
Karı gibi konuşmak.
Çocuksu kadın meyvesiz ağaca benzer.
Kocanın vurduğu yerde gül biter.
Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.
Kocamdır, sever de döver de.
Dua et, kadınsın!
Kır dizini otur evinde.
Elinin hamuruyla erkek işine karışmak.
KADINA ŞİDDET İÇEREN TÜRKÜLER, ŞARKILAR
Türk erkek çocukları şu tür türkü ve şarkıları dinleyerek büyür:
Trabzon Maçka türküsü:
Yavuz geliyor Yavuz da
Denizi yara yara
Kız ben seni alacağım da
Başına vura vura
Maçkalı erkek çocuklara ana babaları, yakınları ve de öğretmenleri SEVMEYİ öğretmiyorlar!
SEVMEYİ BİLMEYEN DÖVER!
SEVİŞMEYİ BİLMEYEN ÖLDÜRÜR!
İngiltere’de üniversitede ilk yıllarımda Amerika’nın Vietnam savaşına karşı yapılan protesto yürüyüşlerine katılıyor, yakamda üzerinde küçücük dört sözcük bulunan şu rozeti taşıyordum:
MAKE LOVE NOT WAR. Türkçesi: SAVAŞMA SEVİŞ.
Sevmek, aşık olmak ve sevişmek insanlara özgüdür.
Hayvanlar sevmez, aşık olmaz, sevişmezler. Sadece belirli zamanlarda, üreme amaçlı, çiftleşirler.
PKK yandaşı, şarkıcı İbrahim Tatlıses çığırıyor:
Kız ben seni vurmaz mıyım
Saçlarından asmaz mıyım
Karadenizli azmış nara atıyor:
Gelevere deresi iki dağın arası
Yüzünden silinmesin piçağumun yarası
Ünlü pop şarkıcı Erkin Koray‘ın “Deli Kadın” şarkısı:
Deli kadın hiç sen beni anlamadın
Sopa mopa kâr etmiyor taş kafana
Rana Alagöz, “Dayak Cennetten Çıkma” şarkısıyla kadınlara öğüt veriyor:
Sakın kızdırma onu
Döver pata pata
Sonra karışmam
O çok aksi pata pata
Bak dayak cennetten çıkma
Döver pata pata
Memeleri yeni tomurcuklanmış, hiç el değmemiş huriler erkeklere veriliyor, kadınlara ise dayak! İşte size cennet!
TÜRK FİLMLERİNDE KADINA ŞİDDDET
Türk erkek çocukları ve delikanlıları şu yerli filmleri izleyerek kadını tanır:
Kızını Dövmeyen Dizini Döver, Çaresizlik, Vurun Kahpeye, Leke, Neşeli Günler, Çöpler Köpekler, Gülen Gözler, Terazi. 9 aylık. Dört Yapraklı Yonca, Kuyu, Barda, Halam Geldi, Kurtuluş Son Durak, Killing İstanbul, İffet, Kadın Düşmanı.
KADINA ŞİDDET İÇEREN TÜRK TV DİZİLERİ
Türk erkek çocukları, delikanlılar ve de yetişkinler her akşam şu dizileri izleyerek ders alırlar:
Kızıl Goncalar, Ömer, Sen Anlat Karadeniz, Alemin Kralı, Unutulmaz, Ufak Tefek Cinayetler., Kızılcık Şebeti, Yasak Elma, Sadakatsiz, Hercai, Doğduğun Ev Kaderindir, Aşk Ağlatır, Hayat Devam Ediyor, Aşk-ı Memnu.
KURAN’DA KADINA ŞİDDET
Kadın katillerinin tümü “milli ve manevi” değerlere bağlı, muhafazakâr MÜSLÜMAN’dır.
İslam’ın kutsal Kitabı Kuran’da. Nisa Suresi 34. Ayet’de Allah. Erkek kullarına şu öğütü verir:
“Sadakatsizlık ve iffetlerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin. Sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onlarıevden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları DÖVÜN.”
(Kaynak: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. “Kuran-ı Kerim Meali-Türlçe Çeviri”)
Müslüman Türkler, Kuran’ı Türkçe okumadıkları için bilmezler!
Ama Müslüman Türk çocuklarının çoğu evlerinde, yukarıdaki Ayetin uygulamasını defalarca yaşarlar, babaları annelerini sık sık acımasızca DÖVER!
OSMANLI’DA KADIN
Altı yüz yıldan uzun bir süre (1300-1920) Anadolu Türk halkı Osmanlı’nın boyunduruğu altında kaldı.
Osmanlı’da kadın, ikinci sınıf vatandaş bile değildi.
Osmanlı’da kadın vatandaş değildi!
Nüfus sayımlarında, evlerde erkekler yazılırken kadınlar sayılmazdı! Yani Osmanlı, kadını insan olarak bile görmezdi!
Osmanlı’da kadın, alınıp satılan MAL’dı.
Osmanlı’da kadın, esir pazarlarında satılırdı.
Dillere destan Osmanlı Haremi’ndeki kadınlar, Avrupalı Hıristiyan/Yahudi kadınlardı. Avrupa ülkelerini işgalde Osmanlı, genç kadınları, kızları ve de parlak oğlanları esir alır, Payitaht’ta getiri, en güzelleri seçilip Saray’ın Haremi’ne gönderilirdi.
Harem, köle kadınlar hapishanesiydi!
Padişahlar bu kölelerle çiftleşirdi.
Değerli Dostlar.
Osmanlı’da kadın, çok önemli bir konudur.
Ben bu konuyu çok sağlam kaynaklara ve belgelere dayanarak, “KADININ ADI YOK” başlıklı bir makale olarak hazırladım. Bu makalemi, yine bu Facebook sayfamda bilgilerinize sunuyorum. Okumanızı öneririm.
Türk gençlerinin büyük çoğunluğu Osmanlı tarihini sağlam kaynaklardan okuyup öğrenmediler.. Osmanlı hakkında bildikleri uyduruk TV dizileri ve sözde tarih hocası, Osmanlı sevdalısı saray dalkavukları Prof. Dr. İlber Ortaylı ve Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun anlattığı masallardır.
KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI ÖRGÜTLENEN KADINLAR
Özgür akıllı aydın kadınlar Türkiye’nin 81 ilinde ve birçok ilçede bir araya geldiler, kadına şiddete karşı örgütlenip dernekler kurdular.
İşte o dernekler:
Kadınlarla Dayanışma Vakfı (Birçok ilde şubeleri var), Mavi Kalem Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Kadın Hakları Derneği, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Mor Dayanışma Derneği, Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Derneği, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Edirne Kadın Merkezi Danışma Derneği, Erzurum Katre Danışma ve Dayanışma Derneği, İstanbul Mor Çatı Kadın Sığınağı, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, Mersin Bağımsız Kadın Derneği, Mersin Mimoza Kadın Derneği, Fethiye Kadın Danışma ve Dayanışma Derneği, Bodrum Kadın Dayanışma Derneği, Van Star Kadın Derneği.
Kadına Şiddete Karşı örgütlenen tüm dernek ve kuruluşların yöneticileri ile tüm üyelerine sevgi ve saygılarımı yolluyorum…
Yılmaz Dikbaş
8 Mart 2024, Cuma
0532 233 31 52
#GündemArşivi #YılmazDikbaş #8MartDünyaEmekçiKadınlarGünü #8MartDünyaKadınlarGünü #KadınaŞiddet #Atasözü #ŞarkıSözü #NisaSuresi #KadınCinayetleri #İstanbulSözleşmesi #ToplumdaKadın #OsmanlıdaKadın #Kadınlarımız #Eğitim #Tarih
2 notes · View notes
kozmosdayildiztozu · 3 months ago
Photo
vurun kahpeye
Tumblr media
5K notes · View notes
salsali-makarna · 6 years ago
Text
“Karbanı aşk ıssız bir beyabandan geçer.”
Halide Edip Adıvar / Vurun Kahpeye
2 notes · View notes
biparcayalnizlik · 7 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
46 notes · View notes
dipnots · 6 years ago
Link
0 notes
karanfilsblog · 2 years ago
Note
izlenme rekoru kırar .D
Kameraman lazım bir de top !!!!
Vurun kahpeye 2 çekiyoruz hanfendiler beyfendiler lütfen başvurun djdjjjej
10 notes · View notes
1kitap1fotograf · 2 years ago
Photo
Tumblr media
VURUN KAHPEYE: “Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ışık, bir ana olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım;vallahi billahi!” Bu cümleler şimdi de bir köye atanan her öğretmenin canı gönülden söyleyebileceği sözlerdir. Milli mücadele yıllarında bir kasabaya öğretmen olarak gönderilen genç Aliye hanım İstanbullu ve modern tavrıyla kasabanın ileri(!) gelenleri tarafından ilk anlarda yaftalanmıştır. Ülkece verilen mücadeleyi Aliye bir kasabada belki de tek başına vermek zorunda kalmıştır. Gönlünü verdiği Türk subayı Tosun Bey ile kasabayı işgal eden yunan komutanı arasında gidip gelmelerinin sonucu canını vermek olsa da toprağım dediği bu kasabanın işgalden kurtarılmasında en büyük görevi üstlenmiştir. Lakin her dönemde olduğu gibi öne çıkan geri kafalardan kendini kurtaramamıştır ve kitaba ismini veren sloganlar eşliğinde canını vermiştir. Okuyun mutlaka… #1kitap1fotograf #kitap #halideedipadıvar #vurunkahpeye (Konya, Turkey) https://www.instagram.com/p/Cf_85mjsoGN/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
yurekbali · 3 years ago
Text
Tumblr media
Türküleri yakamazsınız, turnalar sizi çarpar. 2 Temmuz 1993 günü Sivas şehrimizde 33 yazar, şair ve aydınımızın gericiler, yobazlar tarafından yakılarak katledilmesi çağlar geçse unutulmayacaktır ve asla da bu insanlık dışı vahşet unutturulamayacaktır. Bu dünya acısı katliam için nice sanatçılarımız, şiirlerle, şarkı ve türkülerle anmışlar, ağıtlar yakılmış, romanlar yazılmış, ayrıca Genco Erkal’ın Sivas ‘93 adlı belgesel oyunu sahnelenmiş ve oyunun müziklerini Fazıl Say bestelemiştir. Bu arada Ulaş Bahadır’ın yazıp ve yönettiği Madımak: Carina’nın Günlüğü Sivas 93 adlı sinema filmini de saymalıyım. Ne yazık ki, o günden beri hepimizin canı acıyor, canı yanıyor, canı ağlıyor ama bir tek insan postuna bürünmüş, insan maskesi takmış mahlûkatlar hariç! O suratından salyalar akan, “vurun kahpeye” filminden çıkmış, irin yüzlü, çirkin yüzlü, dünyada haybeye yer kaplayan mahlûkatları Allah nasıl cezalandıracak bilemiyorum ama bu dünyada yok öyle bir şey! Türküleri yakamazsınız, semah sizi çarpar. Orada aşk, gönül, muhabbet vardı. O günü asla unutmamız mümkün değil. Bu yazımı yazarken bile tüylerim diken diken oluyor, insanlığımdan, insanlıktan feci hâlde utanıyorum. Bunları yapan kâbus yüzlü mahlûkatları o gün ve bugün değil, her zaman lanetleyeceğimi biliniz. O manyak, hasta, budala ve tedavisi pek mümkün olmayan karanlık zihniyet hâlâ aramızda dolaşmakta, çağdaş olana, Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine, insanlığa olan düşmanlığını sürdürmekte, neredeyse her gün kötülük ve karanlık için iş başı yapmaktadır. Canım dostum Aziz Uzun’un pek sevdiğim bir cümlesi vardır, hemen paylaşmalıyım: “Bütün bu kâinat, Allah’ın çeyiz sandığıdır.” Bu derin cümlenin içinde insan yavrusu elbette vardır ama canlı olmayan bu zombi kılıklı mahlûkatlar insana, ağaca, hayvanlara, çocuklara kısacası doğaya düşmandırlar. Şu an yazımı yazarken sevdiğim insanım, Atatürk âşığı gerçek bir ‘dindar’, zarif ve beyefendi bir insanımızı kaybetmişiz, Yaşar Nuri Öztürk’ü. Mekânı cennet olsun. Üzgünüm çok ve giderek azalıyoruz, farkında mısınız? Cehalet kadar korkunç bir şey yoktur, cehaletin işgali altında yaşıyoruz ve cehalet büyük bir terör örgütüdür. Korkarım cehaletten ve cahil insanların cehaletiyle övünmelerinden sakınır ve uzak dururum. Hakikat denilen kâinatın ruhunu incitirseniz doğanın dengesi yerinden oynar ve elinde tespih sallayarak yolda yürüyen, aklını örten, özgürlüğü değil; biat etmeyi işaret eden, sizin yerinize başkalarının karar verdiği, tek tip bir anlayışın ve despotizmin egemen olduğu bir fabrikasyon tipi çıkar. Yani kendisine ait olmayan, kendisi olamamış, baskı altına alınmışlıktan âdeta ‘huzur’ duyabilen bir cehalet dağı oluşur. O cehalet dağından insanlık bahçesi çıkmıyor. İnsan kardeşini yakar mı hiç, yakamazsınız, ağaçlar sizi çarpar! Söz gelimi bir zeytin ağacı çiçek açtığı zaman aradan tam 9 ay 10 gün geçiyor, bunu biliyor muydunuz? Bu bağlamda annelere, kadınlara kıymayınız maço suratlı, badem bıyıklı, düğünlerde havaya mı nereye ateş açtığını bilmeyen katil suratlı kötülük arsızları. Yeter artık! Nice güya ‘okumuş’ profesör “namaz kılmayan hayvandır” dediği ülkemizde, gerçekleri anlatmaya çalışan gazeteciler, yazarlar ve aydınlarımız içeride, ama unutmayınız tarihin diyalektiğinin tekeri hiç kırılmadı, geriye doğru değil, ileriye doğru bir nehir, ırmak gibi akar. Siz ey yakıcılar nasıl uyuyorsunuz yataklarınızda, rüyalarınız yanıyor mu? Ülkemizin ruhsal, dinamik yapılarını zedelemek isteyenleri, ‘özel hayatımıza müdahale edilmesin’ diyen Gezi Parkı’ndaki o güzelim gençlere ‘çapulcu’ denildiğini nasıl unuturum. Acımasızca nasıl gençlerimizin üzerine biber gazı sıkıldığını da unutmadım, unutmadık. Şu polis kardeşlerimize soruyorum ve böyle bir film bile yapılabilir, yahu üzerine biber gazı sıktığın evlat senin oğlun bile olabilir. Madımak Katliamı insanlık tanımayan bir zorbalıktır. Katilleri nerede? Ve toplumunu kucaklayacakken, halkına sarılacakken ısrarla yine adamın biri konuşuyor: Adam ülkesine uzlaştırıcı, barışçı ve kardeşlik duygusuyla gelmiyor. Bu karanlık zihniyetin derdi cahil insanlar yetiştirmektir, o yüzden sürekli ‘üç çocuk yapın’ der ama ‘üç çocuk eğitin’ demez. Bayağılaştırılmış kültür ve magazin düzeyinde toplumun, halkının cahil kalmasını ister. Neden mi? Bu zihniyet canavar bir kötülüğün ta kendisidir. Onlar velileri, sufileri, ilim, irfan, ihsan sahibini bilmezler. Giderek kafa kesici bir yönelişe doğru koşarlar. Okumazlar, erdem, fazilet, maneviyat nedir sorun bilmezler, anlamazlar ve insanlık fırtınası onlara dirhem uğramamıştır. Ve inanın cehaletinden ‘memnun’ halkın güce tapmak, güce tapınmaktan başka bir derdi yoktur. Zalimliğin, salaklığın, kafayı yemişliğin ameliyatla düzeltilememesi acıdır. Dünya ne yazık ki kaos çağına girdi. Dünyanın kendisi toplama kampına mı dönüştü bilemiyorum ama Sivas, Madımak ruhumu delik deşik eden bir vahşet bombasıdır, tıpkı Hiroşima’ya ve Nagazaki’nin üzerine bırakılan bomba gibi. Sözü uzun tutmak istersem kaç cilt dolusu kitap yazasım var. Hakikati, insanlığı, merhameti, sanatı ve türküleri öldürmek ve yakmak isteyenler, bunu hiç utanmadan yapanlar her gece rüyalarında kaç kere ölüyorlardır bilemem? Gezi aynı zamanda özeleştiri yapmayan iktidara ve provokatörlere karşı enfes bir duruştu. Şiddet, zalimlik ve kısacası faşizm her zaman, karşısında demokrasinin, cumhuriyetin o insanlık tokadını yemiştir. İçkiden nefret edip ama kibir sarhoşluğu içinde uygarlığı tersine çevirmek isteyen nice yobazlar yok olup istedikleri karanlığa gömülüp gitmişlerdir. Aziz Nesin’in 1993 yılında söylediği o önemli sözü hatırlayın lütfen. “Özgürlüğün en büyük düşmanı hâlinden memnun kölelerdir” sözü kulağımıza küpe olsun. Gül yazısı bu ama kül kardeşlerim için yazıldı. Ne demişti şair: “Temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı. Mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan. Annem gibi kızıl gül yanar bundan.” İnsanın aklını, barışı, kardeşliği yakamazsınız, tarihin diyalektiği çarpar! - Engin Turgut, Semah - Görsel Manipülasyon: İstasyon Dergisi (Temmuz, 2021, Sayı: 10)
25 notes · View notes
acid-gramma · 3 years ago
Note
aynen aynen kötü şeylere olduğunu anladım. en doğrusu. bok gibi davrananlara bok gibi davranmak gerek bu devirde insanlar iyilikten anlamıyor üzgünüm....
ben kinci biri degilim ozellikle aa bu kotu bisi yapti daha kotusunu yapmaliyim diye dusunmuyorum istemsiz oluo. vurun kahpeye
5 notes · View notes
gundemarsivi · 4 months ago
Text
Tumblr media
Kim Vurduya Gitmeyiz İnşallah
✍🏻 Zeynep Kasap
https://www.gundemarsivi.com/kim-vurduya-gitmeyiz-insallah/
Çok korkuyorum.
Konuşmaktan, yazmaktan, durmaktan, yürümekten, bakmaktan, görmekten veya es kaza görmemekten bir şeyleri, fark etmemekten, gecikmekten….
Siz korkmuyor musunuz? Bugün değil ise yarın bir sebepten hedef gösterilebileceğinizden? Ne olduğunu anlamadan sizi tanımayan, sizin tanımadığınız onlarca insanın hakaretle, nefretle üzerinize üzerinize geleceğinden, saldıracağından! En basit örneği ile nefret bazen bir soluk kadar yakınımızda. Bir kötü olay olmuştur, için acımıştır; o an yazmak istemişsindir, yazmışsındır. Hemen saldırırlar ama sen şu olay olduğunda sessiz kalmıştın. Belki de o gün sessiz kalmamışımdır.
Başka bir kötü olay olur üzülürsün çok. Susarsın ama dalarsın, susarsın, yorgunsundur o gün ve yine ama yazamazsın. Yazmadın, tek söz etmedin diye linç ederler bu sefer.
Linç. Ne korkunç bir kelime. Anlamını düşündükçe çok korkuyorum ben de. İnsanların insana ettiklerinden ve edeceklerinden. Elbette burada bilerek çoğul kullandım. Ne de olsa birlikten kuvvet doğar! Değil mi! İnsanlar ne kuvvetli, ne güçlü ne de korkusuz bir araya gelince.
Linç kelimesinin anlamı bende Halide Edip Romanı Vurun Kahpeye ile başlar. Beni o kadar derinden etkilemiştir ki bu roman, gerçekten yaşanmış gibi yıllardır zihnimde acısını duyarım.
Daha sonra 6-7 eylül olayları, Madımak, 15 Temmuz’da… Şimdi Suriyeliler, bir futbolcu derken yarın kim bilir kim, kimler? Neden kötüye kötü olarak değil de genelleyerek bakıyoruz? Tüm bunları düşünmek, linç kelimesini duymak tüylerimi diken diken ediyor. Bütün bu olaylarda tüm suçun görünen kişiler olduğunu mu sanıyorsunuz? Ardında bu ateşi ilk körükleyenler ve o çırayı ellere tutuşturanları da hesaba katıyor musunuz?
Oysa bir empati yapabilsek azıcık. 1955’e gelsen. 6-7 Eylül de olsan. Ailenle kendi halinde yaşayıp giderken kapına pencerene taşlar atılsa, yakılsa, yıkılsa, dövülsen, dövülse sevdiklerin sebepsiz bir anda düşmanca?
Es kaza ağzından aklında kötülük bulunmadan bir kelime çıksa, onu alıp, seni düşman belleseler. Oğlun askermiş, sonra komutan emir vermiş, koş bakalım, sıkıysa hadi uyma. Çocuklar bile bilir, askerde hayır denmez; söylenen saçmalık bile olsa.
Linç, bir utanç kaynağıdır. Kimler var o kaynakta? Hepimiz. Hatırlayın, siz ne zaman, neye gaza gelip birine küfretmiş, nefret dolu bir bakış sergilemiştiniz?
Belki tek başına aklına gelmeyecek bir şeyi diğer birinin söylemesi ile gaza gelip ondan ona aktara aktara kartopu gibi büyüye büyüye ilk söyleyen kişinin sözünün doğruluğundan şüphe etmeyerek hatta ve hatta üzerine biraz biraz daha da ekleyerek aslında kötü biri olmayan kişinin hayatını ailesini öyle ya da böyle mahvetmek… Oldum olası kurt işaretini sevmezdim, diyemem. Daha yeni yeni ergenliğe girerken kurt kelimesi ya da işareti yapmaya çalıştığım bir dönem olmuştu. İnsan yaşadıkça, okudukça, anlamaya başladıkça hiçbir ideolojiye ait olmak istemiyor. Neyse ki o dönem o işareti bir türlü yapamadım, bir süre sonra da unuttum gitti. O yaşlarda, o yıllarda benim için Vatanseverlik demekti. Sonra Barış abiyi dinledim. “Hemşerim memleket nire? Bu dünya benim memleket” dedi. Ne de güzel söyledi. Şimdi hiçbir partiyle, grupla işim yok. Dünya ve insanlıkla meşgulüm. Yıllardır bu işareti gördüğüm yerde beni rahatsız eder, ama işareti yapana da kin, nefret beslemem. İçini bilemem tanımıyorum ki o kişiyi. Belki sebebi içindeki nefretsiz, masumca bir vatan sevgisi. Savunmuyorum orada o işaretin yapılmasını. Siyaseti, futbola ya da sanata sokamazsınız. Bu kabul edilir bir şey değil ama linç de kabul edilir bir şey değil. Güzelce verirsiniz tepkinizi, uyarınızı. Yanlışa yanlış dersiniz elbet, ama böyle mi? İlk başta kimse bu kadar dikkat etmemiş, kimsenin sesi bu kadar çıkmamışken herkes, bir paylaşım görüp galeyana gelerek, söverek, gömerek çoğaldı çığ gibi büyüdü nefret. Korkuyorum bu dünyadan artık. Sevgi önceliği yok kimsede. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk aşk, insanlık yok.
Herkes, karşındakini yok etmeye odaklı sanki, artık. Çabaya, anlaşmaya, uzun süren sevgilere yer yok. Harcamaya hayranız son yıllarda. Ne kadar harcarsak harcayalım mutlu olamıyoruz oysa.
Tüketim çağı. Tüketiyoruz birbirimizi. Tüketmek istiyoruz. Yaşatmak isteyen yok. Kıymet değer bilmiyoruz çünkü.
Korkuyorum çok. Siz korkmuyor musunuz?
Yazımın herkes tarafından anlaşılacağını sanmıyorum. Herkes zamanla, yaşadıkça, karşılaştıkça ve düşündükçe anlar. Herkesin zamanı farklıdır.
Sosyal medya kullanımı birçok alanda faydası olmasıyla birlikte bize iyi gelmeyen yönleri de var. Zaten ufacık bir dokunuşla gaza gelen biz, sosyal medya sayesinde hızlıca toplanıp, hızlıca öfkelenip, herkesi hızlıca düşman bilip, hızlıca linç girişimine gidiyoruz. Ne de olsa hız çağı değil mi? Bir kısacık an bile düşünmeye gerek yok. Şimdi belki ben de linç edinirim kim bilir?
O zaman Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye adlın kitabından şu alıntıyla bitireyim sözlerimi, yüksek sesle söyleyerek:
“Toprağınız toprağım
Eviniz evim
Burası için, bu diyarın çocukları için
Bir ana, bir ışık olacağım
Ve hiçbir şeyden korkmayacağım
Vallahi ve Billahi.”
Ama inanmazlar bize…
Huzur, barış, mutluluk rahatsız eder birilerini…
Zeynep Kasap
0 notes
hhopelesswolf · 4 years ago
Text
Halide Edip Adıvar demiş ki "Vurun Kahpeye" iyi demiş kraliçe
7 notes · View notes
god-ofsecrets · 5 years ago
Text
Sevmek sıkıntıydı.
Halide Edip Adıvar - Vurun Kahpeye
2 notes · View notes
hellofthemosa · 5 years ago
Text
Size bir daha söyleyeyim: Ölüler ne konuşur, ne sever, ne de sevilir.
Halide Edip- Vurun Kahpeye
5 notes · View notes
adieu-au-langage · 7 years ago
Text
Halide Edib’in Profesör Arnold Toynbee’ye Yazdığı Bir Mektup
Aziz Prof. Toynbee,
Nazik mektubunuz ikimizi de çok sevindirdi ve nazik sözleriniz Adnan’ı tarifsiz derecede memnun etti. Bu dünyada bir daha karşılaşsak da karşılaşmasak da, Türki­ye’ye yaptığınız ziyaretin hatırasını ikimiz de saklayacağız. Adnan tamamiyle iyileş­me yolunda, evin içinde dolaşıyor ve mutad üzre yatakta makalelerini -pek acı olan­larını da- yazıyor.
Kış beklenmedik derece sert geçmekte ve hâlâ çoğu zaman kar yağıyor veya serpiştiriyor. Ben hariç, herkes bir çeşit tatsız soğuk algınlığından yattı.
Olivier’in Hamlet’i* Türkiye’deki son heyecan; arka sokaklar dahil, herkes filmi görmeğe koştu, hattâ, bir yıldan beri bu tür temâşâlara gitmeyen ben bile.
Olivier’i görme ve Unesco’ya mensup ve dışındaki entellektüel ve yazarlarla karşı­laşma, son yıllarda kendi halkımızın da yakalandığım sandığım ruh katılığının yerini, bir nevi garip bir şekilde, ruh ile ilgili musallat fikirlere bıraktığı hissini insanda uyan­dırıyor. Son on yılda basılan ciddi tür kitapların çoğu da aym intibaı veriyor. Garip­tir ki, ben kendim de, çok yıllar önce Avrupa ve Amerika’da henüz görülmediği sırada, bu tür musallat bir ruh fikrini yaşamıştım. Dünyanın yegâne ihtiyacı sürat veya iyi vakit geçirme gibi görünüyordu. 1935 te büyük ablam ölürken, ülkeme yap­tığım kısa ziyaretten sonra beni “Maske ve Ruh”u** (İngilizce olarak) yazmağa sevk eden buydu. Bu günlerde İngilizcesini yeni baştan okudum ve size metnini gönde­riyorum. 1935 te nâşirimin fikri, bunun İngiliz okuyucusunu cezbedecek cinsten olmadığıydı. Bana söylediğine göre, gerek Ruslar gerek Almanlar, kitabı almağa pek hevesliydiler, fakat Onu ideolojik bir propagandaya çevireceklerini bildiğimden reddettim. 1940 ta, Türkiye’ye dönüşümden sonra pek çok değişikliğe uğramış Türkçe tercümesi, haftalık Yedigün’de tefrika edildi ve 1943 te de kitap olarak çıktı.
Şu sırada, böyle bir piyes için psikolojik atmosferin hazır olduğunu hissedi­yorum. Bu sebeple kitabı okumanızı, ve bana bu mesele hakkmdâki fikrinizi bildir­menizi rica edebilir miyim ? Bana öyle geİdi ki, Nasreddin Hoca veya Shakespeare rolünde Olivier Laurence’m oynamasıyla eser İngiltere’de bilhassa Amerika’da bü­yük başarı sağlayacaktır.
Size göndereceğim nüshayı daktilo ederken, Cemiyet-i Akvam’m toplandıkları Cennet sahnesine birkaç cümle ekledim. Hitler’in Hortlağı ve Atom Bomba’sının eklenmesi gerektiğini düşündüm.
Benim filmim*** Mart’ta piyasaya çıkacak. Küçük ev nihayet tamamlandı, in­şallah Haziran’da oraya geçeceğiz.
Sizden çok şey istemediğimi umarım, fakat eğer kitabı gözden geçirmek sizi oyalarsa, lütfen beğenmeseniz de, bana fikrinizi bildirmemezlik etmeyin. Bir İngi­liz’in (bilhassa sizin kültürünüzde birinin) görüşü, bu eseri nâşkime bir kere daha gönderme teşebbüsünde bulunma veya İngilizce tercümeyi bütün bütün bir kenara bırakma hususunda alacağım kararda çok faydalı olacaktır.
İkimizden ikinize sevgiler ve mesut bir 1949 için en iyi dilekler.
Saygılarımla,
Halide Edib
Antalya Ap. Koca Ragıp Sokak Laleli, Istanbul Şubat 20,1949
 Not. Türkçe versiyonun kapağında görülen hayvan ruhlarının toplandığı Akşehir’ deki Nasreddin Hoca’nm türbesi genç bir sanatkârın fikridir, bunu beğendiğimden onu da gönderiyorum.
Not. Daktilo etmeği bitiremedim ve başka birine yaptırmak zorunda kaldım. Böy- lece mektup bir aydan fazla masamın üzerinde bekledi. Dr. Adnan iki gün önce An­kara’ya hareket etti ve tekrar kendisini parlamento hayatının anaforuna attı.
Filim gösterildi ve başka hiç bir filmin görmediği bir başarı kazandı. Avrupa filimlerinin mükemmeliyetinden çok uzak olmakİa beraber, bütün Adapazarı halkı filimde oynadı ve filim yirmi beş yıl önce geçirdiğimiz mücadele hayatını çok gerçek­çi olarak aksettirmekte. Müzikal bölümler bilhassa iyi.
H.E.
* Laurence Olivier’in 1948 de çevirdiği Hamlet filmi İstanbul’da Ocak 1949 da oyna­mıştır. Vatan, nr. 2735, 4 Ocak 1949 daki ilk ilân fasılalarla tekrarlanır. Filim hakkmdaki bir yazı için bk. “Laurence Olivier’in yeni şaheseri Hamlet”, Vatan, nr. 2740, 9 Ocak 1949.'
** “Maske ve Ruh”, “Maskeli Ruhlar” adı ile Yedigün’de 1937 de yayımlanmıştır (nr. 240-266, 13 Birinci Teşrin 1937 - 12 Nisan 1938. Kitap olarak “Maske ve Ruh” adıyla 1945 te basılır. Remzi Kitabevi, İstanbul 96 s. Bir kısmının 1936 da Hindistan’daki bir süreli-yaymda tefrika edildiğine dair bazı kayıtlar olan bu eser, “Masks or Souls” adı ile İngiltere’de basılmıştır, George Ailen and Unwin Ltd. London 1953, 126 s.
*** Bu filim “Vurun Kahpeye”dir. Erman Filim tarafından Ömer Lütfi Akad’m yönet­menliğinde, Selâhattin Küçük’ün senaryosundan yapılır. Sezer Sezin, Temel Karamahmut, Settar Körmükçü, Kemal Tanrıöver rolleri paylaşırlar (Nijat Özön, “Türk Sineması Kronolojisi” (1895-1966), Bilgi Yayınevi, Ankara Şubat 1968, s. 205). Filim gerçekten bir “hadise” olmuş, çok büyük ilanlarla halka duyurulmuştur : “Taksim Sinemasında Halide Edib-Adıvar’m Türk filmciliğine hediye ettiği mill�� destan Vurun Kahpeye, İstiklâl harbinin karanlık günlerinde fedâkâr bir muâllimenin ha­zin akıbetini gösteren millî bir facianın romanı Ateşten Gömlek’ten yirmi beş Sene sonra ilk defa olarak yeni bir mevzu, yeni bir sinema anlayışı, binlerce figüranla çevrilen bir eser”, Vatan, nr. 2796, 6 Mart 1949. Eserin Taksim Sinemasında ikinci hafta oynaya­cağı ve “pek yakında Ankara, Adapazarı ve Adanâ’daki sinemalarda da gösterileceği ilân edilmiştir (Vatan, nr. 2801, İh Mart 1949). Ayrıca bk. “Bizde Sanat Hareketleri : Vurun Kahpeye”, Şadırvan,'nr. 1, 1 Nişan 1949.
Son not farklı bir mürekkeple ilâve edilmiştir.
 ...
KAYNAK: İnci Enginün, Halide Edib’in Profesör Arnold Toynbee’ye Yazdığı Bir Mektup; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Cilt XXII, 1974-1976.
Makalede mektubun İngilizce orijinal metni ile kısa bir giriş yazısı da mevcuttur.
0 notes