Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, natrans kadınlara, natrans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Bir trans feminist olarak deneyimlerimizi paylaşmak ve neden transfeminizme ihtiyaç duyuyoruz sorusuna cevap aramak için bu blogu açtık.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Yoldaş Söyleşiler -Berfu Şeker
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Feminizmle ne zamandır haşır-neşirsiniz? Hem feministim hem de LGBT aktivistiyim. Kendimi feminist olarak tanımlamaya başlamam en fazla 5 yıl öncesine dayansa da aslında küçüklükten beri feminizme yakın oldum. Duygu Asena kitaplarının çoğunu ortaokul hazırlık döneminde okumuştum ve çok etkilenmiştim. Cinsiyet mevzularıyla da baya başım dertteydi. Dayatılan heteroseksüellik ve kadınlık normlarıyla ilgili hep bir “yerim dar” hissi içerisindeydim. Yüksek Lisans yapmaya beni iten en önemli nedenlerden biri de feminizme daha çok kafa yorma isteğimden kaynaklandı diyebilirim. Daha sonra da Amargi’ye girdim. Oradan İFK, Lambda ve İllet’in içinde de olmaya başladım ve biraz daha aktivizm alanım genişledi.
Feminizmin kavramsal sınırlarını çizerken LGBT bireyler bu sınırların neresine düşüyor?
Tam göbeğine düşüyorlar bence. Benim bildiğim, algıladığım feminizm, bedenlerin normatif cinsiyet ve cinsellik gibi iktidar araçlarıyla tahakküm altına alınmasını sorunsallaştırır. Tabii ki de bütün mesele ikili bir cinsiyet sisteminin yaratılmış olması, bu ikili cinsiyet sistemine göre bedenlerin düzenlenmesi, aralarında bir asimetri oluşturulması ve aile kurumu aracılığıyla bu asimetrinin sabitlenmeye çalışılmasından çıkıyor. Feminizm bu ikiliğin içerisinde kendisine “kadın” denilen ve bu asimetrinin dezavantajlı tarafı olarak belirlenenlerin isyanıdır. Ama bu isyan sadece bireylere yönelik olamaz. Bu isyan bunun böyle olması gerektiğini söyleyen, yani “kadın” olarak cinsiyetlendirilenlerin ezilmesi, güçsüzleşmesi ve susmasını telkin eden çoklu bir iktidarlar ağına karşıdır. İktidar sadece cinsiyet normlarını dayatarak değil, cinsellik normlarını da (üremeye dayalı, evlilik içi cinsellik) dayatarak, bize hangi pozisyonda sevişmemiz gerektiğinden tutun, kaç çocuk doğuracağımıza kadar bedenimiz, arzumuz ve hazzımızla ilgili ne yapacağımızı dikte etme ve “kadınlık” ve “erkeklik” hallerinin ve cinselliklerinin norma uyup uymadıklarını denetleme gayretindedir. Tabii heteronormativite ya da patriyarka sadece dikte etme aracılığıyla işlemiyor, özneler olarak dile geldiğimiz andan itibaren bizi biz yapan, içselleştirdiğimiz bir takım eylemleri ve edimleri kurarak işliyorlar. Tahakkümün bu kadar başarılı olabilmesinin sırrı da burada. Yani bizi özne kılan şeyler aslında bu iktidar süreçleri ancak tabiî ki süreçler hiçbir zaman tam anlamıyla işlemiyorlar, aradaki çatlaklardan direniş imkânları yakalayabiliyoruz.
Uzun lafın kısası, bu hiyerarşide yalnız kadınların değil, “kadın” ya da “ona benzer” olanların ve cinselliği heteroseksüel normların dışında yaşayanların toplumda en ağır şiddete maruz bırakılan kişiler olduğunu görebilmek lazım. LGBT mevzularının feminizme içkin olduklarını ve feminizmin kendi içinde örgütlenebilecek iktidar yapılarına karşı da (misal transfobi, heteromerkeziyetçilik) mücadele etmek için çok önemli olduklarını teslim ederek, eşcinselliğin ve transseksüelliğin ancak ağza alınabilecek birer küfür sayıldığını ve kadın cinselliğiyle paralel bir yerden aşağılanıp, şiddete maruz bırakıldığını görebilmek gerekiyor. Yani feminizmin bence daha kapsamlı bir yerden “normal” kabul edilmeyen, “namus kirleten” her türlü cinsiyetliliğin ya da cinselliğin yıkıcı gücüne dair politikalar geliştirmesi gerekiyor. Kısacası feminizm sadece biyolojisinden dolayı cinsiyeti kadın olarak atanıp, kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet performansını sergileyenlere değil, cinsiyeti normlara uymayanların cinselliklerinin de kesiştiği bir hatta beden politikası yapabilmeli.
Tabii ki de her şeyi feminizm çözer demek istemiyorum, bazı şeyleri çözmekteki başarısızlığı malum. Örneğin cinsellikle ilgili bir direniş hattı kurmakta queer teorinin varlığı hepimizi çok rahatlattı, feminizme de çok önemli açılımlar sağladı. Feminizm queerleşsin, queer de feministleşsin yeter ki. İki teorinin birbirine katacak çok şeyi var. Benim arzum ve düşüncem böyle… Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir? Ben feminizmin kuramına o kadar vakıf olmadığım zamanlarda dahi feminizmi hiçbir zaman bir ikilik üzerinden algılanması gereken bir teori ve pratik olarak görmedim. Hele ki kuramla daha fazla hemhal oldukça böyle bir yaklaşımın mantığı bana daha da abes gelmeye başladı. Hiç Foucault/Butler ekseninden yola çıkmadan, yani biyolojik cinsiyetin inşa olduğu meselesine girmeden bile—yani feminizmin sırf toplumsal cinsiyetin bir inşa olduğu tespitinden yola çıksak bile—cinsiyet tezahürlerinin böyle bir ikilik üzerinden konuşulması ya da mücadelenin bu ikiliğin üzerinden verilmesi gerektiği düşüncesi o tespitin kendisinin içinin boşaltılması anlamına geliyor bence. Kaldı ki, bu ikiliğin üzerinden konuşalım diyen feminizm sadece transgender özneleri değil, aynı zamanda eşcinselliği de dışarıda bırakıyor. Cisgender heteroseksüel kadınlarla, cisgender heteroseksüel erkekler arasındaki hiyerarşiden yola çıkılarak politika yapılıyor, dolayısıyla eşcinsel/biseksüel kadınların sırf kadınlıklarından dolayı değil ama eşcinselliklerinden dolayı iktidarla girdikleri çatışma ve ezilme biçimleri görmezden geliniyor. Aynı şekilde bu kadınların cinselliklerinden ötürü toplumsal cinsiyetle girdikleri başka ilişkilenme biçimleri çok indirgemeci bir yerden yani patriyarkanın yeniden üretimi olduğu düşüncesinden yola çıkılarak değerlendiriliyor. Feminist hareketin içerisinde fazlasıyla lezbiyen ve biseksüel kadın bulunmasına rağmen feminizmin eşcinsellikle ilgili hala bir iki slogandan ve destekçi olmaktan öte bir siyaset yürüttüğünü düşünmüyorum. “Bunu da LGBT’ler yapsın, konu cinsellik ne de olsa, bizim daha mühim işlerimiz var,” diye düşünülüyor sanki.
Feminist hareketin amacı sadece kadınlara yönelik hak temelli siyaset mi üretmektir? Yoksa dönüştürücü bir cinsiyet politikası mı amaçlanır? Benim feminizmim hak temelli bir feminist politika değil. Aynı şekilde LGBT aktivizmine de hak temelli bir yerden bakmıyorum. Bu işlerle ilgilenen başka örgütlenmeler olabilir. Bence anayasa çalışmaları da çok değerli… Kadın hakları ve LGBT hak ve özgürlükleri savunucuları devletle böyle bir ilişki içersine girip, Türkiye’de yerlerde sürünen kadın ve LGBT hakları ve eşitlik mevzuları ile ilgili iyileştirici çalışmalar yapabilirler. Buna bir itirazım yok. Ama benim yürütmek istediğim direniş biçimi farklı. Ben feminist mücadeleyle de LGBT mücadelesiyle de queer bir yerden ilişkileniyorum. Çok dar alanlara kısıldık, bence iktidarın elinden almamız gereken çok şey var ve bunları “devlet adamları”yla masaya oturarak elde edemeyiz. Hak temelli bir siyaset sonucunda belki bazılarımız için bir şeyler iyileşir ama bu daha özgür bir dünyaya giden kapıların açılacağı anlamına gelmez. Sonuçta böyle bir mutabakatın bir ucu da asimilasyona gider. Benim içimde çok daha radikal şeyler yapma isteği var. Elimizdeki ufacık kalelerimizi bile düşürmeye çalışan kocaman bir yapı var karşımızda ve ona karşı mücadeleyi mümkünse en ters hareketi, en kıl hamleyi, en büyük ihlali gerçekleştirerek başarabileceğimizi, bizi köşeye sıkıştırmaya, asimile etmeye çalışanlarla böyle mücadele edebileceğimizi düşünüyorum. Hiç pasifist değilim, cidden bu yapıları militan bir siyasetle ve in your face varoluşlarla “yoz”laştırabileceğimizi düşünüyorum. Bu aslında “Cinsiyet sizin değil beyler, ayrıca iki tane de değil, beş tane de değil, başa çıkamayacağınız kadar fazla”yı tecessüm halinde görünür kılmak. Ya da sürtüklüğü, ya da “am”ı toplumsal olarak, hetero-patriyarka içerisinde konumlandırıldığı yerden alıp, cinselliğin çokluğunu iktidarın suratına çarpmak. Benim dönüştürücü politika anlayışım böyle.
Bu amaç bağlamında LGBT bireyleri bu hareketin neresinde görebiliriz?
Ön saflarda, LGBT bireyler kendi cinsiyetçiliklerinden ve misojinilerinden arındıkları veya en azından arınmaya gönüllü oldukları noktada zaten bence (bencesi fazla bile) bu hareketin öznesiler.
Feminist metodoloji yapı eleştirisine mi yoksa kişisel deneyimlere mi dayanmalıdır? Bu bağlamda farklı deneyimlere sahip LGBT bireyler ve kadınlar ortak bir yapı eleştirisinde, mesela ataerkillik ve muhafazakarlık karşıtlığında buluşabilirler mi?
İkisi de feminizme lazım. Ancak yapı analizini/ eleştirisini, kuramı odağına almadan ve kişisel deneyimlerden yola çıkarak hareket eden bir feminizm birilerinin deneyimini evrenselleştirme hatasına düşebilir. Keza bunun örneklerini gördük. Malum. 3. Dalga’nın da en önemli eleştirilerinden biri bu. Yani sen bir grup heteroseksüel, orta sınıf ve beyaz kadının deneyimlerinden yola çıkıp da bir mücadele inşa etmeye çalışıyorsan, bu hareket gümler çünkü özgürleştirici olmaktan ziyade kendi içinde sorgulanmayan bir takım iktidarlar üretir. Aynı şekilde beyaz, burjuva ve muhafazakâr eşcinsellerin deneyimlerinden yola çıkan bir LGBT siyaseti de ezme/ezilme ilişkilerine dair nitelikli bir söz üretemez. Dolayısıyla deneyimlerin getirdiği birikimden de tabii ki de faydalanarak, ancak bunları kuramsal bir çerçeveye oturtup, genellemeden ve evrenselleştirmeden bir yapı eleştirisine giren feminizm hetero-patriyarkanın tahakkümündeki bireyleri özgürleştirecek ve güçlendirecek araçlar sağlayabilir. Bu anlamda ataerkillik ve muhafazakârlık bağlantısı önemli… Şimdi bakıyoruz, eril, muhafazakâr bir iktidar var; kadınlara kaç çocuk doğurmalarından, nasıl doğurmaları gerektiğine kadar söz söyleyen, kürtajla ilgi bir sürü düzenleme ve kontrol mekanizması kurmaya çalışan bir baskı sistemi var. Öte yandan pornografi meselesi var. 2005’ten beri uygulanmakta olan Türk Ceza Kanunu’nun Müstehcenlik Maddesi’ne göre “Anal, oral, grup seks, lezbiyen, homoseksüel ilişki ve ensest”, doğal olmayan ilişki biçimleri olarak sayılıyor ve bu tür ilişkilerle ilgili her türlü görüntünün yayınlanması ve bulundurulması suç sayılıyor. Geçenlerde Yargıtay 14. Ceza Dairesi, içerisinde “doğal olmayan” anal ve oral ilişki görüntüleri olduğu gerekçesiyle porno cd satan bir şahısa verilecek cezanın arttırılması talebiyle tekrar gündeme geldi. Bu mahkeme aynı zamanda, 26 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç’nin bütün bu adamlarla kendi rızasıyla birlikte olduğuna kanaat getiren mahkeme. Burada eril, heteronormatif ve muhafazakâr bir iktidarın hedefi altında kimlerin olduğu açıkça görülüyor bence. Bu iki alanın, bu coğrafyada birbiriyle nasıl kesiştiğini ve birbirini tamamladığını görmek çok da zor değil. Dolayısıyla birlikte bir yapı eleştirisine girmek de kaçınılmaz.
Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler mi oluşturmalıdır? Bu farklı deneyimler ortak bir düzlemde mücadele etmeye engel midir? Ben farklı deneyimlerin ayrı örgütlenmesinin değerli olduğuna inanıyorum. Ama aynı zamanda farklı deneyimlerin, farklı politikalar yürüten örgütlenmeler içerisinde de yer alarak, o alanları dönüştürme çabalarının da aynı derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin anarşist hareket içerisinde feministlerin varlığı ya da LGBT’lerin Kürt hareketi içerisinde yer almaları önemli örnekler. Yani farklı deneyimlerin farklı örgütlenmelerde olmalarını politik açıdan gerekli görsem de ben mutlak ayrılıkçı bir siyasete de inanmıyorum. İktidar çok merkezli ise, işlediği kanallar sadece cinsiyet, cinsellik vs. üzerinden de değil. Daha doğrusu başka iktidar mekanizmalarının cinsiyet ve cinselliğin oluşumunda nasıl rol oynadıklarını görebilmek de çok önemli… Dolayısıyla iktidarın bazı kimlikleri, bazı varoluşları dışkılamak üzere örgütlediği mekanizmaların kesişim kümelerinin farkında olmak lazım. Irk, din, sınıf, sakatlık, göç, militarizm vs. gibi unsurların yol açtığı diğer ezilme biçimlerinin bizi nasıl cinsiyetlendirdiği ve bunun toplumsal cinsiyet veya farklı cinsel pratiklere nasıl etki ettiği konusunda da geniş bir farkındalık ve eylemlilik vizyonuna sahip olmamız gerekiyor. Yani farklı ezilme biçimlerinin, sadece dirsek temasında bulunarak değil, daha iç içe bir “queer yoldaşlık” anlayışı içerisinde örgütlenmesinin daha yıkıcı ve dönüştürücü bir direnişe imkân tanıyacağını düşünüyorum. Dolayısıyla farklı örgütlerin böyle bir farkındalık içerisinde oldukları noktada birlikte hareket etmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyorum.
LGBT hareketi aynı zamanda feminist bir harekettir demek mümkün mü?
Değil diyebilirim sanırım. Nasıl “feminist hareket LGBT politikası yapar, homofobik ve transfobik değildir,” diyemiyorsak, “LGBT hareketi feministtir,” diyemeyiz bence. LGBT hareketi içerisindeki pek çok lezbiyen ya da biseksüel kadın kendilerini feminist olarak konumlandırıyor olsalar da ya da aynı şekilde pek çok trans kadın/erkek de kendilerini feminist olarak adlandırsalar da, yine de hareket içerisinde geylerin baskın çıktığını görüyoruz. LGBT hareket içerisinde taciz, şiddet vs. gibi konularda yaklaşım değişebiliyor, ya da belki de nasıl davranacağını bilememe gibi durumlar olabiliyor. Ben hatta hareket içerisinde olsalar dahi bazı gey erkeklerin örtük de olsa bir misojiniye sahip olduklarını da düşünüyorum. Ama dediğim gibi feminizm de homofobi/transfobi meselelerini aşmış değil, dolayısıyla iki hareketin birbirinden öğreneceği çok şey var. Keşke bu kadar ayrı gayrı durulmasa da, daha çok ortak politikalar üretilmeye gayret edilse.
5 notes
·
View notes
Text
Yoldaş Söyleşiler- Yıldız Tar
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Feminizmle ne zamandır haşır-neşirsiniz?
Ben Yıldız Tar. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyim. Boğaziçi Üniversitesi Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenci Topluluğu LuBUnya ve İstanbul LGBT Derneği gönüllüsüyüm. İki yıl kadar da Lambdaistanbul LGBT Derneği’nde gönüllüydüm. Lise yıllarımdan beri de sosyalist hareketlerin içerisindeyim şu veya bu şekilde.
Feminizmle lise yıllarında tanıştım. Kendimi tariflemeye çalışırken feminist yazın önümü açtı. Kendimi inşa etmeye çalıştığım, sıklıkla bocaladığım, acı çektiğim dönemlerde; feminist kadınların deneyimleri acılarımı sağaltmaya, kendimle barışmama her şeyden önemlisi yalnız olmadığımı görmeme yardım etti. Üniversiteyi kazandıktan sonra Kadın Araştırmaları Kulübündeki (BÜKAK) feminist kadınlarla tanıştım, BÜKAK’ta çalışma yürüttüm. Şimdilerde Boğaziçili Feminist Kadınlar adlı çok yeni bir oluşumun kıyısında, çeperinde de olsa içindeyim.
Kavramsal sınırların, özneler tarafından çizildiğine inanıyorum. Bu durumda feminizmin kavramsal sınırları da feminist özneler tarafından çiziliyor diyebilirim. O yüzden bu soruyu LGBT özelinde feminizmi analiz etmeye çalışarak cevap vereceğim.
Her ne kadar evrensel kadınlık söyleminden vazgeçildiyse de, bunun yansımaları halen daha feminist harekete sirayet ediyor. Bu evrensel kadınlık orta sınıf, beyaz (bu coğrafyada Türk), heteroseksüel kadını imliyor. Bu tahlile birçok farklı biçimde karşı çıkıldı ve feminizm yeniden tariflendi. Bu tarifleme farklılıklar ile bir aradalığı imliyor. Ancak, bu farklılık söyleminin, feminist alanlara da sirayet eden toplumsal hiyerarşilerin üstünü örttüğünü düşünüyorum. Bu yolla da LB kadınlar, feminist hareket içerisinde özneleşemiyorlar. Aynı görmezden gelme hali trans bireyler için de farklı bir biçimde var. Sert, değişmez bir kadınlık kavramı trans bireylerin deneyimini önemsizleştiriyor ve dahası feminizmin kavramsal sınırlarının bir adım dışarısına itiyor. Bu ötekinin ötekisi konumlardan gelen eleştiriler ise farklılık olarak tariflendiği müddetçe, feminizm içerisindeki bazı kadınların hegemonyası daim kalıyor. Geylerin bu sınırlar içerisinde düşünülmesi bile imkansız! Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir? Zor bir soru… Şöyle ki, kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LBT kadınlara yer var elbette. Ama hangi LBT kadınlara? Bu ikiliği çok da sarsmayan, kendini bu ikilik içerisinden tarifleyen “kadınlar” bu feminist söylem içinde konumlanabiliyor. Ancak ne zaman ki bu ikiliğin dışında bir olasılık beliriyor, işte o zaman kayış kopuyor J Bu da sadece kimliğe dair bir tartışma değil kanımca, ikili cinsiyet rejimi, patriyarka kadar temel bir çelişkidir. Ve birbirlerine çok sıkı bir şekilde bağlıdırlar. Ancak sanıyorum ki, egemen feminist söylem bu bağlantıları görmüyor ya da görmek istemiyor. Burada tartışma sanırım evrensel ezen erkek ve evrensel ezilen kadın ikiliğinden çıkıyor. Bu ikilik ile düşündüğümüz vakit “feminen” bir eşcinsel erkeği herhangi bir yere konumlandıramıyoruz. Oysa ki, ezme-ezilme ilişkileri alana, toplumsal dinamiklere göre değişip, dönüşen ve yeniden anlamlanan ilişkilerdir. Örneğin, salt cinsel yönelime dönük bir mücadelenin kamusal alanda erkekliği yıkıma uğratan efemine bir geyin sorunlarını çözebileceğini düşünmüyorum. Çünkü burada aslında toplumsal cinsiyete ve daha ötesinde cinsiyet ifadesine dönük bir mücadele gerekiyor. Egemen feminist hareket kadın-erkek ikiliğini dayatmakla kalmayıp, kavramsal araçları da mülkiyetine alarak bir baskı ve dışlama mekanizması yaratıyor. Bu ikilik aynı şekilde kadın kadına ilişkileri de iktidar sorgulamasının dışında tutarak lezbiyen ve biseksüel kadınları da dışlıyor. Trans kadınlar sözkonusu olduğunda da bu ikilik ile düşünmek, “erkekti kadın oldu”, “ne kadar kadın oldu acaba”, “ama hala erkek görünümünde” gibi argümanların ötesine geçmeyi engelliyor. Oysaki erkek olarak sosyalleştirilmenin her zaman ve her koşulda özgüven arttırıcı ve de güçlendirici bir şey olmadığını, çoğu trans kadın ve gey için bunun çok ağır travmalar yarattığını bir görebilsek…
Örneğin, ben trans deneyim yaşıyorum. Birçok insana göre bedenim erkek bedeni (ki bu da ayrı bir konu ben transsam bedenim nasıl erkek bedeni oluyor anlayabilmiş değilim) ve ben bu sebepten ayrıcalıklı bir konumdayım trans olmayan kadınlara göre. Oysa ki, benim bu bedenle barışabilmem (ki sadece trans olduğum için bedenimle sorunum yok, normatif beden ölçülerine uymayan herkesin bedeniyle sorunları var ki bu da aslında bütün dünya demek oluyorJ) ve bu süreçte yaşadıklarımın ürettiği travmalarla boğuşabilmem çok zor bir süreçti benim için. Ve hala daha gidiş-gelişler yaşıyorum. Bana bedenin erkek bedeni, erkek olarak sosyalleştirildin ve ayrıcalıklı konumdasın her dendiğinde, dönüp bu ayrıcalıkları sorguluyorum ve genelde karşılaştığım ayrıcalıklardan ziyade çocukluk travmalarım, sokakta erkekliği bozduğum için yediğim dayaklar, taciz ve tecavüz oluyor. Herhangi bir kavramsal tartışmaya girmeden dahi bütün bunlar dayanışmak için yeterli iken, kadın-erkek ikiliği beni bu alanın dışına itiyor. Bir şey olarak sosyalleştirilmenin ayrıcalıklar ve bastırılmışlıklar yarattığı aşikar, ama bu herkes için geçerli. Örneğin; trans olmayan bir kadın, kadın olarak sosyalleştirilmenin trans kadınlara göre sağladığı ayrıcalıkları görmüyor. Çünkü bütün algımız kadın-erkek üzerinden gidiyor ve maalesef ki bu da öyle iddia ettiğimiz gibi toplumsal kadınlık-erkeklik değil; bildiğin biyolojik kadınlık-erkeklik.
Bütün bu dediklerimden sonra, bu ikiliği aşmadan da LB kadınların görünmez kılınarak, T lerin ise “normal-kadın”laştırılarak egemen feminist söylem içerisinde yer bulabilmesinin mümkün olduğunu söylemek istiyorum. Ama asıl soru şu, bunu istiyor muyuz?
Feminist hareketin amacı sadece kadınlara yönelik hak temelli siyaset mi üretmektir? Yoksa dönüştürücü bir cinsiyet politikası mı amaçlanır? Bu soruyu yanıtlarken tarihsel bakmanın önemli olduğunu düşünüyorum. 1. Dalga Feminizm denen, özellikle İngiltere, Fransa gibi Batı ülkelerinde ortaya çıkan feminizmin amacı kadınlara dönük hak temelli siyaset idi. Oy hakkı için mücadele eden kadınların temel derdi, eşit yurttaşlar olabilmekti ve buna göre bir politika örüyorlardı. Bu politika bu coğrafyadaki yansımasını Osmanlı Kadın Hareketinde buldu. Kadın dergileri ve kadın dernekleri yoluyla hak talep eden kadınlar bir yandan da eş, anne ve ev kadını rollerini sorguluyor; değiştirip dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak birinci dalga feminizmi eleştirerek kendini var eden ikinci dalga feminizmler hak temelli siyasetin ötesinde bir siyasetin sınırlarını açtılar. Sosyalist feministler ve radikal feministler dönüştürücü ve yıkıcı bir feminist siyaseti mümkün kıldılar. Toplumsal cinsiyet kavramsallaştırması ile kadınlık hallerini analiz etmeye ve mücadeleye ataerki ve onun uzantılarına karşı yürütmeye başladılar. 3. Dalga Feminizm ise post-yapısalcı kuramlar ile bambaşka bir kuramsal alan açtı.
Bütün bu kısa hikaye faslının ardından diyebilirim ki, feminist hareket derken hangi feminist hareketten bahsettiğimiz önemli. Zira, bu feminizmler lineer bir tarih içerisinde ilerleyen “ideolojiler” değil. (neyse ki) Bu coğrafyadaki feminist hareket iç içe geçmiş, grifit, karmaşık feminizmlerin eklektik bir birleşimi gibi. O sebepten feminist hareketin amacının kadınlara dönük hak temelli siyaseti de içeren; ancak hak temelli siyasetin çelişkilerini, girdaplarını sürekli sorgulayan; siyasal alanı haklar söylemine sıkıştırmamayı önemseyerek dönüştürücü ve yıkıcı bir cinsiyet politikası üretmek olduğunu söyleyebilirim.
Ancak bütün bunları bir arada gerçekleştirmek hem teorik alanda hem de pratik alanda birçok sıkıntıya yol açabiliyor. Özellikle transların ve 3. Dalga Feministlerin kurmaya çalıştıkları feminist politika; heteroseksizmi, ikili cinsiyetçiliği, ahlakçılığı, iktidar pratiklerini(kültürel, sınıfsal, sosyal vs) sorgulayarak feminizmin bu coğrafyadaki serüvenine yeni bir kapı açmaya çalışıyor.
Bu amaç bağlamında LGBT bireyleri bu hareketin neresinde görebiliriz? Sonsuz sayıda cinsiyet ifadesinin var olabileceğini gösterip cinsiyet rollerini yerle bir etmeye çalışanlar olarak, feminist hareketin bu dönüştürme çabasında büyük bir müttefik olduğumuzu düşünüyorum. Egemen olan, istenen ve olumlanan erkeklik ve kadınlık rollerini yıkabilecek potansiyeli LGBT hareketinde görüyorum. Ancak bu bireylere dönük bir tartışma değil bence. Herhangi bir şey varoluşu ve özü itibariyle bir şey ifade etmez. İcra ettikleri ile değiştirip dönüştürebilir. Bu icralar, özcü tanımları ve haliyle o özcülükten sürekli beslenen cinsiyet rollerini, cinsiyete dayalı işbölümünü ve aslında patriyarkayı iş göremez hala getirme potansiyeline sahip.
Feminist metodoloji yapı eleştirisine mi yoksa kişisel deneyimlere mi dayanmalıdır? Bu bağlamda farklı deneyimlere sahip LGBT bireyler ve kadınlar ortak bir yapı eleştirisinde, mesela ataerkillik ve muhafazakarlık karşıtlığında buluşabilirler mi?
Bu ikisinin birbirinin karşıtı olduğunu düşünmüyorum. Her ikisine da dayanmalıdır. Salt yapı eleştirisi üzerinden ortaklaşmak daha kolay gibi geliyor. Ki aslında şu güne kadar kol kola yürümemizin sebebi de bu. Ancak bu deneyimleri hep beraber konuşulur kılmadıkça, alanlarımızı birbirimize açmadıkça, sahip olduğumuz araçları paylaşmadıkça bu sadece “stratejik ortaklık” olur, yoldaşlık olmaz. Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler mi oluşturmalıdır? Bu farklı deneyimler ortak bir düzlemde mücadele etmeye engel midir?
Özörgütlenmelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hepimiz bu toplumsal yapının parçaları olarak her türlü ayrımcılık pratiğini yeniden ve yeniden üretiyoruz. Bu sebepten beraber örgütlendiğimiz arkadaşlarımız üzerinde tahakküm kuruyor ve sesini görünmez kılıyoruz. Böylesi bir tahakkümün altına alınan özneler ise bu “karma” ortamlarda sözünü üretemiyor ve kendisine en benzeyenlerle, en benzer yaraları almış olanlarla örgütleniyor. Ancak bu örgütlenmelerin kendi iktidar alanlarını yaratması ve bu alanı diğer öznelere tamamen kapaması da çok mümkün. Bunun panzehiri olarak, özörgütlülüğün ortak bir mücadele zemininde anlam kazandığı fikriyle ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. LGBT hareketi aynı zamanda feminist bir harekettir demek mümkün mü?
Hangi LGBT hareketi ve hangi feminist hareket? J LGBT hareketi, feminist bir hareket olma potansiyeline sahip ve bence LGBT hareketi yeni ve farklı bir feminist hareket inşa ediyor. Patriyarkaya, heteroseksizme ve bence bu ikisini hem besleyen hem onlardan beslenen ikili cinsiyet rejimine karşı yeni bir feminizm. Şu anki tariflemeyle transfeminizm dediğim ama aslında konusu translar olan bir feminizm ya da transların feminizmi olmayan başka türlü bir feminizm mümkün. Kimlik temelli bir politikanın kendi içine kapanması bir çeşit muhafazakarlık mıdır size göre?
Elbette, daha da ötesinde sisteme entegre olma çabasıdır. Bu içine kapanma, hem yeni ezilen kategorileri yaratmaya hem de kimlik politikalarının hedeflediği özgürlük düşünün ertelenmesine yol açıyor. Kendi kurduğu alanın hakimi olmaya ve bu alanı muhafaza etmeye çalışmak, bütün iktidar pratiklerini yeniden ve yeniden üretmek demek. Burada sanırım mücadele etmek için ihtiyaç duyduğumuz alanlar ve mevzilerin çekiciliğine kapılıp, o alanın mücadele için ve mücadele içinde anlamlı olduğunu sürekli kendimize hatırlatmamız gerekiyor. LGBT hareketinin 2000’lerdeki yükselişi, 20-30 yıllık bir tarihselliğe ve birikime sahip olan feminizm içindeki verili söylemlerde bir sarsıntı yaratmayı başarabildi mi sizce?
Sarsıntı ne demek, kaosa yol açtı. 2000lerde yaşananları sadece okuduklarımdan ve dinlediklerimden biliyorum. O yüzden çok fazla o döneme dair konuşmak istemiyorum ama özellikle son 3 yılda yaşananlar kaos etkisi yarattı. Bu kaotik hali fazlasıyla önemsiyorum ve birçok olasılığa gebe olduğunu düşünüyorum. Feminist siyasal alanın sıkışmışlığını aşmak için çok kritik anlarda olduğumuzu düşünüyorum. Kadın politikası derken birden translar “pörtledi” ve ikili cinsiyet rejimi, transfobi gibi meseleler daha fazla konuşulur oldu. Bunun dışında bence en büyük etki cinsellik meselesinde oldu. Cinselliğe yaklaşımlarımızdaki romantize halleri sorgulamaya başladık. Ancak bütün bu değişim ve dönüşümler maalesef ki teorik-politik alana dair dönüşümler olageldi. Bunların pratik alana yansımalarını henüz görebildiğimizi düşünmüyorum. Ancak, bu yansımaların her şeyi yeniden değiştirip dönüştüreceği fikrindeyim. Resmi siyasetin sınırlarının dışına taşan bir sivil toplum mücadelesi içinde feministler ve LGBT bireylerin ortak hareket etmesi bir zorunluluk mudur?
Zorunluluk olduğunu sanmıyorum. Ama beraber hareket etmenin herkes açısından daha geliştirici, dönüştürücü olduğunu düşünüyorum. Birlikte hareket ederek değişip dönüşürken bir yandan da söylemlerimizi ve mücadele araçlarımızı değiştirip, dönüştürüyoruz. Bir süredir İstanbul Amargi’de yürütülen tartışmalar, aslında bu birlikteliğin kuramsal anlamda nasıl açılımlar sağlayabileceğinin açık kanıtı. LGBT ve feminist hareket Türkiye’deki hızlı muhafazakarlaşma karşısında alternatif bir dayanışma biçimi geliştirilmeli midir? Öyleyse bu nasıl olur?
Türkiye’de yükselişe geçen muhafazakarlaşma ve faşizm karşısında, dayanışmak artık önemli olmaktan çıktı ve zaruri bir hal almaya başladı. Bu noktada bence iki temel şeye dikkat etmemiz gerekiyor. İlk olarak, dayanışma ağlarını daha sağlam örmek için; birbirlerimizin evinde misafirmiş gibi davranmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Ki bu iki “ev” birbirinden tamamen ayrı değil. Birçok aktivist bu kesişim alanlarında pozisyonlanmış durumdayız. Bu kesişimlerdeki deneyimlerin dayanışmayı nasıl örebileceğimiz sorusuna cevap oluşturabileceği fikrindeyim.
İkincil olarak bence dikkat etmemiz gereken, bu muhafazakarlaşmanın neo-liberal dönüşüm ile bağlantılarının daha net tariflenmesi gerekliliği. Muhafazakarlaşmayı kentsel dönüşüm politikalarından ayrı düşünemiyorum. Ve bu politikaların bizi nasıl etkilediğine dair ortaya net bir şeyler koyabilmiş değiliz. LGBT ve feminist hareketin ortak bir mücadele yürütebileceği alanlar nelerdir? Biraraya gelip konuşma ve tartışmanın ötesinde ne gibi kanallar açılabilir?
Şiddete karşı mücadele, beden politikaları, cinsel politikalar ve savaş karşıtlığı ilk aklıma gelen alanlar. Beraber iş yapmaya başlamanın birçok kapı açacağını düşünüyorum. Mesela nefret cinayetlerine karşılık bir kampanya örgütlemek beraber. Veya artan savaş koşullarına karşı LGBT hareketi ve feminist hareket beraber iş üretmek. Ama bütün bunların ön koşulu komşu ziyaretlerini bırakıp, kol kola yürüme haline geçmek. Bu da sizli bizli konuşmayı bırakıp, biz diye konuşabileceğimiz bir platform inşa etmekle mümkün gibi geliyor.
Röportaj: Umut Güner/kaosgl.org
1 note
·
View note
Text
TRANS MANİFESTO
Trans olmak doğal ve insanların birbirlerinden farklı ve her bir insanın biricik olduğunu gösterir. Bizler yaşadığımız sorunlar dışında birbirimizden farklıyız. Trans kadın ve erkekler herkesle, her şartta, her zaman eşittir. Biz translar aşağıdaki maddeleri iddia ve talep ederiz.
Bize ikinci sınıf vatandaş gibi davranılmasına izin vermeyeceğiz. Trans olduğumuz için utanmayacağız. Cinsiyetimizin, cinsiyet kimliğimizin ve cinsel yönelimimizin bizi tanımlamasına izin vermeyeceğiz. Herkesin kendisini kendisi gibi hissettiği cinsel kimliğine saygı duyacağız. Cinsiyet kimliğimizi ve cinsel yönelimimizi gizlemeye ve bizi saklamaya çalışan ideolojilerle karşı duracağız. Cinsiyet kimliğimizin ve cinsel yönelimimizin ve bize rağmen ifşa edilmesine izin vermeyeceğiz. Cinsel kimliğimizi, yönelimimizi açıklamak ve bu durumu tolere etmek zorunda değiliz. Feminen, maskülen, çift cinsiyetli ya da cinsiyetsiz ve/veya daha farklı olabiliriz ve bundan asla vazgeçmeyeceğiz.
Sağlık ve sosyal hizmetlere erişimde cinsiyetçi, transfobik ve homofobik tavırlara izin vermeyeceğiz. Barınma haklarımızın önündeki engelleri kaldırmak için çalışacağız. Ev tutma ve yurtlarda yaşanan sorunlar da trans arkadaşlarımızla dayanışarak transfobik ayrımcılığı görünür kıracağız. Trans bireylerin belirli sokaklara çalıştırılmasına ve burada yaşamaya zorlanmasına karşı çıkıyoruz ve çıkacağız. Gettolar değil kentin tamamını istiyoruz. Eğitimin heteronormatif yapısını eleştiriyoruz. Eğitim alanının transfobik iklimi trans bireylerin eğitime erişimini engellemektedir. Eğitim alanında ayrımcılık ve insan hakları ihlalleri aynı zamanda istihdam ve kendimizi gerçekleştirme hakkımızı engellemektedir. İşe başvuru, işe alınma, terfi edilme, işten ayrılma süreçleri de dâhil olmak üzere her türlü transfobik, homofobik ve cinsiyetçi tutumları ifşa edeceğiz ve istihdam alanındaki her türlü ayrımcılıkla mücadele edeceğiz.
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin anayasaya eklenmesini sağlayacağız. Eğer bulunduğumuz şartlardan memnun değilsek sesimizi alçaltmayacağız. Ses çıkartmaya devam edeceğiz. Saygısız, ayrımcı yorumları ve davranışları kabul etmeyecek ve bunları değiştirmek için çalışacağız. Biz translar, insan hakları için çalışacak ve sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Sadece kendimiz için değil, herkes için bunu yapacağız.
MAYIS 2011
#manifesto#transseksüel#transgender#trans kimlik#transfeminizm#ayrımcılık#cinsiyet kimliği#cinsel yönelim#eğitim#sağlık
7 notes
·
View notes
Text
Geceleri de Sokakları da İsteMİyoruz!!!
yakın zamanda farklı şehirlerde iki arkadaşımız öldürüldü. 21 Nisan 2012, Cumartesi Günü Saat 17:00’de AKP Şişli İlçe Binası önünde olacağız. aşağıdaki yazı tam yerine denk geliyor. kadın cinayetlerinden sıklıkla bahsederken...
Sema Semih T., Bükak 2009
Gündüzleri Türk aile yapısına aykırı görüldükleri için kamusal alanlardan dışlanan, geceleri ise Türk aile babalarının “ahlâksızlıklarına” malzeme olan travesti ve transseksüeller, toplumun kendilerine bahşettiği kelle koltukta, bıçak omuzda geçen bir hayatın bedelini en sonunda canlarını vererek ödüyor. Ebru Soykan adlı transseksüel arkadaşımız evinde boğazı kesilerek öldürüldü. 12 Mart Perşembe günü Ebru’nun dostları olarak basın açıklaması için evinin önünde toplandık. Herkes suskun, sanki böyle bir olayı ilk kez yaşıyormuşçasına şaşkın ve belki de geleceğe dair umutsuzdu. Türkiye’de travesti ve transseksüel bir özne olabilmenin yolu taciz edilmek, tecavüze uğramak ya da öldürülmek gibi eylemlerin “sözde öznesi” olmaktan geçerken, Ebru da ne yazık ki bu ülkede bir transseksüel olarak kendinden beklenen son eylemi yerine getirdi.
Yine bir transseksüel arkadaşımız, sırf transseksüel olduğu için ve bir transseksüel olarak kendisinden beklenileni yerine getirmediği için öldürüldü.
Yine bir transseksüel arkadaşımız öldürüldü. Ebru bir nefret cinayetine kurban edilen ilk transseksüel değil. Bundan önce Eryaman’da, Esat’ta, Ülker Sokak’ta Mis Sokak’ta bir sürü transseksüel arkadaşımız hem de sistematik bir şekilde katledilmedi mi? Bugün de Pürtelaş Sokakta’ydık. Bu sokaklar kendi cinsiyetine, kendisine atfedilen toplumsal cinsiyete karşı gelip, karşılarına önce ailelerini, akrabalarını, sonrasında fark etmeden hemen hemen tüm toplumu bulan bedenlerin kıstırıldığı hapishaneler… Bu sokaklar her an bir nefret suçuna kurban gitme tehlikesine karşı bir arada yaşayan travesti ve transseksüellerin yaşam alanları…
Sadece transseksüel olmak bir toplumsal baskı ve şiddeti açık beraberinde getiriyorken, bir transseksüel için belki hayatında hiç görmediği transseksüel bir insanın bile öldürülmesi onun hayatını tehdit eden en büyük şey değil midir? Birbirlerini her an kaybetmenin paranoyasına düşüren, hayatta kalmak için mücadeleleri, acıları, ölümleriyle birbirlerine kenetlenmelerine neden olan, onları bu sokaklarda bir arada yaşamaya iten şey her an baskı ve şiddete maruz kalabilecek olmalarından başka bir şey midir?
Ebru sadece transseksüel olduğu için öldürüldü. Transseksüel olmak, aileden kaçmak zorunda kalmak, seks işçisi olmak, ölmeye her an hazır olmak, toplum kaçıp kendine sınırlar çizip onların içinde yaşamak, (yaşamak zorunda kalmak) gibi anlamlara geliyorken, en başında bir transseksüel için transseksüel olmak nedir? Belki cinsiyetiyle, toplumsal cinsiyetiyle, bedeniyle alıp veremediği olmak… Belki nasıl ki herhangi bir kadın kilolarından herhangi bir erkek burnundan memnun değilse, penis, vajina, meme gibi, ahlâki olarak sözünü etmememiz gereken(!) organlardan memnun olmamak, yerlerine yenisini istemek. Belki bir kadını kaşlarını alırken görüp ona özenmek, belki bir adamın bıyıklarını çok beğenip onlar gibi bıyıklarım olsun demek. Belki de iki kadının ya da erkeğin birlikte olabileceği öğretilmediği için kendini cinsiyetini düzeltmek zorunda hissetmek… Bir transseksüel olmanın kendi içinde böyle anlamları varken bu insanlara biçilen kıstırılmış ve kısaltılmış hayatların sebebi onların istedikleri bedenlerin, olmak istedikleri kişilerin ataerkiyi tehdit ediyor olması değil de nedir?
Ebru bir transseksüel olduğu için kendisinden bekleneni yerine getirmediği için öldürüldü. Ebru’nun bir transseksüel olarak kendisinden beklenen kendi istediği gibi şekillendirdiği bedenini başkalarının kullanımına açmasıydı. Bu sadece ondan beklenen bir şey değil, zaten tüm travesti ve transseksüellerden önce beklenen sonrasında da yaptıkları için dışlanmalarına neden olan şey değil miydi? Bir travesti ya da transseksüeli “fahişe” diye damgalayan ve sırf bu yüzden iş vermeyen, evlerinden kovan, sokakta dalga geçen, küfreden, taciz eden, saldıran ama yeri geldiğinde kendi yatak odalarının, arabalarının, ofislerinin, makam odalarının içinde en büyük fantezilerinin en iyi kullanabildikleri aracı haline getiren insanlar daha ne bekliyorlardı?
Ebru’nun ardından “Katil kimdi?” diye sormak belki önemli bir soruydu. Acaba sevgilisi miydi? Katilin kim olduğu neyi değiştirirdi? Hatta katilin sevgilisinin olması aslında travesti ve transseksüellerin hiçbir şekilde yaşam güvencesinin olmadığının, transfobi sarmalı içerisinde bir şekilde ailelerinden gördükleri şiddetten kaçıp kurtulabilmişken yeni kurmaya çalıştıkları “aile”ler içinde baskı ve şiddete ne kadar çok açık olduklarının bir göstergesi değil miydi? Travesti ve transseksüel kadınlarla birlikte olup her türlü zevkini karşılayan hatta bu kadınları fuhuşa sürükleyip onlar üzerinden ekonomik ihtiyaçlarını da karşılayan insanlar, zevk ve safa içinde süren hayatlarının tehdit edilmesi karşısında mı bıçaklara sarılıyorlardı?
Geçtiğimiz pazar 8 Mart’tı. Lambdaistanbul olarak 8 Mart Mitingi’ne katıldık. Yürüyüşteyken “Teşhirci değil travestiyiz!” diye bağırırken pankarta takılıp düşecektim. Yanımda Ebru’nun çok yakın bir arkadaşı olan bir arkadaşım “Dur travesti olmadan öleceksin.” diye espri yaptı. Benim bu transseksüel arkadaşımla yaşadığım küçük anekdot bile travesti ya da transseksüel olmakla ölmek arasındaki ilişkinin açık bir örneğiydi. Ölüm sinsice günlük konuşmalarımızın içine dalmışken, iki gün sonra Ebru’nun acı haberini alacağımızdan habersizdik.
Eylemde aynı zamanda hep birlikte kadınlar olarak “Geceleri de sokakları da istiyoruz!” diye bağırdık, ancak bu slogan gecenin karanlığında dönen her türlü kirli işin, işkencenin, cinayetin içinde bazı erkeklerin aynı karanlığın içinde görülemeyen duyulmayan fantezilerinin parıltılı süsleri olan travesti ve transseksüel kadınlar için ne kadar geçerliydi, bilmiyorum. Gecenin karanlığı içine hapsedilen travesti ve transseksüelleri umutsuz bir biçimde gündüzleri de görmek istiyoruz. Travesti ve transseksüellerin eğitimden sağlığa, hukuktan medyaya, birçok araçla topluma yayılan transfobi sarmalı içinde birtakım mücadelelerle yaşamaya çalıştıkları hayatların daha görünür olmasını istiyor, artan transfobi ve nefretin içinde daha fazla arkadaşımızı kaybetmek istemiyoruz. Ebru öldü, başka transseksüeller öldürülmesin.
#transgender#Transseksüel#trans kimlik#transfeminizm#seks işçiliği#transfobi#kadın cinayetleri#feminizm
3 notes
·
View notes
Text
Trans Kadınlar Hakkında 13 Mit ve Yanılgı -3-
8. Kadın bedenini sahipleniyorsunuz
Bunu yapmak için önce başka birinin kimliğine sahip olmamız lazım. Biz kadın bedenine el koymuyoruz. Biz kendi kimliğimizi ifade ediyoruz. Bu kendimizi “Öteki” olarak ifade etme ya da öykünme çabası değil, bizler “Kendi”mizi daha dürüst ve doğru ifade etmeye çalışıyoruz. Yeni ya da başka bir insana dönüşmüyoruz. Daha çok kendimiz oluyoruz. Bir maske takmıyoruz, bir maskeyi çıkarıyoruz.
Sahip çıkılan ya da etkilenen SİZİN bedeniniz ya da cinsiyetiniz değil. Biz sadece kendimizi biraz daha ait olduğumuz yerde hissetmeye çalışmak için kendi bedenlerimiz, kendi cinsiyetimizle ilgili kararlar alıyoruz... Bunlar bizim yapacağımız seçimler. Beden bizim seçim bizim, değil mi ama?
9. Neden kendinizi olduğunuz gibi kabul etmiyorsunuz? Neden olduğunuz gibi yaşamayı öğrenmiyorsunuz?
Bu yanılgının ardında genellikle durumumuzu estetik operasyon ya da yeme bozukluklarına benzetmek yatıyor. İnsanlara, bedenlerini kabul etmeleri ve kendilerinden nefret etmemeleri için ellerinden geleni yapmaları gerektiğini öğretiriz. Kişinin kendini kabul etmesinin, akıl sağlığı ve iç huzuru bakımından ne kadar önemli olduğunu gösteririz. Fiziksel görünümle ilgili sorunlarla başa çıkmanın en uygun yolu terapi ve kişinin kendini kabullenmeye çalışmasıdır, estetik operasyonlar ya da yeme bozuklukları gibi takıntılar geliştirmesi değil.
Ama cinsiyetten duyulan rahatsızlık bir “fiziksel görünüş sorunu” kadar basit değildir, ayrıca terapi ve psikotropik ilaçlara cevap vermediği kanıtlanmıştır. Bir insanın bedeniyle ilgili belli makul beklentileri olabilir ve benlik saygısıyla fiziksel görüntüsü arasında tıbbi çözümlere başvurulması gereken uyuşmazlıklar da olabilir.
Örneğin vücudu ciddi bir şekilde yanmış birine yapılan deri naklini, psikolojik ve sosyolojik olarak aşırı rahatsızlık yaratan bir biçim bozukluğuna sahip birinin olduğu estetik ameliyatı ya da bir uzvunu kaybetmiş biri için kullanılan protezi düşünün. Bu gibi durumlarda sadece kendini olduğu gibi kabul etmesini öğretmeyiz. O da sürecin bir parçası elbette (cinsiyet geçişinde olduğu gibi), ama tıbbi müdahaleyi de sağlarız ve bunu sorgulamaz ya da buna duydukları arzuyu küçümsemeyiz. Tek istedikleri görece daha makul bir bedensel bütünlük. Bu makulluk kişisel bakış açıcıyla ilgili olsa da yine de yadsınamaz.
Kendinize şunu sorun: bir kaza sonucu genital organlarınızı kaybetseniz ya da biçimi bozulsa, protez ya da estetik operasyon istediğiniz için sizi eleştiren birilerinin olmasını ister miydiniz? Bir insanın içsel cinsiyet ve cinsellik algısıyla uyumlu bir bedene sahip olmak istemesi son derece anlaşılır ve sahip olmadan yaşaması çok zor bir şeydir.
Dahası bu tip prosedürlerin ve cinsiyet geçişinin, özel, tanımlı varış noktaları ve amaçları vardır. Yeme bozuklukları ve estetik operasyonların öyle değil. Ciddi psikolojik fiziksel komplekslere sahip biri tahminen asla yeterince güzel ve yeterince zayıf hissedemeyecektir. Mutsuz kalmaya devam edecektir ve fiziksel değişimler altta yatan sorunu çözemeyecektir. Yanıklar veya biçim bozuklukları için geçirilen kozmetik süreçlerin ve cinsiyet dönüşümünün bir sonu vardır ve bu süreçler hastaya kalıcı ve büyük bir psikolojik ve duygusal yarar sağlayarak hastanın sağlığını belirgin şekilde iyileştirirler.
Çoğu tıbbi süreç sadece yaşamı devam ettirmek için değildir. Kişinin refahını ve yaşam kalitesini arttırmakta da işe yararlar. Geçişin de sağladığı budur … bir bireye isteyebileceği makul kalitede bir yaşam sağlamak. Diğer başka hiçbir işlem ya da tedavinin, Cinsiyet Kimliği Uyumsuzluğunun kişinin zihinsel sağlığında neden olduğu zarara yardımı ya da etkisi kanıtlanmamıştır.
10.Gerçekten bir kadın olmadın. Bu işlem sadece kozmetik. Teknik olarak hala bir erkeksin.
Buna dair yazdığım daha uzun bir yazıyı şurada bulabilirsiniz. (İngilizce)
Özetlemek gerekirse: cinsiyetin genetik tanımını, fiziksel tanımının diğer tüm yönlerinin (hormonlar, ikincil cinsel karakterler, genital biçim vb.) ötesinde önemsemeyi gerektirecek geçerli bir neden yok. Aslında kromozomlar insanların cinsiyet farklılıklarında düşündüğümüz kadar fazla rol almıyorlar. Y kromozomu DNA’sının tek gerçek fonksiyonu eşey organlarını testise çevirmek. XX hücrelerde, X kromozomlarından biri deaktive edilir. Yani, bir “dişi” ve “erkek” hücresi arasında gerçek bir işlevsel fark yoktur. İnsanlardaki cinsiyet farklılığı genetik bazlı değil hormonal bazlıdır.
“Kozmetik” olarak kadın olmaya gelince... bir trans kadının ikincil cinsiyet karakteristikleri natrans[1] [Doğumlarından itibaren sahip oldukları cinsiyetle cinsiyet kimlikleri uyumlu olan kişiler. - çev.n.] bir kadınınkinden temelde farklı değildir ve tamamen aynı fiziksel süreçle oluşurlar. Eğer benim göğüslerim “kozmetik” olarak addedilecekse, herhangi bir kadının göğüsleri için de aynı şey söylenebilir.
Birinin “gerçekten” kadın olup olmadığını söyleyebileceğimiz tek bir değişken yok. Böylesi herhangi ayrı bir özellik, kimi natrans kadınların da kategori dışına itilmesini gerektirebilir. Trans kadınların taşımadığı, natrans kadınların taşıdığı bazı özellikler olacaktır ama o özellikleri taşımayan natrans kadınlar da olacaktır her zaman. Tüm natrans kadınların içinde olup trans kadınları dışarıda bırakacak öyle bir “kadın” tanımı yok. Tabi “sadece natrans kadınlar gerçekten kadındır çünkü trans kadınlar gerçekten kadın değildir” gibi totolojiler hariç. “Kadın”ın anlamlı ve tutarlı tüm tanımlarına trans kadınlar da dahildir.
11. Zenneler, transeksüeller, transgenderlar, karşı cinsin kıyafetlerini giymekten hoşlananlar, ne fark var?
Öncelikle “transgenderlar” demeyin. Sıfatı isimleştirmek kategoriyi kişinin üzerine koyuyor. “Trans kadın/erkek/kişi” diyin.
Transgender kavramı, cinsiyet ve cinselliğin normlarından belirgin şekilde farklılaşanların altında toplandığı bir şemsiyedir. Zenneler, transeksüel kişiler, karşı cinsin kıyafetlerini giymekten hoşlananlar, transvestik fetişistler, trans-erkeksi ya da trans-kadınsı olarak tanımlananlar, cinsiyetini sorgulayanlar vb. bunların hepsini kapsar.
Transeksüel, özellikle, genelde hormon yenileme tedavisi ve/veya genital biçimlendirme ameliyatı, isim ve belgelerini değiştirmek gibi yasal ve sosyal değişimler geçirerek, cinsiyet ifadesini (kıyafetlerini, makyajını vs.) değiştirerek, ses eğitiminden geçerek ve saire tamamen bir cinsiyetten öbürüne geçen kişiler için kullanılır.
“Trans kadın”da olduğu gibi “trans” sıfatı genellikle transeksüel anlamına gelir ama zaman zaman transgender için de kullanılır. Genelde içerikle beraber netleşir. Örneğin bu makalede transeksüel kadınlar için kullanılmıştır.
Zenneler performans amaçlı ya da eğlendirmek için abartılı ve yapay biçimde kadın gibi giyinen (her zaman değil ama kimi zaman gey olan) erkeklerdir. Genelde fiili olarak kadın oluşa çok az vurgu vardır, onun yerine gösterişli ve eğlenceli bir kılık söz konusudur. Bu bir cinsiyet rolleriyle oynama eylemidir, kişinin daha derindeki benlik algısının ifadesine dayanan bir eylem değildir. Bir zenne kadın karakteri geliştirebilir ama (neredeyse her zaman) cinsiyet kimliği olarak erkektir.
Karşı cinsin kıyafetlerini giymekten hoşlananlar, çeşitli sebeplerle kimi zaman kadın kıyafetleri giymeyi ve kadın aksesuarları kullanmayı ve kendini kadın gibi takdim etmeyi tercih eden erkek cinsiyet kimliğine sahip erkeklerdir. Kendini karşı cins olarak takdim etme eylemi geçicidir ve kendi “gerçek kimliklerini” yansıtmaz.
Transvestik fetişistler ise, kendilerini karşı cins olarak sunmaktan erotik bir haz alıp bu şekilde uyarıldığından cinsel arzuları doğrultusunda kadın kıyafetleri giymekten hoşlananlardır. Onlar da erkek cinsiyet kimliklerini korurlar ve karşı cins sunumu geçicidir.
Bunlar önemli ayrımlardır. Cidden.
12. Transeksüellik sadece modern tıbbın bir uydurması, Batı kültürünün bir semptomu.
Hormon yenileme tedavisi ve genital biçimlendirme ameliyatı, uzun süreli bir insan problemine cevap vermek ve iyileştirmek için geliştirilmiş modern tıbbi tedavilerdir.
Cinsiyet değişkenliği, her zaman sosyal olarak kabul edilen ve yer verilen bir olgu değildir. Bazı toplumlarda bazen çok özel şekillerde yeri vardır ve insanlık tarihi boyunca hemen hemen her kültür ve toplumda gerçekleşmiştir.
Birçok kültür aslında oldukça toleranslı ve kabul edici olmuştur. Hatta bazılarında trans kimliklerin özellikle kutsanmış, şanslı veya güç sahibi olduğu bile düşünülür. Örneğin Kuzey Amerika’nın kimi ilk uluslarındaki şamanik “iki ruhlu” varlıkların rolü, antik Yunan’daki Kibele’nin rahibeleri, Tayland’daki hem saygı duyulan hem de istenmeyen Kathoey, İngiliz kolonisi olmadan önce (ki bu cinsiyet değişkenliğine karşı İngiliz tavırlarını da beraberinde getirmiştir) Hjira’nın Hindistandaki olumlu sosyal konumu vb.
Cinsiyet değişkenliği insanlar varoldukça var olmuştur. Transeksüellik buna karşılık gelen ve fiziksel cinsiyeti ile cinsiyet kimliği arasındaki güçlü ahenksizliğin mağdur ettiği insanların ihtiyaçlarına cevap veren görece yeni bir seçenektir. Transeksüellik bizi yaratmadı, bize dolu, mutlu, anlamlı yaşamlar yaşama ve bedenlerimizle mutlu olma imkanı verdi.
13. Kadınların alanlarına sızıp güvensiz hissetmelerine neden oluyorsunuz.
Bir kere, bizler de kadınız. Bunda bir anlaşalım.
Natrans bir kadının, trans bir kadınla aynı tuvalette ya da değişme kabininde (ya da her neyse) bulunmaktan ötürü nasıl ve neden bir rahatsızlık duyacağından, ayrıca hissedilen riskin, trans kadınların erkeklere ayrılmış tesisleri kullanmaya zorlanması durumunda duyacakları aşırı rahatsızlığa ve hakiki riske ağır basıp basmaması gerektiğinden emin değilim.
Sürekli denk geldiğim bir argüman da “peki bazı erkek tecavüzcüleri ya da çocuk tacizcilerini ya da sapıkları biraz ruj sürüp transgender olduklarını iddia ederek kızlarınıza cinsel saldırıda bulunmaktan alıkoyan ne olacak!” (burda korkutucu kilise orgu müziği girer!)
Pekala...böyle bir olay hiç ama hiç yaşanmadı. Böyle bir suçu işlemek için hiçbir erkek transgender kılığına girmedi. Ve eğer derdiniz cinsel saldırı ve sapıklıksa hedef almanız gereken bu eylemlerin kendisidir, bunlara karşı politikalar geliştirmeli şeytanlaştıracaksanız o insanları şeytanlaştırmalısınız. Masum trans insanları, vahşi ve varsayımsal bir hayal üzerinden cezalandırmayın.
Lezbiyenlerin kadın tesislerini kullanmasını da sapık olabilecekleri gerekçesiyle yasaklar mıydınız? Hayır, büyük ihtimalle yasaklamazsınız ve istatistiksel olarak lezbiyenlerin böyle bir ortamda cinsel saldırıda bulunmaları hiç olası değildir. Trans kadınlar için de öyle... Yazının önceki kısımlarındaki libidomuzla ilgili kısmı hatırladınız mı? Penisimiz olsa bile erekte olmakta ne kadar zorlanacağımızı? Eğer cinsel saldırıları engellemek gerçekten çok ilgilendiğiniz bir konuysa lütfen kadınları küçük gören ve bedenlerini insanlıklarının önüne koyan kadın düşmanı kültürü imha etmeye odaklanarak işe başlayın.
Feminist topluluk içerisinde de buna dair pek çok öfke ve tartışma var. Hemen ilk aklıma gelen örneklerden biri “Kadın-doğan-kadın” politikası uygulayarak transları dışlayan Michigan Womyn Müzik Festivali (gerçi trans erkeklerin katılmasına ve performans sergilemesine izin veriyorlar). Gerekçelerinin çoğu bize kadınlar tuvaletine ve soyunma odalarına girmeyi yasaklayan Hristiyan sağınınkilere benziyor: biz gerçekte erkekmişiz ve bu bulunduğumuz ortamı güvensiz yapıyormuş (ve yine, bu iddiayı destekletecek hiçbir veri yok), erkekleri trans kadınlar olarak kılık değiştirip katılmaktan ne alıkoyacakmış vb.
Ama ayrıca daha karmaşık sorunlar da var. Bunlardan bir tanesi feminizmin bazı kollarında genel bir transfobik tavır olması (özellikle radikal feminizmde)... Cinsiyet ikiliğini dayattığımız kanısı (ki bu “neden kendinizi olduğunuz gibi kabul edemiyorsunuz ki” zamazingosu ve cinsiyet kimliğiyle cinsiyet ifadesini karıştırmakla da alakalı), toplumsal cinsiyet dediğimiz şeyin “sadece bir toplumsal sözleşme” olmasına rağmen sahip olduğumuz cinsiyete tamamen bağımlı olduğumuz ve onun ötesine geçemeyeceğimize dair garip iki yüzlü cinsiyet-özcü ısrarcılık, ve daha birçok biyo-özcü iddia (“tecavüz Y kromozomunda kodlanmıştır” gibi...ciddiyim, bu iddiayla karşılaştım), vb.
Kimi zaman kız çocukluğu dönemimiz ve beraberinde gelen sosyal cinsiyet uyumu eksik olduğundan kadınsı deneyimleri muhtemelen anlayamayacağımızda da ısrar ediliyor. Bu bir bakıma doğru...kadın yaşamının belli bazı tecrübe etmediğim ve edemeyeceğim yönleri var. Ama bu her kadın için geçerli. Herkesin tıpatıp aynını tecrübe ettiği evrensel ve değişmez bir kadınlık öyküsü yok. Herhangi belirli bir şeyin eksikliğinin, kişinin “gerçekten” kadın olamayacağı anlamına geldiğini ve kadınlığı anlayamayacağını iddia etmek birçok natrans kadını da dışlamak anlamına gelecektir.
Tüm bu sanılar, eğip bükülüp, entellektüel akrobasi sergileyerek, aslında tam da temel feminist ilkelere zıt gidiyor olsalar da feminizmlerinin birer uzantısıymış gibi göstermeye çalışarak transfobilerini gizleme çabası olarak görünüyor bana... Toplumun bize sahip olduğumuz anatomiyle yapmamız gerekenlerin ne olduğuna dair söyledikleriyle uyuşmak için yaşamlarımız, seçimlerimiz, kimliklerimiz ve bedenlerimizle ne yaptığımız dış kuvvetlerce dikte edilmemeli ya da zorla benimsetilmeye çalışılmamalı.
Biyoloji alın yazısı değildir. Hatırladınız mı?
--
Özetle, neredeyse tüm yanılgılar bizlerin gerçekten erkek olduğumuz varsayımından ve bizim, bizim yaşamlarımızın, önerilerimizin ve seçimlerimizin erkek temelli bir bakış açısıyla ele alınmasından kaynaklanıyor. Bir erkeğe ilgi duyan bir kadın gey değildir. Bir kadının kadın olarak var olması geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmez ya da bu rollerin yıkılması o kadının yokolmasını sağlamaz. Bir kadından, basitçe erkek bedenini istemesi beklenemez. Bir kadın kadınlığa el koyuyor ya da kadınların alanlarına sızıyor diye suçlanamaz. Bir kadının bedeni ve onu kadın yapan yönleri sadece kozmetik değildir.
Eğer çürütülmesi diğer tümünün yokolmasını sağlayacak bir mit varsa o da bizim cinsiyetimizin meşru olmadığı sanısıdır. Bizler kadınız. Sadece böyle düşünün, anlayacaksınız.
EKLEME: Karşı cins gibi giyinmekten hoşlananların kendilerini karşı cins gibi sunma eylemlerinin “gerçek benliklerini” yansıtmadığını söylemiştim, daha açıklayıcı olmam gerekirdi: Karşı cins gibi giyinmekten hoşlananların (trans kadın olup bunu inkar ederek kendisinin sadece karşıt cinsin kıyafetlerini giymekten hoşlandığını iddia edenleri ayrı tutuyorum) kendilerini kadın olarak takdim edişleri/ kadın kişilikleri erkek kimliklerinden DAHA doğru değildir. Her ikiside kişinin kendi benlik algısının bir parçasıdır. Ama hakikaten karşı cinsin kıyafetlerini giymekten hoşlananlarla bir trans kadın arasındaki temel fark, kadın kimliği gerçekken erkek kimliğinin de sahte olmamasıdır. Tersine, erkek kimlik hala kişinin kaçınılmaz olarak döndüğü birincil ifadesidir.
Tekzip: Bu yazıda cesaret ve anlaşılırlık adına sadece trans kadınlara odaklanmayı seçtim. Niyetim trans erkeklerin kültürel olarak görmezden gelinişlerine katkıda bulunmak değil ve onların seslerinin, deneyimlerinin ve kimliklerinin de duyulmayı ve anlaşılmayı hak ettiklerine inanıyorum. Natrans okurlardan, burada yazılanların çoğunun transeksüeller için genelde geçerli olduğunu akıllarında bulundurmalarını istiyorum.
Natrans İngilizce metinlerdeki “cis” karşılığıdır, trans olmayan demektir.
0 notes
Text
Trans Kadınlar Hakkında 13 Mit ve Yanılgı -2-
4. “Bu bir tuzak” / Trans kadınlar hetero erkekleri yatağa atmak isteyen geylerdir.
Gey erkekler olmadığımız meselesi için yazının önceki kısmına bir bakın: http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=10972 Ama bu çok daha derin, çok daha daha pis, çok daha alçaltıcı ve çok daha tehlikeli bir yanılgı. Tehlikeli çünkü birçok trans kadın, “kandırıldıkları” hissine kapılan seks partnerleri tarafından öldürüldü.
“Kandırma” kavramı burada biraz alengirli bir konu ve trans kadının, durumu partnerine ve başkalarına açmasının etik boyutlarını ve bundaki sorumluluğunu tartışmaya kalkmak epey karmaşık bir iş olabilir. Buburda kurcalamak için fazla kapsamlı bir konu ama Zinnia Jones bunun üzerine fantastik bir açıklama sunuyor. Benim tek söylemek istediğim, sizin dar kafalılığınız ve saplantılarınızı üzerimize yıkmanızın sorumluluğunun bize ait olmadığını düşünüyorum, eğer bu sizin için bu kadar büyük bir meseleyse bunu sorma sorumluluğu size ait. Biraz önce size çekici gelen kadın, hayatının konuyla alakasız bir detayını bildiğiniz bir anda sizin için itici, yalancı bir orospuya dönüşüyorsa, sorun sizin algınızdadır onun bedeninde değil.
“Tuzak kuruyor” olduğumuza dair imaların problemleri saymakla bitmez. Aklıma gelen ilk birkaç tanesi şunlar: bizim “gerçekten” erkek olduğumuz varsayımı, aldığımız tüm kararların sizin etrafında döndüğü ve bunu kendimiz için değil sizin için yapıyor olduğumuz inancı (önce de belirttiğim, erkeklerin kadınların giyimini yorumlayışları örneği gibi), cinsel istek ve cinsiyet ifadelerinin karıştırılması mevzusu, kadınlık ve kadınsılığı sahte ve bir oyun gibi görme durumu vb.
Ama sanırım en çok irdelemek istediğim, trans kadınların cinselliğine ve isteklerine erkek cinselliği ve istekleri gözlüğünden bakılması. Farzedelim bir natrans erkek kanepesinde oturup dalgın dalgın porno dergisini karıştırmaktadır. Derken bir “travesti” pornosunun reklamına denk gelir. “Neden bi insan bunu yapar ki? Neden bir erkek kadın olmak ister? Bu delilik!” (şimdilik buradaki kadın düşmanlığını bir kenara bırakalım) diye neden bir kadının erkek bedeni değil de kadın bedeni isteyeceğini sorgulamaktansa bunu merak eder, yani neden bir erkeğin bir kadın bedeni isteyeceği üzerine düşünür. Erkeğin özünde seks aracı ve kadının da özünde seks objesi olduğu varsayımına dayanarak “travestinin” bunu yeni seksi, yuvarlak, seks-objesi bedeniyle erkekleri cezbetmek için yaptı sonucuna varır. Ya da kendi kişisel seks objesine sahip olmak için yaptığını düşünür.
Bir trans kadının libidosuna hormon terapisi sırasında ne olduğunu boş verin. Birçok trans kadın için tam da libidosunun azalmaya başladığı bu dönemde, trans kimliğine olan bağlılığının genellikle arttığı ve kafasında kalan şüphe ve soru işaretlerinden kurtulduğunu da unutun. Hepsini unutun. KESİN seksle alakalı bir şeydir. Çünkü kadın bedeninin iyi olduğu tek şey vardır: o da seks.
Değil mi?
5. İyi de kalıplaşmış cinsiyet rollerini pekiştirmiş olmuyor musunuz? Tam da kadınsı bir kişiliğin kadın bedeninde olması gerektiği düşüncesi değil mi bu söylediğiniz? Bu kadınların ve erkeklerin belli bir biçimde olmaları“gerektiği” fikriyle örtüşmüyor mu?
Tıpkı trans lezbiyenlerin “gerçekten ama gerçekten geyler” mitini çürüttüğü gibi, bu durum için de erkeksi trans kadınlara işaret edebiliriz. Tadaa! Bir mantık dokunuşuyla bu mit de tarihe karıştı. Ama daha fazla açıklamak gerekirse...
Bu yine cinsiyet kimliği ve cinsiyetin ifadesinin anlaşılmasındaki eksiklikten kaynaklanan temel bir karışıklık.
Cinsiyet kimliği kişinin benlik ve özde kim olduğuna dair içsel bir algıdır. Bir erkek mi yoksa kadın mı (ya da ikisi birden mi, yoksa arada bir yerde mi ya da başka bir şey mi) olduğuna dair bir algı. Bir kadının veya adamın ne olması ya da olmaması gerektiğiyle ilgili kavramlardan bağımsızdır, gayet özsel ve duraldır. Nörolojik “beden haritasıyla” ve kişinin bedeniyle olan ilişkisiyle, barışıklık ya da yabancılaşma gibi hislerle alakalıdır.
(Toplumsal) Cinsiyet ifadesi (ya da dışavurumu) ise kişinin karakteri, ilgisi ve kendini ifade edişinin kültürel olarak “erkeksi” mi ya da “kadınsı” mı (ya da ikisi birden) görüldüğünün derecesidir. Bu son derece kültürel ve sosyal tabanlıdır. Bir kültürde kadınsı olarak görülen bir şey başka bir kültür için erkeksi olabilir. Birey özünde çeşitli seviyelerde kimi cinsiyet niteliklerine sahip olabilir ama cinsiyet ifadesi bu gibi bir sürü, bir sürü niteliğin devasa çeşitlilikte kombinasyonlarından oluşur.
Center for Gender Sanity tarafından hazırlanmış mükemmel olmayan ama oldukça yardımcı bir analizi şurada bulabilirsiniz..
Bir insanı transeksüel yapan ve fiziksel bir değişim aramaya iten şey, tipik olarak cinsiyet kimliğinin varolan fiziksel cinsiyetiyle çelişmesidir. Varolan fiziksel cinsiyetiyle cinsiyet ifadesinin çelişmesi değil. Erkek olmak için fazla kadınsı olduğumuzu hissettiğimizden ya da kadınsı karakteristiklerin kadın olmayı gerektirdiğinden değişmiyoruz. Gerekli motivasyon bundan çok daha derin ve çok daha az analitik. Değişiyoruz çünkü basitçe kendimizi bir kadın olarak biliyoruz... var olan kadın kalıbına ne kadar iyi ya da kötü uyduğumuzdan tamamen bağımsız olarak.
Dolayısıyla bu meseleyi basitçe, sosyal tabanlı bir ikiliğe bedenlerimizi uydurmamızı gerektiren fazlasıyla katı cinsiyetçi rollere dayandırmıyoruz. Sadece üzerimize yapışmış garip çirkin uzaylımsı şeydense, bizim olduğunu hissedebileceğimiz bir bedeni kendi benlik algımıza uydurmak için yapıyoruz. Ve bizim varlığımız hiçbir şekilde bu ikilikleri desteklemiyor, onlarla uyuşmuyor veya onlara dayanmıyor... asıl bizler onları aşıyor ve yıkılabileceklerini hatta yıkılmaları gerektiğini savunuyoruz.
6. Eğer kültümüzde cinsiyetlere atfedilen roller bu kadar katı olmasaydı dönmek için gereksinim de olmazdı.
yo dostum, yoo. Bu da yine cinsiyet kimliği ve ifadesinin birbirine karıştırılmasından ve trans kadınların erkek bedenindense erkek cinsiyeti rolünden duydukları rahatsızlıktan ötürü bu kararı verdikleri inancından kaynaklanan bir başka yanılgı.
Argüman temelde, bu keyfi sosyal ikiliği ve katı cinsiyet rollerini yıkabilseydik benliğimiz ve sahip olduğumuz cinsiyetle ilgili hiçbir uyuşmazlık hissi yaşamayacağımızı söylüyor. Ama tekrar ediyorum, erkek cinsiyeti rolüyle uyuşmadığımız için değil, erkek bedeniyle uyuşmadığımız için dönüyoruz.
Ne kadar açık fikirli ve cinsiyetsiz bir toplum olduğumuzdan bağımsız olarak çoğu kadın yine yabancılık çekmeye; penise testosteron pompalayan bir çift testise kıllı bir yüz ve bedene sahip olmaktan, yağlarının ve kaslarının erkeksi dağılımından, göğsünün düz oluşundan, soyunma odasının asidik kokusundan, sert yağlı cildinden vb. rahatsız olmaya devam edecektir. Keza birçok erkek de bir vajinaya, göğüslere, her ay menüstrasyon kanamalarına, yumuşak ve pürüzsüz cilde, kadınsı hatlara, geniş kalçalara, artan ve azalan östrojen ve progesteron döngülerine sahip olmaktan hoşnutsuz olacak dehşete düşecektir.
Transeksüellik ilk ve öncelikle bizimle ve bizim bedenlerimizle ilgilidir ve onlarla mutlu olmak bizim hakkımızdır. Ne sosyal standartlarla ne cinsiyet politikasıyla ne sizin toplumun nasıl olması gerektiğine veya bizim için en iyisinin ne olduğuna dair düşüncenizle ilgisi yoktur. (Toplumsal) Cinsiyet ifadesindeki (dışavurumundaki) farklılıkları ne kadar iyi barındırabildiğimizden bağımsız olarak cinsiyet kimlikleri fiziksel cinsiyetleriyle uyuşmayacak insanlar var olmaya devam edecektir. Toplumun cinsiyetçi sorunlarını çözmek cinsiyetle ilgili tüm sorunları çözmez.
Lütfen, bu konu üzerine düşünmüş olduğumuz, kendi kararlarımızın bize ait olduğu ve sadece ataerkilliğin oyununa gelmediğimiz makul varsayımını göz önünde bulundurun. Etrafınızda görünürde sizin müttefikiniz olup, size hayatınızı yanlış yaşadığınızı, hayatınızda aldığınız en büyük en önemli en üzerine düşünülmüş kararın sistem tarafından yıkanmış bir beynin sonucu olduğunu söyleyen insanların olması çok sinir bozucu...
7. Ne kadar cesursunuz!
Hayır. Bu çok sevimli bir düşünce, gerçekten, teşekkürler. Bu duyarlılığı çok değerli buluyorum ve genellikle bu tip şeyler duymak hoşuma gidiyor. Bu oldukça kışkırtıcı ve vazgeçmesi zor bir düşünce. Saldırgan ve fanatik bir dünyaya karşı hayal bile edemeyeceğiniz engelleri gözünü kırpmadan aşacak kadar cesur, gözüpek, güçlü bir kadın olmak süper olurdu. Ama bu doğru değil. Cesur değiliz. Biz korkudan altına eden, korkunç acılar çeken, umutsuzca çıkış yolu arayan ve fazla seçme şansı olmayanlarız.
Karanlık fırtınalı bir ormanda bir grup vahşi kurt tarafından kovalandığınızı hayal edin. Çeneleri topuklarınıza değiyor, tam arkanızdalar, sivri dişlerinden sarkan uzun salyalarıyla havlıyor hırlıyorlar. Bedeniniz acıyor ve ağrıyor ve yorgunluğa elinden geldiğince karşı koyuyor, adrenalin ve ölümün dehşet verici korkusuyla zar zor koşmaya devam edebiliyorsunuz.
Karanlığın ve kasvetin içinde bir yerlerde bir ışık huzmesi fark ediyorsunuz. Ona doğru koşuyor, patlayacak gibi olan ciğerleriniz elverdiğince soluk soluğa yardım çığlıkları atıyorsunuz. Bir kulübe beliriyor. Sonunda kapıya ulaşıyor, kurtlardan biri tam boğazınızı parçalamak üzere saldırdığı anda kapıyı açıp kendinizi içeri atıyorsunuz. Nihayet kurtulabildiniz. Güvendesiniz.
Kulübenin içinde yaşlı tonton bir amca piposunu tüttürüp şarabını yudumluyor. Siz ayakta korkudan aklınız çıkmış halde tir tir titreyerek, ağlayarak nefes nefese dikilirken gülümsüyor ve “vay, gerçekten çok cesursun” diyor.
Bazılarımız sahiden cesur. Bazılarımız gerçekten güçlü. Ama bu her zaman geçerli değil ve geçiş kararımızdan doğrudan çıkarılabilecek bir sonuç değil. Ne kadar korkarsak korkalım yapmamız gerekeni, yapabildiğimizi yapıyoruz.
Devam edecek...
Natrans İngilizce metinlerdeki “cis” karşılığıdır, trans olmayan demektir.
#Transseksüel#trans kadın#cinsiyet kimliği#cinsel yönelim#cinsiyet geçişi#mitler#önyargılar#cinsiyet rolleri#Beden#toplumsal cinsiyet ifadesi#trans kimlik
1 note
·
View note
Text
Trans Kadınlar Hakkında 13 Mit ve Yanılgı -1-
Bu yazı Skepchick.org’da kendisi de trans bir kadın olan Natalie Reed tarafından yazılan “13 myths and misconceptions about trans women” başlıklı makalenin çevirisidir.
Ege M. Dire, düzelti: aligül
1. Trans kadınlar gerçekten ama gerçekten geyler
Bu gerçekten şaşırtıcı derecede ısrarcı ve inanılmaz derecede yaygın bir yanılgı. Gerçek ise epey basit: cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimin birbiriyle hiçbir alakası yok. Bu yanlış anlamayı işaret eden oldukça yaygın bir vecize var “cinsel yönelim yatağa kiminle girmek istediğinizle ilgilidir, cinsiyet kimliği ise yatağa kim olarak gitmek istediğinizle.”
Benim kendi yöntemim ise basitçe trans lezbiyenlerin (yani diğer kadınlardan hoşlanan trans kadınların) varlığına işaret etmek. Problem çözüldü. Gidip çay koyabiliriz.
Keşke o kadar basit olsaydı.
Bu kafa karışıklığının, davranışları cinsiyetle çok güçlü bir şekilde bağdaştırıyor oluşumuzdan kaynaklandığını düşünüyorum. Heteroseksüellik varsayımı kültürel olarak o kadar içselleşmiş ki, gey erkekleri, erkek olmaya bir çeşit muhalefet olarak görüyoruz. Çoğu gey erkeğin kendilerini neredeyse hiper-erkeksi bir şekilde ifade etmelerine rağmen, daha çok kadınlar arasında yaygınlık gösteren bir cinsellik biçimiyle ilişkilendirildiklerinden, gözümüze kadınımsı ya da cinsiyet geçişi yapmışlar gibi görünüyorlar. Bu yanılgı, cinsiyet ve cinsiyetin ne anlama geldiği üzerine düşünürken seks ve cinselliğin aşırı vurgulanması sonucu daha da güçleniyor. Böylece cinsiyetin herhangi bir ifadesini, cinsellikle ilgili bir şey olarak addeder hale geliyoruz. Örneğin erkeklerdeki, bir kadının basitçe kendi kimliğinin ve o günkü hislerinin bir yansıması olarak değil de esasen erkekleri etkileme aracı olarak güzel ya da şık ya da seksi giyindiği yaygın varsayımı gibi.
Bu mit hem trans kadınlara hem de gey erkeklere zarar veriyor. Ayrıca sıklıkla trans sorunlarının bir kenara süpürülmesine veya daha genel LGBTQİ sorunlarının içine sokuşturulmasına yol açıyor. Örneğin Kanada gazetesi The National Post’ta yayınlanan şu reklamın, tamamen cinsiyet geçişine dair korkuları körüklemeye dayalı olmasına rağmen transfobik olmaktan ziyade homofobik olduğu yönünde kınanması gibi. Ya da sivil hayata döner dönmez bir geçiş planlamış olduğu bariz olmasına rağmen, PFC Manning’in hikayesinin ordudaki gey adam olarak yazılması örneği gibi. Destekçileri bile onu erkek gibi, erkeksi ifadelerle tanımlamaya devam ediyorlar.
Özetle: cinsiyet ve cinsellik birbirleriyle belirleyici bir ilişki içerisinde değildirler. Her şeyden önce gey, lezbiyen ve biseksüel insan diye tanımların olmasının sebebi budur zaten.
2. Yani penisini kestirecek misin?
Bir başka şaşırtıcı derecede yaygın olan bir yanılgı.
Hemen cevap vereyim, hayır. Bu iş böyle olmuyor.
Umarım sizleri çok fazla sıkmam ama cinsiyet geçişi[1] ameliyatının yaygın uygulanan bir biçimi olan “ters çevirme yöntemi���nin kabaca ve temel bir açıklamasını yapacağım. Penis temelde üç kısımdan oluşur. Uç kısmı gövdenin geri kalanından daha sonra klitorisi oluşturmak üzere ayrılır. Gövdenin derisi yüzülür ve deriden ayrılan gövde kendiliğinden düşer. Gövdenin dış çevresi vajinal çeper olarak işlev görecek şekilde, vajinal kanal açılır ve deri bu kanala doğru evirtilir. Bu, seks esnasında his duyumunun korunmasını ve uyarılma durumunda bir miktar doğal yağlanma sağlar. Testisler gerçekten de kesilir ama testisler için bu işlem sırasında tekrar kullanılmayan tek doku parçası diyebiliriz. Testis torbasından alınan doku, dış dudakları ve tipik kadın vulvasının estetik görüntüsünü oluşturmak için kullanılır. Kalan dokular ve deriler klitoris için ve vajinal kanala gerekli ek derinliği vermek için kullanılır.
Bu işlem oldukça etkilidir ve on yıllardır epey yol katetmiştir. Bugün trans kadınlar his duyumunun ciddi miktarda korunduğunu (hatta genellikle hiç his kaybı olmadığını) ve çoğu trans kadının hayli artan bir cinsel tatmine ve tam orgazm potansiyeline sahip olduğunu bildiriyorlar. Vajinanın dış görünüşü ise adeta herhangi bir kadının vulvasından ayırt edilemeyecek durumda oluyor. Ancak özellikle partnerinizin takım taklavat yerindeyse fark edilebilecek iki şey olabilir; kanalda bir miktar derinlik azlığı ve kanalın genelde natrans[2] kadınlarınkinden bir miktar daha dik oluşu. Ancak bu ikincisi trans kadınların, genişletme tekniğinin (vajinal kanalın kapanmamasından emin olmak için gerekli bir işlem) uygulanması süresince uygun egzersizler yapmasıyla önlenebilir bir durum.
Özellikle bu yanılgıyla ve hatta sıradan “pipi kesme” ile ilgili şakalarla ilgili vahim bulduğum birkaç nokta var. Bunlardan biri kadınların eksik erkekler olduğu cinsiyetçi mitinin pekiştirilmesiyle ilgili. Kadınlar, birkaç parçası eksik erkeklerdir. Kadın cinsel organı, sadece erkek cinsel organının olmayışıdır. Hadım edilme endişesi, penise imrenme vesaire vesaire... Yok ya?! Kadınların kendi cinsiyeti vardır, “sadece daha az erkek” değildirler. Kadın kısımlarına sahip olmanın, erkek kısımlarından kurtulmak ve bir kertik açmaktan ibaret olduğunu da nerden çıkarıyoruz?
Diğer bir sorun da bu yaklaşımın trans kadınların cinsiyetsiz, sakat Barbie bebeklermiş imajını körüklemesi. Kendilerine yeni bir cinsiyet oluşturmuyorlar da sadece varolan cinsiyetlerinden kurtuluyorlarmış gibi bir düşünceyi güçlendirmesi. İndirgemeci ve yeni durumun eskisinden “daha az” olduğu sanısı. Erkekliğin feda edilmesiyle daha adi ve aşağı bir şeye dönüşüldüğü görüşünü desteklemesi. Gerçek ise bu dönüşümün bir cinsiyetsizlik değil yeni bir “cinsiyetlilik” dönüşümü olduğudur. Cinsel organlar ıskartaya çıkarılmıyor, basitçe yeniden şekillendiriliyorlar.
3. Demek cinsiyet değiştirme ameliyatı olmaya karar verdin?
Cinsiyeti değiştiren şey cinsiyet geçişi ameliyatının kendisi değil. Yapbozun çok küçük bir kısmı sadece. Birçok trans kadın bu operasyonu geçir(e)meyebilir. Bir kadın, bacaklarının arasında ne olduğuyla tanımlanmaz.
Bu algıdan medyayı sorumlu tutuyorum.
Bir film ya da TV şovu geçiş işlemini açıkça uzun, aşamalı, karmaşık, çok yönlü, duygusal olarak yıpratıcı ve son derece kişisel olarak ele almıyorsa, kurguda gerçekçi bir şekilde resmetmesi mümkün değildir. Geçiş işlemi ya da süreci filmlerde veya TV’lerde genelde bir kurgu ögesi olarak yer alıyor. Hikayende sadece ufak bir mafsaldan ibaretken neden böylesine karmaşık ve aşamalı bir süreci resmetmekle vakit harcayasın ki?
Milyonlarca kez gördük. Bob kocaman, iri kıyım, erkeksi bir herif olarak hastaneye gider ve topuklu ayakkabıları, mini eteğiyle, yoktan varolan göğüsleriyle ve mucizevi bir şekilde 30 santim uzayan saçlarıyla Roberta olarak dışarı çıkarak bulabildiği ilk saftirik erkekle yatmak için cirit atar.
Ne bir iyileşme safhası; ne bir acı; ne kan; ne genişletme operasyonu; ne bandajlar, sargılar; ne göğüslerin gelişimi, deri rengi, vücut kılı, yağların dağılımının yeniden düzenlenmesi için uzun, zorlu dört yıl süren hormon tedavileri; ne değişen isim ve evrakla beraber çekilen sinir bozucu hukuki sorunlar; ne duygusal inişler çıkışlar; ne bir anda gelen ağlama krizleri; ne ses eğitimi; ne beden dilini ve tavırları yeniden öğrenme süreci; ne bunu hiç atlatamayacağınıza dair endişe; ne atlatmaya başladığınızı farkettiğiniz ilk andaki o mutluluk; ne ilk kez gördüğünüz şeyden nefret etmeden aynaya bakabilmenin verdiği mutluluk gözyaşları; ne tekrar randevulaşmaya başladığınız zamanki gariplik ve korkuyla mücadele; ne baştan öğrenilmesi gereken moda dili ve giyinme alışkanlıkları; ne sütyenlere, topuklulara, küpelere ve sinir bozucu derecede maharet gerektiren küçük takı kancalarına alışma süreci; ne daha iyi orgazmların bu seyrekliklerine değip değmeyeceğine dair merak; ne cinselliğinizi yeniden keşfetme; ne uzun ve karmaşık, yeni cinsel organınızı ve kendinizi tanıma dönemi; ne hangi kıyafetle rahat hangisiyle rahatsız hissettiğinizi anlama süreci; ne küçük bir kızken öğrenme şansı bulamadığınız oje sürmek ve makyaj yapmayı öğrenme; ne ortaya ��ıkma; ne arkadaşlarını kaybetme; ne aile tarafından reddedilme; ne sizi destekleyen insanlarla yakınlaşma; ne kaybedilen erkek olma ayrıcalığına, atılan laflara uyum sağlama. Hiç, hiçbir şey. Yani? Bir dönüşümden eser yok. Bunu bu kadar yoğun ve inanılmaz ve travmatik ve tatmin edici ve güzel bir tecrübe yapan unsurların hiçbiri yok.
Bir de mini etek giyiyor! Operasyondan sonra! Gerçek hayatta, tüm yaşamınız boyunca çektiğiniz adet dönemi sıkıntılarının iki aya sıkışmış, kanlı, hormonal, bunalımlı, acılı bir iyileşme sürecine sahip bir ameliyattan sonra...
Üstelik bir de gidip sevişiyor.
Saçmalanıyor mu? Eh biraz.
Tekzip: Bu yazıda cesaret ve anlaşılırlık adına sadece trans kadınlara odaklanmayı seçtim. Niyetim trans erkeklerin kültürel olarak görmezden gelinişlerine katkıda bulunmak değil ve onların seslerinin, deneyimlerinin ve kimliklerinin de duyulmayı ve anlaşılmayı hak ettiklerine inanıyorum. Natrans okurlardan, burada yazılanların çoğunun transeksüeller için genelde geçerli olduğunu akıllarında bulundurmalarını istiyorum.
Devam edecek....
[1] halk arasında "cinsiyet değiştirme ameliyatı" olarak da bilinir.
[2] ingilizce metinlerdeki "cis" karşılığı, trans olmayan demektir.
#Transseksüel#cinsel yönelim#cinsiyet geçişi#cinsiyet kimliği#mitler#trans kadın#önyargılar#trans kimlik
0 notes
Text
Trans-Kadınların Önündeki Natrans Kadın Engeli
Cara - The Curvature
Geçenlerde, Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi (VRR) adında şiddete maruz kalan kadınlar ve çocuklarına destek, danışmanlık ve sığınma hizmetleri sunan bir grup, danışmanlık hizmeti vermek üzere trans kadınları işe almama hakkı olduğunu beyan eden davayı kazandı. Grup kınalar yakmakla yetinmeyip Jessica Cooper'ın davadan da bahseden trans haklarıyla ilgili makalesine binaen bağnazlıklarını daha bağnaz bahanelerle savunmaya kalktılar. Örgütün iki farklı temsilcisi tarafından bırakılan yorumlardan alıntılar şöyle:
"Kanada yargısının Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi'nin isteği yönünde verdiği karardan ötürü Cooper “erkek kardeşlerimin, kız kardeşlerimin ve benim herhangi bir kamusal alandan atılabilmemiz, sadece kendimiz olmak suçundan ötürü kovulabilmemiz, hiçbir sorumluluk üstlenilmeden tahliye edilebilmemiz ve umumi tuvaletleri kullanmaya cüret etmekten ötürü hakarete, tacize ya da şiddete maruz kalabilmemiz” var olan insan hakları yasasına göre yanlış ve uygunsuz, şeklinde açıklamada bulundu. Onun toplumun önyargıları konusundaki öfkesiyle empati kurabilsem de bunlar bize ya da eylemlerimize karşı açılan davanın sonucu değil. Çıkan karar Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım gibi kadın gruplarına ve aslında trans gruplarına kendi üyelerini belirleme konusunda yasal hak tanıyor. Ayrıca, tecavüze ve şiddete maruz kalmış kadınlar için yalnızca kadınlardan oluşan bir arkadaş grubunun önemli olduğuna inanıyoruz. Aşağıda davada verilen kararın daha doğru açıklaması bulunmaktadır: “İnsan Hakları Mahkemesi daha önceden hükmettiği üzere Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın eğitim programlarına yalnızca kız olarak doğup yetiştirilen kadınları dahil etmesi, Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın cinsel istismar kurbanı kadınlara danışmanlık sunma, eril şiddetle mücadele ve kadınların eşitsizliği konularındaki çalışmalarıyla mantıken bağlantılıdır. Mahkeme ayrıca Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın kararının iyi niyetle alındığını karara bağlamıştır.”
Bayan Cooper ve tüm transeksüellerin karşılaştıkları önyargıları ve sahip olmadıkları hakları okuduğumda çok üzüldüm. Çok cesur ve dobra bir makaleydi. Bayan Cooper'ın deneyimlerini bu şekilde paylaşmasını fazlasıyla takdir ediyorum. Ne var ki, Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım'ın bağlam dışında ele alınmasından endişeliyim ve okurlara farklı bir başka bakış açısı önermek istiyorum. Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım eril şiddeti deneyimlemiş kadınlar için tamamı-kadın bir alan. Bu demek değildir ki örgüt erkek-düşmanı ya da transeksüel-düşmanı, bu yalnızca tamamı-kadın bir ortamda en rahat hissedip iyileşeceğini düşünen kadınların yardım ihtiyacını karşılamaya yönelik. Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım diğer pek çok örgütle birlikte çalışıyor ve tamamı-kadın politikasına sahip olmayan sığınak ve kriz merkezlerinin hedeflerini destekliyor. (Bütün vurgular bana ait)
“Feminizm”in Maşalı Eli “Femisit” retoriğin belli kadınları ezmek için kullanılmasından bıktım usandım. Kadınların sürekli kadınları ezmesinden bıktım. Beyaz kadınların renkli kadınları ezmesinden, heteroseksüel kadınların lezbiyen ve biseksüel kadınları ezmesinden, zengin kadınların fakir kadınları ezmesinden, vücudu sağlam kadınların sakat kadınları ezmesinden, genç kadınların daha yaşlı kadınları ezmesinden ya da daha yaşlı kadınların genç kadınları ezmesinden (belli şartlara gören değişen durumlarda), göçmen-olmayan kadınların göçmen kadınları ezmesinden – ve evet, bu bağlamda en uygun olan haliyle natrans kadınların trans-kadınları ezmesinden bıktım. Ve tabi bunu da feminizm adı altında yapmalarından...
Yukarıdaki her iki yazar da trans-kadınların cinsiyetlerinin aşırı inceliksiz bir biçimde silinmesi konusunda uzlaşıyorlar. Translar “üçüncü cinsiyet” muamelesi görüyorlar. Kadın değil – ama erkek de değil, bak ne kadar da açıkfikirliler! – yalnızca transeksüel. Trans-kadınların dışarıda bırakılmasının tamamı-kadın bir ortam yaratmak amacıyla olduğunu söyleyerek (ve ardından bunu mümkün kılmak için “kadın doğmak” saçmalığına sığınarak) tabi ki trans kadınların kadın olmadığını söylüyorlar. Onlar kadından sayılmıyor.
Kişisel olarak tecavüz krizi destek grubu ya da aile içi şiddet sığınma evleri bağlamında – özellikle danışmanlar açısından – tamamı-kadın bir ortam sağlama hakkını sonuna kadar destekliyorum. (ancak, kadınlara yöneltilmiş yalnızca eril şiddetin tartışılabildiği bir ortamı desteklemiyorum – kadınlar tarafından istismar edilen kadınların da desteğe ve hizmete ihtiyacı var.) Bütün hizmetler tamamı-kadın ortamlarda verilmiyor, biliyorum ve bu iyi; ne var ki tecavüz-sonrası danışmanlığı asla bir erkekten almak istemeyeceğim gerçeği değişmiyor.
Benim konumumla Vancouver Tecavüz Mağdurlarına Yardım ve Kadın Sığınma Evi'ninki arasındaki fark ne mi? Ben bütün kadınların trans geçmişi olsun ya da olmasın kadın olduklarına inanıyorum. Çünkü, bilirsiniz işte, onlar kadın.
Yukarıdaki örnek özellikle VRR'de danışmanlık yapmak isteyen bir kadınla ilgili olsa da, ben daha çok hizmet almak isteyip de reddedilecek kadınlarla ilgileniyorum. Çünkü VRR, hizmetlerini trans kadınlara sağlamıyor. Ve oldukça açık ki, bahaneleri yukarda hazır – kendi dünya görüşleri altında “dişi” trans-kadınları kapsamıyor ve gelin görün ki onların yarattığı alanın “tamamı-dişi”.
Anlıyor musunuz? Kadınlar ihtiyaç duydukları kriz danışmanlığını alamadığında, tecavüz ya da diğer şiddet edimleri sonrası iyi bir muamele görmediklerinde, partnerleri tarafından istismara uğrayanlar sığınma evlerine erişemediklerinde, kadınlar ölüyor.
Ölüyorlar. Biliyoruz. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden sığınma evlerinin açık kalması ve tecavüz kriz hizmetlerinin fonlanması için bu kadar sıkı çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu hizmetler ulaşılabilir olmadığında, istismar devam ediyor, acılar uzuyor, ve kadınlar ölüyor.
Sahi, hangi kadınlar ölünce üzülecektik? Ama sıklıkla görünen şu ki yalnızca doğru kadınlar ölünce ipliyoruz – eğer ölen, benim gibi bir natrans kadın ise (beyaz ve heteroseksüel, orta sınıf bir aileden gelme). Eğer ölenler trans kız kardeşlerimizse, çok daha az insan umursar görünüyor.
Feminizmin gayesi kadınların hayatının bir önemi olması değil mi? Yani, gerçekten asıl konuya gelirsek hani? Feminizmin eril baskıyla mücadele olduğu ya da kadınların sosyal eşitliğini emniyete aldığıyla ilgili şeyler diyebiliriz; ama neden bunları savunuyoruz? Çünkü inanıyoruz ki kadınlar ve yaşamları bir şey ifade ediyor ve korunmayı hak ediyor.
Aslında, burada kullanılan argüman suistimal edildi. “Kadınların güvende hissetmelerini istiyorlar” zırvası. Çünkü görünen o ki istismar görmüş önyargılı kadınların duygusal güvenliği istismar görmüş diğer kadınların fiziksel güvenliğinden daha fazla önem arz ediyor.
Neden en savunmasız kadınlardan bazılarının hayatlarını korumakla bu kadar ilgilenmiyoruz? “Feminist” tercihlerimiz kadınların hayatlarına mal olduğunda neden sorumlu hissetmiyoruz? Neden?
Cevabı biliyorum, tabi ki. Bu transfobidir, bu trans-kadın düşmanlığır, bu doğuştanlık (natrans) egemenliğidir.
Anlamak zor değil; ama yine de durum daha az boktan değil. Feminist hareketin büyük bir kısmı halen bazı kadınların hayatlarını diğerlerininkinden öncelikli görüyor ve öncelikli olanlar hala en savunmasız olanlar değil. Öncelik suistimal ediliyor ve ezilme devam ediyor. Ve kadınlar hala ölüyor. Kadınlar ölüyor.
Ve bu durumu tamamen reddeden cis-kadınların/feministlerin/kadıncıların, bütün kadınların hayatlarının eşit öneme sahip olduğunu düşünenlerin çıkıp bu lanet şeyi söylemeleri gerekiyor.
*Natrans: trans-olmayan
çeviri: Kaosgl düzeltme: Aligül
#sığınaklar#trans kadın#transfeminizm#transseksüel#transgender#feminizm#farklı feminizmler#cinsel şiddet#cinsiyet kimliği
0 notes
Text
“Kadın Haklarına” Tehditler Transların Nasırına Basmak
JAC -Midwestgenderqueer
Yakın zamanlı yasama ve fonlamanın kürtaj haklarına, cinsel saldırıya ve cinsel sağlığa (nam-ı diğer Planlı Ebeveynlik) yönelik tehditleri kadın sağlığına bir saldırı olarak tanımlandı. Buna...en azından hepsine katılmıyorum. Birlikte çalıştığım cinsel sağlık kurumlarından dev dalgalar halinde imza kampanyası ve eylem mailleri almaktayım ve haberin yayılması için çok uğraşmaktayım. Problem şu ki, haberi yaymam için yayılacak olan bir kelimeyi değiştirmem gerek –tek bir kelime, kadın kelimesi.
Cinsel saldırının ardından hayatta kaldım. Atanmış cinsiyeti kadın olan birine özgü sağlık hizmetine ihtiyacım var. Ayrıca kadın değilim. Beni etkileyen konuların, birkaç istisna hariç, sadece kadınları etkilediğinin belirtilmesini sinir bozucu bulmaktan başka bir şey yapamıyorum. Açıkçası, herhangi bir maskülen saplantı veya kişisel güvensizlik sonucu kadınlarla ilişkilendirilmekten rahatsızlık duymuyorum. Gerçek şu ki, kadın değilim ve bu nedenle yasaya eklenmek ve ya, bu durumda, aktivist çalışmaya katılmak için kadın olarak hesaba katılmamam gerektiğini hissediyorum. Teoride benim deneyimimden de bahseden cinsel sağlık hakkındaki kapsayıcı femme blogtan gelen aktivist eylem gönderisine cevap vermek istedim. Fakat çok geçmeden başlığın sadece kadınların deneyimini tartıştığını fark ettim. Onaylanmamış hissediyordum ve her “kadın” yerine “insan” koyduğumda bile daha az dahil edilmiş ve daha yalnız hissediyordum. Haklarınızı almak için size “bu sizi kapsamaz” diyen kapıya doğru harekete geçiyordunuz sanki. Hayır, ben kadın değilim ama bunlar benim de haklarım ve onlar için mücadele etmeye hazırım.
Cinsel saldırı çalışmasına gelince, insanların düşünce sistemlerindeki bulanıklığı anlamak için mücadele etmeye devam ediyorum. Cinsel saldırı sonucu hayatta kalanlar sadece kadınlar değil. Ya bir erkeksem ve cinsel saldırı kaynaklarına ihtiyacım varsa, nereye gideyim? Kadın merkezleri tarafından sağlanan her şey kadınların sağlığına odaklı, hatta kadınların yeri diye ilan veriyorlar (benim yaşadığım yerdeki tecavüz kriz merkezinin adı “Kadınlar Kadınlara Yardım Ediyor”). Ya dişi bedene atanmış bir erkeksem ne olacak? Ya bir kadın dişi bedene atanmış bir bedene sahip değilse ne olacak? Toplumsal, cinsel veya ikili cinsiyet sisteminin dışındaki insanlara ne dersiniz? Kültürümüzde, bu türlü hayatta kalanlar için kaynaklar olmadığı gibi biz, hayatta kalanların kendileri, yok sayılıyoruz. “Tamam, ama kürtaj hala kadınları ilgilendiren bir konu” diye düşüyor olabilirsiniz. Ya da öyle mi? Bazı trans erkekler ve genderqueer bireyler hamile kalabiliyor ve kalıyorlar ki bu bazen kürtaja bağlı bakıma ve acil korunma önlemlerine ihtiyaç duyabilecekleri anlamına geliyor. Ayrıca, trans erkekler ve genderqueer bireyler jinekoloğa gitmeye veya doğum kontrolüne de ihtiyaç duyabilirler – “kadın sağlığıyla” bağlantılı şeyler ama hiçbirimiz kadın değiliz.
Kadın odaklı dili anlamadığım veya takdir etmediğimden değil, kadınlar burada öncelikli nüfusu oluşturuyor ve tarihsel olarak bu konular çevresindeki aktivizm kadınlar tarafından ve kadınlara odaklı yürütüldü. Gerçekte ise kadınlar dehşet önemliyken, trans insanlar, genderqueer bireyler ve (yalnızca cinsel saldırıyla ilgili olarak) na-trans erkekler de eşit derecede önemlidir. Kadınların bedenlerini etkilediği kadar bizim bedenlerimizi de etkilemektedir. Kadınlara özgü risklerin olmadığını veya “kadın haklarının” hiçbir zaman kullanılmaması gerektiğini söylemiyorum. Yeri geldiğinde kullanılması gerektiğini düşünüyorum ve bugünler o uygun zamanlardan değil. “ GOP’un Kadınlarla Savaşında Top 10 Şok Saldırıları” acayip isimli metinde MoveOn.org ayrıntılı olarak yasa tasarılarını yazdı. Acayip isimli diyorum çünkü listenin çoğunluğu sadece kadınlarla ilgili değil, toplumun daha geniş bir kesimiyle ilgili. Okuyucuların ilgisini çekmek için konmuş bir yem olduğunu fark ettim ama bu yem çok sorunlu. Evet, kadınlarla çocukların cinsiyetlendirildiği düşüncesi arasındaki bağlantıyı anlıyorum, fakat bu madde karşı durduğu sosyal beklentilerin daha fazla desteklenmesine çalışmıyor mu? Bir noktada cinsel şiddeti “cinsiyetlendirilmiş suç” olarak listeliyor.
Resim: 2) Georgia eyalet yasa koyucusu tecavüz, tacizci ve ev içi şiddet kurbanları için kullanılan hukuki terimi “itham eden” olarak değiştirmek ister. Fakat hırsızlık gibi daha az cinsiyetlendirilmiş geri kalan suçların kurbanları için terim “kurbanlar” olarak kalacaktır.
“Cinsiyetlendirilmiş suç” ne demektir? Tecavüz kültürel kadınlığa yapılmış bir saldırıdır mı demek istiyor? Çünkü kadınlık karşı durduğumuz basmakalıplar ve kültürel beklentilerin dışında tariflenemez. Sadece kadınlar cinsel saldırıya uğramadığına göre bir tek kadın cinsiyetine yapılmış bir “suç” olamaz. Belki de aradıkları kelime “cinsiyetlendirilmiş” değil de “cinselleştirilmiş” olabilir, bir başka deyişle, cinsiyet basmakalıpları üzerinden cinsel kimliği varsaymak. Fakat tecavüz libido sonucu olmaz, cinselleştirilmiş silah aracılığıyla gösterilmiş güçle ilgilidir, dolayısıyla… Beynim bunu bir yere oturtmaya çalışırken patlayacak gibi! Sanırım bunu yazan kişiler tecavüz = saldırıya uğramış kadın diye düşünüyor ve bu bir problem.
Cinsel sağlık, cinsel saldırı, çocuklar, yaşlılar, eğitim; tün bunlar sadece kadınların sorunları değil. Bunlar insan sorunları. “kadın hakları” ile “insan hakları” deyimleri arasında büyük fark vardır ve bu fark dâhil edilmedir. “İnsan hakları” denildiğinde kadınların katılımının veya otonomilerinin inkâr edildiğini düşünmüyorum. Diyelim ki, kadın değilim, ama aynı derecede baskılanmış azınlıktanım ve aynı derecede bir insanım. Benim için kadın hakları, kendi haklarım kadar önemli bu nedenle benim ve onların hakları arasında bir farkı belirtmeye ihtiyaç duymuyorum. İçinde yaşadığımız antropomorfik sistem hakkında saf değilim, fakat kendimizi cinsiyetlendirilmiş dille sınırlandırdığımızda başka bir baskı formu oluşturmuş oluyoruz, oğlanlar kulübü yerine bu sefer kızlar kulübü getirmiş oluyoruz. Bedenlerimize dair cinsiyetlendiren siyasi mevzular, sağlık bakımına erişime, araştırma yapmaya, kanunlar yapmaya/korumaya dair büyük engeller yaratarak, kültürel beklentileri besler. İnsanların bu konuları konuşmasından memnunum ama sadece kadınlara dair konuşursak sohbette çok büyük bir bölüm eksik kalır. Dilimizi cinsiyetsizleştirirsek herkesi kapsayabilir ve herkesin hakkı için savaşabiliriz. Bedenimin neye ihtiyacı olduğunu veya ne deneyimlediğini bir kelime değiştirmediği gibi, bedenim kimliğimi (cinsiyetimi) tariflemiyor. Bir erkeğim, hayatta kalanım. Atanmış cinsiyeti kadın olan birine özgü cinsel sağlık hizmetine ihtiyacım var. Haklara layık bir insanım. Tek değilim.
2 notes
·
View notes
Text
BÜKAK - Şevval Kılıç Söyleşisi
BÜKAK'IN Şevval Kılıç'la seks işçiliği üzerine yaptığı söyleşiyi, seks işçiliğin transfeminizmin dolayısıyla feminizmin konusu olarak gördüğüm için almak istedim.
Sasha Denezhkina
Seks işçiliğini konu alan çalışmamızın dahilinde, Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıkları Önleme Derneği ve Kadın Kapısı’nın kurucu üyesi ve aktivist Şevval Kılıç ile söyleşi gerçekleştirdik.
BÜKAK: “Seks işçiliği” kullanımı belli referansları olan politik bir tercih fakat hala kadınların köleleştirilmesine referans veren “seks köleliği” kullanımına da rastlıyoruz. Siz ikisi arasında ciddi bir fark olduğunu düşünüyor musunuz? Hem kadını “kurban” konumuna koyan ve özgür iradeye yer bırakmayan “seks köleliği” anlayışından uzak olup, hem de kaçırılan kandırılan –özellikle dil de bilmeyen yabancı kadınlar dâhilinde- pasaportları alınan ve evlere kapatılıp zorla çalıştırılan kadınları koruyacak bir düzen nasıl sağlanabilir?
Bizim ülkemizde fuhuş suç değil. Tek başına fuhuş yapmak hiçbir şekilde suç değil fakat pratikte bu böyle olmuyor. Pratikte fuhuş yapmak için sokağa çıktığında, devlet engellemek için çeşitli cezalar ve benzeri yollarla bireyi baskı altında tutmaya çalışıyor. Dünyada ise birkaç sistem var. Bunlar düzenleyici, yasaklayıcı ve seks işçiliğini bir meslek olarak gören belli başlı üç sistem. Son yıllarda bir de çok popüler olan ve çok kabul görmeye başlamış İsveç modeli var. Ki bu da kadını mağdur olarak kabul ediyor, yani eğer cinsel hizmeti satan kişi bir kadınsa kadını hemen mağdur ilan edip erkeği de hukuki kovuşturma ve hapisle cezalandırıyor. Bu önceleri feministlerin ağzını sulandırdı. Ama bu fuhuşu bitirmek ve kadını korumak şöyle dursun fuhuşu daha da yeraltına itti. Kadınlar daha da korunaksız, daha da güvencesiz daha da tehlikeli ortamlarda bu mesleği icra etmek zorunda kaldı ve mağduriyetleri büsbütün arttı. Böyle tanımlıyorum aradaki farkı. Birisini kaçırıp hapsetmek nasıl bir suçsa insan kaçakçılığı da suçtur, hatta bundan daha ciddi bir suçtur. Çünkü insanı aynı zamanda cinsel hizmete de zorluyorsunuz ama İsveç hükümetinin söylediği gibi yani “Sen iradenle seçmiş olamazsın. Sen ya mağdursundur ya bir travma yaşamışsındır, akıl hastasısındır o yüzden bunu istediğini sanıyorsun. Halbuki seks işçiliğini sen istemiyorsun. Dolayısıyla biz seni rehabilitasyona kapatalım. Seksi satın aldığını söyleyen adamı da hapse atalım.” Buna da katılmıyoruz tabii. Yasaklamadan yana olan feministlerin de çok güçlü bir lobisinin olduğunu biliyoruz tüm dünyada ve işte bunu yasaklama yoluna giden insanlar biz seks işçiliği aktivistlerine “happy hooker (mutlu fahişe) yoktur. Bu bir mittir.” gibi karşı çıkışlarda bulunmaktalar. Bizim de kendi gerekçelerimiz var. Böyle gidiyor kavga.
BÜKAK: Türkiye’de yaklaşık olarak ne kadar yabancı seks işçisi/kölesi mevcut?
Şevval Kılıç: Öyle bir rakam elimizde yok. Biz Türk vatandaşı seks işçilerine ancak ulaşabilmekteyiz. Çünkü yabancı seks işçilerine ulaşmakta sorunlar yaşıyoruz. Mafya kontrolünde belirli yerlerde toplanıyorlar. Çok sıkı kontrollü Laleli – Aksaray gibi yerlerdeki otellerde, pahalı gece kulüplerinde yabancı seks işçileri bulunuyor. Genelde yabancı seks işçilerine sokakta rastlamazsınız. Bizde öyle yerlere açıkçası ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Bu tabii bizim eksiğimizdir. Şimdilik sadece lokal çalışıyoruz. Sorulduğunda ben seks işçisiyim diyen insanlara ulaşmaya çalışıyoruz.
BÜKAK: Resmi genelevlerde çalışan kadınların durumları görece daha iyi denebilir sanıyorum. Peki yasadışı çalışmak bir tercih mi? Genelev koşullarından ve vesika alma sürecinden bahsedebilir misiniz?
Şevval Kılıç: Türkiye’de yaklaşık 52 tane genelev var ve bu genelevlerde yaklaşık 3100 kadar kadın çalışanı bulunuyor. Fakat 2001-2 yıllarından beri yani yeni hükümetten beri genelevlere yeni işçi alımı durdurulmuş durumda. Devletimiz kendi eliyle kadınları vesikalandırmak istemiyor. Bir kere seks işçiliğinden bahsedeceksek artık sadece kadınlar diye başlamamamız lazım çünkü seks işçiliği yapan tek grup kadınlar değil artık erkekler ve translar da var. Dolayısıyla biraz kadınların üzerinden gidiyor gibi geliyor tüm seks işçiliği muhabbeti ama gerçek öyle değil. Tüm varyasyonlarla incelemek ve anlamak durumundayız. Ben 15 yıldır seks işçiliği aktivizmi yapıyorum. Kadın kapısının hem kurucusu hem çalışanıyım. Bence konuşmamız en gerekmeyen konu genelevler. Çünkü genelevler benim fikrime göre sorunun en az olduğu yerler. Elbette devletin seks işçiliğini kurumsallaştırması ve kendi eliyle kontrol etmesinden ötürü üzerinde konuşulması gerekiyormuş gibi düşünülüyor. Ama bence kayıt altına alınmayan ve sayıları nerdeyse 100.000 ile ifade edilen kayıt dışı seks işçilerini tartışmalıyız ve bu konuda çalışmalıyız. Genelevler ile ilgili tabii bir sürü hikaye var. 1970’lerde zorla satılma, zorla düşürülme, kötü koşullarda çalışmaya zorlama, sosyal haklardan mahrum olma gibi bir sürü kötü hikaye duyduğumuz genelevler artık belli bir standarda kavuşmuş, sigortasız çalışmanız mümkün değil, HIV vakalarına pek rastlanmıyor, ölümlere hiç rastlanmıyor. Bu kadarı benim için genelevin tercih edilmesine dair yeterli gerekçelerdir. Ben bunu kabul edebilirim. Çünkü sokaktaki kadın her türlü tehlikeye açıktır.
BÜKAK: Maltepe’de gördüğümüz gibi…(*)
Şevval Kılıç: Buyurun Maltepe örneğini gördünüz. Kadının sırtında beş santimlik bir kılıç yarası vardı ve hala derdini anlatmaya devam ediyordu çünkü toplum ona başına gelen şeyi hak ettiğini empoze etmiş aslında. Kanıksamış başına geleni. Bu olabilecek en kötü noktadır. Bu insanlığın bittiği andır bence. “Ne yapalım biz transız bunlar bize olur” gibisinden bir şeyler söyledi.
Genelevler konusuna dönersek. Evet devlet vesika vermiyor. Biz o süreci izledik bir arkadaşımla beraber. Gidiyorsunuz, başvuruyorsunuz, bütün kontrolleriniz yapılıyor. Sonra 5 kişinin olduğu garip bir kurula çıkıyorsunuz. Ahlak masasından, zührevi hastalıklar hastanesi başhekimliğinden, sosyal görevlilerden oluşan bu insanlar sizi dinliyorlar ve seks işçiliğinden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Yok, ben illa da seks işçisi olacağım ve vesika alacağım diyorsanız, tamam size sıra vereceğiz diyorlar. Ve bir ay sonra cevap geliyor “Karaköy genelevinin tarihi mekan içinde yerleşimi vardır. Dolayısıyla bir yangın çıkarsa veya bir deprem olursa biz herkesi kurtaramayacağız o yüzden çalışan sayısının artmasını istemiyoruz.” gibi absürt bir cevapla seni reddediyorlar. Sen o absürt cevabı aldıktan sonra idari mahkemeye gidiyorsun devletine dava açıyorsun. “Devlet devlet, bana verdiğin cevap kanun dışıdır; ben illa da vesikalı olacağım”, diyorsun. Dava böylelikle sürüncemeye giriyor. Bunu yapan çok pahalı bir avukat olduğunu biliyoruz. Şimdilerde 20.000 liraya çıkmış ücreti sanıyorum. Bu parayı verip süreci bir sene altı ay gibi bir süreye indirip geneleve giriyorsun. Yani genelev artık düşülen değil çıkılan bir yer. Bir seks işçisi için tırmana tırmana çıktığı doruk noktası. Tekrar söylüyorum: Seks işçiliğinin dünyanın en şahane mesleği olduğunu söylemiyorum. Ama bu mesleği yapan ya da yapmak zorunda olan insanların eğer herkes gibi demokratik haklardan faydalanmasını istiyorsak, onların sokaklarda şiddete maruz kalıp öldürülmelerinden rahatsızlık duyuyorsak eğer insan hakları aktivistleri olarak -feministler, transaktivistler olarak, seks işçiliği aktivizminden bahsetmiyorum- bu sorunu insan hakları sorunu olarak lanse etmeliyiz. İnsan hakları evrenseldir. İçinden hoşlanmadığımız grupları çekip çıkaramayız. Ama bazı elitist, sosyalist ve feministlerimiz ellerini kirletmek istemedikleri için genelevdeki kadınların buzlu cam sorunlarını algılayamadıkları için, bunun o kadınlar için ne kadar hayati olabileceğini idrak etmek istemedikleri için henüz bu konuya dokunmuyorlar. Ama bakarsanız bizden birçok konuda ileri olan Batı bu konuda da bizden önce davranarak bunu bir insan hakları sorunu olarak kabul etmiş ve aktivistler uzun vadede bunu çözmeyi kafalarına koymuştur.
BÜKAK: Pınar Selek bir söyleşide zührevi hastalıklar hastanelerindeki kötü muamelelerden bahsetmiş, şuan durum nedir?
Şevval Kılıç: Sorunun Pınar Selek ile ilgili kısmından başlarsam o bilgiler biraz eski, Pınar Selek ile birlikte bende ordaydım. 1996 yılıydı. O zaman ahlak polisi sizi yakaladığında bugünkü gibi değildi durum. Mesela 3-4 gün karakolda kalıyordunuz kafadan. Bir günlük gözaltı süresinden bahsetmiyorum. Şimdi hiç tutmuyorlar bile. Kabahatler Kanunundan bir ceza yazıp seni hemen bırakıyorlar kanun dışı başka bir suç işlememişsen. Fakat 1996 senesinde öyle değildi. Karakoldaki uzun bekleyişten sonra Cankurtaran Zührevi Hastalıklar Hastanesine gönderiyorlardı. Geldiğin gün kanın alınıyor, sende bir hastalık var mı yok mu anlaşılması için yine 2-3 gün yarı hapis gibi zorunlu biçimde orada tutuluyordun. Ben de orada bulundum. Gerçi çok kötü bir muamele görmedim. Kötü olan asıl şey oradaki tutukluluk hali. Şimdi böyle bir şey yok. Kadın Kapısı’nın başarılarından biridir bu. Seks işçileri cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda gayet bilinçliler ve kan kontrollerini düzenli yaptırıyorlar. Kondom kullanmayan neredeyse yok gibi. Bakınız seks işçileri HIV-AIDS kayıtlı grubunda neredeyse en alt gruplardan biri haline geldi.
BÜKAK: Mafya ve polis baskısından bahsedersek biraz, emniyet müdürlüğünün bulunduğu Aksaray’ın fuhuş açısından işlek bir bölge olması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce de ironik değil mi?
Şevval Kılıç: Bunlarda eski hikayelerin etkisi büyük. İşte mafyanın elinden kaçan kadını polis kurtardı falan. Bunlara pek rastlamıyoruz. Maalesef kapitalist bir dünyada yaşıyoruz artık. Yani her şey artık çok sektörel ve profesyonel ilerliyor. Mümkün olan en az hasarla çok kazanca konsantre olmuş insanlar. Bu tip hikayeler de vardır. Daha geçenlerde televizyonda gördüm; bir kız çocuğu bir benzin istasyonunda dört tane adamın yanından kaçıyor. Kaçırmış ve tecavüz etmişler. İkiyüzlü, abazan ve barbar insanların bol olduğu bir toplumda yaşadığımız için bu hikâyeler hep olacaktır. Ama tabii eskisi gibi değil, her seks işçisi düşürülmüş, zorlanmış, tecavüze uğramış değildir. Milyonlarca farklı konudan farklı sebepten dolayı bunu tercih edenler, yapmak zorunda olanlar, bayıla bayıla yapanlar var. Marx’ın dünyasında yaşamıyoruz. Herkes için kırmızı iyi diyemezsiniz. Birisi kırmızıyı severken birisi siyah diyecektir. Dolayısıyla seks işçiliğini de böyle değerlendirmek lazım. İnsanlık için en iyisi budur diyemezsiniz. İnsanlık için neyin iyi olduğunu o insanın kendisi bilir. Nokta.
BÜKAK: Peki Kabahatler Kanunundan bahsedersek.
Şevval Kılıç: Bu da bir ikiyüzlülüktür. Devlet kayıt dışı çalışılan seks işçiliği alanını düzenlemek istiyor. Çeşitli baskılarla seks işçileri ve transların buharlaşacağını düşünüyorlar. Coplarla, gazlarla baskıladıklarında yok olacaklarını düşünüyorlar hala. Ama gördüğünüz gibi buharlaşmıyorlar.Devlet Kabahatler Kanunu’yla dilencilere, sokak satıcılarına ve çok ses çıkararak çevreyi rahatsız edenlere ceza kesiyor normalde. Transları da bu yolla baskıladığını söylüyor. Ama bence öyle değil. Bence bu kanunla devlet kayıt dışı seks işçilerinden dolaylı olarak vergi topluyor. Çünkü genelevlerde çalışanlar sigortalılar, vergilerini ödüyorlar ve normal bir işçi statüsündeler. Kayıt dışı çalışanların bir tür vergi kaçakçısı olduklarını düşündükleri için bu gizli vergiyi topluyorlar.
Aksaray sorusuna dönersek, hayır hiç de ironik değil emniyetin Aksaray’daki varlığı. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün yanında seks işçisi eşcinsel ve transların çalıştığı bir kulüp var. Binaları bitişik arkadaşım. Polis yılda iki kez görevi icabı orayı basıyor. Hepsi bu. Başka kötü bir şey olmuyor. Yani ikiyüzlü bir toplumda yaşıyoruz maalesef. İkiyüzlülüğün en belirgin olduğu alanlardan biri bu. Mesela bir LGBTT konusu söz konusu olduğunda halka açık bir yerde hemen lanetlenirsin. Ama seni lanetleyenler eşcinsellik söz konusu olduğunda agresifleşenler belki de on beş sene evvel Zeki Müren’i en önde alkışlayanlardı. Çünkü ne demişti Zeki Müren, mini etek varken kıçında? Yok ben 36 kadınla beraber oldum dedi. İnsanlar da bunu yedi. Çünkü yemek istediler. Yemeyi tercih ettiler. İşte bu tip davranışlar ikiyüzlülüğün aktığını gösteriyor.
BÜKAK: Feminizm ile seks işçiliği arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şevval Kılıç: Artık şöyle değerlendiriyorum: Bence ilk feministler seks işçileriydi. Kesinlikle. Feminizm bir teori. Kadın erkek eşitsizliğinden çıkmış. Dalga dalga başka talepleri olan sosyal anlamda teoriden pratiğe kendini dönüştüren bir hareket diyebiliriz. Ataerkinin amaçlarından biri –bunu her konuşmada söylüyorum- belki de en önemli hedefi vajinanın tüm faaliyetlerini denetim altına almaktır. Bu Batı toplumlarından İslam toplumlarına ya da Asya toplumlarına kadar böyle. Vajinanın tüm faaliyetlerini üreme de dahil olmak üzere kontrol altında tutmaya çalışır. Feminist bir ideolojinin, bence düşünmesi gereken şey vajinanın üreme dışındaki tüm faaliyetlerini desteklemek olmalıdır bence. Buna seks işçiliği de dahil. Seks işçiliği biraz lanetli bir konu, biraz üstüne giymesi zor bir elbise aktivizm yaparken. Bir kere en baştan seks işçiliğini empoze etmekle suçlanıyorsunuz. “Yani seks işçiliği şahanedir, lütfen herkes çevresine yaysın, hepimiz seks işçisi olalım.” Bu empoze etmektir. Eğer seks işçilerinin insan hakları konusunda savaşıyorsanız bu başka bir şeydir. Seks işçilerinin hakkını savunmak seks işçiliğini savunuyor olduğunuz anlamına gelmez ki ben bunu da savunuyor olabilirim. Ona da laf ettirmem o ayrı. Ama ikisi farklı şeylerdir. Feministler biraz ilkesel bakıyorlar mevzuya. Sosyalist ilkeler, feminist ilkeler ya da Marksist ilkelerle düşünüyorlar. Sokağın pratiğini ilkelerle açıklayamazsınız her zaman. “Kadın bedeni meta değildir!” Evet değildir hatta sadece kadın bedeni değil erkek, çocuk ve hayvan bedeni de meta değildir. Bu cümleyi ancak böyle kurarsak doğru olur. İkincisi, kadın bedeninin meta olmaması için elimizden gelen düzenlemeyi yapalım. Seks işçilerinin gerçeklerini doğru incelemeden kadın bedenini kurtarmış olmuyorsunuz metalaşmaktan. Bir maden işçisi de bir temizlik işçisi de bir fabrikatör de hayatta mutlu olmak adına doğru olduğuna inandığı şeyler için yaşıyor. Seks işçileri de aynı şekilde. Ama bir grup Ortodoks feminist sürekli “Sen mağdursun! Sen düşürülmüşsün! Sen mağdursun!” diyip hayatları zaten zor olan bu insanların hayatlarını daha da zor ve karanlık hale getiriyor. Ben bunu feminizmin hiçbir tarafına sığdıramıyorum. Sosyal mastürbasyondur bu tarz insanların yaptığı. Feministlere ayrıca şunu sormak lazım. Seks işçiliği konuştukları zaman kaç tane seks işçisi oluyor toplantılarında? Bu bir. İkincisi, acaba bir grup bıyıklı ve göbekli adam mı karar veriyor feminist hareketin ne söyleyeceğine de bazı feministler oturup seks işçiliği üzerinden atıp tutuyor? Feminizm adına bir grup adam karar verse feministler acaba ne düşünürlerdi? Bu da tam aynı şeydir seks işçiliği aktivizmi için.
(*)Ramazan Almaçayır, “Maltepe’de kılıçlı dehşet!,”Milliyet, 23 Aralık 2011.
0 notes
Text
Amargideki Erkek
Aligül - Amargi web sitesi
Son zamanlarda feminist hareket içindeki yeni tartışmalardan Amargi içindeki iki senelik karşılıklı sürecimizin çok değerli olduğuna dair inancım bir kat daha arttı. Bunu zaten bir ortamda anlatacaktım ama 8 mart öncesi ve sonrasıdaki tartışmalar çabuklaştırdı. Tabii bugünden geçmiş daha bir farklı gözüküyor, birçok kavram oturmuş ve yeni sorular zihnimde ortaya çıkmış oluyor. Unutmuş olduğum birçok detay da vardır. Umarım bir başkası veya birileri de bu deneyimi kendi bulundukları yerden anlatırlar. Ordan nasıl yaşandığını da merak ediyorum.
2007’nın sonuna doğru, sonbaharda Amargi’de gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bu ilk gelişim değildi, 2001’de de bir süre için Amargi’de yer almıştım ama bir lezbiyen olarak. Dolayısıyla o dönemden beri Amargi’de olanlar beni lezbiyen kimliğiyle tanıyordu. Ben ise birkaç senedir kendimi bir iç değerlendirmeden geçiriyordum. Lezbiyen kimliğinin, dolayısıyla kadın kimliğinin içinde pek rahat hissetmiyordum. Hayatım boyunca böyle hissettim ama bu sese kulak verebilme cesaretini yeni göstermiştim. Zaten biraz da bu arayışın sonucunda gelmiştim buraya.
2008’de önce birkaç kişiye sonra da bir genel toplantıda herkese trans erkek olarak açıldım. Ortaklaştığımız nokta “kadınlık deneyiminden” geçtiğim için tabii ki burada olacaktım. Açıkçası ilk başlarda bu “kadınlık deneyiminin” neye işaret ettiğini anlamamıştım, bana “sen kadınsın” dendiğini düşünüp paniklemiş ret etme noktasına gelmiştim. Bence hala da zor anlaşılıyor çünkü bunu duyan birçok trans kadın kendisine “erkek, trans erkek de kendisine “kadın” dendiğini, yani kimliğinin tanınmadığını düşünüyor. Doğmadan önce belli bir beklentiyle, doğduktan sonra genital organlarımıza bakılarak kadın veya erkek olduğumuza hükmediliyor ve hiçbir irademiz olmadan bu cinsiyete göre yetiştiriliyoruz. Böylece kimimiz kadınlık, kimimiz de erkeklik deneyiminden geçirilmiş oluyoruz. Biz transların şimdi veya 3.5 yaşındayken de kendimizi nasıl tanımladığımız önemsenmiyor ve görülmüyor. Dolayısıyla evet, bir kadınlık deneyiminden geçtim, kadın olarak algılandığım her yerde de bu deneyimden geçiriliyorum. Bir trans erkek arkadaş bunu “zorunlu kadınlık deneyimi” olarak tanımlamıştı ki bu tanım bana çok daha doğru geliyor. Tabii ki herkes bu tanımın içinde rahat hissetmeyebilir. Bir başka trans erkek buna “trans deneyimi” demeyi tercih etmişti. .
Genel toplantıda herkes “trans erkek ne demek”, “ben neden açıldım” anlamıştı. Yani ben öyle zannettim. Sonra böyle olmadığı anlaşıldı. Bazıları küçük arkadaş muhabbetlerinde veya atölye çalışmalarında birebir sordukları sorularla anlamadıklarını belli ettiler. Cinsiyet kimliği ve toplumsal cinsiyet kimliği hiçbir yerde çok fazla konuşulan bir konu değil. Üzerine yazılmış çok fazla yayın da yok, haliyle toplumun geneli neyse, onun küçük bir yansıması olan Amargi de öyleydi. Hatta buradaki veya dışarıdaki lbt bireyler de homofobik veya transfobik olabildiğine göre şaşılacak hiçbir şey yoktu.
Amargi’deki herkes birbirinden farklı geçmişlerden, deneyimlerden geliyorlardı. Bazıları için lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, transgender kelimeleri çok yeniydi, daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Bazıları içinse lgbt bireyleri birlikte politika ürettikleri, dayanıştıkları, arkadaşlık kurdukları insanlardı. Hem açık bir trans olmak hem de konuşmaya açık olmak sizi bir çeşit danışma merkezi haline getirebiliyor. Sorusu olan, kafası karışık olan sizle sohbet etmek isteyebiliyor. Varsın, olsun. Zaman içinde birkaç kişi lezbiyen ve biseksüel olarak açıldı. Bir süre sonra bazı insanlar Amargi’nin nüfusunun çoğunu lbtlerin oluşturduğunu düşünmeye başladı. Şöyle bir diyalog geçmişti ki unutamıyorum. Cinsel şiddet üzerine çalışan grubun toplantısındaydık. Bu altı kişiden biri olan daha önceki Amargi sürecimden de tanıdığım arkadaş –ne güzel farklılıklarımızla bir aradayız, eskiden lbt bireyleri burada kalamıyordu şimdi ise farklı, süper iyi bir şey bu hissiyle- “şurda bir avuç heteroseksüel kaldık” dedi. Bir kişi “beni heteronormativetinin içinde saymayın” diyerek itiraz etti. İki kişi ise “evet ya şurda bir avuç heteroseksüel kaldık” derken gözlerinde ve beden dillerindeki tehdit altında kalmış hissini okuyabiliyordunuz. Zaman içinde karşılıklı muhbabetlerin artmasıyla bakışlar ve bence, hisler de değişti. Benim de bu kişiler hakkında birçok önyargım vardı ama onların yaşam deneyimlerini öğrenince benim de tavrım değişti. Birbirine değmek dedikleri buydu.
Açılmadan önce karşılaşabileceğim sorular, sözler ve davranışlar konusunda bir iki tahiminim vardı ve bunlar gerçekleşti: Bazıları “düşman gruba” geçtiğim için “kızkardeşliğe ihanet ettiğimi” düşündü ve bozuldu. Feminizm zannedildiği gibi erkek düşmanı değildir ama heteronormatif ve ataerkil sistem kendini kadın ve erkek ikiliği üzerinden yürüttüğü için feminizm de bazı stratejilerilerini bu ikilik üzerinden geliştirmiştir. Kapıdan giren herkesin “kadın” olduğuna dair kesin inanç bu hayalkırıklığının nedenlerinden biriydi. Bu kurumdaki insanların farklı cinsiyet kimliklerine sahip olabileceklerinin fark edilmemesi söz konusuydu.
Bazıları da “senin benden ne farkın var diye” sordu. Önceleri bu soruya “doğru” cevap verebilmek için çok uğraştım sonra kendimi açıklamak durumunda kalmamın bir şiddet biçimi olduğunu düşünmeye başladım. Hiç kimse trans olmayan bir kadına veya trans olmayan bir erkeğe neden kendilerini “kadın”ya da “erkek” olarak tanımladıklarını sormuyordu. Sadece biz trans bireyler bu soruyla muhatap oluyorduk. Soruyu tersine çevirdim, “senin benden ne farkın var?”. Bir süre düşündü, emin olmayan bir sesle “biyolojiden herhalde” dedi.
En çok sorulan soru “sence trans kadınlar ve trans erkekler toplumsal cinsiyet normlarını yeniden üretiyorlar mı” sorusu. Bunun üzerine düşündüklerimi Hassas Terazi adlı yazımda yazmıştım ama kısaca cevaplamak istiyorum: herkes kadar üretiyoruz. Daha az veya daha fazla değil. Ben hala bir kadın bedenine sahibim ve “ben trans erkeğim” diyorum. Bu cümleyi her söylediğimde karşımdaki kişi görüntüm, halim ve tavrıma bakıp ikna edilmeyi bekliyor. Bir trans erkek “ben erkeğim” dediğinde düşünüldüğü gibi çevresindeki herkes onu hemen “erkek” olarak kabul etmiyor aksine bazıları onu “geldiği yere geri göndermek” istiyor. Dolayısıyla o bildiğimiz toplumsal cinsiyet normlarını kendimi ifade etmek için kullanmak zorunda bırakılıyorum. Kabul edildiğimi hissettiğim yerlerde bu normlara daha az ihtiyaç duyuyorum.
Bazıları da “erkekliğin avantajlarından yararlanmak istediğimi”söyledi. Daha burada açılmadan önce bu sorunun bir başka feminist örgütte çalışan bir trans erkek arkadaşa da sorulduğunu duymuştum. Kendi iç sorgulamam süresince çok fazla Türkçe yayına ulaşamadım ama sağolsun Google kardeş önüme bir sürü terim ve yaşam hikayesi yığdı. Özellikle feminist hareket içindeki trans bireylerin hikayelerinde toplumsal cinsiyet normları üzerinden sorulan soruların ortak olduğunu gördüm. Önce ben kendime sordum: erkekliğin avantajları için mi trans erkektim? Sonuçta ben de bu toplum içinde büyüdüm. Annem babam Uranüs gezegeninden buraya gelmediler. Dolayısıyla erkeklerin avantajına olan şeyleri istedim. Elbette çocukluğumdan beri “erkeklere ait olduğu söylenen”, kısaca “erkeklik” denen, öğrendiğim ve bugüne kadar getirdiğim bir dizi davranış ve düşünceye sahiptim, hala da sahibim. Lambdaistanbul deneyimimden ve okuduğum erkeklik üzerine makalelerden farklı erkeklikler olabildiğini gördüm. Ben nasıl bir erkek olmak istiyordum? Ben insanlar üzerinde (kadın ve erkek) tahakküm kuran bir erkek olmak istemediğime karar verdim. Verdiğim kararın hayatımı daha da kolaylaştırmayacağı kesindi. Kendinizi “erkek” olarak kabul ettirmeye çalışırken karşınızdakinin algısına göre o meşhur kodları kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü düz bir cümleyle cinsiyet kimliğinizi söylediğinizde şaşkın veya alay eden bir sırıtmadan başka bir şey göremeyebiliyorsunuz. Evet o sırada erkekliğin avantajından da yararlanmış olıuyorsunuz. Fakat birçok kadın da hem trans olmayan bir birey olmanın avantajından yararlanıyor, hem de çoğu zaman mecburen “kadınlık rollerini” kullanmak durumunda kalabiliyor, feministler de bundan azade değil.
Bir kadın örgütünde trans erkek olarak açılmanın kendine özgü özellikleri de varmış. Bir kere belli bir nedenle[1] sadece kadınlara açık olan bir mekanı, alanı “işgal” ettiğiniz düşünülebiliyor ve bunun yarattığı bir panik de söz konusu. Sanırım kimse “içeriden” birinin trans erkek olarak açılabileceğini düşünmediği için “faka basmış” hissetmiştir.
Bir süre üzerime “siz erkekler şöyle şiddet uyguluyorsunuz”, “siz erkekler böyle yapıyorsunuz” cümleleri yağdı. “Dışarıdaki” erkekleri işaret eden ama benim üzerime boca edilen isyankar cümleler. Bütün erkeklerin günahlarını omzumda taşıdığımı hissettim. O andaki hissiyatım bir arkadaşımın anlattığı deneyimine çok benziyordu: Kürt örgütünde çalışan arkadaşıma etnik kökeni “Türk” olmadığı halde örgüttekiler onu egemenin sembolu olarak görüp birlikte ortak ideallere sahip olduklarına inanamamış ve ona karşı şüphe duymuşlardı.
Kendime “lezbiyen” dediğim zamanlarda kimse ne düşündüğümü merak etmemişti ama trans erkek olarak açıldıktan sonra neredeyse herkes benim ev içi emek, şiddet, vs. konularında ne düşündüğümü çok merak ediyordu. Bu insanın üzerinde biraz baskı yaratıyordu. “Yanlış bir şey söylersem yandım” diye endişelenmedim değil. Halbuki, “feministim ve burada çalışmak istiyorum” diyenler olduğu gibi kendini feminist olarak tanımlamayan, feminist ideolojinin ne dediğini bilmeyen kadınlar da Amargi’nin kapısından içeri giriyordu. Belki aynı baskıyı onlar da hissetmişlerdir, kim bilir. Çok uzun süre konuşamadım. Kafam karışmıştı. Bir süre, konuşursam “aa bak erkek ya ahkam kesiyor işte” diye algılanacağından çekindim. Bir de bilmediğin bir konu olarak düşündüğüm için konuşmaktan çekiniyordum.
Bence Amargi’de (ve aslında feminist harekette) erkek denilince homojen, tek tip bir erkeklik algısı var. Transseksüel erkek, transgender ve trans olmayan erkek[2] arasında fark yokmuş gibi davranılıyor. Ben açılırken kendimi bir transseksüel erkek olarak anlatmadım ama “erkeğim” dediğim için bu şekilde algılandığımı düşünüyorum. Transseksüelliğin en ayırt edici özelliği [3] yapsa da yapmasa da, sürekli olarak kendini özdeşleştirdiğin cinsiyetin bedenine geçme arzusu duymaktır. Bir başka deyişle hep ait olduğun cinsiyetin bedenine dönmektir. Ben ise böyle bir devamlı arzu duymuyorum, varacağım bir son nokta yok. Bedenimde bazı değişiklikler yapmayı düşünüyorum ama ne penis yaptırmak ne de mavi kimlik almak istemiyorum. Bir yandan zorunlu kadınlık deneyimi, diğer yandan da bir erkeklik deneyimi yaşıyorum. Bu erkeklik deneyiminin bir kısmını ben istiyorum bazıları da bana dayatılıyor, yapmazsam “tam erkek” sayılmıyorum. İçsel olarak algıladığımız şey farklı olmayabilir ama geçirdiğimiz tüm o tecrübeler –kimliğini kabul ettirme çabaları, cinsiyet geçişi sürecinde [4] yaşadıklarımız- bir yanıyla trans olmayan erkeklerin yaşadıklarından farklı birçok yanıyla da benzerlik gösteriyor. Hatta transseksüel ve transgender erkeklerin kendilerini tanımlama, ifade etme biçimleri arasında bile farklar var.
Birçok kişi feminist bakış açısını benimseyip benimsemediğim, feminist olup olmadığımı soruyordu. Amargi’nin etrafında dolaştığım, bir türlü içine giremediğim, girdiğimde de içinde hissetmediğim o 2001 yılından trans erkek olarak açıldığım 2008’ye kadar kendime feminist dememişim. Bu süreçte feminist literatüre ait bayağı bir şey okudum Okuduklarımdan, dinlediklerimden feminist eşittir kadın cümlesini çıkarıyordum. Kendimi de kadın olarak tanımlamadığıma göre feminist filan değildim. Fakat okumaları arttırınca farklı feminizmler olduğunu gördüm. İkinci dalga beni içine almıyordu, çünkü bir kadın cinsiyeti tanımlıyor ve bunun üzerinden sorunları gündemleştiriyordu. Kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın deşifre edilmesinde hala ihtiyaç duyulan bir bakış açısı. Fakat burada önemli soru “kadın kimdir” sorusu. Bu kadını neye göre tanımlıyoruz? İkinci dalga tüm kadınları içerdiğini düşünen bir feminizm. Halbuki üçüncü dalganın ikinci dalgaya en büyük eleştirisi tüm kadınları –farklı ırk, din, mezhep, etnisite, cinsel yönelim- kapsamadığı yönündeydi. Queer feminizm, transfeminizmin ise adları var ama deneyim olarak pek görünür değildi. Fakat Amargi içinde de farklı feminizmler ve feminizm hakkında farklı görüşler var. Kimisi feminizmin öznesi sadece kadınlardır diyordu, kimisi feminizm bir bakış açısıdır, yöntemdir dolayısıyla bu yöntemi benimsemiş kişilerle politika yapılabilir diyordu. Yine de trans olmayan erkeklerle Amargi’de politika yapılamayacağı konusunda herkes netti.
Bana herhalde pro-feminist olmak daha bir uygun düşerdi. Bu nedenle “biz erkek değiliz inisiyatifi’ne de katıldım. “zorunlu kadınlık deneyiminden” veya “kadınlık deneyiminden” geçtiğini kabul ediyorsan Amargi’de var olabilirdin. Ortaklaşabildiğimiz ana payda buydu. Bu yüzden kendime feminist de dedim. Bazıları “sokakta kadınlık deneyimi yaşamak” diye ifade ediyor, burada kafam yine karışıyor. Testosteron kullandığımı –sakalım çıktı, sesim kalınlaştı, bedenim kaslandı- ve dışarıda erkek olarak algılandığımı varsayalım. O güne kadar yaşamak zorunda bırakıldığım kadınlık deneyimi benim zihnimden ve belki de bedenimden kayıp mı oldu? Uçtu mu? Ben açabildiğim –ama kendimi dayatmadığım- alanlarda yer almayı tercih ediyorum, önemsiyorum. Bazı trans erkekler de kendilerini sadece pro-feminist olarak tanımlıyor. Bence önemli olan kim, nerde, nasıl kendini ifade edebiliyor, kendine uygun görüyorsa ve iyi hissediyorsa o şekilde ve o yerde var olmalıdır, olabilmelidir.
2008’den bugüne kadar birçok konuda tartıştık, birlikte çalıştık. Bence herkes birbirinden etkilendi. Hala tartışılmamış, uzlaşıya varılmamış konular var. Fakat Amargi’nin en iyi özelliği –herkesin katkısıyla- her şey konuşulabiliyor. Konuşmak için zemin yaratılabiliyor. Bunu önemsiyorum. Birçok yerde eşitler olarak tartışamıyoruz bile. Ben “nasıl davranıyorum, neler diyorum, kendimi (erkekliğimi) nasıl kurguluyorum” üzerine daha fazla sorguluyorum, başkaları da trans, eşcinsel, biseksüel ve diğer cinsellikler konusunda ilk karşılaşmaları yaşadı. Birçoğu benim olmadığım ortamlarda transerkeklerle ilgili her konuda benim söyleyeceklerimi söylüyor. Eskiden ben kadınların yaşadıkları ayrımcılık veya şiddet üzerine konuşamazken artık her ortamda feminist ilkelerle insanlara bir şeyler anlatırken buluyorum kendimi. Daha ne olsun. J
Dipnotlar:
[1] Kamusal alandan dışlanan kadınların güçlenmek için kendilerine alan açmaları feminizmin çıkış noktalarından biridir.
[2] Trans olmayan erkek kulağa yabancı gelse de yaygınlıkla kullanılan “biyolojik erkek” yerine kullanıyorum. Cinsiyet geçişine girse de girmese de bir transın, yani benim bedenim de biyolojik bir bedendir. Android değiliz!
[3] Tıp tarafından tanımlanmış bir tanımı kullanmak istemiyorum ama çoğu transseksüel birey de kendisi için bu tanımı kullandığı için aldım.
[4] Cinsiyet geçişi süreci: tıp aracılığıyla devlet tarafından tanınmak –mavi veya pembe kimlik almak- için geçirilmesi zorunlu bir prosedürdür. Psikoterapi, cinsiyet hormon kullanımı, rahim, yumurtalık, testis, penis, vajina, göğüs aldıma ve yaptırma gibi çeşitli cerrahi müdahaleleri içerir. Böyle resmi ve gayri resmi (toplumsal baskı) bir zorunluluk olmadan bireyler ihtiyaç duydukları her türlü değişikliği yapabilmelilerdir. .
1 note
·
View note
Text
Transfeminizm nedir?
Helen G. - the f word blog'dan
“Cinsel kimlik uyumsuzluğum[1]”, transseksüelliğim ve cinsiyet geçişim, feminizm hakkındaki gelişen fikir ve inançlarım da dâhil olmak üzere, hayat, evren ve her şey hakkındaki fikirlerime farklı bakış açılarından şekil verdi. Ancak hala öğrenecek çok şey var. Örneğin, bir trans kadın olarak hayat tecrübem ve bir feminist olarak görüşlerim, ilkelerim ve inançlarım arasındaki kesişimlerin ve arakesitlerin doğası, içeriği, kapsamı nedir? İkisini bir ortak-yaşam içinde birleştirmek mümkün mü: bana daha çok uyan bir transfeminist anlatı mümkün mü, arzu edilebilir mi? Şu sıralar, bu tür sorular kafamı meşgul ediyor.
Ne yüksek eğitim avantajına sahip oldum, ne de bazı insanlar gibi kolay öğrendim. Ben, hayatındaki büyük kişisel değişimleri kabul etmiş, onların anlamını kavramış ve bu değişimleri günlük varoluşunda taşıyabilmek için bir bağlama oturtmuş orta yaşlı, sıradan bir kadınım.
Bunun bir mücadele olduğunu söylemeliyim. Hayatım boyunca, bir şey öğrenmek istediğimde, işe konu hakkında bir (veya iki) kitap okuyarak başladım. Seçilen konu ne olursa olsun kitaplar her zaman temelleri sağlama oturtmamı sağlamıştır, “buradan başlamak” için uygun olmuştur.
Transfeminizm üzerine kitaplar mı? Basit bir İngilizceyle yazılmış bir tane bulmak kolay değil. Transseksüellik ve feminizm üzerine birçok kitap var ama buna karşılık transfeminizm üzerine birkaç tane var. Bu üç kategorideki kitaplar da bilimsel, akademik kaynak kitapları gibi gözüküyor ki beni aşarlar.
Tamam, internettekiler nasıl? Benim için bir başlangıç noktası olabilecek terim tanımı gibi bir şey yok mu? Birkaç sonuç var, o da Wikipedia’dan. Sayfa sonunda üç doküman daha var. (ç.n: sanırım bu sayfalar artık internet çöplüğünde) üçüncü metni anlayamadım bile ama özellikle Menacing Feminism, Educating Sisters metninde bayağı faydalı şeyler buldum. Fakat bu metin burada da paylaşmak istediğim yeni sorulara yol açtı.
Menacing Feminism, Educating Sisters basılmamış metni transfeminizmin en az iki görüşe sahip olduğunu söyleyen Transfeminist Manifesto’ya gönderme yapmış. “Birincisi feminist ilkelerin trans söyleme uygulanması, yerinde bir adlandırmayla ‘transseksüel feminizm’. Transseksüel feminizm temel olarak transseksüel kadınların kadın olarak kabul edilmesine dayanır”. İkincisi ise transfeminizmin kendisidir, “tüm kadınları da içeren, transseksüel deneyimleriyle ilgili belirli konularda ana-akım feminizm içinde transfeminizmi oluşturmaktır”.
İlk noktayla (trans kadınların kabulüyle) ilgili bir tartışmam yok, genellikle bundan yanayım. Fakat kendini kadın-doğmuş-kadın olarak tanımlayan bazı insanların aynı düşüncede olmadığının farkındayım, dolayısıyla, tartışma farklı ama bağlantılı olarak sadece kadınlara açık alanlara da uzatılabilir. (ayrıca Laura’nın gönderisine bakılabilir.)
İkinci noktadan (ana-akım feminizm içinde transfeminizmi oluşturmak) pek de emin değilim: dilim varmıyor söylemeye ama kulağa özcü gelmiyor mu? Tüm kadınları da içeren transseksüel deneyimleri nelerdir? Biyolojinin kaderimiz olduğu fikrine karşı mücadelemiz veya (toplumsal) cinsiyetimize bakarak değil karakterimize bakarak yargılanmak veya ölçülmek istediğimiz gibi ortak feminist amaçlarımız gerçekten de “deneyimlerimiz” olarak adlandırılabilirler mi? Bunun trans konularının feminizm içinde yerinin olmadığı düşüncesine cevap vermeye yardım edebileceğine inanmama karşın, hayır, adlandırılamaz. Öyleyse, bu paylaşılan deneyimler nelerdir? Bence, tabii yanlış da olabilirim, bu ortaklığın en bariz örneği kadınların yalnızca patriarkal toplumda yaşıyor olmalarından ötürü maruz kaldıkları adaletsizlikler ve eşitsizlikler olamaz mi? Aramızdaki tek bağlantı bu mu, yoksa başkaları da var mı?
Belki sürpriz olmayacak ama eğitimim, özellikle de başkalarından öğrendiklerim ve daha dar kapsamda tartışmaya açabildiklerim geçiş sürecimin önemli bir bölümüydü. (Yine Menacing Feminism, Educating Sisters) Şu alıntı çok çarpıcıdır: “Beni toplumsallaştıran kadınlar bana kız kardeşliğin ölçülü değil acımasız olduğunu öğretti”. Bu edinilmiş bilgi, bazı radikal feministlerin “trans kadınlar kamusal alana çok fazla hâkim oluyorlar” iddiasının sonucu mudur merak ediyorum. Yoksa geçiş sürecini atlatmanın bir parçası olan öz-inanç, özgüven ve öz-güvenlik formu mudur? Öyleyse, çoğunluğun faydalı bulduğu bu deneyim feminizm içinde yer bulabilir mi, yoksa daha geniş bir grubun anlayışına çevrilmesi gereken, trans kadın’a özel bir deneyim midir? Bir hayatta kalma taktiği hür iradenin bir formu olabilir mi – neticede, hür irade en temel feminist ilkelerden biri değil mi?
Belki de eğitim, bir trans kadın olarak benim feminizmden öğrendiğim ve öğreneceğim tek şey değildir. Diğer trans kadınların sorunları ve deneyimleri de feministleri eğitmeye yardım edecektir, değil mi? Örneğin, geçiş kavramı –“karşı cinsiyetin biyolojik özelliklerine sahip olduğu için başkaları tarafından tamamen onaylanan biri olma yeteneği” –bazı feministler tarafından ikili cinsiyet sisteminin basmakalıp özelliklerini güçlendirmesi ve bu şekilde patriarkal sistemin desteklenmesi olarak görülebilir. “Dişilik/kadınlık ve feminizm” sorusu Julia Serano’nun kitabı Whipping Girl’de etraflı bir biçimde ele alınıyor. Deirdre Nansen McCloskey’nin, bazı trans kadınların neden basmakalıp kadınsı/dişi jestleri öğrendiğini anlattığı kitabı Crossing: A Memoir’dan bir alıntı yapmak istiyorum: “Öldürülmekten korunmak için, canım”. Bilhassa ben transseksüelliğim konusunda açığım, tamamen “geçiş” yapmamış olsam da utanılacak hiçbir şeyim yok, öncelikli ve en önemli durumum bedenimle olan ilişkimdir. Yine de, “sokakta yürümek bile halkı eğitmektir” cümlesiyle kesinlikle empati kurabilirim. Dolayısıyla, belki de, sorunlarımızın neden feminizm içinde bir yere sahip olduğu tartışmasında trans kadınların gerçekten de sunacakları iç görüleri vardır: en azından, cinsiyet/toplumsal cinsiyet ayrılıkları, bunları nasıl ifade ettiğimiz konusunda kesinkes hemfikir olmak zorundayız. Ayrımcılığı kesinkes sona erdirmek istiyorsak hepimiz için doğru ortak payda bu olmak zorundadır.
Bu konunun ne kadar büyük olduğunu daha yeni anlamaya başladım: daha sosyal sınıf ve ekonomi konularının transfeminizmi nasıl etkilediği üzerine düşünmeye başlamadım bile. Şu alıntı (Menacing Feminism, Educating Sisters’dan) can alıcı bir noktaya temas ediyor: “Ekonomik yönden dezavantajlı olanlar ve görünüşte orantısız sayıda farklı ırktan/etnisitiden kişiler için kimlik ve bedenin yeniden inşası için gerekli olan para erişilmezdir. Bir görüşmeci, ‘ekonomi her trans aktivizmin ana temasıdır’ yazmıştı”.
Kimlik, cinsiyet/toplumsal cinsiyet, feminizm ve trans konularının farklı bakış açıları hakkında bilgi yetersizliğimin farkında olduğumu sezdiğim bir noktadayım ve bırak Transfeminizmin Birleşik Alan Kuramı türünden bir şeyi formülize etmeyi, bu durum bile tek başına bütün bunlar üzerine düşünmeye başlamamı zorlaştırıyor. Dolayısıyla, bu yazı bu konularda daha fazla şey öğrenmem için bir yardım isteğidir. Umuyorum ki, yol boyunca, ben -ve hatta bu yazıyı okuyan başkaları- ortaklıklarımızı daha net görmeye ve belki aramızda olduğunu düşündüğümüz bazı bariyerleri alaşağı etmeye başlayabiliriz.
Kaynaklar:
Crossing: A Memoir (by Deirdre Nansen McCloskey)
Menacing Feminism, Educating Sisters (by Robert J. Hill)
Transfeminism: Let Her Rip (by Hanne Blank)
Whipping Girl (by Julia Serano)
Wikipedia
[1] Cinsel kimlik uyumsuzluğu: İng. Gender identity disorder. Akıl hastalıkları tanı manüellerinde (DSM ve ICD) transseksüelliği tanımlayan maddenin başlığıdır. Tüm dünyada, birçok LGBT ve trans örgütü tarafından bu “hastalıklaştırmaya” karşı eylemler düzenlenmektedir. Kişilerin cinsiyet kimliğinin gayet farkında olduğu ve akıl hastası olmadıklarını tıp dünyasına ve devletlere anlatma çabasındadırlar.
#cinsiyet kimliği#farklı feminizmler#feminizm#trans kadın#trans kimlik#transfeminizm#transseksüel#çeviri
1 note
·
View note
Text
Anti-trans ‘feministler’, çok yanlış anlamışsınız
3P - The Scavenger
“Toplumsallaşmanın tam anlamıyla nasıl işlediğini sanıyorsun?”
Pro-feminist ateistler tarafından sorumlulukla ve sevgiyle büyütüldüm. Hatırlayabildiğim, en küçük yaşlardan beri etrafımdaki herkes bana zeki ve becerikli olduğumu söyledi. Noel’de genelde alet edevat ve kitaplar alırdım. Çocukluğumun ve ergenliğimin erken zamanlarının çoğunda erkek gibi kızdım ve hımm, bazı kızların dışında kimsenin bununla bir derdi yoktu. Bunun herkese değil sadece bana ait bir deneyim olduğunu fark ettim. Kısaca, birinin yüzüme kız olduğum için bir şeyi yapamayacağımı söylemesi son derece nadir bir durumdu.
(Bu kendimi bir şey zannetmeme sebep oldu. 12 yaşındaki benle tanışmalıydınız, en kibirli, gösteriş budalası küçük bir boktum. Ama neyse ne, öğreniyor ve büyüyoruz. Gerçi, hala biraz gösteriş budalasıyım.) Hiçbir zaman buna dayanarak feminist alanlardan ötelenmedim. Hiçbir zaman ailem cinsiyetçilik karşıtı diye buraya ait olmadığım söylenmedi. Kimse benim cinsiyetçi baskılanma veya genel olarak baskılanma deneyimimi ölçmeye kalkmadı. Hiçbir anlamı olmazdı. Hiç kimse aynı çocukluk deneyimlerinden geçmez, her kadın da cinsiyetçiliği farklı şekilde deneyimler. Bir sürü kadın, benim doğrudan yaşamadığım, ırkçılık, şişman fobi, sınıfçılık, transfobi deneyimlerini ve diğer şeyleri yaşıyor. Dünyayı farklı deneyimliyorlar ve özellikle cinsiyetçiliği benden tamamen farklı bir şekilde yaşıyorlar.
Yapısal baskının dışındaki konulara baktığımızda bile hepimiz farklıyız. O kadın monogam, ben değilim. Sen mühendislik okuyorsun, ben okumuyorum. Biri genç veya diğeri yaşlı. Feminizmin beyaz, orta sınıf kadar natrans kadınlar tarafından hâkim olunan biraz kötü bir tarihi var. Fakat bu hâkimiyet ve öteleme, çoğunlukla, beyaz ve orta sınıf olmayan kadınları ret edecek bir form almamıştır. (Bu feminizmin içindeki transfobinin diğer baskı biçimlerinden daha kötü veya daha güncel olduğu anlamına gelmiyor, sadece tüm baskıların farklı şekilde çalıştığını söylüyor.) İnsanların, hamile kalamadıkları veya regl olamadıkları için trans kadınların kadınlara ait alanlarda veya hareketlerde yer alamayacağını, çünkü kadın sağlığı ve üreme haklarının mühim ve merkezi feminist konulardan olduğunu söylediğini duydum.
Öyleler. Ama histerektomi [rahim alma ameliyatı] olmuş kadınların veya onları hamile bırakacak kişilerle yatmayan kadınların buraya ait olmadığını söyleyen hiç kimseyi duymadım.
İnsanların, trans kadınların “erkek gibi” olduklarını ve varlıklarının erkeklerden şiddet görmüş natrans kadınların travmalarını tetikleyebileceğini söylediğini duydum. Fakat erkeksi (butch) veya androjen (kadın ya da erkek olduğu görüntüsünden belli olmayan) natrans kadınların kadınlara ait alanlardan atılması gerektiğinin söylendiğini duymadım.
Trans kadınların kadınlara ait alanlardan ötelenmesiyle kadınlar arasındaki farklar silinemez. Silinememeli. Bu yanlış dayanışmadır.
“Gerçekten, cidden trans kadınların cinsiyetçi baskı görmediğini mi düşünüyorsunuz?” Trans kadınlar yüksek oranlarda evsizlik, cinsel ve fiziksel şiddet, depresyon ve kaygı, bağımlılık, yeme bozuklukları, cinsiyetçi nesneleştirme, fakirlik ve daha bir sürü şey yaşıyor.
Natrans kadınlar söz konusu olunca tüm bu kişisel problemlerin doğrudan ataerkiyle bağlantısını kurmakta sakınca duymuyoruz. Benzer problemlere sahip trans kadınlar söz konusu olunca bir öbek insan bu problemlerin onların kişisel sorunları olduğunu söylemekte beis görmemektedir.
Bir keresinde Sheila Jeffreys’in bir konferansına gitmiştim, trans kadınların aslında tecavüz edilmek için kontrol edebilecekleri kadın bedenleri inşa edecek boyutta kadına tecavüzü fetiş haline getirmiş mazohist adamlar olduğunu savunmuştu. Bu iddiayı mide bulandırıcı ve basılmaya teşebbüs edilmiş en kötü tecavüz özrü olarak bulmuyorsanız, o zaman sizin derdiniz ne bilmiyorum.
Eğer siz de trans kadınların her açıdan ve her ışık koşulunda ve tüm o önyargılarla tamamiyle natrans gözükmedikçe, ameliyat olmadıkça, kadınsı olmadıkça −ama çok fazla kadınsı da değil−nasıl tam da kadın olmadıklarını, “kadın” gibi kadın olmadıklarını ve ancak sessiz ve iyi olmaları ve ayrıcalıklı oldukları manasına gelecek şeyleri yapmamaları veya söylememeleri şartıyla kadın olduklarını söyleyenlerdenseniz− özetle, feminist alanların ve hareketlerin sunduğu kaynakları hak etmedikleri türünden bir düşünceyi dolaylı olarak destekliyorsunuz demektir.
Bunların hiçbiri derinlemesine inceleme içermiyor ve hiçbiri kabul edilebilir değil.
3P, Avustralya’nın Melbourne kentinden, birkaç farklı feminist kolektife ve alana girmiş bir öğrencidir. Natranstır.
4 notes
·
View notes
Text
“Güldünya” Sahnesinde Trans Kimliğin Konumlanışı
Gizem, Semih / Güz 2008 - Feminisite
Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK)'ın BÜ'de Kadın Gündemi adlı bülteninin Güz '08'de çıkan 15. sayısında yayınlanmıştır.
Sanat alanında LGBTT bireylerin çalışmaları ve dertlerinin yansıtıldığı gösteriler, filmler, kitaplar, şarkılar ne yazık ki görünür değil. Oysa biliyoruz ki Türkiye’ de sayısız lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel sanatçı bulunuyor. Bu sanatçıların cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri üzerinden görünür olmaları ve deneyimlerini paylaşmalarının hem sanata hem de LGBTT hareketine katkısı olacağını düşünüyoruz. Biz de bu yazıyı sanat alanında çalışma yapan LGBTT bireyler olarak, dertlerimizi görünür kılmak, deneyimlerimizi aktarmak ve çalışmalarımızı kamusallaştırmak amacıyla yazıyoruz.
Namus da cinayet nedeni, nefret de…
Bu yıl 8 Mart Kadın Şenliği’nde sergilenen Sözümüz Var Şarkılarla dans müzik gösterisinde Feminist Kadın Çevresi’nden (FKÇ) ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden (BÜFK) dansçı ve müzisyen kadınlar “namus adına şiddet” teması etrafında şekillenen “Güldünya” adlı danslı sahneyi icra ettiler. Daha sonra aynı sahne bazı değişikliklerle BÜFK’ün Nar gösterisinde de sergilendi.[2] Namus kavramı kadını ya da erkeği bir şekilde etkileyen çetrefilli bir kavram; ancak biz bir kadın çalışması olan “Güldünya” sahnesinde konuyu kadına yönelik şiddet bağlamında sınırlandırdık. Bununla birlikte namus kavramının sık sık medyada yansıtılanın aksine sadece belirli bir coğrafyada ya da kültürde yaşayan kadınları değil, doğu-batı, Türk-Kürt, heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel demeksizin tüm farklı kadınları farklı biçimlerde mağdur ettiğini konuştuk ve sahne üzerinde de bu farklı kadınları görünür kılmaya çalıştık. Bu bağlamda sahnenin oluşum sürecinde tartışılan önemli konulardan biri de trans kadınların cinayetlerinin namus cinayeti olup olmadığıydı. Bu yazıda “Güldünya” sahnesinin sahne sorumlularından biri olarak sahnenin çıkarıldığı süreçte transseksüel cinayetleri hakkında yaptığımız tartışmaları aktaracağım.
LGBTT bireyler her geçen gün öldürülmeye devam ediyor. Kimi sadece eşcinsel, biseksüel travesti, transseksüel olduğundan, yani var oluşlarına karşı beslenen nefret yüzünden nefret cinayetleriyle; kimi ise ailesi, akrabaları, yakınları tarafından “namussuz” olduğu için öldürülüyor, öldürtülüyor ya da kendilerini öldürmeye itiliyor. Cinayetlerin nedeni olan nefret de namus da aynı algılardan besleniyor. LGBTT bireyler “sapıktır”, “deliktir”, “tiksinçtir”, “Türk ahlâkına aykırıdır”, “hastadır”, “kanları bozuktur”, “delikanlı olmayıp deliği kanlı olanlardır”[3]. Kısacası namussuz oldukları için nefret edilirler ya da nefret edildikleri için namussuz oluverirler.
Farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden kadınların namus üzerinden yaşadıkları baskı ve şiddeti görünür kılabilmek adına trans, eşcinsel ve biseksüel kadınların şiddet deneyimlerinin sahneye taşınabileceğini önerdik. Namus cinayetleri üzerinden düşünüldüğünde trans kadınların namussuz oldukları, bunun da ötesinde kimsenin namusu olmadıkları gerekçesiyle rahatça öldürülebildiğini biliyoruz. Trans kadınlar var oluşlarıyla namussuzdurlar, çünkü zaten bekâretleri olmayan dönmelerdir, zaten istendiği her zaman düzülmek için kadın olmuşlardır ve istenildiği zaman da dövülebilir, öldürülebilirler! Transların hayatları hiçbir kadınınkinden daha az değerli, öldürülmeleri de daha az meşru değildir. Bir kadının mini etek giydiği, eve geç geldiği ya da seks işçisi olduğu için öldürülmesi arasında bir meşruluk arayışı kabul edilemez. Translar da ataerkil iktidarın tahakküm mekanizmalarından olan namus kisvesi ile “tam” kadın olamayışları üzerinden dışlanıyor, şiddete uğruyor ve öldürülüyorlar. Bu bağlamda düşünüldüğünde namus cinayetlerinin işlendiği bu sahnede trans cinayetlerinin yer almasının önemli olduğuna karar verdik.
Diğer yandan farklı öznelliklerdeki kadınların, kadına yönelik şiddet deneyimi üzerinden beraber mücadele ederek güçlenebileceğini vurguladığımız “Güldünya” sahnesinde, kadınlar tarafından da ötekileştirilen transların deneyimlerine yer verilmesi, farklılıklar üzerinden de dayanışmanın mümkün olabileceğinin vurgulanması açısından önemli bir yerde duruyordu. Tüm bu tartışmaları yaparken bir arkadaşımızın trans kimliği ile bu çalışmaya katılmak istediğini söylemesinin hem bu dayanışma vurgusunun somutlaşmasında hem de daha samimi bir dil kurulmasında kuşkusuz büyük katkısı oldu. Var oluşları ataerkil sisteme tehdit oluşturan transların deneyimleri namusa karşı verilecek mücadelede kilit rol oynayabilir. Bir kadın çalışmasında transların deneyimlerinin konuşuluyor ve sahneye taşınıyor olmasının travesti ve transseksüel cinayetlerinin arttığı son aylarda kendileriyle dayanışmak adına önemli bir adımdır.
Sahnede de transseksüel...
Transseksüel kimliği kabul etmek, açılmak, bir kadın çalışmasına katılmak ve “namus adına şiddet” temasıyla şekillenen bir sahnede, öldürülen bir transseksüel kadını oynamak benim için kuşkusuz önemli adımlardı. “Güldünya” sahnesine transseksüel bir kadın dansçının eklenmesi, farklı kadınların (hatta “kadın olarak görülmeyen” bir kadının) sahnede yansıtılması fikrinin pratiğe geçirilmesi ve transseksüel kimliğe sahip bir insan için bir kadın çalışmasının deneyimlenmesi açısından iki ayrı şekilde ele alınabilir.
Üç yıldır BÜFK’te çalışmalar yürütüyorum. Bu süre içinde üniversiteye gelmem, kulüpte çalışma yapan feminist kadın arkadaşlarla karşılaşmam hâlihazırda kafamda yer alan cinsiyet kimliğime dair soruları kendime tekrar sormama fırsat yarattı. Uzun ve meşakkatli bir sorgulama sürecinin ardından transseksüel olduğumu kabul ettim. İçimde, bir yandan bireysel var oluşumu tanımlamamın, hayatta durduğum yeri bulmanın sevinci vardı, bir yandaysa şimdiye kadar sindirilen, ötekileştirilen, istenmeyen kadınlığı(mı) olabildiğince çok insana duyurabilme isteği.
Türkiye’deki diğer transseksüelleri, yaşadıkları dışlanmışlıkları, şiddeti ve ayrımcılığı da düşündükçe bu konuda bir şeyler yapmak elzem duruyordu. Tam da bu noktada, çevremdeki feminist kadınların yürüttükleri 8 Mart çalışmalarına ucundan bucağından bir şekilde destek atmaya başlamıştım. Bu süreçte “Güldünya” sahnesi çalışması başlamıştı.
Sahnenin odağı, namus adına öldürülen kadınlardı. Bunu üzerine hem transseksüel bir kadın olarak bir kadın çalışmasının içinde bulunabileceğimi, hem de sahnede yansıtılacak farklı kadınlardan birinin transseksüel olabileceğini düşündüm. Kendi katılımımı diğer kadınlarla konuşup, öneriyi tartışabilmek adına çalışmalara katılmaya başladım.
Sadece kadınların emekleriyle şekillenen bir çalışma sürecinin içine girmek ve sahneye çıkan diğer kadınlarla aynı sahneyi paylaşmak transseksüel bir kadın olarak çevreme açılmamda ve görünür olmamda önemli bir yere sahip oldu. Ancak çalışma süreci içinde, itiraf etmem gerekir ki, bazı yabancılaşmalar yaşamadım değil. Mahalle günlerinde, lisede kadın arkadaşlarımın toplantılarında ben de kendimce yer alırdım. Bu ortamlardaki kadınlar beni ya çocuk ya da alternatif bir erkek olarak düşünüyordu; ama feministlerce kurulmuş bir kadın ortamına dahil olmak için kadın olmak ön koşuldu. Transseksüel olarak açılmam bu ortama dahiliyetimi de beraberinde getirdi ancak önceki kadın ortamları deneyimlerimin aksine, her şeyden önce bir kadın olarak bir kadın ortamında bulunacaktım ve bu benim için de çevremdekiler için de farklı bir deneyimdi.
Bir yandan “resmi” olarak erkek olup erkeklere açık olan yurt ve umumi tuvalet gibi alanları kullanırken bir yandan günümün belirli zamanlarında kadınlarla bir araya gelip çalışmalar yapmaya başlamak, zamanla kadınlar ve erkekler arasında gidip gelen ikircikli hayat koşulunu da beraberinde getirmişti. Çalışma ortamında diğer kadınlar beni memnuniyetle aralarına kabul etmelerine rağmen, bu ikircikli durumun yarattığı psikolojiyle zaman zaman bocalıyordum. Örneğin çalışma süreci içinde, hiçbir zaman diğer kadınlarla soyunma odalarını paylaşmadım. Paylaşmayı tercih etseydim nasıl karşılanacaktı bilemiyorum, ancak feminist bir çalışmaya dahil olarak bile, “resmi” bir kadın olmadığımdan, resmi kurumların kadınlar için ayırdığı alanlara girmek benim için sorun oluşturabilirdi. Etrafımdaki insanlar beni transseksüel bir kadın olarak kabul etmişti ve sorunsuzca çalışmalarına dahil olmuştum, ancak bu benim hayatımda çok hızlı bir değişimdi ve bazı şeylerin rayına oturması belli bir süreci gerektirecekti.
Yer aldığım Sözümüz Var Şarkılarla ve Nar gösterilerini izleyen insanlardan aldığım yorumlar birbirinden farklıydı. Sözümüz Var Şarkılarla gösterisini izleyen kadınlardan aldığım tepkiler genelde olumluydu, bazıları sahnede diğer kadınlar arasında beni fark etmemişti. Bazılarıysa“Göğüsleri olmayan mı o transseksüel arkadaşınız?” diye arkadaşlarıma sormuştu. Kimisi transseksüel olarak açılmayı ve böyle bir çalışmaya katılmayı bir deli cesareti olarak addetmişti. Ancak BÜFK’ün gösterisine gelindiğinde yorumlar biraz farklılaşmıştı. Kimisi kadın azlığı nedeniyle benim o sahneye eklendiğimi düşünmüş, kimisi kadın kılığına girmiş bir erkek olarak algılamıştı, ama ben kadın kılığındaki bir kadındım.
Kuşkusuz kurulan ortamların farklılığı; izleyicilerin, dansçı ve müzisyenlerin bir gösteride sadece kadın, diğerinde ise karma olması; sahne üstü gerçeklik içinde görünür olan bir transseksüele dair farklı yorumlar geliştirmeyi gerektirmişti. 8 Mart’ta kurulan kadın ortamı içindeki kadınlar, sahnedeki transseksüeli fark etmeseler de, diğer kadınlardan ayırmamışlardı. Ancak BÜFK’ün gösterisinde karma bir ortamda bulunan insanlar sahnede yansıtılan transseksüel kimliğe ve dansçı olan bir transseksüele dair farklı görüşler atfetmişti.
Sahne üzerinde gerek kadın ortamında gerekse karma ortamda, bir transseksüelin, cinsiyet kimliği üzerinden şekillenmeyen bir vukuatı icra ederken, seyirci tarafından anlaşılırlığı oldukça çetrefilli bir iş. Buradaki sorunu asıl olarak transseksüel kimliğin toplumdaki görünmezliğine ya da kabul edilmeyişine bağlayabiliriz. Türkiye’de seks işçiliği yapan çoğu transseksüel toplum tarafından “travesti”[4] olarak algılanıyor. Ayrıca transseksüel kimlik kendi içinde de bir çeşitlilik oluşturmasından dolayı, transseksüel deyince belirli bir insan profili yaratmak oldukça güçleşiyor.
Yazının son bölümünde sahne sanatlarında transseksüel kimlikle yer alma durumundan bahsetmek istiyorum. Dans alanında bazen farklılıklar görülse de genellikle kadınlar kadın kimliğiyle, erkekler erkek kimliğiyle sahneye çıkar, sahne teması etrafında hazırlanan kostümler kadın ve erkek dansçılar için farklılaşır. Şimdiye kadar bir erkek dansçı olan ben, bundan sonra bir transseksüel kadın dansçı olarak sahne üzerinde nasıl konumlanacağımın, sahne çalışmalarının hazırlık süreciyle doğrudan bağlantılı bir durum olduğunu düşünüyorum. Sahnede anlatılmak istenenden yola çıkıldığında; sahnede icra edilen kimlikler verilmek istenen mesaj bağlamında şekillenecek, bu da seyircinin sahnedeki insanların icra ettikleri kimlikleri olaylar içinde algılamasını kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla bir transseksüel de tüm diğer dansçılar gibi, sahne üzerinde herhangi bir kadını veya erkeği canlandırabiliyor olacaktır.
[1]Trans; transseksüel, travesti, transgender vs. gibi kavramları kapsayan bir çatı kelime olarak kullanılmaktadır.
[2]“Güldünya” sahnesinin ayrıntılı değerlendirmesi için bkz. “Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Nar’a Bir Bakış”
[3]Bu ifade, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği’ne gönderilen isimsiz bir mektuptan alınmıştır.
[4]Bir cinsiyet kimliği olan travestilik, Türkiye’de genellikle bir meslek olarak algılanıyor. Öyle ki Türkçe’ye seks işçiliği yapmak anlamında “travestilik yapmak” diye bir deyim bile yerleşmiş.
#farklı feminizmler#feminizm#trans kimlik#transfeminizm#transgender#transseksüel#sahne#performans#cinsiyet kimliği
0 notes
Text
Transfeminist Manifesto
Giriş
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı Amerikan feminist hareketinin farklı kadınların katılımıyla benzeri görülmemiş genişlemesine tanık oldu. Anaakım feminist hareket tarafından manjanilize edilen sesizliklerine son verdiler, içeride hakları olan yeri talep ettiler, önce böyle küçük meselelerle hareketi bölmekle suçlandılar ve nihayetinde feminist düüşüncenin dğerli bir parçası olarak kabul edildiler. Farklılığın zayıf olduğumuz değil en güçlü yanımız olduğunu fazlasıyla farkındaydık. Geçici bölünmelerin veya kutuplaşmanın kapsayıcı koalisyon politikalarının esas faydalarını ortadan kaldıramaz.
Her önceden susturulmuş bir grup kadın konuşmaya başladığında diğer feministler neden orda olduklarını ve kimi temsil ettiklerini tekrar düşünmeye davet edilmiş olurlar. Bu süreç bazen bizi kendi önyargılarımızla ve feministler olarak içselleştirdiğimiz baskının acı veren yüzüyle karşılaşmamıza neden olurken bakış açılarımızı ve etki alanımızı genişleterek hareketin bütütüne yarar sağlar. Bu anlayışla artık trans kadınların hareketin genişleyen alanı olarak feminist devrimde açık olarak yer almalarının zamanının geldiğini ilan ediyoruz.
“Trans” kelime, doğum sırasında atanmış cinsiyetle toplumsal cinsiyet kimliği ve/veya ifadeleri arasındaki süreksizliği de içeren geniş bir yelpazedeki toplumsal cinsiyet kurallarına uymayan herkesi kapsayan şemsiye kelime olarak kullanılmaktadır. Bu manifestonun amacı doğrultusunda “trans kadın/lar” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini kadın olarak tanımlayan, ifade eden veya kadın olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Benzer şeiklde trans erkek/ler” doğumda kendilerine atanan cinsiyetin tersine kendini erkek olarak tanımlayan, ifade eden veya erkek olarak yaşayan kişiler için kullanılmıştır. Tüm bu işlevsel tanımlar kadın/erkek ikiliğine uymayan veya farklı şekillerde cinsiyet geçişi yaşamış trans bireyleri dışarıda bırakırken, bu bireylerin hepimizin karşılaştığı sorunlar arasındaki benzerliği fark etmelerini ve analizlerimizi bir şekilde kendi mücadelelerinde faydalı bulmalarını umut ediyoruz.
Transfeminizm öncelike özgürlüklerini doğal olarak tüm kadınların özgürlüğüne bağlayan ve ötesinde gören trans kadınların hareketidir. Bu hareket ayrıca diğer queer insanlara, interseks insanlara, trans erkeklere, natrans [1]kadınlara, natrans erkeklere ve trans kadınların ihtiyaçlarıyla duygudaşlık kurabilen, kendi özgürlük mücadeleri için trans kadınlarla birlikte mücadele etmeyi önemseyen herkese açıktır. Tarihsel olarak trans erkekler feminist harekete trans kadınlardan daha büyük katkıda bulunmuştur. Özgürlüğümüz için daha fazla trans kadının feminist harekette diğerlerinin yanında yer almasının zorunlu olduğuna inanıyoruz.
Transfeminizm var olan feminist kurumları ele geçrimek demek değildir. Aksine, kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasitasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletecek ve ilerletecektir. Hem trans kadını hem de natrans kadını savunur ve karşılığında natrans kadına trans kadını savunmasını talep eder.
Ana ilkeleri nedir?
Transfeminizmin ana ilkeleri basittir. Birinci herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama ve toplumdan buna saygı göstermesini bekleme hakkı vardır. Buna ayrıca kimliğimizi şiddet ve ayrımcılık korkusundan uzak ifade etme hakkı da dahildir. İkincisi kendi bedenlerimiz üzerinde karar verme hakkı sadece bize aittir, hiçbir tıbbi, dini veya siyasi otoritenin bizim kararımız haricinde beden bütünlüğümüzü ihlal etmeye veya bedenimizle ne yapacağmızla ilgili kararlara engel olmaya hakkı yoktur.
Tabii ki hiç kimse kurumlaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendini kimin doğal kadın olduğuna, kimin kadın olmadığına karar verme yetkisinde gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve desteklenmek için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyet bamakalıplarını içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar. Bu deneyim her kadının farklı olduğunu tanımadığı için hem trans kadınlar hem de na-trans kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır.
Transfeminizm hiç kimsenin gerçek “erkek” veya gerçek “kadın”olmak için cinsiyet kimliğine veya ifadesine dair kişisel kararlarında baskılanamayacağını kabul eder. ayrıca hiç kimsenin “gerçek” feminist olarak nitelendirilmek için bu kişisel kararları baskılayamayacağına inanıyoruz.
Trans kadınlar olarak güvenliğimizin genellikle “normal” kadın olarak onaylanmamızdan geçtiğini biliyoruz, transfeministler olarak da güvenlik ve rahatlık ihtiyacımıza karşılık feminist ilkelerimizi sürekli müzakere ederken buluyoruz. Transfeminizm trans kadınlar da dahil olmak üzere tüm kadınların heteroseksist ve ataerkil toplumsal cinsiyet kurallarını nasıl içselleştirdiğini ve davranışlarımızın küresel dolaylı anlamlarını incelemeye davet eder, aynı anda, ataerkil tanımıyla benzeşen kadınlıktan kendini temizlenmenin feministin sorumluluğu olmadığını belirtmek isteriz. Kadınlar verdikleri kişisel kararlarından dolayı -ki bu kararlar belli tipteki toplumsal cinsiyet kodlarıyla uyumlu olsa bile- toplumsal cinsiyet kodlarını yeniden üretmekle suçlanmamalılardır, bu tür saflık testleri eylemliliğimizi yok sayarak kadınları güçsüzleştirir ve trans olsun olmasın, kadınların büyük çoğunluğunu feminist harekettten soğutur.
Transfeminizm dünyadaki kadın sayısı kadar çok kadın olma biçimi olduğu fikrine inanır, suçluluk duymadan kararlarımızı verebilmeliyiz. Bu amaçla, transfeminizm tek tek kadınların kişisel seçimlerinden dolayı suçlanmasına karşı çıkarken seçimlerimizi engelleyen veya daraltan sosyal ve politik kurumlara karşı çıkar. Gerçek feminist addetmek için bir kadının kişisel seçimler yapma özgürlüğünden vazgeçmesini istemek gereksizdir, hatta baskıcıdır, katı ataerkil yapının ideal kadınlığını aynı derecede katı biraz daha değiştirilmiş feminist olanıyla yer değiştirmesidir. Transfeminizm kadınlara kullanılabilir seçim çeşitliliğini sınırlayan kurumları inceler ve tartışırken kadınların kişisel seçimlerinin saygı gördüğü ortamları desteklemeye inanır.
Erkek ayrıcalığı sorunu
Bazı feministler, özellikle de bazı radikal lezbiyen feministler trans kadın ve trans erkekleri “erkek ayrıcalıklarından” yararlanmakla suçdılar. Erkekten kadına transseksüellerin oğlan çocukları olarak sosyalleştiklerini ve onlara erkek ayrıcalığı verildiğini öne sürdüler, öte yandan kadından erkeğe transseksüelleri erkek ayrıcalığına kavuşmak için kızkardeşlerini ortada bırakan hainler olarak nitelendirdiler. Transfeminizm bu eleştirilere cevap vermek zorundadır çünkü bazı feminist ortamlarda trans kadın ve trans erkeklere yapılan ayrımcılığı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.
Böyle bir tartışmayla karşılaşınca trans kadınlar tepkisel olarak hayatlarında hiçbir zaman erkek ayrıcalığına sahip olmadıklarını söylüyorlar. Onların hayatlarında erkek olarak doğmanın ayrıcalıktan çok külfet olduğuna inanmalarını anlamak çok kolay: çoğu erkek vücutlarından nefret ettiler ve büyürken oğlan çocuğu olarak yetiştirildiler. Sert ve erkekçe davranma baskısı altında ne kadar rahatsız hissettiklerini anımsadılar. Birçoğu oğlan çocuğu gibi davranmadığı için başka oğlan çocukları tarafından alay edildiler, zulme uğradılar. Utandırıldılar ve sıklıkla bunalıma girdiler. Yetişkinliklerinde bile, işlerini, aile ve arkadaşlık ilişkilerini ve güvenliklerini tehlikeye atabilecek açığa çıkarılma korkusuyla yaşıyorlar.
Bununla birlikte transfeministler olarak, böyle basit bir tepki vermemeliyiz. Erkek ayrıcalıklarının bazı erkekler üzerinde diğerlerinden daha fazla etkisi olduğu bir gerçek olsa da erkek olarak doğan trans kadınların bundan hiç yararlanmadığını farzetmek imkansız. Çoğu trans kadın hayatlarının bir bölümünde (“kırık” olarak) erkek olarak “onaylanmıştır” ve örneğin, bu yüzden eğitimde ve işte daha iyi davranılmıştır, hoşlansalar da hoşlanmasalar da erkek olarak algılanmışlardır. Kendine güvenen ve rahat olmaları öğretilmiştir, bazı trans kadınlar cinsiyet geçişinden sonra bu “erkeklik” özelliklerini kendi avantajlarına kullanmıştır.
Burada olan şey farklı toplumsal cinsiyet kimliklerimizden dolayı yaşadığımız baskıyla erkek ayrıcalığı yokluğunu sıklıkla karıştıyor oluşumuzdur. Erkek egemenliğinden hiçbir zaman yararlanmadığmızı söylemek yerine deneyimlerimizin trans olmanın dezavantajıyla erkek ayrıcalığı arasındaki güçlü etkileşimi gösterdiğini belirtmeliyiz.
Doğumda atanmış cinsiyetiyle cinsiyet kimliği veya ifadesi birbirine uyan her kişinin na- trans olma ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, diğer tüm ayrıcalıklar gibi, buna sahip olanlara görünmezdir. Diğer ayrıcalıklarda gibi, bu ayrıcalıktan yoksun olanlar sezgisel olarak yokluğunda ne kadar çok acı çekeceklerini bilirler. Trans kadınlar hangi yaşta cinsiyet geçişi yapmış ve ne kadar süre kadın olarak hayatını sürdürmüş olmasına bağlı olarak erkek ayrıcalığından yararlanmış olabilirler ama aynı zamanda da trans olmanın duygusal, sosyal ve mali dezavantajlarını da yaşamaktadır. Trans kadınların diğer kadınlardan daha fazla ayrıcalığa sahip olduğunu iddia etmek iki eşin de erkek ayrıcalığına sahip olduğu için gey erkek çiftlerin heteroseksüel çiftlerden daha ayrıcalıklı olduklarını söylemek kadar cahilcedir.
Trans kadınların ataerkiden arınmış cennet parçası alanlar olarak tasarlanan “sadece kadınlara açık” alanlara girmek istediğinde sıklıkla gerilimler çıkmaktadır. “Sadece kadınlara açık” alanların geçmişinin izi sınıfçılık ve ırkçılık gibi diğer baskı biçimlerinin sürdürülmesindeki kendi rollerini önemsemeyen, çoğunluğunu cinsiyetçiliği sosyal eşitsizliğin temeli olarak öncelik vermiş beyaz orta sınıf kadının oluştırduğu 1970’lerin lezbiyen feminizmine kadar sürülebilir. Cinsiyetçiliğin kadınların hayatlarını diğer sosyal elementlerden daha fazla etkilediğini varsayarak, kendi yaşadıkları cinsiyetçiliğin etnik köken, ırk vs. bakmadan tüm kadınları –yani tüm trans olmayan kadınları kapsadığını zannediyorlardı.1970lerin radikal feministleri hakkındaki son eleştiriler sınıfçılık ve ırkçılığı görmezden gelmelerinin sonucu nasıl kendilerini beyaz orta sınıf kadınlar olarak ayrıcalıklı hale getirdiklerini işaret etmektedir.
Bu anlayışa dayanarak, transfeministler erkek ayrıcalığı suçlamalarına inkar ederek tepki vermemelidirler. Beyaz olanlarımızın beyaz ayrıcalığından bahsetmesi gerektiği gibi biz trans kadınların da erkek ayrıcalığından –başkalarından daha fazla- yararlandığımızı açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. Transfeministler benzerliklere de saygı duyduğu kadar farklılıklara da saygı duyar çünkü kadınlar çok farklı sosyal çevrelerden gelmektedirler. Transfeministler kendi ayrıcalıklarıyla yüzleştikleri gibi na-trans kadınların da kendi na-trans (trans olmayan) ayrıcalıklarıyla yüzleşmelerini bekler.
Kendi ayrıcalıklarımızı kabul ederek ve belirterek, trans kadınlar kadınlığın beyaz orta sınıf ölçütü tarafından geleneksel olarak yok sayılan ve “bayana yakışmayan” farzedilen başka gruplardan kadınlarla ortak alanlar oluşturma umidini taşıyabiliriz. Sapık olarak adlandırılırken ve kendimiz olduğumuz için saldırılırken ayrıcalık sorusundan kaçınarak bir kazancımız olmuyor.
Karşıt özcülüğün yapısökümü
İkinci dalga feminizm kişinin toplumsal cinsiyetinin biyolojik cinsiyetinden farklı ve toplumsal cinsiyetin sosyal ve kültürel bir kurgu olduğu fikrini popülerleştirirken geriye sorgulanamaz gerçek fiziksel cinsiyet vardır inancını bıraktı. Cinsiyet toplumsal cinsiyetten farklıdır söylemi zorunlu toplumsal cinsiyet rollerini bozmak için kullanılan güçlü bir söylemdi fakat feministlerin problemin sadece yarısını sorgulamasına yaradı, dişi ve eril cinsiyetlerinin özünün doğallığını son günlere kadar bıraktı.
Transfeminizm hem cinsiyetin hem de toplumsal cinsiyetin sosyal olarak kurgulandığını, üstelik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın kolaylık olsun diye suni olarak çizildiğini kabul eder. Toplumsal cinsiyetin bir sosyal kurgu olduğu kavramının kadının kapasitesine karşı geleneksel tutumları parçalamak için çok güçlü bir araç olduğu kanıtlanmışken biyolojik temele dayandırılarak belli ayrımcılık politikalarının veya yapılarının meşrulaştırılmasına yer açmış oldu. Ayrıca, fiziksel cinsiyetin kim olduklarının içsel algısından daha yapay ve değiştirilebilir olduğunu hissettirmesinden dolayı trans deneyimleri gerçekliklerini gösterememiştir.
Biyolojik cinsiyetin bir sosyal bir kurgu olması soyut bir gözlem değildir: birçok interseks insanın içinden geçtiği bir fiziksel gerçekliktir. Anatomik özellikleri eril ve dişiye uymayan bireylerin varlığına toplum yer vermiyor, tıp uzmanları tarafından sakatlanıyor ve doğumda atanan cinsiyetlerine göre yetiştirilmeleri için yönlendiriliyorlar. İnterseks insanlara nasıl yaşamak istedikleri ve cerrahi müdahale veya hormonal “düzeltme” isteyip istemedikleri konusunda karar verme olanağı verilmiyor. Birçok interseks insan bu kadar büyük kararlarda cinsiyet kimlikleri doğumda atanan cinsiyetlerine uysa da uymasa da hiçbir söz haklarının olmamasını çok dehşet verici buluyor. İnterseks çocukların cinsiyet organlarının sakatlanmasını (klitoris sünneti, vs.) ortada doğru düzgün rıza olmadığı için vücut bütünlüğne karşı bir taciz olarak görüyoruz. Bu konu kişilerin cinsiyet kimliklerinin doğumda atanan cinsiyetlerine uyup uymamasıyla alakalı değildir, interseks kişilere vücutlarına ne yapacaklarına dair bir seçim verilip verilmemesiyle ilgilidir.
Trans kişiler basit tıbbi standarta göre doğumda rızaları dışında onlara atfedilen cinsiyetten hoşnut değillerdir. Farklı trans bireyler vardır: bazıları kendini hem erkek hem kadın olarak veya hiçbir cinsiyet içinde tanımlamazken, bazıları da kendini tıbbi müdahele geçirse de geçirmese de tıp otoritelerinin belirlediği cinsiyetten farklı bir cinsiyetle tanımlar. Trans özgürlüğü kendimizi tanımlama hakkımızı tıp, politika ve din otoritelerinden geri almakla ilgilidir. Transfeminizm cinsiyet hangi şekilde atanırsa atansın bunun sosyal ve politik bir kurgu olarak görür ve kişilerin kendi cinsiyetlerini istedikleri biçimde atayabilecekleri ( hatta hiçbir cinsiyet atamayacakları) bir toplumsal sözleşmeyi savunur.
Trans bireyler olarak politik olarak örgütlenmeye başlarken cinsiyet kimliğinin özcü kavramını kabul etmek baştan çıkarıcıdır. Bu klişe anaakım medya tarafından “erkek bedenine hapis olmuş kadın” veya tersi şeklinde popülerleştirildi. Bu stratejinin neden bu kadar çekici olduğu belirgindir, değiştiremeyeceğimiz biyolojik bir hatayla doğduğumuza toplumu ikna edersek daha kolay kabul edileceğizdir. Bu genellikle bizim için çok temel ve anlamlı olan kim olduğumuza diar içsel algımızla da uyumludur. Oysa transfeministler olarak yansımalarından dolayı bu tür baştançıkarıcılara karşı koyuyoruz.
Trans bireyler genellikle fiziksel cinsiyeti akıl ve ruh cinsiyetiyle uyuşmayan olarak tanımlanıyor. Bu açıklama sezgisel olarak uygun olabilir buna karşın transfeminizm için problemlidir. Bir kişinin dişi akla veya ruha sahip olduğunu söylemek demek birbirinden belirgin şekilde farklı dişi ve eril akılların olduğu anlamına gelebilir ki bu kadınlara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için kullanılabilir. Cinsiyet kimliğimizi özcü bir yerden ele almak biyolojik özcülük kadar tehlikeli olabilir.
Transfeminizm cinsiyet kimliklerimizi bize ne daha özgün, rahat ve samimi hissettiriyorsa ona dayanarak, yaşarken ve diğerlerine verili sosyal ve kültürel kısıtlamalar içersinde bağlıyken inşa ettiğimize inanıyoruz. Bu hem cinsiyet kimliği doğumda atanan cinsiyetle uyumlu olanlar hem de trans bireyler için doğrudur. Tanınma ve saygı taleplerimiz bu referansla hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır. Karşıt bir özcülükle varlığımızı meşrulaştırmak yerine trasnfeminizm cinsiyet/toplumsal cinsiyet uyum kuralcılığındaki özcü kabulu parçalar.
Feminizmin konusu olan beden algısı/farkındalığı
Feministler olarak bedenlerimizle rahat, özgüvenli ve güçlü hissettiğimizi söylemek isteriz ama bu ne yazık ki trans kadınlar da dahil birçok kadın için geçerli değildir. Birçok transfeminist için beden imgesi konusu güvenlik ve rahatlık ihtiyacımızla feminist politikalarımızla çarpışan yerdedir. Çoğumuz aynadaki görüntüsünden o kadar rahatsızdır ve utanıyordur ki ya açılmayı tercih etmez ya da kadın kimliğimizle vücutlarımızı uyumlu hale getirmek için kıl aldırmaya katlanmak, hormon kullanmak ve cerrahi müdahaleler geçirmek zorundayızdır. Bu işlemler pahalı, acı verici ve zaman alıcıdır, kalıcı kısırlığa sebep olaibleceği gibi kanser riskini de yükseltir.
Neden insanlar böyle insalık dışı bir uygulamayı seçer? Vücutlarımızı cinsiyet kimliklerimizle uyumlu hale getirme ihtiyacımızın doğuştan veya elzem olduğuna inanmak isteyebiliriz ama sosyal ve politik faktörlerin kişisel kararımızı etkilemediğini söyleyemeyiz.
En önemli faktör toplumun zoraki ikili toplumsal cinsiyet rolleri uygulamasıdır. Kimliklerimiz içine doğduğumuz sosyal çevrenin ürünü olduğu için kişinin cinsiyet kimliğiyle fiziksel cinsiyeti arasındaki süreksizliğin toplumun ikili cinsiyet sistemi sürekli devam ettirdiği için problemli olduğunu söyleyebilir. Bir kişinin cinsiyeti/toplumsal cinsiyeti toplumda önemsiz bir faktör olsaydı trans bireylerin bedenini cinsiyet ikiliğine uydurma ihtiyacı tamamen ortadan kalkmasa bile azalacaktı.
Ancak bu muhakeme trans bireylerin kendi bedenleri hakkında karar vermelerine engel olmamalıdır. Trans kadınlar istismar, şiddet ve ayrımcılığa karşı son derece savunmasızdırlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmeleri için ne yapıyorlarsa yapsınlar suçlu hissettirilmemelidir. Transfeminizm bizi sosyal ve politik faktörlerin kararlarımızı etkilediği yolları göz önünde bulundurmaya davet eder ama bedenlerimiz ve cinsiyet kimliği ifadelerimiz hakkında ne karar verdiysek toplumdan buna saygı göstermesini talep eder.
Kişilerin kendini rahat ve güvende hissedeceği şekilde nasıl yaşayacaklarını seçme hakkını savunurken katı toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsal zorlamasına karşı çalışmak çelişkili değildir. Ne de, istediklerinde kişilerin bedenlerini değiştirme kararlarını desteklerken sağlıklı bir özgüven geliştirmek için birbirimize destek sağlamada bir çelişki vardır. Her birimiz toplumun keyfi cinsiyet ve toplumsal cinsiyet varsayımlarına dogmatik olmadan meydan okuyabiliriz. Aynı zamanda bizden hayatımızıdaki her baskıcı etmene karşı çıkmamız beklenmemelidir, bizi yıpratır ve deli edebilir. Bildiğimiz gibi isyanımız normatif toplumsal cinsiyet sistemininin istikrarını bozmaya dönüktür. Çeşitli feminizmler, queer aktivizm, transfeminizm ve diğer yenilikçi hereketler ortak hedef olan heteroseksist ataerkinin farklı bölümlerini hedef alırlar.
Kadına yönelik şiddet
1970lerden beri feministler kadına yönelik şiddeti kesinlikle münferit olaylar olarak değil tüm kadınları hükmü altına almak için ataerkinin sistematik işlevi olarak tanımlamışlardır. Transfeminizm birden fazla baskıdan muzdarip diğer kadınlar gibi trans kadınların da na-trans kadın ayrıcalığına sahip olanlara oranla şiddete karşı daha korunmasız olduğu gerçeğine dikkat çeker.
Öncelikle trans kadınlar kadın olarak yaşadıkları için hedef seçilirler. Kadın düşmanı bu toplumda kadın olmak çok tehlikelidir ama ev içi ve cinsel şiddetin hedefi olduğumuzda bazı etmenler bizi daha da savunmasız yapar. Örneğin, bir adam bir trans kadına saldırdığında, özellikle de tecavüz etmeye çalıştığında kurbanının bir zamanlar ya da hala “erkek” anatomisine sahip olduğunu keşfedebilir. Bu keşif homofobi ve transfobi etkisiyle ateşlenmiş daha şiddetli bir saldırıya yöneltebilir. Trans kadınlar trans oldukları anlaşıldığında erkekler tarafından saldırıya uğruyorlar. Seks işçilerinde olduğu gibi trans kadınların -özellikle de mağdur seks işçiliği yapan bir trans kadınsa- anaakım medya ve otoriteler katilleri de bulmak konusunda daah isteksiz oluyorlar. Düşük özgüvenleri ve negatif vücut algısından dolayı sevgililerininin sözlü ve duygusal saldırılarına daha savunmasızdırlar.
Bir saldırgan için bir trans kadını çirkin, utanmış, değersiz ve deli hissettirmesi çok kolaydır çünkü bu mesajların aynısını toplum uzun yıllar boyunca ona söylemişti. İstismarcılar kadınların kendi kimliklerini ve deneyimlerini –ki trans kadınların muhtemelen savunmasız olarak başladığı- tanımlama yeteneklerini ellerinden alarak ev içi şiddetten paçayı kurtarıyorlar. Trans kadınların istismarcılarını bırakmaları daha zor oluyor çünkü iş bulmaları daha zor ve eğer çocukları varsa istismarcı eşi boşayınca çocuklarının velayetini alamayabiliyor.
Dahası trans kadınlar queer oldukları için hedefteler. Homofobik kişiler nefret suçları işlerken gey mi trans mı ayırmıyorlar fakat trans kişiler geylerden daha görünür oldukları için saldırıya daha açık oluyorlar. Homofobik teröristler geyleri avlamak için onların yatak odalarına girip bakmıyor, algıladıkları cinsiyetin cinsiyet kodlarına uyup uymadığına bakıp avlıyorlar, genellikle de görünür anormal cinsiyetli olanları seçmekteler. Katilleri anaakım gazete başlıklarına çıkan her gey ve lezbiyen için, “açık” trans kişiden çok “açık” gey ve lezbiyen olmasına karşın bütün ülkede daha fazla trans insan öldürülüyor.
Trans erkekler erkek rollerine tam olarak bürünmedikleri zaman zulmeden toplum tarafından ortaya çıkarılacakları korkusuyla yaşıyorlar. Trans erkeklere yönelik şiddet yabancılar kadar “arkadaşları” tarafından iç içe geçen misojeni ve transfobi yüzünden, toplumsal cinsiyet normlarını ihlal ettikleri için tekrar “kadın yerlerine” sokmak ve cezalandırmak için yapılıyor.
İçinde yaşadığımız tehlike yüzünden, transfeminizm translara dönük şiddetin üzerine çalışılması gereken en önemli alan olduğuna inanır. Bazı sadece kadınlara açık organizasyonlara alınmamak bizi kırmış veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama gerçek anlamıyla bizi öldüren veya intihara sürükleyen bize dönük şiddet daha sık ve daha uzun süredir var. Başka seçeneğimiz yok fakat acilen harekete geçmemiz gerekmektedir.
Bu bakımdan geleneksel eviçi şiddet sığınakları, tecavüz kriz merkezleri nefret suçu önleme programlarıyla ortak çalışmak gerekir. Hali hazırda bazı sığınaklar diğer kadınlar kabul ettikleri gibi trans kadınları kabul ederken bazıları çeşitli nedenlerle geri çevirmekte. Varolan bu kurumları neden trans kadınları kabul etmeleri ve hizmetlerinden yararlandırmaları gerektiği konusunda örgütlemeli ve eğitmeliyiz. Trans kadınların şiddete daha açık olmasının dışında trans kadınlarla na-trans kadınlara yönelik şiddet arasında bir fark olmadığını anlatmalıyız. Ayrıca trans erkeklere hizmet verilmesini de savunmalıyız.
Transfeministler olarak bu kurumlardan sadece hizmet beklemek yerine buralarda çalışmalıyız da. Hizmet ağlarını genişletirken güvenliklerini korumak için kamufle yöntemi geliştirilmesine yardımcı olmaya gönüllü olmalıyız. Kendimizi ihtiyacı olan başka trans kadınlara kriz danışmanları ve dava yönetici olmalıyız. Çalışanlarını eğitmeleri için trans konularına özel atölyeler hazırlamalıyız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak feministlerin kadınlar için hazırladığı kendini koruma kursları gibi biz de trans kadınlara kendini koruma kursları hazırlamalıyız. Sığınaklarımızı baştan başlatmak belki bizim için çok zor olacaktır fakat kadına ve diğer cinsel azınlıklara karşı şiddetle mücadel edenlerle beraber çalışabiliriz.
Ayrıca ekonomik şiddetten de bahsetmek zorundayız. Yüksek maliyetli cinsiyet geçişinden dolayı, çalışma alanında trans bireylere yönelik ayrımcılık çok yaygın olduğu için ve kadınlar daha az para kazandığı için trans kadınlar genellikle yoksulluk çekmektedir. Bu ayrıca trans kadınların istismarcı eşlerinin elinde bizleri istismar eden bu ilişki içinde tutmak ve kontrol etmek için daha çok baskı uygulaması demektir. Transfeminizm asynı anda politik, sosyal ve ekonomi alanında transfobiyle olduğu kadar cinsiyetçilikle de mücadele eder.
Sağlık ve üreme seçimi
Çocuk sahibi olamayacak olan trans kadınların üreme hakları hareketiyle ilgilenmesi ironik görünebilir fakat transfeminizm kadınların seçme hakkıyla trans kadınların özgürleşmesi arasında sıkı bağlar görür.
Öncelikle, toplum trans varlığımızı üreme organlarımızla uğraştığımız için damgalar. Cinsiyet organlarıyla oynamayan estetik ameliyatları cinsiyet greçişi ameliyatlarından daha fazla gerçekleştirilmesine karşın hiçbiri aylarca psikiyatrik gözleme tabii tutulmazlar. Ne de estetik ameliyat olanlar televizyon şovlarında alay edilmez ve küçümsenmezler. Kendi seçimlerimiz üzerindeki bu histerinin bir bölümü üreme organlarımız üzerindeki özgür irademize karşı toplumun tabusu ile ateşlenir: kürtaj olmak isteyen kadınlar gibi, bedenlerimiz savaş alanları haline getirilir.
Buna ek olarak, trans kadınların kullandığı hormonlar na-trans kadınların kullandığı doğum kontrol ilaçları, ertesi gün hapları ve hormon tedavisinde kullanılan ilaçların aynısını veya aynı kimyasal birleşimleri kullanmaktadırlar. Trans kadınlar olarak östrojen temelli ilaçların güvenliği, maliyet ve ulaşılabilirliği konularında na-trans kadınlarla aynı endişeleri taşıyoruz. Bedenlerimizi kontrol etmeye çalışan sağ politik taktiklere karşı trans ve na-trans kadınlar birleşmelidir.
Tabii ki üreme seçimi sadece doğum kontrol ve kürtaj olmayla ilgili değil, mecburi kısırlaştırmaya karşı koymayla ve kürtaj olanağına ulaşamayan kadınlarla da ilgilidir. Aynı şekilde transfeminizm interseks kişiler için tavsiye edilenler de dahil olmak üzere hormon tedavisi ve cerrahi müdahaleyi ret etme hakkı ve toplumun bizi kendimiz olarak kabul etmesi için mücadele eder.
1980’lerde lezbiyenler üreme hakkı için çalışan kurumlardan amaçlarıyla alakaları olmadıkları düşünülerek uzaklaştırıldılar. Seçme hakkı ne sadece heteroseksüel konusu ne de na-trans konusudur, esasen kadınların kendi bedenleriyle ne yapacaklarına karar verme hakkına sahip olmalarıyla ilgilidir. Transfeministler üreme hakkı için çalışan kurumlara katılmalı ve seçim için gösteri yapmalılar. Bir kadının hamileliği hakkında verdiği karara saygı göstermeyen toplum cinsiyet kimliğimizle bedenimizi uyumlu hale getirmek için yaptırmak istediğimiz cerrahi müdahaleler hakkındaki kararımıza da saygı göstermeyecektir. Reçetesiz hormon kullanmaktan veya cinsiyet geçişi ameliyatları için denizaşırı ülkelere gitmekten korkuyorsak, yasal olmayan kliniklerde kürtaj olmaktan korkan kadınlarla kendimiz özdeşleştirebiliriz.
İlaveten, transfeminizm kadın sağlığı hareketinin deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Saqdece kadınları ilgilendiren, göğüs kanseri gibi konulardaki araştırmalar gökten zembille inmedi. Dinamik aktivizm ve akran eğitimiyle bu konular ciddiyetle ele alınmaya başladı. Geçmişte tıp kurumunun kadın sağlığını ilgilendiren konuları yeterli seviyede ele almadığı göz önünde bulundurarak transfeministler güç sahiplerinin trans kadınların sağlığını ciddiyetle ele almasını bekleyemez. İşte bu yüzden kadın sağlığı hareketinin içinde olmalı ve genişlemesini sağlamalıyız.
Kadın sağlığı hareketindeki benzer deneyimler cinsiyet kimliğinin hastalık olarak tanımlanması üzerindeki stratejik çelişkiyi çözer. Yıllardır, trans bireyler tıbbi müdahaleler için önkoşul olan “cinsel kimlik bozukluğu” tanımının hastalık olmaktan çıkarılmasını talep etmek ya da etmemek konusunda kendi aralarında tartışıyorlar. Bir hastalık olarak tanımlanan “cinsel kimlik bozukluğu” bazılarımızın gerekli cerrahi müdahaleleri yaptırmalarını sağlarken aynı zamanda da bizleri damgaliyor ve irademizi ret ediyor. Modern tıbbın feminist eleştirisinden önce, eril merkezli düşünceye göre düzenlenen tıp kurumları tarafından dişi bedenler “anormal” olarak görülmüş ve hamilelik, regl, menopoz gibi kadınların sıradan deneyimlerini hastalık olarak tanımlamışlardır, kadın sağlığı hareketi tıp kurumlarını bu deneyimlerin sıradan insan deneyimleri olaqrak kabul etmesi yönünde zorlamıştır. Transfeminizm, transseksüelliğin bir hastalık veya bozukluk değil, hamillelik gibi insana ait sıradan bir deneyim olduğunda ısrar eder. Bu nedenle “cinsel kimlik bozukluğunu” hastalık tanımından çıkartırken trans kişilerin tıbbi tedavilere ulaşımının kolaylaştırılmasını istemek tutarsızlık değildir.
Eyleme çağrı
En çok reddedilmeyi feminist topluluk içinde veya dışında yaşamış olsak da, en yakınımızdakiler yine feministler, lezbiyenler ve queer toplulundakiler oldu. Transfeminizm kimin “kadın” kategorisine girip girmediği üzerine entelektüel tartışmalar yapmanın gereksiz olduğunu söyler: şimdi harekete geçmeli ve ortaklıklar oluşturmalıyız.
Hergün rahatsız ediliyoruz, ayrımcılığa, saldırıya ve istismara uğruyoruz. Ne kadar çok onaylansak da kadınlar saldırı altındayken trans varlığın sosyal görünmezliği bizi koruyamayacak. Kadınların nasıl davranması gerektiğini söyleyen toplumsal kurallara uyarak kazanamayız, na-trans kadınlar kadar feminizme ihtiyacımız var. Transfeministler feminist öncüllerinin gelenekleriyle gurur duyar ve onların mücadelesine kendi hayatlarında devam ederler.
Transfeminizm, katı cinsiyet hiyerarşisi yüzünden varlığımız problem haline getirildiği için toplumun her cinsiyetten bireye eşit davranması durumunda, cinsiyet geçişi halindeki kimliklerin onurlandırılacağına inanır. Bu yüzden hayatta kalmamız ve onurlu olmamız için feminizm içindeki yerimizi tehditkar veya işgal eder halde değil, arkadaşça ve işbiliği içinde talep etmeliyiz. Bazı feminist kurumların şüphe ve reddetmeleri birçok kere kendilerine “pro-feminist” diyen erkekler tarafından ihanete uğratıldıkları için doğaldır, bizim harekete istikrarımızla ve bağlılığımızla transfeminizm feminizmi daha kapsayıcı olmaya yöneltecektir.
[1] na-trans benim İngilizcedeki cisgender’a karşılık önerim, ayrıca gayritrans gibi br kelime de aklıma geldi amak kulağımı tırmaladı; trans olmayan anlamına geliyor.
#emi koyama#farklı feminizmler#feminizm#transfeminizm#çeviri#trans kadın#trans erkek#transgender#transseksüel
1 note
·
View note