#redaktör haber
Explore tagged Tumblr posts
ncdtgrsy · 4 days ago
Text
2 notes · View notes
yurekbali · 8 years ago
Text
Tumblr media
“Hasan Hüseyin Korkmazgil” anısına...  “Dostum dostum, güzel dostum!  Bu ne beter çizgidir bu!  Bu ne çıldırtan denge!  Yaprak döker bir yanımız,  bir yanımız bahar bahçe...”  _Hasan Hüseyin Korkmazgil, Amenna  Barışın, kardeşliğin, insanlığın, emeğin, ışığın ve Anadolu halkının şairi, Hasan Hüseyin...  Emekçi halkın, ezilen insanların her zaman yanında olan, bir güzel insan...  Acıyı bal eyleyen şair...  Şiirlerle tanıdık onu ilk, şarkılarda-türkülerde yaşadık sonra.  Gün oldu "Acıyı Bal Eyledik"...  Gün oldu "Haziranda Ölmek Zor" diye haykırdık...  Gün oldu "Acılara Tutunduk" birlikte...  Şiirlerinde “Hasan Hüseyin”, öykü ve yazılarında “Korkmazgil” adını kullandı.  Sivaslı... (1927, Gürün, Sivas)  Ama Isparta sınırında, Burdur’a bağlı “Ağlasun” İlçesi’nin damadı aynı zamanda. Eşi Azime öğretmenle bir mektupla başlayan aşkları büyük bir sevdaya dönüştü ve her daim mutlu oldular.  Ölüm, Hasan Hüseyin’i önce beyin vurgunu olarak yakaladı bir yanından. 1983 yılında evinde çalışırken beyin kanaması geçirdi. 6 ay hastanede, 6 ay evde, yoğun bak��mda -bitkisel hayatta- yaşadı. Eşi Azime Korkmazgil, bir gün bile kocasının başından ayrılmadı. Uzun bir mücadeleden sonra 26 Şubat 1984’te, Ankara’da evinde yenik düştü ölüme...  Bugün, Hasan Hüseyin’in 33. ölüm yıldönümü...  Acıtan, isyan ettiren, yürekleri ısıtan dizeleriyle her türlü duyguyu bize yaşatan büyük şairi, biz de yüreklerde yaşatmaya devam edeceğiz.  Şair Hasan Hüseyin ile öğretmen Azime’nin bitmemiş aşk hikâyesi vardır ki, Hasan Hüseyin’i ve şiirlerini seven herkes bilmeli bu hikâyeyi. “Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in ölümüyle yolları kesişen iki insanın aşk hikâyesi...” 1963’lü yıllarda bir edebiyat öğretmeninin solcu bir şaire âşık olması, öyle sıradan bir şey değildi. İnsanın aşkının arkasında dimdik durması ise, pek çok kişiyi öfkeye boğmaya yetiyordu. Mücadelelerle geçen bir hayatın ortasında Hasan Hüseyin’in şiiri gibi tertemiz bir aşk...  Tarih 3 Haziran 1963. Yer Uşak. Akşam saatleri... Burdur’a bağlı bir ilçe olan Ağlasun’da doğan “Azime Karabulut”, 30 yaşında Uşak Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi. Evliydi. Eşi Hulusi, ilköğretim müfettişiydi; bir aydır evinden uzaktı; Uşak-Eşme’deki okulları denetliyordu.  İki çocukları vardı; oğulları dört yaşındaki “Ufuk” ve kızları iki yaşındaki “Barış”.  Çocukların karnını doyurup uyuttuktan sonra bahçeye çıktı Azime. Türlü türlü kuşlarla bezeli yörük kilimine bağdaş kurup oturdu. İçi sıkkındı. Neden olduğunu bilmiyordu. Kalktı, kuyudan su çekip çiçeklerini suladı. Saatler gece yarısını gösteriyordu. Hâlâ uykusu yoktu. Evin salonundaki radyoyu açtı, sürekli kanalları değiştirdi. Birden... Kanallardan birinde bir haber:  Büyük Türk şairi “Nâzım Hikmet” öldü. 
Donup kaldı. Kendine gelince bahçeye zor attı kendini. Çocukluğundan beri şiirlerini her yerde arayıp okuduğu büyük şair ölmüştü işte. Sessizce ağlamaya başladı. Öksüz kaldığını hissetti. O anda aklına, son dönemlerde sık sık okuduğu, korkusuzluğunu Nâzım Hikmet’e benzettiği bir şairin adı geldi: “Hasan Hüseyin”. “BU ��AİRİ TANIMALIYIM!”  Hasan Hüseyin adını ilk, 1959 yılında Dost Dergisi’nin şubat sayısında yer alan "Ağustos Şiiri"nde görmüştü.  Azime o gece, ayın ve yıldızların altında Hasan Hüseyin ve Nâzım’ın şiirlerini okudu. Şafak sökmeye başlayınca korktu; ya Nâzım Hikmet gibi Hasan Hüseyin’i de yok ederlerse, ya sustururlarsa?  Kızı Barış’ın sesiyle kendine geldi. Sabah olmuştu. Çocuklarıyla kahvaltı yaptı.  O gün okulda ders yılı sonu sınavları vardı. Okula gitti. Acısını konuşacak kimsesi yoktu. Eve dönerken kararını verdi; Ankara’ya gidecekti; Hasan Hüseyin’i görecekti. Hiç tanımadığı, yüzünü görmediği, kim olduğunu bilmediği bir şairin elini tutacak, ona yalnız olmadığını söyleyecekti.  Bir de merakı vardı; kanını tutuşturan sıcaklığı yaratan bu şiirlerin arkasındaki adam kimdi? Hemen o akşam gidecekti, gitmeliydi, yarın geç olabilirdi.  Barış’ı omzuna aldı, Ufuk’un elinden tutup tren istasyonunun yolunu tuttu. Kanatlanmış gibiydi. 5 Haziran (1963) sabahı Ankara’daydı.  Ankara kocaman bir kent. Hasan Hüseyin’i nasıl bulacak? Solcu şairi kim bilir; olsa olsa Türkiye İşçi Partililer. Polise sordu: "TİP Genel Merkezi neredeydi?" Polis tarif etti.  Parti binasından içeri girerken heyecanlıydı, saçlarının dibi, burnunun ucu terliyordu. Barış kucağında, Ufuk yanındaydı. Partililer bu manzara karşısında şaşırdı. Şairin nerede olduğunu bilemediklerini söylediler.  Tam çıkacakken, adını sonradan öğreneceği şairin yakın arkadaşı Kemal Çiftler ile karşılaşması hayatının yönünü değiştirecekti.  Hasan Hüseyin iki hafta önce Ankara’dan gitmişti. Ne zaman geleceği belli değildi. Azime, tren istasyonunun yolunu tuttu, Uşak’a döndü.  “MEKTUPLAR... MEKTUPLAR...”  Temmuz ayının sonu; 27 Temmuz (1963). Hasan Hüseyin’den mektup vardı.  "Azime Karabulut merhaba!"  Mektup beş sayfaydı.  "Sana ve senin gibi duyup düşünenlere binlerce selam. Sizlere layık olamamak korkusuyla titrediğimi duyuyorum. Ah, ne iyisiniz, ne yiğitsiniz sizler..."  Azime şaşkındı. Hem mektuba hem de coşkun bir sel gibi akan mektuptaki dizelere. Heyecandan ağladı. Hemen oturup yanıt yazdı. Bir de oğlu ve kızıyla çekilmiş fotoğrafı koydu zarfa.  Yanıtı gecikmedi Hasan Hüseyin’in... Üstelik o da bir fotoğraf göndermişti. Azime, Hasan Hüseyin’i o fotoğrafta gördü ilk; gür beyaz saçları, basık izlenimi veren burnu...  Heyecandan titriyordu. Yanıtını beklemeden ardı ardına mektuplar yazdı. Hasan Hüseyin de ilgisiz değildi.  Şairin ikinci mektubu "Sevgili Azime" diye başlıyordu.  Üçüncü mektubunun tarihi 7 Ağustos 1963 idi. Şair mektubunu saat 03.00’te kaleme almıştı. Ve mektup, "Benim Azimem!" diye başlıyordu.  "Seni sevdim, seviyorum. Seni anlayarak seviyorum. Bunu bugün söylüyorum sanma. Ben sevmem böylesi laflar etmeyi. Hele, hiç sevmem mektup yazmayı. Seni seviyorum diyorum, anlıyorsun değil mi? Bu benim için zor bir itiraf...  Sen biraz yarınımsın benim. Biraz değil yarınımsın Azime. Sana Azimem diyorum anlasana! Seni anlayarak seviyorum Azime. Düşün ki yüzünü görmedim daha. Kimseden de sormadım seni. Seni kendi sözlerinle tanıyorum, bir de yolladığın resimden...  Geç mi kaldık? Yoo... Bu da bizim gerçeğimiz."  “SESİNİ DUYMALIYIM!”  Şairin son mektubundan sonra Azime bir yol ayrımına geldi. Kaçışı yoktu, koşa koşa polis karakoluna gitti. Telefon sadece karakolda vardı. Sesini duymak istiyordu sevdiği adamın. Akis Dergisi’ni aradı; Hasan Hüseyin dergide redaktör olarak çalışıyordu.  20 dakika bekledi telefonun bağlanmasını. Sonunda bağlandı. Kendini su içinde hissetti. Korkuyordu: "Ya sesim çıkmazsa?" Toparlandı hemen:  -Sonunda konuşuyor muyuz, senin sesin mi bu?  -Evet, benim, ben Hasan Hüseyin Korkmazgil.  -Bu kadar sıcak mıydı sesin?  Ufak bir kahkaha sesi. O sıcak gülüş aklını başından aldı Azime’nin. Ama yine de kontrolü kaybetmek istemiyordu; şiirini, yazdıklarını yıllarca izlemek başka, giderek sevmek de başkaydı, ama... Evliydi, iki küçük çocuğu vardı ve 30 yaşındaydı.  Şair, "Atla gel, çocuklarını yanına al gel, yeni bir hayat kuralım" diye ısrar ediyordu. Fısıltıyla "Düşüneceğim" diye telefonu kapattı Azime. Ter içindeydi. Bitkindi. Eve dönerken, gömlek cebindeki şairin fotoğrafını çıkarıp baktı. Ağladı.  Hasan Hüseyin’i sevmekle, şimdiye dek sahip olduğu sevgileri yitirecek miydi? Birkaç gün Azime ne mektup yazdı ne telefon etti.  Şair Hasan Hüseyin ise mektup yazmayı sürdürdü. "Gel" diyordu hep. "Gel birlikte düşünelim."  Azime çocuklarını düşünüyordu. Kocasını düşünüyordu. Anlayabilecek miydiler bu aşkı. Kocası, onuruna yedirip de "Haydi git" diyebilecek miydi? Ya babalar, anneler, akrabalar... Göze almak kolay mıydı, çekip gitmeyi?  Günler boyu kendini kırlara attı. Deliler gibi dolaştı akarsu kıyılarında, pınar başlarında. Ürpererek uyandığı rüyalar gördü. Artık dayanamıyordu. Kararını önce ailesine açmaya karar verdi.  Kardeşleri ilkokul öğretmenleri Necati, Ömer, Mustafa ne olursa olsun yanında olduklarını söylediler. Babası pek sesini çıkarmadı. Annesi, "İnsanın başına kar da yağar, boran da savrulur" dedi. Yüreklendi.  Hemen koşup telgraf çekti sevdiğine: "Geliyoruz!"  “İLK KARŞILAŞMA”  17 Ağustos 1963.  Ankara Tren İstasyonu.  Azime’nin kalbi duracak gibi. Annelerinin içindeki yangından habersiz çocuklar sevinçliydi, yine Ankara’ya geldikleri için.  Tren istasyona girdi. Azime’nin yüreği kıpır kıpır; şiir ile başlayıp mektupla devam eden bir sevdanın peşinden koşup Ankara’ya geldiğine inanamıyordu. Üstelik daha yüzünü bile görmemişti sevdiceğinin...  İşte gördü onu Azime; gri kabarık saçları, genç enerjik yüzlü, ince bedenli bir adam telaşla tren vagonlarına bakıyor. Emindi, "Kesin bu o" dedi içinden. El sallarken, utanarak seyretti aşkını; ince dal gibi boylu boslu bir adamdı şair.  Azime telaşlıydı, bu kez iki elini de sallamaya başladı. Hah o da gördü işte. Göz göze geldiler. Tren istasyonunun lokantasına oturdular. Çocuklar kendi aralarında oynuyordu. Sessizliği Azime bozdu:  "Yalnız mısın?"  Hasan Hüseyin güldü: "Ara sıra Hollandalı bir kızla..."  Azime’nin yüzü düştü.  Şair ekledi: "Hiç canım... Çilli bir kız işte!"  Gün boyu Ankara’yı gezerek sohbet ettiler. Azime çocuklarla Ulus’taki Buhara Otel’e yerleşti. Sohbetleri sabaha kadar otel lobisinde de sürdü. Ertesi gün yine buluştular. Birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Azime henüz eşinden ayrılmadığı için, o ilk ziyarette Hasan Hüseyin’in elini bile tutmadı.  “EVLENİYORLAR”  Birkaç gün sonra Uşak’a döndü. Okuldaki görevini sürdürdü. Bu arada zor bir süreç sonunda eşinden boşandı.  Sadece evinde değil, Uşak’ta da sorunlar çıktı. Edebiyat öğretmeninin bir solcu şaire âşık olması, halk arasında yer yer öfkeli çıkışlara neden oldu. O, aşkının arkasında dimdik durdu.  Uşak’ta sorunlarla boğuşurken, 10 Haziran 1964 günü hayatını değiştirecek teklifi aldı. Hasan Hüseyin evlilik teklif etti. Aynı gece çocuklarla yine Ankara’nın yolunu tuttu.  11 Haziran 1964’de Altındağ Evlendirme Memurluğu’nda evlendiler. Törende sadece beş arkadaşları vardı. Azime çocuklarını alıp Ankara’ya yerleşti. Bir yıl sonra oğulları “Temmuz” doğdu.  Ve Azime, eşi Hasan Hüseyin ve çocukları Ufuk, Barış ve Temmuz ile kirletilmemiş mutlu bir hayat yaşadı.  Aşk Şiiri / Hasan Hüseyin Korkmazgil  Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... Çünkü aşk şiirden önce gelir sende, oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin... Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... Çünkü aşk kavganın içindedir, çünkü sen içindesin kavganın... Elmayı kokusundan, güvercini biçiminden soyutlamaktır; yaşamak denilen kavgayı aşksız düşünmek... Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... Çünkü sen gagasından tutup kuşu, öt kuşum, öt kuşum demiyorsun. Çünkü sen yedirip çiçekleri ineğe, koklayıp gerisini ineğin, kok çiçeğim, kok çiçeğim demiyorsun... Öpüşmek başka şeydir yiğidim, öpüşmeyi düşünmek başka! Sevişmek başka şeydir güzelim, sevişmeyi düşünmek başka!.. Sende yaprak -iki gözüm- , sende yıldız -yürek sızım- , sende su, sende bu dört boyutlu kaçma tutkusu, atlıkarıncadan geceleyin bakmaktır lunaparka... Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... Çünkü sen ilkyaz yağmurlarında, çırılçıplak dolaşır gibi sıcak morlarda, içer gibi morları, düşer gibi morlara, yaşarsın aşkı iliklerinde... Çünkü sen iki düşman ucun bileşkesisin, acısısın kavuşmanın, ayrılmanın sevincisin. Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... Çünkü aşkın kendisidir şiirin. Oysa sen, oysa aşk, oysa sen, sen... Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin... _Hasan Hüseyin Korkmazgil, Aşk Şiiri Büyük ustayı sevgi ve saygıyla anıyoruz... 
84 notes · View notes
bilalyilmazpolitics · 6 years ago
Text
GEÇEN HAFTA AVRUPA GÜNDEMİ
AVRUPA*ASYAZİRVESİ
Avrupa-Asya Zirvesi’nin 12’incisi Brüksel’de on*sekiz*on*dokuz Ekim tarihlerinde düzenlendi. Toplantıya Avrupa ve Asya’dan elli*bir ülkenin liderleri ve Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Genel Sekreteri’nin katıldığı belirtiliyor. Avrupa Birliği Konseyi’nin açıkladığı sonuç bildirgesinde:
– İki kıta arasındaki ticaretin ve güvenliğin artırılması, toplumların yakınlaşması ve çevrenin korunmasının kararlaştırıldığı, dünyanın genelini ilgilendiren sayısallaşma (digitalisation) gibi konulara nasıl cevap verileceğinin tartışıldığı, açık dünya ekonomisinin ve kurallarının dikkate alındığı ticari sistemin ve Dünya Ticaret Kuruluşu’nun (WTO) güçlendirilmesi ve yeniden düzenlenmesinin (reform) öneminin hatırlatıldığı, bölgesel ve küresel düzeyde daha fazla ekonomik bütünleşmenin öneminin vurgulandığı, zirvede Avrupa Birliği ve Singapur arasında serbest ticaret anlaşmasının ve yatırım koruma anlaşmasının imzalandığı, AB-Kore zirvesinin düzenlendiği, Avrupa ve Asya arasında eğitim, turizm, ortak araştırma programları vasıtasıyla daha iyi bağların kurulmasının kararlaştırıldığı,
– Avrupalı ve Asyalı liderlerin silahlanmanın yayılmasının önlenmesi rejimini destekledikleri, Kore Yarımadasının nükleer silahlardan arındırılmasının ve İranla P5+1 ülkelerinin (ABD, Almanya, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya) gerçekleştirdiği anlaşmanın öneminin vurgulandığı, Afganistan, Suriye, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Ukrayna’da barış ve güvenlik konularında işbirliğinin teşviki ve güçlendirilmesinin tartışıldığı, siber güvenliğin öneminin vurgulandığı, iki*bin*otuz sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin vurgulandığı belirtilmektedir.
Avrupa*Asya arasındaki ticaret hacminin 1656 milyar Dolar; ABD*Asya arasındaki ticaret hacminin 1281 milyar Dolar;
Avrupa’dan Asya’ya ihracatın 585 milyar Dolar, ABD’ye 335 milyar Dolar; Asya’dan Avrupa’ya ihracatın 749 milyar dolar; ABD’ye 590 milyar Dolar;
Avrupa’dan Asya’ya yatırımların 1039 milyar Dolar; ABD’den Asya’ya yatırımların 635 milyar Dolar şeklinde gerçekleştiği bildirilmektedir.
ABD*ÇİN İLİŞKİLERİ
Ekonomist’te (Economist) yayınlanan değerlendirmede,
Geçilen çeyrek yüzyılda, Amerika’nın Çin’e karşı politikasının yakınsama anlayışında seyrettiği, politik ve ekonomik integrasyonun Çin’i hem daha müreffeh hem de özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik yapacağının düşünüldüğü; ABD’nin, doğru teşviklerle, Çin’in uluslararası düzene sorumlu bir paydaş olarak katılacağını düşündüğü; ancak ABD’nin bu görüşünün artık değişmek üzere olduğu ve Çin’i bir rakip olarak gördüğü; Amerikan yönetiminin Çin’in adil ticari koşullar gütmediğini ve sadece Asya’da değil, Asya’nın ötesinde de liderlik amacı güttüğünü düşündüğü; Çin’in insan haklarını ihlal ettiği veAmerika’da hem Cumhuriyetçi hem demokrat kanatta Çin’le ilgili benzer görüşlerin bulunduğu ifade ediliyor.
Öte yandan Çin’in de bir değişim süreci yaşadığı ve rekabet için şimdilik uygun zamanı beklediği, Çin’lilerin Amerika’yı çok da tutarlı görmediği, öte yandan Çin’in teknoloji, yapay zeka, kuantum hesaplama gibi teknolojilere fazlaca kaynak ayırdığı, iki ülkenin gelecekte birbirlerine karşı uyguladığı politikaların bu zamanlarda belirleneceği, Amerika ve Çin’in barışçıl bir anlaşıya gelmelerinin insanlık yararına bulunduğu belirtilmektedir.
Amerika’nın ulusal güvenliğini artırdığı, Pasifik bütçesi Avrupa’nın yanında çok küçük de kalsa askeri harcamalarını artırdığı, Çin’in devlet destekli firmalarının ulusal çıkarla ticari çıkar arasındaki ayrımı yapamadığı, devlet destekli firmaların uluslararası piyasaları esas yörüngesinden çıkarmaya çalıştığı, Çin’in devlet destekli ticareti (Çin’den) daha küçük ülkelerde, mesela Avrupa’daki bazı ülkelerde dış politikayı etkilemek için kullandığı, Avrupa değerlerine sahip olması gereken ülkelerin siyasi partiler, düşünce kuruluşları ve üniversitelerin finansmanı konusunda daha şeffaf olması gerektiği belirtiliyor.
Bundan sonrası için, Amerikan yönetiminin Amerikan değerlerini teşvik etmesinin önem taşıdığı, Amerika’nın ikinci dünya savaşından sonra önemsediği değerlerden uzaklaştığı takdirde, etik ve politik açıdan üstünlüğünün azalabileceği, Amerika ve Çin’in, Amerika ve Sovyetler Birliği’nden daha çok ticari açıdan birbiriyle ilişkili olduğu, ABD’nin ticari olarak Avrupa Birliği, Japonya gibi ülkelerle ortaklıklar kurarak Çin’i değişime zorlayabileceği belirtiliyor.
GUGIL’IN ÇİN’DEKİ FAALİYETLERİ
Döçevel’de yayınlanan haberde, Gugıl’ın (Google) Sio’su Sandır Pişai’nin (Sundar Pichai) şirketinin Çin’de kısıtlı bir arama programı için çalıştığını ilk defa açıklamış. Pişai, Çin pazarının ölçeğinin büyüklüğü nedeniyle şirketin Çin’deki varlığı için uzun dönemli ve sabırlı düşünmek durumunda olduklarını ifade etmiş. Gugıl’ın Çin’de bulunması durumunda arama sorgularının yüzde 99’unu karşılayabileceğini belirtmiş. ABD’deki teknoloji topluluğu Silikon Vadisi çevrelerinden edinilen bilgilere göre, Gugıl’ın Çin’deki arama programı Android uygulaması olacakmış ve Çin hükümetinin sansürlediği kavram ve internet sitelerini doğrudan filtreleyebilecekmiş. Gugıl’ın Çin’de iki*bin*altı*iki*bin*on yılları arasında faaliyet gösterdiği, ancak Çinli insan hakları savunucularının gimeil hesaplarına müdahale edildiği için, Çin’de faaliyet göstermeyi durdurduğu, bununla birlikte pazarda android işletim sisteminin sürdüğü ifade ediliyor. Bazı insan hakları kuruluşlarının Gugıl’ın Çin’in sansür uygulamasına razı mı olduğunu sorgulayarak uluslararası insan hakları standartları ve şirket değerleriyle bu durumu nasıl bağdaştırdığını açıklamasını talep etmiş.
Gugıl’ın Sio’su Pişai’nin her ülkedeki hukuk kurallarıyla, bilgiye ulaşma hakkı arasında bir değerler sistemi dengesi kurmak durumunda bulunduklarını belirtmiş. Bununla birlikte Çin’deki hukuk sisteminin Komunist Partisi’nin takdir yetkisinde bulunduğu ve ülkenin siber güvenlik kurallarının esnek olmadığı, birçok konunun sansüre uğradığı ifade ediliyor. Bununla birlikte Çin’in yapay zeka için büyük bir pazar olduğu, Çin’in iki*bin*otuz yılında dünyadaki yapay zeka buluşlarında lider olmayı amaçladığı, yapay zekanın, veri kullanan uygulamalar, makine öğrenimi, otomatik fabrikalar ve araçları kapsadığı, 2012*2017 yılları arasında Çin’de 200 adet yapay zeka şirketinin toplam 4,5 milyar Dolar yatırımla kurulduğu, Çin’in iki*bin*otuz yılında yapay zeka endüstrisinin 128 milyar Avro’ya büyümeyi amaçladığı ifade edilmektedir. Gugıl’ın halihazırda dünyanın büyük yüz yapay zeka firmalarından ellisini istihdam ettiği, Çin’in de, şu anda, iki*bin*on*yedi yılında 1 milyar dörtyüzmilyon cep telefonu kaydıyla dünyanın en büyük hareketli-internet pazarı olduğu belirtiliyor.
TAYVAN’DAKİ BAĞIMSIZLIK DÜŞÜNCELERİ
Döçevel’de yayınlanan haberde, Tayvan’ın başkenti Taypei’de Kasım ayında düzenlenecek seçim kampanyası kapsamında, bağımsızlık için referandum düzenlenmesi için Tayvan Hükümeti’ne çağrı yapan yüz bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlendiği belirtiliyor. Çin’in demokrasiyle yönetilen Tayvan’ı kendi toprak parçası olarak gördüğü, bin*dokuz*yüz*kırk*dokuz’daki iç karışıklıktan bu yana iki ülkenin ayrı olduğu belirtiliyor. Tayvan’ın kendisini bağımsız bir ülke olarak gördüğü, kendi para birimi, politik ve yargı sistemine sahip olduğu, ancak şu ana kadar resmi olarak bağımsızlık ilanında bulunmadığı ifade ediliyor. Çin’in böyle bir durumda güce başvuracağını ifade ettiği, Çin’in ayrıca uluslararası arenada Tayvan’ı engellediği, Tayvan’ın iktidar partisinin bağımsızlık yanlısı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Tisainven’in (Tsai Ing-wen) Çin’le muvcut durumu (statüko) sürdürmekten yana olduğu, bununla birlikte Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğu yaklaşımını kabul etmediği ifade ediliyor.
LÖMOND GAZETESİNDEKİ HİSSEDAR DEĞİŞİMİ
Ekspres gazetesinde Çek milyarder Danyel Kretinski’nin Lömond (Le Monde) gazetesinin ortaklarından Matyö Pigas’ın (Matthieu Pigasse) hisselerini satın almak için görüşmelere başladığı, Firi (Free) şirketi sahiplerinden Havier Niel’le birlikte yönetimini paylaştıkları Lömond gazetesindeki hisselerinin yüzde 40*49’unu devretmeyi düşündüğü belirtiliyor. Kretinski’nin Lömond yönetimine doğrudan girmeyeceği ancak Pigas’ın şirketinde azınlık hissedarı olacağı ifade ediliyor. Çek milyarderin Elle, Tele 7 jours, Version Femina, Art&Decoration, France Dimanche, Ici Paris gibi Fransız basınındaki yayın kuruluşlarında ortaklığı bulunduğu, Marianne dergisinin yüzde 91’ini satın aldığı, Çek milyarderin Sparta Prag futbol kulübünün ortağı olduğu ve EPH enerji grubunu yönettiği ifade ediliyor. Kretinski’nin Çek medyasındaki yatırımlarına 2013 yılında başladığı ve kurduğu Çek haber merkezinin ülkenin büyük yayın kuruluşları arasında yer aldığı ifade ediliyor.
Bununla birlikte Çek basınının Danyel Kretinski’nin de bulunduğu yerel oligarklar tarafından kontrol edildiği ve basın özgürlüğünün Avrupa Birliği normlarında bulunmadığı belirtiliyor.
Diyorum ki,
İşadamlarının yazılı ve görsel haber şirketlerinde ortak olmasına ilke olarak karşıyım. Yazılı ve görsel haber şirketlerine (yani gazete ve televizyonlara) yön vereceklerin işadamları değil, vatandaşlar ve okuyucuları olması gerektiğini düşünüyorum. Avrupa’da gazetecilik son on yıllarda yaşanılan gelişmeler nedeniyle tahrif oldu. Türkiye’de de durum benzer şekilde. Gazeteler ülkeler ve ülkelerdeki grupların çekişmeleri nedeniyle bilgi ve düşünce üretmekten uzak. Gazeteciliğin iyileşmesi için Avrupa’nın kendi değerlerine daha da yakınlaşması gerekiyor. Avrupa’da demokrasi, serbest piyasa gibi kavramların tam olarak yerleşmemesi nedeniyle, işadamları her ne kadar iyi niyetli olsalar bile, gazeteciliğin işadamlarının eline düşmemesi için devlet müdahalesi gerekiyor. Avrupa’daki ve Türkiye’deki gazetelerin haber dilini iyileştirmeleri için redaktör yardımı da almaları gerekiyor. Bunun için diplomatlar istihdam edilebilir.
ABD Başkanı Sayın Tıramp geçtiğimiz günlerde, belki de gözlerden kaçan bir şey söyledi: Vaşinton Post ve Nivyork Tayms’ın birkaç yıl içinde kepenk kapatacağını ifade etti. Bu ifadenin gerçeklik payı var. Tıramp felsefesi değişime direnen her bir kurumun farklı haller alacağını açıkça ifade ediyor. Ben buna şunu da ekliyorum, Dışişleri Bakanlıkları ve İstihbarat kurumları da büyük değişimler geçirecekler.
0 notes