#sevgi toplumu
Explore tagged Tumblr posts
azad30altug · 3 months ago
Text
“Ey Oğul!
Beysin!
Bundan sonra öfke bize; uysallık sana ..
Güceniklik bize; gönül almak sana ..
Suçlamak bize; katlanmak sana ..
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana ..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana ..
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana ..
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana ..
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana ..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun.
Beyliğini mübarek kılsın
Hak yoluna yararlı etsin
Işığını parıldatsın
Uzaklara iletsin
Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin
Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız
Tıkanıklığı temizlemeliyiz
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın
Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin ..
Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder
Bunun için daima sabırlı, sebatkâr ve iradene sahip olasın !..
Sabır çok önemlidir
Bir bey sabretmesini bilmelidir
Vaktinden önce çiçek açmaz
Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır
Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir
Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın
Ona sırt çevirme
Her zaman duy varlığını
Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir
Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır
Ananı ve atanı say !
Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir ..
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler
En büyük zafer nefsini tanımaktır
Düşman, insanın kendisidir
Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir
Ülke sadece idare edene aittir
Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur
Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler
Bunun içindir ki, yaşayamadılar .. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır )
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz
Kişi kıpırdamayınca uyuşur
Uyuşunca laflamaya başlar
Laf dedikoduya dönüşür
Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez
Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir !.
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar
Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır
Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı ..
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli
Savaşı sevmem
Kan akıtmaktan hoşlanmam
Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir
Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır
Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir
Bey memleketten öte değildir
Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok
Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır
Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz
Yalnız başına kalsa da!
Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin
Sevgi davanın esası olmalıdır
Sevmek ise, sessizliktedir
Bağırarak sevilmez
Görünerek de sevilmez!..
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın ..
| Şeyh Edebali, 13. Yüzyıl, Söğüt-Bilecik |
Tumblr media
7 notes · View notes
doriangray1789 · 5 months ago
Text
Toplum içinde zaman zaman çok sayıda insanın “Değerlerimizi kaybediyoruz” şeklinde şikâyetlerine tanıklık edersiniz. Nedir değer, nedir değerler? Ahlak mı ? Onur mu? Kültür mü? Dini değerler mi? Kentleşmek mi ? Modernite mi ? Aile mi ? Vicdan mı ? İnsanlık mı ?
Size göre hangisi, yada burada yazmayı atladım hangi değer ve değerler ?
Friedrich Nietzsche’nin “Değerleri yeniden değerlendirmek” sözü üzerinde bira durup düşünmemiz gerekir…
Mesela ahlak, Nietzsche’ye göre ahlak, iyinin ve kötünün ötesindedir. Ona göre erdem, erek, iyi, kötü gibi ahlaksal kavramlar ahlakın belirleyicisi değildir. Bu kavramlar yoktur, üzerine konuşulması gereksizdir. Yaşamı düzene sokmak, dingin ve mutlu bir hayat yaşamak yaşamın özünde olan düzensizliği bir düzene Döndüremezler
AHLAK KAVRAMI GÜNÜMÜZDE ÜSTÜNLERİN AHLAKINA DÖNÜŞMÜŞTÜR
KİŞİLİK, KARAKTER, ONUR = MEVKİ, PARA İLE ÖLÇÜLÜR HALDEDİR
Kültür, tarihten, çağdaştan ve coğrafyadan edinilse de korunması zor bir sürümdür zira toplumlar etkileşim halindedir (kapalı toplum mu?)
Yukarıda değer olarak saydığım kavramların hemen her biri üzerinde zamanında sayfalarca yazmış biri olarak şunu söylemeliyimki mesele; zamansaldır
Bundan 100 sene önce sayılan değer, ondan yüz sene öncenin değeriyle de pekala çelişebilir
Mesele “nerede o bayramlar” meselesinden farklıdır…
Kırsaldan kentli yaşama dönen insanın eski değerlerini kaybetme korkusu nedir? savaşlar pedofili tecavüzler o zamanın toplumunda yokmuydu ? Günümüzde yaygınlaştı dediğimiz bu sapkınlıkların iletişim çağından kaynaklı daha fazla duyulup bilinmesi olabilir mi? Kadın KUŞAĞI programlarına katılanlar ve anlattıkları yeni yaşanılan durumlar mı?
yoksa BATICILIK mı?
Batı karşıtlığı kalelerinin yurtlarında yaşananlar?
Çocuk gelin örfümüz müydü ? Hayvanla seks yapan köy delikanlıları ?
Ya yanlış şeylere değer veriliyordu ise; yine de iyiydi be abi mi diyecektik ya da tersten soralım doğru şeylere değer veriyordu ama atalarımızın geleneklerine veya dine aykırıydı bu nedenle de kötüdür mü diyeceğiz
değerlerini kaybetmek her zaman için kötü değildir. duruma göre değişkenlik gösterebilen bir durumdur. sırf kültürel mirastır diye saçma değerlere tutunmamak onları kaybetmek, yerine daha mantıklı değerler koymak gerekebilir
gerçeğe saygı, kişisel bütünlük, hakkaniyet, insan onuruna yaşamına düşüncesine saygı, hizmet ve sevgi evrenseldir.
Unesco'nun yaşayan değerler eğitimi programında yer verilen evrensel değerler olarak kabul edilen işbirliği, mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük/tevazu, sevgi, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü/tolerans, özgürlük ve birlik/dayanışmadır
Zaman ne kadar hızlı geçerse geçsin, içinde bulunduğumuz çağı “Bilgi Çağı”, “Bilgi Toplumu”, “Enformasyon Çağı”, “İletişim Çağı” ve daha birçok adla isimlendirirsek isimlendirelim, bazı kavramlar değerini hiç kaybetmez.
👉 İNSANİ DEĞERLER
varoluşun toplumun temelidir
BENDENSE DEĞERLİDİR BENDENSEN DEĞERLİSİNDİR bir değerler bütünü müdür?
Peki bundan kurtulmamın yolu nedir ? Muhafazakarlık mı ?
değişime direnen her ideoloji sonunda yok olmaya mahkûmdur… Peki muhafazakarlık nedir ?
İnsanlar bazen kendilerinin veya başkasının dünya görüşünü belirtmek,bazen bir tutumu övmek veya yermek, bazen iktidarı bazen de muhalefeti tanımlamak için bu kavrama sürekli başvururlar.
Muhafazakar, Muhafazakarlığı bir tutum anlamında kullananların kastettiği şeydir.
Bu anlamda muhafazakarlık, değişime duyulan bir tepkiyi ifade etmek için de kullanılabilir. Ancak burada değişim karşıtlığını ifade etmek için bu kavramın kullanılması doğru değildir. Çünkü bunun sözlüklerdeki karşılığı “tutuculuk”tur - ki bu tutum, liberalinden ,muhafazakarından sosyal demokratına kadar pek çok insanda varolabilir
DEĞİŞİME KAPALILIK
muhafazakarlığın en çok ifade edildiği durumdur..
bir fikirin veya bir ideolojinin, içinde sahip olduğu değişmezlik değiştirilemezlik kapalılık anlamdır. DOGMARİZMİN BESLENDİĞİ VERİMLİ TOPRAKLARDIR
Bu anlamda muhafazakarlık, insanın akıl, bilgi ve birikim bakımından sınırlılığına inanan, bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan, radikal değişimleri ifade eden sağ ve sol siyasi projeleri reddederek ılımlı ve tedrici değişimi savunan ve siyaseti, bu değer ve kurumları sarsmayacak bir çerçeve içinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir düşünce stili, bir fikir geleneği ve bir siyasi ideolojidir.
Neden kaybediyoruz onları?
şimdi konunun bak telini oluşturan -tam ortasından - başlayalım: muhafazakarlık
tuhaftır muhafaza etmek üzeredir ama en hızlı değişimci odur. Değerlerimizi kaybediyoruz? İlk insandan beri en büyük sorundur. Sıraladıklarını değer olarak alırsak onlar sürekli değişmek zorundadır. İnsanın kendinden başka olußturabildiği değer olmamasına rağmen, "değercidir". Bu değer konusu aslında bugün siyasal islamcıların dilinden düşmeyen "dava" ile aynı içeriğe sahiptir. Bu eski değerlerimizi kaybettik diye söyleyenlere o değerlerden üç tane say bakalım deyin susar.
Bizde değer oluşturabilecek "sınıf" da yoktur. Yani aristokrasimiz, burjuvamız yoktur. Yönetende marabadır, yönetilende marabadır. Marabanın değeri, ağanın sözüdür. Hele ki demografisi aşure bir coğrafyada değer hiçbir anlam içermez. Boştur içi. O yüzden niceliksel toplumda "değer" anlamsızdır. Bunu İngiliz Aristokrasisi veya Japon eliti için söyleyemeyiz. Hatta İran entelektüel veya Ayetullah sınıfı için söyleyemeyiz. Burada değer "Etik ve Estetik"tir. Yunanlıların Sokratesle beraber konu ettiği Erdem bunların konusudur, Adalet bunların konusudur. Yoksa klasik Ahlak, kültür vs. genel geçer dönemseldir. Değer evrenselleri kapsayabilir. Genel geçerlerde ayar kullanılır (altındaki gibi veya gümüsteki gibi.)
15 notes · View notes
korayaker · 1 year ago
Text
Freuda göre sevgi basitçe libidonun sonucudur, cinsler arasındaki kozmik ilişkiyi son derece maddeci bir tarzda ele alan freud, Cinsellik ile kültür arasında çatışmadan yola çıkarak cinsel kurtuluş mitini şu temele oturmuştur, tüm içgüdüleri tatmin edilmiş bir toplum ve kültürden kurtarılmış bir cinsel ahlak toplumsal refahı ve huzuru getirecektir, Tüm modern sol ve sağ doktrinci ideolojiler bu cinsel kurtuluş mitine güçlü biçimde sarılarak toplumsal kurtuluşun ereği haline gelen bu toteme bel bağladılar, Bugün freud ve onun modern müritlerini ciddiye alan kimse kaldı mı bilmiyorum ama patriarkanın hapishanesinden kurtarılan cinsellik artık üremeye dayalı formel bir işlev olamaktan çıkarak ve aşktan ayrılarak bağımsız bir faaliyet halini aldı. Ancak Freudun idda ettiği gibi ne mutlu bir toplum doğdu ne cinsel şiddet son buldu nede cinsler arasındaki ilişki bir esenliğe ulaştı aksine her alanda patlayan cinsellik söz konusu olmasına rağmen (porno fuhuş medya) Cinsel özgürlük miti sahip olduğu ereğe uygun biçimde toplumu düşkünlükten kurtaramadı 
Koray Aker
18 notes · View notes
baybaykus · 10 months ago
Text
MEYDANLARIN UTANMAZ SEFİLLERİ!
Kiminiz Atamıza,
Kiminiz Andımıza,
Kiminiz Marşımıza,
Kiminiz ay- yıldızımıza,
Kiminiz üniter yapımıza,
Kimileriniz de Allah'ımıza düşman.
Öylesi iğrenç sakallılar türedi ki,
Andımızda geçen ''doğruluk, çalışkanlık, saygı, sevgi'' kelimelerinin çocuklarımızın ruhlarında yankı, gönüllerinde yer, zihinlerinde karşılık bulmasından rahatsız olup kuduz itler gibi hıncından SALYA DÖKEN!
Yalan sizde,
Ahlâki çürüme sizde,
Kin, nefret, iftira sizde,
Enâyilik, saflık, câhillik, bizde.
Yordunuz, gerdiniz, böldünüz bizi.
Ar yok, edep yok, asâlet ne gezer.
Soyunuz, kanınız, geniniz, dininiz başka.
İninin milletin sırtından, emdiğiniz kan yeter.
Bu milletin kendi aralarında bir problemi yok.
Problem yaratıp bölen sizsiniz, geren sizsiniz.
Kiminizin Müslümanlığı;
Devlet, Cumhuriyet, Atatürk ve Türk düşmanlığını örtmek için çul parçasından ibâret.
Bazınızın milliyetçiliği;
Türk'ü kandırıp peşine takarak Türk düşmanı mahfillere teslim etmek için çocuklara verilen, dışı şekerli, içi çürük ''Elmalı şeker''in ta kendisi.
Hepsi bir tarafa da, asıl içimi yakan şey;
Türk milletinin sigortası ve omurgası olan ülkücü gençliğin etkisizleştirilerek Türk'ün sahipsiz bırakılmasıdır.
Ey meydanların rezilleri, sizler;
Milli ruh,
İslâm inancı,
Allah korkusu,
Âile terbiyesi,
Merhamet, insaniyet ki bunların tümünden nasipsiz birer belâyı musibetsiniz.
Satanistler gibi sadist ve merhametsizsiniz.
Toplumun acı çığlıklarından, sefâlet ve tükenmişliğinden aldığınız zevkle, Hasan Sabbah'ın müritleri misâli daha da sapkınlaşıyorsunuz.
ONLAR ÖYLE DE, BİZLER NASILIZ?
Allah'a âsiyiz,
Şükürsüz ve sabırsızız,
Allah'ın mülkünde Allah'ın verdikleriyle doyup, sonra da Allah'a, Kur'an şeritına ve Peygamberine muhalefet halindeyiz.
Önce Allah bu toplumu ıslah edip Kur'an şeriatına döndürsün
Ve akabinde topunuzu büyük acılar içinde helâk eylesin.
ORHAN KILIÇOĞLU
4 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 8 months ago
Text
Tumblr media
Lev Tolstoy Polis’e Karşı
Karantinanın ilk aylarında, dört duvar arasında sıkışıp kalan çoğu insan, kendini alışılmamış teselli kaynaklarına verirken buldu: Vali Andrew Cuomo’nun PowerPoint sunumları (1), ekmek pişirme (nedense ekşi maya) ve Lev Tolstoy’un Rusya’daki Napolyon döneminde geçen 1200 sayfalık romanı: Savaş ve Barış.
#TolstoyTogether hashtagi altında toplanan okuyucular, belki de kendilerini her zamanki gibi belirsizlikle boğuşan sıradan insanların, siyasi liderlerin değişken ve etkisiz heveslerine boyun eğmesini konu alan bir kitaba çekilirken buldular. Edebi gücü ve fiziksel ağırlığından dolayı (genelde pandemi sürecinde kafa dağıtmak için ideal bir kitap olması bu nedenlere bağlanır), Savaş ve Barış bana şu an için yeteri kadar radikal gelmedi; özellikle de Tolstoy’un sosyal kavrayışının kapsamlılığı göz önüne alınırsa. Salgının ilk günlerinde kendimi, Tolstoy’un zengin ve hırslı bir adliye memurunun, doktorları hayrete düşüren bir hastalığa yenik düşmesini konu alan novellası İvan İlyiç’in Ölümü (1886)’yle ilgilenirken buldum. Hastalığı sırasında İvan İlyiç, içinde bulunduğu toplumun insandan çok, çıkarlara değer vermesi üzerine kurulmuş olduğunu fark eder.
Tolstoy her zaman arayış içinde olanlara ve daimî ruhsal kriz sancısı çeken karakterlere eğilimliydi; George Orwell onları “ruhlarını yaratmak için çabalayan” kişiler olarak tanımlardı. Gerçekten de Tolstoy kişisel ve sosyal krizleri, toplumu ve onu destekleyen inançları daha derin bir sorgulamaya teşvik etmesi için gerekli kırılma noktaları olarak görüyordu. Anı kitabı İtiraflarım (1882)’da kendi ruhani yeniden doğuşunu, bastığı toprağın çöküşüne benzetmişti. Bu nedenle, covid19’un ve polis cinayetlerinin görünür kıldığı ırkçı yaklaşım ve ekonomik eşitsizliklerin, eşi benzeri görülmemiş sayıda insanın ülkedeki mitleri sorgulamaya başlamasına sebep olduğu bu zamanda, okuyucuların Tolstoy’un eserlerinde yeni önemli unsurlar bulmasına şaşmamak gerek. Polisi finansmanını kesme çağrılarıyla birçokları hayatlarında ilk defa kurumların işlevini, hatta bu kurumların varlığını sorgular hale geldi.
Tolstoy’un kendini arayış içinde bulan karakterlerinden biri, 1903’te yazdığı Balodan Sonra adlı kısa hikâyesinin ana kahramanı olan İvan Vasilyeviç. İvan, bir albayın kızına âşık olan ve kaderini belirleyen o sabahın erken saatinde çıktığı yürüyüşe kadar askere yazılmak isteyen bir sosyete gencidir. Önceki akşamı şehirdeki bir dans balosunda, Varenka adındaki genç, zarif ve güzel bir kızla geçirmiştir: “Şampanyaya düşkün olsam da o akşam hiç içki içmedim. Zaten aşk sarhoşuydum” diye ifade etmiştir. Bununla beraber İvan, bir o kadar, Varenka’nın kibar, beyefendi görünümlü ve tüm parasını kızına harcadığından balo için oldukça sıradan botlar giyen babasına da âşık olmuştur. Balodan sonra İvan eve döner fakat hâlâ gecenin büyüsünden çıkamamıştır ve uyuyamaz.
Böylece Varenka’nın evine doğru açılan karlı yollarda dolaşmak üzere dışarı çıkar fakat eve vardığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşır: “Siyah üniformalı askerler karşılıklı dizilmiş, silahlarını yanlarında tutarak hareketsiz bir şekilde duruyorlardı. Onların arkasındaysa durmaksızın aynı rahatsız edici ve tiz melodiyi çalan davulcu ve fifreciler vardı.” Genç bir Tatar memuru (Tatarlar Rusya’nın azınlıklarındandı) askerden kaçmakla suçlanmaktadır ve ceza olarak zırhlı askeri eldiven giyen askerler tarafından dövülmektedir. İvan adamın vücudunun kanlar içinde kaldığını görünce donakalır: “Vücudu tir tir titriyor, ölesiye dövülen adam darbe yağmuru altında, eriyen karı sıçratarak bana doğru geliyordu.” İvan bu işlemi yöneten albayın saatler önce sevgi dolu ve sıcak biri olduğunu düşündüğü Varenka’nın babasından başkası olmadığını görür. Şahit olduğu bu sahneyi unutmaya çalışarak çaresizce evine koşar. Fakat bu imkansızdır; İvan uyumaya çalıştığı sırada genç memurun yalvarışlarını duymaya devam eder: “Bana merhamet edin, kardeşlerim.” Nihayetinde İvan, münferit olmanın ötesinde, bizatihi devlet tarafından bu vahşete onay verilen bir toplumda yer almanın mümkün olup olmadığını düşünerek askere yazılmaktan vazgeçer.
Balodan Sonra, bu alanda çalışanların, Tolstoy’un dönüşümünden sonraki dönem olarak adlandırdığı (bir çeşit anarşizm olarak görülüyor), kurgudan uzaklaşıp Hıristiyanlık inancının siyasi uygulamalarına odaklanmaya başladığı dönemde, 1879 yılının başlarında yazıldı. Hayatının son 30 yılını kapsayan bu dönem boyunca Tolstoy; ahlaki tezler kaleme alıp özel mülkün sona ermesi, devletin dağıtılması ve zorunlu askerliğin ortadan kaldırılmasıyla ilgili çağrılarda bulunduğu güçlü denemeler yazdı.
Tolstoy’un görüşleri, özellikle de devlet destekli şiddete karşı ağır hakaret içeren görüşleri, doğal olarak otoriteleri kızdırdı ve bu, onun devamlı bir polis gözetimi altında olmasına sebep oldu. Geç dönem eserleri Rusya’da sansürlendi fakat yurt dışında çevirileri büyük ölçüde mevcuttu. Hatta savaş karşıtı duruşu edebiyat Nobel ödülünü almaması için bir sebep olarak sunuldu. İsveç Akademisi sekreteri, Tolstoy’un pasifizm çağrılarının kısmen “hem bireyin hem de ulusun kendini savunma hakkını reddettiğini” savunarak, adaylığını geri çevirdi.
Balodan Sonra aslında Tolstoy’un devlet şiddeti eleştirilerinin uzun süredir kaynamakta olduğu geç bir döneme ait. Tolstoy, Kafkasya ve Kırım’da savaşan genç bir asker olarak şahit olduğu dehşet verici sahneleri günlüğüne yazdı. Savaş ve Barış birçok açıdan, savaşı yücelten popüler hikâye ve kurguları dizginlemek için yazılmıştı; Tolstoy, savaşın ne kadar kafa karıştırıcı, kaotik ve aşağılayıcı bir şey olduğunu gösterdi. Neticede bu görüşler, vahşetin zengin ve yönetici kesimin toplumsal düzeni sürdürmesine yarayan kullanımına dair daha kapsamlı bir eleştiriye dönüştü. “Şiddet varlığını, artık yararlı olması inancında değil, bu kadar uzun süre varlığını koruyabilmesinde ve kendisinden çıkar sağlayan yönetici sınıf tarafından organize edilmesinde sürdürüyor.” Onun görüşlerinin özellikle bazı kısımları sadece reform çağırısında bulunduğu için değil, güç kullanımını destekleyen ve onlar tarafından yönlendirilen kuruluşların ortadan kaldırılması gerektiğini savunduğu için de tehlikeli görülüyordu.
Tolstoy: Resident and Stranger’ın (1986) yazarı Richard Gustafson, Tolstoy için pasif direnişin “ulusun birleştiricisi olarak baskıyı reddetmek” anlamına geldiğini yazdı. Tolstoy bizlerin kökü sevgide olan kardeşlik, yardımlaşma gibi diğer toplumsal biçimleri kucaklamamızı istedi. Belki de şu an duyduğumuz polis karakollarının finansal desteğini kesme ya da onları feshetme çağrıları da benzer bir şekilde sevgi çağrısı olarak duyulabilir. Eylemcilerin polis karakollarının tasfiyesi için talepte bulunması, aynı fonun fakirlere, akıl hastalarına ve evsizlere destek veren organizasyonlara dağıtılmasını da beraberinde getirir.
Nasıl “merhamet edin kardeşlerim” yakarışı İvan Vasiliyeviç’i hayatının sonuna kadar rahat bırakmadıysa, bizler de “anne” diyerek yardım çığlıkları atan sesler tarafından rahat bırakılmayacağız. Bu yakarışlara, Tolstoy’un da bize hatırlattığı gibi sevginin karşıtı ne varsa parçalara ayırarak ve yine sevgiyle cevap vermeliyiz.
New York valisinin pandemi boyunca durumla ilgili günlük yaptığı kısa toplantılarda kullandığı eğlenceli ve ilgi çekici sunumlar.
©® Düşünbil (2020)
Yazar: Jennifer Wilson Çeviren: Cemresu Kaya Çeviri Editörü: Onur Demir Kaynak: nytimes.com
2 notes · View notes
aynodndr · 11 months ago
Text
Tumblr media
Sevgililer günü için benimde nacizane bir kaç diyeceğim var...
Öncelikle kapitalizmin kurbanı olan bu gün
Ki bence sevginin günü olmaz yani öyle bir gün YOK...
Sevgi var koşulsuz şartsız içten gelir
Sevgi var yalnız sevgililer gününde akla gelir...
Önce sevginin sevgilinin tanımını bilmek gerekir ,
Bilinmeyen bir şeyin kutlaması ironi gelmiştir hep bana. ..
Bu arada sevgi deyince akla kadın erkek tek gelmesin ,
İnsana sevgi yaradana duyulan sevgi hayvana sevgi eşe dosta sevgi ota eşyaya sevgi ...
Sevginin açılımı çok geniş ve evrensel...
Sevgi kutsal olan merhamet ve şefkat duyguları olan canlıların hissedip hissettirecegi bir duygudur...
Sevgi duyduğun her şeyin sorumluluğu vardır ,
Sorumluluğunu duymadığınız hiç bir şeyin sevgisi özde değil sözdedir ...
Kendini bile sevmeyen insanlarında bulunduğu bir toplumu göz önünde bulunduracak olursak ,
Kutlanacak bir gün göremiyorum ortada..
Gelelim kadın erkek sevgisine ,
İnsan olmayı beceremeyenler seviyorum dediği insanın hayatını maf edenlerde sevgiden bahsediyor ,
İlk okula giden çocukta kendince sevgilisine hediye bakıyor. .
Sevginin kendi bir hediye kıymet bilene ,
Kadın olmuş erkek olmuş bir farkı yok..
Sevgisi gerçek olanların da böyle saçma bir günü abidik gubidik ama ucuz ama pahalı hediyelerle kutlamayada ihtiyacı yok...
Sevgiyi hak eden insanlarda
Sevgiden anlamayanlar da bu günü kutluyor ..
Sevgi gibi anlamı çok büyük bir kelimenin
Ucuzlatılarak anılması ne kadar acaba anlamlı ?
Özünüz sözünüz bir olsun sevginiz gerçek olsun karşınızdaki bunu hissetsin
O yeter ...
Emin olun başka bir şey istemez ...
Çünkü sevgilinin yüreği mertse işte en büyük hediye ,
Yüreği namertse dünyayı o bir gün için serse nafile...❤️❤️
~
AHRÂZ ...
4 notes · View notes
filozofumsu1i · 2 years ago
Text
Evet bende çok takdir etmiyorum sokakta aç ölen hayvanları,insanları. Depremde yıkılan o evleri yanan ormanlarımızı, tecavüze uğrayan genç kızlarımı. Öldürülen kadınları. Ama bunların bi çaresi bi kuralı olduğunu yaratıcımız bize gönderdi! Neden uymuyoruz. Nefsimize ağır geliyor diyemi. Hepsinin hepsinin ortadan kalkması için bir yolumuz var var ama doğru düzgün şekilde öğrenmeyip bilmediğimiz için kötü sanıyoruz. Halbuki nefsimize rahat gelmesede bi kabullensek bakım bakalım nasıl refaha ereceğiz. Her şey zihniyette başlıyor sen kendini değiştirmezsen başkaları asla değişmez. Yargılamadan öfke kusmadan karşımızdaki bireyi saygıyla dinlemeyi bilirsek sorun ortadan kalkıcak. Allah diyor ben demiyorum. Seni yaratan seni özel kılan yaratıcın diyor. Hoş her şey zıttıyla güzeldir ya iyilik olmasa kötülük kötülük olmasa iyilik olmaz. Ama irade sahibi sen bunuda değiştirebilirsin. Kendi fıtratından gayrı iş yaparsan Allah ne yapsın? İki cins dışında başka bir şey oluşturursan allah ne yapsın? Sen çamaşır makinasını kuralıma göre yıkmazdan ne kadar hayatı uzun ömürlü olur ve içeridekiler temizlenir bir düşünün! Sen eğer hayır ben 100kg değil 200kg eşya yıkıyacağım desen ve yıkasan zamanla makinan bozulsa bu makinanın suçumudur senin mi? Düşünmek lazım. Hatayı karşı tarafta veya yaratılışında ararsan öfke ve nefretten başka bir duyguya sahip olamazsın. Sevgi merhamet vicdan bu duygular güzel şeyler. Neden körelttik. Neden ailemizle sevgi sözcükleri kuramaz olduk. Neden mutlu olamadı bu aileler gençler! Çünkü kuralları unuttuk 100kg atmak yerine 200kg attık makinaya. Duyguları hor gördük. Ama birileri uyanık ki bu kuralların olduğu bir devleti toplumu ve aileyi kimse yıkamaz anladılar bu sefer içten vurup sosyolojiyi dini yıkmaya çalıştılar ve başardılar. Şimdi söyleyin cahil kim aceba. Elin batılısı akıllı ey dostlar. Batı batı dedikte bak kendi toplumumuzun normlarından ayrılıp saparsak işte olacağı budur… Sonumuz hayrola. Saygılarımla sevgilerimle🙏💙
2 notes · View notes
gokhanerturkey · 21 days ago
Text
Tumblr media
https://www.facebook.com/share/v/181snHmDwz/
●Herkes gönül birlikteliği kurduğu insanları bulsa sevdiği işi sevdiklerinle yapsa zaten hiçbir sorun kalmayacak.●
Merhaba;
Genç şair kardeşim bana yukarıda ki videoyu gönderdi bende böyle bir makale yazma gereksimi duydum.
Videonun sonunda zehrini akıtıyor kısaca dediği •şairlerin kafayı yediği.•  Bütün hastalıklar aynıdır bir adam kalbinden rahatsız diye onu kötü birisi olarak ilan etmek nasıl anlamsızsa ruh sağlığı bozulan bir insana da bu tür yakıştırmalar yapmak anlamsızdır. Bütün hastalar masumdur ona hastalığından dolayı rencide edici ifadeler kullanmak gaddarlıktır. Nasıl beyaz ırkın siyah ırktan bir üstünlüğü yoksa hiç bir mesleğin de birbirinden üstünlüğü yoktur hangi meslek olursa olsun mesleğini en iyi yapan üstündür İslam dinimiz buna takva, salih amel diyor.
Bedevilikten kurtulalım artık kimse sütten çıkmış ak kaşık değil bir tek peygamber efendilerimiz masum! Toplumsal hatası suçu ve zorbalığı olmadığı müddetçe bireysel yanlışlarıdan dolayı kimseyi kınayamazsın şahsını aşalayamazsın suçluya da cezayı birey olarak sen veremezsin kanun adımlarının görevi o.
Gokhan ER kardeşiniz 16 yaşından beri psikolojik tedavi görüyor evet çocuk yaşlarında yakalandım hayatı bilmeyen masum yaşlar.  Kimin başına ne geleceği bilinmez önemli olan her koşulda erdemli bir duruş sergileyip mücadele ruhunu bırakmamak. Bozuk sistemden dolayı hastalanmışımdır veya fizyolojik bir rahatsızlığım vardır tıp bunu bulamamıştır. En önemlisi çevrede kendini akıllı sanan tedaviye alınmayan deliler çoktur bundan etkilenmişimdir. Bunları çoğaltılabiliriz asıl önemli olan toplumu ilgilendiren ben psikolojik tedavi görürken vaktimi nasıl değerlendirdiğimdir bu topluma katkım var mı?  Diğer psikolojik rahatsızlık geçirenlere örnek olabiliyo rmuyum? Toplumu ilgilendiren bu ve bunun haricinde ne varsa kimseyi ilgilendirmez.
Psikolojik rahatsızlığından dolayı bana sözle saldıranlar, dışlayanlar otuz yıl
İçinde iyi gözlemledim onlarda ne yaşattıysa kendileri de yaşadılar.
Bir hasta zaten hastalığınla mücadele ediyor bu yetmezmiş gibi söz saldırısına uğruyor ve dışlanıyorsa Allah bunu yanımıza bırakmaz bırakmadı da ya kendimiz; daha acısı çok yakınlarınız adama evlat acısı gibi koyar bu!
Herkes gönül birlikteliği kurduğu insanları bulsa sevdiği işi sevdiklerinle yapsa zaten hiçbir sorun kalmayacak.
Sevgi ve saygılarımla
Gökhan ER
Araştırmacı & Şair
0 notes
huseyinmeric01 · 1 month ago
Text
🔴MALATYA AK PARTİ TEŞKİLATI🔴
AK Parti KURUCUSU CUMHURBAŞKANIMIZ
Sn: Recep Tayyip Erdoğan İLE BİRLİKTE YOL ALAN VEFALI YİĞİTLERE SELÂM OLSUN, HÂK İÇİN HALKİNA HİZMETKAR YOLUNDA GECE GÜNDÜZ DEMEDEN HİÇ KORKMADAN MENFAATSIZ ÇIKARSIZ YOL ALANLARA BİNLERCE SELAM OLSUN İNŞAALLAH
🌹❤️❤️🌹
👇👇👇
CUMHURBAŞKANI YARDIMCIMIZ
Sn: _cevdetyilmaz
KKTC Başbakanı Sayın Ünal Üstel ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleştirdiğimiz verimli görüşmede, ikili ilişkilerimizi, bölgesel gelişmeleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kalkınması ve Kıbrıs Türkü kardeşlerimizin refahı için devam eden projeleri ele aldık.
2024 İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması çerçevesinde hayata geçirilen projelerden, geçtiğimiz ay açılışı yapılan 24 Aralık 1963 Girne Asker Hastanesi gibi, Kıbrıs Türkü’nün yaşam standartlarını yükselten yatırımlara kadar birçok konuyu değerlendirdik. Dijital dönüşüm, enerji arz güvenliği ve altyapı projeleri de öncelikli gündemlerimiz arasında yer aldı.
Milli davamız olan Kıbrıs meselesinde, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ın iki devletli çözüm vizyonunu kuvvetle destekliyor, uluslararası toplumu KKTC’yi tanımaya çağırıyoruz. Kıbrıs Türkü kardeşlerimizin haklarını savunmaya, KKTC’nin gelişerek güçlenmesi için birlikte çalışmaya devam edeceğiz.
Sayın Üstel'e ziyaretleri için teşekkür ediyor, bu vesileyle Kıbrıs Türkü kardeşlerime sevgi ve muhabbetlerimi iletiyorum.
#huseyinmeric01
#sonnefesekadarakparti
#sonnefesekadarerdoğan
#malatyaakpartiteşkilatı
Tumblr media Tumblr media
0 notes
umuttherzamanvar · 1 month ago
Text
Tumblr media
İLAHÎ AŞK (İBN ARABİ)
SEVGİNİN TEMELLERİ
Ey Görünmeyen Varlık!
Kim bu makama yükselirse Kendini Naîm cennetlerinde görür tıpkı bir can gibi
Ey olağanüstü Varlık!
Zatının Güzelligi'ne yürekleri uçuran Varlık Uçuş sırasında yürekleri de fani kılmaktasın.
Allah seni üstün kılsın!
Bil ki, sevgi (hubh).ilähi bir makamdır.
Allah kendini onunla vasfetti. Kendini Vedad diye adlandırdı. Hz. Peygamber'in hadislerinde de Allah, Muhibb-Seven, diye nitelendirildi.
Allah Tevratta Musa'ya sevgiyle şöyle vahyetti:
"Ey Ademoğlu, sana verdiğim hakla Ben seni seviyorum. Öyleyse, senin üzerindeki hakkımla da sen Ben'i
sev".
Kur'an'da ve Sünnet'de hem Allah hakkında hem de yaratıklar hakkında ki sevgi (muhabbet) zikredilmektedir.
Allah, Kur'an'da, sevenlerin durumlarını sıfatlarıyla bildirmiştir.
Kendisinin sevmediği sıfatları da zikretmiştir.
Sevmediği sıfatların kimlere ait olduğunu da belirtmiştir.
Yüce Allah ARABİKur'an'da Peygamberimize, şu ayeti bize söylemesini emrederek, şöyle buyurmuştur:
"31﴿ De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.." (Âl-i İmrân Suresi).
Gene buyurmuştur ki:
"54﴿ Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, k��firlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.." (Mâide suresi).
Allah sevdiği kimse- ler hakkında da şöyle buyurmaktadır. "Allah tövbe edenleri sever, temizle- nenleri sever." (Bakara suresi 222; 9/108).
"Hiç kuşkusuz Allah kendisine tevekkül edenleri sever." (Kur'an, 3/159).
"Allah sabredenleri sever." (Kur'an, 3/146).
"Allah şükredenleri sever, Allah tasadduk edenleri sever, Allah muhsinleri, yani iyilik ve güzellik yapanları sever." (Kur'an, 2/195).
"Allah Kendi yolunda, kurşunla kaynatılmış sağlam binalar gibi saj bağlayarak çarpışanları sever." (Kur'an, 61/4).
Allah beğenmediği bazı sıfatlarından dolayı bir toplumu sevmeyi bırakırsa, bununla, o toplumun değişmesini, ancak ve de zorunlu olarak karşıtıyla devam etmesini ister.
Bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Allah bozguncuları, fesatçıları sevmez." (Kur'an, 5/64; 28/77) Allah bozgunculuğu sevmez. Bozgunculuğun karşıtı iyilik, sulh ve barıştır.
Bozgunculuğu bırakmak demek, bizzat sülha ulaşmak demektir.
Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Hiç kuşhusuz Allah gururlanıp şımaranları sevmez." (Kur'an, 28/76), "Çünkü Allah kendini beğenip övünen kimseyi sevmez." (Kur'an, 31/18),
SAYFA -24-
"Allah zulmedenleri, zalimleri sevmez." (Kur'an, 42/40),
"Allah müsrifleri, israf edenleri sevmez." (Kur'an, 6/41),
"Allah kafirleri sevmez." (Kur'an, 30/45),
"Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez." (Kur'an, 4/148), "Allah haksız yere saldıranları sevmez." (Kur'an, 2/190).
Sonra Allah, bazısını süslü ve güzel göstererek, bazısına da mutlak değerler vererek, bize eşyayı sevdirdi.
Bize büyük ilgi gösteren Allah Teală şöyle buyuruyor: "...
Fakat Alah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalblerinizde süsledi ve size hafra, fiskı ve isyanı çirkin gösterdi." (Kur'an, 49/7).
Aynı anlamda gene şöyle buyuruyor:
"Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, otlağa salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük insanlara süslü, cazip ve güzel gösterildi.
Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir.
Asıl varılacak yer, Allah'ın yanındadır." (Kur'an, 3/14).
Karı koca hakkında da şöyle buyuruyor:
"O'nun ayetlerinden biri de, kendileriyle haynaşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır." (Kur'an, 30/21).
Allah bize, Allah'ın düşmanlarına sevgi beslememizi yasak etmiştir.
Şöyle demiştir bu konuda:
"Ey inananlar!
Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin.
Onlar, size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Resul'a ve sizi, yurdunuzdan sürüp çıkardıkları halde, siz onlara sevgi besliyorsunuz." (Kur'an, 60/1).
Kur'an'da sevgi daha pek çok yerde geçmektedir.
Ayrıca, sevgi Peygamberimizin sözlerinde de çokça geçmektedir.
Kudsi bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Ben bir gizli hazineydim, bilinmiyordum.
Bilinmeyi sevdim, istedim ve yaratıkları yarattım.
Onlara kendimi bildirdim.
Onlar da Beni tanıdılar".
Bu demektir ki, Allah bizi bizim için değil, sadece Kendi için yaratmıştır.
Bu nedenle, cezayı amellerle yan yana koydu, onu amellere bağladı.
Amellerimiz kendimiz içindir, O'nun için değil.
Ibadetimiz ise O'nun içindir, kendimiz için değil. Dolayısıyla ibadet amelin aynısı değildir.
Yaratıklardaki zahiri ameller O'nun yaratmasıdır, çünkü o ameli yapan O'dur.
O amellerin güzelliği, o ameller kul tarafından yapılmış olmasına rağmen, edeben ve nezaketen O'na mal edilir.
Her şey Allah'tandır, çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: "Nefse ve onu şekillendirene, ona kötülüğü ve iyiliği ilham edene and olsun." (Kur'an, 91/7-8),
"Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır." (Kur'an, 37/96).
Ve gene şöyle buyurmaktadır: "Rabbiniz Allah, işte böyledir. O'ndan başka Tanrı yoktur.
O herşeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O'na ibadet ediniz..." (Kur'an, 6/102).
SAYFA -25- İLÂHÎ AŞK
Demek ki kulların amelleri bu ayetlerin çerçevesine girmektedir.
Selat ve selam üzerine olsun, Allah'ın Resulü bir hadisinde şöyle der:
"Allah şöyle buyurdu:
Kullarımı Bana en çok yaklaştıran şey, kendilerine farz kıldığım ve sevdiğim amelleri yerine getirmeleridir.
Kulum bana, Ben kendisini sevinceye kadar nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder.
Ben onu sevince, artık onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve yürüdüğü ayağı olurum."
Işte bu tecelliden ötürüdür ki bu "ittihat"la" konuşan Allah şöyle buyuruyor:
"Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı." (Kur'an, 8/17),
"Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır." (Kur'an, 37/96).
Gene Peygamberimizin bir hadisinde şöyle denilmektedir.
"Yüce Allah, önce fitne çıkarmış fakat sonra pişman olup tövbe etmiş kimseleri sever."
"Birbirini Allah için, Allah'ta sevenlere, Benim sevgim, muhabbetim vacip olur.".
"Nimetlerinden size bağışta bulunduğu için Allah'ı seviniz",
"Allah güzeldir, güzelliği sever".
Allah hamd edilmeyi sever. Peygamberimiz gene şöyle buyurmaktadır:
"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi:
Kadın,
güzel koku
ve gözümün nuru namaz".
Gerçekten bu konudaki hadisler pek çoktur.
Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makämdır.
Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır;
Biz sevgiden sudur ettik
Sevgi üzerine yaratıldık
Sevgiye doğru yöneldik
Sevgiye verdik gönlümüzü
#İLÂHÎ #AŞK
#SEVGİNİN #TEMELLERİ
#İBN #ARABİ
1 note · View note
evrenaykoc · 1 month ago
Link
0 notes
doriangray1789 · 11 months ago
Text
BELİRSİZLİK ve KORKUNUN YENİ DÜZENİN OLUŞMASINA KATKISI
Bir aşı'nın, ilaç'ın, fikir'in, sistem'in, düşünce'nin, ütopya'nın hata payının düşmesi için, daha kaliteli bir model ortaya koyabilmesi için, kusursuzluk emaresi göstermesi için ne gerekir?
O aşı'nın, ilaç'ın, fikir'in, sistem'in, düşünce'nin, ütopya'nın kendini sürekli olarak geliştiren, dönüştüren bir karşıtının olması gerekir!
Düalizm ile Materyalizm gibi. Realizm ile İdealizm gibi. Görünmez bir düşman ile Karşıtlık gibi buradaki sentez konsolidasyonda birleşiyor..
Korkunun düzeni uzun bir süredir sadece ülkemizde yaşanmıyor siyasetin şekillendiği zamandan bu yana insanlığın üzerinde davranış belirleme daha doğrusu davranış yönlendirmede kullanılmıştır...
İslam'da ki tasavvuflaşma dönemlerini inceleyin lütfen. İki ekol vardır.
1-) Rabia Tül Adeviyye.
Sevgi temelli bir Allah inancının en güçlü temsilcilerindendir.
2-) Hasan-ı Basri.
Korku temelli bir Allah ve pratik anlayışının sembol isimlerindendir. Mevcutta ki tarikatlara, cemaatlere, din'i yapılara, hocalara, bu yapıların liderlerine dikkatlice bakın.
Bir tanesi olsun sevgi temelli bir ekolden nasiplenmiş iki kelam ediyor mu? Günah, yasak, mekruh, cehennem, yanarsın, kanarsın, pişersin..
Öyle cehennem tasvirleri, öylesine ızdırap anlatımları var ki insanın o metinleri okuduktan sonra normal hayata dönmekte sıkıntı yaşamaması büyük başarı.
pandemiye bakın - Virüs.
Yine görünmez, belirsiz, açıklaması güç, kargaşa içinde anlatımları olan sinsi bir düşman.
Ne kadar tanıdık bir formül.
Ne kadar aynı başarılı sonuçları veren stratejik bir atak.
bu stratejik ataklar yaşamımızın her alanına girmiş ve davranışlarımızı şekillendiriyor karşıt tepki ...? İsmet Özel'in bir sözüdür;
'' Medya gücü yoktur. Gücün medyası vardır! ''
Korku, kortuna yarar! Korku, korkutma gücünü elinde tutana güç getirir! Peki bu psikolojik hipnoz'un üstesinden nasıl geleceğiz..? bir araba sahibisiniz,hadi lüks bir araba olsun, tek benzinci var ve o benzinci size diyor ki: -ben şu arabayi seviyorum eğer o arabaya binmezsen sana benzin vermeyeceğim...karşıt tepkiniz ne olur ? OY YOKSA GAZ YOK Çocukluğunuzdan bu yana size öğretilen "doğruları" hiç sorguladınız mı? Kendinize dair sorgulamalar yapabiliyor musunuz? "Değişim, kafana sokulan ''ilk doğruya'' başlattığın suikastle yakalayabileceğin bir süreçtir" diyor yazar. Siyasi tercihlerini belirleyen itki, kendi zihinsel faaliyetleri mi? Yoksa mensubu olduğu kitlenin salık verdiği yönelim mi? yoksa korkunun yönlendirmesi mi? BAKINIZ YADIRGASANIZ DA OY YOKSA GAZ YOK sözü bizim toplumu yönlendirebilir... İmamoğlu da "merkezi hükümet projelerimizi engelliyor" sözüyle korkunun düzeninin gücünü bilinç altına sokuyor Buraya kadar kendinize dair hiçbir doğrunuzun olmaması, hiçbir şeyden şüphe duymayacak kadar emin bir duruş sergilemenize mani olmayacaktır! Değişim, kafana sokulan ''ilk doğruya'' başlattığın suikastle yakalayabileceğin bir süreçtir. Kolay değildir. Hiç kolay değildir. DEMEDİ DEMEYİN...
2 notes · View notes
halimecan · 1 month ago
Text
Her Çocuk Bir Dünya
"Her çocuk anlaşılmaya, saygı duyulmaya, övülmeye ve hayatın eşsiz bir hediyesi olarak koşulsuz kabul edilmeye ihtiyaç duyan bir bireydir," demiştir Maria Montessori. Bu söz, çocukların dünyasına dair belki de en özlü ve anlamlı açıklamayı yapar. Montessori'nin bu derin anlayışı, Dünya Çocuk Hakları Günü'ne ışık tutar niteliktedir. Çocuklar, sadece geleceğin umutları değil, aynı zamanda bugünün değerli bireyleridir. Her birinin ruhu, benliği, hayalleri ve hakları vardır.
Bugün, dünya çapında çocuk haklarına dair farkındalık oluşturmanın, seslerini duymanın ve haklarını savunmanın tam zamanıdır. Çünkü her çocuk, hem fiziksel hem duygusal açıdan büyümek, gelişmek ve dünyayı keşfetmek için sevgiye, saygıya ve doğru eğitime ihtiyaç duyar. Montessori'nin öğretilerinde vurguladığı gibi, çocuklar sadece yetişkinlerin yönlendirdiği birer nesne değil, kendi benlikleri olan, öğrenmeye ve gelişmeye istekli bireylerdir. Onlara saygı duymak, onların duygusal ve zihinsel gelişimlerini teşvik eder; onları yalnızca akademik başarıya değil, kişisel ve sosyal gelişime de yönlendirir.
Dünya Çocuk Hakları Günü, her çocuğun hak ettiği koşullarda büyümesi, güvenli ve sevgi dolu bir ortamda gelişmesi için bize bir fırsat sunar. Çocuklar, sadece eğitimle değil, aynı zamanda duygusal destekle, sevgiyle ve hoşgörüyle beslenmelidir. Onlara verdiğimiz değer, toplumu şekillendirecek olan geleceği kurar. Çünkü bir toplumun gerçek refahı, çocuklarının sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Ancak, bu sadece bir gün değil, her gün hatırlamamız gereken bir sorumluluktur. Çocuk hakları, her bireyin temel haklarıdır. Bir çocuğun güvenden yoksun büyümesi, tüm toplumun geleceğini tehdit eder. Eğitim hakkı, sağlık hakkı, güvenli bir yaşam hakkı; bunlar her çocuğun doğuştan sahip olduğu haklardır ve biz yetişkinler olarak bu hakları savunmakla yükümlüyüz.
Montessori, çocukların doğal bir öğrenme ve keşfetme sürecinde olduğunu söyler. Onlara doğru koşulları sağladığımızda, içlerindeki potansiyel her geçen gün daha fazla ortaya çıkar. Bu potansiyeli açığa çıkarmak için, onlara sadece eğitim değil, sevgi ve saygı ile yaklaşmak gerekir. Onları dinlemek, anlamak, bireysel farklılıklarını kabul etmek ve her birinin kendine özgü ihtiyaçlarını karşılamak, bir toplumun gerçek ilerlemesinin temellerini atar.
Dünya Çocuk Hakları Günü, her çocuğun eşit haklara sahip olduğunu hatırlatmalı, çocukların her birinin kendine değerli, sevilen ve saygı duyulan bir birey olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulamalıdır. Çünkü her çocuk, hayatın en büyük hediyesidir. Onlara verebileceğimiz en büyük armağan ise, onlara gerçek anlamda hak ettikleri değeri gösterdiğimiz bir dünya yaratmaktır. Montessori'nin de dediği gibi, "Çocuklar, sevgi ve saygı içinde büyüdükçe, dünya da daha iyi bir yer olur."
Bu özel günde, çocukların sadece temel ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, onları anlamaya, desteklemeye ve onlara hayatın eşsiz güzelliklerini keşfetmeleri için fırsatlar sunmaya daha fazla özen gösterelim. Her çocuğa daha aydınlık bir gelecek sunmak, hepimizin sorumluluğudur.
1 note · View note
pazaryerigundem · 2 months ago
Text
Mardin'de 'En İyi Narkotik Polisi: Anne' projesi
https://pazaryerigundem.com/haber/191043/mardinde-en-iyi-narkotik-polisi-anne-projesi/
Mardin'de 'En İyi Narkotik Polisi: Anne' projesi
Mardin Valisi Tuncay Akkoyun, İçişleri Bakanlığı himayelerinde yürütülen “En İyi Narkotik Polisi: Anne” projesi kapsamında Mardin’de düzenlenen uyuşturucuyla mücadelede annelere yönelik farkındalık ve bilinçlendirme çalışmaları programına katıldı.
Şehmus EDİS (MARDİN İGFA) Mardin İl Sağlık Müdürlüğü’nde düzenlenen program saygı duruşunda bulunma ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerinin sunumlarından sonra konuşan Mardin Valisi Akkoyun, medeniyetimizin ve kültürümüzün yegâne temeli olan aile sadece bir sosyal yapı değil aynı zamanda insani değerlerimizin, ahlakımızın, kültürümüzün ve köklü geçmişimizin en önemli taşıyıcısı ve temeli olduğunu belirtti.
Aile bağlarının gençlerimizin hayata tutunmalarında ve sağlıklı bir birey olmalarında kritik bir etken olduğunu kaydeden Vali Akkoyun, bu bağ ne kadar güçlü olursa çocukların da uyuşturucunun tuzağına düşmesinin o kadar zorlaşacağını ifade etti. Vali Akkoyun konuşmasında; “Aileler aynı zamanda sevgiyle, şefkatle ve anlayışla büyüyen bireylerin ruhen, bedenen ve ahlaken sağlıklı bir şekilde gelişmelerine katkı sağlarken annelerimiz de çocuklarına verdiği değer, gösterdiği sevgi ve sunduğu güven ile çocuğun doğruyu yanlıştan ayırmasına kötü alışkanlıklardan uzak durmasına kadar birçok konuda çocuklarına rehberlik eder. Annenin şefkatli kolları evlatlarımız için en güçlü sığınaktır. Çocuklarımızı bu karanlık bağımlılık girdabından uzak tutmanın ilk yolu da evlatlarımıza sevgiyle ve güvenle yaklaşmaktır” ifadelerini kullandı.
“MADDE BAĞIMLILIĞI YALNIZCA BİREYİ DEĞİL, AİLELERİ VE TOPLUMU DA HEDEF ALAN BİR TEHLİKEDİR”
Konuşmasında, çağın en büyük tehditlerinden biri olan madde bağımlılığının gençleri hayattan kopararak onları karanlık bir dünyaya sürükleyebildiğini vurgulayan Vali Akkoyun, madde bağımlılığı yalnızca bireyleri değil, aileleri ve toplumu da hedef alan bir tehlike olduğunu söyledi. Vali Akkoyun konuşmasını şöyle sürdürdü; “Çünkü uyuşturucu kullanımı, bireylerin yalnızca fiziksel sağlığını değil aile yapısını da derinden etkileyen bir durumdur. Bir bireyin madde bağımlılığı aile içindeki güven, sevgi ve iletişimi zedeler.  Her bir annemiz toplumda “En İyi Narkotik Polisi; Anne” olma sorumluluğunu taşıyor. Çocuklarımızın yanında olan onlarla güçlü bir bağ kuran, iletişim kapılarını her zaman açık tutan anneler çocuklarını yalnız bırakmayarak onları bu tehlikelerden koruyabilir. Önemli olan çocuklarımızla sağlıklı bir iletişim kurarak onların arkadaş çevrelerini tanıyarak ilgi ve meraklarına kulak vererek onların iç dünyasında olan biteni fark edebilmektir. Madde bağımlılığına karşı en güçlü silah farkındalık ve eğitimdir. Öncelikle kendimizi eğitmeliyiz ki çocuklarımızı eğitebilelim. Uyuşturucu bağımlılığı konusundaki bilgi eksikliklerimizi gidererek çocuklarımıza bu konunun ciddiyetini anlatabilir onları bilinçlendirebiliriz. Çünkü her bir anne, çocuğuna rehber olduğunda aslında topluma da rehber olmaktadır.”
“UYUMA APLİKASYONU İLE TEKNOLOJİNİN GÜCÜNÜNÜ KULLANARAK MÜCADELE EDİYORUZ”
Mardin Valisi Tuncay Akkoyun, uyuşturucu ve madde bağımlılığıyla mücadelede teknolojiyi de kullandıklarını belirterek UYUMA Aplikasyonu hakkında bilgi verdi. Vali Akkoyun şöyle konuştu; “Teknolojiyi de bu amaca uygun şekilde kullanarak, uyuşturucuyla mücadelenin daha etkili olmasını hedefliyoruz. Bu hususta devletimizin hayata geçirdiği Uyuşturucuyla Mücadele Aplikasyonu olan UYUMA uygulaması vatandaşlarımızın duyarlılığını artırmak ve toplumsal bir bilinç oluşturmak adına çok kıymetlidir. UYUMA uygulaması, teknolojinin gücünü en iyi şekilde kullanarak, uyuşturucu ile mücadelede herkesin rol alabileceği bir platform sunuyor. UYUMA ile teknolojiyi toplumsal bir sorumluluk bilinciyle birleştirerek ailemizi ve çevremizi bu büyük tehlikeden koruma yolunda güçlü bir adım atıyoruz.  Hepimiz biliyoruz ki uyuşturucu bağımlılığı ile mücadele kolluk kuvvetlerimizin, sağlıkçılarımızın, Yeşilay’ımızın ve ilgili STK’ların gayretlerinin yanında topyekûn bir gayret gerektirmektedir.” Programa ayrıca; İl Jandarma Komutanı Tu��general Tahsin Saruhan, Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özcoşar, Vali Yardımcısı Mehmet Naim Akgül, İl Emniyet Müdürü Cebrail Buğday, Artuklu Kaymakamı Muhammet Öztabak, İl Sağlık Müdürü Uzm. Dr. Saffet Yavuz, Kamu Kurum ve Kuruluşları Amirleri, Sivil Toplum Kuruluşları Yöneticileri ve Anneler katıldı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
gundemarsivi · 4 months ago
Text
Tumblr media
Dünya Barış Günü’nde Coğrafya ve Çevreye Dost Bir Barış Kültürünün Geliştirilmesi Olanaklı mıdır?
✍🏻 Prof. Dr. Murat Türkeş
https://www.gundemarsivi.com/dunya-baris-gununde-cografya-ve-cevreye-dost-bir-baris-kulturunun-gelistirilmesi-olanakli-midir/
Birleşmiş Milletler’in (BM) 2024 Uluslararası Barış Günü temasının, “Barış Kültürünü Geliştirmek” olarak belirlendiğini görüyoruz. Bana göre, hükümetleri, uluslararası toplumu ve sivil toplumu, açlık, yoksulluk, sömürü, zorunlu insan hareketleri, çevresel ve iklimsel göçler, ırkçılık ve ırk ayrımcılığının olmadığı bir Dünya için çalışmaya çağıran bir konu bu ve bu açıdan bakıldığında doğrudan barışla ilgili. Sevgi, anlayış, dayanışma ve empatinin şüphe ve nefreti yendiği bir Dünya’ya, gerçekten gurur duyabileceğimiz bir Dünya’ya dair! Neden? Eğer bu sorunlar varsa ve üstesinden gelinemiyorsa, ne küresel, bölgesel, ülkesel ve toplumsal barıştan ne de barış kültürünün geliştirilmesinden söz edebiliriz.
Bu makale, Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliğin 1 Eylül 2022 günü gerçekleştirdiği 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliğinde yapmış olduğum “Barış ve Doğa” konulu konuşmanın güncelleştirilmiş bir şekli. O gün yaptığım konuşma, genel olarak bu makalenin çerçevesindeydi ve Dünya Barış Gününde “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” idi. Bu makalenin amacı da ‘Barış Kültürünü Geliştirmek’ ana temasının bilimsel, politik, etik ve uluslararası iklim ve çevre diplomasisi ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında kısa bir eleştirel bireşimini yapmak ve bazı genel çözüm önerilerinde bulunmak şeklinde özetlenebilir.
Doğa Bizim Yaşam Destek Sistemimizdir
Öncelikle şu gerçekleri hemen vurgulamak istiyorum: Son yıllara değin bilim daha önce hiç bu kadar net ve uyarıcı olmadığı gibi, farkındalık da hiç bu kadar büyük olmadı. Çok yönlü, çok sektörlü, çok paydaşlı, katılımcı ve güçlü bir küresel, bölgesel ve ülkesel kararlı bir eylem zamanı çoktan geldi, hatta doğayla barışa ilişkin pek çok alanda ve konuda (örneğin, iklim sisteminin, hassas ekosistemlerin, okyanusların ve biyoçeşitliliğin korunması, vb.) harekete geçilmesinde çok geç kalındı.
Doğa yaşam destek sistemimizdir. Soluduğumuz temiz havadan içtiğimiz temiz suya kadar doğa, hayatta kalmamız ve refahımız (gönenç) için güvendiğimiz temelleri sağlar. Geçim kaynaklarımız ve ekonomik etkinliklerimizin çoğu aynı zamanda ‘doğal Dünya’ya’ da bağlı olduğu için gönencimizin anahtarını da elinde tutuyor. Evet her şey para değil, ekonomik büyüme ve kalkınma değil, ama bunu söylemek zorundayız: Doğa’nın yılda yaklaşık 125 trilyon ABD doları değerinde olduğu kestirilen insanlığa yönelik muazzam katkısı, ancak zengin bir vahşi yaşam çeşitliliğini sürdürürsek ve doğayla barışık sürdürülebilir bir yaşamla olanaklı olabilir.
Barış için “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” ne anlama geliyor? Bunun için “Ne Yapmalı?”
İnsanlık doğaya savaş açıyor. Bu anlamsız ve intihara eğilimli bir yol! Barış’ın hiçbir biçemiyle ilgisi, anlaşılır bir yanı yok. Doğanın aleyhine yönelik pervasızlığımızın sonuçları, insan toplumlarının, özellikle yoksulların ve emekçi sınıfların ıstırabında, artan ekonomik kayıplarda ve Dünya’daki yaşamın hızlanan bozulmasında ya da kaybında zaten belirgindir.
Doğayla savaşımızı sona erdirmek, insanın zor kazanılmış ilerleme ve gelişmesinden vazgeçmek anlamına gelmez. Daha yoksul ülkelerin, toplumların ve insanların daha iyi yaşam standartlarının keyfini çıkarma konusundaki haklı isteklerini de ortadan kaldırmaz. Aksine, doğayla barışmak, sağlığını güvence altına almak ve sağladığı kritik ve gerçek değeri tam bilinmeyen yarar ve katkılar üzerine kurmak, herkes için barış içinde gönençli ve sürdürülebilir bir geleceğin anahtarıdır.
COVID-19 pandemisinin yol açtığı küresel krizin ve yaşanan büyük acıların ortasında, doğa riskleriyle olan ilişkimizi acilen dönüştürme gereksinimi hala gözden kaçırılıyor. Genel olarak değerli hayatları ve geçim kaynaklarını korumak ve kurtarmak en büyük önceliğimiz olmuştur. Ancak pandemi, insanlığın savunmasızlığını ortaya çıkararak 2022’nin ve sonrasının daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir Yerküre’ye doğru bir dönüm noktası olmasına da yardımcı olabilir. Bu elimizde, doğayla barış ve küresel barış için…
Barış Kültürünü Oluşturma ve Direngenlik Gücü Hala Elimizde!
Binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları (örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, IPCC; Dünya Meteoroloji Örgütü, WMO ve Dünya Sağlık Örgütü, WHO’nun), iklim değişikliği ivediliğinin, biyolojik çeşitlilik krizinin ve her yıl milyonlarca insanı öldüren çevresel kirliliğin etkilerini ve tehditlerini gösteren en son bilimsel kanıtları bir araya getirerek, doğaya karşı savaşımızın Yerküre’yi hızla bozduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ama aynı zamanda bir barış planı ve doğaya karşı sürdürülen insan merkezli bu yıkıcı savaş sonrasında yeniden inşa programı sunarak, bizi daha güvenli bir yere yönlendiriyor.
Doğayı nasıl gördüğümüzü ve bakış açımızı değiştirerek, onun gerçek değerini anlayabiliriz. Bu değeri sosyal ve kamucu politikalara, planlara ve ekonomik sistemlere yansıtarak, yatırımları doğayı restore eden ve karşılığını alan etkinliklere yönlendirebiliriz. Dahası, doğayı vazgeçilmez bir müttefik olarak kabul ederek, doğaya saygılı sosyal ve kamucu sürdürülebilirliğin hizmetinde insan yaratıcılığını açığa çıkarabilir ve gezegenin yanı sıra kendi sağlığımızı ve refahımızı güvence altına alabiliriz. Küresel, bölgesel, ülkesel ve yöresel hatta yerel barışı korumak ve sürdürmek için doğayla barışmak ve yaygın bir barış kültürü oluşturmak, önümüzdeki on yılların belirleyici en önemli gündemi ve en yaşamsal görevidir.
Değişimi hızlandırmak için, COVID-19 pandemisi ve iklim değişikliği krizi ile Rusya-Ukrayna savaşının sonuçları ve bağlantılı olumsuz etkileriyle çakışan enerji ve gıda krizlerinin sunduğu ‘fırsatı’ ya da ‘çoktan almış olmamız gereken dersleri’ değerlendirmeliyiz.
Son yıllardaki hükümetlerarası ve bölgesel politik ve diplomatik ilerlemeler, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, çölleşme ve okyanuslar konuları dahil olmak üzere, birçok önemli uluslararası ve BM konferansında alınan kararlar (örneğin BMİDÇS Paris Antlaşması, Glasgow İklim Paktı vb.), daha iyi toparlanma ve iklim değişikliği krizini ele alma konusundaki kararlılığı ve eylemi artırma fırsatı sunuyor. Temel hedefimiz, bilimin ışığında, net sıfır karbon salımı için küresel bir anlayış ve değerler ortaklığı oluşturmak olmalıdır. Dünyadaki her ülke, şehir, finans kurumu, iş dünyası ve şirket tarafından benimsenirse, 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşma hedefi, iklim değişikliğinin en kötü etkilerini (kötümser iklim değişikliği senaryolarının en olumsuz sonuçlarını) yine de önleyebilir.
Gıdamızı nasıl ürettiğimiz ve suyumuzu, toprağımızı ve okyanuslarımızı nasıl yönettiğimizi içermek üzere diğer sistemleri dönüştürmek için de benzer bir ivedilik ve hırs gerekiyor. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin, yoksul toplumsal sınıfların ve emekçilerin çevresel bozulmayı ve olumsuz etkilerini gidermek için artık daha fazla desteğe ve yardıma gereksinimi var. Ancak o zaman, 2030 yılına kadar BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına, örneğin “İklim Eylemi’nin” hızlandırılması/güçlendirilmesi ve küresel düzeyde “Sıfır Açlığa” ulaşma yolunda ilerleyebiliriz.
Yine binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları, ötekilerin yanı sıra, iklim ve çevre göçlerine de yol açarak barışı bozan, barış kültürünün gelişmesine engel olarak yerel ve ülkesel milliyetçiliği şiddetlendiren, Dünya üzerindeki, doğa üzerindeki olumsuz hatta yıkıcı etkimizi dönüştürme yeteneğine sahip olduğumuzu gösteriyor. Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler ve doğa temelli çözümler tarafından yönlendirilen sosyal ve kamucu sürdürülebilir bir ekonomi, yeni iş olanakları, daha temiz altyapı ve dayanıklı bir gelecek yaratacaktır. Doğayla barışık, kapsayıcı bir Dünya, insanların daha sağlıklı yaşamalarını ve insan haklarına tam saygı gösterilmesini sağlayarak sağlıklı bir gezegende barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabilmelerinin önünü açabilir.
Başlıca Tartışma Konuları
Çevresel değişiklikler ve doğanın bozulması, şiddetli hava ve iklim olayları ve afetlerinden etkilenebilirlikleri yüksek yoksul ülkelerden gelişmiş refah ülkelerine yönelik yaygın çevre ve iklim göçleri, büyük ekonomik maliyetlere, toplumsal huzursuzluk ve kargaşaya ve her yıl milyonlarca erken ölüme neden olarak, zor kazanılan toplumsal ilerleme ve gelişme kazanımlarını baltalıyor. Dahası bu kazanımların yitirilmesi, yoksulluğu ve açlığı sona erdirme, eşitsizlikleri azaltma ve giderme, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ekonomik gelişmeyi teşvik etme, herkes için onurlu bir çalışma yaşamı ile barışçıl ve kapsayıcı bir topluma ulaşmayı hedefleyen sosyal ilerlemeyi engelliyor.
İklimsel afet ve göçe dair küresel tablonun oldukça karanlık ve karmaşık olmasının yanı sıra, dünyanın sosyal, ekonomik ve politik atmosferi de pek parlak değil. Ekonomik, siyasi ve kültürel olarak gittikçe kutuplaşan ve ayrışan bir dönemden geçiyoruz. İnsan kaynaklı (antropojen) küresel sera gazı artışından sorumlu gelişmiş büyük kapitalist ülkelerde ve dünyanın daha az gelişmiş bazı ülkelerindeki iş dünyası, büyük sermayedarlar ve sermaye gurupları, Yerküre kaynaklarının önemli bir kısmını sömürüp tüketirken, küresel ölçekte yaşanan çevre sorunlarının ve kirliliğinin de baş sorumlusudur. Ucuz emek sömürüsü ve doğanın talanı üzerine kurulan bu neoliberal politik ekonomi ve üretim biçimi, insanlığa karşı zaten çok pervasız ve acımasız olan bu azınlık gruplarını daha da zenginleştirirken, dünyanın geri kalan büyük nüfuslarını sefalete sürüklemektedir. Bu düzenin yeni biçimini temsil eden bazı Çok Uluslu Şirketler’in toplam mal varlığı, az gelişmiş ve yoksul onlarca ülkenin gelirini geride bırakmaktadır. Örneğin, Microsoft (3.1 trilyon $), Apple (2.9 trilyon $), Alphabet (2.1 trilyon $), Amazon (1.9 trilyon $) ve Oil Company (1.9 trilyon $) gibi dünya devi şirketlerin piyasa değeri, dünyadaki birçok gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkelerin toplam ekonomik hacmini geride bırakmaktadır.
Sermayenin ülke sınırları tanımayan küresel vahşi kapitalizmi (küreselleşme) ve neoliberal politika ve uygulamaları, tüm siyasi, iktisadi ve kültürel ayrımları daha da keskinleştirmiş hatta zıtlaştırmıştır. Ucuz insan emeği ve sömürü mekanizması üzerinden sürekli sermaye birikimi sağlayan bu yeni küresel sistem, insan kaynaklı iklim değişikliği ve küresel ısınmanın da başlıca sorumlularındandır. Zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artarken, siyasi ve iktisadi karar ve uygulamalar fakir ve orta sınıfların, kentsel ve kırsal emekçilerin aleyhine doğru işlemektedir. Tüm bu olumsuz gelişmelerin de katkısıyla, bugün insanlık, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş şiddette ve büyüklükte nüfus hareketleriyle karşı karşıyadır.
Günümüz gençliğinin ve gelecek nesillerin esenliği, mevcut çevresel bozulma eğilimlerinden acil ve net bir şekilde kopmasına bağlıdır. Örneğin, önümüzdeki on yıl çok önemli. Dünya toplumlarının, özellikle gelişmiş ülkelerin 2030 yılına kadar karbon dioksit (CO2) salımlarını 2010 düzeylerine kıyasla % 45 oranında azaltması ve küresel ısınmayı Paris Anlaşması’nda hedeflendiği gibi 1.5-2 °C ile sınırlamak için 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşması, aynı zamanda ekosistemleri ve biyoçeşitliliği koruyup eski haline getirmesi, kirliliği, aşırı ve lüks tüketimi ve israfı en aza indirgemesi gerekiyor
Başta iklim değişikliği gelmek üzere afetlere direngen ve uyum kapasitesi yüksek sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ilerlemeyi sağlamak için, Dünya’nın çevresel acil durumları ve insan refahı birlikte ele alınmalıdır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), Biyoçeşitlilik Sözleşmesi vb. kilit küresel çevre antlaşmaları kapsamındaki amaçların, hedeflerin, yasal yükümlülüklerin ve düzeneklerin geliştirilmesi ve bunların uygulanmasının daha sinerjik ve etkili olması için daha uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Var olan ekonomik, finansal ve üretken sistemler, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilirliğe geçişe ve ilerlemeye öncülük etmek ve güç sağlamak için dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir de. Bu kapsamda, toplumun karar verme sürecine -bilim temelli korumacı ve sürdürülebilir yaklaşımlarla yönetmek koşuluyla- doğanın zenginliğini de dahil etmesi, çevreye ve doğaya zararlı sübvansiyonları ortadan kaldırması ve sürdürülebilir bir geleceğe geçişe yatırım yapması gerekiyor.
İnsan aklının, bilgisinin, becerisinin, bilim ve teknolojisinin ve işbirliğinin, doğayı dönüştürmekten vazgeçerek, insanın doğayla ilişkisini dönüştürmek için yeniden kullanılmasının sağlanmasında herkesin oynayacağı bir rol vardır. Sosyal ve kamucu merkezi bir yönetişim, insanların kendilerini özgürce ve doğru ifade etmelerini ve daha fazla bireysel özveride bulunmak zorunda kalmadan çevreye karşı bilinçli ve sorumlu bir şekilde harekete geçmelerini sağlamanın anahtarıdır.
Kısaca; mevcut vahşi kapitalist, küreselleşmeci neoliberal kalkınma anlayışı ve deseni, insanın doğayla barışını ve genel olarak barış kültürünün gelişimini ve toplumsal ilerlemeyi zayıflatarak, Dünya’nın insan refahını sürdürmek için sınırlı, ancak insan ve etkinlikleri olmasa uzun sürelerde dengede olan kapasitesini daha da azaltıyor
2024 Yılında Beslenme ve Barınma İnsanın En Önemli Sorunu
İnsan refahı, kritik olarak Dünya’nın doğal sistemlerine bağlıdır. Bugüne değin ekonomik, sosyal ve teknolojik ilerlemeler, Dünya’nın mevcut ve gelecekteki insan gönencini sürdürme kapasitesi pahasına gerçekleşti. İnsan gönenci, Dünya’daki tüm yaşam için mevcut olan sınırlı alan, kaynak ve doğal varlıkların akıllıca kullanılması ya da yönetilmesinin yanı sıra yaşamı destekleyen süreçlerin restorasyonuna ve insan atıklarını emme yani giderme kapasitesine dayanır. Ancak, insan gönenci ile gelişmesi beklenen barış ve barışın kültürü, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla geriliyor. Bu nedenle çevresel bozulmanın yükü en ağır şekilde emekçiler, yoksullar ve etkilenebilirliği yüksek insanlar ve toplumsal kesimler üstünde ve bugünün gençleri ile gelecek nesiller için daha ağır etkiler yaratıyor.
Öte yandan, biliyoruz ki Dünya genelinde insanlar önceki nesillere göre daha uzun yaşıyor, daha eğitimli ve ortalama olarak daha fazla fırsata sahip. Ancak hem ülkeler arasında hem de ülkeler içinde zengin ve fakir arasındaki servet farkı, sınıflar arası uçurum ya da çelişkiler giderek büyüyor. Bir başka gerçek, ekonomik büyüme, toplumsal ilerleme ve yoksulluğun azaltılmasının, COVID-19 pandemisinden önce gelişmekte olan dünyada gerçekleşen düzeye hemen ulaşamayacak olmasıdır.
Buraya kadar kısaca tartıştığımız pek çok olumsuzluğun doğal bir sonucu olarak, Milattan Sonra 2024 yılında, diğerlerinin yanı sıra, “herkes için yeterli ve temiz su ve gıdaya erişim, sağlık ve barınma hakkı” ya da kısaca “beslenme” ve “barınma” insanın en büyük sorunu. Böyle bir dünyada barışın kurulması ve barış kültürünün geliştirilmesi ve/ya da sanatın öne çıkması ve geliştirilmesi, toplumsal ilerlemenin sağlanması hiç kolay olmayacaktır. Hepimizin temiz ve yeterli suya ve gıdaya ulaşması ve yemek yemesi gerekiyor. Ancak gıdayı üretme ve tüketme alışkanlık ve tarzımız, birçoğu hala açken gezegene baş etmesi olanaksız bir yük bindiriyor. Dahası Dünya nüfusunun bugün 7 milyardan 2050 yılına kadar 9 milyarın üzerine çıkmasıyla birlikte, gıda sistemimizin acilen değişmesi gerektiği çok açık.
Çok emin değilim ama, belki bu yazının sonundaki olası iyi haber şu olabilir: İnsan toplumlarını doğaya karşı değil, doğayla birlikte, doğaya uygun ve uyumlu şekilde sürdürebilmek için bazı önemli fırsatlardan da söz edebiliriz. İşleri (sosyal ve ekonomik ilerlemeyi, tarımı, toprak, su ve orman yönetimini, tüketim ve üretimi, gıda güvenliğini, şehirleşmeyi, vb.) farklı bir şekilde yaparsak, örneğin ormanların tarlalara dönüşmesini durdurabilir, bozulan coğrafyayı ve ekosistemleri onarabilir, nehirlerin kendi ilksel coğrafi yataklarında ve taşkın ovalarında ya da vadilerinde özgürce akmasını sağlayabilir, toprak verimliliğini eski haline getirebilir ve Dünya’daki biyoçeşitlilik kaybını tersine çevirebiliriz. Bunlarla bağlantılı olarak, şimdi ve gelecekte her insan için yeterli ve temiz su ve besleyici gıdanın bulunmasını sağlayabiliriz.
Gerçekteyse, yüksek ve orta gelirli ülkelerde ve toplumsal sınıflarda görülen ekonomik ilerlemenin çok azı en az gelişmiş ülkelere, yoksul toplumlara ve emekçi sınıflara yarar sağlamıştır. Yaklaşık 1.3 milyar insan yoksul ve yaklaşık 700 milyon insan aç durumda ve pandeminin ekonomik etkisi nedeniyle, her iki gösterge hala artıyor. Çevresel bozulma ve insanın doğayla barışının gecikmesi, dahası var olan savaşlar ve gerginlikler, zengin ve fakir herkesi etkiliyor ve ilgilendiriyor. Bununla birlikte, bu yük, kadınların günlük yaşamın tüm ayrıntısında (evden, çocuk ve hayvanların bakımı ve tarlaya ve su teminine kadar her türlü iş ve uğraşıda) genellikle aşırı temsil edildiği yoksul ve kırsal toplumlarda, düşük gelirli emekçi sınıflar ve afetlerden (örneğin, depremler, seller, su baskınları, fırtınalar, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları vb.) etkilenebilirlikleri görece ya da mutlak olarak daha yüksek olan toplumlarda daha görünür olmakta ve ağır basmaktadır.
Prof. Dr. Murat Türkeş
0 notes
aynodndr · 11 months ago
Text
Tumblr media
Sevgililer günü için benimde nacizane bir kaç diyeceğim var...
Öncelikle kapitalizmin kurbanı olan bu gün
Ki bence sevginin günü olmaz yani öyle bir gün YOK...
Sevgi var koşulsuz şartsız içten gelir
Sevgi var yalnız sevgililer gününde akla gelir...
Önce sevginin sevgilinin tanımını bilmek gerekir ,
Bilinmeyen bir şeyin kutlaması ironi gelmiştir hep bana. ..
Bu arada sevgi deyince akla kadın erkek tek gelmesin ,
İnsana sevgi yaradana duyulan sevgi hayvana sevgi eşe dosta sevgi ota eşyaya sevgi ...
Sevginin açılımı çok geniş ve evrensel...
Sevgi kutsal olan merhamet ve şefkat duyguları olan canlıların hissedip hissettirecegi bir duygudur...
Sevgi duyduğun her şeyin sorumluluğu vardır ,
Sorumluluğunu duymadığınız hiç bir şeyin sevgisi özde değil sözdedir ...
Kendini bile sevmeyen insanlarında bulunduğu bir toplumu göz önünde bulunduracak olursak ,
Kutlanacak bir gün göremiyorum ortada..
Gelelim kadın erkek sevgisine ,
İnsan olmayı beceremeyenler seviyorum dediği insanın hayatını maf edenlerde sevgiden bahsediyor ,
İlk okula giden çocukta kendince sevgilisine hediye bakıyor. .
Sevginin kendi bir hediye kıymet bilene ,
Kadın olmuş erkek olmuş bir farkı yok..
Sevgisi gerçek olanların da böyle saçma bir günü abidik gubidik ama ucuz ama pahalı hediyelerle kutlamayada ihtiyacı yok...
Sevgiyi hak eden insanlarda
Sevgiden anlamayanlar da bu günü kutluyor ..
Sevgi gibi anlamı çok büyük bir kelimenin
Ucuzlatılarak anılması ne kadar acaba anlamlı ?
Özünüz sözünüz bir olsun sevginiz gerçek olsun karşınızdaki bunu hissetsin
O yeter ...
Emin olun başka bir şey istemez ...
Çünkü sevgilinin yüreği mertse işte en büyük hediye ,
Yüreği namertse dünyayı o bir gün için serse nafile...❤️❤️
~
AHRÂZ SNR
6 notes · View notes