Tumgik
#toz ol
nesrin-c · 13 days
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
Tumblr media
142 notes · View notes
amezhu · 4 months
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
201. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor - 3
İlk dağ ruhu çöktüğünde dev taş heykel yerden yavaşça ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Xie Lian, önceleri TongLu Dağı’nda bulunduğunu söyleyen Hua Cheng’e seslendi, bu üç büyük dağ onları takip eden bir tehdit oluşturuyordu ve hafife alınmamalıydı. Xie Lian devasa heykeli kaldırıp çevirmeyi planlamıştı ancak bu zamana kadar hiç böylesine muazzam devasa bir heykeli kontrol etmemişti. Bu kadar karmaşık hareketleri yapamıyordu ve yapmadığından her şey daha da karışıyordu. Tekrar yukarı atlamaya çalışsa da başaramadı ve bir kez daha yere devrildi.
Gümbür gümbür! Neredeyse cennet ve dünya sarsılmıştı. Devasa taş heykel WuYong kraliyet şehri yakınlarına düştü ve tüm meydanı ezip enkaza çevirdi. Sadece hafif bir hareketle bile devasa taş heykelin altındaki göz kamaştırıcı evler ve saraylar toz dönüyor, parçalanma sesleri kulaklarda çınlıyordu. Bütün bu sarsıntılar devam ederken Xie Lian neredeyse yine havaya uçacaktı ama Hua Cheng onun elini sıkıca tuttu ve bağırdı: "Benimle gel!"
Xie Lian'ı alarak birkaç adımla o dev ilahi heykelin başına atladı. Görünüşe göre, bu devasa Çiçek Taçlı Savaş Tanrısı saçını bağlamak için adeta orada küçük bir balon varmış gibi küçük bir taç takıyordu. Böylece ilahi heykelin elinde veya omzunda durmaktansa daha düzgün durabilecekleri bir yer bulmuşlardı.
Henüz dinlenmeye fırsatları dahi olmadan Dağ ruhu geri gelmiş ve devasa taş heykelin birkaç adım geri gitmesi için sertçe vurmuştu. Neyse ki Xie Lian buna hazırlıklıydı ve düşmedi ancak kazara başka bir dizi evi ayaklar altına almış ve parçalamıştı. Xie Lian bu olanlar için üzülse de elinden gelen bir şey yoktu, içinden bağışlanmak için dualar etmişti. Xie Lian ilahi heykelin bu evlere zarar vermesinden kaçınırken ve beceriksizce kayıp gitmesini önlemeye çalışırken şaşkınlıkla ve merakla sordu, “Neden beni alt etmek için sürekli gelip duruyorlar? Bir şey mi yaptım?”
“Özellikle Gege’yi kovalamıyorlar, herkesi kovalarlar. Ve şu anda Gege özellikle onlar için dikkat çekici görünüyor.”
“O kadar büyük bir yaratık ki oldukça dikkat çekici...” daha düşünmesini bitirmeden heykeli parçalara ayırmak ve doğrudan merkeze doğru ezmeye çalışarak 3 dağ ruhu bir araya gelip etraflarını sarmıştı. Xie Lian hareket edemezken devasa taş heykel de bir parmağını bile oynatamıyordu. Heykeli geri çekmek için tüm gücünü kullansa da bir milim bile hareket ettiremedi, heykel artık savunma yapamayacak gibiydi!
Kaçmak için bir şeyler düşünmeye çalışıyordu ki istemsizce birkaç adım gerileyerek bir göğse çaptı. Arkasında duran Hua Cheng’di, ona baktığında Hua Cheng Xie Lian’in omuzlarını kavradı, “ Her şeyi boş ver ve savaş! Merak etme onlar sana rakip bile olamaz. Bu dünyada sen bir adım attığında seni durdurabilecek tek bir şey bile yok!”
Hua Cheng’in göğüsleri Xie Lian’e tüm kalkanların en güçlüsü gibi geliyordu. Xie Lian’in içi özgüvenle dolmuş, vücudundan tazeleyici bir akım geçmiş gibiydi. Böylece o da karşılık vermek ve kuşatmayı kırmak için elinden geleni yaptı!
Gümbür gümbür! Üç dağ ruhunu zorla birkaç kilometre öteye ittirdi, her yer toz, dumanla kaplandı. Enkazlar ve kayalar etrafta yuvarlanıyordu. Ancak geri itildikten hemen sonra bir kez daha saldırmak için ileri çıkıp tekrar saldırıya hazır hale geldiler. Xie Lian hızlıca eliyle yeni mühürler oluşturmaya başladı, “YOLUMDAN ÇEKİL!!!”
O devasa taş heykel havaya sıçradı ve ayaklarını dağ ruhlarından ikisinin başına indirdi, geri kalan eli kılıcının kabzasındaydı –Kılıcını çek!
Tüm bu hareketler bulutların ve suyun akışı gibi akıyordu, dev ilahi taş heykel eylemlerini akıcı bir şekilde tamamlandı. Gerçek bir insandan farkı yokmuşçasına hiç tereddüt etmeden uzun bir gökkuşağı gibi uzandı. Bir nefes çekerek Xie Lian bağırdı, “SENİ PARÇALAYACAĞI… Ah! dur bekle, henüz değil!”
O, görkemli bir kılıcı sallamaya ve dağları vadilere ayırmaya çoktan hazırlanmıştı ki beklenmedik bir şekilde, kılıç çekildiğinde içinde bir şeylerin doğru olmadığını hissetmişti. Yukarı baktığında aniden soğuk soğuk terlemeye başladı. O devasa taş heykel kesinlikle kılıcı çekmişti ama… elinde sadece kılıcın kabzası vardı. Neler oluyor?
Kılıç nerede?
Xie, Lian şaşkına dönmüştü, bu arada Hua Cheng de yanında duruyordu. Yüzü düşmüştü, iki eliyle alnını destekledi, “… Gege, üzgünüm. Sana söylemeyi unuttum. Bu ilahi heykele kılıç oymadım. Benim ihmalim.”
“…”
Doğru ya!
Hua Cheng bu heykeli ocağın iç taş duvarlarının üzerine oymuştu, ilahi heykel ayakta duruyordu ve belindeki kılıç kollarının ve katmanlı cübbesinin altında kalmış, gizlenmişti, bu yüzden sadece oyulmuş bir kılıç kabzası vardı. İlahi heykele ruhsal güçler verilmeden ve hareket etmeye başlamadan önce özel olarak oyulmuş bir bıçağı olmadığından, doğal olarak bir bıçak büyülü bir şekilde öylesine ortaya çıkmayacaktı.
Hua Cheng hafifçe kaşlarını çattı, ifadesi ciddiydi, "Yanlış hesapladım. Bu heykel yeterince zarif değil, Bir dahaki sefere her ayrıntıyı oyacağım.”
Xie Lian oldukça ciddiydi ve hızlıca şöyle dedi, “Hayır, hayır, hayır! Gerçekten çok zarif. Cidden!”
Sonuç olarak ortada bir kılıç yoktu dolayısıyla dağları kesemeyecekti. Xie Lian hemen savaş taktiklerini değiştirdi—Süngü!
Aceleyle iki dağ ruhunun başları üzerinden atlaması için ve işe yaramaz kabzayı arkasına atıp delicesine koşması için ilahi dev heykele emir verdi.
Vahşi rüzgarlar yüzlerine doğru eserken, siyah saçları, beyaz cüppeleri ve kırmızı kolları sallanıp uçuşurken ikisi o ilahi heykelin başının tepesinde duruyordu. Kaçıyor olmalarına rağmen beraber çok güzel bir resim çiziyor gibiydiler. Bir gümüş kelebek Xie Lian’in kulağına yaklaşıp birkaç insan sesini ona iletti. Anında kelebeği yakaladı ve seslendi, “diğer taraftakiler Feng Xin ve Mu Qing mi? General Pei ve Yağmur Ustası da orada mı?”
Peşindenhemen bu tarafa da tanıdık sesler gelmişti.
“ekselansları, bir şey söyleyeyim.” Dedi Pei Ming. “soru sorarken bu kadar bağırmaya hiç gerek yok”
“ah, kusura bakma. Şu an kontrol etmeye çalıştığım çok fazla ruhsal güç var bu yüzden…” dedi Xie Lian.
“...”
Ardından Mu Qing’in sesi de geldi, “Ne? Az önce çok fazla ruhsal gücün olduğunu mu söyledin? Sen mi?”
“hepiniz bir araya geldiniz mi?” Xie Lian sordu, “neredesiniz?”
“General Pei, General Küçük Pei ve diğerleriyle buluştuk. WuYong nehri yakınındaki bir ormandayız. Dışarı çıkmak üzereyiz.” Dedi Mu Qing.
Feng Xin seslendi, “orada neler oluyor? Güçlü, alışılmadık bir hareket sanki ocaktan gelmiş gibi görünüyordu! geri dönüp yardım edelim mi?”
Xie Lian hızlıca cevapladı, “gerek yok! Siz orada kalın biz hızlıca gelip sizi alacağız. Orada konuşuruz, neredeyse geldik!”
İleride kurumuş WuYong nehri vardı. Dev taş heykel vadiyi geçip yoğun ormanın yanına çömeldi. Tesadüfen Xie Lian, Mu Qing ve Feng Xin’in ormandan çıktığını gördü ve etrafına bakınarak muhtemelen onları aradığını düşündü. Ancak yanlış yöne bakıyorlardı ve yukarıya bakmak akıllarına gelmemiş, Hua Cheng ve Xie Lian’i hiç görmemişlerdi. Feng Xin kelebeğe doğru konuştu, “Ekselansları henüz gelmediniz mi? Neredesiniz?”
Xie Lian ellerini ağzına götürdü ve aşağıya doğru bağırdı. “KAFANI KALDIR! YUKARIYA BAK! ÇOKTAN GELDİK!”
“…”
Ancak o zaman ikisi de devasa bir gölgeyle örtüldüklerini fark ettiler ve aynı anda yukarıya baktılar.
Böylece ikisi de aynı zamanda kıyaslanamaz derecede devasa bir şey gördüler. “Xie Lian" şu anda ormanın yanında çömelmiş, aşağıya doğru onlara bakıyordu. Yüzünde çok arkadaş canlısı bir gülümseme bile vardı.
Hua Cheng aşağıdaki ikisine bir göz atmaya tenezzül etmedi ve kenarda durup kollarını birbirine bağladı, tavırları tembeldi. Xie Lian aşağıya doğru el salladı, “BİZİ GÖRDÜNÜZ MÜ? BURADAYIZ!!!”
Ancak “Xie Lian”in bu devasa versiyonu o kadar muhteşemdi ki ondan başka bir şeyi fark etmek çok zordu. Mu Qing’in tüm görüş alanı bu yüzle kaplanmıştı, yavaşça mırıldandı, “delirmedim ben değil mi? Yoksa delirdim mi?”
Feng Xin’in gözleri de bu görüntü ile boyanmıştı ve o da mırıldandı, “Bu ne lan? Bu nasıl bir şey? Ne s*kim şeyler oluyor bu dünyada?”
Xie Lian, “Ah…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı ve kahkahasını tutmak için muazzam bir çaba gösterdi.
Doğruyu söylemek gerekirse bugüne kadar bu derecede gerçekçi, devasa ve inanılmaz zariflikle oyulmuş bir ilahi heykeli kimsenin görmüş olması mümkün değildi. Geçmişte en büyük ilahi heykel Jun Wu'ya aitti, ancak o bile bu heykelin yanında yarısı kadar bile gelmezdi.
Feng Xin ve Mu Qing, ikisi de şok olmuştu. Xie Lian, gerçek olan kendisinin onlar nerede olduğunu bulana kadar birkaç kez bağırmak zorunda kaldı. Diğerleri de birbiri ardına ormandan çıktılar, yukarı baktıklarında neredeyse hepsi bu devasa ilahi heykel karşısında o kadar şok oldular ki az kalsın secde edeceklerdi. Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi ve o devasa ilahi heykelin elini yere koymasını sağlayıp avcunu açtırdı, “Yanardağ patladı, yakında buralar ateşler içinde kalacak. Ayrıca üç dağ ruhu da bize yetişebilir. Hadi çabuk olun! Sizi buradan uzaklaştıracağız!”
Grup ilahi heykelin eline tırmandı ve her biri kendine yerleşmek için bir yer buldu. Xie Lian havadaki boğucu kükürt konusunu hissetti ve geriye baktığında kara duman ve uçan tozların hızla yayıldığını gördü, ilahi dev heykelin avcunu kapatıp ayağa kalktı ve geniş adımlarda ilerlemeye devam etti.
Pei Ming ve diğerleri yaşadıkları şoku atlattıktan sonra kendilerine gelmişlerdi. Ama Feng Xin ve Mu Qing’in kafası hala yerinde değildi. Sebebi muhtemelen bu ilahi heykel sahibinin yüzünü, tavırlarını ve görünüşünü çok iyi bilmelerinden kaynaklıydı. Ve bu kadar devasa halini gördüklerinden dolayı şokları da bir o kadar devasaydı.
Feng Xin bu ilahi heykelin omzunun üstünde duruyordu ama hala hareketsizdi, inançsızlıkla sordu, “Bunu kim yapmış olabilir. Kimin eseri bu? Nasıl oldu da bu zamana kadar hiç görmedim? Ya da nasıl daha önce hiç duymadım?”
Hua Cheng sahte bir şekilde güldü, “Bu dünyada daha görmediğin o kadar çok şey var ki.”
Her ne kadar kim olduğunu açıklamasa da neredeyse herkes, özellikle de Feng Xin ve Mu Qing çakmıştı ve aynı anda bağırdılar, “BUNU! BU HERİF YAPTI!”
“Neredeyse inanamadım…”  dedi Mu Qing. “Bu şeyi nasıl hareket ettiriyorsun? Bunun için ne kadar çok güce ihtiyaç var?! yeterince gücün var mı ki? Hiç gücün olmadığını sanıyordum.”
Hua Cheng cevaplamadı. Xie Lian ona bir bakış attı ve yumruğunu ağzına bastırarak belirsiz bir şekilde cevap verdi, “um, şey…”
“Eğer yeterince yoksa ödünç alabilirsin. Yanlış mıyım? Çok basit bir şey.” Dedi Pei Ming.
“hahahha, evet…”
Yol boyunca çeşitli canavarlar ve iblisler lavların yağdığını, alevler saçtığını, çılgınca estiğini görünce işlerin ters gittiğini anladılar ve insanların o dev taş heykele tırmandığını gördüklerinde hepsi çığlık attı. “BENİ DE BEKLEYİN!”
“BENİ DE BENİ DE BENİ DE! BEN DE GELİYORUM!”
“BİZİ DE ALIN, BİZİ DE!”
Ama “geri çekilin.” dedi Hua Cheng. Gümüş renkli bir kelebek dalgası tüyler ürpertici bir ışık saçarak uçtu, sonrasında aşağıdan feryatlar ve ulumalar duyuldu.
Yin Yu, öylece uyuyan Gu Zi'yi kucaklıyordu ve aşağıdan seslendi. “CHENGZHU! Ekselansları! boş kabuklu insanlar ve daha önceki ceset yiyen fareler birdenbire gürültücü hale geldiler ve büyük gruplar halinde hareket etmeye başladılar, sanki TongLu Dağı'ndan çıkıyormuş gibi görünüyorlardı.”
Yağmur Ustası bir yandan kara öküzünü sürerek diğer yandan dikkatlice gökyüzünü izliyordu, “kara bulutun içindeki yaratıklar dışarıya doğru çıkmak istiyor gibi görünüyor.”
Dedikleri doğruydu. Kara bulutların içinde kıvranan yaratıkların hepsi taze, canlı ete susamış ve insanın yüz hastalığı haline gelmiş kederli ruhlardı. TongLu dağında yaşayan bir tane canlı yoktu. burada yalnızca nüfuz edemedikleri canavarlar, hayaletler ya da cennet mensupları vardı, bu yüzden elbette dışarı çıkmak istiyorlardı.
Milyonlarca buruşmuş, eğri büğrü hale gelmiş insan yüzü gökyüzündeki şekli bozulmuş yılan ve solucanlar gibi dönen girdabın içinde sürükleniyordu. Xie Lian’in elleri hafifçe titrese de ağzından şunlar dökülüvermişti, “TongLu Dağı’nın bir bariyeri var ne içerdeki dışarı çıkabilir ne dışarıdaki içeriye girebilir. Bu acı içindeki kederli ruhlar şu anda buradan çıkamazlar.”
Daha lafını bitirmeden beklenmedik şekilde Hua Cheng onun elini sıkıca kavradı. Xie Lian’in kalbi bu hareketle aniden kasıldı ve o da onun ellerini sıkıca tuttu, “Ne oldu? Çok fazla mı güç kullandım? Üzgünüm, üzgünüm. İdareli kullanmam gerekirdi.”
Hua Cheng bir eli ile sağ gözünü kapatıyordu, “Hayır tabii ki, Gege bunun hakkında endişelenmesin. Sorun TongLu Dağı bariyeri. Kırılmış.”
Xie Lian sersemlemişti, “Ne? Kırılmış mı?” endişelenmemelerini söylemişti çünkü bariyer vardı, ama şimdi kırılmıştı! Neler oluyordu?!
“kırılmış.” Dedi Hua Cheng. “muhtemelen yüzü olmayan beyaz açtı. O şeyler artık dışarıya kaçabilirler.”
15 notes · View notes
by-hulusi · 6 months
Text
BİR KADINA MEKTUP
Bir liste var önümde; yıllar sonra edindiğim. Senin bir kenara not düştüklerin gibi; bunlar da benim biriktirdiklerim. İster altına ekle, ister kendininkilere kat. İster dikkate al, ister kaldır at.
1) KARİYERİNİ KIZLIK SOYADINLA YAP
Şimdi toz pembe, biliyorum; öyle oluyor başta. Ortalarda da idare ediyor hatta. Ama gün geliyor; “kocanın soyadı ile” tanındığını fark ediyorsun. Boşanma aşamasına geldiğinde, yeni bir SEN inşa etmek zorunda kalıyorsun. İş hayatında o güne kadar yaptığın her şey – eğer kocan, mahkeme kararıyla onun soyadını taşımana izin vermezse – alt üst oluyor. Hem, ne gerek var ki “izne” vs’ye? Adınla soyadınla, şânınla yürü. Kalıcı olan SENsin.. senin emeklerin.
2) ÇALIŞ. SAKIN DURMA
Kocan sana diyecek ki “Yahu ne gerek var, ben para kazanıyorum zaten. Sen tadını çıkar evdeki hayatın. Çocuğuna bak, günlere git, spor yap, mutfakta oyalan, alışverişe falan çık, devril yat, takıl istediğin gibi.” Tatlı gelecek, kolay gelecek, işine gelecek belki. Yapma. Kendini geliştirmeyi, kendine yatırım yapmayı bırakma. Yeteneklerine yönel, hayallerini unutma. Oku, çalış, üret. Seçimlerinin; bir zaman sonra “bir başına ve ayakta isen”, anlamı olacak.
3) KENDİ ÖLÇÜNÜ KENDİN AL
Sana “o kadar güçlü değilsin” diyecekler. “Sen başaramazsın” yaftasını yapıştıracaklar. “Bu da nereden çıktı”, “ulaşabileceğin hayaller kur” falan diye de yumurtlayacaklar. Yavaşlatacaklar seni. Şaşırtacaklar, yanıltacaklar. İşin kötüsü, bazen potansiyelinin olmadığına “inandıracaklar” da, kimbilir.. Aman ha, sakın durma, kanma. Sen, neyi başarmak istersen O’sun. Bilfiil kendisi hem de. Nereye bakarsan, oraya gidersin. Senin ölçünü senden başka kimse alamaz. Kendi kıyafetini kendin dik. Nasıl istiyorsan, öyle ol. Uzlaş ama değişme, dönüşme.
4) KANTARIN NE KADAR TARTIYOR?
Her topa girme. Her sorumluluğu alma. Her yükü taşıma. Sonradan ruhsal çöküntü yaratacak, sana “keşke” dedirtecek hiçbir şeye soyunma. Rol çalma. Unutma; her kantar, belirli bir ağırlığa kadar tartar. Fazlasını almak, kantarı yorar. Her şeyi başarmak zorunda değilsin; her sorunun çözümü sende değil. Sen de diğerlerinden farklı değilsin. Enerjinle, moralinle, zaten taşıdığın yüklerinle, gidecek epey yolun var. Çünkü ne oluyor biliyor musun; bir süre sonra insanlar seni takdir etse de, kıyamadıklarını söyleseler de, bu naif (!) yaklaşımlar bi’ b…ka yaramıyor. Madalyan ve hastalıklarınla başbaşa, hayatı sorgulamaya başlıyorsun. Nerede mi? Hastane koridorlarında, uykunu aradığın akşamlarda, elin kolun kalkmadığında, hayata dair umutlarını sorguladığında. Yapma. Sakın yapma.
5) KENDİ ŞARKINI SÖYLE
Seninle dalga geçecek kimileri. Giydiğin elbiseye, kahkahana, oturuşuna-kalkışına karışacaklar, sözüm ona “doğru”ya çekecekler seni tüm iyi niyetleriyle (!). “Aman dans etme, beceremiyorsun” diyenler çıkacak. Sesinin kötülüğünden dem vuracaklar.. Susma. Kendi şarkını söyle. Canın nerede, ne zaman, nasıl istiyorsa, öyle söyle. Hayatın, “senin şarkın”. Notalar senin, kulak senin, ses senin. Ne istiyorsan, onu söyle. Kendi şarkını yaz. Bağıra çağıra söylemeye başladığında, altında senin imzan olsun. Kendi şarkısını yazamayanlar lâf atacaktır; gülümse.
6) HAFIZANI DİRİ TUT.
Neydin sen? Neredeydin? Nereye gidiyordun? Nasıl olacaktı? Neler yaşayacaktın? Sorularını sakın bırakma. Her sabah, kahveni içerken listene göz at; neresindesin, n’apıyorsun? “Biz” olup bambaşka bir maratona girmişken; “ben” bir yerlerde tıkanmış, arkadan nefes nefese, önündeki kâfileye umutsuzca bakıyor olabilir mi?
Sakın unutma. Başlangıç noktanı, başlangıç sebebini; yürüdüğün yol ile teyit et.
7) KALBİNİ DİNLE
Ne olursa olsun, neye mâl olursa olsun, kalbini dinle. Seni nereye götürürse götürsün, sana ne yaptırırsa yaptırsın, kalbini dinle. Dibine kadar sev, sonuna kadar git, olmadıysa bambaşka bir yola git.. Hattâ istiyorsan dur ama hep kendini, hep kalbini dinle. İnsanların eğilimlerine, tepkilerine, eleştirilerine aldanıp, “onaylanan” yolu seçme. Kendi yolundan git. Kalbinin yolundan.
8) VAZGEÇMEYİ BİL
Israr etme. Bittiyse, diretme. Serbest bırak kendini de, yolundakileri de. Eğer kader diye bir şey varsa, elbet tecelli edecek. Eğer “farklı” olacaksa bir şeyler; elbet o “yeni” de paşa paşa önüne gelecek. Bırakmayı bil. Vazgeçmek=Özgürlük. Vazgeçmek=Yeni seçimlere ilerlemek. Ve hiçbir seçim, geleceği “özünde” değiştirmeyecek: Özendiğin insanlar kadar özgürsün, sürprizlerle dolusun, rengârenksin sen de.
9) HERKES GİTTİĞİNDE, KALAN MANZARA SENİ MUTLU ETSİN
Kocan gidebilir. Çocuğun Allah’ın emri gidecek. Annen, baban.. Eninde sonunda yalnız kalacaksın. Cebinde ne varsa, kaderin o. Hesapladın mı, neler birikmiş çıkınında? Ne kadar erken, o kadar iyi. Henüz harekete geçmediysen, şimdi başla.
10) HER BAŞLANGIÇ İYİDİR
Seçimlerini yaparken, şartlara takılma. O şartlar, bu ânın şartları ve senin bugüne kadarki tecrübelerinle geliştirdiğin inançların. Hepsi bu. İçindeki o BAMBAŞKA SENle tanışmadın, onu keşfetmedin daha. O SEN, seni hep mutlu edecek, yalnız bırakmayacak; emin ol. Kendine tutun. Başlangıçlar insanı diri tutar. Bitişlere tutunursan, düşersin. İÇİNDEKİ SENe şans ver. Seni utandırmayacağını göreceksin.
Tumblr media
17 notes · View notes
almilagr · 13 days
Text
Tumblr media
Merhaba sevgilim, "nasılsın?", diye sormaya geldim. Yani nasıl hissediyorsun oralarda? Benden uzaklarda...
Biliyor musun, farkettim de birlikteyken sensizliğin ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu, "ayrılık" kelimesi bile yabancıydı, lakin şimdi anlıyorum. Hani sevdiklerimiz bizden uzaklarda olduğu zaman kıymetini biliyoruz ya, benimki de o hesap işte. İşte bu yüzden aldım elime kalemi, anlatacağım sana yokluğunu, sensizliği ve dahi sessizliği.
Yakın geçmişten bahsediyorum sana, balığım, 2023 yılından. Seninle tanışmadan günler önceki karanlığımı anlatmamı ister misin? Ben hiçlikte öylesine savrulup duran bir toz tanesiyken, seni henüz tanımamış olsam da derinlerimde bir yerde hep sana garip bir şekilde özlem duymuşumdur. Bence beni kurtaracak birine hep hasrettim.
Yoonie, ben... Ben ölüme ramak kala gördüm seni, sen hep ordaydın, yanıbaşımdaydın, ama ben seni farkedememişim. İlk başta korktum, hem de çok korktum, geç kalmış olmamdan, sana ulaşamamaktan korktum. İşte o an bana gülümsediğini anımsıyorum. Tanrım, tüm dünya onların ,sense benim ol dedim içimden, yine duydun beni. Gözlerinle fethettin kalbimi, sözlerinle aşık ettin kendine, o beyaz teninde hayat buldum. Anlatırım sanmıştım, fakat kalbim parmak uçlarıma seni kıskanır oldu, sesli konuşmuyorum, biri daha seni görür de tutuklu kalır diye.
Ne diye bilirim ki, "Sen sevmelerin en güzelisin". Balığım , seninleyken ne keder, ne gam?
Lakin kalbim sıkışıyor, zaman geçtikce, akreple yelkovanın dansını her gün bilmem kaç kez izledikten sonra gözlerimi kapatarak kavuşacağımız anı hayal ediyor ve biraz daha yanıp kül oluyorum. Ay ışığım, Biliyorsun. Benim 42'im , Tanrım beni senle mükafatlandırdığı için ben daha ne isterim?
Şimdilik kendine iyi bak, zira ben senin için hayatta kalacağım.
2 notes · View notes
yasamsallik · 1 year
Text
Tumblr media
Onat Kutlar’ın Sivas Katliamı Üzerine Yazdığı Bir Mektup: “Sen Ne Müslümansın Ne de Sivaslı"
"Sen insan bile değilsin. Gözü dönmüş bir katil, bir yaratıksın. Sen, yüreği insan ve yurt sevgisi ile çarpan, tüm yaşamını ulusal edebiyatın en güzel eserlerini incelemeye, araştırmaya, değerlendirmeye adamış, kırk yıllık dostum o değerli yazar Asım Bezirci‘yi yakmadın.
Sen,”Baza, baza! Çi hest-ü baza!“, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! İster Kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!…” diyen kutbu Hazret-i Mevlana‘yı yaktın.
Sen nasıl Müslüman olabilirsin? Yaktığın, göz göre göre, sırıtarak ve alkışlayarak yaktığın o mazlum yiğit, dürüst arkadaşım, o büyük cura ustası, halk ozanı, Sivas’lı Nesimi Çimen değildi.
Sen, bir toz tanesinde alemleri gören, yüce tanrının bir sureti iken senin gibi biri marifeti ile derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi‘yi bir kez daha yaktın.
Sen nasıl Sivaslısın?
Sen, “Kavaklar” şiirinin dizeleri, Sezen‘in sesiyle dalga dalga tüm Anadolu’ ya yayılan; yıllarını inanılmaz bir özveri güzelliği ile Anadolu kentlerinde öğrencilerine adayan, Türkçenin en iyi çağdaş ozanlarından Metin Altıok‘u vahşice yaktığını sanıyorsun.
Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus‘tur.
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil…”
diye yüzlerce yıl öncesinden seslenen Yunus Emre‘yi yaktın.
Yunus Emre’yi yakana Müslüman demek, İslam’a hakarettir.
İslam’a asıl hakareti sen ettin.
Sen, Cumhuriyet Türkiye’ sinin genç şairlerini, Behçet Aysan’ı Orhan Kaynar‘ı, kız-erkek gencecik çocuklarımızı, geleceğimiz olan geçlerimizi, üstlerine benzin dökerek hunharca yakmakla kalmadın.
Kurtuluş Savaşımızın ilk kongrelerinin şanlı ve onurlu kenti Sivas’ı yaktın.
Ey soysuz! Sen nasıl Sivas’ lı olabilirsin?
Sen, uğursuz zebani ateşinle bizim koca bir geçmişimizi yakmaya kalkıştın.
Koca bir uygarlık olan geçmişimizi, barbar ve ilkel kavimlerin karanlık geçmişlerine benzetmek için. Atının ayağı surları geçerken tüm dinlere, ırklara, inançlara güvence veren Fatih Sultan Mehmet‘in anısını; Itri‘den şeyh Galib‘e, şeyh Hamdullah‘dan Koca Sinan‘a, Baki Efendi‘den Süleyman Çelebi‘ye sevdiğimiz, değer verdiğimiz, gözümüz gibi koruduğumuz sonsuz bir kültürü bir hayvan gibi hiçe sayarak, yaratıkların en eşrefi otuz yedi canı yakarak yok ettin. Ortaçağ engizisyon papazları gibi.
Sen Müslüman olabilir misin?
Sen benim çocukluğumu, ilk gençliğimi yakmaya kalktın. Serin bayram sabahlarımı; cami sebillerindeki barışçı güvercinleri, babalarımızın alçakgönüllü mezarlarındaki selvileri, inançlı, nur yüzlü analarımızın hiç eksilmeyen dualarını, bir küfür gibi fırlattığın ateşle yakmaya kalkıştın.
Ey benim çocukluk arkadaşım Sezai Karakoç, aynı gençlik yıllarının şairi İsmet Özel, bu yaratık Müslümansa, siz nesiniz?
Ey benim elli yıllık ömrümün sakin, alçakgönüllü yüzü yerde, inançlı Anadolu halkı, sesime bir yankı verin.
Deyin ki hep beraber:
“Hayır! Müslüman bu değildir. O bir avuç gözü dönmüş katil bizden olamaz!“
Ey Sivas’lılar! Asıl siz yükseltin sesinizi. Anadolu’nun en eski töresi olan, ocağına misafir olana düşman bile olsa saygı gösterme geleneğini bir yana bırakıp, konuklarını kor ateşte yakan bu alçakların sizden olmadığını söyleyin.
Belki yanan yüreğimize bir merhem olur."
1993
Onat Kutlar
Asım Bezirci’ye Saygı
41 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 month
Text
Selâm ve muhabbetle...
RÜZGÂR !
Ey rüzgâr! Esip esip, durma
Vuran hasrete yorgunum ben
Hüznü kabartıp gamı sorma
Geçen günlere dargınım ben
Anılarımı sar abana
Sığınıyorum varıp sana
Binbir sancımla yana yana
Senin,bîçâre kurgunum ben
Alıp kalemi yaz bu gece
Hoş heceleri sez bu gece
Lebin şifâsı ; saz bu gece
Ağıt çalarsan kırgınım ben
Bir muammaya kurban etme
Aşk ataşına gayrı itme
Yürek yangını bu, zulmetme
Gel gör ki yanan gürgenim ben
Esme ! Hayâller yaprağında
Kor olur sevda, aşk bağında
Gönlümün giryan toprağında
Çok mağrur olma, durgunum ben
Gözüm yaşlıyken,avaz böyle
Şair ruhumdan cevaz böyle
Ol sen tercûman, haydi söyle
Her nefesine serginim ben
Oy!.. de, güle kat be beni
Hey !.. de, yıldıza at be beni
Düşersem eğer tut be beni
Görklü güneşe vurgunum ben
Göğe bir turna gibi süzül
Umuda katar katar dizil
İlel ebed ve minel ezel
Tuna boyuna sürgünüm ben
Esme ! Savurma kiri,n'olur
Arşın yelleri binbir olur
Yollarıma toz toprak dolar
Lâkin yün döşek, yorganım ben
Virân essen de üşümem ben
Avare âna düşemem ben
Yeni devrâna koşamam ben
Gök harmanında dirgenim ben
Devrin cefâsı bende kat kat
Leylâ Mecnun'la,Şirin Ferhat
Ömrümden ıslık sesini at
Hem cevap hem de sorgunum ben
Âh Gülnihâl ! Her şey yalancı
Bir filancıyla,bir falancı
Yontar keseri hep nalıncı
İşte bu yüzden gerginim ben
... Rüzgârsız geçmez bir günüm ben
...Geçen günlere dargınım ben
ilel ebed ; daima
minel ezel ; ezelden beri
6 notes · View notes
Text
İNCİTME
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.
İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.
Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.
Abdurrahim Karakoç
38 notes · View notes
lovelyyfluff · 2 months
Text
Baş Belaları | 29 - Anlaşmazlık
<Birkaç dakika sonra>
Mayoi: Ü-Üzgünüm... Hiiro, Aira, geciktiğim için özür dilerim!
Tumblr media
Tatsumi: Affedersiniz. Vay, ne kadar etkileyici. Daha öğlenin ortasındayız ama taşınma işi bitmiş bile.
Mayoi: Evet, hatta bizim gönderdiğimiz eşyaları bile yerleştirmişler—
Mayoi: Ayyyy!!
Aira: De-miş-tim! Eşyalarıma dokunmamanı söylemiştim, Hiro! Değerli hazinelerimi attığın için seni asla affetmeyeceğim!
Hiiro: ? Ama onlar çöptü.
Tumblr media
Aira: Şaka mısın sen? İnanamıyorum. Gerçekten inanamıyorum. Eski sahibi pek iyi saklamadığı için kirli gözükebilir, ama onu internetteki bir açık arttırmadan almıştım!
Aira: Yine de bilmelisin, benim için bir hazine! "O Akehoshi"nin arkasında bıraktığı şeyler o kadar nadir ki başka yerde bulamazsın!
Aira: Bir daha böyle bir şey yaparsan seni şu pencereden aşağı atarım haberin olsun!
Hiiro: Tamam! O kadar da yüksek değil, canımın acıyacağını sanmıyorum!
Tumblr media
Aira: Arrrrgh~! Hey! Yaptığından gram pişmanlık duymuyor musun? Bir anlığına seni sevmeye başlamıştım, ama onu da geri alıyorum!
Aira: Maalesef Aira yolunu seçemezsin artık!
Hiiro: Ne yolu...? O ne demek?
Aira: Lafımı bölme! Şu an acayip kızgınım sana~!!
Tatsumi: Hm. Ne olduğunu anlamış değilim, ama ikiniz de sakinleşin lütfen. Öfke, insanları kötü yola sokan çok tehlikeli bir günahtır.
Tumblr media
Aira: Ne?! Kazehaya-senpai! Ve Ayase-senpai—Siz ne ara geldiniz?
Hiiro: Bir süredir orada duruyorlar. Öfken yüzünden farketmedin mi? Aira?
Aira: Ha?! Beni öfkelendiren sensin~! Gidip beni suçlama...!
Tatsumi: Tamam, tamam... Sakin ol, Aira. Dediklerinin bir anlamı yok.
Tumblr media
Aira: Offf~ Ama! Beni dinle, Kazehaya-senpai. Hiro az daha tüm değerli eşyalarımı çuvala toplayıp çöpe atıyordu. İnanabiliyor musun?
Hiiro: Um, özür dilerim. Gerçekten pişmanım, umarım beni affedebilirsin.
Hiiro: Ama eşyaları taşırken çok yorulduğunu söyleyen sendin, ben de geri kalanını halletmek istedim... elimden geleni yaptım.
Tumblr media
Hiiro: Görünüşe göre seni incitecek bir şey yapmışım. Üzgünüm, Aira. Aptal olduğum yetmezmiş gibi kaba ve cahilim—Berbat bir insanım.
Aira: Ya... Suratını öyle yapma şimdi. Gören seni zorbaladığımı zannedecek.
Aira: Neyse ne. Zarar gören bir şey yok, ve işimi başkasına yaptırıp onlara kızma hakkım yok...
Aira: Fazla kibirli davrandım.
Aira: Ben de suçluyum. Üzgünüm.
Aira: Ama artık eşyalarıma izinsiz dokunmak yok.
Hiiro: Aynen. Söz veriyorum.
Aira: Tamam öyleyse... Şey, biraz kötü bir zamanlama oldu, ama...
Aira: Kazehaya-senpai, Ayase-senpai, Seisoukan Apartmanı'na hoşgeldiniz! Bunu benim söylemem biraz tuhaf aslında♪
Tumblr media
Hiiro: Hoşgeldiniz! Sizinle yaşayacağım için çok heyecanlıyım!
Hiiro: Hatta bilmeden sizin eşyalarınızı da yerleştirdim. Sorun olur mu?... Başkalarının eşyalarına izinsiz dokunmanın kaba olduğunu bilmiyordum.
Hiiro: Benim memleketimde her şey halka aitti.
Tatsumi: Yok, sorun değil. Bana iyilik yapmış oldun.
Tatsumi: Fakat, hepimiz hâlâ birlikte yaşayacak olan yabancılarız, yani böyle sorunlarla karşılaşmamız normal.
Tatsumi: Böyle anlaşmazlıklar yaşamamak için birbirimizin özeline karışmamalıyız.
Tatsumi: Ben kilisenin sahip çıktığı çocuklarla yaşadığım için bunlara alışığım.
Tatsumi: Ama Mayoi gibi daha içe kapanık insanlar hakkında daha hassas olalım.
Mayoi: Y-Yok yok, zahmet etmeyin! Beni ölmek üzere olan bir kaktüs gibi görmezden gelin!
Tumblr media
Aira: Hahaha. Kaktüs demek.
Aira: ...Üzgünüm, bu yeni ortama daha alışamadım, biraz gergin olmalıyım. Derin bir nefes alıp~ vereceğim~♪
Tatsumi: Ah, öncesinde camı açalım da içeri hava girsin. Yeni taşındığımız için baya bir toz kalkmış olmalı.
Mayoi: Evet... Ama temizliğin coğunu bizim için yapmışlar.
Mayoi: Yerler bile parlıyor—İkinizin yaptığına inanamıyorum bunu. Muhteşem!
Hiiro: Tek başımıza yapmadık. Seisoukan'daki büyüklerimiz de yardımcı oldu.
Aira: Aynen. Çoğunlukla UNDEAD'den Oogami-senpai ve Otogari-senpai... Onlar da az önce işleri olduğu için çıktılar, umarım başka zaman yine teşekkür etme şansımız olur.
Hiiro: Um. Ayrıca yoldan geçen bazı idoller de yardımcı oldu. Memnun gibi görünüyorlardı.
Hiiro: İsmini bilmediğim birsürü kişi vardı, ama Aira hepsini tanıyınca çok şaşırdım—
Aira: Haha. İdol fanatiğiyim de ondan.
Tumblr media
Tatsumi: Anlıyorum... Haha, iyi kalpli insanlar her yerden çıkabiliyor.
Tatsumi: Benim eskiden idol olarak çalıştığım zamanda idoller kraliyet ve soylu gibi gruplara ayrılacak kadar kendini beğenmişti.
Tatsumi: Görüyorum ki bu değişmiş, doğru bir karar.
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm→
2 notes · View notes
aynodndr · 4 months
Text
Tumblr media
Şöyle bir bakıyorsun uçsuz bucaksız dünyaya
Gözlerinin gördüğü mesafeye kadar görüyorsun
İlerisinde ne var bilmiyorsun
Ya hayat;
Ya yaşam,
Ya ömür,
İşte o biraz şüpheli
Onu hiç bilmiyorsun
Yarına dair hazırlık yapıyorsun
Yazsa kışlık hazırlığı
Kışsa yaza kavuşma sevinci
Ne pişirsem,ne yesem, ne giysem
Hep yarının telaşesi
Yarın sana ne getirir
Yaradandan başka kim bilebilir
Bugününü unutuyorsun
Hep yarınlara takılıyorsun
Kendine zaman ayırmayı bile unutuyorsun
Demem o ki;
Yarınlara takılma
Bugünü yaşa
Bugün sev
Bugün ara
Bugün mutlu ol
Bugün gez toz
Bügün şükret
Bugün dua et yalvar ALLAH’a
Geç kalma ne olur…
(Huriye)
5 notes · View notes
seslimeram · 9 months
Text
Korkunç İmge
Tumblr media
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Bir yılın daha geçip gittiği iş bu şimdi içerisinde yaşamın normatif olgusu, verili haklarının gündelik değerlerinin belirgin bir biçimde hiç edildiği zeminde korkunç pratiklerle yaşam eylemi kuşatılıyor. Sorgunun, eylemin kırıldığı, günün dünden de ağır yıkımlara rehin edildiği bir zeminde cerahatin ol nesnel halidir misal korkunçluk. Bir yılın hemen her gününe apayrı tahakküm veçheleri, hamlelerinin eklendiği, yaşamın salt mutlak biate indirgendiği ötesinden tek satır dahi olsa bahis açılmadığı bir zeminde bu var edilmiş imgenin ta kendisidir korkunç. Yıkıcılık halinin, istimlak etmelerin, perişanlığın hududuna terk etmelerin, birbiri ardına pejmürde tavırlara esaretin sofralarına buyur olunan bir yerde ortaya çıkan imdir korkunçluğu açık, kestirmeden bildirecek olan. Müşterek yaşam idesinin her gün koşulsuz şartsız daraltılıp durulduğu bir zeminde, alttakiler ve tepedekiler dışında hiçbir kesimin anılmadığı, belirli bir biçimde gelir adaletsizliğinden, sözün tarumar edilmesindeki sürekliliğe, hemen her durumda demokrasinin var edildiği zikredilirken yerle yeksan olunmasındaki daimi hale bu korkunç imgeler sarmaları güncelleniyor. Hakikat ancak hilkat garibesi kılınıyor.
Özgürlük sadece boş beleş bir laf kalabalığı. Demokratik ülke lafta dahi var edilmeyen bir pratik. Cumhurun egemenliği bahsinin yerinde yeller esiyor. Varsa yoksa, kısır döngünün tam da ortasında memleketi bu hallere koyanların avazları, birlikte var ettikleri bir pembe ülke tablosu. Pembe, kan kırmızı tonlarından, toz pembe, kimin kanının karıştığı belirsiz kılınan, yıkımın, ölümün, cürmün var edildiği bir acayip ülke imgesi. Her gün her durum içerisinde bir cerahat sürekliliği güncelleniyor. Cumhurun hakları talan edilirken, gelecek kapkaranlık kılınmaya devam olunurken, buna da alışırsınız çıkışı var ediliyor dört yanda her an. Biteviye bir korkunç imgeler sahnesine dönüştürülmüş olan yerde vekillerin al takke ver külah hallerinden misal korkunçluk imgesi çıkabilir. Hiçbir yerden maaş temin etmeyen, almayana 110 bin lira, iki dönem vekillik yapıp emekliliği sağalama alanların da iki yüz on bin ile iki yüz otuz bin liralar dolayında parayı iç ettikleri zeminde halka da üç kuruşa talim edin diyebilme cüretidir korkunçluk. Misal, meclis lokantasında bir tabağına elli lira dolaylarında ödenirken et yemeğine, gündelik yaşamın aktığı, sıradan insanların o karınlarını doyurmak için ellinin birkaç katını ödemeye mecbur kılındığı yerdeki uçurum halidir korkunçluğu bildirecek olan. Halkı temsil ettiği rivayet olunanların ellerini ceplerine atmak bir yana, her durumda halkı daha da fazla sömürmeye devam etmelerinin o ucubelik suretidir misal korkunç.
Koca bir yılı devirirken, geride kaldığı sanılan demokrasi, eşitlik ve adaletteki eksiklikleri telafi etmek bir yana çam devirir gibi aralıksız linç rejiminin yepyeni halleri, eylemlerine de devam olunduğu yerin meselesidir korkunçluk. Düzen devamlılığı adına hak ihlallerini süreğen kılan yerin meselesidir bu korkunçluk. Türkiye İşçi Partisi milletvekili ol Avukat, Can Atalay için Anayasa Mahkemesinin serbest konulabilir kararının bir kere daha önce alt mahkeme ardından da Yargıtay eliyle yok sayılmasının garabet halinin ortasında hangi düzlem korkunç değildir ki? Hukuk dilinden aktaralım: “AYM, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının yargısal makamlar tarafından tartışılamayacağını vurguladı. Anayasa’nın, daha önce dosyayı Yargıtay’a gönderen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne böyle bir yetki vermediğinin de altını çizen AYM, yerel mahkeme ile kararı uygulamayan ve AYM üyelerini "suç işlemek"le itham eden Daire’nin Anayasa'ya açıkça aykırı hareket ettiğini vurguladı. AYM, “Sonuç olarak, mahkemelerin izlemiş olduğu yöntem, başvurucuyu yargılama güvencelerinden tümüyle yoksun bırakmıştır. Başka bir ifadeyle yeniden yargılama dosyası görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa'nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa'nın 37. maddesinde yer alan tabii hâkim ilkesine açıkça aykırı hareket edilmiştir” dedi.” Bu bahsi takip eden süreçte, kendiliğinden hiçbir şey olmamış gibi davranan bir alt mahkeme, olanı biteni sorgulamayın diye direktifi yerine bir kere daha getiren Yargıtay kararının yeknesak tekrarıyla birlikte korkunçluk bahsi kendiliğinden diriltilir. Gözler önüne serilmiş olagelen pratiklerle birlikte, baş efendinin terörist / devlete kastı olan bir zat diyerek akla seza bir tahayyülle hedef kıldığı bir avukatın özgürlüğü bir kere daha elinden çalınır. Bunlar korkunç meselleri izaha yetmezse ne yeterli gelir!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli gencin, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramasına ilişkin DEM Parti Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve İstanbul Milletvekili Celal Fırat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cevaplandırması ile ilgili soru önergesi verdi.
Ülkede siyasi iktidarın oluşturduğu politik atmosferde; toplumsal kutuplaştırma ve ötekileştirme refleksi gelişirken bölgesel ve inançsal farklılıklar ile etnik aidiyetin bir saldırı sebebi olmaya devam ettiği belirtilen önergede; “Özellikle son yıllarda farklı kesimlerce Kürt, Alevi ve mültecilerin hedef gösterildiği görülmektedir. Siyasi söylemlerin etkisiyle farklı olanı yok sayma ve düşman görmenin son örneği, Koç Üniversitesinde yaşanmıştır. Kamuoyuna da yansıdığı üzere; Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli genç, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramıştır. F.B. ile aynı odada kalan Hasan Ege K. ve Arda D. aralarında süren tartışma nedeniyle önceleri F.B.’nin odayı terk etmesi için baskı uygulamaya başlamış, daha sonra şiddet uygulamaya başlamıştır. 15 Kasım 2023 gecesi yaşanan olayda Hasan Ege K. tarafından kemerle dövülmüş, yüzüne sıcak ütü bastırılmaya çalışılmış ve şiddetli saldırıya uğramıştır. Arda D. ise F.B.’yi neşter benzeri kesici bir aletle yüzünden ve karnından yaralamış ve yumrukla vurmaya devam etmiştir. Olay sonrası ambulansla hastaneye kaldırılan F.B.’nin tedavi masraflarının Koç Üniversitesi tarafından karşılanarak kamuoyunun duymaması için çaba sarf edildiği iddiaları vardır” denildi.
“Esas Sorumluluk İktidardadır”
Yurt odasında yaşanan dehşete ilişkin yapılan suç duyurusu sonrası yürütülen soruşturmada yüzünden ve belinden yaralanan F.B.’nin ifadesinde; “Hasan Ege K., ben Alevi olduğum için ve bana karşı ayrımcılık yaptığından dolayı beni odadan atmak istiyordu. Kendisinden şikâyetçi olacaktım. Ancak, öğrenci olduğu için sabıkasına yansımasını istemediğim içim şikâyetçi olmadım. Halen bana ayrımcılık yapmaya devam ediyor” dediği hatırlatılan önergede şöyle denildi; “Savcılık soruşturmasında F.B. tarafından kaydedilen 5 ayrı ses kaydının çözümünde ise saldırganların ayrımcı, ırkçı dehşet verici ifadeler kullandığı görülmektedir. Kendisini odadan atmaya çalışan Hasan Ege K., ‘Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki doğusu olduğu gibi ateşe verilse…’ diyor. F.B.’nin etnik kimliği için ‘Alt ırksınız. İtlaf edilmeniz lazım. Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz. İtaat etmek zorundasınız. Seni bu odadan istemiyoruz. Buradan gitmezsen seni öldürürüz’, ‘Siz kader olarak, Yahudilerle birbirinize çok benzeşiyorsunuz. Zafer Partisi iktidarında benzer şeyler yaşayacaksınız’ ifadelerini kullanıyor. Her ne kadar olayla ilgili Başsavcılıkça soruşturma başlatılmış olsa da Üniversitenin olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen herhangi bir adım atmaması kabul edilemez. Çünkü söz konusu olay münferit değildir; son yıllarda sıkça yaşanan Kürt-Alevi öğrenci ve işçilere yönelik saldırıların bir parçasıdır. Bunda esas sorumluluk ise tek tipçi ve baskıcı bir öğrenme ortamı yerine eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik öğrenme ortamının oluşmasını sağlayamayan siyasi iktidardır.”
Önergede son olarak; “Koç Üniversitesinde yaşanan bu ırkçı saldırının, eğitim sisteminde dahi insanları kutuplaştıran bir noktaya götürdüğü, Kürt ve Alevi kimliğine yönelik nefret suçlarının işlendiği bu tür vakalarda etkin bir yaptırım uygulanmaması ve cezasızlık politikasına devam edilmesi halinde geçmişte yaşanan örneklerde olduğu gibi gelecekte de daha vahim olayların yaşanmasına sebep olabilecek tehlike barındırmaktadır” denildi.
Bakan Tekin’in Yanıtlaması İstenen Sorular
Koç Üniversitesi Alevi ve Kürt kimliği nedeniyle saldırıya uğrayan F.B.’yi neden okuldan uzaklaştırmıştır?
Bu vahşeti tertipleyen diğer oda arkadaşına neden hiçbir yaptırım uygulanmamıştır?
Olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen olayda ihmali bulunan üniversite yönetimi hakkında neden etkin bir soruşturma yürütülmemiştir?
Alevi ve Kürt öğrenci F.B.’ye saldıran Hasan Ege F. ile Arda D. hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Bu iki şahıs Koç Üniversitesinde eğitime devam etmekte midir? 5. Koç Üniversitesi öğrencisi F.B.’nin ırkçı söylemlere maruz bırakılıp darp edilmesi ile ilgili Bakanlığınızca bir işlem başlatılmış mıdır?”
Saldırıya uğrayan öğrencinin avukatı Alper Sarıca sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, ses kayıtları ve yaralamaya rağmen 1 aydan fazla bir süredir, savcılığın Hasan Ege Karanfil'in ifadesini almadığını belirtti:
"Dosyaya bugüne kadar duyduğum en ırkçı söylemlerin yer aldığı (haberlerde çoğuna yer verilmeyen) 6 adet ses kaydını sunmamıza, faillerce suçları örtbas edilmek için sözde cinsel saldırıyla suçlanan müvekkilimin olaydan sadece yarım saat önce üniversite güvenliğini aradığına dair arama kayıtlarını sunmamıza, odanın kartlı giriş kayıtlarından ve failin adli muayene ve karakol ifadesine yansıyan anlatımlarındaki çelişkilerden cinsel saldırının hiç vuku bulmadığının açıkça anlaşılmasına, (muayenede sözlü taciz diyor.) müvekkilin yüzüne ve karnına onlarca dikiş atıldığını gösteren adli raporlara rağmen savcılıkça şüpheli H.E.K.nin ikmalen istendiği için 1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı."
'Soyut İddialarla Adli Kontrol Kararı Verildi'
Saldırganların cinsel saldırı iddiası gerekçesiyle saldırıya uğrayan müvekkili hakkında adli kontrol kararı verildiğini aktaran Sarıca, "Oysa aynı savcılık canını zor kurtaran, ırkçılığa uğrayan müvekkilim için sırf faillerin soyut iddiaları nedeniyle adli kontrol kararı verdirdi ve kaldırılması taleplerimizi reddetti" dedi.
'Canına Kastedilen Müvekkilim Sınavlara Alınmadı, Şimdi De Kaydını Dondur Diyorlar'
Koç Üniversitesi'nin F.B'nin üniversiteye girişini yasakladığını belirten Sarıca, "Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı. Şimdi de kaydını dondur diyorlarmış. Başınıza benzer bir olay gelirse üniversitenizde güvende olduğunuzu ve hak ettiğiniz adil muameleyi göreceğinizi düşünmüyorum. Not: Üniversite yurt disiplin kurulu müvekkil hakkında cinsel saldırı iddiası sübut bulmadığından müvekkile ceza verilmemesine karar verdi" ifadelerini kullandı.
Bir korkunç sarmal artık vakayı adiye kılınıyor. Tümüyle bir menzildeki yaşam hakkının üstüne konulan korkunç ipoteği, bitimsiz nefreti, sonsuz garabetlik bir eleme çabasının her neyi var ettiği günbegün ortaya çıkarken, sözüm ona okul olduğu iddiasındaki bir yer, bir mesken dahilinde dahi gündelik bir yaşam pratiğinin ta kendisi olarak nefret işkence ve ithamlarla biçimlendiriliyor. Hasan Ege Karanfil’in titrinde ırkçı / turancı / türk ibaresi yanı sıra bir de edebiyatçı / şair kimliğine de haiz olmasının, kendisine yakıştırmasının ol nihai utancı ne yana düşer mesela. Koç Üniversitesi gibi, memleketin soyguncu / yağmacı ve talancı çetelerinin devletle beraber iş bitiricisi, sermaye denilince akla düşen eline kan oturmuş, gayrimüslim mallarından devşirme bir birikimden yükselmiş Koç’un da varlığı misal korkunçluğu, bireysel bir suç gibi yansıtılanın korkunç imgesini anlatmaya yetmez mi, hala! Sosyal medyada yansıması, bildirimi ve ifşası söz konusu edilmemiş olsaydı ol yıkım daha kaç kere tekrarlanabilirdi. Kendisini bir şair olarak tanıtabilen bir şahsın böyle afaki bir biçimde bir insana kastı var ederek doğru düzgün tek bir satır yazması söz konusu edilebilir mi? Dahası insan içine çıkmamaları gereken Karanfil ve arkadaşı Arda Demir için herhangi bir soruşturmadan ileri, insanlık hakkı için bir adalet tahayyülü söz konusu edilecek midir, gerçekten?
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Var edilmiş toplum birbirine en kestirmeden düşmanlık beslemeye devam diyen zümrelerin oyun sahası kılınıyor. Her şey her an bambaşka yıkımlara, her gün bambaşka teferruat değil sahici bir halle törpülenmeye devam olunan bir fasit dairenin esiri kılınıyor. Ne gam ne keder ne acı ne de birlikteliği bunca açık bir biçimde zehirleyen sistem sorgulanabilir kılınıyor. Bir koca yılın ardından yenisinin ilk on gününde ortaya çıkan imge, yerin her nasıl bir badirelerin sahası kılındığını örneklemeye yeterli gelecektir sanırız. Korkunç bir imgenin hakikatinde ne bir şimdi, ne de bir yarın söz konusu edilebilir sahiden de. Hakikatin hilkat garibesinin ta kendisine dönüştürüldüğü bir zeminde yaratılan / yaşatılan / yaşatmaya devam olunan her fecaatle birlikte bir korkunç düzlem imgesi hayatı kuşatıyor. Geleceği bunca belirsiz konulan bir yerde hayat mefhumu yerle bir olunuyor, derdiniz olur mu sahiden? Düşünür müsünüz yol nereye...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Adam CALDWELL via Official Site
3 notes · View notes
geceninisigi07 · 1 year
Note
Zirveye giden yolda intihara Ebeveynler ilk adımı atmayı öğretir.(səncə nədən)
çok haklı bir şarkı sözü değilmi
bencede çok haklı
ailelerimiz iyiliğimizi isterler ama o baskıcı tavırlar şahsen bizi intihara sürüklüyor
ders çalışmaya bırakırım iki dakika telefona bile elime alırım ancak telefon oyna
rahatlamaya ihtiyacım var dışarı çıkabilirmiyim sen anca gez toz çalışma olur mu derler
anlaşıldı senden bir bok olmayacak gidersin tuvalet temizlersin
daha neler neler var kim bilir
yada şu sen zaten ev işi yapma
yani aileler her konuda baskı yapıyorlar anlıyorum iyiglimizi düşünüyorsunuz ama böyle yapacaksanız düşünmeyin
bu yaptıkları benim için psikolojik şiddet den başka bir şey değil
kırıyorlar bizi
biz onlara yaptığımız göstermemiz yetmiyor doymuyorlar insan oğlu neden doğmaz ki
doktor ol avukat ol iş insanı ol mimar ol
istemiyorum da diyemiyorsun
hayat böyle ilerliyor çoğu kişi de istediklerini ailesi yüzünden yapamadığı için oluyor
çok şey dedim uzun oldu ama
baskı
bizi intihara sürükleyen şey baskı
onlar için zirveye çıkarken çakılıyoruz istediğimizi yaparak zirveye çıksak bu yol bizi intahara sürüklemez
yani bence öyle sizin fikriniz nedir bilemem
bende öğrenci olduğum için okul dan giriş yaptım
15 notes · View notes
baybeys · 1 year
Text
Ağlıyorsa neden diye sorma, sarıl. Canı yanıyorsa neden diye sorma, sarıl. Düştüyse kaldırma, yanına oturma, elini uzat, ayakta bekle, elini tutup kalksın, sarıl. Kaybetti mi? yenisini alma, bul. Yaktığı yerde ol, gitme. Uzağında mı yürüyor? adımlarını say, küçük bir çocuk gibi ama kollama bırak düşsün, dizilerinden öp. Sevgi zor mu? çok basit. Seviyor mu? çok sev, ne eksilir? ayakta mı duruyor? gölgesi ol. Oturuyor mu? yanında ol. Saçları mı dökülüyor? öp. Uçurtma uçur, uçurumdan değil, rüzgârla. Özgür mü? kartal ol. Korkak mı? karanlık ol. Çekingen mi? ateş ol. İnanmıyor mu? kitap oku, konuş. Güvenmiyor mu? yanında dur, kırmızı ışıkta geçersin. Duvarları mı var? yıkma, etrafından dolan zaten güçlü değil, neden yıkasın? kendine giriş sağla, o duvarlar bile sana özel olsun. Değiştirme, kendine göre biçimlendirme, kabul et. Fedakarlık yap, heba olma. Yıkma, inşa et. Toplama ulan, inşa et! toz tanesinden kale yaparsın, su birikintisinden de okyanus.
10 notes · View notes
by-hulusi · 2 years
Text
BEKİR COŞKUN…
Bir gece yatıp kalktık…
Türk Ordusu yok…
Darbe yapacaklardı ama silahları tarlada gömdükleri yeri de unuttular demek…
Darbe olacak mıydı, olmayacak mıydı derken, ordu artık yoktu…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Yargı yok…
Yargıyı bölüşmüşler yarısı hocaya, yarısı imama…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Cumhuriyetçi aydınlar yok…
Hücrelerdeler…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Medya yok…
Yarısını almışlar parayı bastırıp, kalan yarısının da gırtlağına bastırıp…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Ben yokum…
Muhterem karıma “Ben yok muydum şu köşede yahu?” dedim…
“Yoksun, kovuldun” dedi…
Ağladı…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Laiklik yok…
Devlet tekbirle açılıyor…
*
Bir gece yatıp kalktık…
“Türk” yok
*
Bir gece yatıp kalktık…
Bayrak yok…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Yarısı gitmiş…
“Türkiye” de yok…
*
Bir gece yatıp kalktık, marşlar yok, andımız yok, bayramlar yok…
Bir gece yatıp kalktık, bu 4+4+4’tür dediler…
Çocuklar yok…
*
Bir gece yatıp kalktık…
Cumhuriyet yok…
*
Ve bir gece yatıp kalktık ki..
Biz yokuz…
*
Yatma o zaman…
Kaldır başını artık…
Bir böcek gibi ezilip, bir dal gibi kırılıp, bir sürü gibi güdülüp,
bir toz gibi üfürülüp, bir ot gibi sökülüp, bir kuş gibi vurulacağına…
Yatma…
(3 Ocak 2015)
Nurlar içinde ol Bekir Coşkun. “Pako” ya da selam söyle üzülmesin. Arkadaşlarının hepsi deprem bölgesindeydiler…
HER "TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞIYIM ve NEREDEN NEREYE GELDİK" DİYENLERİN OKUMASI GEREKEN YAZI…
5 notes · View notes
donguanto · 2 years
Text
Tumblr media
bir garip günlük..//
07.02.2023 - incecik kolları olan 22 yaşındaki bir kadının içi mont dolu büyük bir çuvalı sırtına aldığını gördüğünde ‘’yorulma ben alırım’’ dedin. ’’bu yorgunluk değil’’ dediğine şahitlik ettin.
07.02.2023 - giyilebilir kapkalın ve temiz montlara ‘’bunlar çok iyi değil henüz gitmesin’’ dediğinde tokat atmak istedim sana abla. gerçekten. ‘’defol’’ demek istedim.
07.02.2023 - yüzlerce insanın tıra kolileri yüklemek için oluşturduğu zincire kolileri verirken nasıl hiç sızlanmadılarına şahitlik ettin. 15 yaşındaki küçücük kızların boyundan büyük kolileri zincirdeki bir diğer kişiye verirken nasıl mutlu olduklarını izledin.
07.02.2023 - ilk tır çıktı, tüylerin diken diken oldu. alkışları duydun. terini silenleri gördün. bir köşede yere çöküp sigara yakanları. çok güzellerdi. tüm bu çirkinliğin içinde, çok güzel. senin yanında durmasına rağmen, çok güzel.
07.02.2023 - soğuktan titrediğini düşünüyordun. açlıktan olduğunu bir ekmekle fark ettin. ‘’oradakiler nasıldır?’’
07.02.2023 - gönderilen eşyaları ayırırken içinde terlik gördün. terlik. samurai jackin terliği gibi bir terlik. yok ol.
07.02.2023 - yardım merkezinde ismi alınmak istenen amcanın ‘’gerek yok, allah biliyor.’’ dediğini duydun. inanç çok güzel. insanlık çok güzel.
08.02.2023 - rezaletti. başlı başına. yardıma gelen kadınların fotoğraflarını çekmek için gelen erkekleri gördün, kovulurlarken nasıl sırıttıklarını. insanlık bok gibi. çok çirkin.
08.02.2023 - gönderilen eşyaları ayırırken içinde gecelik gördüklerini söylediler ve şikayet ettiler sana bu durumu. böyle incecikmiş, fantezi için giyilirmiş. değiştiremeyeceğin her şeyi şikayet ettiler. bir kadın sana bir teyzeyi şikayet etti. yardım için gönderilen elbiseleri kendisine alıyormuş. ikinizde kahrolun.
08.02.2023 - boş kolileri ihtiyacı olanlara götürmek istediğinde vermek istemeyen sanırım 16-17 yaşlarındaki küçük bir kızla tartıştın. kazanamadın. -‘’hanımefendi nasıl yardım için gidecek kolileri vermezsiniz?’’ +‘’onlar benim, ben hazırladım.’’ sen de toz ol.
08.02.2023 - vali. ısparta valisi. sen de siktir git oğlum. bize o tırları öyle saçma sapan öyle karmakarışık öyle mühim olan eşyalara erişilmesi güç yüklettirdin ya. sen de siktir git. o tırı orda üstüne yalnızca paletlerin üstünde ‘’Isparta Belediyesi’’ yazmadığı için ve bunun düzeltilmesi için beklettirdiniz ya, siktirin gidin oğlum.
08.02.2023 - boş kolileri toplamasını ve ihtiyacı olanlara vermesini istediğin o iki kız. neredeyse üç saat geçti ve her yerde harıl harıl boş koli bulup ihtiyacı olanlara vermeye çalışıyor. siz çok güzelsiniz.
08.02.2023 - hiç tanımadığın bir erkek sırtını okşadı. hiç tanımadığın bir kadın sana çay getirdi, dinlen biraz dedi. insanlık çok güzel.
08.02.2023 - sanırım artık 10′un üzerinde giden tıra şahitlik ettin, neden mutlu olmak yerine ‘’acaba gerçekten götürüyorlar mı?’’ endişesine dönüştü içindeki duygular?
08.02.2023 - yardım merkezinde ismi alınmak istenen başka bir amca da vermedi ismini. ‘’gerek yok, adımın ne faydası var.’’ ellerinden öpüyorum.
08.02.2023 - her şeyden sonra gelip burda tumblr’ın twitter gibi efektif kullanıldığını düşünmediğinden bir kaç post rb’ledin. aptalsın. aptal. belki de birinin bir şeyi görmesini engelledin. gerizekalısın. yok ol. çirkinsin. tanıdığın en zeki ve anlayışlı kadını bile kızdırdın böylece. toz ol.
09.02.2023 - prospektüs okumanın ne kadar etkili olduğunu fark ettin. eczacılar ayırdığın ilaçları görüp sana aferin dediğinde gururlandın, göğsün kabardı. daha çok okumalısın. salı ve perşembeleri. ama daha var. biliyorsun. yine de o eczacılar. iki kadın. son sınıf. 3.28 ve 3.02 ortalamaları varmış. bu ülkeyi ikisi kurtarır, eminim. gözünüz dolmasın hiç.
09.02.2023 - küçücük bir kız. küçücük. 2 tane elleri kadar küçük kedi maması koydu kolinin içine. küçücük bir kız. sen üşüdüysen ceketimi al. istersen ömrümü al. ellerimi al. kollarımı al. gözlerimi al. saçlarımı al.
09.02.2023 - Sude’nin annesi Feride abla hakkınızı savundu. üşüdüğünüz için başına geçtiğiniz elektrikli sobanın önünde bir sigara içtiğinizi gören belediye görevlisi ‘’bunlar bomboş duruyor’’ diye sizi şikayet ettiğinde annesi ortalığı ayağa kaldırdı. ‘’bu çocukların ben günlerdir durduğunu hiç görmedim, kendilerini parçaladılar burda, siz ne hakla böyle konuşursunuz’’ Feride abla kapı komşunmuş. melihle ikinizi evine davet etti. size kahve yaptı. övdü. neye ihtiyacınız olursa dedi. kalbinizi okşadı. abla. beni çok şımarttın. beni çok korkuttun. beni çok üzdün. beni çok mutlu ettin. sude'nin ve babasının deprem olduğunda dizleri titriyormuş. benim bacaklarımı siz alın.
09.02.2023 - ne kadar farklı insanlar bir aradalar? mavi saçlı güzel kız, kaşında piercing olan hafif yırtık erkek, başı kapalı kız, bir sorunu olduğundan emin olduğun o kırık çocuk, sen, transpalet ile gezen çocuk "çıtır", o güler yüzlü teyze, naifliğinden emin olduğun ‘’Sevil abla’’. ah sevil abla. ne güzeldin sen. kalbinin temizliği nasıl gülüşündeydi öyle. adın çok güzel abla dediğimde nasıl da utanarak teşekkür etmiştin. keşke hep hayatımda olsan. atanamayan özel eğitim öğretmeni Hatice. ona Aslı diyorsun. o da sana Görkem Enes diyor. keşke hep hayatımda olsan. iyi niyetli olduğundan ne kadar eminsin. ‘’ben ne yapabilirim, ben ne yapabilirim, ben ne yapabilirim’’. sen her şeyi yapabilirsin Aslı.
09.02.2023 - kirli elleri ve uzun tırnaklarıyla sana elma uzatan o kız. al göğsümdeki elmayı sen ye. teşekkür ederim.
10.02.2023 - neden gitmesine yardımcı olduğum tırlar devrilmiş, yüklediğim koliler paçavra hâline gelmiş, ilaçların yolda tarihleri geçmiş gibi hissediyorum? hiçbir faydam dokunmamış veya dokunmayacakmış bilhassa zarara sebep olduğumu hissettiren bu his neden? neden hep eksik?
10.02.2023 - onca işinin gücünün arasında rica ettiğimden beni hiç yalnız bırakmadın Melih. aç olduğumu öğrendiğinde bana yemek yaptırıp getirdin. her gün benimle beraber geldin, kalabalıklara ilk adımımı atarken ne kadar çekindiğimi bildiğinden belki de. o soğukta saatlerce benimle beraber bekledin otobüs durağında. sen çok iyi bir dostsun. teşekkür ederim. bir tabak yoğurda sekiz diş sarımsak doğramanı engellememeliydim. ben seni hak etmiyorum.
10.02.2023 - depremzedeler Isparta’ya gelmeye başladılar. bizzat Gökkubbe’ye gelip yardımları alan bir ailenin arabasına ihtiyacı olan kolileri yükledim. ama nasıl. sıkılıyor taşımamdan, ona yardım etmemden. dur diyorum yorulma, ben alırım yükü, çekinerek tamam diyor. utanıyor. sen lütfen utanma, seni bu hâle getirenler utansın amca. sen utanma teyze. ben utanayım. - neden götürdüğün her kolide bir sorun varmış gibi hissediyorum? neden hep eksik?
10.02.2023 - belediyede yerinin sarsılmaz bir hâl almasını sağlamak istediği için herkesin yaptığını kendisi yapmış gibi anlatan Süleyman. Defol.
10.02.2023 - bir anne geldi oğluyla. depremden gelmişler. deprem gibi gelmişler. sarışın küçük bir çocuk. elindeki oyuncağı verdi sana. hediye etti. o seni kalbinden, sen onun ellerinden öptün. dudakları kirlenmiş midir? olmasın. olmasın. iki boyama kitabı, iki renkli kalem, iki pastel kalem verdin annesine. ‘’ihtiyacı olanlara ver oğlum’’ dedi. abla, sen tüm ihtiyaçları tek başına karşılarsın. sana bunu söyletenler utansın, ben utanayım, sen değil. ve çocuk, ben oynadığımız o araba yarışında sana hep mağlup olacağım. oyuncaklarının arasına koyduğum gitarla çalacaksın en güzel şarkıları, haberin yok.
-neden bu kalem canını acıtacak hissi veriyor, neden şarkıların hep hüzünlü olacakmış gibi geliyor, özür dilerim.?-
10.02.2023 - sanırım insanlar alıştı. liselilerin sohbet ettiği kafe gibi bir yer hâline geldi artık yardım merkezleri. bir koliyi taç gibi kesip üzerine ‘’KERPETEN’’ yazıp kafasına takan aptal bir çocuk bile gördüm. onu dövmek istedim. yalnızca yemek yemeye gelip kalkıp giden gençler var. garip. çok garip. artık giden tırlar alkışlanmıyor. allahuekber naraları atılmıyor arkasından. belki de bu iyi ki. bilmiyorum. bilmek istemiyorum. bir tır daha gitsin istiyorum. o ilaçlar neden bekliyor bilmiyorum. o sular. o giysiler. bunu bilmek istiyorum. öğrenemiyorum. beni arayıp ‘’geliyoruz’’ diyenler neden gelmediler? bilmiyorum. bilmek istemiyorum. yok olmalıyım. kül.
11.02.2023 - evden çıktım. yardım merkezine gidebilmek için iki vesait yapmam gerekiyor. önce kaymakkapı, ardından gökkubbe. kaymakkapı’ya ulaştığımda telefonum çaldı, ‘’dostum gelmeyin, burası çok kalabalık, insan gücüne hiç gerek yok. günlerdir verdiğiniz emek yeter, kötü hissetmeyin.’’ nasıl bir anda ‘’yardıma gelmen lazım nerde kaldın? cümlesinden, gelme aşırı kalabalık oldu’’ cümlesine evrildi telefonumdaki sesler anlam veremedim. sonradan öğrendim. tesadüftür ki ısparta’ya 20.000 depremzede geldiğinde günlerdir ortalıkta hiç gözükmeyen ak parti gençlik kolları işi devralmış. gönüllülere gerek yokmuş artık. siyaset.. taşların olması gerektiği şekilde hareket etmesine gerek yoktur Türkiye’de, hareket etmesine bile gerek yoktur, hareket ediyormuş gibi görünmesi yeterlidir. biliyorum ki her tercih bir sonuç doğurur. bugünlerin sonucu ise geçmiş günlerin tercihleri tarafından sağlandı. bu sebeple üzüldüm evet fakat öfkem daha fazla oldu hep. hep daha fazla olacak, biliyorum. belki de bundan utanıyorum. bilmiyorum. bildiğim şey şu ki Türk yücedir, her zaman öyle olmuştur. çağlar devirmiştir. ama kendisini hep kendisi yıkmıştır. o yüzden biliyorum ki akıllanmayacağız. önlem? alınmayacak. bir hafta daha sürer maksimum bu gürültü, ardından sessizliğe bırakır kendisini. biliyorum. sokaklarda yankılanan sesler siren sesleriyle yok olur burda.
-her gece geç saatlere kadar bekleyip ‘’evdeyim’’ mesajını atmamı bekleyen annem, ilk sevdam, sen içi umut dolu bir şiirsin okumaya cürret edemediğim.-
https://www.youtube.com/watch?v=csZTPVCLHyk
ek olarak neye öfkeli olduğumu kusmak istiyorum kendi içimde. bu gösterişe öfkeliyim. bu alan el veren eli görsün ve tapsın düşüncesine öfkeliyim. yardım getiren yabancı ülke vatandaşlarının getirdiği yardımların fotoğrafını çekip paylaşmasına öfkeliyim. kurduğum standlara gelen depremzedelerin bizi görmelerine öfkeliyim. beni çıkar ordan. bizi çıkar. girsin, ne istiyorsa alsın, siyah poşetine koysun, kapalı kolisine doldursun. utanmasın beni görmekten. seni görmekten. birilerinin buna şahitlik etmesinden. bizden bir şey istemek zorunda bırakma onu. senin bu görülme arzuna öfkeliyim süleyman. senin bu görülme arzuna öfkeliyim vali. senin bu görülme arzuna öfkeliyim başkan. siktirin gidin.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
tanrının adını bilmekle tanrıyı tanımak farklı şeylerdir...
Aklıma takılan 2. soru 
evreni her şeyi yaratan yoktan var eden Tanrı neden, evrende yok hükmünde sayılan toz zerresi kadar bile olmayan dünyanın (bu hiçliğin içinde) ÜZERİNDE bir coğrafyada, ortadoğuda bir bölgede yaşayan bedevi hayatını düzenlemek istesin.... BUNDA AMAÇ NE? 
aklıma takılan 3. soru: tanrı neden vardır? insanın varlığını sorgulayan felsefe başlangıcı da sorgulayamazmıdır? bence bu soru daha önemlidir zira bu sorunun cevabını bulabilirsek insanın varlığını daha kolay açıklarız.. 
aklıma takılan soru:4 evrim insanoğlunun günümüz insan şeklini alana kadar bir çok evreyi tamamladığını söylüyor tek bir gözün tek hücreli hayvandan başlayarak gelişmesinin 300 milyon yıl aldığını 2 gözün gelişiminden sonra kaydetmek için beynin yaklaşık 450 milyon yıl sonra oluşup primatlardan ayrışımın 25 milyon yılda tamamlandığını söylüyor.. eğer biz cennette yaratıldıysak bu varlıklar neydir? eğer biz cennette evrimleştiysek neden cennet varlıklarını artık görmüyor konuşmuyoruz...
Aklıma takılan soru 5. sadece bir kitap okuyarak mı tanrının varlığı kabul ediliyor... insanları tanrı kavramına yaklaştıran antik çağlardan buyana nedir?  ölüm vb korkular mı? düşünen varlık oolan insanı yeryüzünden silin tanrı kavramı nasıl şekillenir? 
Aklıma takılan 6. soru
Tanrı kelamı sayılan kutsal kitapların aktarımları Peyagamberler aracılığıyla oluyor ve din, aktarımla yayılıyor... neden yüce tanrı aktarımlarını içinde nefs bulunan, şeytanın cenette bile kandırdığı insanoğlu ile yapıyor ( bu arada cennette şeytan insanoğlunu nasıl kandırdı? geçenlerde bununla ilgili bir paylaşım yapmıştım) ... bu riske girilince ortaya değiştirildiğini iddia ettiğimiz incil ve tevrat oluyor... 
Aklımda çok soru var...  yaratılış, cennet ve cehennem, özellikle cehhennemin adil olup olmadığı ( düşünsenize sonlu bir hayatta yaptıklarınızdan sonsuz bir ızdıraba uğramak pek adil durmuyor)  çok tanrılı politeist dinlerin tek tanrı dinlerle bir çok yönüyle benzeşmeleri, kutsal kitaplarda muazzam tanrısal evrensel bir bilgi yerine (mesajlar insanlık tarihi boyunca tüm dinlerle gelmiştir..çoğu bilinen bilgilere dayanmaktadır örneğin: bu yüzyılda mısır da bulunmuş 6 bin yıllık kabartmalarda, bir bebeğin anne karnındaki evrelerini tasvir etmeleri hayret vericidir...öte yandan öldüreceksin çalacaksın vb şeklinde hiç bir din, devlet düzeni ve anayasa kurulmamıştır ki bu ilahi bir özellik olsun ) boşanma, kiminle evlenileceği, oruç vb sadece belli bir bölgedeki insan yaşayışı ve  kültürüne yönelik uygulamalar kurallar var.... Aklını işlet şeklinde çok akıllıca bir bilgi de var... Ben de aklımı işletiyorum sorular soruyorum beni yargılamadan önce mükemmel olduğundan emin ol... aklını işletmek ne zamandan beri aklını işletmeyenlerin yargılayacağı bir sorun oluyor... Akıl işletmeye devam edelim Hz İbrahim dahil hiç bir peygamber belli bir yaşa gelmeden kendilerine vahiy gelmedi hatta Hz İbrahim Güneşe aya tapıyordu tanrıyı tanıdıktan sonra bile ‘’öldükten sonra diriltilme hususunda kendi nefsini tatmin edecek delil istedi’’ ... Hz İsa derseniz onun hayatıyla Appolonius’un hayatı çok benzer İsa dan sonra. 4.yy da toplanan İznik konsülünde Appolonius’un efsanevi hayatı ( efsane diyorum zira kendisine atfedilen mucizeler kulaktan kulağa dolanan metafordur) kilise tarafından İsa’nın hayatına uyarlandı -- düşünün Maide suresinde İsa’nın beşer- insan oldukları anlatılmış yiyip içtiklerinden bahsedilmiş... Hz Musa nın hayatı da kendisinden 1000 yıl önce yaşamış Akad kralı Sargon ile çok benzer...  Musa ile firavun arasındaki mücadele 40 yıl  kadar sürmüş bunu nereden biliyoruz öncelikle tevrat anlatımlarından sonra kur2andan ‘’40 yersiz yurtsuz dolaştıkları’’  demekki ya asa mucizevi değil ya da Firavunun inanılmaz gücü var ki kızıldenizi ikiye ayıran asaya karşı 40 yıl karşı durabilmiş... başka bir efsane Hz Muhammed’in yürüyünce yerin sarsıldığı ayı ikiye böldüğü yönünde anlatıcılar bunu göz yaşlarıyla anlatır ancak kimse uhud savaşında dişinin kırıldığından bahsetmez... AMACIM KİMSEY, RENCİDE ETMEK DEĞİL demem o ki insanlık tarihi içinde bilgi örf adet metafor efsanelerin dinlerin içine kayması ( örnek amin kelimesi, ellerin dua okunarak yüze sürülmesi, yaratılış destanları ile dinlerin benzerliği vb)  İNANIŞA EVRİMİ NEDEN ETMEZLER.. BELKİDE DOĞANIN KENDİSİ YADA EVRENİN MEKANİK YASALARI BİZATİHİ TANRININ KENDİSİDİR... Bilinmezlikler üzerine yürütülen her tahmin varsayımsal bir sonuç doğurur... sorgulamak aklı kullanmak bizi gerçeğe yaklaştırır hurafelerden oluşan bir duvar ördükçe dogmalaşan şeyler bizi tutsak eder... 
2 notes · View notes
Text
Herkesin yalan olduğu bu dünyada sırf ayakta kalabilmek için yalan dağına tırmandık. Doğru olmadığını bildiğimiz yanlışların peşinden gittik. Pembe hayatlarda yaşamak daha güzel geldi. Güven denilen şeyin varlığının bile kocaman bir yalan olduğu şu zamanda yine de tutunmak istedik. Ne kadar gariptir ki ayakta kalabileceğimize inandık. Hatta bunun farkında olsak bile ilerlemeye devam ettik çünkü alışılagelmişin dışında yaşamak zor geldi. Ancak gerçekler her zaman ortadadır. Kör olmak sadece gördüğümüzü etkilemez. Aynı zamanda yaşantımızı da etkiler. Çıktık dediğimiz pembe hayatlarda yaşamaya devam ettiğimiz halde çıkmışız gibi davrandık. Fakat öyle bir şey yok. Gözümüzü gerçekten açmalıyız. Ve bence şüpheler ve hisler yanıltmaz. En azından benim şu zamana kadar öyle ilerledi. Toz pembe dünyalardan çıkmaya başlayın. Karanlık sizi o kadar da korkutmasın. Aydınlığı bilmek için karanlığı görmek gerek. İlerleyin, durmayın. Doğru ve yanlış kavramı birbirine girmiş durumda. Aslında bence “ya siyah ol ya da beyaz” kelimesi saçma. Çünkü beyazsan kirletilmen kolay olur. Siyahsan da kirletmen kolay olur. Gri olun ne iyi ne kötü arası olun. Kendi halinize bakın. Sağlıcakla kalın...
2 notes · View notes