#ressam sipariş
Explore tagged Tumblr posts
Text
#art#karakalem#artist#my art#artists on tumblr#artistsoninstagram#karakalemsipariş#kleio sanat#ressam#kleio artwork#my artwork#tablo#sipariş#ressam sipariş#sketchbook#daily art#original art#videography#instagram#sanat#draweveryday#draw#my drawing#drawinyourstyle
8 notes
·
View notes
Text
sanatın ve perspektifin icadı üzerine
Shiner Sanatın İcadı’nda bugün algıladığımız ve her zaman öyle olduğunu düşündüğümüz güzel sanatlar düşüncesinin kazısını yaparak insanın modernizme evrilen kültürel sürecini ve bu sürecin bağlı olduğu dinamikleri açık edecek bir meydan oluşturmaktadır. Metnin örneklerle gösterdiği biçimde eski sanat anlayışı, aslında içerisinde bugünkü anlamda bir estetik fikrini, tam bağımsız ve öznel sanatçı düşüncesini barındırmamaktadır. Yine o zamanlarda bizim bugün sanatçı ve zanaatçı arasında keskin çizgilerle belirlediğimiz türde bir ayrım yoktur. Sanat galerileri, sanat eseri, yetkin eleştirmenler, incelmiş zevk yoktur. O zamanlarda ürün vermiş bütün zanaatçı-sanatçılar, belirli egemenlere bağlı olarak iş görür ve siparişe ya da kullanıma dayalı eserler tasarlarlardı. İşlevsellik, keyif ve fayda üretilen eserde iç içe bulunmaktaydı. Düşündüğümüz gibi ilhamın şuursuz tesiri altında, esrik bir varoluşla kendine yeten ayrı bir dünya olarak yaşayan, sadece hazın ilkeleriyle yönlenen sanat algısı henüz tedavülde değildi. Aristoteles’in mimesisten söz açarak ortaya koyduğu ilk basit sanat sınıflandırması, rönesansa gelene kadar birçok şekilde türevlenmiş olmakla beraber, hala daha rönesansın kesin ayrımını yaptığı şekilde bir zanaat-sanat kutuplaşmasını imlemiyordu. Bu kriterler bugünkünden çok daha farklı bir düşünceyle belirleniyordu. Çoğu sınıflandırmada müzik, edebiyat ve resim sanatları hala matematikle, dokumacılıkla, marangozlukla birlikte değerlendiriliyordu. Hatta bazı sınıflandırmalarda müzik matematiğin, edebiyat retoriğin içinde değerlendirilmekteydi. Sınıflandırmaların da yansıttığı gibi o zamanlarda sanatçılar tıpkı bugün zanaatçı olarak ayırdığımız insanlar gibi üretiyorlardı. Bazı tiyatro oyunları temsillerde sürekli değişiyor, onlarca kişinin elinde anonim olarak ve halkın beğenisine paralel biçimde oluşturuluyorlardı. Bir eser ve eserin biricik yaratıcısı algısı yoktu. Bugün bizim üretim esnasında yalnız başına ve bağımsız tahayyül ettiğimiz ressam ve heykelciler, siparişle sınırları belirlenmiş ürünlerini onlarca ustanın emeğiyle kollektif olarak üretiyorlardı. Üretilen bu eser sadece hazza gönderme yapan ayrı bir dünya olarak algılanmak şöyle dursun, dekorasyonun bir parçası olarak doğrudan işlevsel yönde kullanılıyordu. Ona biçilen fiyat da eserin soyut algılanışı ve sanatçının imgesi ölçüsünde değil, kullanılan malzemenin değeri ve işin zorluğu baz alınarak biçiliyordu.
Platon’la sınıflandırmacı kimliğe bürünen logos hakimiyet alanını büyüttükçe sanat da bundan etkileniyor, daha kutuplaştırıcı ve ikilikler üzerinden düşünen bir yapıya doğru hareket ediyordu. Eskiden iç içe kaynaşmış olan ve birbirinden ayrı düşünülemeyen bütün kavram ve özellikler zanaatçı sanatçı ayrımıyla simgeleşen bir şekilde birbirinden ayrılıyor ve yeni bir dünya görüşüne katılıyorlardı. Bu görüş işlevle zevki, orjinallikle taklidi, teknikle ilhamı yaratıp birbirlerine kutuplaştırırken; beden-ruh, akıl-duygu, kadın-erkek gibi önemli dışavurumları olan ayrımların da niteliğini büyütüyordu. Bu kutuplaştırmalarda örneğin kadına atfedilen değerler zanaatla bağdaştırılıyor, kadın sanat üretecek ince beğeni ve kabiliyetlerden yoksun görülüyordu. Açıkça görüldüğü üzere artık sanat da kurumsallaşıyor, aydınlanma ideolojisinin istediği şekilde toplumsal cinsiyet ve sınıf ayrımlarını biçimlendirerek egemen akımı yücelten etmenlerden biri oluyordu. İlksel anlamıyla sadece “duyusal alımlamayı” ifade eden “estetik” sözcüğü, evrensel akla dayalı bir konuma yükseltilerek bu yeni yükselen sınıfın kendi çatışmalarına ve örtük yaşantılarına kılıf oluşturuyordu. Böylelikle sistem içindeki her birey, kendi saf alımlamasından önce evrensel aklı devreye sokmaya mecbur bırakılıyor, bireyin öznel algısı ve görüşü nihai bir noktada köreltilip reaktifleştiriliyordu. Foucault Haphisanenin Doğuşu kitabında bu duruma şöyle değiniyor:
“Kendini gösteriş ile öne çıkartan geçmiş iktidar bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir.”
Böylelikle modern algı insanları özgün ve bağımsız birer birey olduklarını düşündükleri bir yanılsamalı özgürlüğün içinde hapsetmektedir. İnsan, “este”sini harekete geçiren herhangi bir şeyin sanat olabileceğini, sanat eserini alımlarken aklıyla duygusunu eşzamanlı işletmekte olduğunu ve ancak böyle değer üretebileceğini, diğer çoğu kavramda olduğu gibi zaman kavramının da bireyin hislerinden öte kesin bir belirleyicisinin olmadığını unutarak çizgisel bir akla eklemlenmek zorunda kalır.
Modern iktidarın korktuğu ve körelttiği insan tekinin bu yalın gücünün sonuna kadar ayırdında ve yanında olan Nietzsche de, Tragedyanın Doğuşu’nda bu izlek üzerinden giderek insanın hürleşmesinin yollarından bahseder. Apollon ve Dionysos olarak tanımladığı ve arasında ayrım gütmediği insanın özüne dair iki yapının insanda sanatı, dolayısıyla çıplak üretici gücü doğurduğu kanısındadır. O bu ikilikle bir diyalektikten söz etmez, tam tersi diyalektiği burjuva aklının bir parçası olarak görmekte ve saçma bulmaktadır. O bireyin bütün ahlak yasaları ve kurgularından ötedeki özgül gücünün yaşamın parıldadığı yer olduğunu iddia eder. Bireyin ve dolayısıyla toplumların özgürleşmesinin, kalıplarından kurtulmasının yolunu da ancak bireyin kendisini eşzamanlı alımlamaya yeniden açması, içinde birlikte barınan bu iki doğal gücü etkin bir şekilde okuyup işletmesi yoluyla yığından kurtuluşunu sağlamasında bulur. Nietzsche Apollon’un insandaki temsilini de gerekli bulmakla birlikte, Dionysos’un insanın varoluşunun sadece kendi deneyimiyle sınırlı olmadığını haykıran yıkıcı ve coşkun gücünü insan için elzem görür. Dionysos insanı tek başına kuru ve naif kılan Apollon’u kışkırtmakta, Hristiyan ahlak anlayışının dünyayı aracı olarak gören ve anı yok sayan içeriğini tehdit etmekte, bir tür kaptırmışlığı imleyerek yaşamın çiğ gücünü kişinin bedenine çağırmaktadır. Apollon da Dionysos’un esrik gücünü dizginleyerek kişiyi yaşamda tutmakta ve sınamaktadır. Nietzsche’ye göre gerçek tragedyada bu ikisi ayrılamaz biçimde iç içe geçmiştir. Ve bu iç içelikte insanı mitlerinden arındıracak, çıplak kök gücüne yeniden ulaştıracak bir itici güç vardır.
Tersten Perspektif kitabında Florenski de bir ehlileştirmeden söz eder. Perspektif gözün ehlileştirilmiş ve ideolojik bir bakışla biçimlendirilip sabitlenmiş şeklidir. Gözün sabitlenmesinde de ben merkezci bireyin doğaya karşı takındığı yapay ve üstünlükçü tavır vardır. Florenski de Nietzsche’nin düşüncesine benzer yönde, hareketli gözün ve bireyin saf alımlayışının canlılığına ve gücüne vurgu yapar. Eski mısır kabartmalarından, hristiyan ikonalarından (buna biz minyatür sanatını da ekleyebiliriz) örnek veren Florenski, bu eserlerdeki perspektif bozukluğunun bu kültürlerin perspektifi bilmemesinden değil, farklı bir dünya anlayışı ve dile getirilemeyen çok katmanlı yoğun bir anlam üretmek istemelerinden kaynaklandığını dile getirir. Floranski’ye göre perspektif dünyayı yorumlama biçimlerinden sadece birisidir ve insanda doğuştan böyle bir algı bulunmamaktadır. Küçük bir çocuğun dahi bu yorumlama biçimini öğrenmesi için defalarca kez perspektif çalışması gerekmektedir. Ki yine de insan bu yolda tam anlamda aradığı başarıya hiçbir zaman ulaşamaz. Ulaşması da sanatsal bir becerinin ya da bir başarının göstergesi değildir. Hatta perspektif savunucularının dahi bu kuralı daha yoğun sanatsal alanlar oluşturmak için yer yer görmezden geldiklerini ortaya döker. Çünkü perspektif yaşamın çok oluşlu ve kavranamaz tabiatını tam anlamıyla yansıtmaktan çok uzaktır. Kişi sadece ışıkla var olan, sadece gözde beliren imgelerle hayatı kapsamaya çalışmamalıdır. Karanlığı, hiçliği de sezmeli, bunu eserinde alımlayıcısına da sezdirebilecek şekilde açık uçlu ve katmanlı bir şekilde betimlemelidir.
Modern iktidar gözü sabitlemek ve ehlileştirmek taraftarıdır. O nihai ve tek bir gerçekliğe ulaşmanın yollarını aramakta, bireyin kontrolsüz tekil gücünü bu yolun içerisinde boğarak ölüm korkusu üzerine inşa edilmiş kültürü sağlama almaktadır. Sanatın icadı; paketlenmesi, yüceltilmesi, sabitlenmesi ve metalaştırılarak paha biçilemez pahalar biçilmesi süreci sakat bir birey algısını körüklemekte; sanatla kurabileceğimiz ilişkinin sahiciliğinden bir çok şeyi çalarak onu yapay ve kısır bir boyuta indirgemektedir. Modern sanat anlayışı, modern eleştiri; muhatabını nesneleştirip karşısına koyarak, kendi yarattığı değerler sistemi üzerinden bir sahne kurmakta ve hakikat oyunları oynamaktadır. Dünyayı tek boyutlu görmekte, perspektifle açıklamakta; bu esnada oluşları, yaşamın taşkınlığını es geçmektedir. Birey şayet, yaşamı sezmek ve hissetmek istiyorsa, eşzamanlı olarak deneyimlediği gizil güçlerine ve “este”sine güvenmeli, dünyayı aklında bilebileceği iddiasından uzaklaşarak ve merkezi ben’ini yıkarak yeni ve tanımsız bilme biçimlerine algısının kapılarını açmayı denemelidir.
#sanatın icadı#sanat#sanat yazıları#tersten perspektif#perspektif#michel foucault#Pavel Florenski#larry shiner#erwin panofsky#sanat tarihi#modernizm#sanat eleştiri#sanat inceleme#çağdaş sanat#modern sanat
0 notes
Text
İkinci şiir kitabım Çığlıkta Arşe bugün Mahal Edebiyat etiketiyle ön satışa çıktı. Şiir yolculuğuma ilk gençlik şiirlerimden oluşan Sadak’la başlamıştım. Aradığım sesin izini sürerken o yoldan hayli uzaklaştım. Teşekküre de varış noktamdan başlamak istiyorum. Bana “Başlaman gereken yer tam da bu nokta Gönül,” diyen değerli hocam Altay Öktem’e, fikir ve eleştirisine çokça ihtiyaç duyduğum Turhan Yıldırım’a, yayına hazırlık süreci boyunca Çığlıkta Arşe’yi kendi kitabı gibi sahiplenen Yiğit Kerim Arslan’a, kapak deseni için kapısını çaldığımda dünyanın bin derdi arasında beni onurlandıran Ressam Çetin Yılmaz’a, tasarımıyla ona son yüzünü giydiren Sertaç Altuntepe’ye, Çığlıkta Arşe’yi benden alıp sizlere ulaştıran, ona can veren Mahal Yayınları’na teşekkür ediyorum. Şiirle.
🐦⬛
Repost: YENİ KİTAP!
Gönül Demircioğlu, ikinci şiir kitabı Çığlıkta Arşe ile Mahal Edebiyat'ta. Şimdi Mahal Mağaza'da, ön siparişte.
Ön Sipariş: https://www.mahaledebiyatyayinlari.com.tr/urun/%C3%A7%C4%B1%C4%9Fl%C4%B1kta-ar%C5%9Fe
Gönül Demircioğlu’nun düzyazı şiirleri Çığlıkta Arşe, şairin çocukluğundan renklerle yaptığı bir tuval. “Ses” ve “düş” birlikteliğiyle kurulmuş bu kitap, lirizmi önceliyor. Şair, düzyazı şiirin imkânlarını hem klasik hem de yenilikçi bir bakışla değerlendiriyor. Bir nehrin her seferinde farklı akması gibi Çığlıkta Arşe’de de her okuma, yeni buluşlara açık…
#çığlıktaarşe #gönüldemircioğlu #mahalyayınları #düzyazışiir #prose #poetry #poemeenprose #deneyseledebiyat #mensurşiir #dadaistşiir
1 note
·
View note
Photo
Deneme #arte #artoftheday #artist #sketch #resim #tablo #portre #followforfollowback #follow4followback #instaart #instagood #sipariş #insta #instadaily #beautiful #ressam #bektaşyalçın @bektasy_ https://www.instagram.com/p/B4wPLczBqHZ/?igshid=17aosan77vrpk
#arte#artoftheday#artist#sketch#resim#tablo#portre#followforfollowback#follow4followback#instaart#instagood#sipariş#insta#instadaily#beautiful#ressam#bektaşyalçın
5 notes
·
View notes
Photo
Bedri Rahmi Eyüboğlu Bodrum Bahçe Orjinal Kalamış Yazmaları Atölyesi üretimi Kumaş üzerine Kalıp Baskı El Boyama Paspartu Tablo 30x35 cm Sipariş için; bit.ly/BR129D10 #bedrirahmieyüboğlu #bedrirahmi #kalamışyazmaları #yazma #yazmabaskı #baskıdesen #elsanatları #tablo #resim #ressam #sipariş #alışveriş #dekorasyon #tahtabaskı #taşbaskı https://www.instagram.com/p/BpPquamB1TC/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=nuxg7bvu62kc
#bedrirahmieyüboğlu#bedrirahmi#kalamışyazmaları#yazma#yazmabaskı#baskıdesen#elsanatları#tablo#resim#ressam#sipariş#alışveriş#dekorasyon#tahtabaskı#taşbaskı
1 note
·
View note
Text
Flaman Ressam Jean-Baptiste Vanmour'un Lale Devri'ni Çok İyi Yansıtan Tabloları
17. Yüzyıl'ın sonunda İstanbul'a gelen ve ölene kadar da burada yaşayan ressam Vanmour'un tabloları, Lale Devri ve Patrona Halil isyanı dönemindeki Osmanlı'nın nasıl bir yer olduğunu güzel anlatmış.
102 adet tablosunun gravür tekniği ile çoğaltılması ile meydana getirilen "osmanlı kıyafet albümü" adlı koleksiyon ile avrupa'da tanındı. marquis de ferrol, vanmour'a sipariş ettiği tabloları paris'e döndükten sonra bir gravür albümü olarak yayımlamış; bu albüm tüm avrupa'da büyük ilgi görmüş, tercüme baskıları yapılmış, başka sanatçılara esin vermiştir.
vanmour'un albümü, avrupa'da uzun yıllar etkisi altına alan türköri" modasına öncülük etmesi ve osmanlı yaşamını tüm canlılığı ile gözler önüne sermesi açısından büyük önem taşır. batılıların doğuyu anlama kaygısıyla hazırlanan bu eserdeki 102 çizime dönemin büyükelçisi ferriol'un detaylı anlatımı eşlik etmektedir. (turquerie yani türk hayranlığı: türk sanat ve kültüründen etkilenen batı avrupalılar tarafından bu sanat ve kültürün taklit edildiği moda akımı)
sanatçı, 1730'da patrona halil isyanı'na da tanık oldu. patrona halil'i arkadaşlarıyla birlikte betimlediği resim 18. yüzyıl osmanlı tarihinin en ilginç belgelerinden biridir ve amsterdam devlet müzesi'nde sergilenmektedir
vanmour osmanlı devleti'’nde lâle devri'nin tanığı olan ilk ve tek oryantalist ressamdır. bu yüzden osmanlı'nın bu gösterişli zamanını fırçasıyla tuvale aktarabilmiştir. aynı zamanda sadece osmanlı'nın günlük yaşamını değil, saray yaşamını da resmedebilecek şekilde sarayın içinde tuval resmi yapan ilk ressamlardandır. jean-baptiste vanmour eserlerine kıyafetleri ve günlük yaşamın tüm inceliklerini işlemiştir.
1737'de galata'da ölen vanmour, istanbul'da defnedilmiştir
dönemin önemli şahsiyetlerinden olan sanatçının ölümü istanbul dışında da büyük üzüntü yaratmış, hakkında fransız mercure de france gazetesinde bir anma makalesi yayımlanmıştır. vanmour'un mezarının istanbul'da galata'daki, eski fransız konsolosluğu sınırları içinde bulunun jésuites-saint louis kilisesi bahçesinde, baron de salagnac'ın mezarının yanında olduğuna dair pek çok kayıt bulunmasına rağmen, mezarı belirleyici bir işaret yoktur.
2003 yılında, vanmour'un resimleri, çağdaşı nakkaş levnî’nin eserleri ile birlikte ‘lale devri istanbul'una iki özgün bakış - van mour ve levnî’ adıyla topkapı sarayı'nda sergilenmiştir.
62 notes
·
View notes
Photo
Guernica: İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan bir tablodur. 26 Nisan 1937'de Nazi Almanyası'na ait 28 bombardıman uçağının Guernica şehrini bombalamasını anlatan bir resim. Saldırı sırasında 1500’den fazla kişi ölüp yaralanmıştır. Pablo Picasso’dan bir resim yapılması sipariş edilmiştir, savaşı radyodan dinleyen Pablo Picasso 15 gün içerisinde bu tabloyu çıkarmıştır. Resim en büyük savaş karşıtı resim olarak görülür, bazı eleştirmenlere göre en önemli tablo olarak da görülmektedir, Pablo Picasso’nun Guernica resmî en politik resim olarak da tarihte yerini almıştır. Eser bir çok ülkede sergilendi ve Picasso Katıldığı bir sergide Alman bir general ''Bu tabloyu siz mi yaptınız'' Picasso’da; ''Hayır, siz yaptınız'' der. Resme soldan başladığımızda haykıran bir anne kucağında çocuk ve onların hemen üstünde bir boğa yer alır, boğanın hemen yanında mızrakla vurulmuş bir at üstünde bir lamba atın altında ise parçalanmış bir asker, atın da hemen sağında bir pencereden gaz lambası ve korku dolu ifadesi ile çıkan bir kadın onun altında yine bir kadın korku ile koşturmaktadır, kadınların sağında ateşler içinde yanan bir erkek figürü ve hemen yanında siyah bir kapı resmedilmiştir. (🖼) #SanatTarihi #HistoryOfArt #Sanat #Art #Mitoloji #Mythology #Arkeoloji #Archaeology #Tarih #History #Tablo #Resim #Picture #Ressam #Painter #Çizim #İspanya #Spain #Pablo #PabloPicasso #Picasso #Guernica #Almanya #Germany #Nazi #Savaş #War #YağlıBoya #Uçak #Bomba (Museo Reina Sofía) https://www.instagram.com/p/CEbOcDhg0OE/?igshid=1et623cp2zlpj
#sanattarihi#historyofart#sanat#art#mitoloji#mythology#arkeoloji#archaeology#tarih#history#tablo#resim#picture#ressam#painter#çizim#i̇spanya#spain#pablo#pablopicasso#picasso#guernica#almanya#germany#nazi#savaş#war#yağlıboya#uçak#bomba
2 notes
·
View notes
Text
“Malva”nın hüznü: Kürt bir ressamın portresi – Fatma Koçak & Bekir Avcı
20 Kasım 2018 09:04
“Malva”nın resimlerindeki karanlık, dünyanın en karanlık yanına denk düşer. Tablolarının toplamı bize sessiz bir çığlığı fısıldar. Francis Bacon’ın çığlık atan Papa’yı resmedişinde dehşet yaratan hiçbir öğe olmadığını, bu nedenle nötr haldeki dehşetin katbekat arttığını söyleyen Gilles Deleuze’ün formülü geçerlidir burada da. Onun tablolarında da dehşet bağırmaz. Dehşeti bağırmak istemez ressam; büzüşmüş beden, deriden fışkırmaya hazır kemikler, ağzı örten el ya da derin yüz çizgileri… Karanlık tablolarda dehşeti saklayan bir dinginlik vardır. Onun resimlerinde düalitenin o bildik karşıtlığı bozulur. Dehşet ve çığlık, huzur ve dinginliğin karşıtı değil birbirini tamamlayan öğelerdir. Sahi, yaşam da öyle değil midir?
Kürt ressam Omer Hamdi, bilinen adıyla “Malva”, 1951 yılında Suriye’nin Hesekê kentinin Til Naif köyünde dünyaya gelir. Çocukluğu Til Naif ve Um Hamde köylerinde geçen sanatçının hayattaki en büyük çelişkisi babası olur. İlkokula gitmeye başladığı andan itibaren portreler çizen Malva’nın ilk resmettiği şeyde de onun izi vardır.
Biyografisini yazan kendisi gibi Hasekêli şair Hanan Osman “Malva” isimli kitabında, “Sürekli şiddete maruz kalan annesinin dizinin dibinde çaresizce duran Malva için çocukluk, acı, ağıt ve hüzündü” diye yazar. Malva’nın bu hüznü sanatının da mayası olur.
Öğretmeni resim yeteneğini keşfettiğinde hüzünlü resimlerinin hikayesini sorar ona ancak o yaşadıklarını söze dökemez, hüznünü çizebilir ancak, annesinin maruz kaldığı şiddeti tablolarına yansıtır. Babasının şiddetine maruz kalan ve kırık koluyla ekmek pişiren annesini resmeder örneğin. Yüksekokulda bu resmi ile bir yarışmaya katılır ve eseri epey ilgi çeker.
Resimlerini yakan ressam
Bir gün de kentteki Ortadoks kilisesi Omer’den kutsal şahsiyetlerin resimlerini yapmasını ister. Ancak yaptıklarını kilise papazı beğenmez, o da hepsini yakar. Resim yakma Malva’nın hayatının bazı dönemlerinde ritüele dönüşür. Eserlerini dönem dönem ya yakar ya da bir kuyuya atar.
Haseke valisinin Malva’dan Che Guvera’nın tahta zemin üzerine resmini çizmesini istemesi ise onun ismine uzanan hikayenin kurucu olayı olur. Çizdiği resim çok beğenilir ve o zaman Maksim Gorki’nin “Ana” kitabı hediye edilir Malva’ya. Bu kitaptan çok etkilenen ressam, kitaplara sığınır. Anton Çehov’un “Toprak Ana” hikayesini okur ve oradaki çiçeğin adı olan “Malva”yı kendine isim olarak seçer. Bu ismi seçmesinin iki nedeni vardır: Kürtçe’de “Xiro” denilen bu çiçeğin aşk hikayesi ve babasından resimlerini gizleme isteği.
Hikayesinden de anlaşılacağı üzere onun tablolarının odağındaki şiddetin nedeni hem içeriden hem de dışarıdan olur; ev’den evrensel’e açılır, ev’deki dehşet devlet karanlığına uzanır, o da savaş, yıkım ve ölüm olarak tuvallere yansır.
Malva okulu bitirdikten sonra öğretmenlik için başvuru yapar ancak kabul edilmez. Bu yüzden özel bir okula başvuru yaparak resim dersleri vermeye başlar. 1971 yılında buradan aldığı maaşla resim malzemeleri alarak eserlerini yapmaya devam eder.
“Hasat” ismiyle bu dönem yaptığı eserlerle ilk sergisini 1976 yılında Şam’da açar. Sergide üç eserini satabilen Malva, öfkeyle resimlerini yakar ve Haseke’ye geri döner.
Bir süre sonra zorunlu askerlik için silâhaltına alınan Malva burada da “Pursan” isimli bir askeri dergiye resim çizmeye başlar. İki yılın sonunda askerlik bittikten sonra ise Şam’da kalır ve 7 yıl boyunca çeşitli dergilere resim çizmeye devam eder.
Cennet isimli bir kadınla tanışır ve bir süre birlikte yaşadıktan sonra Lübnan’a gider. Cennet, Malva’ya yıllar sonra bir mektup yazar ve kanser olduğunu söyler, yardım ister. Malva elindeki tek varlık olan resimlerini satıp tedavi olması için ona gönderir. Tedavi olan Cennet Suriye’ye geri döner ve evlenirler. Bir süre sonra birlikte Lübnan’a giderler ve bir çocukları olur. Lübnan’da bir süre resim çalışmaları yapan Malva aldığı davet üzerine 1978 yılında Viyana’ya gider.
Malva Viyana’da umduğunu bulamaz. Öyle ki Viyana onun sanatında bir dönüşümün miladı olur. Doğu’da çocukluğundan itibaren karanlığı ve portreleri resmeden Malva’dan Batı’da istenen şey çiçek ve doğa resimleridir. Sipariş üzerine çizdiği, Rojava’daki imzalı eserlerinin aksine imzasız peyzaj tabloları ile sergiye katılır. Malva’nın resimlerini almak isteyen bir tüccar ile diyalogu ise her şeyi özetler niteliktedir:
Tüccar: Neden resimlerinin üzerine ismini yazmıyorsun?
Malva: Bu resimler benim ekmek param, ekmeğimin üzerine imza atmam.
Ancak Malva bir süre sonra peyzajlarında da ismini kullanmaya başlar. Viyana’da “Fukara” ismiyle bir sergi açar. Resimleri sergilerde yer almaya başlar.
Gazete Karınca
Ana Sayfa›Kültür-Sanat›“Malva”nın hüznü: Kürt bir ressamın portresi – Fatma Koçak & Bekir Avcı
KÜLTÜR-SANATMANŞETÖZEL
“Malva”nın hüznü: Kürt bir ressamın portresi – Fatma Koçak & Bekir Avcı
20 Kasım 2018 09:04
Fatma Koçak & Bekir Avcı
“Malva”nın resimlerindeki karanlık, dünyanın en karanlık yanına denk düşer. Tablolarının toplamı bize sessiz bir çığlığı fısıldar. Francis Bacon’ın çığlık atan Papa’yı resmedişinde dehşet yaratan hiçbir öğe olmadığını, bu nedenle nötr haldeki dehşetin katbekat arttığını söyleyen Gilles Deleuze’ün formülü geçerlidir burada da. Onun tablolarında da dehşet bağırmaz. Dehşeti bağırmak istemez ressam; büzüşmüş beden, deriden fışkırmaya hazır kemikler, ağzı örten el ya da derin yüz çizgileri… Karanlık tablolarda dehşeti saklayan bir dinginlik vardır. Onun resimlerinde düalitenin o bildik karşıtlığı bozulur. Dehşet ve çığlık, huzur ve dinginliğin karşıtı değil birbirini tamamlayan öğelerdir. Sahi, yaşam da öyle değil midir?
Malva’nın hüznü
Kürt ressam Omer Hamdi, bilinen adıyla “Malva”, 1951 yılında Suriye’nin Hesekê kentinin Til Naif köyünde dünyaya gelir. Çocukluğu Til Naif ve Um Hamde köylerinde geçen sanatçının hayattaki en büyük çelişkisi babası olur. İlkokula gitmeye başladığı andan itibaren portreler çizen Malva’nın ilk resmettiği şeyde de onun izi vardır.
Biyografisini yazan kendisi gibi Hasekêli şair Hanan Osman “Malva” isimli kitabında, “Sürekli şiddete maruz kalan annesinin dizinin dibinde çaresizce duran Malva için çocukluk, acı, ağıt ve hüzündü” diye yazar. Malva’nın bu hüznü sanatının da mayası olur.
Malva annesi ile beraber
Öğretmeni resim yeteneğini keşfettiğinde hüzünlü resimlerinin hikayesini sorar ona ancak o yaşadıklarını söze dökemez, hüznünü çizebilir ancak, annesinin maruz kaldığı şiddeti tablolarına yansıtır. Babasının şiddetine maruz kalan ve kırık koluyla ekmek pişiren annesini resmeder örneğin. Yüksekokulda bu resmi ile bir yarışmaya katılır ve eseri epey ilgi çeker.
Malva’nın kırık koluyla ekmek pişiren annesini resmettiği eseri
Resimlerini yakan ressam
Bir gün de kentteki Ortadoks kilisesi Omer’den kutsal şahsiyetlerin resimlerini yapmasını ister. Ancak yaptıklarını kilise papazı beğenmez, o da hepsini yakar. Resim yakma Malva’nın hayatının bazı dönemlerinde ritüele dönüşür. Eserlerini dönem dönem ya yakar ya da bir kuyuya atar.
Haseke valisinin Malva’dan Che Guvera’nın tahta zemin üzerine resmini çizmesini istemesi ise onun ismine uzanan hikayenin kurucu olayı olur. Çizdiği resim çok beğenilir ve o zaman Maksim Gorki’nin “Ana” kitabı hediye edilir Malva’ya. Bu kitaptan çok etkilenen ressam, kitaplara sığınır. Anton Çehov’un “Toprak Ana” hikayesini okur ve oradaki çiçeğin adı olan “Malva”yı kendine isim olarak seçer. Bu ismi seçmesinin iki nedeni vardır: Kürtçe’de “Xiro” denilen bu çiçeğin aşk hikayesi ve babasından resimlerini gizleme isteği.
Hikayesinden de anlaşılacağı üzere onun tablolarının odağındaki şiddetin nedeni hem içeriden hem de dışarıdan olur; ev’den evrensel’e açılır, ev’deki dehşet devlet karanlığına uzanır, o da savaş, yıkım ve ölüm olarak tuvallere yansır.
Malva Viyana’da
Malva okulu bitirdikten sonra öğretmenlik için başvuru yapar ancak kabul edilmez. Bu yüzden özel bir okula başvuru yaparak resim dersleri vermeye başlar. 1971 yılında buradan aldığı maaşla resim malzemeleri alarak eserlerini yapmaya devam eder.
“Hasat” ismiyle bu dönem yaptığı eserlerle ilk sergisini 1976 yılında Şam’da açar. Sergide üç eserini satabilen Malva, öfkeyle resimlerini yakar ve Haseke’ye geri döner.
Bir süre sonra zorunlu askerlik için silâhaltına alınan Malva burada da “Pursan” isimli bir askeri dergiye resim çizmeye başlar. İki yılın sonunda askerlik bittikten sonra ise Şam’da kalır ve 7 yıl boyunca çeşitli dergilere resim çizmeye devam eder.
Cennet isimli bir kadınla tanışır ve bir süre birlikte yaşadıktan sonra Lübnan’a gider. Cennet, Malva’ya yıllar sonra bir mektup yazar ve kanser olduğunu söyler, yardım ister. Malva elindeki tek varlık olan resimlerini satıp tedavi olması için ona gönderir. Tedavi olan Cennet Suriye’ye geri döner ve evlenirler. Bir süre sonra birlikte Lübnan’a giderler ve bir çocukları olur. Lübnan’da bir süre resim çalışmaları yapan Malva aldığı davet üzerine 1978 yılında Viyana’ya gider.
Malva’nın imzasız peyzajlarından
Malva Viyana’da umduğunu bulamaz. Öyle ki Viyana onun sanatında bir dönüşümün miladı olur. Doğu’da çocukluğundan itibaren karanlığı ve portreleri resmeden Malva’dan Batı’da istenen şey çiçek ve doğa resimleridir. Sipariş üzerine çizdiği, Rojava’daki imzalı eserlerinin aksine imzasız peyzaj tabloları ile sergiye katılır. Malva’nın resimlerini almak isteyen bir tüccar ile diyalogu ise her şeyi özetler niteliktedir:
Tüccar: Neden resimlerinin üzerine ismini yazmıyorsun?
Malva: Bu resimler benim ekmek param, ekmeğimin üzerine imza atmam.
Ancak Malva bir süre sonra peyzajlarında da ismini kullanmaya başlar. Viyana’da “Fukara” ismiyle bir sergi açar. Resimleri sergilerde yer almaya başlar.
Temsile karşı temsil
Bir tuvalin yüzeyi bize neyi verir? Dikdörtgenin ya da tablonun maddiliği, üzerine çizilen resimden önce bize ne anlatır? Eğer Foucault’nun sorularıyla Malva’nın tablolarına bakarsak onun çalışmalarında temsil sorunuyla karşılaşırız. Malva’nın ‘dehşet tabloları’nda resim içinde resim vardır, her biri ikiye bölünmüş gibidir. Yatay bir çizgi keser tabloları. Bu kesmeler bize tablonun sadece bir tablo olduğunu hatırlatır. Bu, temsile karşı duruştur. Ancak Malva’nın Viyana’da ürettiği peyzaj tablolar bu duruşun tam aksi yöndedir. Çünkü evvel daha çok yağlıboya portreler yapan Malva’nın resimlerinde annesi şahsında erkek şiddeti ile Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere yönelik devlet şiddetini insan yüzü ve bedenine yansıyan çizgilerle görmek mümkünken, Viyana’da bu kompozisyonun değişmesi, basitçe, tablolardaki hikayelerin değil onun temsile karşı duruşunun da tersyüz olmasıdır.
Rojava’dayken çizdiği resimlerinin özünde şiddet ve karanlık olan, bu tablolarındaki yatay ve dikey kesmelerle bizi temsil sorununu düşünmeye buyuran ressam, Batı’da ise temsile dayalı resim geleneğine kaymıştır. Ancak Malva tabir-i caizse peyzaja mecbur bırakılmıştır ya da belki de bu çelişkiyi alegorik bir anlatı olarak kullanmıştır resimlerinde.
Ancak yine de Malva’nın yaşamının eserleriyle bütünleştiğini belirtmek gerekir. Onun resimleriyle bütünleşen yaşam portresinde ev’den evrensele uzanan şiddeti, Doğu’dan Batı’ya uzanan temsil krizini, ancak her şeye rağmen düalitenin birliğinin bir parçası olarak dehşetle el ele giden dinginliği ve huzuru görür ve buluruz.
Memleket ısrarı ve ölümü
16 yıl sonra Suriye İletişim Bakanlığı’ndan bir davet alan Malva geri döner. Lazkiye’ye bir festivale katılır. Suriye’de bir sergi salonu açmak ister ancak buna izin verilmez. O da çalışma imkanı bulamadığı için tekrar Viyana’ya döner.
Yakalandığı kanser hastalığına yenik düşerek 18 Ekim 2015’te Viyana’da yaşama gözlerini yumar Malva.
38 notes
·
View notes
Photo
Elinin kanıyla: Artemisia Gentileschi Pınar Üzeltüzenci İngiltere’deki National Gallery, Birleşik Krallığın şu ana kadar gördüğü en büyük ve kapsamlı Artemisa Gentileschi sergisine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Nisan ayında açılacak sergiye vesile olan gelişme ise müzenin yakın zamanda Gentileschi’nin en bilinen otoportrelerinden biri olan Self Portrait as Saint Catherine of Alexandria (İskenderiyeli Azize Katerina Olarak Otoportre) adlı tabloyu koleksiyonuna katmış olması. Bu resim aynı zamanda Birleşik Krallık’ta bir kamu koleksiyonuna giren ilk Gentileschi yapıtı olma özelliğini de taşıyor. Böyle bir serginin ancak 2020 yılında açılabilmesinin elbette bir sebebi var: Gentileschi’nin 17. yüzyıl İtalyan Barok sanatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilmesi ve sanat camiası, piyasası içinde akademik ve finansal ilgiye mazhar olabilmesi epey yakın bir dönemde gerçekleşiyor. Bunda sanatçının hayat hikâyesi ışığında sanatını yeniden gündeme getiren ‘70’lerin feminist hareketinin payı büyük. 16 yaşındayken kendisine resim dersi veren Agostino Tassi tarafından bir yıl boyunca sistematik cinsel saldırıya uğrayan Artemisia, mesele en sonunda mahkemeye taşındığında ‘gerçekten tecavüz mü yoksa rızaya dayalı bir birliktelik mi’ sorusuna cevap arayan yargıç kararıyla işkence görüyor; zira mahkeme bir kadının ancak işkence gördüğü takdirde doğruyu söyleyebileceğini düşünüyor. Tassi en sonunda suçlu bulunuyor ancak iki sene hapis olarak karar verilen cezasını tamamıyla çekmeden, hayatına özgür bir ressam adam olarak devam ediyor. Artemisia ise tecavüze uğramış, ‘saflığı bozulmuş’ olarak görülen bir genç kadın olarak, ‘alnında bir damgayla’ 17. yüzyılın berbat dünyasında hayatta kalmaya çalışacak. Gentileschi’nin hikâyesinin feminist yazarlar tarafından hatırlanıp sanatının bir de bu perspektifle okunmaya başlaması, internet aracılığıyla daha çok telaffuz edilmeye başlanan feminizm kavramı ve elbette son birkaç yılın #metoo hareketi de Gentileschi’nin baş döndüren, göğse yumruk gibi inen, mide buran şiddette etkileyici resimlerine olan ilgiyi nihayet arttırıyor. Sanat ve mimariyi Katolik kilise için birer propaganda aracı olarak kullanan Vatikan’ın hükmü altındaki bir İtalya’da, Roma’da büyüyen bir kadın sanatçı olarak Artemisia Gentileschi’nin başarılı olarak addedilmesi neredeyse bir mucize. Zaten hakkındaki çoğu belgesel ya da biyografi hâlâ ne kadar güzel olduğunun altını çizerek, fiziki özelliklerinin de bu başarıda bir etkisi olduğunu ima edecek şekilde ondan bahsediyor. Bir de elbette ‘hırslı’ olduğundan... Babası dönemin ünlü ressamlarından olan Artemisia çok erken yaşta teknik açıdan mükemmel eserler vermeye başladığında, bir de insanların ‘bunları kendi değil babası çiziyor olmalı’ şüpheleri üşüşüyor başına. Dönemin diğer kadın ressamlarından farklı olarak, 17. yüzyılda bir sanatçının ilgilenebileceği en ulvi alan olarak addedilen Historia alanında çalışan Artemisia, bu alan içinde de pek alışık olunmayan en dramatik konuları, pek alışkın olunmayan şekillerde yorumlamayı seçiyor. Sanatın politik tarafının görmezden gelinmesinde, Freud’un yüceltme (süblimasyon) kavramının okumasına yönelik spesifik bir yaklaşımın yeri büyüktür. Freud insanların toplum olmak ve birlikte yaşayabilmek pahasına, temel libidinal dürtülerini bastırmak suretiyle, bir konsensüs oluşturduklarını söyler. Fakat bastırılan bu libidinal enerji elbette yok olmaz, Freud’a göre spor, sanat, edebiyat, müzik, zanaat gibi yaratıcılık içeren pratikler halinde hayata bir şekilde ‘geri döner’. Yani kültür hatta medeniyet dediğimiz şeyin altında cinsellik ve onun türlü tahayyülleri yatar. Bu bilinçdışı bir süreç olduğu için de güncel politik meseleler çoğu zaman nedense bu alana uğramaz kabul edilir. Bu yüzden mesela Woody Allen’ın, Roman Polanski’nin, Picasso’nun yaptıkları bir yana, eserleri bir yana ayrılabilir, ayrı ayrı değerlendirilebilir, bu şekilde sanatsal ‘dehalarının’ hakkı teslim edilebilir hale gelir. Bir yandan da bu teori, tecavüzün ve cinsel şiddetin neden kültür ürünleri içinde bu kadar yoğun ve sık kutlandığını da anlamamıza yardımcı olacak şekilde okunabilir. Kadınların medeniyet ürünlerinde ne şekillerde temsil edildiklerine bakarak dünyanın kimlerin fantezisi üzerine inşa edildiğini görebiliriz. Vatikan baskısı yüzünden sadece İncil hikâyelerinin çizildiği 17. yüzyılda, başarılı ve popüler yani resim sipariş edilen bir ressam olmanın yolu da haliyle Kutsal Kitap hikâyeleri resmetmekten geçiyordu. Artemisia da İncil’den hikâyeleri resmederek tanındı. Ancak mesela çokça etkilendiği ve sıkça isminin birlikte anıldığı Caravaggio’nun da ele aldığı en ünlü eseri Judith beheading Holofernes (Judith Holofernes’in Başını Keserken), Artemisia’nın elinde bambaşka bir hal alır. Eski Ahit’te yer alan bu hikâyeye göre dul bir kadın olan Judith kendisini casus olarak tanıtarak İsrail halkına saldıran düşmanların arasına karıştıktan sonra bir akşam general Holofernes’i sarhoş ederek hizmetçisinin yardımıyla kafasını keser ve bir torba içinde getirip İsrailli askerlerin önüne atar. Böylesi kanlı bu hikâye, yıllar içinde birçok erkek ressam tarafından Judith’in güzelliğine zeval gelmeyecek şekilde, derli toplu ve ifadesiz durduğu şekillerde (Caravaggio'nunki dahil) resmedilirken, Gentileschi elinde ete kemiğe bürünecek kadar gerçekçidir. Judith bir insanın kafasını kesiyordur. Çarşaf kan içindedir, hizmetçisi adamı hareketsiz tutmaya çalışıyordur, resimdeki kişilerin yüzleri yaptıkları işe uygun ifadelere bürünür. Caravaggio’nun Judith’i ise elindeki bıçaktan iğreniyor görünür. Ressam, sanki bu masum İncil figürüne adam öldürmeyi, güçlü olmayı, inisiyatif almayı yakıştıramıyor gibidir. Holofernes’in boğazından akan kanın gerçek dışı bir şekilde dümdüz fışkırırken resmedilmesinden de bellidir bu ‘eğretilik’. Hikâye, olması gerektiği gibi, mitolojik olarak kalır. Avrupa ikonografik geleneği yüzün beden karşısındaki ayrıcalıklığına sadıktır. Bu ikonalarda Hristiyan şehitleri, bedenlerine ne olursa olsun vakur yüz ifadelerini ve üstünlüklerini korurlar. Artemisia’nın yüzü bedenin bir parçası olarak tanıyan estetik yaklaşımı, o dönem sanatında bir norm kabul edilen yüzün hiyerarşik üstünlüğünü yerle bir etmesiyle de önemlidir. Artemisia Genthilechi daha sonra Judith’i, İncil’deki orijinal hikâyede olmayan ve başka kimsenin resmetmediği sahneler ile resmetmeye devam eder. Kestikleri kafayı hizmetçisiyle çantaya koyarlarken irkilip bir yöne doğru baktıkları Judith and Her Maidservant (Judith ve Hizmetçisi) bunlardan biridir. Judith Artemisia’nın aklına takılır, düşündüğü, kafa yorduğu belki de özdeşleştiği biri haline gelir. Artemisia için hikâye, olması gerektiği gibi, mitolojik olarak kalmaz. Aynı yaklaşımı yine bir Eski Ahit hikâyesi olan Susannah and the Elders’da (Susannah ve İhtiyarlar) da görürüz. Erkek ressamlar (Alessandro Allori’ninkine bir bakın), bahçesinde banyo yapan Susanna’nın kendisine tecavüze yeltenen iki yaşlı adama direnmesinin ve onları reddettiği için adamların kuru iftirasına maruz kalmasının hikâyesini resmederken Susannah’yı nedense davetkar, baştan çıkarıcı hallerde göstermeye meylederler. Artemisia ise Susannah’yı hikâyeye sadık kalarak direnirken gösteren İLK ressamdır. Susannah adamlara ‘hayır’ diyordur, kendisine dokunmalarını istemiyordur ve bunu ‘gösteriyordur’. Süblimasyon, yücelten kişi bir kadın olduğunda, kadının kendi bedeniyle olumlu bir ilişkilenmeyle belirir. Hélène Cixous kadınların kendi bedenlerine dönüşü, yazarak gerçekleştireceklerini söylüyordu; Artemisia’nın hikâyesinde bu geri dönüş, resimleriyle, resmettiği karakterlere olan yaklaşımıyla meydana gelir. Kahramanlarını o dönemin popüler yüzeyselliğinden çeker alır, dünyayla olan karmaşık ilişkilerini teslim eder, o ana kadar hep ya fahişe ya bakire olarak resmedilen kadınların hikâyelerine kulak verir, insanları da bu hikâyelere bakmaya zorlar. Sanat eğer bilinçdışının görünür olduğu anlarsa ve genelde erkeklerin oyun alanıysa, o halde patriyarkanın aklından geçenin en saf şekilde cisimlendiği alan da sayılabilir. Artemisia Gentileschi’de ise ‘bastırılan’ resimleri aracılığıyla bambaşka şekillerde geri döner. İntikam arzusu, bedensel acı, kendisine 16 yaşındayken bir yıl boyunca ‘evleneceğim seninle’ diye yalan söyleyerek tecavüz eden Tasso’ya mahkemenin veremediği cezayı verecek şekilde cisimlenir. Bu yüzden Artemisia’nın o dönemde ondan beklendiği gibi ‘erkek gibi’ resmetmekten ziyade, hikâyelerine şaşırtan detaylar eklemesinin bir anlamı vardır. Eserlerindeki bu tarihi ve mitolojik kadınlar ressamın sesi olur, müthiş tekniği ve estetik becerisinin dışavurumu olmalarının yanında, acısını, deneyimlerini, kısılmış sesini de saklarlar. İntikam isteğini, içinde kopan fırtınaları ifade ettiği araçlar halini alırlar. Can havlinin gizlendiği delillerdir bunlar. Tecavüze uğramış, damgalanmış, çoğu zaman yeteneği ‘acaba babası mı çizdi?’ şüpheleriyle sorgulanmış, hırslı ve güzel olmasıyla yargılanmış bir kadın olarak Artemisia Gentileschi, bize sanat tarihini yeniden okuma şansı sunmasıyla da önemli. Bir ordu içine sızan casus gibi, Judith gibi, kendisinden söküp alınan hayatın başkaları için oh ne ala devam ettiği adaletsiz bu dünyaya, tarihi başka türlü okumaya fırsat veren minik ipuçları bırakan bir casus. Uğradığı tecavüz yüzünden üzerinde taşıdığı damgaya dikilmiş kem gözlü kafaları çenelerinden sertçe tutup yarattığı eserlere çevirmiş ve o bakışları o eserler vasıtasıyla paramparça edebilmiş, müthiş bir sanatçı. Sanat Dünyamız Mart-Nisan 2020
4 notes
·
View notes
Text
İnsanlık Tarihinin En Büyük Dehalarından: Leonardo da Vinci
Filozof, mühendis, mimar, ressam, astronom, matematikçi, müzisyen, heykeltıraş, jeolog, botanist, yazar... Çok yönlü zekası, eserleri ve mükemmeliyetçi çalışma prensipleriyle şüphesiz tarihin en ilham verici kişilerinden.
Da Vinci yavaş çalışan bir ressamdı ve bu yüzden bir çok eseri yarıda kaldı. Tabi bu eserler en az diğerleri kadar değerli.Floransa’da Uffizi Galerisi ya da Paris’te Louvre Müzesi yarım kalan Leonardo da Vinci eserlerine rastlayabilirsiniz. (Mona Lisa'nın yalnızca dudakları 10 yıl sürdü...)
Gökyüzünün niçin mavi olduğunu açıklayan dahi, bir eliyle resim yaparken diğeriyle de tersten yazı yazabiliyordu. İlginçtir ki Mona Lisa tablosunu 77×55 boyutundaki haliyle biliyoruz halbuki eserin sağında ve de solunda bulunan sütunlar kesilmiştir bu yüzden aslında Lisa terasta poz veriyordur.
kadının kimliği de büyük bir sırdır. Bir varsayım göre Floransalı francesco di bartolommeo di zanobi del giocondo'nun eşi lisa di antonio maria di noldo gherardini'dir. Leo, sipariş alır ve 1503 senesinde esere başlar. Eser için poz veren lisa, o yıl 24 yaşındadır. Leo 4 yılın sonunda floransa'dan kaçar ve resmi yanında götürür. Bir varsayıma göre Leo tabloyu tamamlayamadığı için başka varsayım ise tabloyu çok beğendiği ve bu yüzden vermek istemediğidir.Hayat boyu tabloyu çantasında taşımıştır. Ki bu da 2. İhtimali oldukça güçlendiriyor.
Benim en beğendiğim eseri The Last Supper yani Son Akşam Yemeği... da vinci bu freskte isa'nın "aranızdan birisi bana ihanet etti" dediği anda masadakilerin verdiği tepkilerin yüz ifadelerine yansımalarını aktarmıştır.
Eserde İsa'nın yanında Magdalalı Meryem vardır. Ve aralarında ki boşluk bize bir "V" harfi verir. KUTSAL KASE!Paganların kadın sembolu.İsa ve ona ihanet eden Yahuda için aylarca Milano'da model aradı. İsa için buldu. Fakat Yahuda için bulamadı. Yıllar sonra bir mahkum Yahuda modeli için seçildi. Resim bitince bir gerçek ortaya çıktı. Mahkum koşarak Leo'ya gitti. "Beni tanıdınız mı, ben bu resimde İsa için modellik yaptım" Yani resimde hain de İsa da aynı yüze sahiptir. Teşekkürler Leo!
#leonardo da vinci#leonardo da vinci kimdir#leonardo da vincinin sırları#gizemli#ilginç hikaye#bir hikayesi var
13 notes
·
View notes
Photo
Kaynarca'da Keyif Sanat AtölyesiSevdiklerinize Ölümsüzlüğü Hediye Edin.... Sakarya Kaynarca ilçesinde, Ressam Çeri, Sevdikleriniz için en güzel hediye, Sipariş portre çizimini en ayrıntılı bir şekilde özenle yapıyor.https://www.fisiltihaberleri.com/haber/kaynarcada-keyif-sanat-atolyesi-6200.html #karakalem #art #drawing #sanat #çizim #sketch #portre #resim #istanbul #artist #draw #artwork #painting #portrait #pencil #pencildrawing #sketchbook #illustration #charcoal #eskiz #türkiye #izmir #ankara #instagram #karakalemçizimi #hediye #karakalemportre #turkey #cizim #instagood
0 notes
Photo
30 dakikalık resim Güzel model Ulyana Zhens #artist by @bektasy_ #resim #çizim #sanat #portre #karakalem #sketch #paint #picture #drawing #tablo #art #tasarım #model #dailyart #bektaşyalçın #ressam #artsell #sipariş #gt #ulyanazhens #zhensulyana (Turgutreis) https://www.instagram.com/p/B4beW8hhYqd/?igshid=1i1xuik4itqgv
#artist#resim#çizim#sanat#portre#karakalem#sketch#paint#picture#drawing#tablo#art#tasarım#model#dailyart#bektaşyalçın#ressam#artsell#sipariş#gt#ulyanazhens#zhensulyana
3 notes
·
View notes
Photo
Bedri Rahmi Eyüboğlu Ada İzmariti Orjinal Kalamış Yazmaları Atölyesi üretimi Kumaş üzerine Kalıp Baskı El Boyama Paspartu Tablo 44x32 cm Sipariş için; bitly/BR018G01 #bedrirahmieyüboğlu #bedrirahmi #kalamışyazmaları #yazma #yazmabaskı #baskıdesen #elsanatları #tablo #resim #ressam #sipariş #alışveriş #dekorasyon #tahtabaskı #taşbaskı https://www.instagram.com/p/Bo9kXlLhyo8/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1fymmmkr1a03v
#bedrirahmieyüboğlu#bedrirahmi#kalamışyazmaları#yazma#yazmabaskı#baskıdesen#elsanatları#tablo#resim#ressam#sipariş#alışveriş#dekorasyon#tahtabaskı#taşbaskı
1 note
·
View note
Photo
Siparis icin @bay_portree . #çizim #cizim #cizimler #çizimler #çizimlerim #çizimdefteri #çizimteknikleri #karakalem #karakalemçizimi #karakakalemaşk #portre #karakalemportreçizimi #portreçizimi #siparişalınır #sipariş #siparis #teknikresim #resim #resimler #resimçizmek #ressam #sanat #siparişalınır💕💕🎀🎀🎁🎁💕💕🎀🎀🎁🎁🎀🎀 #siparişiçindm📩 #karakalemportre #gözçizimi #portredövme #pportre #cçizim #denizlidenevar https://www.instagram.com/p/CXMU2ovIZsZ/?utm_medium=tumblr
#çizim#cizim#cizimler#çizimler#çizimlerim#çizimdefteri#çizimteknikleri#karakalem#karakalemçizimi#karakakalemaşk#portre#karakalemportreçizimi#portreçizimi#siparişalınır#sipariş#siparis#teknikresim#resim#resimler#resimçizmek#ressam#sanat#siparişalınır💕💕🎀🎀🎁🎁💕💕🎀🎀🎁🎁🎀🎀#siparişiçindm📩#karakalemportre#gözçizimi#portredövme#pportre#cçizim#denizlidenevar
1 note
·
View note
Text
@ismailsanatart
Hayalperest bir insanım
#art #drawing #draw #picture #photography #artist #tbt #pencil #instaart #beautiful #instagood #Galler #masterpiece #photooftheday #instaartist #artoftheday #benimatolyem #çizim #karakalem #karikatür #sipariş #artist #ressam #sanat #çizimler #karakalemportre #karakalemçizimi #karakalemçizim
0 notes
Text
Fatih Sultan Mehmet'in portresi ilk defa sergilenecek
İtalyan ressam Fausto Zonaro başta olmak üzere Türk ressamlar Hasan Rıza, Halil Paşa, Feyhaman Duran ve Veronese imzalı portreler, sanat tarihi açısından belge niteliği taşıyor. Milli Saraylar Resim Müzesi yöneticisi ve sanat tarihçisi Gülsen Kaya, sonbaharda açılacak olan sergi için hazırlıkların tüm hızıyla sürdüğünü belirtti. Kaya, "Milli saraylar resim müzesinin sonbahardaki büyük açılışı için hummalı bir hazırlık süreci var. Kalabalık bir ekip olarak çalışıyoruz. Resim müzesi önceden 11 tematik bölümden oluşuyordu. Şimdi ise 30'u aşkın tematik bölümüyle ziyaretçileriyle buluşacak. Aslında tümüyle değişiyor. Şu anda Fetih ve Fatih konulu bölümdeyiz. Padişah portreleri salonumuz için de hazırlıklar devam ediyor" ifadelerini kullandı. Gülsen Kaya, ilk defa sergilenecek Fatih Sultan Mehmet'in portresinin, Sultan Vahdettin'in kızı Rukiye Sultan'ın eşi Şerif Abdülmecit tarafından Türk ressam Halil Paşa'ya sipariş verildiğini ve bu resmin 20. yüzyıl yorumuyla çizilmesi açısından önemli olduğunu söyledi. Ressam Halil Paşa'nın eski örneklere bakarak bu portresini çizdiğini belirten Kaya, hanedanın bir damadı tarafından sipariş verilmesi ve ilk defa sergilenmesi açısından önemli olduğunu kaydetti. Read the full article
0 notes