#tarihiyer
Explore tagged Tumblr posts
Text
Petra (Antik Yunanca: Πέτρα, Petra; Arapça: البتراء, el-Baṭrāʾ), Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki toprakları üzerinde yer alan antik kenttir.
.......
Petra (Ancient Greek: Πέτρα, Petra; Arabic: البتراء, al-Baṭrāʾ) is the ancient city located on the lands of Jordan between the Dead Sea and the Gulf of Aqaba.
#petra#ürdün#tarihiyer#türkiye#doğa#travel photography#travel destinations#travel#manzara#view#natural#europe#africa
155 notes
·
View notes
Text
25 Nisan 2023
25 Lema Hastalar risalesi.
Yirmi Dördüncü Deva
Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile o ticareti kazanınız.
Masum çocukların hastalıklarını, o nazik vücudlara bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffaretü’z-zünub yerine, manevî ve ileride veyahut âhirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar nevindeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i a’maline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenatına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir.
İhtiyarlara bakmak ise hem azîm sevap almakla beraber, o ihtiyarların ve bilhassa peder ve valide ise dualarını almak ve kalplerini hoşnut etmek ve vefakârane hizmet etmek hem bu dünyadaki saadete hem âhiretin saadetine medar olduğu rivayat-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir. İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evladından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled eğer ebeveynini rencide etse azab-ı uhrevîden başka, dünyada çok felaketlerle cezasını gördüğü, çok vukuatla sabittir.
Evet ihtiyarlara, masumlara, yalnız akrabasına bakmak değil belki ehl-i iman (madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var) onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyet’in muktezasıdır
#yabakientelbaki#yahayyuyakayyum#risaleküllyatı#nursuresi#bediüzzamansaidnursi#ustad bediüzzamansaidnursi#bediüzzaman#cemaat#allahcc#sabırallahım#sabırşükürdua#lahavlevelaguvveteillabillah#yaresulallah
5 notes
·
View notes
Text
Yoksa el-Kassam yiğitleri bu nasihati karıncalardan mı aldı?
Bediüzzaman'ın, farkında olalım-olmayalım, gözümüzü açtığı mevzu çoktur. Fakat içlerinden birisi ayrıca dilime bal geliyor. Nedir? Kur'an'daki kıssaları, 'olaylar' olarak değil sadece, 'kanunlar' olarak da okuyabilmektir. 'Tarihselcilik' fitnesine büyük bir deva görürüm bunda. Elhamdülillah. Kur'an'ın hiçbir detayının "Maziden ibarettir!" deyu arkada bırakılamayacağını anlarım. Her ne ki, Kur'an'dadır, o Kur'an'dandır. Ezelidir hem de ebede gider. Üstünkörü geçilemez. Küçük görülemez. Sıradanlaştırılamaz. Üzerine eğildikçe, dikkat kesildikçe, gül goncası gibi açılır. Katman katman izdüşümlerini her yerde okutur. Böyle bilenler, uyanıklığıyla dirilenler, onlardır ancak vahyi layıkıyla anlayanlar işte. Yüzbin maşaallah cehdlerine arkadaşım. Evet. Tavusluğun kemalini çıktığı yumurtanın kabuğunda boğanlar körelmeye mahkumdur. Demirciler çarşısında antikanın göremediği değer, antikayı değil, ham demirciyi hicveder.
Misal mi istersin? 1. Lem'a, 2. Lem'a... Daha metadolojik bir anlatımını ararsan 20. Söz. Sâhi, en doğrusu, 20. Söz'ün kapısını çalmaktır evvela. Neden? Çünkü 20. Söz konuyu daha geniş bir pencereden ele alır. Mesela bu cümleyi ancak orada bulabilirsin: "Kur'ân-ı Hakîm'de bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz'î hadiseler küllî düsturların uçlarıdır." Veyahut şu cümleyi: "Kur'ân-ı Hakîm'de, çok hâdisât-ı cüz'iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor." Fakat zikredilen sırra yakından bakabilmen için biraz fazlasıyla da yardımcı olmalıyım sana:
"Mısır kıt'ası, kumistan olan Sahrâ-yı Kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i Mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahrâ komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraati, ahalisinde pek mergup bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraati kudsiye ve vasıta-i ziraat olan bakarı ve sevri mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ, o zamandaki Mısır milleti, sevre, bakara, ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte, o zamanda Benî İsrail dahi o kıt'ada neş'et ediyordu; ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, 'icl' meselesinden anlaşılıyor. İşte, Kur'ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan 'bakarperestlik mefkûresini' kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhiyle ifham ediyor. İşte, şu hadise-i cüz'iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu, ulvî bir i'câz ile beyan eder."
Yani, Bakara sûresine ismini de veren 'inek kesme' hâdisesi, "Ta Musa aleyhisselam zamanında olmuş birşey canım!" denilerek basitleştirilemez. 'Esatiru'l-evvelîn' olarak bakılamaz. Köreltilemez. Orada her zamana hitap eden nasihatler vardır. Bir tanesi de şudur: Hayvanperestliğin kökünü kazımak ancak kurbanla mümkün olur. Kurbana mesafe koyanlar hayvanları kutsamaya başlarlar. Nasıl ki, bugün, 'hayvanseverlik' perdesi altındaki müfrit bir temayül, en nihayetinde 'itperestliğe' kadar evrilmiştir; aynen öyle de; boynuna bıçak vurulmayan başka aşırı temayüller de çeşitli yanlış 'kutsamalara' sebep olabilirler.
Namazla zamanın boynuna bıçak vurulur mesela. Zekatla malın boynuna bıçak indirilir. Herşeyin boğazlanması 'cinsinden bir fedakârlıkla' olur. Allah'ın verdiğinden takdir ettiği bir kısmını, yine Onun rızası namına, bağışlarsın. Arana hikmetli bir mesafe koyarsın. Böylece şirk temayüllerini zebhetmiş olursun.
Allah o mücahidîn-i İslam'ı cihadlarında muvaffak eylesin. Gazze'nin yiğitlerinden alınacak çok ders var. Cenab-ı Hak imtihanlarını yakında bağışlayacağı zaferle ferahlığa döndürsün. Onlara vatanlarını-huzurlarını iade etsin. Kendi payıma çok dersler çıkarıyorum onlardan. Bir tanesini de bu yakınlarda aldım. Mübareklerin, Gazze'nin her yerine kazdıkları tüneller marifetiyle sürdürdükleri harp, ellerindeki sınırlı imkanlara rağmen, 100 gündür kök söktürdükleri İsrail ordusunu görmekle birlikte, nicedir "Bu Kur'an'a neden dahil edilmiş acaba?" diye düşündüğüm birşeyi anlamamı sağladı. Evet. Dersimin hülasası şudur:
Neml sûresinin 18. ayetinde, sûreye de ismini veren ayettir, kısacık bir mealiyle buyruluyor ki: "Nihayet karınca vadisine geldiklerinde bir karınca şöyle dedi: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; aman, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” İşte, ben, şüphesiz ki cahilliğimden, bu ayeti okuduğum her defasında derdim içimden: Karıncaların aldığı böylesi bir tedbir Kur'an'da zikredilmeye neden değer bulundu? Süleyman aleyhisselamın dilegetirdiği şükür elbette önemli bir hikmettir. Lakin şunun buraya alınmasında başkaca hikmetler yok mudur? Nelerdir? Şimdi, birisinin, Gazzeli mücahidler emeğiyle gösterildiğini düşünüyorum arkadaşım: Nasıl ki, karıncalar, Süleyman aleyhisselamın azametli ordusundan ancak tünel tünel yuvalarına sığınarak korundular; aynen öyle de; Gazze'nin mücahidleri de, Benî İsrail'in her türlü teknolojik imkânla donatılmış zulmünden ancak tüneller marifetiyle korunabildiler.
Hatta, ahirzamanda, orduların yıkıcılıkları arttıkça savaşlar cephe, siper, sığınak, tünel savaşlarına doğru dönmeye başladı. Süleyman aleyhisselamın kuşlarına bedel bu zamanın savaş uçakları yüzeyde yapılacak harpleri müşkülleştirdi. Tâlibân Amerika'nın zalim saldırılarına karşı mağaralara sığındı. Hamas da İsrail'in zulmüne karşı yeraltı tünellerinde savunma kurdu. Yani ayet-i kerimenin musırrane söylediği şey geniş bir uygulama sahasına kavuşmuş oldu: "Güçlü bir orduya karşı canını savunmak isteyen zayıf bir topluluksan sığınacağın yeri doğru seçmelisin. Gadrinin ulaşamayacağı kanallar, tüneller, siperler, sığınaklar kazmalısın. Korunmak böyle olur. Bu kanunu ders almak için karıncaların kıssasına dikkat et."
Allahu'l-a'lem, en doğrusunu Mevla bilir ya, Neml sûresinde mezkûr hâdisenin zikrinin böylesi bir umumi kanuna da baktığını düşünüyorum ben. 20. Söz'deki o cümleyi tekrarlayalım: "Kur'ân-ı Hakîm'de bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz'î hadiseler küllî düsturların uçlarıdır." Veyahut diğerini: "Kur'ân-ı Hakîm'de, çok hâdisât-ı cüz'iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor." Her şekilde Kur'an bize, okuduğumuz-okuyacağımız, nice nice sırlar tenbihliyor. Bunların bazılarını çabuk anlıyoruz. Bazılarını ancak yaşadıkça seziyoruz. Ancak hiçbirisi 'tarihsel bir olay' olarak arkamızda kalmıyor. Tekrar be tekrar karşımıza çıkıyor. Tazeleniyor. İşte, arkadaşım, karalamamın sonunda, o Rahman u Rahim'in vadisinde durmaktayız yine. Şüphesiz biz karıncalardan daha zordayız. Onlar Süleyman aleyhisselam gibi ismet sahibi bir sultanın ordusundan sakınıyorlardı. Fakat artık bebeklerimizin dahi kanına susamış canavarlar saldırıyor. Lütfunu, keremini, Gazze için imdadını Rahmanlığından ve Rahimiyetinden bekleriz. Sığınacak başka tünelimiz yok ki hem.
#Filistin#Palestine#Free Gaza#free palestine#hamas#el-kassam#bediüzzaman#said nursi#risale-i nur#Kur'an#hidayet#karınca#neml#kıssa#tarihselcilik
0 notes
Photo
Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê derket Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê (Dîroka Kurdan) derket. Kovara sêmehane ya Kürt Tarihiyê bi dosyeya xwe ya taybet ya "Hewraman Kürtleri"yê (Kurdên Hewramanê) hat belavkirin. Kürt Tarihi zêdetir li ser dîroka kurdan bi kurdî û tirkî weşaneka perîyodîk dike. Hejmara 51em ya kovarê hem bi awayekî çapkirî hem jî wekî e-kovar hate belavkirin. https://twitter.com/kurttarihi/status/1699715319298662545 https://botantimes.com/hejmara-51em-ya-kovara-kurt-tarihiye-derket/?utm_source=tumblr&utm_medium=social&utm_campaign=BT
0 notes
Text
Evet, üç elif ittihat etmezse üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihat etse yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi; hakiki sırr-ı ihlas ile on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
2 notes
·
View notes
Photo
Adıyaman geçmişten günümüze bir çok tarihi eser, Antik kentler ve tarihi yapılara sahiptir. Buraları gezmek, Görmek artık çok kolay gelin Adıyaman uçak biletini ultrabilet.com dan uygun olarak alın tadını çıkarın.. https://ultrabilet.com/adiyaman-ucak-bileti/
#ultrabilet#Adıyaman#uçakbileti#Adana#advice#hayat#tarih#tarihiyer#antikkent#istanbul#istanbullovers
0 notes
Text
İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur'an'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin azalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârü's-selâm'a ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile tesanüd ve ittihad-ı hakikiye muhtacız ve mecburuz.
Evet, üç elif ittihat etmezse üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihat etse yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi; hakiki sırr-ı ihlas ile on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakiki, samimi bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakiki müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.
{*Hâşiye: Evet, sırr-ı ihlas ile samimi tesanüd ve ittihat, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı İlahî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar, zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla manevî bir hayatı idame ettiklerinden ben ölmüyorum." diyerek, ölümü gülerek karşılar. "Ve o ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum." der, rahatla yatar.}
Risale-i Nur - Lem'alar(195)
5 notes
·
View notes
Photo
Nikon D7200 + 18-140mm 18 mm 1/50 sec at f/5 ISO 100 28.5.2016 13:09 #nature #green #sun #sunlight #travel #day #daylight #tomb #grave #sepulcher #leaf #plant #ottoman #historical #arabic #dslr #nikon #d7200 #professional #photography #belen #tarihiyer #türbe #mezartaşı #fatihakarphotos #photographerfatihakar (Belen, Hatay) https://www.instagram.com/p/BxpFRTDFSDX/?igshid=1lc4chmkq12uk
#nature#green#sun#sunlight#travel#day#daylight#tomb#grave#sepulcher#leaf#plant#ottoman#historical#arabic#dslr#nikon#d7200#professional#photography#belen#tarihiyer#türbe#mezartaşı#fatihakarphotos#photographerfatihakar
0 notes
Photo
🗽Yüzyıllar sonra kendi kural ve terimleriyle dev bir sektör haline gelecek turizmin ilk kahramanlarıdır “Seyyahlar”. 👀Seyyah olmak için ise ilk dürtü; meraktır. ℹ️Seyahat yani gezi, insanlık tarihiye başlayan bir eylem aslında. ❇️İnsanoğlunun başlarda fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için çıktığı seyahatlere katılanların bir kısmı, içlerindeki meraka yenilerek yeni yerler görmek, kültürler tanımak ve bilgi dağarcıklarını genişletmek ister. 🚻Bu insanları diğerlerinden ayırmak için de bu kişilere ‘gezgin’ ya da ‘turist’ anlamına gelen ‘seyyah’ denir. 🛅Gezmek; sanıldığı kadar zor, dil bilmeyi ya da çok para bulundurmayı gerektiren bir eylem değil esasında. 🌀Anafikir hep aynı aslında: İyi bir seyyah olmak için gereken ilk kıvılcım; merak. ❓İyi bir hazırlık, iyi bir gezinin ilk adımıdır. Nereye gideceğinize karar verince gerisi kolay. Ana rotanızı belirleyin. 📚Kitaplar, haritalar, gezi yazıları, uygulamaları tarayın ve işe yararları not alın. Genel bilgilerden başlayın, detayları sonraya bırakın. #everydayinacountry #yollarinbuyusu #instatravel #travel #travelhealth #health #instahealth #sağlık #seyahat #seyahattavsiyeleri #seyahatönerileri #seyyaholmak #seyyah #gezgin #traveller #Turkey #Türkiye #ülkemigeziyorum #seyahatinötesinde #traveladvice #instaphoto #instaday #instapics #instashots
#ülkemigeziyorum#seyahattavsiyeleri#seyahatinötesinde#instahealth#seyyaholmak#travel#sağlık#instapics#gezgin#türkiye#instashots#seyahatönerileri#yollarinbuyusu#instaday#traveladvice#instaphoto#health#seyahat#travelhealth#turkey#instatravel#everydayinacountry#seyyah#traveller
0 notes
Text
Spread of the Theory of Evolution in the Empire during the Reign of Sultan Abdul Hamid II
Spread of the Theory of Evolution in the Empire during the Reign of Sultan Abdul Hamid II
The Darwinist indoctrination that came to a standstill during the reign of Sultan Abdülaziz reached its height during the rule of Abdul Hamid II. Darwinist/materialist papers, books and journals spread across the Empire’s lands, and mostly in Istanbul, Lebanon, Egypt, and Syria. Even more worryingly, Darwinism was incorporated into the school curriculum in many places. Darwinist/materialist officers that were removed from their duties by Abdülaziz were not only reinstated, they were promoted to key positions in the Ministry of Education, the State Publishing House and even to grand viziership.
Abdul Hamid II himself ordered that 20,000 copies of the Hamidian Treatise by Lebanese writer Husayn al-Jisr be printed and distributed in Istanbul. The book was full of materialist and Darwinist claims and was intended to sow the seeds of atheistic philosophy in Ottoman society. Interestingly enough, the book was named the Hamidian Treatise, as a tribute to Abdul Hamid II. When the book became popular, al-Jisr was invited by Abdul Hamid II to Istanbul and was received in the Malta Mansion and was given the Fourth Class Order of Osmanieh, in addition to various other gifts. Abdul Hamid II praised him on numerous occasions. He was invited three times by Abdul Hamid II to Istanbul and stayed as the Sultan’s guest.
Abdul Hamid II instructed the translation and publication of the Hamidian Treatise in Turkish and asked al-Jisr to compile a book on religious principles for schools.(SOURCE)
Abdul Hamid II indeed showed support for al-Jisr but the truth was al-Jisr and his book were among the main reasons that led to the fall of the Ottoman Empire. Under the personal orders of Abdul Hamid II, the book was widely disseminated across the Empire. In the book, which he dedicated to Abdul Hamid II, al-Jisr claimed –despite the complete absence of scientific evidence to back his point- that mutations could help organisms evolve and that there were many transitional forms. According to al-Jisr, Darwin’s theory did not contradict the religion of Islam.
The truth is mutations are deformations that are harmful 99% of the time and neutral the remaining 1% time. As a matter of fact, recent scientific studies showed that even the 1% accepted to be neutral become harmful over time. For this reason, they are now called silent mutations. In other words, science has proven that mutations are 100% harmful. Furthermore, the claim that ‘there is a sufficient amount of transitional forms’ is one of the biggest deceptions of the theory of evolution. More than 700 million fossils have been unearthed so far and not even one of them belongs to a transitional form. Not even one single transitional form fossil has been found so far showing that living things evolved from another, and it is impossible that any will be found in the future. Each and every one of the hundreds of millions of fossils unearthed so far belongs to complete, perfect, flawless creatures that hadn’t gone through any changes. Even Darwin himself admitted in his book that unless transitional form fossils are found, his theory would collapse:
…why, if species have descended from other species by fine gradations, do we not everywhere see innumerable transitional forms? Why is not all nature in confusion, instead of the species being, as we see them, well defined…? But, as by this theory innumerable transitional forms must have existed, why do we not find them embedded in countless numbers in the crust of the earth…? Why then is not every geological formation and every stratum full of such intermediate links? Geology assuredly does not reveal any such finely graduated organic chain; and this, perhaps, is the most obvious and gravest objection which can be urged against my theory.(Charles Darwin, The Origin of Species, New York: D. Appleton and Company, 1859, p. 172. )
Al-Jisr went as far as claiming that this theory, which denied the existence of God, did not contradict the Qur’an. His Hamidian Treatise was full of unscientific and non-Qur’anic explanations like the mistaken claim that Darwin’s theory did not contradict with belief in God and that theory of evolution could be interpreted in line with religion and that some verses could be construed that way. He provided an example of those writers and scholars of the time, who sought to spread this lie among religious people. Indeed, his book was translated into many languages, particularly Turkish and Urdu, and quickly became popular among many scholars in modern Syria and Turkey. Some of the scholars in Al-Azhar University, in particular, paid close attention to the book. Al-Jisr was himself a graduate of that university.
Hasan Tahsini, also known as Hoxha Tahsin, was the first rector of the Darülfünûn –the original Istanbul University-, founded by Sultan Abdul Hamid II. Hasan Tahsini was among the first Darwinists in the Ottoman Empire and was appointed to the post of rector of the University by Abdul Hamid II. Grand Vizier Reşid Pasha had personally sent him to Europe to study, from where he returned as a materialist. In his article ‘Tarih-i Tekvin’ (History of Creation), he was talking about the so-called ‘new levels of change that the universe would achieve in the future as a result of the rule of evolution that dominated the entire universe and existence’.(SOURCE)
Hasan Tahsini famously tried to explain the origin of the universe and the creation of man as well as other life forms through the theory of evolution in his book Varoluşun Tarihi veya Yaratılış (History of Being or Creation). He also worked vehemently to spread the Darwinist theory. His staunch devotion to the materialist theory earned him the nickname ‘Monsieur Tahsini’. He brought Jamal al-Din al-Afghani, an evolutionist Al-Azhar graduate, to Istanbul and allowed him to carry out evolutionist propaganda at Istanbul University. Afghani was another fervent supporter of al-Jisr’s book. Hasan Tahsini raised many students before he was dismissed from his duty on the grounds of ‘impairing the faith of the young people he taught’. However, many of his students now were materialists, were already working across the Empire’s lands and teaching other young people Darwinism, which made the theory spread like wildfire.
Books and articles of Ahmed Midhat Efendi, another evolutionist, were also widely used as reference texts in the university. Dağarcık (Repertoire) magazine published by Ahmed Midhat Efendi in 1871 heavily propagandized the erroneous idea of evolution while its tens of thousands of copies were widely circulated throughout the Empire. He claimed that ‘humans had inherently violent qualities as humans were also sort of animals’ as he defended the violence of social Darwinism as follows:
Revenge is a sort of justice, is a violent justice. Evil is done rarely for pleasure, but rather it is pursued for greed, reputation and interests. Then how do we know that the evil behavior, a part of our nature, will harm us? If teazel hurts, it’s because it’s created that way.(Ahmed Midhat, “İnsan-Dünyada İnsanın Zuhuru” [Emergence of Man in the World], Dağarcık, Issue 4, 1288, pp. 109-116)
Similarly, the ‘Ottoman Society of Science’ founded by Münif Pasha, who was the Minister of Education during the reign of Abdul Hamid II, aimed at spreading materialism and evolution through scientific journals. Their first journal, Mecmua-i Fünûn (Journal of Sciences) was filled with evolutionist propaganda. Sultan Abdülaziz had previously dismissed Münif Pasha due to propagandizing evolution but when Abdul Hamid II ascended to the throne, Münif Pasha was again made the Minister of Education.
Darwinist and materialist inculcation worked, with results becoming quickly visible as the Ottoman intelligentsia began gathering around the so-called New Literature Movement and its publication Servet-i Fünûn (Wealth of Knowledge), which acted as the hub of materialism and positivism. Abdülhak Hamid Tarhan and Recaizade Mahmud Ekrem, the leading poets and authors of the movement, entertained following twisted views that would no doubt impair the moral values of the society:
Islamic civilization had reached the end of its lifetime. A new civilization rose in the West, with new thoughts, sociology and techniques. This civilization will, sooner or later, destroy the Ottoman Empire.
Sami Frashëri (authored under the name of Şemseddin Sami Efendi), and Ahmed Cevdet, the editors-in-chief of dailies Sabah (Morning) and Ikdam (Effort) respectively, were also leading evolutionists during the reign of Abdul Hamid II. Sami Frashëri’s book Njeriu (Human Being) that he wrote in 1878, Ethem Necdet’s Tekâmül Kanunları (Laws of Development) and Celal Nuri’s Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye: Mukadderat-ı Tarihiye (History of Ottoman Empire’s Decline: Dialectics of History) are only few of the Darwinist books published during Abdul Hamid II’s reign. Together with Tercüman-i Hakikat (Interpreter of Truth) and its lead writer Ahmed Midhat Efendi, the three major newspapers of the time were under evolutionist influence. Furthermore, Ceride-i Havadis (Journal of News), another popular newspaper of the time, and its lead writer Beşir Fuad also had evolutionary views. These people are usually considered the first people to spread atheism in the Ottoman Empire. Ceride-i Havadis (Journal of News) was published by the British journalist William Nosworthy Churchill as the first semi-official newspaper of the Ottoman Empire. Although from the outside it appeared as a journal of science and literature and thus gathered the writers of the time under its roof, its true purpose was shaping public opinion in favor of the political and economic interests of the British. This point becomes even more interesting considering the fact that David Urquhart, who had served as the secretary of the British embassy at Istanbul between 1835 and 1837, reported to the Royal Family that he found the Ottoman Empire, which had rich natural sources and a wide market, beneficial for British interests.
With Ceride-i Havadis, William Nosworthy Churchill tried subtly to make the Ottoman public accept what was in favor of the British interests. Indeed, a couple of years later, the Ottoman Empire began to meet the raw material needs of British industry, and the sales of British products increased at the expense of Ottoman industry. Turkish Cypriot scientist Niyazi Berkes speaks of how the situation baffled the British and how they mocked the Ottoman statesmen for being so gullible.(SOURCE) (The statesmen of the time are above such remarks)
Moreover, many other publications during the era of Abdul Hamid II such as İçtihad (The Opinion), Piyano Mecmuası (Piano Journal), Envar-ı Zeka (Light of Intelligence), Yirminci Asırda Zeka Mecmuası (Intelligence Journal in Twentieth Century), Güneş (Sun), Havran, Mecmua-ı Ulüm (Journal of Knowledge), Saadet (Happiness), Afak (The Horizon) and Felsefe (Philosophy), contributed to promulgation of the evolution lie in the Empire. Consequently, the Ottoman society suffered a swift moral decline.
The education system of Abdul Hamid II’s reign raised many materialists that worked to disseminate the lie of evolution. Some of them, and some from the years that followed, and their anti-Islamic views can be listed as follows:
Ahmed Midhat Efendi: One of the first defenders of the theory of evolution in the Ottoman Empire. Despite being previously removed from his duties by Sultan Abdülaziz, he was invited back to Istanbul when Abdul Hamid II ascended to the throne. Abdul Hamid II ordered him to found the newspaper Tercüman-ı Hakikat (Interpreter of Truths), which became the semi-official publication of the Palace. The newspaper was published until 1921, with famous Darwinist writers of the time like Ahmed Cevdet and Ahmed Rasim as its regular columnists. Abdul Hamid II also appointed Ahmed Midhat as the director of the State Publishing House.
Some of the titles of Ahmed Midhat Efendi’s pieces were, “Adem ve Orangutan” (Adam and Orangutan), “Hayvanatın Hissi” (Feelings of Animals), “İnsan Tenha Yaşasa Ne Olur” (What Would Happen if Humans Lived Alone). The last-mentioned piece claimed that humans had a completely animalistic past and that they supposedly evolved in time to reach their current state in addition to other outlandish notions, such as if a human baby lived among animals, he would have behaved like an animal.
Another piece by Ahmed Midhat, “Dünyada İnsanın Zuhuru” (The Appearance of Man on Earth) which was taught in schools, started with the following sentence: ‘Since humans are sort of animals, of course we are curious how they might have come into being in this world’. The article was full of Darwinist tales.
Another article by Ahmed Midhat entitled “İntikam” (Revenge) – once again taught in schools – wrongly claimed that violence was a part of human nature; in other words, he was promoting social Darwinism:
Revenge is a sort of justice, is a violent justice. … Then how do we know that the evil behavior, a part of our nature, will harm us?
Mehmed Esad Saffet Pasha: Ahmed Midhat was a close friend of Saffet Pasha, a Minister of Education during the rule of Abdul Hamid II. Upon orders from the Sultan, Saffet Pasha appointed Hasan Tahsini as the rector of Istanbul University, who was another evolutionist. He was one of the people who completely changed the Ottoman educational system and supposedly brought European standards to education (to put it more accurately, he incorporated Darwinism into the education system). He was one of the founders of Galatasaray High School, one of the centers of Darwinist education at the time. Sedat Simavi, the founder of the Hürriyet newspaper, is Saffet Pasha’s grandson. Saffet Pasha was also one of the plotters of the coup against Sultan Abdülaziz in 1876.
Ahmed Rıza: Supported the ‘world citizen’ view of positivism. Due to his anglophile character and emulation of English style in the way he dressed, he was also known as the English Ahmed Rıza.
Salih Zeki: Defended the materialist views of Auguste Comte in Robert College, Darüşşafaka and Darülfünûn, where he lectured.
Rıza Tevfik: Considered Herbert Spencer and Charles Darwin as his teachers and promoted Darwinism in his articles.
Hüseyin Cahit Yalçın: Became a materialist while studying at the School of Political Sciences. He considered the theory of evolution as a requirement of materialism and rejected Creation.
Ahmet Şuayb: Worked as a lecturer at the School of Law and Istanbul University, and supported the views of Comte.
Abdullah Cevdet: After being introduced to evolutionist ideas at the Medical School, Abdullah Cevdet proselytized his materialist, evolutionist and atheist views for the following 28 years through his magazine İçtihad (The Opinion). His destructive ideas created a deep wound in Ottoman society. He was a social Darwinist that went as far as suggesting that European men should be brought for breeding so that Turkish race could be improved.119 According to Abdullah Cevdet, the superiority of the races could be determined by the size of their skulls. He was a member of the Society of the Friends of England, which was founded by anglophiles during the occupation of Istanbul. He published Fünûn ve Felsefe (Science and Philosophy) that sought to reconcile the ideas of Islamic scholars with those of materialist philosophers and biologists.
A staunch propagandist of Darwinism and atheism through his numerous articles and books, Abdullah Cevdet was appointed to the Vienna Embassy by Abdul Hamid II. Many people wrongly believe that Abdullah Cevdet was a dissident against the Sultan. The truth was different however, because Abdullah Cevdet was one of the informers working for Abdul Hamid II. Abdul Hamid II provided him with the necessary funding so that he could settle in Vienna. Strangely enough, he was also one of the people behind the 1908 coup that saw the deposition of Abdul Hamid II.
Physician Hayrullah Efendi: “İnsanın Satıhı Arzda Sureti İntişarı” (The Spread of Man on the Face of Earth) by Hayrullah Efendi was one of the most popular evolutionist pieces that circulated at schools during the reign of Abdul Hamid II. He claimed that in addition to the account of human history that started with the Prophet Adam (pbuh), the origins of humans had to be explained from an evolutionary perspective.
Ziya Gökalp: A protégé of Abdullah Cevdet, Gökalp spread materialist views in Turkish society and played a big role in the moral decline that affected a large part of the community.
Süleyman Hüsnü Pasha: Commander of the military college and one of the coup plotters that organized the deposing of Sultan Abdülaziz.
Süleyman Pashazade Sami: The son of the coup plotter Süleyman Hüsnü Pasha, he served as the Minister of Education and as the rector of the Istanbul University. He prepared guidelines for primary schools, and worked on children’s education with a project named ‘Education and Training of Children’.
Beşir Fuad: Had a materialist worldview. As the mentor of Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Ahmet Nebil and Celal Nuri, he was responsible for their materialist views. He introduced social Darwinism to the Ottoman Empire, which was one of the basic ideologies of Young Turks during the Abdul Hamid II rule. Beşir Fuad was heavily influenced by evolutionist/materialist thinkers such as Claude Bernard and Ludwig Büchner. He committed suicide at the age of 35 and wrote down how he felt as he slipped away. He said that he did this to leave a scientific understanding as to what one feels at time of death. This suicide created shock waves in the Ottoman society, which up to that point was quite unfamiliar with the concept of suicide, and triggered a suicide trend in Istanbul.
Baha Tevfik: Became an evolutionist at the School of Political Sciences during the reign of Abdul Hamid II. He argued for unconditional Westernization. In an article he wrote for the journal Felsefe (Philosophy), he claimed that a philosopher had to be a scientist and definitely a materialist. To him metaphysics was ‘empty and negative‘ and contradicted science. In his book Hassasiyet Bahsi ve Yeni Ahlak (Issue of Sensitivities and New Morality), he rejected religious moral values. His so-called solution for the future of the humanity was communism and anarchy. He believed that the future could be revived with scientific anarchy.
Hüseyin Hilmi: It is reported that he got his communist ideals from Baha Tevfik. In the journal İştirak (The Participation) that he published in 1910, he wrote several pieces on Marxism.
Subhi Edhem: A teacher of history of nature, he was also an author at Servet-i Fünun (Wealth of Knowledge). Taught Lamarckism and Darwinism during his lectures.
Ethem Nejat: Became an evolutionist together with Baha Tevfik. He was also writing for İçtihad (The Opinion) magazine of Abdullah Cevdet. He was the founding general secretary of the Communist Party of Turkey.
Memduh Süleyman: Translated Eduard von Hartmann’s book Wahrheit und Irrtum im Darwinismus, and co-authored Nietzsche’nin Hayatı ve Felsefesi (Nietzsche’s Life and Philosophy) with Baha Tevfik. He was one of the ideologues of Ottoman Socialist Party.
Celal Nuri İleri: Believed that matter didn’t have a beginning or an end. After reading Jacques-Bénigne Bossuet’s Discours sur l’histoire universelle (Discourse on Universal History), he became an evolutionist and argued in his book Tarih-i İstikbal (History of Future) (1915) that Islam should be reformed by means of materialism and evolution. According to Celal Nuri, matter was everywhere, every moment and could not have possibly gone bad. He believed that power was an inherent part of matter, that the two were interlinked and could not be separated. He made a feeble attempt to reconcile Islam and the theory of evolution. The truth is, he rejected belief in God right in the beginning of his book, making his intentions clear that, as an evolutionist, he was only trying to spread an atheistic ideology in the Empire.
Spread of the Theory of Evolution in the Empire during the Reign of Sultan Abdul Hamid II BritishDeepState.net
0 notes
Text
Prof. Dr. İlber Ortaylı
Tam adı: Prof. Dr. İlber Ortaylı Doğum tarihi: 21 Mayıs 1947 Doğum yeri: Bregenz/Avusturya Boyu: 1,75 m Ailesi: Kemal Ortaylı, Şefika Hanım Evlilikleri: Ayşe Özdolay (1981’de evlendi.–1999) Mesleği: Tarihçi Aktif Yılları: 1974’den bu yana Resmi web sitesi: ilberortayli.com Sosyal Medyada
Başlıklar
Hakkında Bilgi
Videoları
Fotoğrafları
Hakkında
Yazdığı büyük tarihi eserleri,tarih bilmi hakkındaki derin bilgisi,canlı yayınlardaki sempatikliği ve tatlılığını örnek teşkil eden komik caps’leriyle İlber Ortaylı bu ülkenin en büyük tarihçilerinden biridir.
Gelelim İlber Ortaylı hocamızın biyografisine,21 Mayıs 1947 yılında Avusturya Bregenz’de dünyay gelmiştir. Bir göçmen kampında Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Annesi Şefika Hanım, babası ise Kemal Ortaylı’dır.
1949 yılında yani 2 yaşındayken İstanbul’a taşınmışlardır. Daha sonrasında ise Ankara’ya taşınmışlardır.Ankara’da etlik ilkokuluna gitmiştir. Almanca öğrenmesi amacı ile İstanbul Avusturya Lisesi’nde hazırlık okumuştur. Sonrasında ise ortaokul birinci sınıfı okuduktan sonra Ankara Atatürk Lisesi’ne geçiş yapmıştır.
Okuduğu Atatürk Lisesi’nden 1965 yılında mezun olmuştur. Annesinin Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev almasından dolayı İlber Ortaylı, Rusça’yı, Rusya tarihini ve edebiyatını annesinden öğrenmiştir.
1969 yılında ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirmiştir. Sonrasında ise Viyana Üniversitesi Slavistik ve Orientalistik Bölümü’nde öğrenimi görmüştür. Buradan sonra ise ,Chicago Üniversitesi’nde master çalışmasını Prof. Halil İnalcık ile yaptı.
1974 yılında,“Tanzimat Sonrası Mahalli İdareler” adlı tezi ile 1974 yılında doktor, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı çalışmasıyla 1979 yılında doçent oldu. 1982 yılında da devletin akademik politikalarına tepki olarak görevinden istifa etti.
İlber Ortaylı, Viyana, Berlin, Paris, Princeton, Moskova’da misafir profesör olarak ders vermiştir. Roma, Sofya, Cambridge, Oxford ve Tunus üniversitelerinde seminerler ve konferanslar verdi.Aynı zamanda da Yerli ve yabancı bilimsel dergilerde Osmanlı tarihinin 16. ve 19. yüzyılı ve Rusya tarihiye ilgili makaleler yayınlamıştır.Sonrasında da 1989 yılında, Türkiye’ye dönerek profesör oldu.
Türkiye’ye döndükten sonra ,1989-2002 yılları arasında, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır. 2002 yılında da Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Ana bilim dalı başkanı olmuştur.
2 yıl sonra ise Bilkent Üniversitesi’ne konuk öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.Galatasaray Üniversitesi Senato üyesidir. Bunun yanı sıra İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı Kapadokya Meslek Yüksekokulu Mütevelli Heyeti üyesidir.Topkapı Sarayı Müzesi’nin 2005-2012 yılları arasında başkanlığını yaptı. 2012 yılında yaş haddinden emekli oldu. Halen Milli Saraylar Bilim Kurulu Başkanı’dır.
Kendisiyle İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve İtalyanca yazışma yapılabilir.İlber Ortaylı, Uluslararası Osmanlı Etüdleri Komitesi Başkan yardımcısı ve Avrupa İran Tetkikleri Cemiyeti üyesidir.
İlber Ortaylı; Türkçe; ileri seviyede Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve Rusça; orta seviyede Kırım Tatarca, Slovakça, Romence, Arapça, Farsça, Latince, İbranice, Antik Yunanca ve Yunanca bilmektedir.
İlber Ortaylı, 1981 yılında Ayşe Özdolay ile evlenmiş ve bu evliliğinden,Tuna adında bir kızı vardır. Ayşe Özdolay ile evliliği ise 1999 yılında boşanarak son bulmuştur.
Katıldığı Televizyon Programları
2004 yılında TRT 2’de başlayıp TRT Türk’te hafta sonları yayınlanan “İlber Ortaylı ile” adlı belgeseli sundu.
2009 Yılında NTV’de “İlber Ortaylı ile Tarih Dersleri” adlı bir program yaptı. 2011 yılında Bloomberg HT kanalında da “İlber Ortaylı ile Zaman Kaybolmaz” adlı bir program yaptı.
5 Kasım 2012 – 11 Mart 2013 tarihleri arasında gazeteci-yazar Mehmet Barlas ile beraber “Her Zaman” isimli bir tarih programı yaptı.
HaberTürk’de Tarihin Arka Odası adlı programda çalışmıştır.
Kenan Işık’ın sunduğu “Kim Milyoner İster” adlı yarışma programında konuk olarak sunuculuk yapmıştır.
Aldığı Ödüller
2001 – Aydın Doğan Ödülü’ne layık görüldü.
2006 – “Avrupa ile Akdeniz arasında Lazio” ödülü
2007 – Puşkin Ödülü, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından
Eserleri
1974- Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler
1978- Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi (İlhan Tekeli ile birlikte)
1979- Türkiye İdare Tarihi
1980- Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu
Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler
Türkiye İdare Tarihi
1982- Gelenekten Geleceğe
2000- Osmanlı Toplumunda Aile
2002- Osmanlı Mirası
2006- Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek (Arapça, Yunanca, İngilizce ve Sırpça’ya çevrildi.)
2006- Son İmparatorluk Osmanlı
2007- Osmanlı Barışı
2007- Üç Kıtada Osmanlılar
2007- Tarihin Sınırlarına Yolculuk
2008- İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı (Macarca, Yunanca, Sırpça, Makedonca ve Sırpça’ya çevrildi.)
2008- Tarihimiz ve Biz
2010- Türkiye’nin Yakın Tarihi
2011- Defterimden Portreler
2011- Tarihin Gölgesinde
2012- Yakın Tarihin Gerçekleri
2012- Cumhuriyetin İlk Yüzyılı
2013- İlber Ortaylı Seyahatnamesi
2013- İmparatorluğun Son Nefesi
2014- Eski Dünya Seyahatnamesi
2015- Türklerin Tarihi, Orta Asya’nın Bozkırlarından Avrupa’nın Kapılarına
2016- Türklerin Tarihi, Anadolu’nun Bozkırlarından Avrupa’nın İçlerine, Timaş Yayınları
Videoları
İlber Ortaylı Canlı yayında Caps’lerini Yorumladı
Akılda Kalan – 2 Aralık 2016 (İlber Ortaylı)
Gel Zaman Git Zaman 12 Kasım 2016
İlber Ortaylı: Osmanlı aslında çökmedi!
ilber Ortaylı – Suriye ve Mısır / 8 Ekim 2013
Tarihin Arka Odası – İlber Ortaylı/ 6 Eylül 2014
Kim Milyoner Olmak İster – İlber Ortaylı (Full)
Fotoğrafları
Kaynaklar
Google
Wikipedia
Youtube
Biyografi.info
Kaynaklardan toplanarak derlenmiştir.
İlber Ortaylı Biyografi Sayfası! Videoları,Eserleri,Resimleri Hepsi bir arada! #ilberortaylı #ilberhoca #biyografi Tam adı: Prof. Dr. İlber Ortaylı Doğum tarihi: 21 Mayıs 1947 Doğum yeri: Bregenz/Avusturya Boyu: 1,75 m…
0 notes
Text
İhlas Risalesi hangi sûrenin tefsiri?
111'in nurcular için anlamı rakamsal karşılığından fazlasıdır. Çünkü mürşidlerinden böyle ders almışlar. Onlar için 111 'ittihad etmiş üç elif'tir. Kardeşliktir. 1'lerin yalnızlıkla düşecekleri güçsüzlükten ihlaslı bir dayanışmayla kurtulmalarıdır. Tarifini bulduğu yerlerden birisi de şurasıdır: "Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse yüzonbir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa onaltı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbindörtyüzkırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dörtbinden geçtiğine pekçok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor." Bu metnin geçtiği yer de mühim. 21. Lem'a. Nam-ı diğerle İhlas Risalesi. Fakat benim yazımın esas konusunu burası oluşturmuyor. Yazımın merkezinde bugünlerde farkettiğim bir tevafuk var. Yusuf sûresiyle ilgili bir tevafuk bu. Nesil Yayınları'nın Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali'nin okurken dikkatimi çeken birşey. Peki nedir o? Hemen cevap vereyim: Yusuf sûresinin de 111 ayeti var. "Tamam. Varsa var. Bize ne anlatıyor bu rakamsal denklik?" derseniz, onun da cevabını, bir yönüyle, sûrenin meal kısmına konulan açıklamada görüyorum. Deniyor ki o açıklamada: "Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlar: 'Yusuf sûresini öğrenin. Hangi müslüman onu okur, ailesine ve eli altındakilere öğretirse, Allah ona ölümü kolaylaştırır ve hiçbir müslümana haset etmemesi için kuvvet verir.'" İşte canıma dokunan yeri burası meselenin. Bu hadis-i şerifle ilgili kısmı. Çünkü mezkûr hadis-i şerifte mübarek Yusuf sûresinin dikkat çekilen özellikleri aynı zamanda İhlas Risalesi'nin de özellikleri. Hem müellif-i muhteremi de bu sırra binaen diyor: "Bu lem'a laakal her onbeş günde bir defa okunmalı." Peki sadece bu kadar mı benzerlikleri? Bence değil. Ancak bu tarz bir okumayı yapabilmek için hem Yusuf sûresinin hem de İhlas Risalesi'nin içeriğine hâkim olmak gerek. Nasıl ki, İhlas Risalesi'nde, hem bireysel hem cemaatî hasetlerden kurtulmanın yolları 'aynı bütünün parçaları olduğumuz hatırlatılmakla' gösteriliyor, aynen öyle de, Yusuf sûresinde de 'ziyade kemal sahibi bir kardeşe' karşı duyulabilecek hasetler, o kardeşin kemalinin en nihayet 'bütün kardeşlerine fayda verir' olduğu hatırlatılmakla tedaviye çalışılıyor. Yani Yusuf aleyhisselamın kardeşleriyle olan öyküsünde aslında hepimizin 'haset hikayesi' saklı. Biz de bizden üstün olduğunu hissettiğimiz kişilere, gruplara, cemaatlere karşı bir haset hissedebiliyoruz. Onlara edilen ziyade iltifattan, kendi parçamız adına, mutsuz olabiliyoruz. Fakat tam da burada Yusuf sûresi bizi uyarıyor: Neden kendi parçan adına bütünün diğer parçalarına/kardeşlerine haset ediyorsun? Bak Yusuf aleyhisselamın kıssasına. Onun kıskanılan kemali en sonunda bütün kardeşlerine fayda vermedi mi? Ona kötülük eden kardeşleri en sonunda ettiklerinden pişman olmadı mı? Eğer kem yolundan dönmezsen sen de tıpkı onlar gibi olursun. Yaşadıklarını yaşarsın. Yapma! Hem yine İhlas Risalesi Kur'an'daki bu buyruktan ders alarak söylüyor: "Ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur'ân'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört fertten binyüzonbir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz." Ben şimdi, yukarıdaki perspektif ile bakınca, Yusuf sûresi ile İhlas Risalesi arasında pekçok izdüşüm görüyorum. Hatta düsturlarında geçen detayları Yusuf kıssası içinde de yakalıyor gibi oluyorum. (Misal: Yakub aleyhisselamın "Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma!" nasihati içinde 'kardeşlerinin gıpta damarını tahrik etmemek' arasında bir bağ seziyorum.) Fakat bu yazıda o bahse de girersem epey işi uzatacağım. Sizi de bıktıracağım. Cenab-ı Hak inayet buyurursa başka bir yazıda deneyeyim. Âmin.
5 notes
·
View notes
Photo
Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê derket Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê (Dîroka Kurdan) derket. Kovara sêmehane ya Kürt Tarihiyê bi dosyeya xwe ya taybet ya "Hewraman Kürtleri"yê (Kurdên Hewramanê) hat belavkirin. Kürt Tarihi zêdetir li ser dîroka kurdan bi kurdî û tirkî weşaneka perîyodîk dike. Hejmara 51em ya kovarê hem bi awayekî çapkirî hem jî wekî e-kovar hate belavkirin. https://twitter.com/kurttarihi/status/1699715319298662545 https://botantimes.com/hejmara-51em-ya-kovara-kurt-tarihiye-derket/?utm_source=tumblr&utm_medium=social&utm_campaign=BT
0 notes
Text
Projemizin konusu, şehir yerleşimi içerisinde yer alan Ulus'taki Roma Açık Hava Müzesi'nde hibrid kullanım içeren çevre tasarımı gerçekleştirmektir. Proje Hibrid kullanım- Hibrid Metot- Hibrid sunum içerecektir.
0 notes
Photo
Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê derket Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê (Dîroka Kurdan) derket. Kovara sêmehane ya Kürt Tarihiyê bi dosyeya xwe ya taybet ya "Hewraman Kürtleri"yê (Kurdên Hewramanê) hat belavkirin. Kürt Tarihi zêdetir li ser dîroka kurdan bi kurdî û tirkî weşaneka perîyodîk dike. Hejmara 51em ya kovarê hem bi awayekî çapkirî hem jî wekî e-kovar hate belavkirin. https://twitter.com/kurttarihi/status/1699715319298662545 https://botantimes.com/hejmara-51em-ya-kovara-kurt-tarihiye-derket/?utm_source=tumblr&utm_medium=social&utm_campaign=BT
0 notes
Photo
Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê derket Hejmara 51em ya kovara Kürt Tarihiyê (Dîroka Kurdan) derket. Kovara sêmehane ya Kürt Tarihiyê bi dosyeya xwe ya taybet ya "Hewraman Kürtleri"yê (Kurdên Hewramanê) hat belavkirin. Kürt Tarihi zêdetir li ser dîroka kurdan bi kurdî û tirkî weşaneka perîyodîk dike. Hejmara 51em ya kovarê hem bi awayekî çapkirî hem jî wekî e-kovar hate belavkirin. https://twitter.com/kurttarihi/status/1699715319298662545 https://botantimes.com/hejmara-51em-ya-kovara-kurt-tarihiye-derket/?utm_source=tumblr&utm_medium=social&utm_campaign=BT
0 notes