#transfeminizm
Explore tagged Tumblr posts
atlashaze · 3 months ago
Text
Dil dile değdikçe akar dilimiz özgürce
4 notes · View notes
goldradd · 7 years ago
Text
Gaslighting in Trans Activism
I don’t understand how genderists/trans activists can dissociate themselves from their own actions and accuse others for their own wrong-doings. The most clear example of this behavior is the cotton ceiling. Not only did they appropriate feminist language by changing glass ceiling to cotton ceiling but when it backfired and people started to realize how homophobic it is and how it supports the rape culture, they started accusing lesbians or ‘’TERFS’’ of creating the term. Also they’re saying that no one accused anyone of not sleeping with trans people as being something oppressive. THIS IS ALL THEY HAD DONE. 
They’re gaslighting women into thinking that they’re delusional. But also they’re being gaslighted by themselves, thinking that they never said any of the bs that they had spread and keep spreading all around. They think like a cult, they act like a cult. 
2 notes · View notes
trans-transeksuel-blog · 10 years ago
Text
Trans kimliği, heteroseksüel merakının ilhamıdır
Kıçı olan bir erkek aslında potansiyel dönmedir. Ben erkeğin erkekliğini zan altında bırakıyorum. Götün açılmazlığı açılınca, sikilmenin keyfini bir ibneden öğrenip merak ediyor ve bir kere deniyorsa ibne oluyor. Bana gelen erkek aslında bir ibnedir. Ben erkeği heder edip, erkeklik imgesini bozup "Senden dışarıya çıkan şey işte budur" demişim… "Senden sadece asker bir militarist çıkmak zorunda değil, renkli kıyafetler giyen güzel görünebilecek bir yanın var" demişim.
Devamı...»
1 note · View note
iuradar · 12 years ago
Text
TRANSFEMİNİST MANİFESTO
Emi Koyama[i] - 2001 [i] Emi Koyama eminism.org ve diğer çevrimiçi ve çevrimdışı propaganda materiallerinden sorumlu üçüncü dalga piliç aktivistidir. Portland’da, 1975’den beri feminizme Emi’yi geri koyuyor, kendisine [email protected] dan ulaşılabilir. Giriş Yirminci yüzyılın ikinci yarısı Amerikan feminist hareketinin farklı kadınların katılımıyla benzeri görülmemiş genişlemesine tanık oldu. Anaakım feminist hareket tarafından manjanilize edilen sesizliklerine son verdiler, içeride hakları olan yeri talep ettiler, önce böyle küçük meselelerle hareketi bölmekle suçlandılar ve nihayetinde feminist düüşüncenin dğerli bir parçası olarak kabul edildiler. Farklılığın zayıf olduğumuz değil en güçlü yanımız olduğunu fazlasıyla farkındaydık. Geçici bölünmelerin veya kutuplaşmanın kapsayıcı koalisyon politikalarının esas faydalarını ortadan kaldıramaz. Her önceden susturulmuş bir grup kadın konuşmaya başladığında diğer feministler neden orda olduklarını ve kimi temsil ettiklerini tekrar düşünmeye davet edilmiş olurlar. Bu süreç bazen bizi kendi önyargılarımızla ve feministler olarak içselleştirdiğimiz baskının acı veren yüzüyle karşılaşmamıza neden olurken bakış açılarımızı ve etki alanımızı genişleterek hareketin bütütüne yarar sağlar. Bu anlayışla artık trans kadınların hareketin genişleyen alanı olarak feminist devrimde açık olarak yer almalarının zamanının geldiğini ilan ediyoruz. “Trans” kelime, doğum sırasında atanmış cinsiyetle toplumsal cinsiyet kimliği ve/veya ifadeleri arasındaki süreksizliği de içeren geniş bir yelpazedeki toplumsal cinsiyet kurallarına uymayan herkesi kapsayan şemsiye kelime olarak kullanılmaktadır. Bu manifestonun amacı doğrultusunda “trans kadın/lar” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini kadın olarak tanımlayan, ifade eden veya kadın olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Benzer şeiklde trans erkek/ler” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini erkek olarak tanımlayan, ifade eden veya erkek olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Tüm bu işlevsel tanımlar kadın/erkek ikiliğine uymayan veya farklı şekillerde cinsiyet geçişi yaşamış trans bireyleri dışarıda bırakırken, bu bireylerin hepimizin karşılaştığı sorunlar arasındaki benzerliği fark etmelerini ve analizlerimizi bir şekilde kendi mücadelelerinde faydalı bulmalarını umut ediyoruz. Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, na-trans [1]kadınlara, na-trans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Tarihsel olarak trans erkekler feminist harekete trans kadınlardan daha büyük katkıda bulunmuştur. Özgürlüğümüz için daha fazla trans kadının feminist harekette diğerlerinin yanında yer almasının zorunlu olduğuna inanıyoruz. Transfeminizm var olan feminist kurumları ele geçrimek demek değildir. Aksine, kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasitasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletecek ve ilerletecektir. Hem trans kadını hem de na-trans kadını savunur ve karşılığında na-trans kadına trans kadını savunmasını talep eder. Ana ilkeleri nedir? Transfeminizmin ana ilkeleri basittir. Birinci herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama ve toplumdan buna saygı göstermesini bekleme hakkı vardır. Buna ayrıca kimliğimizi şiddet ve ayrımcılık korkusundan uzak ifade etme hakkı da dahildir. İkincisi kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkı sadece bize aittir, hiçbir tıbbi, dini veya siyasi otoritenin bizim kararımız haricinde beden bütünlüğümüzü ihlal etmeye veya bedenimizle ne yapacağmızla ilgili kararlara engel olmaya hakkı yoktur. Tabii ki hiç kimse kurumlaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendini kimin doğal kadın olduğuna, kimin kadın olmadığına karar verme yetkisinde gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve desteklenmek için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyet bamakalıplarını içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar. Bu deneyim her kadının farklı olduğunu tanımadığı için hem trans kadınlar hem de na-trans kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır. Transfeminizm hiç kimsenin gerçek “erkek” veya gerçek “kadın”olmak için cinsiyet kimliğine veya ifadesine dair kişisel kararlarında baskılanamayacağını kabul eder. ayrıca hiç kimsenin “gerçek” feminist olarak nitelendirilmek için bu kişisel kararları baskılayamayacağına inanıyoruz. Trans kadınlar olarak güvenliğimizin genellikle “normal” kadın olarak onaylanmamızdan geçtiğini biliyoruz, transfeministler olarak da güvenlik ve rahatlık ihtiyacımıza karşılık feminist ilkelerimizi sürekli müzakere ederken buluyoruz. Transfeminizm trans kadınlar da dahil olmak üzere tüm kadınların heteroseksist ve ataerkil toplumsal cinsiyet kurallarını nasıl içselleştirdiğini ve davranışlarımızın küresel dolaylı anlamlarını incelemeye davet eder, aynı anda, ataerkil tanımıyla benzeşen kadınlıktan kendini temizlenmenin feministin sorumluluğu olmadığını belirtmek isteriz. Kadınlar verdikleri kişisel kararlarından dolayı -ki bu kararlar belli tipteki toplumsal cinsiyet kodlarıyla uyumlu olsa bile- toplumsal cinsiyet kodlarını yeniden üretmekle suçlanmamalılardır, bu tür saflık testleri eylemliliğimizi yok sayarak kadınları güçsüzleştirir ve trans olsun olmasın, kadınların büyük çoğunluğunu feminist harekettten soğutur. Transfeminizm dünyadaki kadın sayısı kadar çok kadın olma biçimi olduğu fikrine inanır, suçluluk duymadan kararlarımızı verebilmeliyiz. Bu amaçla, transfeminizm tek tek kadınların kişisel seçimlerinden dolayı suçlanmasına karşı çıkarken seçimlerimizi engelleyen veya daraltan sosyal ve politik kurumlara karşı çıkar. Gerçek feminist addetmek için bir kadının kişisel seçimler yapma özgürlüğünden vazgeçmesini istemek gereksizdir, hatta baskıcıdır, katı ataerkil yapının ideal kadınlığını aynı derecede katı biraz daha değiştirilmiş feminist olanıyla yer değiştirmesidir. Transfeminizm kadınlara kullanılabilir seçim çeşitliliğini sınırlayan kurumları inceler ve tartışırken kadınların kişisel seçimlerinin saygı gördüğü ortamları desteklemeye inanır. Erkek ayrıcalığı sorunu Bazı feministler, özellikle de bazı radikal lezbiyen feministler trans kadın ve trans erkekleri “erkek ayrıcalıklarından” yararlanmakla suçdılar. Erkekten kadına transseksüellerin oğlan çocukları olarak sosyalleştiklerini ve onlara erkek ayrıcalığı verildiğini öne sürdüler, öte yandan kadından erkeğe transseksüelleri erkek ayrıcalığına kavuşmak için kızkardeşlerini ortada bırakan hainler olarak nitelendirdiler. Transfeminizm bu eleştirilere cevap vermek zorundadır çünkü bazı feminist ortamlarda trans kadın ve trans erkeklere yapılan ayrımcılığı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır. Böyle bir tartışmayla karşılaşınca trans kadınlar tepkisel olarak hayatlarında hiçbir zaman erkek ayrıcalığına sahip olmadıklarını söylüyorlar. Onların hayatlarında erkek olarak doğmanın ayrıcalıktan çok külfet olduğuna inanmalarını anlamak çok kolay: çoğu erkek vücutlarından nefret ettiler ve büyürken oğlan çocuğu olarak yetiştirildiler. Sert ve erkekçe davranma baskısı altında ne kadar rahatsız hissettiklerini anımsadılar. Birçoğu oğlan çocuğu gibi davranmadığı için başka oğlan çocukları tarafından alay edildiler, zulme uğradılar. Utandırıldılar ve sıklıkla bunalıma girdiler. Yetişkinliklerinde bile, işlerini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini ve güvenliklerini tehlikeye atabilecek açığa çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar. Bununla birlikte transfeministler olarak, böyle basit bir tepki vermemeliyiz. Erkek ayrıcalıklarının bazı erkekler üzerinde diğerlerinden daha fazla etkisi olduğu bir gerçek olsa da erkek olarak doğan trans kadınların bundan hiç yararlanmadığını farzetmek imkansız. ��oğu trans kadın hayatlarının bir bölümünde (“kırık” olarak) erkek olarak “onaylanmıştır” ve örneğin, bu yüzden eğitimde ve işte daha iyi davranılmıştır, hoşlansalar da hoşlanmasalar da erkek olarak algılanmışlardır. Kendine güvenen ve rahat olmaları öğretilmiştir, bazı trans kadınlar cinsiyet geçişinden sonra bu “erkeklik” özelliklerini kendi avantajlarına kullanmıştır. Burada olan şey farklı toplumsal cinsiyet kimliklerimizden dolayı yaşadığımız baskıyla erkek ayrıcalığı yokluğunu sıklıkla karıştıyor oluşumuzdur. Erkek egemenliğinden hiçbir zaman yararlanmadığmızı söylemek yerine deneyimlerimizin trans olmanın dezavantajıyla erkek ayrıcalığı arasındaki güçlü etkileşimi gösterdiğini belirtmeliyiz. Doğumda atanmış cinsiyetiyle cinsiyet kimliği veya ifadesi birbirine uyan her kişinin na- trans olma ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, diğer tüm ayrıcalıklar gibi, buna sahip olanlara görünmezdir. Diğer ayrıcalıklarda gibi, bu ayrıcalıktan yoksun olanlar sezgisel olarak yokluğunda ne kadar çok acı çekeceklerini bilirler. Trans kadınlar hangi yaşta cinsiyet geçişi yapmış ve ne kadar süre kadın olarak hayatını sürdürmüş olmasına bağlı olarak erkek ayrıcalığından yararlanmış olabilirler ama aynı zamanda da trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşamaktadır. Trans kadınların diğer kadınlardan daha fazla ayrıcalığa sahip olduğunu iddia etmek iki eşin de erkek ayrıcalığına sahip olduğu için gey erkek çiftlerin heteroseksüel çiftlerden daha ayrıcalıklı olduklarını söylemek kadar cahilcedir. Trans kadınların ataerkiden arınmış cennet parçası alanlar olarak tasarlanan “sadece kadınlara açık” alanlara girmek istediğinde sıklıkla gerilimler çıkmaktadır. “Sadece kadınlara açık” alanların geçmişinin izi sınıfçılık ve ırkçılık gibi diğer baskı biçimlerinin sürdürülmesindeki kendi rollerini önemsemeyen, çoğunluğunu cinsiyetçiliği sosyal eşitsizliğin temeli olarak öncelik vermiş beyaz orta sınıf kadının oluştırduğu 1970’lerin lezbiyen feminizmine kadar sürülebilir. Cinsiyetçiliğin kadınların hayatlarını diğer sosyal elementlerden daha fazla etkilediğini varsayarak, kendi yaşadıkları cinsiyetçiliğin etnik köken, ırk vs. bakmadan tüm kadınları –yani tüm trans olmayan kadınları kapsadığını zannediyorlardı.1970lerin radikal feministleri hakkındaki son eleştiriler sınıfçılık ve ırkçılığı görmezden gelmelerinin sonucu nasıl kendilerini beyaz orta sınıf kadınlar olarak ayrıcalıklı hale getirdiklerini işaret etmektedir. Bu anlayışa dayanarak, transfeministler erkek ayrıcalığı suçlamalarına inkar ederek tepki vermemelidirler. Beyaz olanlarımızın beyaz ayrıcalığından bahsetmesi gerektiği gibi biz trans kadınların da erkek ayrıcalığından –başkalarından daha fazla- yararlandığımızı açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. Transfeministler benzerliklere de saygı duyduğu kadar farklılıklara da saygı duyar çünkü kadınlar çok farklı sosyal çevrelerden gelmektedirler. Transfeministler kendi ayrıcalıklarıyla yüzleştikleri gibi na-trans kadınların da kendi na-trans (trans olmayan) ayrıcalıklarıyla yüzleşmelerini bekler. Kendi ayrıcalıklarımızı kabul ederek ve belirterek, trans kadınlar kadınlığın beyaz orta sınıf ölçütü tarafından geleneksel olarak yok sayılan ve “bayana yakışmayan” farzedilen başka gruplardan kadınlarla ortak alanlar oluşturma umidini taşıyabiliriz. Sapık olarak adlandırılırken ve kendimiz olduğumuz için saldırılırken ayrıcalık sorusundan kaçınarak bir kazancımız olmuyor. Karşıt özcülüğün yapısökümü İkinci dalga feminizm kişinin toplumsal cinsiyetinin biyolojik cinsiyetinden farklı ve toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu fikrini popülerleştirirken geriye sorgulanamaz gerçek fiziksel cinsiyet vardır inancını bıraktı. Cinsiyet toplumsal cinsiyetten farklıdır söylemi zorunlu toplumsal cinsiyet rollerini bozmak için kullanılan güçlü bir söylemdi fakat feministlerin problemin sadece yarısını sorgulamasına yaradı, dişi ve eril cinsiyetlerinin özünün doğallığını son günlere kadar bıraktı. Transfeminizm hem cinsiyetin hem de toplumsal cinsiyetin sosyal olarak kurgulandığını, üstelik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın kolaylık olsun diye suni olarak çizildiğini kabul eder. Toplumsal cinsiyetin bir sosyal kurgu olduğu kavramının kadının kapasitesine karşı geleneksel tutumları parçalamak için çok güçlü bir araç olduğu kanıtlanmışken biyolojik temele dayandırılarak belli ayrımcılık politikalarının veya yapılarının meşrulaştırılmasına yer açmış oldu. Ayrıca, fiziksel cinsiyetin kim olduklarının içsel algısından daha yapay ve değiştirilebilir olduğunu hissettirmesinden dolayı trans deneyimleri gerçekliklerini gösterememiştir. Biyolojik cinsiyetin bir sosyal bir kurgu olması soyut bir gözlem değildir: birçok interseks insanın içinden geçtiği bir fiziksel gerçekliktir. Anatomik özellikleri eril ve dişiye uymayan bireylerin varlığına toplum yer vermiyor, tıp uzmanları tarafından sakatlanıyor ve doğumda atanan cinsiyetlerine göre yetiştirilmeleri için yönlendiriliyorlar. İnterseks insanlara nasıl yaşamak istedikleri ve cerrahi müdahale veya hormonal “düzeltme” isteyip istemedikleri konusunda karar verme olanağı verilmiyor. Birçok interseks insan bu kadar büyük kararlarda cinsiyet kimlikleri doğumda atanan cinsiyetlerine uysa da uymasa da hiçbir söz haklarının olmamasını çok dehşet verici buluyor. İnterseks çocukların cinsiyet organlarının sakatlanmasını (klitoris sünneti, vs.) ortada doğru düzgün rıza olmadığı için vücut bütünlüğne karşı bir taciz olarak görüyoruz. Bu konu kişilerin cinsiyet kimliklerinin doğumda atanan cinsiyetlerine uyup uymamasıyla alakalı değildir, interseks kişilere vücutlarına ne yapacaklarına dair bir seçim verilip verilmemesiyle ilgilidir. Trans kişiler basit tıbbi standarta göre doğumda rızaları dışında onlara atfedilen cinsiyetten hoşnut değillerdir. Farklı trans bireyler vardır: bazıları kendini hem erkek hem kadın olarak veya hiçbir cinsiyet içinde tanımlamazken, bazıları da kendini tıbbi müdahele geçirse de geçirmese de tıp otoritelerinin belirlediği cinsiyetten farklı bir cinsiyetle tanımlar. Trans özgürlüğü kendimizi tanımlama hakkımızı tıp, politika ve din otoritelerinden geri almakla ilgilidir. Transfeminizm cinsiyet hangi şekilde atanırsa atansın bunun sosyal ve politik bir kurgu olarak görür ve kişilerin kendi cinsiyetlerini istedikleri biçimde atayabilecekleri ( hatta hiçbir cinsiyet atamayacakları) bir toplumsal sözleşmeyi savunur. Trans bireyler olarak politik olarak örgütlenmeye başlarken cinsiyet kimliğinin özcü kavramını kabul etmek baştan çıkarıcıdır. Bu klişe anaakım medya tarafından “erkek bedenine hapis olmuş kadın” veya tersi şeklinde popülerleştirildi. Bu stratejinin neden bu kadar çekici olduğu belirgindir, değiştiremeyeceğimiz biyolojik bir hatayla doğduğumuza toplumu ikna edersek daha kolay kabul edileceğizdir. Bu genellikle bizim için çok temel ve anlamlı olan kim olduğumuza diar içsel algımızla da uyumludur. Oysa transfeministler olarak yansımalarından dolayı bu tür baştançıkarıcılara karşı koyuyoruz. Trans bireyler genellikle fiziksel cinsiyeti akıl ve ruh cinsiyetiyle uyuşmayan olarak tanımlanıyor. Bu açıklama sezgisel olarak uygun olabilir buna karşın transfeminizm için problemlidir. Bir kişinin dişi akla veya ruha sahip olduğunu söylemek demek birbirinden belirgin şekilde farklı dişi ve eril akılların olduğu anlamına gelebilir ki bu kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılabilir. Cinsiyet kimliğimizi özcü bir yerden ele almak biyolojik özcülük kadar tehlikeli olabilir. Transfeminizm cinsiyet kimliklerimizi bize ne daha özgün, rahat ve samimi hissettiriyorsa ona dayanarak, yaşarken ve diğerlerine verili sosyal ve kültürel kısıtlamalar içersinde bağlıyken inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu hem cinsiyet kimliği doğumda atanan cinsiyetle uyumlu olanlar hem de trans bireyler için doğrudur. Tanınma ve saygı taleplerimiz bu referansla hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır. Karşıt bir özcülükle varlığımızı meşrulaştırmak yerine trasnfeminizm cinsiyet/toplumsal cinsiyet uyum kuralcılığındaki özcü kabulu parçalar. Feminizmin konusu olan beden algısı/farkındalığı Feministler olarak bedenlerimizle rahat, özgüvenli ve güçlü hissettiğimizi söylemek isteriz ama bu ne yazık ki trans kadınlar da dahil birçok kadın için geçerli değildir. Birçok transfeminist için beden imgesi konusu güvenlik ve rahatlık ihtiyacımızla feminist politikalarımızla çarpışan yerdedir. Çoğumuz aynadaki görüntüsünden o kadar rahatsızdır ve utanıyordur ki ya açılmayı tercih etmez ya da kadın kimliğimizle vücutlarımızı uyumlu hale getirmek için kıl aldırmaya katlanmak, hormon kullanmak ve cerrahi müdahaleler geçirmek zorundayızdır. Bu işlemler pahalı, acı verici ve zaman alıcıdır, kalıcı kısırlığa sebep olaibleceği gibi kanser riskini de yükseltir. Neden insanlar böyle insalık dışı bir uygulamayı seçer? Vücutlarımızı cinsiyet kimliklerimizle uyumlu hale getirme ihtiyacımızın doğuştan veya elzem olduğuna inanmak isteyebiliriz ama sosyal ve politik faktörlerin kişisel kararımızı etkilemediğini söyleyemeyiz. En önemli faktör toplumun zoraki ikili toplumsal cinsiyet rolleri uygulamasıdır. Kimliklerimiz içine doğduğumuz sosyal çevrenin ürünü olduğu için kişinin cinsiyet kimliğiyle fiziksel cinsiyeti arasındaki süreksizliğin toplumun ikili cinsiyet sistemi sürekli devam ettirdiği için problemli olduğunu söyleyebilir. Bir kişinin cinsiyeti/toplumsal cinsiyeti toplumda önemsiz bir faktör olsaydı trans bireylerin bedenini cinsiyet ikiliğine uydurma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmasa bile azalacaktı. Ancak bu muhakeme trans bireylerin kendi bedenleri hakkında karar vermelerine engel olmamalıdır. Trans kadınlar istismar, şiddet ve ayrımcılığa karşı son derece savunmasızdırlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmeleri için ne yapıyorlarsa yapsınlar suçlu hissettirilmemelidir. Transfeminizm bizi sosyal ve politik faktörlerin kararlarımızı etkilediği yolları göz önünde bulundurmaya davet eder ama bedenlerimiz ve cinsiyet kimliği ifadelerimiz hakkında ne karar verdiysek toplumdan buna saygı göstermesini talep eder. Kişilerin kendini rahat ve güvende hissedeceği şekilde nasıl yaşayacaklarını seçme hakkını savunurken katı toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsal zorlamasına karşı çalışmak çelişkili değildir. Ne de, istediklerinde kişilerin bedenlerini değiştirme kararlarını desteklerken sağlıklı bir özgüven geliştirmek için birbirimize destek sağlamada bir çelişki vardır. Her birimiz toplumun keyfi cinsiyet ve toplumsal cinsiyet varsayımlarına dogmatik olmadan meydan okuyabiliriz. Aynı zamanda bizden hayatımızıdaki her baskıcı etmene karşı çıkmamız beklenmemelidir, bizi yıpratır ve deli edebilir. Bildiğimiz gibi isyanımız normatif toplumsal cinsiyet sistemininin istikrarını bozmaya dönüktür. Çeşitli feminizmler, queer aktivizm, transfeminizm ve diğer yenilikçi hereketler ortak hedef olan heteroseksist ataerkinin farklı bölümlerini hedef alırlar. Kadına yönelik şiddet 1970lerden beri feministler kadına yönelik şiddeti kesinlikle münferit olaylar olarak değil tüm kadınları hükmü altına almak için ataerkinin sistematik işlevi olarak tanımlamışlardır. Transfeminizm birden fazla baskıdan muzdarip diğer kadınlar gibi trans kadınların da na-trans kadın ayrıcalığına sahip olanlara oranla şiddete karşı daha korunmasız olduğu gerçeğine dikkat çeker. Öncelikle trans kadınlar kadın olarak yaşadıkları için hedef seçilirler. Kadın düşmanı bu toplumda kadın olmak çok tehlikelidir ama ev içi ve cinsel şiddetin hedefi olduğumuzda bazı etmenler bizi daha da savunmasız yapar. Örneğin, bir adam bir trans kadına saldırdığında, özellikle de tecavüz etmeye çalıştığında kurbanının bir zamanlar ya da hala “erkek” anatomisine sahip olduğunu keşfedebilir. Bu keşif homofobi ve transfobi etkisiyle ateşlenmiş daha şiddetli bir saldırıya yöneltebilir. Trans kadınlar trans oldukları anlaşıldığında erkekler tarafından saldırıya uğruyorlar. Seks işçilerinde olduğu gibi trans kadınların -özellikle de mağdur seks işçiliği yapan bir trans kadınsa- anaakım medya ve otoriteler katilleri de bulmak konusunda daah isteksiz oluyorlar. Düşük özgüvenleri ve negatif vücut algısından dolayı sevgililerininin sözlü ve duygusal saldırılarına daha savunmasızdırlar. Bir saldırgan için bir trans kadını çirkin, utanmış, değersiz ve deli hissettirmesi çok kolaydır çünkü bu mesajların aynısını toplum uzun yıllar boyunca ona söylemişti. İstismarcılar kadınların kendi kimliklerini ve deneyimlerini –ki trans kadınların muhtemelen savunmasız olarak başladığı- tanımlama yeteneklerini ellerinden alarak ev içi şiddetten paçayı kurtarıyorlar. Trans kadınların istismarcılarını bırakmaları daha zor oluyor çünkü iş bulmaları daha zor ve eğer çocukları varsa istismarcı eşi boşayınca çocuklarının velayetini alamayabiliyor. Dahası trans kadınlar queer oldukları için hedefteler. Homofobik kişiler nefret suçları işlerken gey mi trans mı ayırmıyorlar fakat trans kişiler geylerden daha görünür oldukları için saldırıya daha açık oluyorlar. Homofobik teröristler geyleri avlamak için onların yatak odalarına girip bakmıyor, algıladıkları cinsiyetin cinsiyet kodlarına uyup uymadığına bakıp avlıyorlar, genellikle de görünür anormal cinsiyetli olanları seçmekteler. Katilleri anaakım gazete başlıklarına çıkan her gey ve lezbiyen için, “açık” trans kişiden çok “açık” gey ve lezbiyen olmasına karşın bütün ülkede daha fazla trans insan öldürülüyor. Trans erkekler erkek rollerine tam olarak bürünmedikleri zaman zulmeden toplum tarafından ortaya çıkarılacakları korkusuyla yaşıyorlar. Trans erkeklere yönelik şiddet yabancılar kadar “arkadaşları” tarafından iç içe geçen misojeni ve transfobi yüzünden, toplumsal cinsiyet normlarını ihlal ettikleri için tekrar “kadın yerlerine” sokmak ve cezalandırmak için yapılıyor. İçinde yaşadığımız tehlike yüzünden, transfeminizm translara dönük şiddetin üzerine çalışılması gereken en önemli alan olduğuna inanır. Bazı sadece kadınlara açık organizasyonlara alınmamak bizi kırmış veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama gerçek anlamıyla bizi öldüren veya intihara sürükleyen bize dönük şiddet daha sık ve daha uzun süredir var. Başka seçeneğimiz yok fakat acilen harekete geçmemiz gerekmektedir. Bu bakımdan geleneksel eviçi şiddet sığınakları, tecavüz kriz merkezleri nefret suçu önleme programlarıyla ortak çalışmak gerekir. Hali hazırda bazı sığınaklar diğer kadınlar kabul ettikleri gibi trans kadınları kabul ederken bazıları çeşitli nedenlerle geri çevirmekte. Varolan bu kurumları neden trans kadınları kabul etmeleri ve hizmetlerinden yararlandırmaları gerektiği konusunda örgütlemeli ve eğitmeliyiz. Trans kadınların şiddete daha açık olmasının dışında trans kadınlarla na-trans kadınlara yönelik şiddet arasında bir fark olmadığını anlatmalıyız. Ayrıca trans erkeklere hizmet verilmesini de savunmalıyız. Transfeministler olarak bu kurumlardan sadece hizmet beklemek yerine buralarda çalışmalıyız da. Hizmet ağlarını genişletirken güvenliklerini korumak için kamufle yöntemi geliştirilmesine yardımcı olmaya gönüllü olmalıyız. Kendimizi ihtiyacı olan başka trans kadınlara kriz danışmanları ve dava yönetici olmalıyız. Çalışanlarını eğitmeleri için trans konularına özel atölyeler hazırlamalıyız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak feministlerin kadınlar için hazırladığı kendini koruma kursları gibi biz de trans kadınlara kendini koruma kursları hazırlamalıyız. Sığınaklarımızı baştan başlatmak belki bizim için çok zor olacaktır fakat kadına ve diğer cinsel azınlıklara karşı şiddetle mücadel edenlerle beraber çalışabiliriz. Ayrıca ekonomik şiddetten de bahsetmek zorundayız. Yüksek maliyetli cinsiyet geçişinden dolayı, çalışma alanında trans bireylere yönelik ayrımcılık çok yaygın olduğu için ve kadınlar daha az para kazandığı için trans kadınlar genellikle yoksulluk çekmektedir. Bu ayrıca trans kadınların istismarcı eşlerinin elinde bizleri istismar eden bu ilişki içinde tutmak ve kontrol etmek için daha çok baskı uygulaması demektir. Transfeminizm asynı anda politik, sosyal ve ekonomi alanında transfobiyle olduğu kadar cinsiyetçilikle de mücadele eder. Sağlık ve üreme seçimi Çocuk sahibi olamayacak olan trans kadınların üreme hakları hareketiyle ilgilenmesi ironik görünebilir fakat transfeminizm kadınların seçme hakkıyla trans kadınların özgürleşmesi arasında sıkı bağlar görür. Öncelikle, toplum trans varlığımızı üreme organlarımızla uğraştığımız için damgalar. Cinsiyet organlarıyla oynamayan estetik ameliyatları cinsiyet greçişi ameliyatlarından daha fazla gerçekleştirilmesine karşın hiçbiri aylarca psikiyatrik gözleme tabii tutulmazlar. Ne de estetik ameliyat olanlar televizyon şovlarında alay edilmez ve küçümsenmezler. Kendi seçimlerimiz üzerindeki bu histerinin bir bölümü üreme organlarımız üzerindeki özgür irademize karşı toplumun tabusu ile ateşlenir: kürtaj olmak isteyen kadınlar gibi, bedenlerimiz savaş alanları haline getirilir. Buna ek olarak, trans kadınların kullandığı hormonlar na-trans kadınların kullandığı doğum kontrol ilaçları, ertesi gün hapları ve hormon tedavisinde kullanılan ilaçların aynısını veya aynı kimyasal birleşimleri kullanmaktadırlar. Trans kadınlar olarak östrojen temelli ilaçların güvenliği, maliyet ve ulaşılabilirliği konularında na-trans kadınlarla aynı endişeleri taşıyoruz. Bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınlar birleşmelidir. Tabii ki üreme seçimi sadece doğum kontrol ve kürtaj olmayla ilgili değil, mecburi kısırlaştırmaya karşı koymayla ve kürtaj olanağına ulaşamayan kadınlarla da ilgilidir. Aynı şekilde transfeminizm interseks kişiler için tavsiye edilenler de dahil olmak üzere hormon tedavisi ve cerrahi müdahaleyi ret etme hakkı ve toplumun bizi kendimiz olarak kabul etmesi için mücadele eder. 1980’lerde lezbiyenler üreme hakkı için çalışan kurumlardan amaçlarıyla alakaları olmadıkları düşünülerek uzaklaştırıldılar. Seçme hakkı ne sadece heteroseksüel konusu ne de na-trans konusudur, esasen kadınların kendi bedenleriyle ne yapacaklarına karar verme hakkına sahip olmalarıyla ilgilidir. Transfeministler üreme hakkı için çalışan kurumlara katılmalı ve seçim için gösteri yapmalılar. Bir kadının hamileliği hakkında verdiği karara saygı göstermeyen toplum cinsiyet kimliğimizle bedenimizi uyumlu hale getirmek için yaptırmak istediğimiz cerrahi müdahaleler hakkındaki kararımıza da saygı göstermeyecektir. Reçetesiz hormon kullanmaktan veya cinsiyet geçişi ameliyatları için denizaşırı ülkelere gitmekten korkuyorsak, yasal olmayan kliniklerde kürtaj olmaktan korkan kadınlarla kendimiz özdeşleştirebiliriz. İlaveten, transfeminizm kadın sağlığı hareketinin deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Saqdece kadınları ilgilendiren, göğüs kanseri gibi konulardaki araştırmalar gökten zembille inmedi. Dinamik aktivizm ve akran eğitimiyle bu konular ciddiyetle ele alınmaya başladı. Geçmişte tıp kurumunun kadın sağlığını ilgilendiren konuları yeterli seviyede ele almadığı göz önünde bulundurarak transfeministler güç sahiplerinin trans kadınların sağlığını ciddiyetle ele almasını bekleyemez. İşte bu yüzden kadın sağlığı hareketinin içinde olmalı ve genişlemesini sağlamalıyız. Kadın sağlığı hareketindeki benzer deneyimler cinsiyet kimliğinin hastalık olarak tanımlanması üzerindeki stratejik çelişkiyi çözer. Yıllardır, trans bireyler tıbbi müdahaleler için önkoşul olan “cinsel kimlik bozukluğu” tanımının hastalık olmaktan çıkarılmasını talep etmek ya da etmemek konusunda kendi aralarında tartışıyorlar. Bir hastalık olarak tanımlanan “cinsel kimlik bozukluğu” bazılarımızın gerekli cerrahi müdahaleleri yaptırmalarını sağlarken aynı zamanda da bizleri damgaliyor ve irademizi ret ediyor. Modern tıbbın feminist eleştirisinden önce, eril merkezli düşünceye göre düzenlenen tıp kurumları tarafından dişi bedenler “anormal” olarak görülmüş ve hamilelik, regl, menopoz gibi kadınların sıradan deneyimlerini hastalık olarak tanımlamışlardır, kadın sağlığı hareketi tıp kurumlarını bu deneyimlerin sıradan insan deneyimleri olaqrak kabul etmesi yönünde zorlamıştır. Transfeminizm, transseksüelliğin bir hastalık veya bozukluk değil, hamillelik gibi insana ait sıradan bir deneyim olduğunda ısrar eder. Bu nedenle “cinsel kimlik bozukluğunu” hastalık tanımından çıkartırken trans kişilerin tıbbi tedavilere ulaşımının kolaylaştırılmasını istemek tutarsızlık değildir. Eyleme çağrı En çok reddedilmeyi feminist topluluk içinde veya dışında yaşamış olsak da, en yakınımızdakiler yine feministler, lezbiyenler ve queer toplulundakiler oldu. Transfeminizm kimin “kadın” kategorisine girip girmediği üzerine entelektüel tartışmalar yapmanın gereksiz olduğunu söyler: şimdi harekete geçmeli ve ortaklıklar oluşturmalıyız. Hergün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya ve istismara uğruyoruz. Ne kadar çok onaylansak da kadınlar saldırı altındayken trans varlığın sosyal görünmezliği bizi koruyamayacak. Kadınların nasıl davranması gerektiğini söyleyen toplumsal kurallara uyarak kazanamayız, na-trans kadınlar kadar feminizme ihtiyacımız var. Transfeministler feminist öncüllerinin gelenekleriyle gurur duyar ve onların mücadelesine kendi hayatlarında devam ederler. Transfeminizm, katı cinsiyet hiyerarşisi yüzünden varlığımız problem haline getirildiği için toplumun her cinsiyetten bireye eşit davranması durumunda, cinsiyet geçişi halindeki kimliklerin onurlandırılacağına inanır. Bu yüzden hayatta kalmamız ve onurlu olmamız için feminizm içindeki yerimizi tehditkar veya işgal eder halde değil, arkadaşça ve işbiliği içinde talep etmeliyiz. Bazı feminist kurumların şüphe ve reddetmeleri birçok kere kendilerine “pro-feminist” diyen erkekler tarafından ihanete uğratıldıkları için doğaldır, bizim harekete istikrarımızla ve bağlılığımızla transfeminizm feminizmi daha kapsayıcı olmaya yöneltecektir. [1] na-trans benim İngilizcedeki cisgender’a karşılık önerim, ayrıca gayritrans gibi br kelime de aklıma geldi amak kulağımı tırmaladı; trans olmayan anlamına geliyor. çeviri: aligül
0 notes
trans-feminizm-nedir-blog · 12 years ago
Text
Yoldaş Söyleşiler -Berfu Şeker
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Feminizmle ne zamandır haşır-neşirsiniz?  Hem feministim hem de LGBT aktivistiyim. Kendimi feminist olarak tanımlamaya başlamam en fazla 5 yıl öncesine dayansa da aslında küçüklükten beri feminizme yakın oldum. Duygu Asena kitaplarının çoğunu ortaokul hazırlık döneminde okumuştum ve çok etkilenmiştim. Cinsiyet mevzularıyla da baya başım dertteydi. Dayatılan heteroseksüellik ve kadınlık normlarıyla ilgili hep bir “yerim dar” hissi içerisindeydim. Yüksek Lisans yapmaya beni iten en önemli nedenlerden biri de feminizme daha çok kafa yorma isteğimden kaynaklandı diyebilirim. Daha sonra da Amargi’ye girdim. Oradan İFK, Lambda ve İllet’in içinde de olmaya başladım ve biraz daha aktivizm alanım genişledi.
  Feminizmin kavramsal sınırlarını çizerken LGBT bireyler bu sınırların neresine düşüyor? 
Tam göbeğine düşüyorlar bence. Benim bildiğim, algıladığım feminizm, bedenlerin normatif cinsiyet ve cinsellik gibi iktidar araçlarıyla tahakküm altına alınmasını sorunsallaştırır. Tabii ki de bütün mesele ikili bir cinsiyet sisteminin yaratılmış olması, bu ikili cinsiyet sistemine göre bedenlerin düzenlenmesi, aralarında bir asimetri oluşturulması ve aile kurumu aracılığıyla bu asimetrinin sabitlenmeye çalışılmasından çıkıyor. Feminizm bu ikiliğin içerisinde kendisine “kadın” denilen ve bu asimetrinin dezavantajlı tarafı olarak belirlenenlerin isyanıdır. Ama bu isyan sadece bireylere yönelik olamaz. Bu isyan bunun böyle olması gerektiğini söyleyen, yani “kadın” olarak cinsiyetlendirilenlerin ezilmesi, güçsüzleşmesi ve susmasını telkin eden çoklu bir iktidarlar ağına karşıdır. İktidar sadece cinsiyet normlarını dayatarak değil, cinsellik normlarını da (üremeye dayalı, evlilik içi cinsellik) dayatarak, bize hangi pozisyonda sevişmemiz gerektiğinden tutun, kaç çocuk doğuracağımıza kadar bedenimiz, arzumuz ve hazzımızla ilgili ne yapacağımızı dikte etme ve “kadınlık” ve “erkeklik” hallerinin ve cinselliklerinin norma uyup uymadıklarını denetleme gayretindedir. Tabii heteronormativite ya da patriyarka sadece dikte etme aracılığıyla işlemiyor, özneler olarak dile geldiğimiz andan itibaren bizi biz yapan, içselleştirdiğimiz bir takım eylemleri ve edimleri kurarak işliyorlar. Tahakkümün bu kadar başarılı olabilmesinin sırrı da burada. Yani bizi özne kılan şeyler aslında bu iktidar süreçleri ancak tabiî ki süreçler hiçbir zaman tam anlamıyla işlemiyorlar, aradaki çatlaklardan direniş imkânları yakalayabiliyoruz.
Uzun lafın kısası, bu hiyerarşide yalnız kadınların değil, “kadın” ya da “ona benzer” olanların ve cinselliği heteroseksüel normların dışında yaşayanların toplumda en ağır şiddete maruz bırakılan kişiler olduğunu görebilmek lazım.  LGBT mevzularının feminizme içkin olduklarını ve feminizmin kendi içinde örgütlenebilecek iktidar yapılarına karşı da (misal transfobi, heteromerkeziyetçilik) mücadele etmek için çok önemli olduklarını teslim ederek, eşcinselliğin ve transseksüelliğin ancak ağza alınabilecek birer küfür sayıldığını ve kadın cinselliğiyle paralel bir yerden aşağılanıp, şiddete maruz bırakıldığını görebilmek gerekiyor. Yani feminizmin bence daha kapsamlı bir yerden “normal” kabul edilmeyen, “namus kirleten” her türlü cinsiyetliliğin ya da cinselliğin yıkıcı gücüne dair politikalar geliştirmesi gerekiyor. Kısacası feminizm sadece biyolojisinden dolayı cinsiyeti kadın olarak atanıp, kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet performansını sergileyenlere değil, cinsiyeti normlara uymayanların cinselliklerinin de kesiştiği bir hatta beden politikası yapabilmeli.
Tabii ki de her şeyi feminizm çözer demek istemiyorum, bazı şeyleri çözmekteki başarısızlığı malum. Örneğin cinsellikle ilgili bir direniş hattı kurmakta queer teorinin varlığı hepimizi çok rahatlattı, feminizme de çok önemli açılımlar sağladı. Feminizm queerleşsin, queer de feministleşsin yeter ki. İki teorinin birbirine katacak çok şeyi var. Benim arzum ve düşüncem böyle… Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir? Ben feminizmin kuramına o kadar vakıf olmadığım zamanlarda dahi feminizmi hiçbir zaman bir ikilik üzerinden algılanması gereken bir teori ve pratik olarak görmedim. Hele ki kuramla daha fazla hemhal oldukça böyle bir yaklaşımın mantığı bana daha da abes gelmeye başladı. Hiç Foucault/Butler ekseninden yola çıkmadan, yani biyolojik cinsiyetin inşa olduğu meselesine girmeden bile—yani feminizmin sırf toplumsal cinsiyetin bir inşa olduğu tespitinden yola çıksak bile—cinsiyet tezahürlerinin böyle bir ikilik üzerinden konuşulması ya da mücadelenin bu ikiliğin üzerinden verilmesi gerektiği düşüncesi o tespitin kendisinin içinin boşaltılması anlamına geliyor bence. Kaldı ki, bu ikiliğin üzerinden konuşalım diyen feminizm sadece transgender özneleri değil, aynı zamanda eşcinselliği de dışarıda bırakıyor. Cisgender heteroseksüel kadınlarla, cisgender heteroseksüel erkekler arasındaki hiyerarşiden yola çıkılarak politika yapılıyor,  dolayısıyla eşcinsel/biseksüel kadınların sırf kadınlıklarından dolayı değil ama eşcinselliklerinden dolayı iktidarla girdikleri çatışma ve ezilme biçimleri görmezden geliniyor. Aynı şekilde bu kadınların cinselliklerinden ötürü toplumsal cinsiyetle girdikleri başka ilişkilenme biçimleri çok indirgemeci bir yerden yani patriyarkanın yeniden üretimi olduğu düşüncesinden yola çıkılarak değerlendiriliyor. Feminist hareketin içerisinde fazlasıyla lezbiyen ve biseksüel kadın bulunmasına rağmen feminizmin eşcinsellikle ilgili hala bir iki slogandan ve destekçi olmaktan öte bir siyaset yürüttüğünü düşünmüyorum. “Bunu da LGBT’ler yapsın, konu cinsellik ne de olsa, bizim daha mühim işlerimiz var,” diye düşünülüyor sanki.
  Feminist hareketin amacı sadece kadınlara yönelik hak temelli siyaset mi üretmektir? Yoksa dönüştürücü bir cinsiyet politikası mı amaçlanır?  Benim feminizmim hak temelli bir feminist politika değil. Aynı şekilde LGBT aktivizmine de hak temelli bir yerden bakmıyorum. Bu işlerle ilgilenen başka örgütlenmeler olabilir. Bence anayasa çalışmaları da çok değerli… Kadın hakları ve LGBT hak ve özgürlükleri savunucuları devletle böyle bir ilişki içersine girip, Türkiye’de yerlerde sürünen kadın ve LGBT hakları ve eşitlik mevzuları ile ilgili iyileştirici çalışmalar yapabilirler. Buna bir itirazım yok. Ama benim yürütmek istediğim direniş biçimi farklı. Ben feminist mücadeleyle de LGBT mücadelesiyle de queer bir yerden ilişkileniyorum. Çok dar alanlara kısıldık, bence iktidarın elinden almamız gereken çok şey var ve bunları “devlet adamları”yla masaya oturarak elde edemeyiz. Hak temelli bir siyaset sonucunda belki bazılarımız için bir şeyler iyileşir ama bu daha özgür bir dünyaya giden kapıların açılacağı anlamına gelmez. Sonuçta böyle bir mutabakatın bir ucu da asimilasyona gider. Benim içimde çok daha radikal şeyler yapma isteği var. Elimizdeki ufacık kalelerimizi bile düşürmeye çalışan kocaman bir yapı var karşımızda ve ona karşı mücadeleyi mümkünse en ters hareketi, en kıl hamleyi, en büyük ihlali gerçekleştirerek başarabileceğimizi, bizi köşeye sıkıştırmaya, asimile etmeye çalışanlarla böyle mücadele edebileceğimizi düşünüyorum. Hiç pasifist değilim, cidden bu yapıları militan bir siyasetle ve in your face varoluşlarla “yoz”laştırabileceğimizi düşünüyorum. Bu aslında “Cinsiyet sizin değil beyler, ayrıca iki tane de değil, beş tane de değil, başa çıkamayacağınız kadar fazla”yı tecessüm halinde görünür kılmak. Ya da sürtüklüğü, ya da “am”ı toplumsal olarak, hetero-patriyarka içerisinde konumlandırıldığı yerden alıp, cinselliğin çokluğunu iktidarın suratına çarpmak.  Benim dönüştürücü politika anlayışım böyle.
  Bu amaç bağlamında LGBT bireyleri bu hareketin neresinde görebiliriz?
Ön saflarda, LGBT bireyler kendi cinsiyetçiliklerinden ve misojinilerinden arındıkları veya en azından arınmaya gönüllü oldukları noktada zaten bence (bencesi fazla bile) bu hareketin öznesiler.
  Feminist metodoloji yapı eleştirisine mi yoksa kişisel deneyimlere mi dayanmalıdır? Bu bağlamda farklı deneyimlere sahip LGBT bireyler ve kadınlar ortak bir yapı eleştirisinde, mesela ataerkillik ve muhafazakarlık karşıtlığında buluşabilirler mi?
İkisi de feminizme lazım. Ancak yapı analizini/ eleştirisini, kuramı odağına almadan ve kişisel deneyimlerden yola çıkarak hareket eden bir feminizm birilerinin deneyimini evrenselleştirme hatasına düşebilir. Keza bunun örneklerini gördük. Malum. 3. Dalga’nın da en önemli eleştirilerinden biri bu. Yani sen bir grup heteroseksüel, orta sınıf ve beyaz kadının deneyimlerinden yola çıkıp da bir mücadele inşa etmeye çalışıyorsan,  bu hareket gümler çünkü özgürleştirici olmaktan ziyade kendi içinde sorgulanmayan bir takım iktidarlar üretir. Aynı şekilde beyaz, burjuva ve muhafazakâr eşcinsellerin deneyimlerinden yola çıkan bir LGBT siyaseti de ezme/ezilme ilişkilerine dair nitelikli bir söz üretemez. Dolayısıyla deneyimlerin getirdiği birikimden de tabii ki de faydalanarak, ancak bunları kuramsal bir çerçeveye oturtup, genellemeden ve evrenselleştirmeden bir yapı eleştirisine giren feminizm hetero-patriyarkanın tahakkümündeki bireyleri özgürleştirecek ve güçlendirecek araçlar sağlayabilir. Bu anlamda ataerkillik ve muhafazakârlık bağlantısı önemli… Şimdi bakıyoruz, eril, muhafazakâr bir iktidar var; kadınlara kaç çocuk doğurmalarından, nasıl doğurmaları gerektiğine kadar söz söyleyen, kürtajla ilgi bir sürü düzenleme ve kontrol mekanizması kurmaya çalışan bir baskı sistemi var. Öte yandan pornografi meselesi var. 2005’ten beri uygulanmakta olan Türk Ceza Kanunu’nun Müstehcenlik Maddesi’ne göre “Anal, oral, grup seks, lezbiyen, homoseksüel ilişki ve ensest”, doğal olmayan ilişki biçimleri olarak sayılıyor ve bu tür ilişkilerle ilgili her türlü görüntünün yayınlanması ve bulundurulması suç sayılıyor. Geçenlerde Yargıtay 14. Ceza Dairesi, içerisinde “doğal olmayan” anal ve oral ilişki görüntüleri olduğu gerekçesiyle porno cd satan bir şahısa verilecek cezanın arttırılması talebiyle tekrar gündeme geldi. Bu mahkeme aynı zamanda, 26 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç’nin bütün bu adamlarla kendi rızasıyla birlikte olduğuna kanaat getiren mahkeme. Burada eril, heteronormatif ve muhafazakâr bir iktidarın hedefi altında kimlerin olduğu açıkça görülüyor bence. Bu iki alanın, bu coğrafyada birbiriyle nasıl kesiştiğini ve birbirini tamamladığını görmek çok da zor değil. Dolayısıyla birlikte bir yapı eleştirisine girmek de kaçınılmaz.
  Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler mi oluşturmalıdır? Bu farklı deneyimler ortak bir düzlemde mücadele etmeye engel midir?  Ben farklı deneyimlerin ayrı örgütlenmesinin değerli olduğuna inanıyorum. Ama aynı zamanda farklı deneyimlerin, farklı politikalar yürüten örgütlenmeler içerisinde de yer alarak, o alanları dönüştürme çabalarının da aynı derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin anarşist hareket içerisinde feministlerin varlığı ya da LGBT’lerin Kürt hareketi içerisinde yer almaları önemli örnekler. Yani farklı deneyimlerin farklı örgütlenmelerde olmalarını politik açıdan gerekli görsem de ben mutlak ayrılıkçı bir siyasete de inanmıyorum. İktidar çok merkezli ise, işlediği kanallar sadece cinsiyet, cinsellik vs. üzerinden de değil. Daha doğrusu başka iktidar mekanizmalarının cinsiyet ve cinselliğin oluşumunda nasıl rol oynadıklarını görebilmek de çok önemli… Dolayısıyla iktidarın bazı kimlikleri, bazı varoluşları dışkılamak üzere örgütlediği mekanizmaların kesişim kümelerinin farkında olmak lazım. Irk, din, sınıf, sakatlık, göç, militarizm vs. gibi unsurların yol açtığı diğer ezilme biçimlerinin bizi nasıl cinsiyetlendirdiği ve bunun toplumsal cinsiyet veya farklı cinsel pratiklere nasıl etki ettiği  konusunda da geniş bir farkındalık ve eylemlilik vizyonuna sahip olmamız gerekiyor. Yani farklı ezilme biçimlerinin, sadece dirsek temasında bulunarak değil, daha iç içe bir “queer yoldaşlık” anlayışı içerisinde örgütlenmesinin daha yıkıcı ve dönüştürücü bir direnişe imkân tanıyacağını düşünüyorum. Dolayısıyla farklı örgütlerin böyle bir farkındalık içerisinde oldukları noktada birlikte hareket etmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyorum.
  LGBT hareketi aynı zamanda feminist bir harekettir demek mümkün mü?
Değil diyebilirim sanırım. Nasıl “feminist hareket LGBT politikası yapar, homofobik ve transfobik değildir,” diyemiyorsak, “LGBT hareketi feministtir,” diyemeyiz bence.  LGBT hareketi içerisindeki pek çok lezbiyen ya da biseksüel kadın kendilerini feminist olarak konumlandırıyor olsalar da ya da aynı şekilde pek çok trans kadın/erkek de kendilerini feminist olarak adlandırsalar da, yine de hareket içerisinde geylerin baskın çıktığını görüyoruz. LGBT hareket içerisinde taciz, şiddet vs. gibi konularda yaklaşım değişebiliyor, ya da belki de nasıl davranacağını bilememe gibi durumlar olabiliyor. Ben hatta hareket içerisinde olsalar dahi bazı gey erkeklerin örtük de olsa bir misojiniye sahip olduklarını da düşünüyorum. Ama dediğim gibi feminizm de homofobi/transfobi meselelerini aşmış değil, dolayısıyla iki hareketin birbirinden öğreneceği çok şey var. Keşke bu kadar ayrı gayrı durulmasa da, daha çok ortak politikalar üretilmeye gayret edilse. 
5 notes · View notes
cevirieylem · 13 years ago
Text
Transfeminizm nedir?
Helen G. - the f word blog
“Cinsel kimlik uyumsuzluğum[1]”, transseksüelliğim ve cinsiyet geçişim, feminizm hakkındaki gelişen fikir ve inançlarım da dâhil olmak üzere, hayat, evren ve her şey hakkındaki fikirlerime farklı bakış açılarından şekil verdi. Ancak hala öğrenecek çok şey var. Örneğin, bir trans kadın olarak hayat tecrübem ve bir feminist olarak görüşlerim, ilkelerim ve inançlarım arasındaki kesişimlerin ve arakesitlerin doğası, içeriği, kapsamı nedir? İkisini bir ortak-yaşam içinde birleştirmek mümkün mü: bana daha çok uyan bir transfeminist anlatı mümkün mü, arzu edilebilir mi? Şu sıralar, bu tür sorular kafamı meşgul ediyor.
Bunun bir mücadele olduğunu söylemeliyim. Hayatım boyunca, bir şey öğrenmek istediğimde, işe konu hakkında bir (veya iki) kitap okuyarak başladım. Seçilen konu ne olursa olsun kitaplar her zaman temelleri sağlama oturtmamı sağlamıştır, “buradan başlamak” için uygun olmuştur.
Transfeminizm üzerine kitaplar mı? Basit bir İngilizceyle yazılmış bir tane bulmak kolay değil. Transseksüellik ve feminizm üzerine birçok kitap var ama buna karşılık transfeminizm üzerine birkaç tane var. Bu üç kategorideki kitaplar da bilimsel, akademik kaynak kitapları gibi gözüküyor ki beni aşarlar.
Tamam, internettekiler nasıl? Benim için bir başlangıç noktası olabilecek terim tanımı gibi bir şey yok mu? Birkaç sonuç var, o da Wikipedia’dan. Sayfa sonunda üç doküman daha var. (ç.n: sanırım bu sayfalar artık internet çöplüğünde) üçüncü metni anlayamadım bile ama özellikle Menacing Feminism, Educating Sisters metninde bayağı faydalı şeyler buldum. Fakat bu metin burada da paylaşmak istediğim yeni sorulara yol açtı.
Menacing Feminism, Educating Sisters basılmamış metni transfeminizmin en az iki görüşe sahip olduğunu söyleyen Transfeminist Manifesto’ya gönderme yapmış. “Birincisi feminist ilkelerin trans söyleme uygulanması, yerinde bir adlandırmayla ‘transseksüel feminizm’. Transseksüel feminizm temel olarak transseksüel kadınların kadın olarak kabul edilmesine dayanır”. İkincisi ise transfeminizmin kendisidir, “tüm kadınları da içeren, transseksüel deneyimleriyle ilgili belirli konularda ana-akım feminizm içinde transfeminizmi oluşturmaktır”.
İlk noktayla (trans kadınların kabulüyle) ilgili bir tartışmam yok, genellikle bundan yanayım. Fakat kendini kadın-doğmuş-kadın olarak tanımlayan bazı insanların aynı düşüncede olmadığının farkındayım, dolayısıyla, tartışma farklı ama bağlantılı olarak sadece kadınlara açık alanlara da uzatılabilir. (ayrıca Laura’nın gönderisine bakılabilir.)
İkinci noktadan (ana-akım feminizm içinde transfeminizmi oluşturmak) pek de emin değilim: dilim varmıyor söylemeye ama kulağa özcü gelmiyor mu? Tüm kadınları da içeren transseksüel deneyimleri nelerdir? Biyolojinin kaderimiz olduğu fikrine karşı mücadelemiz veya (toplumsal) cinsiyetimize bakarak değil karakterimize bakarak yargılanmak veya ölçülmek istediğimiz gibi ortak feminist amaçlarımız gerçekten de “deneyimlerimiz” olarak adlandırılabilirler mi? Bunun trans konularının feminizm içinde yerinin olmadığı düşüncesine cevap vermeye yardım edebileceğine inanmama karşın, hayır, adlandırılamaz. Öyleyse, bu paylaşılan deneyimler nelerdir? Bence, tabii yanlış da olabilirim, bu ortaklığın en bariz örneği kadınların yalnızca patriarkal toplumda yaşıyor olmalarından ötürü maruz kaldıkları adaletsizlikler ve eşitsizlikler olamaz mi? Aramızdaki tek bağlantı bu mu, yoksa başkaları da var mı?
Belki sürpriz olmayacak ama eğitimim, özellikle de başkalarından öğrendiklerim ve daha dar kapsamda tartışmaya açabildiklerim geçiş sürecimin önemli bir bölümüydü. (Yine Menacing Feminism, Educating Sisters) Şu alıntı çok çarpıcıdır: “Beni toplumsallaştıran kadınlar bana kız kardeşliğin ölçülü değil acımasız olduğunu öğretti”. Bu edinilmiş bilgi, bazı radikal feministlerin “trans kadınlar kamusal alana çok fazla hâkim oluyorlar” iddiasının sonucu mudur merak ediyorum. Yoksa geçiş sürecini atlatmanın bir parçası olan öz-inanç, özgüven ve öz-güvenlik formu mudur? Öyleyse, çoğunluğun faydalı bulduğu bu deneyim feminizm içinde yer bulabilir mi, yoksa daha geniş bir grubun anlayışına çevrilmesi gereken, trans kadın’a özel bir deneyim midir?  Bir hayatta kalma taktiği hür iradenin bir formu olabilir mi – neticede, hür irade en temel feminist ilkelerden biri değil mi?
Belki de eğitim, bir trans kadın olarak benim feminizmden öğrendiğim ve öğreneceğim tek şey değildir. Diğer trans kadınların sorunları ve deneyimleri de feministleri eğitmeye yardım edecektir, değil mi? Örneğin, geçiş kavramı –“karşı cinsiyetin biyolojik özelliklerine sahip olduğu için başkaları tarafından tamamen onaylanan biri olma yeteneği” –bazı feministler tarafından ikili cinsiyet sisteminin basmakalıp özelliklerini güçlendirmesi ve bu şekilde patriarkal sistemin desteklenmesi olarak görülebilir. “Dişilik/kadınlık ve feminizm” sorusu Julia Serano’nun kitabı Whipping Girl’de etraflı bir biçimde ele alınıyor. Deirdre Nansen McCloskey’nin, bazı trans kadınların neden basmakalıp kadınsı/dişi jestleri öğrendiğini anlattığı kitabı Crossing: A Memoir’dan bir alıntı yapmak istiyorum: “Öldürülmekten korunmak için, canım”. Bilhassa ben transseksüelliğim konusunda açığım, tamamen “geçiş” yapmamış olsam da utanılacak hiçbir şeyim yok, öncelikli ve en önemli durumum bedenimle olan ilişkimdir. Yine de, “sokakta yürümek bile halkı eğitmektir” cümlesiyle kesinlikle empati kurabilirim. Dolayısıyla, belki de, sorunlarımızın neden feminizm içinde bir yere sahip olduğu tartışmasında trans kadınların gerçekten de sunacakları iç görüleri vardır:  en azından, cinsiyet/toplumsal cinsiyet ayrılıkları, bunları nasıl ifade ettiğimiz konusunda kesinkes hemfikir olmak zorundayız. Ayrımcılığı kesinkes sona erdirmek istiyorsak hepimiz için doğru ortak payda bu olmak zorundadır.
Bu konunun ne kadar büyük olduğunu daha yeni anlamaya başladım: daha sosyal sınıf ve ekonomi konularının transfeminizmi nasıl etkilediği üzerine düşünmeye başlamadım bile. Şu alıntı (Menacing Feminism, Educating Sisters’dan) can alıcı bir noktaya temas ediyor: “Ekonomik yönden dezavantajlı olanlar ve görünüşte orantısız sayıda farklı ırktan/etnisitiden kişiler için kimlik ve bedenin yeniden inşası için gerekli olan para erişilmezdir. Bir görüşmeci, ‘ekonomi her trans aktivizmin ana temasıdır’ yazmıştı”.
Kimlik, cinsiyet/toplumsal cinsiyet, feminizm ve trans konularının farklı bakış açıları hakkında bilgi yetersizliğimin farkında olduğumu sezdiğim bir noktadayım ve bırak Transfeminizmin Birleşik Alan Kuramı türünden bir şeyi formülize etmeyi, bu durum bile tek başına bütün bunlar üzerine düşünmeye başlamamı zorlaştırıyor. Dolayısıyla, bu yazı bu konularda daha fazla şey öğrenmem için bir yardım isteğidir. Umuyorum ki, yol boyunca, ben -ve hatta bu yazıyı okuyan başkaları- ortaklıklarımızı daha net görmeye ve belki aramızda olduğunu düşündüğümüz bazı bariyerleri alaşağı etmeye başlayabiliriz. 
Kaynaklar:
Crossing: A Memoir (by Deirdre Nansen McCloskey)
Menacing Feminism, Educating Sisters (by Robert J. Hill)
Transfeminism: Let Her Rip (by Hanne Blank)
Whipping Girl (by Julia Serano)
Wikipedia
[1] Cinsel kimlik uyumsuzluğu:  İng. Gender identity disorder. Akıl hastalıkları tanı manüellerinde (DSM ve ICD) transseksüelliği tanımlayan maddenin başlığıdır. Tüm dünyada, birçok LGBT ve trans örgütü tarafından bu “hastalıklaştırmaya” karşı eylemler düzenlenmektedir. Kişilerin cinsiyet kimliğinin gayet farkında olduğu ve akıl hastası olmadıklarını tıp dünyasına ve devletlere anlatma çabasındadırlar.
7 notes · View notes
trans-feminizm-nedir-blog · 13 years ago
Text
TRANS MANİFESTO
Trans olmak doğal ve insanların birbirlerinden farklı ve her bir insanın biricik olduğunu gösterir. Bizler yaşadığımız sorunlar dışında birbirimizden farklıyız. Trans kadın ve erkekler herkesle, her şartta, her zaman eşittir. Biz translar aşağıdaki maddeleri iddia ve talep ederiz.
Bize ikinci sınıf vatandaş gibi davranılmasına izin vermeyeceğiz. Trans olduğumuz için utanmayacağız. Cinsiyetimizin, cinsiyet kimliğimizin ve cinsel yönelimimizin bizi tanımlamasına izin vermeyeceğiz. Herkesin kendisini kendisi gibi hissettiği cinsel kimliğine saygı duyacağız. Cinsiyet kimliğimizi ve cinsel yönelimimizi gizlemeye ve bizi saklamaya çalışan ideolojilerle karşı duracağız. Cinsiyet kimliğimizin ve cinsel yönelimimizin ve bize rağmen ifşa edilmesine izin vermeyeceğiz.  Cinsel kimliğimizi, yönelimimizi açıklamak ve bu durumu tolere etmek zorunda değiliz. Feminen, maskülen, çift cinsiyetli ya da cinsiyetsiz ve/veya daha farklı olabiliriz ve bundan asla vazgeçmeyeceğiz.
Sağlık ve sosyal hizmetlere erişimde cinsiyetçi, transfobik ve homofobik tavırlara izin vermeyeceğiz. Barınma haklarımızın önündeki engelleri kaldırmak için çalışacağız. Ev tutma ve yurtlarda yaşanan sorunlar da trans arkadaşlarımızla dayanışarak transfobik ayrımcılığı görünür kıracağız. Trans bireylerin belirli sokaklara çalıştırılmasına ve burada yaşamaya zorlanmasına karşı çıkıyoruz ve çıkacağız. Gettolar değil kentin tamamını istiyoruz. Eğitimin heteronormatif yapısını eleştiriyoruz. Eğitim alanının transfobik iklimi trans bireylerin eğitime erişimini engellemektedir. Eğitim alanında ayrımcılık ve insan hakları ihlalleri aynı zamanda istihdam ve kendimizi gerçekleştirme hakkımızı engellemektedir. İşe başvuru, işe alınma, terfi edilme, işten ayrılma süreçleri de dâhil olmak üzere her türlü transfobik, homofobik ve cinsiyetçi tutumları ifşa edeceğiz ve istihdam alanındaki her türlü ayrımcılıkla mücadele edeceğiz.
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin anayasaya eklenmesini sağlayacağız. Eğer bulunduğumuz şartlardan memnun değilsek sesimizi alçaltmayacağız. Ses çıkartmaya devam edeceğiz. Saygısız, ayrımcı yorumları ve davranışları kabul etmeyecek ve bunları değiştirmek için çalışacağız. Biz translar, insan hakları için çalışacak ve sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Sadece kendimiz için değil, herkes için bunu yapacağız.
  MAYIS 2011
7 notes · View notes
trans-feminizm-nedir-blog · 13 years ago
Text
Trans-Kadınların Önündeki Natrans Kadın Engeli
Cara - The Curvature
Geçenlerde, Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi (VRR) adında şiddete maruz kalan kadınlar ve çocuklarına destek, danışmanlık ve sığınma hizmetleri sunan bir grup, danışmanlık hizmeti vermek üzere trans kadınları işe almama hakkı olduğunu beyan eden davayı kazandı. Grup kınalar yakmakla yetinmeyip Jessica Cooper'ın davadan da bahseden trans haklarıyla ilgili makalesine binaen bağnazlıklarını daha bağnaz bahanelerle savunmaya kalktılar. Örgütün iki farklı temsilcisi tarafından bırakılan yorumlardan alıntılar şöyle:
"Kanada yargısının Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi'nin isteği yönünde verdiği karardan ötürü Cooper “erkek kardeşlerimin, kız kardeşlerimin ve benim herhangi bir kamusal alandan atılabilmemiz, sadece kendimiz olmak suçundan ötürü kovulabilmemiz, hiçbir sorumluluk üstlenilmeden tahliye edilebilmemiz ve umumi tuvaletleri kullanmaya cüret etmekten ötürü hakarete, tacize ya da şiddete maruz kalabilmemiz” var olan insan hakları yasasına göre yanlış ve uygunsuz, şeklinde açıklamada bulundu. Onun toplumun önyargıları konusundaki öfkesiyle empati kurabilsem de bunlar bize ya da eylemlerimize karşı açılan davanın sonucu değil. Çıkan karar Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım gibi kadın gruplarına ve aslında trans gruplarına kendi üyelerini belirleme konusunda yasal hak tanıyor. Ayrıca, tecavüze ve şiddete maruz kalmış kadınlar için yalnızca kadınlardan oluşan bir arkadaş grubunun önemli olduğuna inanıyoruz. Aşağıda davada verilen kararın daha doğru açıklaması bulunmaktadır: “İnsan Hakları Mahkemesi daha önceden hükmettiği üzere Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın eğitim programlarına yalnızca kız olarak doğup yetiştirilen kadınları dahil etmesi, Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın cinsel istismar kurbanı kadınlara danışmanlık sunma, eril şiddetle mücadele ve kadınların eşitsizliği konularındaki çalışmalarıyla mantıken bağlantılıdır. Mahkeme ayrıca Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın kararının iyi niyetle alındığını karara bağlamıştır.”
Bayan Cooper ve tüm transeksüellerin karşılaştıkları önyargıları ve sahip olmadıkları hakları okuduğumda çok üzüldüm. Çok cesur ve dobra bir makaleydi. Bayan Cooper'ın deneyimlerini bu şekilde paylaşmasını fazlasıyla takdir ediyorum. Ne var ki, Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın bağlam dışında ele alınmasından endişeliyim ve okurlara farklı bir başka bakış açısı önermek istiyorum. Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım eril şiddeti deneyimlemiş kadınlar için tamamı-kadın bir alan. Bu demek değildir ki örgüt erkek-düşmanı ya da transeksüel-düşmanı, bu yalnızca tamamı-kadın bir ortamda en rahat hissedip iyileşeceğini düşünen kadınların yardım ihtiyacını karşılamaya yönelik. Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım diğer pek çok örgütle birlikte çalışıyor ve tamamı-kadın politikasına sahip olmayan sığınak ve kriz merkezlerinin hedeflerini destekliyor. (Bütün vurgular bana ait)
“Feminizm”in Maşalı Eli “Femisit” retoriğin belli kadınları ezmek için kullanılmasından bıktım usandım. Kadınların sürekli kadınları ezmesinden bıktım. Beyaz kadınların renkli kadınları ezmesinden, heteroseksüel kadınların lezbiyen ve biseksüel kadınları ezmesinden, zengin kadınların fakir kadınları ezmesinden, vücudu sağlam kadınların sakat kadınları ezmesinden, genç kadınların daha yaşlı kadınları ezmesinden ya da daha yaşlı kadınların genç kadınları ezmesinden (belli şartlara gören değişen durumlarda), göçmen-olmayan kadınların göçmen kadınları ezmesinden – ve evet, bu bağlamda en uygun olan haliyle natrans kadınların trans-kadınları ezmesinden bıktım. Ve tabi bunu da feminizm adı altında yapmalarından...
Yukarıdaki her iki yazar da trans-kadınların cinsiyetlerinin aşırı inceliksiz bir biçimde silinmesi konusunda uzlaşıyorlar. Translar “üçüncü cinsiyet” muamelesi görüyorlar. Kadın değil – ama erkek de değil, bak ne kadar da açıkfikirliler! – yalnızca transeksüel. Trans-kadınların dışarıda bırakılmasının tamamı-kadın bir ortam yaratmak amacıyla olduğunu söyleyerek (ve ardından bunu mümkün kılmak için “kadın doğmak” saçmalığına sığınarak) tabi ki trans kadınların kadın olmadığını söylüyorlar. Onlar kadından sayılmıyor.
Kişisel olarak tecavüz krizi destek grubu ya da aile içi şiddet sığınma evleri bağlamında – özellikle danışmanlar açısından – tamamı-kadın bir ortam sağlama hakkını sonuna kadar destekliyorum. (ancak, kadınlara yöneltilmiş yalnızca eril şiddetin tartışılabildiği bir ortamı desteklemiyorum – kadınlar tarafından istismar edilen kadınların da desteğe ve hizmete ihtiyacı var.) Bütün hizmetler tamamı-kadın ortamlarda verilmiyor, biliyorum ve bu iyi; ne var ki tecavüz-sonrası danışmanlığı asla bir erkekten almak istemeyeceğim gerçeği değişmiyor.
Benim konumumla Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi'ninki arasındaki fark ne mi? Ben bütün kadınların trans geçmişi olsun ya da olmasın kadın olduklarına inanıyorum. Çünkü, bilirsiniz işte, onlar kadın.
Yukarıdaki örnek özellikle VRR'de danışmanlık yapmak isteyen bir kadınla ilgili olsa da, ben daha çok hizmet almak isteyip de reddedilecek kadınlarla ilgileniyorum. Çünkü VRR, hizmetlerini trans kadınlara sağlamıyor. Ve oldukça açık ki, bahaneleri yukarda hazır – kendi dünya görüşleri altında “dişi” trans-kadınları kapsamıyor ve gelin görün ki onların yarattığı alanın “tamamı-dişi”.
Anlıyor musunuz? Kadınlar ihtiyaç duydukları kriz danışmanlığını alamadığında, tecavüz ya da diğer şiddet edimleri sonrası iyi bir muamele görmediklerinde, partnerleri tarafından istismara uğrayanlar sığınma evlerine erişemediklerinde, kadınlar ölüyor.
Ölüyorlar. Biliyoruz. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden sığınma evlerinin açık kalması ve tecavüz kriz hizmetlerinin fonlanması için bu kadar sıkı çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu hizmetler ulaşılabilir olmadığında, istismar devam ediyor, acılar uzuyor, ve kadınlar ölüyor.
Sahi, hangi kadınlar ölünce üzülecektik? Ama sıklıkla görünen şu ki yalnızca doğru kadınlar ölünce ipliyoruz – eğer ölen, benim gibi bir natrans kadın ise (beyaz ve heteroseksüel, orta sınıf bir aileden gelme). Eğer ölenler trans kız kardeşlerimizse, çok daha az insan umursar görünüyor.
Feminizmin gayesi kadınların hayatının bir önemi olması değil mi? Yani, gerçekten asıl konuya gelirsek hani? Feminizmin eril baskıyla mücadele olduğu ya da kadınların sosyal eşitliğini emniyete aldığıyla ilgili şeyler diyebiliriz; ama neden bunları savunuyoruz? Çünkü inanıyoruz ki kadınlar ve yaşamları bir şey ifade ediyor ve korunmayı hak ediyor.
Aslında, burada kullanılan argüman suistimal edildi. “Kadınların güvende hissetmelerini istiyorlar” zırvası. Çünkü görünen o ki istismar görmüş önyargılı kadınların  duygusal güvenliği istismar görmüş diğer kadınların fiziksel güvenliğinden daha fazla önem arz ediyor.
Neden en savunmasız kadınlardan bazılarının hayatlarını korumakla bu kadar ilgilenmiyoruz? “Feminist” tercihlerimiz kadınların hayatlarına mal olduğunda neden sorumlu hissetmiyoruz? Neden?
Cevabı biliyorum, tabi ki. Bu transfobidir, bu trans-kadın düşmanlığır, bu doğuştanlık (natrans) egemenliğidir.
Anlamak zor değil; ama yine de durum daha az boktan değil. Feminist hareketin büyük bir kısmı halen bazı kadınların hayatlarını diğerlerininkinden öncelikli görüyor ve öncelikli olanlar hala en savunmasız olanlar değil. Öncelik suistimal ediliyor ve ezilme devam ediyor. Ve kadınlar hala ölüyor. Kadınlar ölüyor.
Ve bu durumu tamamen reddeden cis-kadınların/feministlerin/kadıncıların, bütün kadınların hayatlarının eşit öneme sahip olduğunu düşünenlerin çıkıp bu lanet şeyi söylemeleri gerekiyor.
*Natrans: trans-olmayan
çeviri: Kaosgl     düzeltme: Aligül
0 notes
trans-feminizm-nedir-blog · 13 years ago
Text
Anti-trans ‘feministler’, çok yanlış anlamışsınız
3P - The Scavenger
“Toplumsallaşmanın tam anlamıyla nasıl işlediğini sanıyorsun?”
Pro-feminist ateistler tarafından sorumlulukla ve sevgiyle büyütüldüm. Hatırlayabildiğim, en küçük yaşlardan beri etrafımdaki herkes bana zeki ve becerikli olduğumu söyledi. Noel’de genelde alet edevat ve kitaplar alırdım. Çocukluğumun ve ergenliğimin erken zamanlarının çoğunda erkek gibi kızdım ve hımm, bazı kızların dışında kimsenin bununla bir derdi yoktu. Bunun herkese değil sadece bana ait bir deneyim olduğunu fark ettim. Kısaca, birinin yüzüme kız olduğum için bir şeyi yapamayacağımı söylemesi son derece nadir bir durumdu.
(Bu kendimi bir şey zannetmeme sebep oldu. 12 yaşındaki benle tanışmalıydınız, en kibirli, gösteriş budalası küçük bir boktum. Ama neyse ne, öğreniyor ve büyüyoruz. Gerçi, hala biraz gösteriş budalasıyım.) Hiçbir zaman buna dayanarak feminist alanlardan ötelenmedim. Hiçbir zaman ailem cinsiyetçilik karşıtı diye buraya ait olmadığım söylenmedi. Kimse benim cinsiyetçi baskılanma veya genel olarak baskılanma deneyimimi ölçmeye kalkmadı. Hiçbir anlamı olmazdı. Hiç kimse aynı çocukluk deneyimlerinden geçmez, her kadın da cinsiyetçiliği farklı şekilde deneyimler. Bir sürü kadın, benim doğrudan yaşamadığım, ırkçılık, şişman fobi, sınıfçılık, transfobi deneyimlerini ve diğer şeyleri yaşıyor. Dünyayı farklı deneyimliyorlar ve özellikle cinsiyetçiliği benden tamamen farklı bir şekilde yaşıyorlar.
Yapısal baskının dışındaki konulara baktığımızda bile hepimiz farklıyız. O kadın monogam, ben değilim. Sen mühendislik okuyorsun, ben okumuyorum. Biri genç veya diğeri yaşlı. Feminizmin beyaz, orta sınıf kadar natrans kadınlar tarafından hâkim olunan biraz kötü bir tarihi var. Fakat bu hâkimiyet ve öteleme, çoğunlukla, beyaz ve orta sınıf olmayan kadınları ret edecek bir form almamıştır. (Bu feminizmin içindeki transfobinin diğer baskı biçimlerinden daha kötü veya daha güncel olduğu anlamına gelmiyor, sadece tüm baskıların farklı şekilde çalıştığını söylüyor.) İnsanların, hamile kalamadıkları veya regl olamadıkları için trans kadınların kadınlara ait alanlarda veya hareketlerde yer alamayacağını, çünkü kadın sağlığı ve üreme haklarının mühim ve merkezi feminist konulardan olduğunu söylediğini duydum.
Öyleler. Ama histerektomi [rahim alma ameliyatı] olmuş kadınların veya onları hamile bırakacak kişilerle yatmayan kadınların buraya ait olmadığını söyleyen hiç kimseyi duymadım.
İnsanların, trans kadınların “erkek gibi” olduklarını ve varlıklarının erkeklerden şiddet görmüş natrans kadınların travmalarını tetikleyebileceğini söylediğini duydum. Fakat erkeksi (butch) veya androjen (kadın ya da erkek olduğu görüntüsünden belli olmayan) natrans kadınların kadınlara ait alanlardan atılması gerektiğinin söylendiğini duymadım.
Trans kadınların kadınlara ait alanlardan ötelenmesiyle kadınlar arasındaki farklar silinemez. Silinememeli. Bu yanlış dayanışmadır.
“Gerçekten, cidden trans kadınların cinsiyetçi baskı görmediğini mi düşünüyorsunuz?” Trans kadınlar yüksek oranlarda evsizlik, cinsel ve fiziksel şiddet, depresyon ve kaygı, bağımlılık, yeme bozuklukları, cinsiyetçi nesneleştirme, fakirlik ve daha bir sürü şey yaşıyor.
Natrans kadınlar söz konusu olunca tüm bu kişisel problemlerin doğrudan ataerkiyle bağlantısını kurmakta sakınca duymuyoruz. Benzer problemlere sahip trans kadınlar söz konusu olunca bir öbek insan bu problemlerin onların kişisel sorunları olduğunu söylemekte beis görmemektedir.
Bir keresinde Sheila Jeffreys’in bir konferansına gitmiştim, trans kadınların aslında tecavüz edilmek için kontrol edebilecekleri kadın bedenleri inşa edecek boyutta kadına tecavüzü fetiş haline getirmiş mazohist adamlar olduğunu savunmuştu. Bu iddiayı mide bulandırıcı ve basılmaya teşebbüs edilmiş en kötü tecavüz özrü olarak bulmuyorsanız, o zaman sizin derdiniz ne bilmiyorum.
Eğer siz de trans kadınların her açıdan ve her ışık koşulunda ve tüm o önyargılarla tamamiyle natrans gözükmedikçe, ameliyat olmadıkça, kadınsı olmadıkça −ama çok fazla kadınsı da değil−nasıl tam da kadın olmadıklarını, “kadın” gibi kadın olmadıklarını ve ancak sessiz ve iyi olmaları ve ayrıcalıklı oldukları manasına gelecek şeyleri yapmamaları veya söylememeleri  şartıyla kadın olduklarını söyleyenlerdenseniz− özetle, feminist alanların ve hareketlerin sunduğu kaynakları hak etmedikleri türünden bir düşünceyi dolaylı olarak destekliyorsunuz demektir.
Bunların hiçbiri derinlemesine inceleme içermiyor ve hiçbiri kabul edilebilir değil.
3P, Avustralya’nın Melbourne kentinden, birkaç farklı feminist kolektife ve alana girmiş bir öğrencidir. Natranstır.
4 notes · View notes
trans-feminizm-nedir-blog · 13 years ago
Text
“Güldünya” Sahnesinde Trans Kimliğin Konumlanışı
Gizem, Semih / Güz 2008 - Feminisite
Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK)'ın BÜ'de Kadın Gündemi adlı bülteninin Güz '08'de çıkan 15. sayısında yayınlanmıştır.
Sanat alanında LGBTT bireylerin çalışmaları ve dertlerinin yansıtıldığı gösteriler, filmler, kitaplar, şarkılar ne yazık ki görünür değil. Oysa biliyoruz ki Türkiye’ de sayısız lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel sanatçı bulunuyor. Bu sanatçıların cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri üzerinden görünür olmaları ve deneyimlerini paylaşmalarının hem sanata hem de LGBTT hareketine katkısı olacağını düşünüyoruz. Biz de bu yazıyı sanat alanında çalışma yapan LGBTT bireyler olarak, dertlerimizi görünür kılmak, deneyimlerimizi aktarmak ve çalışmalarımızı kamusallaştırmak amacıyla yazıyoruz.
Namus da cinayet nedeni, nefret de…
Bu yıl 8 Mart Kadın Şenliği’nde sergilenen Sözümüz Var Şarkılarla dans müzik gösterisinde Feminist Kadın Çevresi’nden (FKÇ) ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden (BÜFK) dansçı ve müzisyen kadınlar “namus adına şiddet” teması etrafında şekillenen “Güldünya” adlı danslı sahneyi icra ettiler. Daha sonra aynı sahne bazı değişikliklerle BÜFK’ün Nar gösterisinde de sergilendi.[2] Namus kavramı kadını ya da erkeği bir şekilde etkileyen çetrefilli bir kavram; ancak biz bir kadın çalışması olan “Güldünya” sahnesinde konuyu kadına yönelik şiddet bağlamında sınırlandırdık. Bununla birlikte namus kavramının sık sık medyada yansıtılanın aksine sadece belirli bir coğrafyada ya da kültürde yaşayan kadınları değil, doğu-batı, Türk-Kürt, heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel demeksizin tüm farklı kadınları farklı biçimlerde mağdur ettiğini konuştuk ve sahne üzerinde de bu farklı kadınları görünür kılmaya çalıştık. Bu bağlamda sahnenin oluşum sürecinde tartışılan önemli konulardan biri de trans kadınların cinayetlerinin namus cinayeti olup olmadığıydı. Bu yazıda “Güldünya” sahnesinin sahne sorumlularından biri olarak sahnenin çıkarıldığı süreçte transseksüel cinayetleri hakkında yaptığımız tartışmaları aktaracağım.
LGBTT bireyler her geçen gün öldürülmeye devam ediyor. Kimi sadece eşcinsel, biseksüel travesti, transseksüel olduğundan, yani var oluşlarına karşı beslenen nefret yüzünden nefret cinayetleriyle; kimi ise ailesi, akrabaları, yakınları tarafından “namussuz” olduğu için öldürülüyor, öldürtülüyor ya da kendilerini öldürmeye itiliyor. Cinayetlerin nedeni olan nefret de namus da aynı algılardan besleniyor. LGBTT bireyler “sapıktır”, “deliktir”, “tiksinçtir”, “Türk ahlâkına aykırıdır”, “hastadır”, “kanları bozuktur”, “delikanlı olmayıp deliği kanlı olanlardır”[3]. Kısacası namussuz oldukları için nefret edilirler ya da nefret edildikleri için namussuz oluverirler.
Farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden kadınların namus üzerinden yaşadıkları baskı ve şiddeti görünür kılabilmek adına trans, eşcinsel ve biseksüel kadınların şiddet deneyimlerinin sahneye taşınabileceğini önerdik. Namus cinayetleri üzerinden düşünüldüğünde trans kadınların namussuz oldukları, bunun da ötesinde kimsenin namusu olmadıkları gerekçesiyle rahatça öldürülebildiğini biliyoruz. Trans kadınlar var oluşlarıyla namussuzdurlar, çünkü zaten bekâretleri olmayan dönmelerdir, zaten istendiği her zaman düzülmek için kadın olmuşlardır ve istenildiği zaman da dövülebilir, öldürülebilirler! Transların hayatları hiçbir kadınınkinden daha az değerli, öldürülmeleri de daha az meşru değildir. Bir kadının mini etek giydiği, eve geç geldiği ya da seks işçisi olduğu için öldürülmesi arasında bir meşruluk arayışı kabul edilemez. Translar da ataerkil iktidarın tahakküm mekanizmalarından olan namus kisvesi ile “tam” kadın olamayışları üzerinden dışlanıyor, şiddete uğruyor ve öldürülüyorlar. Bu bağlamda düşünüldüğünde namus cinayetlerinin işlendiği bu sahnede trans cinayetlerinin yer almasının önemli olduğuna karar verdik.
Diğer yandan farklı öznelliklerdeki kadınların, kadına yönelik şiddet deneyimi üzerinden beraber mücadele ederek güçlenebileceğini vurguladığımız “Güldünya” sahnesinde, kadınlar tarafından da ötekileştirilen transların deneyimlerine yer verilmesi, farklılıklar üzerinden de dayanışmanın mümkün olabileceğinin vurgulanması açısından önemli bir yerde duruyordu. Tüm bu tartışmaları yaparken bir arkadaşımızın trans kimliği ile bu çalışmaya katılmak istediğini söylemesinin hem bu dayanışma vurgusunun somutlaşmasında hem de daha samimi bir dil kurulmasında kuşkusuz büyük katkısı oldu. Var oluşları ataerkil sisteme tehdit oluşturan transların deneyimleri namusa karşı verilecek mücadelede kilit rol oynayabilir. Bir kadın çalışmasında transların deneyimlerinin konuşuluyor ve sahneye taşınıyor olmasının travesti ve transseksüel cinayetlerinin arttığı son aylarda kendileriyle dayanışmak adına önemli bir adımdır.
Sahnede de transseksüel...
Transseksüel kimliği kabul etmek, açılmak, bir kadın çalışmasına katılmak ve “namus adına şiddet” temasıyla şekillenen bir sahnede, öldürülen bir transseksüel kadını oynamak benim için kuşkusuz önemli adımlardı. “Güldünya” sahnesine transseksüel bir kadın dansçının eklenmesi, farklı kadınların (hatta “kadın olarak görülmeyen” bir kadının) sahnede yansıtılması fikrinin pratiğe geçirilmesi ve transseksüel kimliğe sahip bir insan için bir kadın çalışmasının deneyimlenmesi açısından iki ayrı şekilde ele alınabilir.
Üç yıldır BÜFK’te çalışmalar yürütüyorum. Bu süre içinde üniversiteye gelmem, kulüpte çalışma yapan feminist kadın arkadaşlarla karşılaşmam hâlihazırda kafamda yer alan cinsiyet kimliğime dair soruları kendime tekrar sormama fırsat yarattı. Uzun ve meşakkatli bir sorgulama sürecinin ardından transseksüel olduğumu kabul ettim. İçimde, bir yandan bireysel var oluşumu tanımlamamın, hayatta durduğum yeri bulmanın sevinci vardı, bir yandaysa şimdiye kadar sindirilen, ötekileştirilen, istenmeyen kadınlığı(mı) olabildiğince çok insana duyurabilme isteği. 
Türkiye’deki diğer transseksüelleri, yaşadıkları dışlanmışlıkları, şiddeti ve ayrımcılığı da düşündükçe bu konuda bir şeyler yapmak elzem duruyordu. Tam da bu noktada, çevremdeki feminist kadınların yürüttükleri 8 Mart çalışmalarına ucundan bucağından bir şekilde destek atmaya başlamıştım. Bu süreçte “Güldünya” sahnesi çalışması başlamıştı.
Sahnenin odağı, namus adına öldürülen kadınlardı. Bunu üzerine hem transseksüel bir kadın olarak bir kadın çalışmasının içinde bulunabileceğimi, hem de sahnede yansıtılacak farklı kadınlardan birinin transseksüel olabileceğini düşündüm. Kendi katılımımı diğer kadınlarla konuşup, öneriyi tartışabilmek adına çalışmalara katılmaya başladım.
Sadece kadınların emekleriyle şekillenen bir çalışma sürecinin içine girmek ve sahneye çıkan diğer kadınlarla aynı sahneyi paylaşmak transseksüel bir kadın olarak çevreme açılmamda ve görünür olmamda önemli bir yere sahip oldu. Ancak çalışma süreci içinde, itiraf etmem gerekir ki, bazı yabancılaşmalar yaşamadım değil. Mahalle günlerinde, lisede kadın arkadaşlarımın toplantılarında ben de kendimce yer alırdım. Bu ortamlardaki kadınlar beni ya çocuk ya da alternatif bir erkek olarak düşünüyordu; ama feministlerce kurulmuş bir kadın ortamına dahil olmak için kadın olmak ön koşuldu. Transseksüel olarak açılmam bu ortama dahiliyetimi de beraberinde getirdi ancak önceki kadın ortamları deneyimlerimin aksine, her şeyden önce bir kadın olarak bir kadın ortamında bulunacaktım ve bu benim için de çevremdekiler için de farklı bir deneyimdi.   
Bir yandan “resmi” olarak erkek olup erkeklere açık olan yurt ve umumi tuvalet gibi alanları kullanırken bir yandan günümün belirli zamanlarında kadınlarla bir araya gelip çalışmalar yapmaya başlamak, zamanla kadınlar ve erkekler arasında gidip gelen ikircikli hayat koşulunu da beraberinde getirmişti. Çalışma ortamında diğer kadınlar beni memnuniyetle aralarına kabul etmelerine rağmen, bu ikircikli durumun yarattığı psikolojiyle zaman zaman bocalıyordum. Örneğin çalışma süreci içinde, hiçbir zaman diğer kadınlarla soyunma odalarını paylaşmadım. Paylaşmayı tercih etseydim nasıl karşılanacaktı bilemiyorum, ancak feminist bir çalışmaya dahil olarak bile, “resmi” bir kadın olmadığımdan, resmi kurumların kadınlar için ayırdığı alanlara girmek benim için sorun oluşturabilirdi. Etrafımdaki insanlar beni transseksüel bir kadın olarak kabul etmişti ve sorunsuzca çalışmalarına dahil olmuştum, ancak bu benim hayatımda çok hızlı bir değişimdi ve bazı şeylerin rayına oturması belli bir süreci gerektirecekti. 
Yer aldığım Sözümüz Var Şarkılarla ve Nar gösterilerini izleyen insanlardan aldığım yorumlar birbirinden farklıydı. Sözümüz Var Şarkılarla gösterisini izleyen kadınlardan aldığım tepkiler genelde olumluydu, bazıları sahnede diğer kadınlar arasında beni fark etmemişti. Bazılarıysa“Göğüsleri olmayan mı o transseksüel arkadaşınız?” diye arkadaşlarıma sormuştu. Kimisi transseksüel olarak açılmayı ve böyle bir çalışmaya katılmayı bir deli cesareti olarak addetmişti. Ancak BÜFK’ün gösterisine gelindiğinde yorumlar biraz farklılaşmıştı. Kimisi kadın azlığı nedeniyle benim o sahneye eklendiğimi düşünmüş, kimisi kadın kılığına girmiş bir erkek olarak algılamıştı, ama ben kadın kılığındaki bir kadındım.
Kuşkusuz kurulan ortamların farklılığı; izleyicilerin, dansçı ve müzisyenlerin bir gösteride sadece kadın, diğerinde ise karma olması; sahne üstü gerçeklik içinde görünür olan bir transseksüele dair farklı yorumlar geliştirmeyi gerektirmişti. 8 Mart’ta kurulan kadın ortamı içindeki kadınlar, sahnedeki transseksüeli fark etmeseler de, diğer kadınlardan ayırmamışlardı. Ancak BÜFK’ün gösterisinde karma bir ortamda bulunan insanlar sahnede yansıtılan transseksüel kimliğe ve dansçı olan bir transseksüele dair farklı görüşler atfetmişti. 
Sahne üzerinde gerek kadın ortamında gerekse karma ortamda, bir transseksüelin, cinsiyet kimliği üzerinden şekillenmeyen bir vukuatı icra ederken, seyirci tarafından anlaşılırlığı oldukça çetrefilli bir iş. Buradaki sorunu asıl olarak transseksüel kimliğin toplumdaki görünmezliğine ya da kabul edilmeyişine bağlayabiliriz. Türkiye’de seks işçiliği yapan çoğu transseksüel toplum tarafından “travesti”[4] olarak algılanıyor. Ayrıca transseksüel kimlik kendi içinde de bir çeşitlilik oluşturmasından dolayı, transseksüel deyince belirli bir insan profili yaratmak oldukça güçleşiyor.
Yazının son bölümünde sahne sanatlarında transseksüel kimlikle yer alma durumundan bahsetmek istiyorum. Dans alanında bazen farklılıklar görülse de genellikle kadınlar kadın kimliğiyle, erkekler erkek kimliğiyle sahneye çıkar, sahne teması etrafında hazırlanan kostümler kadın ve erkek dansçılar için farklılaşır. Şimdiye kadar bir erkek dansçı olan ben, bundan sonra bir transseksüel kadın dansçı olarak sahne üzerinde nasıl konumlanacağımın, sahne çalışmalarının hazırlık süreciyle doğrudan bağlantılı bir durum olduğunu düşünüyorum. Sahnede anlatılmak istenenden yola çıkıldığında; sahnede icra edilen kimlikler verilmek istenen mesaj bağlamında şekillenecek, bu da seyircinin sahnedeki insanların icra ettikleri kimlikleri olaylar içinde algılamasını kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla bir transseksüel de tüm diğer dansçılar gibi, sahne üzerinde herhangi bir kadını veya erkeği canlandırabiliyor olacaktır.
  [1]Trans; transseksüel, travesti, transgender vs. gibi kavramları kapsayan bir çatı kelime olarak kullanılmaktadır.
[2]“Güldünya” sahnesinin ayrıntılı değerlendirmesi için bkz. “Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Nar’a Bir Bakış”
[3]Bu ifade, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği’ne gönderilen isimsiz bir mektuptan alınmıştır.
[4]Bir cinsiyet kimliği olan travestilik, Türkiye’de genellikle bir meslek olarak algılanıyor. Öyle ki Türkçe’ye seks işçiliği yapmak anlamında “travestilik yapmak” diye bir deyim bile yerleşmiş.
0 notes
trans-feminizm-nedir-blog · 13 years ago
Text
Transfeminist Manifesto
Giriş
  Yirminci yüzyılın ikinci yarısı Amerikan feminist hareketinin farklı kadınların katılımıyla benzeri görülmemiş genişlemesine tanık oldu. Anaakım feminist hareket tarafından manjanilize edilen sesizliklerine son verdiler, içeride hakları olan yeri talep ettiler, önce böyle küçük meselelerle hareketi bölmekle suçlandılar ve nihayetinde feminist düüşüncenin dğerli bir parçası olarak kabul edildiler. Farklılığın zayıf olduğumuz değil en güçlü yanımız olduğunu fazlasıyla farkındaydık. Geçici bölünmelerin veya kutuplaşmanın kapsayıcı koalisyon politikalarının esas faydalarını ortadan kaldıramaz.
Her önceden susturulmuş bir grup kadın konuşmaya başladığında diğer feministler neden orda olduklarını ve kimi temsil ettiklerini tekrar düşünmeye davet edilmiş olurlar.  Bu süreç bazen bizi kendi önyargılarımızla ve feministler olarak içselleştirdiğimiz baskının acı veren yüzüyle karşılaşmamıza neden olurken bakış açılarımızı ve etki alanımızı genişleterek hareketin bütütüne yarar sağlar. Bu anlayışla artık trans kadınların hareketin genişleyen alanı olarak feminist devrimde açık olarak yer almalarının zamanının geldiğini ilan ediyoruz.
“Trans” kelime, doğum sırasında atanmış cinsiyetle toplumsal cinsiyet kimliği ve/veya ifadeleri arasındaki süreksizliği de içeren geniş bir yelpazedeki toplumsal cinsiyet kurallarına uymayan herkesi kapsayan şemsiye kelime olarak kullanılmaktadır. Bu manifestonun amacı doğrultusunda “trans kadın/lar” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini kadın olarak tanımlayan, ifade eden veya kadın olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Benzer şeiklde trans erkek/ler” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini erkek olarak tanımlayan, ifade eden veya erkek olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Tüm bu işlevsel tanımlar kadın/erkek ikiliğine uymayan veya farklı şekillerde cinsiyet geçişi yaşamış trans bireyleri dışarıda bırakırken, bu bireylerin hepimizin karşılaştığı sorunlar arasındaki benzerliği fark etmelerini ve  analizlerimizi bir şekilde kendi mücadelelerinde faydalı bulmalarını umut ediyoruz. 
Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, natrans [1]kadınlara, natrans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Tarihsel olarak trans erkekler feminist harekete trans kadınlardan daha büyük katkıda bulunmuştur. Özgürlüğümüz için daha fazla trans kadının feminist harekette diğerlerinin yanında yer almasının zorunlu olduğuna inanıyoruz.
Transfeminizm var olan feminist kurumları ele geçrimek demek değildir. Aksine, kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasitasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletecek ve ilerletecektir. Hem trans kadını hem de natrans kadını savunur ve karşılığında natrans kadına trans kadını savunmasını talep eder.
Ana ilkeleri nedir?
Transfeminizmin ana ilkeleri basittir. Birinci herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama ve toplumdan buna saygı göstermesini bekleme hakkı vardır. Buna ayrıca kimliğimizi şiddet ve ayrımcılık korkusundan uzak ifade etme hakkı da dahildir. İkincisi kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkı sadece bize aittir, hiçbir tıbbi, dini veya siyasi otoritenin bizim kararımız haricinde beden bütünlüğümüzü ihlal etmeye veya bedenimizle ne yapacağmızla ilgili kararlara engel olmaya hakkı yoktur.
Tabii ki hiç kimse kurumlaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendini kimin doğal kadın olduğuna, kimin kadın olmadığına karar verme yetkisinde gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve desteklenmek için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyet bamakalıplarını içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar. Bu deneyim her kadının farklı olduğunu tanımadığı için hem trans kadınlar hem de na-trans kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır.
Transfeminizm hiç kimsenin gerçek “erkek” veya gerçek “kadın”olmak için cinsiyet kimliğine veya ifadesine dair kişisel kararlarında baskılanamayacağını kabul eder. ayrıca hiç kimsenin “gerçek” feminist olarak nitelendirilmek için bu kişisel kararları baskılayamayacağına inanıyoruz.
Trans kadınlar olarak güvenliğimizin genellikle “normal” kadın olarak onaylanmamızdan geçtiğini biliyoruz, transfeministler olarak da güvenlik ve rahatlık ihtiyacımıza karşılık feminist ilkelerimizi sürekli müzakere ederken buluyoruz. Transfeminizm trans kadınlar da dahil olmak üzere tüm kadınların heteroseksist ve ataerkil toplumsal cinsiyet kurallarını nasıl içselleştirdiğini ve davranışlarımızın küresel dolaylı anlamlarını incelemeye davet eder, aynı anda, ataerkil tanımıyla benzeşen kadınlıktan kendini temizlenmenin feministin sorumluluğu olmadığını belirtmek isteriz. Kadınlar verdikleri kişisel kararlarından dolayı -ki bu kararlar belli tipteki toplumsal cinsiyet kodlarıyla uyumlu olsa bile- toplumsal cinsiyet kodlarını yeniden üretmekle suçlanmamalılardır, bu tür saflık testleri eylemliliğimizi yok sayarak kadınları güçsüzleştirir ve trans olsun olmasın, kadınların büyük çoğunluğunu feminist harekettten soğutur.
Transfeminizm dünyadaki kadın sayısı kadar çok kadın olma biçimi olduğu fikrine inanır, suçluluk duymadan kararlarımızı verebilmeliyiz. Bu amaçla, transfeminizm tek tek kadınların kişisel seçimlerinden dolayı suçlanmasına karşı çıkarken seçimlerimizi engelleyen veya daraltan sosyal ve politik kurumlara karşı çıkar. Gerçek feminist addetmek için bir kadının kişisel seçimler yapma özgürlüğünden vazgeçmesini istemek gereksizdir, hatta baskıcıdır,  katı ataerkil yapının ideal kadınlığını aynı derecede katı biraz daha değiştirilmiş feminist olanıyla yer değiştirmesidir. Transfeminizm kadınlara kullanılabilir seçim çeşitliliğini sınırlayan kurumları inceler ve tartışırken kadınların kişisel seçimlerinin saygı gördüğü ortamları desteklemeye inanır.
Erkek ayrıcalığı sorunu
Bazı feministler, özellikle de bazı radikal lezbiyen feministler trans kadın ve trans erkekleri “erkek ayrıcalıklarından” yararlanmakla suçdılar. Erkekten kadına transseksüellerin oğlan çocukları olarak sosyalleştiklerini ve onlara erkek ayrıcalığı verildiğini öne sürdüler,  öte yandan kadından erkeğe transseksüelleri  erkek ayrıcalığına kavuşmak için kızkardeşlerini ortada bırakan hainler olarak nitelendirdiler. Transfeminizm bu eleştirilere cevap vermek zorundadır çünkü bazı feminist ortamlarda trans kadın ve trans erkeklere yapılan ayrımcılığı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.
Böyle bir tartışmayla karşılaşınca trans kadınlar tepkisel olarak hayatlarında hiçbir zaman erkek ayrıcalığına sahip olmadıklarını söylüyorlar. Onların hayatlarında erkek olarak doğmanın ayrıcalıktan çok külfet olduğuna inanmalarını anlamak çok kolay: çoğu erkek vücutlarından nefret ettiler ve büyürken oğlan çocuğu olarak yetiştirildiler. Sert ve erkekçe davranma baskısı altında ne kadar rahatsız hissettiklerini anımsadılar. Birçoğu oğlan çocuğu gibi davranmadığı için başka oğlan çocukları tarafından alay edildiler, zulme uğradılar. Utandırıldılar ve sıklıkla bunalıma girdiler. Yetişkinliklerinde bile, işlerini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini ve güvenliklerini tehlikeye atabilecek açığa çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar.
Bununla birlikte transfeministler olarak, böyle basit bir tepki vermemeliyiz. Erkek ayrıcalıklarının bazı erkekler üzerinde diğerlerinden daha fazla etkisi olduğu bir gerçek olsa da erkek olarak doğan trans kadınların bundan hiç yararlanmadığını farzetmek imkansız. Çoğu trans kadın hayatlarının bir bölümünde (“kırık” olarak) erkek olarak “onaylanmıştır” ve örneğin, bu yüzden eğitimde ve işte daha iyi davranılmıştır, hoşlansalar da hoşlanmasalar da erkek olarak algılanmışlardır. Kendine güvenen ve rahat olmaları öğretilmiştir, bazı trans kadınlar cinsiyet geçişinden sonra bu “erkeklik” özelliklerini kendi avantajlarına kullanmıştır.
Burada olan şey farklı toplumsal cinsiyet kimliklerimizden dolayı yaşadığımız baskıyla erkek ayrıcalığı yokluğunu sıklıkla karıştıyor oluşumuzdur. Erkek egemenliğinden hiçbir zaman yararlanmadığmızı söylemek yerine deneyimlerimizin trans olmanın dezavantajıyla erkek ayrıcalığı arasındaki güçlü etkileşimi gösterdiğini belirtmeliyiz.
Doğumda atanmış cinsiyetiyle cinsiyet kimliği veya ifadesi birbirine uyan her kişinin na- trans olma ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, diğer tüm ayrıcalıklar gibi, buna sahip olanlara görünmezdir. Diğer ayrıcalıklarda gibi, bu ayrıcalıktan yoksun olanlar sezgisel olarak yokluğunda ne kadar çok acı çekeceklerini bilirler. Trans kadınlar hangi yaşta cinsiyet geçişi yapmış ve ne kadar süre kadın olarak hayatını sürdürmüş olmasına bağlı olarak erkek ayrıcalığından yararlanmış olabilirler ama aynı zamanda da trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşamaktadır. Trans kadınların diğer kadınlardan daha fazla ayrıcalığa sahip olduğunu iddia etmek iki eşin de erkek ayrıcalığına sahip olduğu için gey erkek çiftlerin heteroseksüel çiftlerden daha ayrıcalıklı olduklarını söylemek kadar cahilcedir.
Trans kadınların ataerkiden arınmış cennet parçası alanlar olarak tasarlanan “sadece kadınlara açık” alanlara girmek istediğinde sıklıkla gerilimler çıkmaktadır. “Sadece kadınlara açık” alanların geçmişinin izi sınıfçılık ve ırkçılık gibi diğer baskı biçimlerinin sürdürülmesindeki kendi rollerini önemsemeyen, çoğunluğunu cinsiyetçiliği sosyal eşitsizliğin temeli olarak öncelik vermiş  beyaz orta sınıf kadının oluştırduğu  1970’lerin lezbiyen feminizmine kadar sürülebilir. Cinsiyetçiliğin kadınların hayatlarını diğer sosyal elementlerden daha fazla etkilediğini varsayarak, kendi yaşadıkları cinsiyetçiliğin etnik köken, ırk vs. bakmadan tüm kadınları –yani tüm trans olmayan kadınları kapsadığını zannediyorlardı.1970lerin radikal feministleri hakkındaki son  eleştiriler sınıfçılık ve ırkçılığı görmezden gelmelerinin sonucu nasıl kendilerini beyaz orta sınıf kadınlar olarak ayrıcalıklı hale getirdiklerini işaret etmektedir.
Bu anlayışa dayanarak, transfeministler erkek ayrıcalığı suçlamalarına inkar ederek tepki vermemelidirler. Beyaz olanlarımızın beyaz ayrıcalığından bahsetmesi gerektiği gibi biz trans kadınların da  erkek ayrıcalığından –başkalarından daha fazla- yararlandığımızı açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. Transfeministler benzerliklere de saygı duyduğu kadar farklılıklara da saygı duyar çünkü kadınlar çok farklı sosyal çevrelerden gelmektedirler. Transfeministler kendi ayrıcalıklarıyla yüzleştikleri gibi na-trans kadınların da kendi na-trans (trans olmayan) ayrıcalıklarıyla yüzleşmelerini bekler. 
Kendi ayrıcalıklarımızı kabul ederek ve belirterek, trans kadınlar kadınlığın beyaz orta sınıf ölçütü tarafından geleneksel olarak yok sayılan ve  “bayana yakışmayan” farzedilen başka gruplardan kadınlarla ortak alanlar oluşturma umidini taşıyabiliriz. Sapık olarak adlandırılırken ve kendimiz olduğumuz için saldırılırken ayrıcalık sorusundan kaçınarak bir kazancımız olmuyor.
Karşıt özcülüğün yapısökümü
İkinci dalga feminizm kişinin toplumsal cinsiyetinin biyolojik cinsiyetinden farklı ve toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu fikrini popülerleştirirken geriye sorgulanamaz gerçek fiziksel cinsiyet vardır inancını bıraktı. Cinsiyet toplumsal cinsiyetten farklıdır söylemi zorunlu toplumsal cinsiyet rollerini bozmak için kullanılan güçlü bir söylemdi fakat feministlerin problemin sadece yarısını  sorgulamasına yaradı, dişi ve eril cinsiyetlerinin özünün doğallığını son günlere kadar bıraktı.
Transfeminizm hem cinsiyetin hem de toplumsal cinsiyetin sosyal olarak kurgulandığını, üstelik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın kolaylık olsun diye suni olarak çizildiğini kabul eder. Toplumsal cinsiyetin bir sosyal kurgu olduğu kavramının kadının kapasitesine karşı geleneksel tutumları parçalamak için çok güçlü bir araç olduğu kanıtlanmışken biyolojik  temele dayandırılarak belli ayrımcılık politikalarının veya yapılarının meşrulaştırılmasına yer açmış oldu. Ayrıca, fiziksel cinsiyetin kim olduklarının içsel algısından daha yapay ve değiştirilebilir olduğunu hissettirmesinden dolayı trans deneyimleri gerçekliklerini gösterememiştir.
Biyolojik cinsiyetin bir  sosyal bir kurgu olması soyut bir gözlem değildir: birçok interseks insanın içinden geçtiği bir fiziksel gerçekliktir. Anatomik özellikleri eril ve dişiye uymayan bireylerin varlığına toplum yer vermiyor, tıp uzmanları tarafından sakatlanıyor ve doğumda atanan cinsiyetlerine göre yetiştirilmeleri için yönlendiriliyorlar. İnterseks insanlara nasıl yaşamak istedikleri ve cerrahi müdahale veya hormonal “düzeltme” isteyip istemedikleri konusunda karar verme olanağı verilmiyor. Birçok interseks insan bu kadar büyük kararlarda cinsiyet kimlikleri doğumda atanan cinsiyetlerine uysa da uymasa da hiçbir söz haklarının olmamasını çok dehşet verici buluyor. İnterseks çocukların cinsiyet organlarının sakatlanmasını (klitoris sünneti, vs.) ortada doğru düzgün rıza olmadığı için vücut bütünlüğne karşı bir taciz olarak görüyoruz. Bu konu kişilerin cinsiyet kimliklerinin doğumda atanan cinsiyetlerine uyup uymamasıyla alakalı değildir, interseks kişilere vücutlarına ne yapacaklarına dair bir seçim verilip verilmemesiyle ilgilidir.
Trans kişiler basit tıbbi standarta göre doğumda rızaları dışında onlara atfedilen cinsiyetten hoşnut değillerdir. Farklı trans bireyler vardır: bazıları kendini hem erkek hem kadın  olarak veya hiçbir cinsiyet içinde tanımlamazken, bazıları da kendini tıbbi müdahele geçirse de geçirmese de tıp otoritelerinin belirlediği cinsiyetten farklı bir cinsiyetle tanımlar.  Trans özgürlüğü kendimizi tanımlama hakkımızı tıp, politika ve din otoritelerinden geri almakla ilgilidir. Transfeminizm cinsiyet hangi şekilde atanırsa atansın bunun sosyal ve politik bir kurgu olarak görür ve kişilerin kendi cinsiyetlerini istedikleri biçimde atayabilecekleri ( hatta   hiçbir cinsiyet atamayacakları) bir toplumsal sözleşmeyi savunur.
Trans bireyler olarak politik olarak örgütlenmeye başlarken  cinsiyet kimliğinin özcü kavramını kabul etmek baştan çıkarıcıdır. Bu klişe anaakım medya tarafından “erkek bedenine hapis olmuş kadın” veya tersi şeklinde popülerleştirildi. Bu stratejinin neden bu kadar çekici olduğu belirgindir, değiştiremeyeceğimiz biyolojik bir hatayla doğduğumuza toplumu ikna edersek daha kolay kabul edileceğizdir. Bu genellikle bizim için çok temel ve anlamlı olan kim olduğumuza diar içsel algımızla da uyumludur. Oysa transfeministler olarak yansımalarından dolayı bu tür baştançıkarıcılara karşı koyuyoruz.
Trans bireyler genellikle fiziksel cinsiyeti akıl ve ruh cinsiyetiyle uyuşmayan olarak tanımlanıyor. Bu açıklama sezgisel olarak uygun olabilir buna karşın transfeminizm için problemlidir. Bir kişinin dişi akla veya  ruha sahip olduğunu söylemek demek birbirinden belirgin şekilde farklı dişi ve eril akılların olduğu anlamına gelebilir ki bu kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılabilir. Cinsiyet kimliğimizi özcü bir yerden ele almak biyolojik özcülük kadar tehlikeli olabilir.
Transfeminizm cinsiyet kimliklerimizi bize ne daha özgün, rahat ve samimi hissettiriyorsa ona dayanarak, yaşarken ve diğerlerine verili sosyal ve kültürel kısıtlamalar içersinde bağlıyken inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu hem cinsiyet kimliği doğumda atanan cinsiyetle uyumlu olanlar hem de trans bireyler için doğrudur. Tanınma ve saygı taleplerimiz bu referansla hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır. Karşıt bir özcülükle varlığımızı meşrulaştırmak yerine trasnfeminizm cinsiyet/toplumsal cinsiyet uyum kuralcılığındaki özcü kabulu parçalar.
Feminizmin konusu olan beden algısı/farkındalığı
Feministler olarak bedenlerimizle rahat, özgüvenli ve güçlü hissettiğimizi söylemek isteriz ama bu ne yazık ki trans kadınlar da dahil birçok kadın için geçerli değildir. Birçok transfeminist için beden imgesi konusu güvenlik ve rahatlık ihtiyacımızla feminist politikalarımızla çarpışan yerdedir. Çoğumuz aynadaki görüntüsünden o kadar rahatsızdır ve utanıyordur ki ya açılmayı tercih etmez ya da kadın kimliğimizle vücutlarımızı uyumlu hale getirmek için kıl aldırmaya katlanmak, hormon kullanmak ve cerrahi müdahaleler geçirmek zorundayızdır. Bu işlemler pahalı, acı verici ve zaman alıcıdır, kalıcı kısırlığa sebep olaibleceği gibi kanser riskini de yükseltir.
Neden insanlar böyle insalık dışı bir uygulamayı seçer? Vücutlarımızı cinsiyet kimliklerimizle uyumlu hale getirme ihtiyacımızın doğuştan veya elzem olduğuna inanmak isteyebiliriz ama sosyal ve politik faktörlerin kişisel kararımızı etkilemediğini söyleyemeyiz.
En önemli faktör toplumun zoraki ikili toplumsal cinsiyet rolleri uygulamasıdır. Kimliklerimiz içine doğduğumuz sosyal çevrenin ürünü olduğu için kişinin cinsiyet kimliğiyle fiziksel cinsiyeti arasındaki süreksizliğin toplumun  ikili  cinsiyet sistemi sürekli devam ettirdiği için  problemli olduğunu söyleyebilir. Bir kişinin cinsiyeti/toplumsal cinsiyeti toplumda önemsiz bir faktör olsaydı trans bireylerin bedenini cinsiyet ikiliğine uydurma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmasa bile azalacaktı.
Ancak bu muhakeme trans bireylerin kendi bedenleri hakkında karar vermelerine engel olmamalıdır. Trans kadınlar istismar, şiddet ve ayrımcılığa karşı son derece savunmasızdırlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmeleri için ne yapıyorlarsa yapsınlar suçlu hissettirilmemelidir. Transfeminizm bizi sosyal ve politik faktörlerin kararlarımızı etkilediği yolları göz önünde bulundurmaya davet eder ama bedenlerimiz ve cinsiyet kimliği ifadelerimiz hakkında ne karar verdiysek toplumdan buna saygı göstermesini talep eder.
Kişilerin kendini rahat ve güvende hissedeceği şekilde nasıl yaşayacaklarını seçme  hakkını savunurken katı toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsal zorlamasına karşı çalışmak çelişkili değildir. Ne de, istediklerinde kişilerin bedenlerini değiştirme kararlarını desteklerken sağlıklı bir özgüven geliştirmek için birbirimize destek sağlamada bir çelişki vardır. Her birimiz toplumun keyfi cinsiyet ve toplumsal cinsiyet varsayımlarına dogmatik olmadan meydan okuyabiliriz. Aynı zamanda bizden hayatımızıdaki her baskıcı etmene karşı çıkmamız beklenmemelidir, bizi yıpratır ve deli edebilir. Bildiğimiz gibi isyanımız normatif toplumsal cinsiyet sistemininin istikrarını bozmaya dönüktür. Çeşitli feminizmler, queer aktivizm, transfeminizm ve diğer yenilikçi hereketler ortak hedef olan heteroseksist ataerkinin farklı bölümlerini hedef alırlar.
Kadına yönelik şiddet
1970lerden beri feministler kadına yönelik şiddeti kesinlikle münferit olaylar olarak değil tüm kadınları hükmü altına almak için ataerkinin sistematik işlevi olarak tanımlamışlardır. Transfeminizm birden fazla baskıdan muzdarip diğer kadınlar gibi trans kadınların da na-trans kadın ayrıcalığına sahip olanlara oranla şiddete karşı daha korunmasız olduğu gerçeğine dikkat çeker. 
Öncelikle trans kadınlar kadın olarak yaşadıkları için hedef seçilirler. Kadın düşmanı bu toplumda kadın olmak çok tehlikelidir ama ev içi ve cinsel şiddetin hedefi olduğumuzda bazı etmenler bizi daha da savunmasız yapar. Örneğin, bir adam bir trans kadına saldırdığında, özellikle de tecavüz etmeye çalıştığında kurbanının bir zamanlar ya da hala “erkek” anatomisine sahip olduğunu keşfedebilir. Bu keşif homofobi ve transfobi etkisiyle ateşlenmiş daha şiddetli bir saldırıya yöneltebilir. Trans kadınlar trans oldukları anlaşıldığında erkekler tarafından saldırıya uğruyorlar. Seks işçilerinde olduğu gibi trans kadınların -özellikle de mağdur seks işçiliği yapan bir trans kadınsa- anaakım medya ve otoriteler katilleri de bulmak konusunda daah isteksiz oluyorlar. Düşük özgüvenleri ve negatif vücut algısından dolayı sevgililerininin sözlü ve duygusal saldırılarına daha savunmasızdırlar.
Bir saldırgan için bir trans kadını çirkin, utanmış, değersiz ve deli hissettirmesi çok kolaydır çünkü bu mesajların aynısını toplum uzun yıllar boyunca ona söylemişti. İstismarcılar kadınların kendi kimliklerini ve deneyimlerini –ki trans kadınların muhtemelen savunmasız olarak başladığı- tanımlama yeteneklerini ellerinden alarak ev içi şiddetten paçayı kurtarıyorlar. Trans kadınların istismarcılarını bırakmaları daha zor oluyor çünkü iş bulmaları daha zor ve eğer çocukları varsa istismarcı eşi boşayınca çocuklarının velayetini alamayabiliyor.
Dahası trans kadınlar queer oldukları için hedefteler. Homofobik kişiler nefret suçları işlerken gey mi trans mı ayırmıyorlar fakat trans kişiler geylerden daha görünür oldukları için saldırıya daha açık oluyorlar. Homofobik teröristler geyleri avlamak için onların yatak odalarına girip bakmıyor, algıladıkları cinsiyetin cinsiyet kodlarına uyup uymadığına bakıp avlıyorlar, genellikle de görünür anormal cinsiyetli olanları seçmekteler. Katilleri anaakım gazete başlıklarına çıkan her gey ve lezbiyen için, “açık” trans kişiden çok “açık” gey ve lezbiyen olmasına karşın bütün ülkede daha fazla trans insan öldürülüyor.
Trans erkekler erkek rollerine tam olarak bürünmedikleri zaman zulmeden toplum tarafından ortaya çıkarılacakları korkusuyla yaşıyorlar. Trans erkeklere yönelik şiddet yabancılar kadar “arkadaşları” tarafından iç içe geçen misojeni ve transfobi yüzünden, toplumsal cinsiyet normlarını ihlal ettikleri için tekrar “kadın yerlerine” sokmak ve cezalandırmak için yapılıyor. 
İçinde yaşadığımız tehlike yüzünden, transfeminizm translara dönük şiddetin üzerine çalışılması gereken en önemli alan olduğuna inanır. Bazı sadece kadınlara açık organizasyonlara alınmamak bizi kırmış veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama gerçek anlamıyla bizi öldüren veya intihara sürükleyen bize dönük şiddet daha sık ve daha uzun süredir var. Başka seçeneğimiz yok fakat acilen harekete geçmemiz gerekmektedir.
Bu bakımdan geleneksel eviçi şiddet sığınakları, tecavüz kriz merkezleri nefret suçu önleme programlarıyla ortak çalışmak gerekir. Hali hazırda bazı sığınaklar diğer kadınlar kabul ettikleri gibi trans kadınları kabul ederken bazıları çeşitli nedenlerle geri çevirmekte. Varolan bu kurumları neden trans kadınları kabul etmeleri ve hizmetlerinden yararlandırmaları gerektiği konusunda örgütlemeli ve eğitmeliyiz. Trans kadınların şiddete daha açık olmasının dışında trans kadınlarla na-trans kadınlara yönelik şiddet arasında bir fark olmadığını anlatmalıyız. Ayrıca trans erkeklere hizmet verilmesini de savunmalıyız.
Transfeministler olarak bu kurumlardan sadece hizmet beklemek yerine buralarda çalışmalıyız da. Hizmet ağlarını genişletirken güvenliklerini korumak için kamufle yöntemi geliştirilmesine yardımcı olmaya gönüllü olmalıyız. Kendimizi ihtiyacı olan başka trans kadınlara kriz danışmanları ve dava yönetici olmalıyız. Çalışanlarını eğitmeleri için trans konularına özel atölyeler hazırlamalıyız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak feministlerin kadınlar için hazırladığı kendini koruma kursları gibi biz de trans kadınlara kendini koruma kursları hazırlamalıyız. Sığınaklarımızı baştan başlatmak belki bizim için çok zor olacaktır fakat kadına ve diğer cinsel azınlıklara karşı şiddetle mücadel edenlerle beraber çalışabiliriz.
Ayrıca ekonomik şiddetten de bahsetmek zorundayız. Yüksek maliyetli cinsiyet geçişinden dolayı, çalışma alanında trans bireylere yönelik ayrımcılık çok yaygın olduğu için ve kadınlar daha az para kazandığı için trans kadınlar genellikle yoksulluk çekmektedir. Bu ayrıca trans kadınların istismarcı eşlerinin elinde bizleri istismar eden bu ilişki içinde tutmak ve kontrol etmek için daha çok baskı uygulaması demektir. Transfeminizm asynı anda politik, sosyal ve ekonomi alanında transfobiyle olduğu kadar cinsiyetçilikle de mücadele eder.
Sağlık ve üreme seçimi
Çocuk sahibi olamayacak olan trans kadınların üreme hakları hareketiyle ilgilenmesi ironik görünebilir fakat transfeminizm kadınların seçme hakkıyla trans kadınların özgürleşmesi arasında sıkı bağlar görür.
Öncelikle, toplum trans varlığımızı üreme organlarımızla uğraştığımız için damgalar. Cinsiyet organlarıyla oynamayan estetik ameliyatları cinsiyet greçişi ameliyatlarından daha fazla gerçekleştirilmesine karşın hiçbiri aylarca psikiyatrik gözleme tabii tutulmazlar. Ne de estetik ameliyat olanlar televizyon şovlarında alay edilmez ve küçümsenmezler. Kendi seçimlerimiz üzerindeki bu histerinin bir bölümü üreme organlarımız üzerindeki özgür irademize karşı toplumun tabusu ile ateşlenir: kürtaj olmak isteyen kadınlar gibi, bedenlerimiz savaş alanları haline getirilir.
Buna ek olarak, trans kadınların kullandığı hormonlar na-trans kadınların kullandığı doğum kontrol ilaçları, ertesi gün hapları ve hormon tedavisinde kullanılan ilaçların aynısını veya aynı  kimyasal birleşimleri kullanmaktadırlar. Trans kadınlar olarak östrojen temelli ilaçların güvenliği, maliyet ve ulaşılabilirliği konularında na-trans kadınlarla aynı endişeleri taşıyoruz. Bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınlar birleşmelidir.
Tabii ki üreme seçimi sadece doğum kontrol ve kürtaj olmayla ilgili değil, mecburi kısırlaştırmaya karşı koymayla ve kürtaj olanağına ulaşamayan kadınlarla da ilgilidir. Aynı şekilde transfeminizm interseks kişiler için tavsiye edilenler de dahil olmak üzere hormon tedavisi ve cerrahi müdahaleyi ret etme hakkı ve toplumun bizi kendimiz olarak kabul etmesi için mücadele eder.
1980’lerde lezbiyenler üreme hakkı için çalışan kurumlardan amaçlarıyla alakaları olmadıkları düşünülerek uzaklaştırıldılar. Seçme hakkı ne sadece heteroseksüel konusu ne de na-trans konusudur, esasen kadınların kendi bedenleriyle ne yapacaklarına karar verme hakkına sahip olmalarıyla ilgilidir. Transfeministler üreme hakkı için çalışan kurumlara katılmalı ve seçim için gösteri yapmalılar. Bir kadının hamileliği hakkında verdiği karara saygı göstermeyen toplum cinsiyet kimliğimizle bedenimizi uyumlu hale getirmek için yaptırmak istediğimiz cerrahi müdahaleler hakkındaki kararımıza da saygı göstermeyecektir. Reçetesiz hormon kullanmaktan veya cinsiyet geçişi ameliyatları için denizaşırı ülkelere gitmekten korkuyorsak, yasal olmayan kliniklerde kürtaj olmaktan korkan kadınlarla kendimiz özdeşleştirebiliriz.
İlaveten, transfeminizm kadın sağlığı hareketinin deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Saqdece kadınları ilgilendiren, göğüs kanseri gibi konulardaki araştırmalar gökten zembille inmedi. Dinamik aktivizm ve akran eğitimiyle bu konular ciddiyetle ele alınmaya başladı. Geçmişte tıp kurumunun kadın sağlığını ilgilendiren konuları yeterli seviyede ele almadığı göz önünde bulundurarak transfeministler güç sahiplerinin trans kadınların sağlığını ciddiyetle ele almasını bekleyemez. İşte bu yüzden kadın sağlığı hareketinin içinde olmalı ve genişlemesini sağlamalıyız.
Kadın sağlığı hareketindeki benzer deneyimler cinsiyet kimliğinin hastalık olarak tanımlanması üzerindeki stratejik çelişkiyi çözer. Yıllardır, trans bireyler tıbbi müdahaleler için önkoşul olan “cinsel kimlik bozukluğu” tanımının hastalık olmaktan çıkarılmasını talep etmek ya da etmemek konusunda kendi aralarında tartışıyorlar. Bir hastalık olarak tanımlanan “cinsel kimlik bozukluğu” bazılarımızın gerekli cerrahi müdahaleleri yaptırmalarını sağlarken aynı zamanda da bizleri damgaliyor ve irademizi ret ediyor. Modern tıbbın feminist eleştirisinden önce, eril merkezli düşünceye göre düzenlenen tıp kurumları tarafından dişi bedenler “anormal” olarak görülmüş ve hamilelik, regl, menopoz gibi kadınların sıradan deneyimlerini hastalık olarak tanımlamışlardır, kadın sağlığı hareketi tıp kurumlarını bu deneyimlerin sıradan insan deneyimleri olaqrak kabul etmesi yönünde zorlamıştır. Transfeminizm, transseksüelliğin bir hastalık veya bozukluk değil, hamillelik gibi insana ait sıradan bir deneyim olduğunda ısrar eder. Bu nedenle “cinsel kimlik bozukluğunu” hastalık tanımından çıkartırken trans kişilerin tıbbi tedavilere ulaşımının kolaylaştırılmasını istemek tutarsızlık değildir.
Eyleme çağrı
En çok reddedilmeyi feminist topluluk içinde veya dışında yaşamış olsak da, en yakınımızdakiler yine feministler, lezbiyenler ve queer toplulundakiler oldu. Transfeminizm kimin “kadın” kategorisine girip girmediği üzerine entelektüel tartışmalar yapmanın gereksiz olduğunu söyler: şimdi harekete geçmeli ve ortaklıklar oluşturmalıyız.
Hergün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya ve istismara uğruyoruz. Ne kadar çok onaylansak da kadınlar saldırı altındayken trans varlığın sosyal görünmezliği bizi koruyamayacak. Kadınların nasıl davranması gerektiğini söyleyen toplumsal kurallara uyarak kazanamayız, na-trans kadınlar kadar feminizme ihtiyacımız var. Transfeministler feminist öncüllerinin gelenekleriyle gurur duyar ve onların mücadelesine kendi hayatlarında devam ederler.
Transfeminizm, katı cinsiyet hiyerarşisi yüzünden varlığımız problem haline getirildiği için toplumun her cinsiyetten bireye eşit davranması durumunda, cinsiyet geçişi halindeki kimliklerin onurlandırılacağına inanır. Bu yüzden hayatta kalmamız ve onurlu olmamız için feminizm içindeki yerimizi tehditkar veya işgal eder halde değil, arkadaşça ve işbiliği içinde  talep etmeliyiz. Bazı feminist kurumların şüphe ve reddetmeleri birçok kere kendilerine “pro-feminist” diyen erkekler tarafından ihanete uğratıldıkları için doğaldır, bizim harekete istikrarımızla ve bağlılığımızla transfeminizm feminizmi daha kapsayıcı olmaya yöneltecektir.
[1] na-trans benim İngilizcedeki cisgender’a karşılık önerim, ayrıca  gayritrans gibi br kelime de aklıma geldi amak kulağımı tırmaladı; trans olmayan anlamına geliyor.
1 note · View note
cevirieylem · 13 years ago
Text
“Kadın Haklarına” Tehditler Transların Nasırına Basmak
Gönderen: JAC
Yakın zamanlı yasama ve fonlamanın kürtaj haklarına, cinsel saldırıya ve cinsel sağlığa (nam-ı diğer Planlı Ebeveynlik) yönelik tehditleri kadın sağlığına bir saldırı olarak tanımlandı. Buna...en azından hepsine katılmıyorum. Birlikte çalıştığım cinsel sağlık kurumlarından dev dalgalar halinde imza kampanyası ve eylem mailleri almaktayım ve haberin yayılması için çok uğraşmaktayım. Problem şu ki, haberi yaymam için yayılacak olan bir kelimeyi değiştirmem gerek –tek bir kelime, kadın kelimesi.
Cinsel saldırının ardından hayatta kaldım. Atanmış cinsiyeti kadın olan birine özgü sağlık hizmetine ihtiyacım var. Ayrıca kadın değilim. Beni etkileyen konuların, birkaç istisna hariç, sadece kadınları etkilediğinin belirtilmesini sinir bozucu bulmaktan başka bir şey yapamıyorum. Açıkçası, herhangi bir maskülen saplantı veya kişisel güvensizlik sonucu kadınlarla ilişkilendirilmekten rahatsızlık duymuyorum. Gerçek şu ki, kadın değilim ve bu nedenle yasaya eklenmek ve ya, bu durumda, aktivist çalışmaya katılmak için kadın olarak hesaba katılmamam gerektiğini hissediyorum. Teoride benim deneyimimden de bahseden cinsel sağlık hakkındaki kapsayıcı femme blogtan gelen aktivist eylem gönderisine cevap vermek istedim. Fakat çok geçmeden başlığın sadece kadınların deneyimini tartıştığını fark ettim. Onaylanmamış hissediyordum ve her “kadın” yerine “insan” koyduğumda bile daha az dahil edilmiş ve daha yalnız hissediyordum. Haklarınızı almak için size “bu sizi kapsamaz” diyen kapıya doğru harekete geçiyordunuz sanki. Hayır, ben kadın değilim ama bunlar benim de haklarım ve onlar için mücadele etmeye hazırım.
Cinsel saldırı çalışmasına gelince, insanların düşünce sistemlerindeki bulanıklığı anlamak için mücadele etmeye devam ediyorum. Cinsel saldırı sonucu hayatta kalanlar sadece kadınlar değil. Ya bir erkeksem ve cinsel saldırı kaynaklarına ihtiyacım varsa, nereye gideyim? Kadın merkezleri tarafından sağlanan her şey kadınların sağlığına odaklı, hatta kadınların yeri diye ilan veriyorlar (benim yaşadığım yerdeki tecavüz kriz merkezinin adı “Kadınlar Kadınlara Yardım Ediyor”). Ya dişi bedene atanmış bir erkeksem ne olacak? Ya bir kadın dişi bedene atanmış bir bedene sahip değilse ne olacak? Toplumsal, cinsel veya ikili cinsiyet sisteminin dışındaki insanlara ne dersiniz? Kültürümüzde, bu türlü hayatta kalanlar için kaynaklar olmadığı gibi biz, hayatta kalanların kendileri, yok sayılıyoruz. “Tamam, ama kürtaj hala kadınları ilgilendiren bir konu” diye düşüyor olabilirsiniz. Ya da öyle mi? Bazı trans erkekler ve genderqueer bireyler hamile kalabiliyor ve kalıyorlar ki bu bazen kürtaja bağlı bakıma ve acil korunma önlemlerine ihtiyaç duyabilecekleri anlamına geliyor. Ayrıca, trans erkekler ve genderqueer bireyler jinekoloğa gitmeye veya doğum kontrolüne de ihtiyaç duyabilirler – “kadın sağlığıyla” bağlantılı şeyler ama hiçbirimiz kadın değiliz.
Kadın odaklı dili anlamadığım veya takdir etmediğimden değil, kadınlar burada öncelikli nüfusu oluşturuyor ve tarihsel olarak bu konular çevresindeki aktivizm kadınlar tarafından ve kadınlara odaklı yürütüldü. Gerçekte ise kadınlar dehşet önemliyken, trans insanlar, genderqueer bireyler ve (yalnızca cinsel saldırıyla ilgili olarak) na-trans erkekler de eşit derecede önemlidir. Kadınların bedenlerini etkilediği kadar bizim bedenlerimizi de etkilemektedir. Kadınlara özgü risklerin olmadığını veya “kadın haklarının” hiçbir zaman kullanılmaması gerektiğini söylemiyorum. Yeri geldiğinde kullanılması gerektiğini düşünüyorum ve bugünler o uygun zamanlardan değil. “ GOP’un Kadınlarla Savaşında Top 10 Şok Saldırıları”  acayip isimli metinde MoveOn.org ayrıntılı olarak yasa tasarılarını yazdı. Acayip isimli diyorum çünkü listenin çoğunluğu sadece kadınlarla ilgili değil, toplumun daha geniş bir kesimiyle ilgili. Okuyucuların ilgisini çekmek için konmuş bir yem olduğunu fark ettim ama bu yem çok sorunlu. Evet, kadınlarla çocukların cinsiyetlendirildiği düşüncesi arasındaki bağlantıyı anlıyorum, fakat bu madde karşı durduğu sosyal beklentilerin daha fazla desteklenmesine çalışmıyor mu? Bir noktada cinsel şiddeti “cinsiyetlendirilmiş suç” olarak listeliyor.
Resim: 2) Georgia eyalet yasa koyucusu tecavüz, tacizci ve ev içi şiddet kurbanları için kullanılan hukuki terimi “itham eden” olarak değiştirmek ister. Fakat hırsızlık gibi daha az cinsiyetlendirilmiş geri kalan suçların kurbanları için terim “kurbanlar” olarak kalacaktır.
“Cinsiyetlendirilmiş suç” ne demektir? Tecavüz kültürel kadınlığa yapılmış bir saldırıdır mı demek istiyor? Çünkü kadınlık karşı durduğumuz basmakalıplar ve kültürel beklentilerin dışında tariflenemez. Sadece kadınlar cinsel saldırıya uğramadığına göre bir tek kadın cinsiyetine yapılmış bir “suç” olamaz. Belki de aradıkları kelime “cinsiyetlendirilmiş” değil de “cinselleştirilmiş” olabilir, bir başka deyişle, cinsiyet basmakalıpları üzerinden cinsel kimliği varsaymak. Fakat tecavüz libido sonucu olmaz, cinselleştirilmiş silah aracılığıyla gösterilmiş güçle ilgilidir, dolayısıyla… Beynim bunu bir yere oturtmaya çalışırken patlayacak gibi! Sanırım bunu yazan kişiler tecavüz = saldırıya uğramış kadın diye düşünüyor ve bu bir problem.
Cinsel sağlık, cinsel saldırı, çocuklar, yaşlılar, eğitim; tün bunlar sadece kadınların sorunları değil. Bunlar insan sorunları. “kadın hakları” ile “insan hakları” deyimleri arasında büyük fark vardır ve bu fark dâhil edilmedir. “İnsan hakları” denildiğinde kadınların katılımının veya otonomilerinin inkâr edildiğini düşünmüyorum. Diyelim ki, kadın değilim, ama aynı derecede baskılanmış azınlıktanım ve aynı derecede bir insanım. Benim için kadın hakları, kendi haklarım kadar önemli bu nedenle benim ve onların hakları arasında bir farkı belirtmeye ihtiyaç duymuyorum. İçinde yaşadığımız antropomorfik sistem hakkında saf değilim, fakat kendimizi cinsiyetlendirilmiş dille sınırlandırdığımızda başka bir baskı formu oluşturmuş oluyoruz, oğlanlar kulübü yerine bu sefer kızlar kulübü getirmiş oluyoruz. Bedenlerimize dair cinsiyetlendiren siyasi mevzular, sağlık bakımına erişime, araştırma yapmaya, kanunlar yapmaya/korumaya dair büyük engeller yaratarak, kültürel beklentileri besler. İnsanların bu konuları konuşmasından memnunum ama sadece kadınlara dair konuşursak sohbette çok büyük bir bölüm eksik kalır. Dilimizi cinsiyetsizleştirirsek herkesi kapsayabilir ve herkesin hakkı için savaşabiliriz. Bedenimin neye ihtiyacı olduğunu veya ne deneyimlediğini bir kelime değiştirmediği gibi, bedenim kimliğimi (cinsiyetimi) tariflemiyor. Bir erkeğim, hayatta kalanım. Atanmış cinsiyeti kadın olan birine özgü cinsel sağlık hizmetine ihtiyacım var. Haklara layık bir insanım. Tek değilim.
3 notes · View notes
cevirieylem · 13 years ago
Text
Anti-trans ‘feministler’, çok yanlış anlamışsınız
“Toplumsallaşmanın tam anlamıyla nasıl işlediğini sanıyorsun?”
Pro-feminist ateistler tarafından sorumlulukla ve sevgiyle büyütüldüm. Hatırlayabildiğim, en küçük yaşlardan beri etrafımdaki herkes bana zeki ve becerikli olduğumu söyledi. Noel’de genelde alet edevat ve kitaplar alırdım. Çocukluğumun ve ergenliğimin erken zamanlarının çoğunda erkek gibi kızdım ve hımm, bazı kızların dışında kimsenin bununla bir derdi yoktu. Bunun herkese değil sadece bana ait bir deneyim olduğunu fark ettim. Kısaca, birinin yüzüme kız olduğum için bir şeyi yapamayacağımı söylemesi son derece nadir bir durumdu.
Fakat “kızlar şunu yapmaz” diyorlardı ve kızların nasıl olması gerektiği ve onlara ne yapılması gerektiğini anlatıyorlardı. Kitaplar, TV, parlamento müzakereleri onlara arka çıkıyordu. Hiç kimse yüzüme karşı çok kızgın, çok şişman, çok aptal veya çok çirkin olduğumu söylemedi. Kimse bana, 3P’ye, kişisel olarak, kendi bedenim üzerinde kontrol hakkım olmadığını söylemedi. Fakat yine de bütün bunlara inandım, çünkü bunlar kızlar ve kadınlar hakkında söylenen şeylerdi ve ben bir kızdım. Kısaca, birçok kadın düşmanlığı (mizojeni) deneyimini kendimi kız/kadın olarak tanımladığım için yaşadım, birileri öyle olduğumu söylediği için değil. Tabii ki bu fazlaca basitleştirmek oluyor ve elbette bir kadın olduğum için değersiz olduğumu düşünen veya bana kötü davranan insanlar oldu. Fakat kendime sormak zorundayım: içselleştirilmiş kadın düşmanlığının (mizojeni)  sularından içmesem beni bu kadar derinden etkiler miydi? Uzunum. Saçlarımı kesip pantolon giydiğimde, hemen her gün, yolda yanımdan geçen arabalardan “ibne” diye bağırıyorlar. Birkaç saniyeliğine beni korkutuyor sonra yürümeye devam ediyorum. Islıklandığım veya cinsiyetçi hakarete uğradığımda bütün gün düşünüp duruyorum. Sanki benim suçummuş gibi hissediyorum. Haklı olmalarından korkuyorum. “Bütün kadınların aynı kızlık durumundan geçtiğini mi düşünüyorsunuz? Ya da hatta çok da belirgin olmayan biçimde benzerlerini mi yaşadığınızı düşünüyorsunuz?” Büyürken birçok alanda fazlasıyla ayrıcalıklıydım. “Kızlar istediklerini yapabilir” mesajlarıyla çevriliydim. Ayrıca, işçi sınıfı göçmen bir mahallede orta sınıf, evde İngilizce konuşan, beyaz biriydim. Geriye baktığımda, kültürel sermayem yüzünden zekâmın ve yeteneklerimin övüldüğünü görebiliyorum.
(Bu kendimi bir şey zannetmeme sebep oldu. 12 yaşındaki benle tanışmalıydınız, en kibirli, gösteriş budalası küçük bir boktum. Ama neyse ne, öğreniyor ve büyüyoruz. Gerçi, hala biraz gösteriş budalasıyım.)
Hiçbir zaman buna dayanarak feminist alanlardan ötelenmedim. Hiçbir zaman ailem cinsiyetçilik karşıtı diye buraya ait olmadığım söylenmedi. Kimse benim cinsiyetçi baskılanma veya genel olarak baskılanma deneyimimi ölçmeye kalkmadı. Hiçbir anlamı olmazdı.
Hiç kimse aynı çocukluk deneyimlerinden geçmez, her kadın da cinsiyetçiliği farklı şekilde deneyimler. Bir sürü kadın, benim doğrudan yaşamadığım, ırkçılık, şişman fobi, sınıfçılık, transfobi deneyimlerini ve diğer şeyleri yaşıyor. Dünyayı farklı deneyimliyorlar ve özellikle cinsiyetçiliği benden tamamen farklı bir şekilde yaşıyorlar.
Yapısal baskının dışındaki konulara baktığımızda bile hepimiz farklıyız. O kadın monogam, ben değilim. Sen mühendislik okuyorsun, ben okumuyorum. Biri genç veya diğeri yaşlı. Feminizmin beyaz, orta sınıf kadar natrans kadınlar tarafından hâkim olunan biraz kötü bir tarihi var. Fakat bu hâkimiyet ve öteleme, çoğunlukla, beyaz ve orta sınıf olmayan kadınları ret edecek bir form almamıştır. (Bu feminizmin içindeki transfobinin diğer baskı biçimlerinden daha kötü veya daha güncel olduğu anlamına gelmiyor, sadece tüm baskıların farklı şekilde çalıştığını söylüyor.) İnsanların, hamile kalamadıkları veya regl olamadıkları için trans kadınların kadınlara ait alanlarda veya hareketlerde yer alamayacağını, çünkü kadın sağlığı ve üreme haklarının mühim ve merkezi feminist konulardan olduğunu söylediğini duydum.
Öyleler. Ama histerektomi [rahim alma ameliyatı] olmuş kadınların veya onları hamile bırakacak kişilerle yatmayan kadınların buraya ait olmadığını söyleyen hiç kimseyi duymadım.
İnsanların, trans kadınların “erkek gibi” olduklarını ve varlıklarının erkeklerden şiddet görmüş natrans kadınların travmalarını tetikleyebileceğini söylediğini duydum. Fakat erkeksi (butch) veya androjen (kadın ya da erkek olduğu görüntüsünden belli olmayan) natrans kadınların kadınlara ait alanlardan atılması gerektiğinin söylendiğini duymadım.
Trans kadınların kadınlara ait alanlardan ötelenmesiyle kadınlar arasındaki farklar silinemez. Silinememeli. Bu yanlış dayanışmadır.
“Gerçekten, cidden trans kadınların cinsiyetçi baskı görmediğini mi düşünüyorsunuz?” Trans kadınlar yüksek oranlarda evsizlik, cinsel ve fiziksel şiddet, depresyon ve kaygı, bağımlılık, yeme bozuklukları, cinsiyetçi nesneleştirme, fakirlik ve daha bir sürü şey yaşıyor.
Natrans kadınlar söz konusu olunca tüm bu kişisel problemlerin doğrudan ataerkiyle bağlantısını kurmakta sakınca duymuyoruz. Benzer problemlere sahip trans kadınlar söz konusu olunca bir öbek insan bu problemlerin onların kişisel sorunları olduğunu söylemekte beis görmemektedir.
Bir keresinde Sheila Jeffreys’in bir konferansına gitmiştim, trans kadınların aslında tecavüz edilmek için kontrol edebilecekleri kadın bedenleri inşa edecek boyutta kadına tecavüzü fetiş haline getirmiş mazohist adamlar olduğunu savunmuştu. Bu iddiayı mide bulandırıcı ve basılmaya teşebbüs edilmiş en kötü tecavüz özrü olarak bulmuyorsanız, o zaman sizin derdiniz ne bilmiyorum.
Eğer siz de trans kadınların her açıdan ve her ışık koşulunda ve tüm o önyargılarla tamamiyle natrans gözükmedikçe, ameliyat olmadıkça, kadınsı olmadıkça −ama çok fazla kadınsı da değil−nasıl tam da kadın olmadıklarını, “kadın” gibi kadın olmadıklarını ve ancak sessiz ve iyi olmaları ve ayrıcalıklı oldukları manasına gelecek şeyleri yapmamaları veya söylememeleri  şartıyla kadın olduklarını söyleyenlerdenseniz− özetle, feminist alanların ve hareketlerin sunduğu kaynakları hak etmedikleri türünden bir düşünceyi dolaylı olarak destekliyorsunuz demektir.
Bunların hiçbiri derinlemesine inceleme içermiyor ve hiçbiri kabul edilebilir değil.
3P, Avustralya’nın Melbourne kentinden, birkaç farklı feminist kolektife ve alana girmiş bir öğrencidir. Natranstır.
3 notes · View notes