#taş mektep
Explore tagged Tumblr posts
Text
adadaki müze kütüphane harıkaymıs bayıldım. aşırı salındı ama taş mektep kutuphanesi kutuphanedenmcok cafe gibi aşırı gurultulu. kitaplar harika.
5 notes
·
View notes
Text
Veteriner Hekimler Bursa Mudanya'da buluştu
https://pazaryerigundem.com/haber/188231/veteriner-hekimler-bursa-mudanyada-bulustu/
Veteriner Hekimler Bursa Mudanya'da buluştu
Bursa Veterinerler Odası öncülüğünde, Mudanya, Osmangazi, Nilüfer, Gemlik ve İnegöl belediyelerinin de desteği ile Mudanya’nın Tirilye Mahallesi’ndeki Taş Mektep Akademi’de düzenlenen çalıştayda sahipsiz hayvanlar sorunu ve çözüm önerileri ele alındı.
BURSA (İGFA) – Bursa’nın Mudanya ilçesi Tirilye Mahallesi’nde düzenlenen “Serbest Dolaşan Hayvanlar, Sorumlu Sahiplik Ve Yerel Yönetimler Çalıştayı”nda belediyelere bağlı Veteriner İşleri Müdürlükleri de katılım sağladı. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yerel yönetimlerin uygulaması gereken yeni düzenlemelerin masaya yatırıldı çalıştayda, Türk Veteriner Hekimler Birliği, Belediye Veteriner Hekimler Derneği ve Veteriner Jinekoloji Derneği temsilcileri de hazır bulundu.
Veteriner hekimlerin karşılaştığı zorluklar, hayvan sağlığı ve refahı konusunda atılması gereken adımlar, yerel yönetimlerin kısırlaştırma çalışmaları başlıkları ele alınan toplantıda, ortak hareket etme ve iş birliğinin önemine dikkati çekildi.
İki gün süren çalıştayın açılışında konuşan Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç, söz konusu kanunun değişmiş halinde yerel yönetimler için ciddi sorunlar söz konusu olduğunu belirtti. Birlikte hareket etmenin önemli olduğunu ifade eden Başkan Dalgıç, Anayasa Mahkemesi’ndeki hakimlerin yasalar çerçevesinde bu değişikliği inceleyip geri göndereceklerine inandığını dile getirdi.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Emin Direkçi ise, Büyükşehir’in sokak hayvanları için doğal yaşam alanları oluşturmayı planladıklarını belirterek, bu konuda hayvanların sahiplenilmesinin de teşvik edilmesi gerektiğini söyledi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
0 notes
Link
Kırıkkale Turizm Haftası'nın üçüncü günü, gezi programı ile devam etti. Gezi grubumuz, tarihi ve kültürel açıdan önemli birçok noktayı ziyaret ederek şehrimizin güzelliklerini keşfetme imkanı buldu. ... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
Text

Anasayfa | Yeni Konu | Benim Sayfam
ahmet haşim'in anadolu'yu anlatan 1919 tarihli mektubu Ahmet haşim'in, 3 eylül 1919 tarihinde, manisa milletvekili refik şevket beye gönderdiği mektup.
henüz osmanlı devleti yıkılmamışken anadolu'yu gezen ahmet haşim'in gözlemiyle, şeriatçıların anlatmaya doyamadığı o muhteşem osmanlının anadolu halkına nasıl bir yaşamı reva gördüğünü tek bir harf eklemeden paylaşıyorum;
*
sevgili refik,
ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. iletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? geçen mektubumu niğde'den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakiki lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene niğde'den yazıyorum. gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?
öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, "gıda" sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. sanki cehennemi bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi.
fakat boğazlarının karına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.
refik; ankara'da, almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, anadolu türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi neymiş bilir misin? beslenme eksikliği.
her ne kadar garip görünse de anadolu türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. istisnasız nakil araçları kağnıdır. ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icadından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu alet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe aşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hale sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar haline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. anadolu'nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir haldedir. eski mısırlılardan ziyade anadolular apis öküz��ne hürmet etmeliydi. öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.
evlerine gelince, onlar da öyle: duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar. nevşehir'den yarım saat beride güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. sakallı celal'in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda d��nüşeceğini sen de bilirsin.
anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. anadoluların güzelliği de bozulmuştur. bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler. fakat, bunlar, nadirlerdendir., refik.
anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. bundan da üzgün değilim. . niğde teftişi son bulmuştur. iaşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. benim zararım ise pek çoktur. öncelikle sağlığım bozuldu. hayli keçi eti yedim. birçok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. yakında, belki, üç gün sonra istanbul'a gidiyorum.''
ahmet haşim 3 eylül 1919
kaynak: güzel yazılar-mektuplar-türk dil kurumu yayınları(s.67-72)
0 notes
Text
Bunalımlar, telaşlar ve kaygılar içindeyken; halimi fark edip, beni ince küçük jestlerle gülümseten insanlar benim için en değerli insanlardır. Vesselam.
1 note
·
View note
Text
Bursa Mudanya'da Taş Mektep Akademi'de ilk zil çaldı
Bursa Mudanya’da Taş Mektep Akademi’de ilk zil çaldı
Bursa’nın Mudanya ilçesi Tirilye Mahallesi’nde Bursa Valiliği kaynakları yerel belediyenin restorasyonuyla tamamlanan Taş Mektep, 30 yıl sonra Köy Enstitüsü modeliyle yeniden canlandı. BURSA (İGFA) – Bursa Valiliği’nin kaynaklarıyla restorasyonu Mudanya Belediyesi tarafından tamamlanan Tirilye Taş Mektep’in bir bölümü kent müzesi olarak sosyal ve kültürel yaşama kazandırılırken, diğer kısmı da…
View On WordPress
0 notes
Text
Beypazarı
‘Hayat Gezince Güzel’ serisine yazı yazmayalı maalesef ki çok zaman oldu. Hastalığım dolayısıyla insan içine çıkmam yasaktı; ama yasaklar da bir yere kadar. Kıyın kıyın, ince ince çiğnediğim yasakları genişlete genişlete en sonunda işi gezme tozmaya kadar vardırdım. İyice azıttım anlayacağınız :) Hal böyle olunca uzun zamandır gitmek istediğim ama bir türlü gidemediğim, 2019 yılı planlarımda da kendine yer bulmuş olan Beypazarı’na gittik. Beypazarı gezimize geçmeden önce bugünün anlam ve önemini kişisel tarihime not düşmek adına belirtmek istiyorum. An itibariyle üçüncü PET’imi çekinmiş olarak odamda hapis bir vaziyette bu yazıyı kaleme -ah pardon klavyeye- alıyorum. Bu ayrıntıyı da buraya bıraktıktan sonra gelelim gezimize.
Tabi ki ilk iş kahvaltı olacak. Bunun için İnözü Vadisi’nde bulunan sıra sıra yerlerden Cevzlibağ Tesisi’ni seçiyoruz, öyle ahım şahım olmamakla beraber memnun kaldığımızı söyleyebilirim.
Kahvaltı sonrası kahvaltı yerimizin altındaki dere kenarına yani vadiye iniyoruz. Normalde yaz aylarında kuruyan derede az da olsa su olunca Çınar başlıyor taş atmaya. Bir miktar da yürüyüş. Çınar’la yürüyüş burada pek olmadı gerçi ama size trekking için güzel bir rota olduğunu söyleyebilirim. Hatta yanımızdaki tesiste camping de yazıyordu, kamp da yapabilirsiniz anlayacağınız, Ankara için ideal bir kamp alanı olur gibi, denenebilir.
Ve şehre giriyoruz, ilk işimiz Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp şehri şöyle bir kuş bakışı görüp, manzara izlemek ancak yukarıdaki resimde gördüğünüz projenin yapımı için tepe kapatılmış, arayıp uğraştığımızla kaldık yani. Sonrasında şehri gezmeye geçiyoruz ama bu noktada bir eleştiri, bir sitem geliyor hazır olun.
Beypazarı’na girdiğinizde sizi bir havuç heykeli karşılıyor, tıpkı Kızılcahamam’da bazlama heykelinin, Üzümlü’de üzüm heykelinin ve aklınıza gelebilecek bilumum ilçede karşınıza çıkan heykel adı altındaki ucubelerin karşıladığı gibi. Hatırlar mısınız bilmem, hani Kars’ta bir sanatçının yaptığı heykele ucube denilmişti ya, acaba o heykele ucube diyenler bunları hiç mi görmüyorlar, görüyorlarsa da bu vizyonsuzluğa, izansızlığa, göz zevki ve estetik anlayışından mahrumluğa, sanat denilen şeyin varlığından bihaber olunmasına hiç mi ses çıkartılmıyor. Hali hazırda bunları bir sanatçının yapmadığı ortada da, e be koca ülke, senin hiç mi sanatçın yok da, kentlerine simge diye bu cisimleri layık görüyorsun. Konuyu çok uzattım özür dilerim ama bu konu canımı çok sıkıyor, bir iç dökme olsun bu da, ne yapalım.
Yazıyı yazmaya başlayınca fark ettim sokaklarda hiç fotoğraf çekinmemişiz. Üzerine söyleyeceklerim vardı ama kısmet bu fotoğrafın altınaymış. Öncelikle Beypazarı’na ön yargı ile gittiğimi belirtmek isterim. Gittiğimde çakma bir Safranbolu bulacağımı, bir sunilik, bir yapaylık sezeceğimi düşünüyordum ama katiyen öyle olmadı. Buranın da kendine has bir dokusu, bir kokusu ve en önemlisi yaşanmışlığı var, anlayacağınız sevdim. Ayrıca beklediğimden daha büyüktü, pek çok aktif turistik sokağı var, öyle tek bir cadde ile sokakla kandırılmıyorsunuz yani. Bu arada fotoğraf Kent Tarihi Müzesi’nden.
Burası da Tarihi Alaaddin Cami’nin önündeki tarihi çınar ağacı. Babamız namazını kılarken biz de caminin önünde dondurma yiyoruz. Buralar çok hareketli, hediyelik eşyacılar ve yöresel lezzetler derken sıra sıra gezilecek dükkanlar bizi bekliyor.
Beypazarı küçük bir ilçe belki ama maşallah bolca müzesi var hepsine de girdik galiba. Çınar da artık müze gezmekten zevk alıyor, ne mutlu bana:) Müzesi çok dedik en güzeli de tabi ki bu: Yaşayan Müze. İsmiyle müsemma, içerisinde eski gelenek ve görenekleri yaşatarak öğretiyorlar. Ziyaretçilerine sadece bir müze gezisi değil, bir deneyim satıyorlar. Tabi içerideki etkinlikler ilave ücret karşılığında ancak ücretleri makul; biz denemek istemedik ama keyifli olacağından eminim. Neler bunlar derseniz; kurşun döktürmekten, ebru sanatına, Karagöz Hacivat’tan, ağaç baskı sanatına bir yelpaze sunuyor. Bu arada zaten biliyorsunuzdur diye söylemedim, Beypazarı’nın olayının eski Türk evleri olduğunu. Gördüğünüz üzere muazzam güzellikteki bu evleri bilmeyenler de artık öğrenmişlerdir.
Yaşayan Müze ile aynı kurucuya sahip bir müze de bu Türk Hamamı Müzesi. Küçücük bir hamam geleneksel Türk Hamamına ilişkin objeler ile ziyarete açılmış. Hali hazırda bir müzeleri daha var ama orayı gezme fırsatımız olmadı Beypazarı’nın biraz dışında imiş. Bu güzel müzelerin kurucusu Sema Demir Abla idolümsün resmen. Yaptığın işin güzelliğinin farkındasındır ama ben yine de bir teşekkür edeyim buradan. Böyle insanların çoğalması ve desteklenmesi umuduyla.
Beypazarı'nın gastronomik açıdan da bir şeyleri başardığını gördüm. Bazı marka değerinde yiyecekler geliştirmişler ve bunları satmayı da bilmişler; şahsen bize hepsini de sattılar; biraz da onları anlatayım. İlk olarak akla Beypazarı Güveci geliyor. Yemek olarak güzel olduğunu anladım fakat biz bu güzel yemeği Taş Mektep’te yiyerek hata ettik, çünkü yemeğimiz bir miktar soğuktu. İkinci lezzet olarak gelen yaprak sarmasını ise bir Tokat’lı olarak beğenmem zaten mümkün değildi. Bunun dışında seksen katlı baklavayı ise kuru buldum. Keşke bu kadar çok katı açmak yerine, baklavayı ıslatmaya uğraşsalarmış dedim. Gerçi biz baklavayı yukarıda gördüğünüz Suluhan adındaki kervansarayda yedik, daha iyi yapan bir yerde tekrar denemek daha doğru olacaktır.
En sevdiğimiz ise -yani en azından benim en sevdiğim- Höşmerim tatlısı oldu. Has Değirmencioğlu’nda yedik, lezzetinin de buradan kaynaklandığını düşünüyorum. Bir daha gidersek tek geçeceğim mekan burasıdır, o kadar söyleyeyim. Höşmerime geri dönecek olursak biraz ağır bir tatlı olsa da sıcak sıcak pek bir güzel gitti valla :)
Havucun bolca yetişmesinden dolayı her yerde havuç suyu hemen taze taze sıkılıp satılıyor. Biz pek sevemedik ama kanser düşmanı bu içeceği sevmeseniz de için derim. Havuç demişken havucun bir de lokumunu yapıyorlar, normal lokumlar kadar güzel olmasa da almanızı tavsiye ederim.
Bir de meşhur Beypazarı Kuru’su var biz Arabul Fırı’nından aldık ve çok sevdik. Bozulmadan altı ay kalabiliyormuş, koca bir poşet aldık evde çayın yanında gidip gelip bir çırpıda tükettik, işte bunu mutlaka alın derim.
Tadına doyumsuz bir gezmeyi daha bitirirken, bu sefer sadece hayat gezince güzel demiyor; Allah’ım herkese gezecek sağlığı, kuvveti ve şevki nasip etsin diyorum.
#beypazarı#inözü vadisi#cevizlibağ tesisi#hıdırlık tepesi#beypazarı kent tarihi müzesi#yaşayan müze#türk hamam müzesi#alaaddin cami#suluhan#baypazarı güveci#baypazarı sarması#baypazarı baklavası#höşmerim#beypazarı kurusu#arabul fırını#taş mektep#has değirmencioğlu#havuç#ankara#hayatgezinceguzel
0 notes
Text
Trilye Gezi Rehberi
TİRİLYE-TRİLYE-TRİLYA-ZEYTİNBAĞI İSİMLERİ İLE ANILAN KASABA Trilye gezi rehberi ile Trilye turuna çıkmaya hazır mısın? Bursa’nın Mudanya ilçesine bağlı bir beldesi olan Trilye, özellikle hafta sonu kaçamakları için mükemmel bir destinasyon. Bursa’ya 40, Mudanya’ya 11 kilometre uzaklıktaki Tirilye, tarihi dokusunu bu güne kadar korumuş en nadide kasabalardan bir yer. Bizde Mudanya’dan kıvrıla…
View On WordPress
#gezi rehberi#gezi vlogu#tirilye bursa#tirilye gezi rehberi#tirilye gezilecek yerler#tirilye taş mektep#tirilye zeytini#tirilyede ne yenir#trilye#trilye balık#trilye gezi rehberi#trilye gezisi#trilye nerede#trilye otelleri#trilye restoranları#trilye sahil#trilye vlog#trilye&039;de nerede kalınır#trilye&039;den ne alınır#trilye&039;ye nasıl gidilir#zeytinbağı
0 notes
Text
taş mektep, Büyükada
buraya gelip ders çalışıla bilinir baya güzel olmuş. belturda var. çok uygun değil..ama adaya göre uygun
6 notes
·
View notes
Text
Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi dikkat çekiyor
https://pazaryerigundem.com/haber/179988/kayseri-lisesi-milli-mucadele-muzesi-dikkat-cekiyor/
Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi dikkat çekiyor
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun şekilde restore ettirilip, Türkiye’nin önemli müzelerinden birisi haline gelen Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi, dijital ve modern müzecilik ile dikkat çekiyor.
Mehmet UZEL (KAYSERİ İGFA) Milli Mücadelede Basın’ bölümünde 1920’de milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un desteği ile o dönem Osmanlıca çıkan Sebilürreşad’ın da aralarında olduğu gazeteler, bir dokunuş ile günümüz alfabesiyle okunuyor.
Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Taş Mektep olarak bilinen 127 yıllık Kayseri Lisesi’nin tarihi binasını aslına uygun şekilde restore ettirip, 2 Mayıs 2016’da hizmete açarak, Türkiye’nin önemli müzelerinden birisi haline getirdi.
Kurtuluş Savaşı’nı, Anadolu’nun milli mücadeleye katkısını ve milli mücadele kahramanlarını anlatan Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi’nde son teknoloji kullanılarak özel yazılımlı dijital teknoloji de dikkat çekiyor. ‘Milli Mücadelede Basın’ bölümünde 1920-1921 yılları arasında baskısını Kayseri’de yapmak zorunda kalan, Millî Mücadele’ye büyük destek vermiş, Kayseri’de halkın mücadele azmini yükselten Sebilürreşad ve Millî Mücadele basını içinde en kuvvetli ve nitelikli gazetelerden biri olan ve Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye nakledilen Anadolu’da Yenigün gazeteleri Osmanlıca sergileniyor. Müze ziyaretçilerini, dijital ve modern teknoloji sayesinde bir sürpriz bekliyor. Osmanlıca görülen gazetelerin orijinalleri, geliştirilen bir yazılım sayesinde günümüz Türkçesi ile okunabiliyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, yeni teknoloji ile 100 yıl önce çıkan Osmanlıca gazetelerin teknoloji sayesinde günümüz Türkçesi ile okunduğunu belirterek, “Gurur verici tarihi ile her zaman göğsümüzü kabartan Kayseri’miz, tarihi ve kültürel yapısı ile her zaman dünyaya açılmıştır. Kayseri Lisesi de tarihi ile adını tüm dünyaya duyurmuştur. Büyükşehir Belediyesi olarak 2 Mayıs 2016’da restore ettirip, Milli Mücadele Müzesi olarak hizmete açtığımız, Kayseri Lisesi, özellikle o dönemi sizlere yeniden yaşatıp, gözünüzün önünde canlandırıyor” dedi.
Mili Mücadele Dönemi’nde basını anlatan bölümdeki son teknolojiden bahseden Büyükkılıç, “Müzede son teknoloji kullanılmıştır ve basın bölümü ziyaretçilerin büyük ilgisini çekmektedir. Milli Mücadele Dönemi’nde bir süre Kayseri’de basılan gazeteler Osmanlıca sergileniyor ve ziyaretçiler bir dokunuş ile günümüz Türkçesi ile o dönem neler yazıldığını okuyabiliyorlar” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Adalar’ın iki simgesi yeniden hayat buldu
Adalar’ın iki simgesi yeniden hayat buldu
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) şirketlerinden BİMTAŞ, Avrupa’nın birinci, dünyanın ikinci en büyük ahşap yapısı Rum Yetimhanesi’nin dijital belgeleme çalışmalarını üstlendi. İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı da Taş Mektep binasını restore edecek. İstanbul Rum Patrikliği’ne ait olan Rum Yetimhanesi, 1898-1899 yılları arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi, Osmanlı Bankası, Düyun-ı Umumiye…
View On WordPress
0 notes
Text
Taş Mektep
Taş Mektep
Ezine’nin Biga Sancağından ayrılmasından sonra ilçeye Belediye kazandırılmıştır. Taş Mektep, Ezine Belediyesi’nin hizmet verdiği ilk binadır. Uzun süre kullanılan bina Cumhuriyet döneminde karşısına yeni bir bina yapılmasıyla taşınmış ve sonrasında ihtiyaç nedeniyle okul olarak ta kullanılmıştır. Bu sebeple halk arasında taş mektep olarak ta bilinir. Bina günümüzde yine Ezine Belediyesi hizmetinde Meclis binası olarak kullanılmaktadır.
Ezine Taş Mektep Nerede?
Bu yazı ilk kez https://www.ezineaktuel.com/tas-mektep.html adresinde yayınlandı.
#ezine belediye binası#ezine gezilecek yerler#ezine tarihi yerler#ezine taş mektep#ezine taş mektep konumu#taş mektep nerede#taş mektep tarihi
0 notes
Text
Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu
Ahmet Haşim'in 3 Eylül 1919 tarihinde dönemin Manisa milletvekili Refik Şevket Bey'e gönderdiği mektubunu .
Sembolizmin öncülerinden olan, ÜNLÜ Türk şair Ahmet Haşim, 1917 senesinde "İaşe-i Umumiye İdaresi Heyet-i Teftişiyesi"ndeki vazifesi gereğince Niğde, Nevşehir ve çevresinde bulunmuştur. Anadolu izlenimlerini kaleme aldığı mektubunda 1919 senesinde geldiği Nevşehir Güvercinlik köyünden de bahsediyor.
İşte Ahmet Haşim'in 1919 Anadolu'sunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubu...
Ahmet Haşim'in 3 Eylül 1919 tarihinde dönemin Manisa Milletvekili Refik Şevket Bey'e gönderdiği mektubunu Sözlük yazarı ''billions and billions'' paylaşmış. Her Türk vatandaşının defalarca okuması gerektiğini düşünüyoruz...
“**Sevgili Refik,**
İhtimal sana fazla yazıyorum. Fakat ben bundan memnunum. Bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu mektuplarla pervaz-ı evraktan oluşmuş ve bütün mesafeler boyunca sürekli maddi ve manevi bir bağ ile kendimi sana bağlı tutmak istiyorum. İletişimimizin bu gidişatı seni bunaltıyor mu? Geçen mektubumu Niğde’den yazmış ve o mektubu gönderdikten sonra sancağın bütün kazalarını teftişe çıkmıştım. Yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene Niğde’den yazıyorum. Gördüğüm anadolu hakkında bilmem sana ne yazayım?
Öncelikle bu bölgede kimler yaşıyor? Görülen harabelerin yapıcısı hangi cins yaratıktır? Bunu, köy ve kasaba diye gördüğümüz renksiz harabe yığınlarına bakıp anlamak asla mümkün olmamıştır. Anadolu köylüsünü sınıflandırmada karıncalar cinsine ithal etmeli fikrindeyim. Gündüz ağaçsızlıktan dolayı müthiş bir güneş altında yanan ve gece en güzel yıldızlar altında bütün böceklerinin sonsuz sesleriyle uzanıp giden bu araziden herhangi saat geçilmiş olsa yalnız yiyeceğini tedarikle meşgul, “gıda” sabit fikirliliğiyle sersemleşmiş, neşesiz ve yorgun bir insaniyetin zor çalışma şartlarına tesadüf olunur. Sanki cehennemî bir fırın karşısından yeni ayrılmış gibi yüzleri kıpkırmızı, dudakları çatlak, elleri kuruyup siyahlaşan bütün bu insanlar ya gıda maddesini biçmekle, ya onu taşımakla, ya onu savurmakla veyahut onu metharlarına doğru çekip götürmekle meşgul görünür. tıpkı karıncalar gibi, tıpkı karıncalar gibi…
Fakat boğazlarının kârına olarak aklın bütün maharetlerini ret ve iptal eden bu adamların boğazı da memnun etmekten pek uzak bulundukları, en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir.
Refik; Ankara’da, Almanya imparatorunun anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? Beslenme eksikliği.
Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstisnasız nakil araçları kağnıdır. Ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. Uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevkeden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.

Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. Sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. Bütün havalarında o hoş koku solunur. yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir. Eski mısırlılardan ziyade Anadolular apis öküzüne hürmet etmeliydi. Öküz, burada hayatının genelinin zenbereğidir.
Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? dibi kırık bir testi. Kızılırmak civarında, büsbütün ev inşasından da feragat ederek, toprağın maddesel özelliğinden yararlanarak dağları oymakla vücuda getirdikleri mağaralar içinde kuşlar gibi yaşarlar.
Nevşehir’den yarım saat beride Güvercinlik adında kovuklardan oluşan bir köy vardır ki, hakikaten ancak bir güvercinlik olmaya yakışan bir köydür. Anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir. Kaynamış süte kirli bir demir parçası yahut eski bir gümüş para atılsa sütün derhal yoğurda dönüşeceğini sen de bilirsin.
Anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. Anadoluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder. Bununla birlikte güzel oldukları zaman da güzelliklerinin emsalsiz olduğunu itiraf etmeli. siyah, derin ve titretici gözlerle insana bakan şalvarlı, düzgün ölçülü anadolu kadınları; sizleri nasıl unutacağım? Gençleri, insanın bazen en mükemmel bir örneğini temsil ederler. Fakat, bunlar, nadirlerdendir., Refik.
Anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum. Anadolu seyahati artık benim için nihayet buluyor demektir. Bundan da üzgün değilim. … Niğde teftişi son bulmuştur. İâşe heyet-i teftişiyesine girdiğim günden beri kazandırmış olduğum tutar iki bin liraya varmıştır. Benim zararım ise pek çoktur. Öncelikle sağlığım bozuldu. Hayli keçi eti yedim. birçok da gereksiz masraflar ettim ve rahatımdan da birçok şey kaybettikten sonra yerimden de oldum. Yakında, belki, üç gün sonra İstanbul’a gidiyorum.''
**Ahmet Haşim, 3 Eylül 1919** (1) Şevket İnce
1 note
·
View note
Text
Geride güzel insanlarda bıraktık. Son ders! İngilizce Öğretmeni Selvihan Ekici
#Selvihan Ekici#Selvihan#Ekici#Öğretmen#Öğrenci#İngilizce#İngilizce Öğretmeni#English#Teacher#English Teacher#Kastamonu#Taş Mektep#Lise#Ders#harun istenci#istenci#istenci.com
1 note
·
View note
Text
Direniş Rehberi'inin öptüğü, Akıl'dır.
Felsefe ve Mantık'tır.
Ziyareti, ârif oluşa muhabbettir sonra.
Ve Pozitif bilim dalı astromoni/matematik alanına hürmet...
Yani kısacası gözüm;
Bu mektep; sırtını mürteciliğe, taş kafalılığa dönmüş, aydınlanma hedeflidir.
İnsanlığa sözü vardır çünkü.
Karıştırmayasın ruh hastalarıyla.
Mehdevidir, geleceği inşâ sorumluluğundadır.
Hikmet ve güzel öğüt öğretili'dir.
İşte o yüzden bu çağın ârifi Hasanzâde Âmulî için " bir kayıp" diyoruz. Onca esere imza atmış hayatının sonlanmasına hüzün duyuyoruz.
İlmin ve Bilim'in başı sağolsun.
Ve tabi Mektebimize "âlim" olanların...
Ali Tunay
11 notes
·
View notes