Üçüncü ya da dördüncü sınıftayım. Yemekhanedeyiz, o zaman kahvaltı tarzı bir şey veriliyor sanki okulda? Masada bir sürahinin içinde süt var, bardaklara pay ediliyor. Bardağı elime alıyorum, soğuk. İçmek için dudaklarıma götürüyorum zorla; tuhaf, soğuk, ürpertici bir kokusu var.
İşte bilmem kaç sene sonra, az önce bir anda o bardağın, o sütün, o yemekhanenin kokusunu hissettim birkaç saniyeliğine. Geldi ve geçti, sanki bi portal açıldı, unuttuğumu bile unuttuğum kısacık bir an ve her zerresiyle hissettiğim o koku zihnimde parladı sanki.
Hani o anıyı ortaya çıkacak bir şey de yapmıyordum. Privacy & Data Protection kaydı dinleyip notları düzenliyordum sadece. Ama hava çok soğuk ve hala yazlık ev kıyafetleriyleyim ve bi an bir ürperti geçti içimden, o soğuk bardağı tutarkenki ürperti mi?
İnsan zihni ne kadar tuhaf bi şey, bazen o tuhaf muhteşemliği ve bilinmezliği düşünürken aklımı yitirecek gibi hissediyorum.
"Şeytanın projeleri de en az on bin seneliktir. Biz ona 'Yahudi, Siyonizm' diye isim koyma ya çalışıyoruz, aldanıyoruz. İki sene içinde bir sistem bütün gençlerin arasında takılıp kalıyor. Sigara yüz senede insanlığın ekmeğinden daha hızlı yayıldı. Bir futbol çıkıyor, bilmem ne çıkıyor, insanlar hayatlarından daha fazla değer veriyorlar ona. Bu kadar nasıl seviliyor? İnsanı kucağında büyüdüğü annesini unutuyor. Filanca şeyi öldürsen, hapse atsan da unutmuyor. Bir uyuşturucu hastalığı çıkıyor: devlet bir sene de değil seksen senede matematik öğretemedi kimseye, sekiz günde bütün şehri istila ediyor. 'Birden çıktı' diyoruz. yanılgı burada başlıyor. Şeytan filanca uyuşturucu için kim bilir kaç bin yıl önce plan proje yapmıştı. 'Laboratuvarları' hazır değildi, o laboratuvarlar için eleman yetiştirdi."
Artık dayanamıyorum sevgilim. Sana veda etmeden ayrılmak zorluyor beni. Keşke geçmişe dönüp sana son kez sarılsam,son kez içime çeksem o güzel ve eşi benzeri olmayan kokunu. Ne kadar yakın gibi görünsek de bana dünyanın diğer ucundaki bir insan kadar uzaklaştın, uzaklaştırıldın sen. Bilmem kaç sene oldu seninle kopalı. Her gün öyle ayrı cehennemdi ki benim için, katlanmak hala öyle zorluyor ki beni. Ne kadar insanlar beni ona buna aşık sansada senden kopamadım, gitmedim, gidemedim ben. Ne de olsa iyi oyuncularız biz, rol gereği hayatımızın başrolüyüz. Sen de saklıyorsun biliyorum acını. Görüyorum her bakıştığımızda gözlerindeki yangını. Ama pek çoğu içimizdeki yangını görmüyor bile. İnce giyindiğimizde derler ki hasta olursun, ama bilmezler ki içini yakan o ateş seni hasta ediyor. İnsan ne kadar seni anlıyorum diyorsa o kadar anlamazdır aslında. Bugün yanımdan geçtin bir kaç saniye olsa da. Gözlerimi sıkıca yumdum ve o bana çok uzun gelen saniyelerde güzel kokunu ciğerlerime çektim. Gözlerim doldu sonra, eskiler geldi aklıma. O güzel günler üstümüzden geçti . Ve bizleri dünyanın en uzaktaki iki insanı kadar özlemli bıraktı.
O, benim için artık bir güherçile gibiydi. Limandan kapıp aldığım kalbimde onu fazlaca büyütmüştüm. Abartılı bir savanın avam saatinde çöğür edip amansızca; beni aşkta katlediyordu. Varım yoğum serinletici bir ayazın, katranında serüven olurken, kendimi ömürlük zannetmenin mil adım kadar uzağında görüp aşkı; mutluluğu onun kollarında hissetmek sanrımaymış.
Bir huş altında garnitür sevmek ile karşılaşıp onun kalbinde yem olmanın mağlubiyetiyle tanışmışım, sene bilmem ki kaç bin yokluk katı? İskorpit balıkları bile benim kadar yem olmamışlar, olmadan hicap eden oltaya namuslarını satmamışlar.
Tarkib edip sözcükleri, başımın fazlaca kalabalıklığından usandırıp onu; göğsümde uyuduğu geceleri makasla kesmişim, farkında olmadan. Füsunlanmış, alıp başını bir sevdada; benden fazlaca aklımı almış bir harapmış. Mukavemeti gönlünün yalan atmosferine sevdalı bir sürüngenmiş o; makbuzu sevda zorbalığı mağazasında bana kesen… Suflesi yapıldı yeniden sevebilmenin, ben artık o kız değilim. Büyüdüm, dişil sevdaların köstebeklerinden kocaman harflerle eril bir savaş başlattım sevdalara. Lügatımda kırık merhabaların, epifiz bezime sultan olup vurulduğu hadiseleri kaldı. Tesbih yapıp onu özlemeyi; çile çekmeleri en son hangi günde bıraktığımı saymaktan vazgeçmiş, sahanda yumurtası bilmişim hasreti ve yemem, artık tokum. Buruclarda ikiz gibi bir selamı duyulur; hangisine bakacağımı şaşırırım. Ormanda yetişmişim ben. Onunla yollarımız tende ayrı, hicapta çok gayrı… Edebi saltanatımda periyodik cetvellerle dövüp mezuresiyle bedeninin ölçüsünü almışım onu unutmanın. Gıdısı çok, soysuzluğu dantelli olmuş ayıplara. Ayrılıktan da çok, farklıyız…
Lütfen bana nasılsın gibi saçma sorular sormayın dün iyiydim, bugün de iyiyim, yarın da iyi olacağım. Hatta bak bir iyilik yapıp bundan bilmem kaç sene sonrasını da söyleyeyim İYİYİM olacak farklı bir cevabı önce kendime vermem lazım
Yine hastane yine beklemek. Bu sefer kulaklığımız bizi yalnızlaştıran unsur. Yoksa omü diş hekimliği fakültesi kalabalık. Allahım sen benim dişlerimi titanyum kaplamalı uzaylı dişlerinden eyle de yaşlanınca çok uzanmayayım şu diş musallasına.
Hanımı getirdik ufak bir operasyona teslim ettik. Kafa dağıtmaya oturduk. Karmaşık saçma bir liste açtık. Bacak bacak üstüne atıp düşünmeye koyulduk.
Ağustos geliyor. Galiba en nefret ettiğim ay. Sıcak. Acı. Pislik. Yapış yapış. Tuzlu. Lanet bir ay. Üstelik çocukken herkes fındığa köylerine gittiğinde ben mahallede tek kalırdım. Üstelik trafik kazası yapmıştık. Yetmedi tutuklandık. Ne lanet ay yahu.
Ağustosa lanet okuduktan sonra çalışmaya başlayabilirim. Kesin karar verdim bu sene üniversite sınavına gireceğim. Sınavın isminin öss olmadığını biliyorum sadece. Başka bir bilgim yok. :// umuyorum ki samsunda sosyoloji, felsefe, psikoloji (ya da edebiyat bölümü de olabilir) bölümünü kazanabilirim. Gönlüm sosyolojiden yana.
Sınavda hangi sorular çıkıyor, bu bölümler sözel mi eşit ağırlık mı? Ya da eşit ağırlık falan kaldı mı ki? Hiç bir şey bilmiyorum.
Çok acil öğrenmem lazım. Çalışalım ara sıra.
Avukatlık serbest meslek. İş olmayınca aşırı serbest oluyor. Serbestlikten canımız sıkılıyor. He bak tez yazmam lazım ama kendime güvenim sıfır. Ve bir yıl içerisinde olacak iş değil. Olur mu? Olur mu lan acaba? Ne diyorsun. 8.madde ve kamu görevlileri bıdı bıdı. Geçen galatasaray hukukta birisi yazmış bu konuyu. Yani tam istediğim konu. Ben de yazsam olur mu?
Gücüm var mı?
Ofise bir yerleşelim. Annemin kemo ve ameliyatı iyilikle bitsin. Çocuk da kreşe falan giderse, çalışmaya çok vakit kalıyor aslında. 2025 çok kötü geçecek diyollar. Hangi yıl iyi ki zaten?
Bu ay karar ayı olur. Hadi bakalım.
Yine beklerken ücretsiz terapimizi yaptık. Yolumuzu seçtik. Psikoloji bilimiyle ilgili konuşunca hanım tarafından lince uğruyorum. Ama sonuçsuz bilim mi olur? İşte işin cahili böyle konuşur, okuyalım da aydınlanalım. Psikoloji kaç puan yerleşir miyim?
Defterciğim hatırlar mısın bilmem seninle hakimlik sınavı için 6 aylık çalışma planı yapmıştık. Saat saat konu konu. Attık mı la onları, tarihi eserdi o. Bu kadar harika bir plan yapılamazdı çünkü. Günlük 11 saat 45 dklık çalışma maratonu. Yine ticaret hukukuna vakit ayırmamıştık. Yapar mıyız bir tane daha? Ofisin duvarına asarım. Heyecanlandım. Plan bizim işimiz. :))
kuyruğu birbirine dolanmış bir yıldızın sarmalı
imzasıdır bu cennete vuslatımızın
yeryüzündeki şairane yansıması
yaşam dolu o gözlerin dünyaya indirildiği
sene-i devriyesi, bilmem şerefinemi nedir
bugün Temmuz’un en ferah günü ve en serincesi
sorarsanız bana kaç yani bilmem!
bu çürümüş gezegen güneşin etrafında dönüyor diye
sormadan üzerindeki biz sefillere
umuyorsunuz ya zamanı doğrusal bir çizgide
sayılmaz yaşı tutulmaz zaptı yaşam dolu o güzel bileklerin işte
neticede;
Venüs giydi parlaksı kürkünü yirmi yedinci günde
karaçam ormanlarındaki o ürkek Tilkiler
kırılgan uykularında anaç gül yüzünü düşlediler
ve kargalar topluca kimselerin duymadığı
şarkılar söylediler
hemde hiç açmadan ağızlarını
kavuşmaları dilediler
-bense sayıklıyordum hala
tanıdığım en güzel Temmuz’sun sen!
timur diyor aç kapıyı. kulaklarımda bir müzik. kapıyı aralarsam diyorum ben kendi kendime , ne olacak? beni avlayacağını düşünüyor ve böylesi daha kötü. daha önce deneyimlenen maskelerle birlikte çakılıyor aynalar. bir sırrım var diyor sana söylemem gereken. parmaklar ile işaret ediyorlar beni. bu it ve bu piç ve bu bilmem neler. duyduklarıma göre çok kötü biriyim. empati yoksunusun diyorlar bana. ben o sırada katledilen çocukları sayıyorum. içimden. nasıl diyor nasıl yaptın bunu? kendine? kendime değil diyorum ben. ayaklarıma kapanıyor birileri. yalvaranlar ve kendini yok edenler. yok yere. bazen bir yılanım ve bazen zift. parmak beni işaret ediyor ve bu hayatta tanıdığım en lanetli insan sensin diyor. gözleri kapalı. yürüdükçe yürüyorum. buralarda bir yerlerde bir şey arıyor gibiyim. boğazımla oynuyorum sıkmak istercesine. binlerce yalan ve yakarış. önümde önünü ilikleyenler. ılık ılık konuşurlarken. ne saygı istiyorum ne sevgi. timur diyor aç kapıyı, sen kötü biri değilsin. biliyorum diyorum içimden. kendini kandırmak istiyor, kötülükleriyle. hayır diyorum ben besleyemem seni ve yok edemezsin beni. uyuşturdukça uyuşturuyor bana olan nefretini. senelerdir. delirmekten korkuyor. sözde benim yüzümden. benim kurallarım ve benim çizgilerim diyor dans ederken. hızlandıkça hızlanıyorsun diyor altımdaki. daha önce hiç böyle sevişmedim diyor. bu kaçıncı mide bulantısı? içinizdeki zehri emmekten bıktım! bütün duyguları tattığımı düşünüyor. çok karanlıksın fakat çekicisin diyor asyalı. seni çok iyi anlıyorum diyor bir başkası. iğrenç bir orospu çocuğunun tekisin diyor, deliler gibi dans ederken ben. bu kaçıncı karambol ve bu kaçıncı yalan? timur diyor aç kapıyı. sanki kilitliymiş gibi. hep bir beklenti ve kendinden emin olamama. başkalarının kötülüklerini yok etmek mi görevim? vicdan muhakemesi yapacakları anlarda ortaya fırlattıkları bir boomerang mıyım yoksa? kendi kendime soruyorum ve kendi kendime gülüyorum içimden. nefret ve kin duygumu yok edeli seneler oldu. timur diyor yalvarırım aç kapıyı. sanki beni anlayacakmış gibi. Timur Karaca diyor ciddiyetle biri, kapalı ve griftli bir kutudur. imkansızdır. hep vardır ve aslında hiç olmamıştır. ne kadar iyiyse o kadar kötüdür diyor. onu anlamadan önce kendinizi anlamalısınız. kendinizi anlamazsanız diyor timur size anlatır. o size anlattıkça ondan nefret edersiniz diyor, kendinizden edemeyeceğiniz için. bir sikten haberi yok. gelişi güzel söylentiler ve uydurmaca masallar. timur diyor aç kapıyı senin hiçbir suçun yok. sakallarım uzamış. canım yanıyor ve canım yandığında gözlerim kızarır, kusarım. geçen sene diyorum bir konteyner tükürük kustum. pencereden beni işaret ediyor ve bu o çocuk mu? diyor. hakkımda hep bir şeyler söyleniyor birileri tarafından. birilerinin birileri. öfkeliyim ancak en çok kendime. dişlerimle dudaklarımı yiyorum. sağıma ve soluma bakıyorum hızlıca. suratımda iğrenç mi iğrenç bir ifade. timur! diyor aç kapıyı. sinirleniyorum diyor. film başlıyor. zamanı geldi. intikam duygumu yok ettiğimde asfaltta çene parçaladım. kimse bana yalan söyleyemez ve oyun oynayamaz diye dağın tepesine çıktım ve başıboş bir aptal gibi durdum. durdum. her yerde bir parmak. söylentiler. şöyle böyle. deliler gibi eğleniyorum fakat kimse bunu bilmiyor. çok ceset var içimde. mışıl mışıl uyuyor gibiler sanki. öldüklerinden emin olamamak yüreğimi söküyor. ağlarken kusuyorum, kusarken ağlıyorum. ışıklar kapalı. yine de köpeklerin beni anlayabileceğini düşünüyorum. en azından? timur! diye haykırıyor. aç kapıyı! ellerimle yüzümü ovalıyorum. bu insanları ve parmakları toplasak, bu parmaklardan yine o insanlardan yaratsak ve tüm bunları bilmem kaç ile çarpsak diyorum. yüzde kaçım edebilirler? egomu yontmayı deniyorum parmağım ile kalbimi işaret ederken. timur diyor gene birileri ve egoist bir orospu çocuğunun tekidir diyor. muazzam bir aurası vardır diyor beni arzularken. timur! diyor aç kapıyı. sen hayatımda tanıdığım en günahkar insansın. gene söylentiler ve uçlar. hakkımda birileri hep bir şeyler söyleyip duruyor. durmadıklarında kırmızı çizgiyi aşarsan diyorum. gerisini söylemeyeceğim. bu da benim sırrım. ansızın bir boşluğun içine düşüyorum ancak bu sallantı bana garip hissettiriyor. sıfır stres. dişlerimi sıktığımda çenem belirginleşir ve gözlerdeki ifadeler değişir. ancak ve ancak bu benim melek gibi bir çocuk olduğum gerçeğini değiştirebilir mi? timur diyor aç kapıyı! sen şeytandan bile daha tehlikelisin! yeter diyorum içimden. bu kadarı yeterli. geçmişi ile barışık olmayan insanların yakarışları olarak adlandırmak mıdır yapmak istenilen? hayır. sadece hiçbir insanın içimdeki iyiliği öldürmesine izin vermedim ve aslında hepsi buydu. timur diyor aç kapıyı! sen hayatımda tanıdığım en kötü insansın. odada biri yok.
İçim, cayır prensibince yanıyor; köksüz dallarımla yolumu şarkılarda arıyorum. Yatıyor, o; şu an, seviştikten bilmem kaç salise sonra. Aklının kusursuz cinayetinde dedektif terörü oluyorum, kalbince. Hiç sevilmemek değil; sevilir gibi hissederken hiç olduğunu fark etmek koyuyormuş meğer insana.
Dışım, bunların geçip gideceği yönünde bir acılı tebessümde. Hangi acı, diri tutar ki zamanı? Geçer elbet, ama geçene dek; senden geçirir zamanı. Kendi acıma teröristim; onun yokluğunda. Eylem planları yapıyor aşk, gecelerin çaresiz duvarları bir bomba gibi patlıyor acılarıma. Aşk, ona mutluluk; bana ziyan oldukça. Sesimi duyuramıyorum, sesim, sesime bile duyulmuyor. Bir şey var, bir yer var, adı; sersefil konağın soylu hizmetlisi; kalp... Çok acıyor. Gözlerimden göz damlası gibi iniyor yağmurlar. Bu gece de şemsiyem yok. Ben, hiç bu kadar acımamıştım.
Sağ yanımın öteki olanıyım; konmaz kalplerin dolan boşluklarındayım.
Bir adam; adam... Ah! Adam... Bana ölüm, sana yaşam şimdi aşk. Hangi gözümden düştüysen önce oradan iniyor yaş...
Bedenim, emanet mutlulukların damarsal hizmetinde; nabzım gibi atıyor. Kalbim, yoksulken aşka; artık atmıyor. Biri vardı, ben onu bende öldüreyim derken, o beni kendimde öldürdü. Ahların cebini, kendi boşluklarımla incittim. Bir ahım bile birikmedi ona.
O, bir başkasına ait; ben, kendi varlığının hakir yolculuğunda yine kendi ayağına basan acılı bir prenses... Ayakkabımı kaybeder gibi kaybettim. Yalınayak; çıplak ve bir daha bu kadar kör sevemem. Ah be adam... Madem, başka yolculuklarda en konforlu yolcusuyduk aşk seferlerinin; neden kalbimi paramparça ettin?
Ben, uğurlar olsun acısıyla dişliyorum kör zamanı; gelemem, gidemem, çağıramam, isteyemem. Orta yerinden hayatın, bana ömürlük yasaklandın. Ölüyorum, adam...
Özlüyorum diyemedikçe; ölüyorum...
Tükenir gecelerde sen, bir başkasının kollarında can; ben, acılarımda yerle yeksan olmuş bir perişan...
Mutluluk, sende filizlenen bir yaşamak olsun sevdiğim.
Yine nefret edemedikçe senden, kendimden nefret ettim.
Yaramın kabuk yanında rastlarım seneler sonra sana.
Ölüm gibi bir şey olur yine bende aşk; yaşatanım sen olmazsın.
Ağlıyor aşk; be adam... Kalbim, ölü şehrin en hatırlı şinaslı kabristanı. Acılı yollarda 'gül beyaz gül' siyaha boyandı.
Her sene bir gün dahi olsa uğra kabrime; sula, aşk toprağımı. Bir fatiha bırak, sevilememek kaderime.
Anlarım. Bilirim, sen geldin diye kalbimin enkazını toplarım.