Sanat Akademisi
Üç katlı bir yapı. Pencerelerin üst kısmı yarım daire şeklinde, bu da binaya masalsı bir görünüm veriyor. Yirminci yüzyıl yapılarına öykünerek inşa edilmiş. Terastan aşağı doğru inen sarmaşıklar duvarların büyük bir kısmını kaplıyor. Kalan kısımlar sanat öğrencilerinin resimleriyle dolu. Bahçede ağaçlar ve burada yetişen öğrencilerin heykelleri var. Burası bir sanat akademisi, burada yetişen öğrenciler grafiker, ressam, yazar veya sinemacı olabiliyor. Öğrencilerin bir kısmı para vererek burada eğitim görüyor. Diğerleri, vakıfların ve derneklerin sunduğu burslarla okuyor. Pek çok zengin insan, buraya bağış yapıyor. Dünya genelinde, sanal üniversiteler olduğu gibi, bu şekilde, somut bir ortamda eğitim veren kurumlar da var.
Bu mekanın adı, Simurg Art Academy. İstanbul’un biraz dışında bir arazide inşa edilmiş. Derslerin çoğu İngilizce, ancak Türkçe işlenen dersler de var. Her bölüme en fazla otuz öğrenci alınabiliyor.
Bugün, küçük bir amfide, sanat tarihi dersi var. Profesör, ilk başta öğrencilere Paterson filmini izletiyor. Geçmişte yaşamış insanların kültürünü ve dönemin ruhunu daha iyi anlasınlar diye, yüz yıl öncesinin filmlerini temaşa etmelerini sağlıyor. Film gösteriminden sonra ders başlıyor.
Filmin son sahnesinin ardından, amfi aydınlanıyor. Öğrencilerin bir kısmı, kendi aralarında konuşuyor, bir kısmı dışarı çıkıyor. Kısa bir aradan sonra, hepsi yerlerini alıyor. Eski küçük sinema salonlarına benzeyen bir amfi burası, koltuklar daire şeklinde, sahnenin karşısında konumlanmış. Sahne epey geniş.
Profesör oldukça genç bir adam, keçi sakalı ve küpeleri var. Ayağa kalkarak İngilizce soruyor:
-Filmi beğendiniz mi?
Finli öğrenci Asgard yanıtlıyor:
-İlginç bir film. Huzur veriyor insana.
-Evet. Aranızda hiç şiir yazmış veya okumuş olanınız var mı?
Öğrenciler boş gözlerle profesöre bakıyorlar. Profesör soruyor:
-Peki şiir nedir, bilen var mı?
Annesi Türk, babası Amerikalı olan Arwen yanıtlıyor:
-Geçmişte yaşamış insanların yarattığı tuhaf bir sanat dalı.
-Aynen öyle. Bir sanat dalı. Peki bu sanatı diğerlerinden ayıran nedir Arwen?
-Sözcükleri tuhaf bir şekilde yan yana getirmekten keyif alıyorlardı. Kelimeleri, belli bir mantık dizgesinde değil, anlamsız ve absürd bir şekilde bir araya getiriyorlardı.
-Doğru. Şiiri özel kılan da bu. Fazlasıyla akıllı varlıklara dönüştük. Bu yüzden, şiir bugünün insanlarına anlamsız geliyor. Fakat atalarımız, bu ilginç sanattan epey keyif alıyordu. Aslına bakarsanız, insanın ürettiği ilk edebi eserler şiirdi. Şiir bütün edebi sanatların atasıdır. Masalları şiir formatındaydı. Tarihlerini ve tanrılarını, şiir yoluyla bir sonraki nesillere aktarıyorlardı. Hikaye, roman ve deneme daha sonra ortaya çıktı. Şiir yazarken, beden, ruh, akıl ve kainat bir olur. Bu yüzden keyiflidir. Bir tür vecd halidir. Sizi kainatla bir kılar.
Asgard sordu:
-Vecd nedir?
-Kendinden geçme hali. Zihinden kurtulmak. Meditasyon yapanlarınız bunun ne olduğunu bilir. Zihinden tamamen kurtulduğunuzda, bir şeye konsantre olduğunuzda, sizi saran maddi atmosferle bir olursunuz.
-Peki nasıl oluyor da, saçma olan insana bu hissi verebiliyor? Diye sordu Arwen.
-Bütün mesele de bu. Saçma olması. Zihin, mantık ilkelerine göre çalışır. Zihin bir cehennemdir. Saçma olan, sizi cehennemden kurtarır. Örneğin bir şair ‘bulutların üstünde bir geyik gördüm’ diyebilir. Böyle bir cümle kuran insana deli deriz. Fakat o deli değil, şairdir. Mantıktan kurtulmak özgürleştirir.
Profesör, kendisini anlayıp anlamadıklarını görmek için bir süre kalabalığa baktı. Sonra Arwen’e döndü:
-İsminin nereden geldiğini biliyor musun?
-Antik bir masal kahramanı. Yüzüklerin Efendisi adlı filmden bir karakterin adı.
-Evet. Önümüzdeki haftalarda Yüzüklerin Efendisi filmini izleyeceğiz hep beraber. Tolkien isimli bir dil profesörü tarafından yazılmış. Masalla şiirin ortak bir noktası var. İkisinde de, saçma olan, bize mantıksız gelen şeyler, çok olağanmış gibi sunulur. Neyse, şimdi şiire dönelim. Size bir şiir dinleteceğim.
Profesör elindeki kumandayı tıklayarak bir ses dosyası açtı, hoparlörlerden gelen karizmatik bir erkek sesi, Türkçe bir şiiri okumaya başladı:
Üvercinka
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil.
-Bu şiir, geçtiğimiz yüz yılın en önemli şairlerinden Cemal Süreya tarafından yazıldı. Türkçe bilenleriniz muhtemelen epey keyif almıştır şiirden. Ancak Türkçe bilmeyenler bile, buradaki müzikten etkilenir. Cemal Süreya harika bir şairdi. Önümüzdeki derse kadar, onun şiirlerini incelemenizi istiyorum.
Profesör yine bir süre durdu, öğrencilere baktı.
-Size ilginç bir bilgi vereyim. Geçmişte erkekler, etkilemek istedikleri kadınlara şiirler yazardı. Kendisi için şiir yazılan kadın, epey mutlu olurdu. Ayrıca, o dönemde yaşamış insanların büyük bir çoğunluğu, hayatında en az bir kez şiir yazmıştır. İnsanlar çoğunlukla ergenlik dönemlerinde şiir yazıyor, sonra yazmayı bırakıyorlardı. Ömrünün sonuna kadar şiir yazabilenler, şair oluyordu. Bu derste, dönemin ruhunu kavramanızı istiyorum. Bir bütün olarak. Mimari, sinema, tarih, şiir. O yüzden, derslerden önce size o döneme ait filmler izletiyorum. Öğrenin, geçmişte insanlar nasıl yaşardı, ne gibi sorunları vardı...
-Benim tek bildiğim, çok fazla sigara içtikleri, dedi Havel.
-Evet doğru. Ancak bu şekilde, o dönemin insanlarını genelleyemeyiz. Bütün gün sigara içen insanlar da vardı, hiç sigara içmeyenler de. Dünyaları, bizim sandığımızdan çok daha zengindi. Deliler, iş adamları, hipiler, komünistler, uyuşturucu müptelaları, şairler... Dolayısıyla, genel yargılardan kurtulmak gerek. Onlar da bizim gibiydi. Sadece, kültürleri farklıydı ve bizim bildiklerimizin yarısını bile bilmiyorlardı. O dönemde, bugünü tahmin etmeye çalışarak, tuhaf bir sanat dalı yarattılar: bilimkurgu. Bilimkurgu nedir, bilen var mı?
Havel cevapladı:
-Gelecekte hayatın nasıl olabileceğine dair tahminler içeren hikayeler..
-Doğru. Çoğu, günümüzde bütün insanların uçan arabalarla gezeceğini, yapay zekanın insanlığı kontrol edeceğini veya başka gezegenlerde devasa koloniler kurabileceğimizi hayal etmiş. Bilimkurguyla ilgili en önemli mesele, çoğunun teknoloji odaklı olması. Fakat o dönemin insanlarını bu konuda yargılayamayız. Çünkü o dönemde teknoloji o kadar büyük bir hızla gelişiyordu ki, teknoloji onların yeni tanrısıydı. Biraz da, zekalarını ortaya koymak adına, geleceğe dönük tahminler yapmışlar. İşin ilginç yanı, eserlerinde görünen bazı yeni teknolojiler, bilim insanları tarafından hayata geçirilmiş, onlara ilham vermiş. Bunun haricinde, günümüzün kültürel ve toplumsal yanını tahmin etmeye çalışmış yazarlar da var. Bunlardan biri de, yüz yıl önce Türkiye’de yaşamış bir öykücü.
Profesör biraz düşündü, yazarın ismini hatırlamaya çalıştı. Ancak ismi hatırlayamadı.
-Neyse, bilimkurgu dediğimiz şey, günümüz hakkında değil, yazıldığı dönemin ruhu hakkında çok şey söyleyen bir sanat alanı.
Profesör kısa bir ara verdi. Biraz düşündü ve konuşmaya başladı:
-Bir de sanat akımları var. Oldukça uzun bir konu. Bir fikriniz olsun diye, şimdi biraz anlatayım. Sanat akımlarının ilerleyişini, şu şekilde sıralayabiliriz, klasizm, romantizm ve modernizm. Ardından postmodernizm geliyor. Rönesans döneminde, yetenek ve çok çalışma önemliydi. O dönemin sanatçıları kusursuz heykeller ve resimler yarattılar. Ömür boyu tek bir sanat dalına odaklanarak, o alanda mükemmelleştiler. Sanayi devrimiyle beraber önce romantizm, daha sonra modernizm çıktı ortaya. O dönemde pek çok akım yaratıldı. Bunları ilerleyen derslerde işleyeceğiz. Modernizmin ardından, post-modern dönem başlar. Post modern eserlerin çoğu size komik gelebilir. Örneğin adamın biri, bir sanat galerisine pisuvar yerleştirerek bunun bir sanat eseri olduğunu iddia edebiliyordu. Hiçbir özelliği olmayan bir pisuvar. Çoğu insan için, bu bir devrimdi. Artık sanat, ömrümüzü vererek ustalaşacağımız bir alan değildi. Herhangi bir objeyi bir sanat galerisine yerleştiriyordunuz ve bu ‘şey’, bir sanat eseri olarak kabul görüyordu. Yeteneksiz ama cesur insanlar için harika bir dönemdi. Mesela şu resme bakalım.
Profesör elindeki kumandayı tıklayarak, bir resmi sahnenin arkasındaki duvara yansıttı.
-Bu resim Rothko adlı bir ressamın. Yaklaşık yüz milyon dolara satıldı. Bu rakamın değerini tahmin edemeyenler için söyleyeyim, devasa bir servet değerinde. Resme bakın, hiçbir özelliği yok değil mi? Birkaç renk kullanılmış, bir dikdörtgenin içinde başka bir dikdörtgen. İşte post-modern dönemde, sanat böyle bir şeye dönüştü. Şarlatanlar ve dahiler, aynı mekanlarda bir araya gelerek bu yeni çağı kutladılar. Saçma sapan bir objeyi bir sanat galerisine yerleştiriyordunuz, bununla alakalı kısa bir metin yazıp duvara asıyordunuz. Artık estetik, yetenek ve çok çalışmak önemsizdi. Eseri açıklarken kullandığınız kavramlar daha önemliydi. Neyse ki bu dönem de son buldu. Akıllı insanlar, bu soytarılığın saçmalığını ortaya koydu. Tabii bu durum günümüzün bazı popüler sanat eserleri için de geçerli. O gelenek, bugün varlığını sürdürüyor.
Profesör biraz düşündü ve konuşmaya devam etti:
-O dönemin ruhuyla, bugün arasındaki farkı anlamak için, Global Kültür Devrimi’nin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu konuda bilgisi olan var mı?
-İnternet sayesinde başladı. Her türlü bilgi bütün dünyaya yayıldı, dedi Aydın.
-Evet, insanlığın yüz yıllar içerisinde ürettiği tüm bilgi, internet sayesinde tüm dünyaya yayıldı. Yüz yıl önce, bütün güç batının elindeydi. Batı medeniyetleri o kadar muazzam bir güce sahipti ki, tüm dünyayı yönetebilmekteydiler. İnternet sayesinde, siyaset ve teknoloji gibi alanlarda yüz yıllar boyunca ürettikleri bilgi, başka medeniyetler tarafından da kullanılabilir hale geldi. Bu da, gücün demokratikleşmesini sağladı.
Otomobil nasıl üretilir, bir ürün nasıl daha ucuza mal edilir, tüm bunlar internette bulunabilir bilgilere dönüştüler. Bilgi sahibi olmak, küçük bir azınlığın sahip olduğu ayrıcalık olmaktan çıktı.
Başka bir mesele daha var. Geçmişte tüm dünya, devletler tarafından yönetiliyordu. Devletle aralarında kutsal saydıkları bir bağ kurdular. Milli gurur diye bir kavram ürettiler. Falanca millet, diğerinden üstündü. Ve millet ile devlet arasında organik bir bağ vardı. Global kültür devrimi sonrasında, dünya devletler tarafından değil, şirketler tarafından yönetilmeye başladı. Ve bugünlere geldik.
Profesör kalabalığa döndü:
-Şimdi dersimizin en eğlenceli kısmına geçiyoruz: tarih canlandırmaları...
Öğrenciler sevindi, bir kısmı alkışladı, bir tanesi de ‘oley’ diye bağırdı.
-Bugünkü tarih canlandırması için, 2003 yılının İstiklal Caddesi’ni seçtim.
Profesör sahneden indi ve elindeki kumandanın düğmesine bastı. Önce ışıklar kapandı, sahne bir anda İstiklal Caddesi’nin geçmişteki haline dönüştü. Görüntüler üç boyutluydu ve bütün sahneyi dolduruyorlardı. Kot pantolonlu genç erkekler ve kızlar, kravatlı takım elbiseli adamlar, tam ortada bir tramvay yolu, arkada dükkanlar... Oldukça şenlikli bir görüntüydü. Küpeli, tuhaf saçları ve dövmeleri olan bir genç erkek herkesin ilgisini çekti. Başı örtülü kadınlar geçti, sonra mini etekli bir kadın, ardından gülerek ilerleyen hipiler. Çoğu insanın elinde sigara veya o dönemde kullanılan akıllı telefonlar vardı. Görüntüler o kadar netti ki, sahne gerçekten yüz yıl öncesinin İstiklal Caddesi gibi görünüyordu. Elbette sesler de gerçekti. Konuşan insanlar, kahkaha atanlar, müzik sesleri... Öğrencilerin çoğu büyülenmiş gibiydi, dersin en çok bu kısmını seviyorlardı. Az sonra evsiz bir adam göründü, yavaşça yürüyerek ilerledi, sonra öğrencilere baktı. Kıyafetleri çok eskiydi ve mutsuz görünüyordu. Öğrenciler sessiz bir şekilde geçmişin insanlarını izlediler. Görüntüler üç boyutlu olduğu için, gerçekmiş izlenimi veriyordu. Ayrıca görüntü kalitesi çok yüksekti. Bir süre sonra salon aydınlandı ve sahnedeki cadde görüntüsü yok oldu.
-Evet arkadaşlar, ne dikkatinizi çekti?
-Kıyafetleri çok sevimli, dedi Serap.
-Erkeklerin boynundaki şey ne? diye sordu Aydın.
-Kravat. O dönemde kravat, çağdaşlık simgesiydi. Sisteme entegre olduğunuzu gösteren bir ayrıntı.
-Çok komik, dedi Aydın.
-Öyle. Sanırım görüntülerden epey keyif aldınız. Bugünkü dersimiz bu kadar. Haftaya Big Fish filmini izleyeceğiz.
Öğrenciler yavaş hareketlerle kalktılar. Profesör son bir kez öğrencilere baktı. Bu sınıfı seviyordu.
1 note
·
View note
RESIDENT EVIL 7 - Biohazard – Oyun Performansı – Oyun Özellikleri – İnceleme
24 Ocak 2017’de çıkışını gerçekleştiren oyunda, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, İspanyolca ve Japonca’ya arayüz, seslendirme ve alt yazı olarak tam destek sağlanırken, Brezilya Portekizcesi, Arapça, Korece, Rusça, Basitleştirilmiş Çince, Gelenekse lÇince ve Lehçe dillerine de arayüz ve alt yazı desteği sunuluyor. Türkçe ise oyunda maalesef desteklenmiyor.
Oyuna grafik açısında büyük artılar katılmış ve yenileşmiş, bu açıdan oldukça güzel bir hal almış. Adventure, re2 gibi bir şeyler çözmesi de oyunu asıl kimliğine döndürmüş ancak oyunu yaklaşık olarak 10 saatte bitirmiş biri olarak beni tatmin ettiği söylenemez.
Oyun boyunca 3 çeşit yaratık karşınıza çıkıp duruyor. Karakterler açısından pek çeşitlilik olduğu söylenemez, sürekli olarak kendini tekrar ediyor. Bu 3 yaratığın dışında 4 tane de boss karakterimiz bulunuyor. İkisini toplayınca 7 yaratık, oyunu bitirene kadar karşımıza çıkıp duruyor. Grafikler her ne kadar iyileşse de oyun, beni bu açıdan hayal kırıklığına uğrattı. Atmosfer ve mekanlar güzel.
https://www.youtube.com/watch?v=W1OUs3HwIuo
Oyunun ismini görmezden gelirsek aslında oyunu ortalama klasmanda değerlendirebiliriz. Ancak 180 TL’lik bir oyun karşımıza çıktığında üst düzey işler beklememiz gayet normal olacaktır. Kesinlikle Resident Evil standartlarında bir oyun değil. Eski oyunları gözümüzde canlandırıyor fakat sonrası yok, hepsi bu kadar. Oyunun tüm mekaniği Condemned, Penumbra, Call of Cthulhu, Soma, Alien Isolation gibi oyunlarla aynı, PT demosu da zaten adamların en büyük dayanak noktalarından biri olmuş. Bu sistem elbette kötü değil ama Resident Evil adına da yakışmıyor.
Görsellerde başarılı olduklarını söylemiştim fakat motion blur, depth of field çok yoğun hali ile rahatsız ediyor. Ayrıca çok ciddi gren sorunu var. Mekan tasarımları eski oyunları fazlasıyla andırıyor. Oynanış oldukça rahat, türevleri ile karşılaştırıldığında bu konuda hiç eksiği yok.
Oyunun hikayesinde alıştığımız Resident Evil derinliği yok, oyunun tüm anlattığı hikaye haftalık çizgi roman hikayesi olamayacak kadar basit. Oyunun eski hikaye ve karakterle olan bağı pamuk ipliğine bağlı, biraz laf olsun diye konulmuş havası var. Sanırım yeni bir dönem başlatıyorlar. Baker aile fertleri çok zayıf, Wesker, Nemesis, Saddler, Salazar, Alexia gibi şahane kötü karakterlerin yanında bu fertler çok yavan kalmış. Boss dövüşleri basit, özensiz ve bırakın zekayı yapay zekadan bile fazlasıyla uzak. Biraz korku oyunu geçmişi olan birinin bu oyundan korkması mümkün değil, neredeyse her korku anını önceden tahmin etmek mümkün. Oyun bu konuda gerçekten çok kötü, script olarak nitelendirilen önceden hazırlanmış sahnelerin hepsini ön görebiliyorsunuz.
Eğer paranız varsa ve bu oyunu oynadıktan sonra dönüp “keşke almasaydım” demeyecekseniz, oyunu deneyebilirsiniz. Aksi taktirde yapımcının ve yayıncının kulaklarını çınlatmaya veya uzuvlarını kaşıttırmaya gerek yok.
RESIDENT EVIL 7 - Biohazard – Oyun Performansı – Oyun Özellikleri – İnceleme
0 notes