#sandıksız
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ucube Seçimin Gölgesinde Temsiliyetizmin İflası ve Denetimistlerin Tutumu
14 Mayıs tarihi Anayasa’da yazan yazılı normlara göre usulüne uygun olarak alınmış bir karar mıdır?
Recep Tayyip Erdoğan’ın “üçüncü dönem yolsuzluğu” Anayasa normlarına uygun mudur?
Seçmenin teminatı seçilmen de midir?
Denetimist davacının seçilmen aday statüsü olur mu? Uygulanabilir mi?
Sandıksızların teminatı denetimistler de olabilir mi?
Tarihsel olarak seçimler karşısında denetimist devrimci tutum nasıl olmalıdır?
A). Anayasa’da cumhurbaşkanlığı ile meclis seçimlerinin birlikte düzenleneceği kuralı kayıt altına alınmıştı. Zira meclis seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemi aynı gün yapılmak koşuluyla 5 yıl ile sınırlandırılmıştı. Dolayısıyla; mevcut seçimde 5 yıl önceki seçim tarihinden bir önceki pazara gelmek üzere yazılı bir kural olarak benimsenmişti. Bilindiği üzere 24 Haziran 2018 tarihinde hem meclis seçimleri hem de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış idi. Buna göre 24 Haziran 2018’den 5 yıl sonraki 2023 yılına denk gelmek üzere 18 Haziran pazara denk geliyordu. Haliyle; 18 Haziran 2023 tarihinde cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri yapılması gerekiyordu.
Anayasa’daki yazılı kurala göre her ne kadar 18 Haziran 2023 tarihinde hem meclis hem cumhurbaşkanlığı seçimleri bir kural olarak kayıt altında olsa da, 14 Mayıs 2023 tarihine seçimlerin çekilmesi kararı hukuk tekniği açısından “ERKEN SEÇİMDİR”. Her ne kadar 14 Mayıs seçiminin bir erken seçim olduğunu iktidar, muhalefet ve tüm ittifaklar, dahası “temsiliyetist siyasi terörist partiler” bilse de, erken seçim olduğunu tüm milletten saklamışlardır. Keza erken seçim için Anayasa’nın ilgili maddesi; “Anayasal olarak belirlenmiş seçim takvimin 6 ay öncesinden başlamak üzere geriye doğru erken seçim karar alınabilir.” der. Anayasa’nın en az 6 maddesini bozmak suretiyle seçime gidiliyor. Dolayısıyla; bu seçim anayasa hukuk tekniğine göre erken seçim bile sayılmaz. Tam tersine normal bir seçimde olmadığına göre, bu seçim “UCUBE SEÇİMDİR”.
B). Anayasa’nın 101’inci Maddesi’ne göre; “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.” Ve Anayasa’nın 116’ıncı Maddesi’ne göre; “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” kuralları benimsendiği için, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçime girebilmesinin tek koşulu 3/5 meclis salt çoğunluğu olan 360 oy ile (meclisin seçimleri yenileme kararı almasıyla) mümkündür.
Yazılı hukuk olarak kabul edilen hukuk sistemi her ne kadar böyle olsa da, ne 101 ne de 116 maddelerine göre Recep Tayyip Erdoğan’ın 3’üncü dönem seçimlere katılması mümkün olmasa da, kendi anayasasını dahi tanımayan bir yasama, yürütme ve temsiliyetist seçilmen terörist partilerin yapmaya hazırlandığı UCUBE BİR SEÇİMLE karşı karşıyayız. İç işleri Bakanı Süleyman Soylu gibi “DARBE SEÇİMİ” mi dersiniz, yoksa “GARİP BİR PLEBİSİTER SEÇİM” mi dersiniz; ne derseniz diyin yapılacak olan seçim hiçbir yazılı norma oturmamaktadır.
Yüksek Seçim Kurulu ne oldu da bu ucube seçimi kabul etti? Özellikle de YSK ne oldu da Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü dönem ucube adaylığını kabul etti?
2023/316 YSK kararında bahsi geçen “Bu bilinçli tercih sonrasında, 6771 sayılı Kanun kapsamında değişiklik yapılmış Anayasa’nın 101’inci maddesinin yürürlükte olan son haliyle birlikte yapılan ilk TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin takvimin başladığı tarih olan 30 Nisan 2018 tarihinde yürürlüğe girmiştir.” denmekle; sistem değişikliği yapıldığı ön kabulüyle, eski cumhurbaşkanlığı statüsü ile yeni cumhurbaşkanlığı statüsü değiştiği için, 101’de yazılan bu iki dönem kuralının 2018’de yeni cumhurbaşkanlığı sistemi ile başlayacağı yasama başkanı Mustafa Şentop tarafından ilgili Divan ve komisyon raporları tarafından ileri sürülmüştür. Böylelikle 2014-2018 arası Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hükümet dönemi, dönem olarak sayılmamış, yeni hükümet sistemine göre geçerli olmadığı şeklinde yorumlanmış ve bu yorumları YSK’ya talimat vererek karar altına almak koşuluyla Recep Tayyip Erdoğan için ucube bir üçüncü dönem yaratmışlardır.
Her ne kadar Mustafa Şentop’un bahsettiği gibi cumhurbaşkanlığının eski ve yeni anlamları değişmiş olsa da, aynı kişinin değişmemesi nedeniyle, Recep Tayyip Erdoğan için (şayet eski dönemde cumhurbaşkanlığı yapmış olan bir kişiden bahsediyorsak) 3’üncü bir dönem yasamanın 360 oyu ile Anayasa’nın 116’ıncı maddesi kapsamında ancak mümkün olabilir.
Anayasa'nın 101'inci maddesi “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” der. Hadi Mustafa Şentop’un dediği gibi, 2 referandumda da aynı kural (gerçi ikinci referandumda bu kural açıkça bir referandum maddesi değildi ama hadi böyle varsayalım) oylandı diyelim. Ve bu kural her iki referandum içinde kabul gördü, diyelim. Hadi eski ve yeni cumhurbaşkanı olmak üzere iki ayrı cumhurbaşkanı modeli (bu durumun anayasa ve hukuk tekniği açısından usulsüz bir teknik olduğunu da ayrıca belirtelim) olduğunu da var sayalım.
“BİR KİMSE en fazla iki defa CUMHURBAŞAKANI seçilebilir” ibaresindeki cumhurbaşkanı kavramının, her iki farklı türünü var saysak bile, BİR KİMSE KAVRAMI DEĞİŞMEMEKTEDİR. Recep Tayyip Erdoğan bir kişidir. Recep Tayyip Erdoğan kendisine has bir varlık, bir kişi iken, bildiğimiz Recep Tayyip Erdoğan, Erdoğan olmaktan çıkıp Mustafa Şentop olmadığına göre, ister yeni ister eski, yani her iki referandum da aynı kural kabul edilmiş olsa da, cumhurbaşkanlığı kavramının yetki, görev ve kapsamı açısından aralarında türdeşlik açısından türdeşlik olsa bile, özdeşlik açısından asla özdeşlik bulunmamaktadır. Fakat bu durum da bile kişi kavramı hala değişmemiştir. Makamın yapısı değişse de, kişinin kendisi değişmemiştir. Yani Erdoğan Erdoğan değil, Ayşe mi olmuştur? Mesele bu açıdan incelendiğinde Şentop da Şentop olmaktan çıkıp Osman olmadığına göre, Şentop Osman olduğunu iddia ediyorsa, bu da saçma bir iddiadır.
Mustafa Şentop “2 farklı cumhurbaşkanlığı statüsü” kapsamında anayasa hukuk tekniğini kafasına göre değiştiriyor. Hadi “2 farklı cumhurbaşkanlığı statüsü konusunda kısmen haklılık payı olduğunu varsaysak” bile, Şentop Erdoğan’ın 2014-2018 dönemindeki, cumhurbaşkanı kavramının lafzı olarak, eski statülü cumhurbaşkanlığı her ne kadar yeni dönem cumhurbaşkanlığında değiştirilmiş olsa da, kişi olarak var olan Erdoğan 2014 de Erdoğan idi, 2018’de de Erdoğan idi. 2023 döneminde de Erdoğan’dır. Sonuçta; Erdoğan kişi olarak değişmiş olmuyor.
Mustafa Şentop ve YSK; eski hükümet ve eski cumhurbaşkanı sistemini yeni sisteme dahil etmediğine göre, 2012’de eski cumhurbaşkanlığı statüsü ile imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi’nden 2021 yılında kabul edilen yeni sisteme göre de çıkılması (bu mantığa göre) mümkün değildir. 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan cumhurbaşkanı hangi yetkiye göre çıkmıştır? Recep Tayyip Erdoğan’ın eski cumhurbaşkanlığı sistemine göre imzalanmış uluslararası bir sözleşmeden yeni cumhurbaşkanlığı sistemine göre çıkma hakkı varsa; Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 ve 2018 cumhurbaşkanlığı dönemini yeni Cumhurbaşkanlığı yetkilerine göre yok etme yetkisi de yoktur!
SONUÇ İTİBARIYLA; “BİR KİMSE en fazla ‘iki defa’ CUMHURBAŞAKANI seçilebilir”
*Cumhurbaşkanı statüsünün görev ve yetkilerinin kapsamı değişmiştir.
**İki defa kuralı değişmemiştir.
***Kimse, kavramı değişmemiştir.
Dolayısıyla; Mustafa Şentop’un ‘’2017 referandumunda bu maddeyi tekrar oyladık, o yüzden yeni dönem için iki defa kuralı geçerlidir.” şeklindeki yorumu da gerçeği yansıtmamakta/dezenformasyondan başka da bir şey ifade etmemektedir. Tekrar vurgulamak gerekiyorsa “kimse” kavramı değişmemiştir. Recep Tayyip Erdoğan aynı Recep Tayyip Erdoğan’dır! Dolayısıyla; seçime girmesi Anayasa’ya ve seçim kanunlarına tümüyle aykırıdır.
C). Burjuva hukuku tarih sahnesinde ortaya çıktığından bu yana, yani kapitalizm kapitalizm olduğundan bu yana, parlamenter sistem seçme, seçilme, sandıkta oy verip vermeme üzerine kurulmuş bir sistemdir. İki saç ayaklı feodal yargı devletlerinin üzerine seçimlere dayanan üç saç ayaklı parlamenter sistem gelmiştir. Devlet yapısı da bu ölçekte üç saç ayaklı modern bir devlet modeline dönüşmüştür. Feodal sistemde selfin temsili teminatı aristokratlar iken ya da antik sistemde kölelerin temsili teminatı köle sahipleri iken, parlamenter sistemde ise seçmenin temsili teminatı seçilmen olarak ön görülmüştür.
Kısacası; tarihsel olarak parlamenter sistem ve cumhuriyet devleti modelleri seçmenin temsili teminatını seçilmende görmektedir. Her ne kadar böyle ön görülmüş olsa da, tüm bu toplumsal sistemler ve devlet modelleri temsiliyetizme dayanan biçimlerdir. Bilindiği gibi “halkın kendi kendini yönetmesi” diye tabir edilen yönetim modelleri “asli unsurun yönetime katılımı” değil, asli unsur adına temsili modellerin yönetimini temel alan sistemsel modellerdir. Başka bir deyişle, halkı halk adına yönettiği iddia edenler, devlet aygıtını halk yararına değil, kendi şahsi menfaatlerinin ve zümrelerinin yararına kullana gelmiştir.
Dolayısıyla; tarihsel olarak seçmenin teminatı seçilmende değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve evrensel seçim hukukuna göre her ne kadar seçmenin teminatı seçilen gibi gözükse de, T.C. Anayasa Mahkemesi 2019/20445 No’lu Anayasa Mahkemesi kararı ile AYM ulusal ve uluslararası hukukta seçmenin teminatının olmadığını karar altına alarak ortaya çıkartmıştır. Tarihte ilk defa seçmenle seçilmen AYM kararı ile ayrışmıştır. Seçmen ve seçilmen, seçenle seçilen ayrışmıştır. Asli unsur ile temsili unsur ayrışmıştır.
Her seçmen seçilmen olamayacağı gibi, aksine her seçilmen aynı zamanda yüzde yüz seçmendir. Bu kural asli unsur ile temsili unsur arasındaki seçim terazisinde seçilmenden yana taraflı ve seçilmene bağımlı bir seçim hukukunun da ön kabulüdür. Dolayısıyla; bu durum seçmen ile seçilmen arasında eşit bir seçim hukukunun olmadığının da kanıtıdır. Asli unsur ile temsiliyetist unsur tarihte ilk defa ayrışmıştır. Bununda gerçek nedeni ise; halkın yönetime katılımının kurumsal olmamasından kaynaklanmaktadır.
Özetle; yasama halk adına yasa çıkardığını iddia ederken, yargı bu yasaların denetimini halk adına yaptığını iddia ederken, yürütme de bu yasaları yürüttüğünü iddia etmektedir. Her ne kadar bu üç saç ayağı faaliyet ve görev alanlarına bağlı olarak çeşitli iddialarda bulunmuş olsalar da, halkın yasama, yargı ve yürütme de kendisini çıplak olarak bir kurum aracılığıyla var edemediğine tanık olmaktayız.
Örneğin, modern mahkeme kavramı savcı, hakim ve avukat üçlü saç ayağından oluşmaktadır. Savcı yasaları iddianameye geçirdiğinden dolayı “yargı içerisindeki yürütmenin kolunu” temsil etmektedir. Hakim yasaları muhakeme ettiğinden dolayı “yargının içerisinde yasamanın kolunu” temsil etmektedir. Avukat ise savcı ve hakime karşı halkı koruma/savunma görevinden kaynaklı olarak “yargı içerisinde yargı kolunu” temsil etmektedir.
Dolayısıyla; modern mahkeme kavramı bile savcı, hakim ve avukat üzerinden ve bunların faaliyetleri/görevleri üzerinden ayrıştırılmaya kalkışılmış olsa bile, yargının içindeki yasama, yargı ve yürütme kol ve türevlerini ifşa ettiğinden dolayı, modern mahkemelerin tümü üç saç ayaklı temsiliyetist devlet modelinin mini bir maketidir. Modern devlet mahkeme kavramı ve olgusu içerisinde temsiliyetist bir işleyiş sistemine sahiptir. Halde böyle olunca; temsiliyetist yasama, yargı ve yürütme klikleri kendi şahsi menfaatlerine göre yasalar çıkardıkça diğer temsiliyetist kliklere de bunları uygulattıkça, halk adına yürütülen bir devlet modelinin aksine toplum aleyhine yönetilen bir devlet modeli ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu nedenlerden dolay seçimlerde seçmenin teminatı sanıldığının aksine seçilmen değildir!
D). Seçmenin seçimlerde teminatının seçilmende olmadığı sonucu yaklaşık 20 yıla kadar uzanan bir mücadele pratiği ile kanıtlanmıştır. Her ne kadar bu pratik bireyselmiş gibi algılansa da, bilindiği gibi her buluş, her yeni icat, şahsi pratikler içerisinde var olup zaman içinde tüm topluma yayılıyor ise, bu kanıtlanmış tarihsel olgu da tüm topluma er ya da geç yayılacaktır.
2019/20445 No’lu AYM dosyasının davasının devamında yukarda saydığımız temsiliyetist sistem nedeniyle toplumsal denetimist taleplerin karşılanmaması üzerine seçmen olarak seçimlere müdahale etmiş bir pratiğin doğal uzantısının seçilmen statüsü ile de seçilmen sandığına el koyması meşru bir haktır!
Halde böyle olunca; seçimlerde seçmenin teminatının olmadığı kararını alan denetimist devrimci pratisyenler davalarının devamında toplumsal denetim kurumunun ve haklarının meşrulaşması için, temsiliyetist siyasal baskı rejimini hukuksal olarak alaşağı etmek için, seçilmen sandığına adaylıkta koyabilirler.
Keza denetimist toplumsal taleplerin temsiliyetist siyasal aktörler tarafından karşılanamayacağı da bir başka gerçekliktir.
Nitekim de denetimist devrimci aday seçilmen sandığına bağımsız davacı cumhurbaşkanı adayı olarak adaylığını da koymuştur!
Her ne kadar denetimist devrimci aday seçilmen sandığına adaylığını koymuş olsa da, Yüksel Seçim Kurulu şu ana kadar adaylıkla ilgili hiçbir karar almadığı gibi, aksi yönde de tutum belirleyememiştir.
Referandumdan beri sistem değişikliğine ve yapılan tüm seçimlere itiraz eden denetimist devrimci aday var olan cumhurbaşkanı şahsında yürütmeyi, milletvekilleri şahsında yasama ve seçilmen adaylarını, başta AYM olmak üzere atanman olan yargı personellerini tanımadığı gibi, hiçbir kuruma da yetki vermemiştir.
Tam da bu nedenle; denetimist devrimci aday yasamanın çıkardığı kanunların iptaline müracaat etmiştir. Tam da bu nedenle; İstanbul Sözleşmesi’nde çıkma kararına karşı Danıştay’da davalar açmıştır. Tam da bu nedenle; cumhurbaşkanının aldığı seçim kararının CK’sının kanun iptaline müracaat etmiştir. Tam da bu nedenle; Yüksek Seçim Kurulu’nun “YÜKSEK SANDIK KURULU” olarak ilan etmiştir!
Tam da bu nedenle; denetimistler gayri meşru olan bu seçime ve ona iştirak eden tüm temsiliyetist partileri karşısına almaktan da çekinmemişlerdir.
Davacı denetimist aday başvurusunun uygulanabilirliğinin olup olmadığı hususunda, YSK’nın ve AYM’nin sessiz kalmasından dolayıdır ki, bugüne kadar denetimistler seçim tutumlarını kapsamlı bir şekilde açıklayamaya zaman bulamamışlardır. Her ne kadar hala da AYM ve YSK sessiz kalmaya devam etse de, seçime çok az süre kalması nedeniyle böyle bir ön tutum yazısı yazmak dosta düşmana karşı mecburi olmuştur.
E). 2018’de yapılan cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerine denetimist devrimciler itiraz ederken, itirazlarını yasama ve YSK üzerinden AYM’ye taşırken, sandıksız seçmenin (sandığa gitmeyenlerin) milli iradesinin meclise yansımamasının ve verilmemiş oyların geçersiz sayılması uygulaması nedeniyle “genel oy eşitliğinin kurumlara tecellisi” adına, oy alıp seçilen milletvekillerinin yüzdelik puantajından düşürülmesi uygulamasının getirilmesi müracaatı ve itirazları yapılmıştır.
Örneğin, bir seçim bölgesinde seçmen sayısına göre üç vekil çıktığını varsayarsak, o seçim bölgesinde sandığa gitmemiş oy oranının yüzde 20 olduğunu düşünelim, geçersiz oyların dışında sandığa bilinçli olarak gitmeyen, yani seçmemeyi seçen seçmenlerin seçmediği oyların seçilen vekillerin aldığı oy oranında taksimi yapılarak, her milletvekilinin ayrı ayrı hesaplanarak yasama ya da yürütme faaliyetinde bulunurken yetkiyi de o oranda kullanması gerektiği ön görülmüştür.
Misal; birinci adayın yüzde 92’i, ikinci adayın yüzde 88’le, üçüncü adayın yüzde 84’le “oy-puan” puantajı ile vekil olması/seçilmen olması gerekiyor ki; genel ve eşit oy dağılımı, ister seçmenin seçtiği oyların kurumlara tecellisi olursa olsun, ister seçmenin seçmediği oyların kurumlara tecellisi olursa olsun, genel ve eşit oy dağılımı bu sayede meclise ve kurumlara yansıyabilsin!
Şeçmemekte bir seçimdir. Seçim hukuku seçmemeyi de seçim hukuku olarak görür. Oy verende vermeyen de asli unsur sayıldığına göre; salt oy verenin oylarının kurumlara tecellisinin kabul edilmesi eşit ve doğru bir tutum değildir. Bu tam tersine oy vermeyen seçmenin iradesini tanımamak milletin bir kesimini yok saymaktır.
İster ulusal seçim sisteminde, isterse uluslararası seçim sisteminde, sandıksızlık tercihi yapan seçmenin, seçim yapmadığından bahseden bir kural/kaide/yasa yoktur. Tam da bu nedenle; denetimist devrimciler sandıksızların da haklarını korumakla mükelleftir.
Hukuk tekniği açısından her ne kadar karmaşık gibi gözükse de, sandıksızlık oy oranlarının milli irade açısından kurumlara tecellisinin eşit oy hakkının yansıması olarak kabulü edilmesi denetimist devrimci faaliyetin temel bir talebidir.
F).
Bu seçim seçim tarihi olarak gayri meşru ve ucube bir seçimdir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü dönem adaylığı hususu bu seçimi şaibeli bir seçim haline getirmektedir.
Dolayısıyla; bu seçim plebisiter bir seçimdir.
Her ne kadar YSK ve AYM şu ana kadar denetimistlere karşı tutum ve tavır belirlememiş olsa da, 14 Mayıs seçim gününde olası oy verme tutumu denetimistler açısından şöyle olabilir:
SANDIĞA GİTMEMEZLİK YAPMA!
SANDIĞA GİT!
SANDIĞINA SAHİP ÇIK!
İSTER CUMHURBAŞKANI PUSULASI, İSTER MECLİS PUSULASI OLURSA OLSUN, HER İKİ PUSULAYA DA “TEMSİLİYETİZME GEÇİT YOK!”, “OYLAR DENETİMİST ADAYA!”, “DENETLENMEYEN DEVLET MEŞRU DEĞİLDİR!” YAZILAMALARINI PUSULALARA YAZARAK, TOPLUMSAL DENETİMİST HAKLARINA SAHİP ÇIK!
SANDIĞA GİT Kİ, DENETİMİN GÜCÜNÜ GÖRELİM!
SANDIKSIZLIK TERCİHİNİ SANDIKTA YAP!
ÖNEMLİ OLAN SALT SANDIĞI BOYKOT ETMEK DEĞİL, ÖNEMLİ OLAN SANDIKTA DENETİMİST BÜROKRATİK EYLEM YAPMAK!
KEZA BU EYLEMLERİ FOTOGRAFLAYIN VE DENETİMİSTLERE ULAŞTIRIN Kİ, DENETİMİST HAKLAR İÇİN ULUSAL VE ULUSLARARASI MAHKEMELER İÇİN DELİL OLUŞTURULABİLSİN!
30.04.2023
TOPLUMSAL DENETİMİST DÜŞÜNCE HAREKETİ (TDDH)
#emek#emekoloji#seçim#seçmen#sandık#seçilmen#temsiliyetizm#memuriyetizm#parlamentarizm#devlet#bürokrasi#denetim#plebisiter#sandıksız#boykot#yasama#yargı#yürütme#hukuk#anayasa#kanun#yasa#atanman#devrimci#YSK#AYM#zümre#feodalizm#kapitalizm#cumhurbaşkanı
0 notes
Text
Parlamenter sistemi ilk tecrübe edişimizin üzerinden 146 yıl geçti.
Bu zaman zarfında Osmanlı'da 3 padişah, bazıları bir defadan fazla aynı görevi üstlenen 27 sadrazam; Cumhuriyet'te ise yine 27 farklı başbakan ve 12 cumhurbaşkanı iş başına geldi.
146 yıl önce cumhuriyetimizin kurucu neslinin pek çoğu bizzat istiklal mücadelemizin baş komutanı dahil olmak üzere henüz doğmamışlardı.
Gençlikleri Türk tarihinde kurulan ilk sandığın ve sandığın müjdelediği hürriyetin özlemi içinde geçmişti.
Sonrasında II. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e uzanan engebeli, zorlu yolda "sandıksız" bir senaryo akıllarına hiç gelmedi.
Bazı erken dönemlerde sandığın sıhhati gurur duyulacak vaziyette olmadı.
Bununla birlikte seçmen bilincinin olgunlaşması, varlığının yanında sıhhatini de iyileştirdi sandığın.
Bu durum, doğunun en batısında batının da en doğusunda olan Türkiye'yi kendi kültür havzasında ayrıcalıklı bir konuma taşıdı.
"Çağdaş medeniyet" hedefi zaten bunu gerektiriyordu gerektirmesine ama pratik ve çoğu zaman rasyonel millet aklı Türk tarihinden ve İslam ilkelerinden "kullanışlı" örneklerle geniş kitleler için kültürel zemini de oluşturmuştu çoktan:
"'Hakan' dediğin açı doyurur çıplağı giydirirdi, millete yansıyan dert tasa arttı mı 'Tanrı kutu ondan aldı!'" denir, yeni hakan seçilirdi.
Hem Allah'ın Elçisi de 'meşveretle', liyakatli insanlara danışarak yönetmemiş miydi?
Türkiye özellikle 1950'den sonra, bazen darbe ve 'darbeciklerle' kesintiye uğrasa da, sorunlarının faturasının sandıkta iktidar sahiplerine demokratik şekilde ödetildiği bir ülke oldu.
Bunda I. ve II. Meşrutiyet'in hazırlayıcılarıyla cumhuriyetimizin kurucularının çok büyük payının yanında asılın kendi, vekilin seçtikleri olduğu anlayışını tam olarak benimseyen Türk toplumunun idrakinin hakkını da teslim etmeliyiz.
Toplum idrakinin bu noktaya gelmesindeki ana etken ise şüphesiz siyasi partiler oldu.
146 yıl içinde kurulan yüzlerce siyasi partinin pek çoğu başka bir partiden ayrılarak politikaya devam etmeyi tercih eden kurucuların lokomotifliğinde vücuda geldi.
Bunların hemen hiçbirisi başarılı olamadı; 3'ü hariç.
İlki, Cumhuriyet Halk Partisi'nden ayrılarak kurulan Demokrat Parti'ydi.
Kurulduğu yıl gerçekleştirilen şaibeli 1946 seçimlerinden sonra yapılan ilk sağlıklı seçimler olan 14 Mayıs 1950'de kazanarak bünyesinden çıktığı CHP'nin elinden iktidarı almıştı.
İkincisi ise Ak Parti. Ak Parti kurucularının önemli bir kısmı 2000 yılındaki Fazilet Partisi kongresinde Recai Kutan'a karşı Abdullah Gül'ü destekleyen ve genel başkanlığı az farkla kaybeden "yenilikçi" isimlerdi.
Söz konusu isimler ağır ekonomik kriz içindeki 2001 Türkiye'sinde Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde Ak Parti'yi kurdular ve takip eden ilk genel seçim olan 3 Kasım 2002'de iktidara geldiler.
Hem Demokrat Parti'nin 1946-50 arası hem de Ak Parti'nin 2001-2002 arası "müesses nizam"ın birtakım engellemeleriyle mücadele etmek zorunda kaldıkları söylenebilir.
Elbette bunun, anılan tarihlerin öncesine dayanan kökleri de var.
aa.jpg
Fotoğraf: AA
Türk siyasal tarihinde mevcut partilerden birinden ayrılarak kurulmuş ve başarılı olmuş üçüncü istisnai örnek bu yazının ana konusunu oluşturan İYİ Parti'dir.
Milliyetçi Hareket Partisi'nde 2015 yılının sonunda başlayan kongre tartışmaları sürerken, mevcut genel başkana karşı ortak hareket etme kararı alan genel başkan adaylarının oluşturduğu mobilizasyon daha önce görülmemiş bir boyuta ulaşmıştı.
Genel başkan adaylarının yurt ziyaretlerinde karşılaştığı yoğun ilgi ve bu ilgiye paralel seyreden delege desteği dikkat çekiyordu.
MHP'de yönetim değişikliğinin delege iradesiyle gerçekleşmesinin beklendiği 2016 yılında 'müesses nizam'ın tıpkı 1946 seçimlerinde ve Erdoğan'a siyasi yasak getiren cezanın verildiği 1998'de olduğu gibi demokrasiye müdahale ettiğini gördük.
Bir farkla! Bu defa "müesses nizam" farklı bir ideolojik kıyafet giyiyordu.
Ankara'daki mahkemenin delege imzalarını baz alarak verdiği kongre kararı güzide illerimizden Sivas'ın 24 bin nüfuslu 'şirin' ilçesi Gemerek'te bulunan bir mahkemenin kararıyla ortadan kaldırılıyordu.
Sonrasında FETÖ'cülerin gerçekleştirdiği darbe girişimi sonrası oluşturulan abartılı güvenlikçi paradigma ile Türk demokrasisi bir nevi bitkisel hayata girmiş oldu.
İradesine sahip çıkmak için sokaklara çıkan ve seçtikleri düşmesin diye kendisi düşmeye razı olan halk fısıltıyla konuşmanın bile endişeye yol açtığı bir Türkiye ile karşı karşıya kaldı.
70'lerindeki teyzeler altın günlerinde konuşmaya çekinir, gençler "nefes alabilmek için" yurt dışına çıkmanın yollarını arar olmuşlardı.
FETÖ bahanesiyle ömrü FETÖ ile mücadeleyle geçmiş isimler bile gözaltına alınmaya başlamış, toplumsal huzur ortadan kalkmıştı.
MHP kongre sürecinde toplumdaki ciddi karşılığı ile diğer adaylardan ayrışan Meral Akşener işte bu atmosferde akıntıya karşı kürek çekmeye devam etti.
Onun bu inatçı gayreti devam ettikçe güvenlikçi paradigmanın sağladığı hareket kabiliyetiyle iktidar ve kontrolündeki güçlerin saldırılarının dozu da her geçen gün arttı.
Türk siyasi tarihinin utanç sayfalarında yer alacak şekilde Akşener'in aile hayatına ve mahremiyetine uzanan iftiralar 'koca koca!' televizyonlarda, gazetelerde küçük küçük insanlar tarafından dillendirildi.
Yakın çevresine göz altılar yapıldı, Beylerbeyi'ndeki mütevazı evi bindirilmiş kıtalarla basılmak istendi.
Tüm sindirme hamlelerine rağmen İYİ Parti 25 Ekim 2017'de kuruldu.
aa2.jpg
Fotoğraf: AA
Yeni müesses nizamın iradelerini engellemesinin kızgınlığı henüz taptaze olan milliyetçilerin merkezini oluşturduğu parti, büyük bir hızla ülke çapında teşkilatlandı.
Girdiği ilk seçim olan 2018'de yüzde 10 barajını test etti. Ama ilk kritik seçim başarısı 2019 yerel seçimlerinde olacaktı.
İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehirde CHP ile ittifak yaparak seçimin kazanılmasında "kilit taşı" oldu.
Türkiye'nin en büyük iki şehrinin, "Buraları alan Türkiye'yi alır" denilen çeyrek asırlık Ak Parti belediyelerinin kazanılması 2002 sonrası ilk defa psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiği viraj olarak kabul edilebilir.
An itibarıyla yapılan anketlerin bazılarında bünyesinden çıktığı partinin iki, bazılarında ise üç katı oya ulaştığı görülen İYİ Parti'nin akıntıya karşı kürek çekerek kazandığı bu başarının 2023 seçimlerindeki olası etkisini öngörmek zor değil.
Türk siyasi hayatındaki her partinin hiç şüphe yok ki demokrasimize kendine mahsus ölçeklerde katkıları var. Hepsi bu bakımdan değerli.
Bununla birlikte yazımızın konusunu oluşturan İYİ Parti'nin bilhassa 1980 sonrası Türk demokrasi serüveninde daima şükranla anılacak bir yere oturacağı kanaatindeyim.
Bu yerin önemi aklıma "Ya İYİ Parti kurulmasaydı?" sorusunu getiriyor.
Esasen Meral Akşener de Şubat 2022'den beri belli aralıklarla aynı soruyu soruyor.
Bu sorunun olası cevaplarını zikretmenin faydalı bir zihin egzersizi olacağı konusunda siz de benimle hemfikirseniz, buyurun:
Meral Akşener, 15 Temmuz sonrası mahremine kadar uzanan iftiralar ve müesses nizam baskısından bunalıp evinde torunlarıyla vakit geçirmeyi seçseydi yahut örtülü-örtüsüz gelen iktidarla anlaşma tekliflerine "evet" deyip cumhurbaşkanı yardımcılığı vb. bir görev alsaydı eğer ya da açık iletişimi benimsemiş bir lider olarak tabanının kendisine çok kolay ulaşabilen arzu ve isteklerinin çokluğundan kaynaklı bir yorgunlukla bir nevi erken emekliliği tercih etseydi?
Olası senaryolar bakımından olay ve şahısların bazıları şöyle şekillenebilirdi:
Parti içi demokrasisi iktidar müdahalesiyle sekteye uğratılmış MHP gücünü korumanın ötesinde, iktidar partisinin ekonomik krizle doğrudan ve daha fazla yıpranmasından, AK Parti'den gelecek milliyetçi-muhafazakar seçmen desteğiyle (ittifak içi oy geçişi) sayesinde oyunu artırabilirdi.
Bu da Cumhur İttifakı'nın iktidarını kaybetme ihtimalini büyük oranda ortadan kaldırabilirdi.
İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere, 2019 yerel seçimlerinde ortak adayla kazanılan belediyelerin hemen hepsi kaybedilirdi.
Beylikdüzü Eski Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu muhtemelen aile ticaretine yoğunlaşır, 2023 seçimleri için Beylikdüzü'nün yer aldığı İstanbul 3. seçim bölgesinden milletvekili adayı olabilirdi.
Bu durumda İstanbul Belediye Başkanı Binali Yıldırım olacağı için İstanbul'da 3 yıldır yoğun bir şekilde devam eden alt yapı, raylı sistemler ve tarihi restorasyon seferberliği başta olmak üzere, pek çok hizmet gerçekleştirilememiş olacaktı.
Özellikle tekrarlanan İstanbul seçimlerinde yaşanan milletin büyük demokrasi şovu yaşanmamış olacağı için, muhalefetin 2023 seçimlerine dair "kazanma" motivasyonu inşa edilmemiş olurdu.
Mansur Yavaş daha önce iki defa aday olup kazanamadığı Ankara Büyükşehir Belediyesi'ni üçüncü defa kazanamayacak, Mehmet Özhaseki Ankara Belediye Başkanı olacaktı.
3 senedir Ankara'da büyük şehir belediyesinin kendi bütçesinden ciddi fedakarlıklarda bulunarak büyüttüğü sosyal yardımlar yapılamayacak, yaşadığımız ağır ekonomik krizde belki de binlerce ailenin çocuğu yatağa aç girmek zorunda kalacaktı.
Eğer Meral Akşener müesses nizamın "Beraber çalışalım" teklifini kabul etseydi, iktidar daha önce kendisine rakip olup sonradan "ikna" ederek yanına çektiği Mehmet Ağar, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek, Mustafa Destici vb. zincirine kritik zamanda bir halka daha ekleyerek (elbette iktidar adına bu politik bir başarıdır) geniş muhalif kitlelerin bir umudunu daha söndürmüş olacaktı.
Merkezdeki seçmende her geçen gün azalan şu soru, yeri göğü inletmeye devam edecekti:
Tamam da oy verilecek kim var?
İYİ Parti 2017'de kurulmasaydı bu ağır ekonomik tabloya ve hürriyetleri her geçen gün daha fazla kısıtlanan geniş toplum kesimlerine rağmen cumhuriyet tarihimizin belki de en heyecansız seçimlerine gidilecekti 2023'te.
Yahut her türlü sıkıntıyı, zorluğu, baskıyı gözünü sandığa dikerek, gün sayarak geçiren on milyonlar sandıktan umudu kesince demokratik gösteri, protesto haklarını kullanmak isteyecek, iktidarın olgunlukla karşılamasının pek olası olmadığı bu sosyal hareketlilik acı olaylara sebebiyet verecekti.
İster bütünüyle umudunu kaybettiği için içine kapanmış bir toplum ister sandıktan umudunu kesince meydanlarda hakkını aramak isteyen toplum senaryosu gerçekleşsin, uzun ve sancılı bir süreç söz konusu olacaktı.
Kardeş kanının akması çok muhtemeldi.
"İYİ Parti kurulmasaydı" demek, "Abla vazgeçseydi" demek aynı zamanda.
Türk politik yaşamında kesintisiz en uzun süre siyaset yapan kadın olarak Meral Akşener akıntıya karşı kürek çekmekten vazgeçseydi, kimse vicdanı rahat bir şekilde onu suçlayamazdı.
"Kim olsa katlanamazdı" denirdi en fazla.
Vazgeçseydi, 146 senede tuğla tuğla bina ettiğimiz demokrasimizin geleceğini düşünmek Orwell'in 1984'üne benzer bir Türkiye distopyası hayal etmek olurdu.
Hüseyin Raşit Yılmaz
0 notes
Text
Lüks Yatak Baza Başlık - İmalat Satış, Tadilat Tamirat
Lüks Yatak Baza Başlık – İmalat Satış, Tadilat Tamirat
Her Türde ve Ölçüde Otel ve Ev Yatak, Baza ve Başlık İmalat, Satış, Pazarlama Her Türde ve Ölçüde Otel ve Ev Yatak, Baza ve Başlık Tadilat Tamirat İşleri Eski ve Yıpranmış Yatak, Baza ve Başlıklarınız Alınıp Yenisiyle Değiştirilir Özel Ölçü ve İstek Üzerine Yatak, Baza ve Başlık İmalatı Yapılır Ekonomik Yatak, Ortapedik Yatak ve Lüks Yatak İmalatı Yapılır Sandıksız Kör Baza İmalat Satış Pazarlama,…
View On WordPress
#fethiye başlıkçı#fethiye bazacı#fethiye ev ve otel yatakları imalat satış#fethiye lüks yatak baza başlık#fethiye lüks yatak baza başlık imalat satış#fethiye sandıksız kör baza imalat satış#fethiye şezlong minderi imalat tadilat#fethiye yatak baza başlık imalat satış#fethiye yatak baza başlık tadilat tamirat#fethiye yatak baza başlıkçı#fethiye yatak imalatçısı#fethiye yatak satıcısı#fethiye yatak tamircisi#fethiye yatakçı#frthiye sandalye minderi imalat tadilat#göcek ev ve otel yatakları imalat satış#göcek yatak baza başlık imalat satış#göcek yatak baza başlık tadilat tamirat#ölüdeniz ev ve otel yatakları imalat satış#ölüdeniz yatak baza başlık imalat satış#ölüdeniz yatak baza başlık tadilat tamirat
0 notes
Text
Sandıkların Efendisi Yaşar Usta yıllara meydan okuyor
Sandıkların Efendisi Yaşar Usta yıllara meydan okuyor
ADANA’da 65 yıldır sandıkçılık yapan ve çevresindekiler tarafından ‘Sandıkların Efendisi’ olarak tanınan Yaşar Diniz (72), sandıksız gelin olmayacağını belirterek, ‘Kızlarımız sandıksız gelin gitmesinler. ADANA’da 65 yıldır sandıkçılık yapan ve çevresindekiler tarafından ‘Sandıkların Efendisi’ olarak tanınan Yaşar Diniz (72), sandıksız gelin…
View On WordPress
0 notes
Photo
Puf Tabureler Puf Tabureler, sandıklı, sandıksız, istenilen ölçülerde düz kapitoneli modellerde isteğinize özel puf tabure imalatı yapmaktayız.Lükens ayaklı, düz ayaklı ve torna ahşap ayaklı modellerimiz ile evinize ve diğer mekanlarınıza uyumlu tamamlayıcı ürünler kategorisinde yer alır.
0 notes