#onun gözleri<3< /div>
Explore tagged Tumblr posts
Text
"Bir başkasını sev" diyorlar... deniyorum... ama olmuyor... "Unut onu" diyorlar... deniyorum... tam olucak. Seninle göz göze geliyorum... ve kalbim hiç olmadığı hızda atıyor. "Bunu bana nasıl yapıyorsun?" diye hesap sormak istiyorum sana. Her bana baktığında nasıl dengemi bozmayı başarıyorsun ya...
#onun gözleri<3#özlüsözler#kalbim acıyor#sen gittin ve herkes ölmeye başladı#beni bırakma#beni neden sevmedin#unutmak kolay mı?#ben seni her evrende sevicem
3 notes
·
View notes
Text
Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle - Haydar Ergülen 1 Cumhuriyet sizi böyle kadınlı-erkekli bir arada gördüğü için çok sevinçli! 2 Birinci yüz yılında Cumhuriyet’in varlığı bizi çok sevindirdi, üzdüğü de oldu, ama üzdüğünden çok sevindirdi. Şimdi ikinci yüz yılında sıra bizde, ne sırası mı, Cumhuriyet’i sevindirme sırası elbette! 3 Cumhuriyet’i sevindirmek de Cumhuriyet’le sevinmek kadar kolay ve doğal. Bunun için “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler olmak yeterli. 4 20. yüzyıl büyük devrimler yüzyılı oldu. Önce 1917 Ekim Devrimi, sonra 1923 Cumhuriyet Devrimi, Çin Köylü Devrimi, Küba Devrimi. Cumhuriyet bize devrim sevincini yaşattı. 5 Devrimleri ancak romantikler yapar, Cumhuriyet’i de romantikler kurar, romantikler, yani hülyalılar! Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu denli çok sevilmesinin nedenlerinden biri de romantik ve hülyalı oluşudur. 6 Cumhuriyet’i düşünmek de sevinçtir Atatürk’ü düşünmek de. Düşüncesizler bunu bilmedikleri için bu kadar mutsuzlar! 7 İlhan Berk’in dizesindeki şu sevince bakın: “Cumhuriyet’in ilk günleri gibiydi yüzün.” 8 Keşke 100 yıl sonra da bu dizenin aydınlığı, temizliği ve ışığıyla, onun ilk günleri gibi sevinçli olabilseydik! 9 Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda, hani Paşa’yı “sarışın bir kurd”a benzettiği o müthiş destanda “dağlarda tek tek ateşler yanıyordu” dizesindeki sevinçle ürperiyoruz hâlâ! 10 Coğrafyanın kader olmadığını göstermek için verdi kısacık ömrünü kurtuluşa! Rumeli’si, Anadolu’su ve Mezopotamya’sıyla bu yurt, Ortadoğu’ya komşu olsa da Ortadoğulu olmasın istedi Gazi. Yüzünü hep aydınlığa, çağdaşlığa çevirdi, son yıllara dek hayli sevindik, Yahya Kemal’in “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” dizesindeki çocuklar gibi şendik. Çocuklarımızın da yine yeniden şen olacağına, sevineceğine inanıyoruz, çünkü “bu memlekette de bir gün sabah olacak”tır yeniden! 11 Cumhuriyet sevinci tam da “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” sözünün gerçekleşmiş hâlidir. 12 Stefan Zweig’ın Yıldızın Parladığı Anlar kitabında karşılığını bulan anlardan biri olarak yıldızlı bir sevinçtir Cumhuriyet. 13 Cumhuriyet en çok da bir “kadın devrimi” olmanın sevincidir. 14 Cumhuriyet, ülkenin kurucusunun o ülkenin en centilmen insanı olmasının sevincidir. 15 Cumhuriyet, ülkenin en ünlü halk ozanının, gözlerinin olmasa da gönlünün açılmasının sevincidir. 16 Cumhuriyet tam da 100. yılında ulusal kadın voleybol takımının ona şampiyonlukla teşekkür etmesinin sevincidir, olmasaydı olmazlardı çünkü! 17 Cumhuriyet bir yaz sevinci olarak, yaz denizlerine kadınlı-erkekli dalmanın sevincidir. 18 Cumhuriyet karatahtaya yazılan ilk hecenin Türkçe sevincidir. 19 Cumhuriyet “Çok şükür çok şükür bugünleri de gördük” demenin yüz yıldır sevincidir. 20 Cumhuriyet, yolu geleceğe açık, yüreği sevgiye açık, saçları özgürlüğe açık genç kızların taze sevincidir.
21 Cumhuriyet bale yapan mini mini hanımların el ele tutuşmuş sevincidir. 22 Cumhuriyet, ülkenin kurucusunu yitirdiği 10 Kasım 1938’den bu yana, tam 85 yıldır her 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe saygıyla ayağa kalkmak ve o büyük devrimciyi özlemle anmaktır. 23 Cumhuriyet eşitliğin sevincidir, sevinci de eşit paylaşmaktır. 24 Cumhuriyet, kadını yok sayan, ikinci sınıf sayan toplumların ne yazık ki bilmediği, duymadığı bir neşenin sevincidir. 25 Cumhuriyet düğününde babasıyla dans eden bir genç kızın sevincidir. 26 Cumhuriyet “Benzemez kimse sana” şarkısına gözleri parlayarak katılmanın sevincidir. 27 Cumhuriyet ilk öpüşmenin unutulmaz sevincidir. 28 Cumhuriyet ilk kitabını imzalayan genç yazarın sevincidir. 29 Cumhuriyet üniversitede okumak için büyük kente gelen genç kızların, delikanlıların özgürlük sevincidir. 30 Cumhuriyet “Kimsesizlerin kimsesi” olmanın sevincidir. 31 Cumhuriyet her çocuğun Ata’sını görmeye Anıt Kabir’e gitmesinin sevincidir. 32 Cumhuriyet dünyanın en güzel kentlerinden birinin denizlerinde yol alan vapurlarda olmanın mavi sevincidir. 33 Cumhuriyet “İzmir’in dağlarında çiçekler” açmasının sevincidir. 34 Cumhuriyet “Sarı saçlım mavi gözlüm nerdesin?” özleminin sevincidir. 35 Cumhuriyet adını taşıyan meyhanede iki kadeh parlatmanın sevincidir. 36 Cumhuriyet, Cumhuriyet Bayramlarında iki dirhem bir çekirdek giyinip kutlamaya gitmenin sevincidir. 37 Cumhuriyet, Cumhuriyet’in yanlışlarını, eksiklerini özgürce tartışma sevincidir. 38 Cumhuriyet, Aydınlanma sevincidir. 39 Cumhuriyet, kızlı-oğlanlı köy çocuklarının onlara hem bilgi hem beceri kazandıran Köy Enstitüleri’nde yetişmesinin sevincidir. 40 Cumhuriyet, zeybek oynamayı erkek tekelinden kurtarıp kadını da katmanın ve adını “Tarcan Zeybeği” koymanın sevincidir. 41 Cumhuriyet, bir zamanlar Bomonti bahçelerinde ailece bira içmenin sevincidir.
42 Cumhuriyet kadın pilotun anonsunu duyunca daha güvenli yolculuk yapacağını hissetmenin sevincidir. 43 Cumhuriyet kadın şairlerin, erkek şairlerden daha iyi şiir yazmasının sevincidir. 44 Cumhuriyet, dinin asla devlet işlerine karıştırılmamasının ve “Türkiye laiktir, laik kalacak” demenin sevincidir. 45 Cumhuriyet İdil Biret’i, Suna Kan’ı, Fazıl Say’ı yetiştirmenin sevincidir. 46 Cumhuriyet Yaşar Kemal’in destansı sevincidir. 47 Cumhuriyet Orhan Pamuk’un Türkçeyi bir edebiyat dili olarak dünyaya tanıtmasının güzel sevincidir. 48 “Cumhuriyet sevinci, insanın kendisine yakışanı giymesidir.” (Düzgün) 49 Cumhuriyet “Annemin aldığı kırmızı rugan ayakkabılarım ve içinde dantelli beyaz çoraplarımla ilk kez dışarı çıkıyor olmanın kız çocuksu heyecanıdır.” (Tuğçe) 50 “Cumhuriyet başının göğe bakmasının sevincidir.” (Şükran) 51 “Cumhuriyet nefes alıp vermek kadar kıymetli ve anlamlı bir sevinç.” (Kıymet) 52 Cumhuriyet sevinci “Bir Cumhuriyet kadını olarak, Cumhuriyet’in bu topraklara kazandırdığı bütün değerlerin yaşatıldığını ve yaşatılacağını iliklerine kadar hissetmektir.” (Hülya) 53 Cumhuriyet sevinci “göklere yazılmış bir destanın aydınlık yüzünü gururla okşamaktır.” (Ecem Fulya) 54 “Evlatlarımızın geleceğe umutla bakması, yitirdiklerimizin toprağa huzurla kavuşmasıdır Cumhuriyet sevinci.” (Mehtap) 55 “Bağımsızlığın ilk adımının, hayalinin peşinden koşmak olduğunu hissetmektir Cumhuriyet sevinci.” (Muhammet) 56 “Sevgilinin aşkına karşılık vermesidir Cumhuriyet sevinci.” (Hilal) 57 “Umut ekilen toprağı kucaklayan güneştir Cumhuriyet sevinci.” (Sema) 58 “Cumhuriyet sevinci, insanın kendi kaderine terk edilmemesi demek.” (Esin) 59 “Cumhuriyet, özgürlüğü için bedel ödemiş bu milletin şölenidir.” (Gönül / Sevda) 60 “Hür doğdum hür yaşarım/ kime ne kime ne/ köle miyim sana ben/ sana ne sana ne?” şarkısını söylemenin sevincidir. 61 Bir köylü çocuğunun devletin okullarında parasız okuyup önce mühendis, ardından başbakan ve cumhurbaşkanı olup, kendine yakıştırdığı Çoban Sülü lakabıyla gurur duymasıdır. 62 Defterine kırık dökük harflerle “Ali, Ayşe’yi seviyo” yazan Ali’nin sevincidir. 63 Yazlıklarda, sitelerde yaşanan ilk yaz aşklarıdır.
64 Kasaba meydanındaki Atatürk’ün önünden geçerken onun sana gülümsediğini hissetmektir. 65 Başöğretmenin Atatürk olduğunu hiç unutmadan, önünden her geçişte durup selam vermenin çocuk sevincidir Cumhuriyet. 66 Uzak kasabalara, dağ köylerine atanan gencecik öğretmen kızların kendilerini Çalıkuşu gibi hissetmesidir Cumhuriyet. 67 Aziz Sancar’la Nobel, Nuri Bilge Ceylan’la Altın Aslan, Semih Kaplanoğlu’yla Altın Ayı kazanmanın sevincidir Cumhuriyet. 68 Kadınların toplum içinde yüksek sesle gülmesinin ayıp olduğunu söyleyen gericilere inat, ağız dolusu kahkahayla gülmenin sevincidir Cumhuriyet. 69 “’Gök yakut bulutun karnında/ ebemkuşağı direnişidir’ Cumhuriyet sevinci.” (Dilek) 70 Ülkenin bağımsızlığını her şeyin üstünde gören iki şairi, Mehmet Âkif Ersoy ve Tevfik Fikret’i farklılıklarıyla sevmek, saygıyla anmaktır Cumhuriyet. 71 Mehmet Âkif Ersoy’un bağımsızlığa ve özgürlüğe armağan ettiği “İstiklal Marşı”mızda, “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım/ hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” dizelerini hiç unutmamak ve “kadının yeri evidir” diyen zihniyetin yüzüne çarpmaktır Cumhuriyet. 72 Dünyanın sadece insanlara değil, hayvanlara da ait olduğunu bilmenin sevincidir Cumhuriyet. Kedilere, köpeklere, kuşlara bir parça yiyeceği, bir kap suyu çok görmemektir. 73 Halide Edip Adıvar’ın, nam-ı diğer Halide Onbaşı’nın bu ülkenin kadın yazarlarının direniş öncüsü olduğunu bilmenin ve kadınlara bu cesaretin ondan geldiğini anlamanın sevincidir Cumhuriyet. 74 Suat Derviş, Sevim Burak, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Pınar Kür, Sevinç Çokum, Ayşe Kulin, İnci Aral, Ayla Kutlu, Erendiz Atasü, Buket Uzuner, Latife Tekin ve daha pek çok kadın yazarın varlığından onur duymaktır Cumhuriyet. 75 62 yıllık ömrünün 22,5 yılını hapishanelerde geçirmesine karşın “Memleketimi seviyorum, hapisanelerinde yattım” diyen Nâzım Hikmet gibi bir şairimiz olmasının sevincidir Cumhuriyet. 76 Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar, Sait Faik, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Peyami Safa, Aziz Nesin, Tarık Buğra, Fakir Baykurt, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Vüs’at O. Bener gibi dünya yazarlarını Türkçe okuyabilmenin sevincidir Cumhuriyet. 77 Daha 1940’larda irticaya dikkat çeken ve “Tehlikenin farkında mısınız?” diye uyaran Orhan Veli gibi Garip bir şairimiz olmasının uzun sevincidir Cumhuriyet. 78 Türkmen ulusu Yunus Emre’nin izinde ve Türkçesinin güzelliğinde şiir yazmaya özenmektir Cumhuriyet. 79 Yahya Kemal, Ahmet Hâşim, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Ahmed Arif, Rıfat Ilgaz, İlhan Berk, Cahit Külebi, Ece Ayhan, Dağlarca, Can Yücel, Gülten Akın, Behçet Necatigil, Âsaf Hâlet Çelebi, Metin Eloğlu, Özdemir Asaf, Sennur Sezer, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Edip Cansever, Ülkü Tamer, Ceyhun Atuf Kansu, Hasan Hüseyin, Cahit Zarifoğlu, Metin Altıok, Arkadaş Z. Özger, Sina Akyol, Nilgün Marmara, Didem Madak, Ahmet Erhan, Behçet Aysan, küçük İskender, Ergin Günçe’yi Türkçe okumanın sevincidir Cumhuriyet. 80 İlhan Berk’in “Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi” dizesini sevinçle parlatıp teşekkür etmektir Cumhuriyet. 81 Çoksesli, çok renkli bir toplum yaratma düşü için çabalama sevincidir Cumhuriyet. 82 Can Yücel’in demesiyle Rengahenk bir ülkenin gökkuşağı sevincidir Cumhuriyet: Mavidir, kırmızıdır, turuncudur, yeşildir, mordur, sarıdır, eflatundur, beyazdır... 83 Ege’deyken Anadolu’yu, Anadolu’da Rumeli’yi, Rumeli’de Akdeniz’i, Akdeniz’de Güneydoğu’yu, Güneydoğu’da Karadeniz’i özlemektir Cumhuriyet.
84 Kimsenin milliyetinden, dilinden, dininden, mezhebinden, renginden, cinsiyetinden ötürü ötekileştirilmemesinin adıdır Cumhuriyet. 85 Ormanlarını, zeytinliklerini, sularını, ağaçlarını, meralarını, bağlarını bahçelerini, ovalarını yaylalarını korumak için öne atılan köylü kadınların direnişidir Cumhuriyet. 86 Her köşesinden bambaşka şarkılar, türküler duyulan, semaların, semahların dönüldüğü, horon tepildiği, kadın-erkek el ele gönül gönüle omuz omuza halayların çekildiği bir şölen sevincidir Cumhuriyet. 87 Üç yanı denizle, dört yanı iyilikle, her yanı özgürlükle çevrili bir ütopyadır Cumhuriyet. 88 “Güneş ufuktan şimdi doğar” demeden, güneş daha doğmadan güneş gibi doğandır Cumhuriyet. 89 Yasaklanan festivallere, dinletilere inat hep bir ağızdan söylenen bir itiraz şarkısıdır Cumhuriyet. 90 Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesine dönüştürmek, yurttaşlık bilincinin yerine kulluğu getirmek, Cumhuriyeti dinsel bir yönetime çevirmek isteyenlere biat etmemek, boyun eğmemektir Cumhuriyet. 91 Hep oğlanlar kızlara mı söyleyecek, kızların da oğlanlara “seni seviyorum” demesidir Cumhuriyet. 92 İkinci yüz yılında tam demokrasiyle, özgürlüklerle, devrimci ve halkçı bir buluşmaya hazırlanmaktır Cumhuriyet. 93 Her sabah otobüs şoförünü, tanıdığın tanımadığın herkesi, hayvanları, ağaçları, yeryüzünü “günaydın” diye selamlamanın sevincidir Cumhuriyet. 94 Cumhuriyet şeker fabrikalarıdır, Sümerbank’tır, Beykoz Kundura Fabrikası’dır, Paşabahçe fabrikalarıdır. 95 Cumhuriyet 23 Nisan’dır, 19 Mayıs’tır, 30 Ağustos’tur, 29 Ekim’dir, Cumhuriyet bir bayram sevincidir. 96 Cumhuriyet eleştiridir, özeleştiridir, “Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak/ nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyebilmektir. 97 Cumhuriyet tüm yurttaşların farklılıklarıyla, özgünlükleriyle, barış içinde, özgürce bir arada yaşamasının sevincidir. 98 Değerlerini, erdemlerini en az on kuşaktır paylaşan yurttaşların özgüvenidir Cumhuriyet. 99 Cumhuriyet bugün benim doğum günüm demektir. Cumhuriyet’te doğdu, Cumhuriyet’te yaşadı denilsin sevincidir. 100 Cumhuriyet, Nâzım Hikmet’in “Davet”idir. “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...” - Haydar Ergülen, Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle (100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi) - Fotoğraf: Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1925, Ankara'da düzenlenen Cumhuriyet kutlamaları (Cemal Işıksel)
#Haydar Ergülen#Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle#29 Ekim#29 Ekim Cumhuriyet Bayramı#29 Ekim 1923#Cumhuriyet Bayramı#Cumhuriyet#Atatürk#Mustafa Kemal Atatürk#Türkiye#Yürekbalı#Kutlama#100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi#Sevinç#Cemal Işıksel#Cumhuriyet'in İlanı#Cumhuriyet'in ilanı#cumhuriyetin ilanı#Ankara#Bayram#Millî Bayram#Milli Bayram#Nâzım Hikmet
25 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
248. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 3- San Lang iyi bir Gege!
Xie Lian’ın gözleri aniden kocaman açıldı. San Lang onun kuşkulu ifadesi karşısında, "Sorun nedir?" diye sordu.
Xie Lian bunu nasıl kelimelere dökebilirdi ki? Kandırılmış olmanın, daireler çizmek için kandırılmış olmanın utancı, kızgın kanıyla karışan sefalet, doğruca kafasına hücum etti. Avucunu masanın üstüne vurdu, her kelimeyi ve cümleyi ısırarak söyledi: "... yani. Sen. Sendin!"
Masa tablasının bu darbeye dayanması imkânsızdı ve oracıkta kırıldı. Neyse ki meyhanenin ikinci katında onlardan başka kimse yoktu, yoksa çok korkarlar ve dehşete düşerlerdi. Xie Lian’ın elinde herhangi bir silah yoktu ama yumruğuyla vurdu.
Ancak San Lang eskisi gibi koltuğunda oturmaya devam etti ve sadece başını hafifçe eğdi. Bu yumruk arkasındaki duvara çarptı. Taş parçalandı ve düştü. Yine de bir milim bile kıpırdamadı, bunun yerine koluna sarıldı ve bakışlarını çok hafifçe kaldırarak, "Daozhang, bunun anlamı nedir?" dedi.
Xie Lian’ın yüzü son derece sıcaktı ve şu anda yüzünün ne kadar kırmızı olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Diğer elindeki kemikler çatlayıp patlarken, öfkeyle şöyle dedi: "Sen... numara yapmayı bırak. Bana ne yaptığını çok iyi biliyorsun!"
San Lang'ın bakışları biraz daha yükseldi. "Ne yazık ki, Daozhang'a ne yaptığımdan emin değilim, bu kadar öfkelenmenize neden olacak ne yaptım? Lütfen beni aydınlatır mısınız?"
"..."
Bu kişinin masumiyet dolu bir yüzle ona böyle bir şey söyleyebileceğini düşünmek. Ne cevap verebilirdi ki? Güpegündüz böyle şeyler konuşmak? Xie Lian daha önce hiç böyle biriyle karşılaşmamıştı ve o kadar öfkeliydi ki omuzlarından kalbine kadar titredi, yüzü gittikçe kızardı, konuşması tutarsızlaştı ve azarladı, "Kapa çeneni! Senin gibi biri... Ben, ben senin gibi utanmaz birini öldüresiye döveceğim... ahlaksız... aşağılık... sen..."
San Lang iç çekti ve şöyle dedi: "Daozhang, tüm kalbimle gösterdiğim samimiyetin senden böyle bir yanıt almasını beklemiyordum. Ben nasıl utanmaz, ahlaksız ve aşağılık biriyim?"
Xie Lian zorlukla da olsa bir nebze sakinleşti ve şöyle dedi: "Beni daha fazla kandırabileceğini sanma! Elindeki kırmızı iplik senin o... o... olduğunun açık bir kanıtı."
"Öyle mi?" Ama San Lang telaşlanmadı. Elini kaldırdı ve "Bundan mı bahsediyorsun? Bu kırmızı iplikle ilgili bir sorun mu var?"
Kırmızı ipliğe bakınca, Xie Lian sanki delinmiş gibi hissetti. Dedi ki, "Onu gördüm. O zaman, senin... elinde bu kırmızı iplik vardı..."
San Lang, "Ne zaman?" diye sordu.
"..."
Xie Lian bir anda onu öldüresiye dövmek istedi. Cevabı bilmesine rağmen hala soruyor olması çok alçakçaydı!
Ancak açıklanamaz bir nedenden ötürü, ne kadar öfkeli olursa olsun, elini bile kaldırmaya cesaret edemiyordu. Dahası, hareket edememesinin nedeni birinin kontrolü altında olması değildi; aksine, hareket etmesine izin vermeyen kendi bedeniydi!
Tam bu sırada, birkaç kişi yukarıya doğru gürleyerek, "Bu iki onurlu misafir ne yapıyor? Kavga etmeyin ve dilediğiniz gibi bir şeyleri kırıp dökmeyin!"
Xie Lian başını çevirdi ve "Burası tehlikeli! Önce siz..." Kim bilebilirdi ki, o tek bakışla tekrar donakaldı, sersemledi.
Tüm bu insanların ellerinde kırmızı bir ipin bağlı olduğunu düşünmek! Xie Lian hiç düşünmeden, "Ellerinizdeki kırmızı ip de neyin nesi?" diye sordu.
Bir kişi, "Kırmızı iplik mi? Kırmızı ip sadece kırmızı ip değil mi, bunda garip olan ne, büyütülecek bir şey yok... bunda bir şey yok!”
Xie Lian’ın kafası karıştı. Bu yerde, bir kişinin eline kırmızı iplik bağlaması çok normal bir moda trendi olabilir miydi?
Başını arkaya çevirdi. San Lang sanki onun düşüncelerini okumuş gibi, "Daozhang oldukça iyi tahmin etmiş. Birinin parmağına kırmızı iplik bağlamak burada bir gelenektir. Eğer inanmıyorsanız, lütfen aşağıdaki kalabalığa bakın."
Xie Lian bakışlarını meyhanenin alt katına dikti. Beklendiği gibi, sürekli akan insan kalabalığının arasında, üzerlerine kırmızı bir iplik bağlanmış çok sayıda el vardı ve hatta bazılarına epeyce bağlanmıştı. "Bu ne tür bir gelenek?" diye sordu.
San Lang küçük bir gülümsemeyle, "Bu konu Hua Cheng ile bağlantılı." dedi.
"Ah?"
"Çünkü onun eline ve sevgilisinin eline böyle kırmızı bir iplik bağlanmış. Bu yüzden pek çok insan kaderindeki evlilik eşi için dua etmek ya da aşık olduklarını ifade etmek için bu yolu izledi."
Xie Lian şaşkınlık içinde dinledi ve şöyle dedi, "Yani... bu Hua Cheng, oldukça şaşırtıcı bir insan olmalı? Bu kadar çok insanın onu hararetle takip etmesi..."
San Lang, "Muhteşem olup olmadığı, onu kiminle kıyasladığınıza bağlı. Ah evet, Daozhang, yere düşmüş bir şey var gibi görünüyor, incelemek için alabilir miyim?"
Bunun üzerine Xie Lian nihayet tepki vermeye başladı. O ana kadar saldırgan bir duruş sergilemişti ama bu da onun için aptalca bir hataydı ve öfkesi tamamen yok oldu. Elini aceleyle geri çekerek, "Özür dilerim, özür dilerim San Lang, gerçekten... gerçekten çok özür dilerim. Gergin olan bendim ve seni yine yanlış anladım..."
San Lang rahat durmaya devam etti ve bir şey almak için belinden eğilerek, "Zararı yok Daozhang, bu düşürdüğün bir şey mi?" dedi.
Yerdeki dağınıklıktan bir parça altın varak almıştı. Muhtemelen az önce vurduğu sırada Xie Lian'ın kolundan düşmüştü.
Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki San Lang'ın altın yaprağı gözünün önünde kaldırdığını gördü ve gözlerini kısarak, "eh, bu altın yaprak oldukça tanıdık geliyor," dedi.
Ne çok aceleci ne de çok yavaş bir tavırla konuştuktan sonra, belinden bir eşya çıkardı. Bu başka bir altın yapraktı.
Birbirinin tıpatıp aynısı olan iki parça altın yaprak!
Xie Lian hiç düşünmeden, "Yani bu gerçekten sana mı ait?" diye sordu.
San Lang, "Ah, gerçekten de bir şey düşürmüştüm, bu yüzden bakmak için iki kat geri döndüm..." dedi.
Bunu duyan Xie Lian yanlış anlayacağından çok korktu ve aceleyle, "San Lang, izin ver açıklayayım" dedi.
San Lang, "Endişelenmenize gerek yok. Daozhang'ın açıklamasını doğal olarak dinleyeceğim."
Xie Lian rahat bir nefes aldı ve şöyle dedi: "Şöyle ki, bu altın varak az önce yolda elime geçti. İlk düşüncem sahibinin dönmesini beklemekti, böylece ona geri verebilirdim ama bir saatten fazla bekledikten sonra kimse gelip bakmadı. Aynı zamanda, gerçekten de..."
Buraya kadar konuştuktan sonra biraz utandığını hissetti. Başını eğdi ve kısık bir sesle şöyle dedi: "Ben de... kendi inisiyatifimle hareket ettim ve yiyecek bir şeyler almak için önce biraz borç aldım. O mantuydu... Parayı daha sonraki bir tarihte faiziyle birlikte geri ödemeyi planlamıştım ama nasıl ifade edersem edeyim, yine de bana ait olmayan bir şeyi sormadan almış olduğum noktasına geri dönüyor. Özür dilerim."
Ancak San Lang, "Daozhang'ın böyle hissetmesine gerek yok. Bu sıradan bir insan tepkisi değil mi? Ayrıca, sizi her zaman yemeğe davet etme niyetindeydim ve sonunda o mantuyu yiyen ben değil miydim? Bu kadar küçük bir şeyin sizi rahatsız etmesine izin vermeyin. Sizce de çok şaşırtıcı değil mi? Kaybettiğim bir şeyin Daozhang'dan başkası tarafından alınmaması ne tesadüf. Bu gerçekten de kaderin bir cilvesi olmalı."
Affedildiğini ve anlayışla karşılandığını gören Xie Lian’ın kalbi rahatladı. "Bununla birlikte, San Lang, sen de dikkatli olmalısın. Yola bu kadar parlak bir şey düşürdüğün halde fark etmedin - bir dahaki sefere bu kadar dikkatsiz olma, tamam mı?"
Bu sırada, kenarda sinmiş olan garsonların tacı, "Bu iki onurlu konuk, sakinleştiniz mi? Eğer sakinleştiyseniz, o zaman bu parçalanmış masanın maliyetini hesaplayalım!"
Xie Lian, "....."
İşler eskisi gibi olsaydı, meblağ ne olursa olsun ödeme sorun olmazdı. Ama şimdi, bir mantu almaya bile zar zor gücü yetiyordu. Ancak San Lang, "Sorun değil, benim hesabıma yaz," dedi.
Az önce San Lang'a saldıran açıkça kendisiydi ama San Lang kırıp döktüğü şeylerin parasını ödemesine yardım etmeye gönüllü olmuştu. Xie Lian onun sıcaklığı ve cömertliği karşısında o kadar duygulanmıştı ki nutku tutuldu ve yutkunduktan sonra, "sen....." dedi.
Garson kalabalığında da bir tuhaflık vardı. Dükkânları darmadağın edilmiş olmasına rağmen, daha şık bir masaya geçmelerine yardımcı olmak için neşeyle yanlarına gelmişlerdi. İki kişi bir kez daha masaya oturduğunda, Xie Lian kendini hem suçlu hem de minnettar hissetmekten alıkoyamadı; öyle ki, hiçbir kelime onun nasıl hissettiğini yeterince ifade edemezdi. San Lang endişeli bir ses tonuyla tekrar konuştu: "Daozhang, az önceki konuşmanızı dinlediğimde sanki sizi rahatsız eden bir şey varmış gibi geldi. Sorun nedir? Daozhang, size ne ve kim tarafından yapıldı?"
"..."
Böyle bir şeyi Xie Lian nasıl yüksek sesle söyleyebilirdi? Daha yeni sakinleşmiş olan yüz ifadesi bir kez daha utangaçlıkla kızardı. Yumuşak bir sesle, "...bir şey yok, yanlış bir şey yok" dedi.
Ama San Lang, "Eğer sakıncası yoksa, neden bana anlatmıyorsunuz? Belki San Lang da biraz yardımcı olabilir."
Her ne kadar iyi niyetli olsa da, Xie Lian kendisini kovalanıyor ve köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyordu. Yerinde duramayarak çaresizce şöyle dedi: "...gerçekten önemli bir şey değil. San Lang, lütfen artık sormayı keser misin..."
Gerçeği söylemek çok zordu.
İşlerin nasıl olduğunu anlayan San Lang artık zorlamadı ve "Pekala. Önceki konuşmamız nerede kalmıştı? Hua Cheng'le tanışmak mı istiyordunuz?"
Xie Lian dikkatini topladı ve net bir şekilde, "hm. San Lang bir yol biliyor mu?"
San Lang, "Elbette biliyorum. Ama bu birkaç gün içinde Hua Cheng'le buluşmak kolay olmayacak."
"Neden?"
San Lang, yemek çubuklarını kullanarak sebze tabağını büyük bir gülümseme yüzüne yerleştirdi. "Son zamanlarda sevgilisinin biraz rahatsız olduğu ve bu yüzden onlara eşlik etmesi gerektiği söyleniyor. Bunun dışında başka bir şey için zamanı yok."
Xie Lian, bu Hua Cheng'in gerçekten de ılımlı bir kişiliğe sahip, sevgi dolu biri olduğunu düşündü ve ona daha da olumlu bakmaya başladı. "Anlıyorum. Peki, onunla buluşmadan önce ne kadar beklememiz gerekiyor?"
"Üst tahmin olarak beş gün, alt tahmin olarak üç gün. Bence Daozhang, endişelenmeye gerek yok. O zamana kadar neden rahatlayıp biraz mola vermiyoruz?"
Tam Xie Lian kendi kendine kalacak bir yeri olmadığını düşünürken, San lang'ın "Daozhang'ın kalacak bir yeri yoksa, neden biraz benim evimde kalmıyor? Ne de olsa evim büyük ve orada çok fazla insan yaşamıyor."
Xie Lian kendini daha fazla tutamadı ve hafifçe, "San Lang, sen gerçekten... çok iyisin." dedi.
Birini övmek için ilk kez bu kadar açık bir dil kullanıyordu ve biraz utanmıştı ama bunun dışında hislerini ifade etmek için daha iyi bir yol bulamamıştı. San Lang bundan büyük keyif almış görünüyordu ve gülümseyerek şöyle dedi: "Yoksa Daozhang ve ben ilk tanışmamızdan itibaren neden bu kadar iyi anlaşalım ki? Ah evet, sormayı unuttuğum bir sorum daha var: Daozhang'ın yaşı kaç?"
Xie Lian "on yedi" diye cevap verdi.
San Lang, "Ah, on yedi, benden daha genç." dedi.
Gerçekten de görünüşünden yirmi yaşlarında olduğu anlaşılıyordu. San Lang durumu görünce, "madem öyle, o zaman Daozhang bana Gege demeli" dedi.
Xie Lian hâlâ kraliyet ailesindendi, başka hiç kimsenin kendisinden daha asil olmadığı kraliyet majesteleri. Doğrusu, etrafındaki insanlara kardeşlerim diye hitap etmemeliydi, zira böyle bir sıfatı hak edecek çok az kişi vardı. Ancak, bu San Lang gerçekten de Xie Lian’a çok iyi bir his veriyordu ve etrafındakilere hiç kardeş diye hitap etmediği için bu onun için büyük bir yenilikti. Bu yüzden gülümsedi ve "Demek San Lang Gege." dedi.
"..."
Belki de yanılıyordu ama "Gege" dedikten sonra San Lang'ın yüzündeki gülümseme biraz tuhaflaştı.
Bunu tarif etmek çok zordu. San Lang'in sol gözündeki ışık aniden parladı, o kadar sıcaktı ki Xie Lian sanki derisi ısınıyormuş gibi hissetti. Gözlerini kırpıştırdı ve "Sorun ne?" diye sordu.
O korkunç ısı patlaması bir anda kayboldu. San Lang hemen eski haline döndü ve gülümseyerek, "Bir şey yok. Sadece çok mutluydum, hepsi bu. Ailemde benden daha genç kimse yok ve bu yüzden daha önce kimsenin bana böyle seslendiğini duymamıştım."
Xie Lian, "Eğer San Lang için bir sakıncası yoksa, o zaman... size nasıl hitap etmeliyim?" dedi.
San Lang'ın gözlerindeki ışık gülerken parladı. Ancak, konuşmasında yine de reddetti, "ah, tabii ki kesinlikle sakıncası yok. Bu Daozhang'ın umursayıp umursamadığına bağlı."
Xie Lian, "Sorun değil, tabii ki sorun değil. San Lang Gege, şimdi evine dönelim mi?"
San Lang çubuklarını yere bıraktı ve "o zaman, şimdi benimle gelin" dedi.
San Lang'ın evi son derece geniş, güzel ve zarif bir malikaneydi. İçeri girdiğinde Xie Lian, xianle kraliyet sarayındaki bazı yerleşkelerle kıyaslandığında hiç de sönük kalmadığını hissetti. Bu da San lang'ın sıradan biri olmadığına dair izlenimini güçlendirdi.
Geceleri yatakta tek başına yatarken, Xie Lian dönüp duruyordu.
Sanki yanında biri yokmuş gibi hissediyor ve ne kadar dönüp dursa da bir türlü huzur bulamıyordu.
Dahası, vücudundaki o gizli rahatsızlıkla, sırt üstü yatmak kalçalarına rahatsız edici bir şekilde baskı yapmak anlamına geliyordu; ancak bu cephede yatmak ona sanki sırtına bir şey baskı yapıyormuş gibi hissettiriyordu.
Sersemlemiş bir haldeyken bir dizi karmakarışık rüya gördü. Hareket etmek istiyordu ama biri onu olduğu yerde sıkıca tutuyordu ve o ses yine kulağının dibinde alçak bir tonda konuşuyordu, bazen bir erkeğin, bazen bir gencin; bazen ona 'Gege, Gege' diyordu; bazen ona 'majesteleri' diyordu, 'korkmayın majesteleri'.
Sonuna kadar şefkatli, sonuna kadar kötü, ama aynı zamanda sonuna kadar ona değer veren.
Sarsılarak uyandı. Giysileri terden sırılsıklam olmuştu. Xie Lian'ın nefesi kesilince yumruklarını sıktı ve öfkeyle yatağa saldırdı. Parmaklarını hafif nemli saçlarında gezdirdi ve "...bu tür şeyleri ne zaman unutabileceğim! Bu utanmaz piçi yakaladığımda kesinlikle unutacağım..."
O anda, bilinmeyen bir zamanda birinin yastığının yanına birtakım giysiler koyduğunu fark etti. Bu kıyafetler de beyaz olmasına rağmen, tarzları hoşuna gitmişti. Kendisine bir ödül verilmiş gibi hissetti ve hızlıca banyo yapmak için evin arka tarafına koştu.
Kıyafetlerini çıkarıp suya girdikten sonra birden boynunda ince gümüş bir zincirin asılı olduğunu fark etti.
Zincirin üzerinde kristal berraklığında bir yüzük asılıydı. Bunu ne kadar zamandır taktığını kim bilebilirdi - her halükarda, bunu tamamen hissetmemiş olması çok garipti: "Benim böyle bir kolyem var mıydı?"
Bu yüzük tek kelimeyle çok güzeldi ve ona bakarken neredeyse transa geçecekti. Ancak yine de ihtiyatını kaybetmedi. Birdenbire yanında bir gümüş parıltısı fark etti ve hemen "kim!" diye bağırdı.
Suya bir darbe indirdi ve sanki çelik bir top fırlatılmış gibi su havaya sıçradı, gürültüyle duvarlardan sekti. Suyun içinden fırlattığı şey bir insan değil de... bir kılıç mıydı?
Xie Lian o sert ve boyun eğmez kılıcı tuttu ve son derece kuşkulu hissetti. Aniden, kılıcın sapındaki gümüş bir yarık, sanki bir gözün açılması gibi, göz küresinin çılgınca yuvarlanmasıyla ayrıldı. Xie Lian daha da şaşırdı.
Bu garip şey de neydi?!
Kılıcın kavisli ağzı uzundu ve sanki canlıymış gibi coşkuyla kucağına atladı. Gafil avlanan Xie Lian buna engel olamadı ve "wah" diye bağırmaktan kendini alamayacağı kadar üşüdü ve tüm vücudu ürperdi.
Ancak aşağı yukarı herhangi bir öldürme niyeti hissetmediği için, Xie Lian bu kavisli kılıcı tehlikeli bulmadı ve onu şiddetle itmeye çalışmanın yanı sıra, ona karşı bir tokatla bulutlara göndermek gibi daha şiddetli eylemlerde bulunmaya niyetlenmedi. Tam o anda kırmızı bir gölge yaklaştı ve tek bir hamleyle kılıcı kaparak uğursuz bir ses tonuyla "İşte buradasın..." dedi.
Bakışlar odaklandığında, San Lang çoktan havuzun kenarında duruyordu ve kılıcı ellerinin arasına sıkıştırmıştı. Yüzünde hâlâ belli belirsiz bir gülümseme olsa da şakaklarında yeşil damarlar belirmişti ve hiç nezaket göstermeden kılıca bir tokat atarak, "buraya gelmene izin verilmediğini söylememiş miydim?" dedi.
Xie Lian, "San Lang Gege, bu kılıç senin... büyülü silahın mı?" dedi.
San Lang ona doğru döndü ve şakaklarındaki yeşil damarlar bir anda kayboldu ve bir kez daha sakin bir havaya büründü. "Bu sadece cahilce bir şey Gege... Gege utanç verici bir şey görmene izin verdi" dedi.
Ancak Xie Lian sadece daha büyük bir huşu ve saygı duydu. Gözleri parladı ve kırmızı elbisesinin kenarından tutarak, "Hayır hayır hayır, San Lang Gege, sen çok inanılmazsın! Böylesine duyarlı bir büyülü silahı geliştirebildiğine göre!"
San Lang tarafından tokatlanan kılıç, sanki haksızlığa uğramış gibi gözlerini buruşturmuştu.
Xie Lian'ın övgülerini dinleyen kılıcın gözü bir kez daha kendini beğenmiş bir şekilde dönmeye başladı ve sinsice ona doğru ilerlemeye çalıştı. San Lang çok duygusuzca ona bir tokat daha attı.
Bu sefer pes etti ve bir "dong" sesiyle yere düştü ve bir yetişkin tarafından dövülmüş ve yerde yuvarlanıp ağlayan bir çocuk gibi yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Sanki Xie Lian’ın kulakları çocuğun feryatlarını duyabiliyordu. Bu manzara kalbini hafifçe sızlattı ve aceleyle ayağa kalkarak, "Bekle, San Lang Gege! Unut gitsin, bir daha vurma. Sanırım o anda sadece yaramazlık yapıyordu ve yanıma gelip beni selamlamak istedi. Onu bu şekilde azarlamaya gerek yok."
Ancak sudan çıktıktan sonra, Xie Lian suyun içinde olan vücudunun çıplak olduğunu hatırladı ve yüzü açıklanamaz bir şekilde tekrar kızardı. Garip bir şekilde suya geri battı. Ancak San Lang daha önce çok doğal bir şekilde arkasını dönmüş ve oradan ayrılmıştı.
Xie Lian aceleyle sudan çıktı ve yeni giysilerini giydi. Giysinin tenine yapıştığı yerden malzemenin son derece ince olduğunu hissedebiliyordu. Sonunda teni rahatsız edici bir şekilde sürtünmeyecekti ve yüreğinde bunun için daha da minnettar hissetti.
Odadan çıkıp misafir kabul edilen şık salona vardığında, San Lang çoktan oturmuş bekliyordu.
Tanrı bilir o kılıcı nasıl terbiye etmişti. Şimdi San Lang'ın belinde dürüstçe asılı duruyordu. İstediği gibi bir o yana bir bu yana hareket etmediğinde, beklenmedik bir şekilde soğuk ve ölümcül bir havası vardı ve önceki yuvarlanma ve öfke nöbeti geçirme halini hayal etmek tamamen imkânsızdı. Xie Lian'ın geldiğini gören San Lang gülümseyerek, "Uyandınız mı? Dün gece iyi uyudunuz mu?"
Xie Lian dürüstçe cevap verdi, "Bilinmeyen bir nedenle gecenin ilk yarısında sürekli rüya gördüm... ama gecenin ikinci yarısında iyi uyudum."
San Lang, "Belki de çok yorgundun" dedi.
İkisi de akıllarına gelen cümleleri kurdular ve birkaç tur sohbet ve tartışmayla gün aşağı yukarı geçti. Öyle görünüyordu ki, Hua Cheng görüşmek için müsait olana kadar zamanlarını bu şekilde birlikte geçirmeye devam edeceklerdi.
Ancak, geceleyin Xie Lian yatakta tek başına uzanırken, bir kez daha kendisini hararetli hissettiren ve rahat edemediği rüyalar gördü.
Rüyalarında bir o yana bir bu yana savruluyor, dayanamayacağı kadar dalga geçiliyordu. Bir sarsıntıyla uyandığında, vücudu yine terden sırılsıklam olmuştu. Öfkeli ve çaresiz hissederek, sakinleşmek için birkaç tur atmayı düşünerek kalkıp dışarı çıkabildi. Ancak, aniden uzaktan, başka bir odadan gelen sesler duydu.
Bu San Lang'ın ana odasıydı. Odanın ses yalıtımı mükemmeldi ve sesler çok yumuşaktı ama Xie Lian’ın beş duyusu son derece hassastı ve bunu yakalamıştı. Sessizce odanın dışına süzüldü.
Kapılar arasındaki aralıktan odanın içine baktı. San lang'ın odada bir koltuğa oturmuş, elinde bir fırça tuttuğunu ve bir şeyler yazdığını gördü. Yüz ifadesi soğuktu, Xie Lian'la karşılaştığında olduğundan tamamen farklıydı. Yanında, siyah giysili ve hayalet yüzlü bir maske takmış, belinden eğilerek alçak sesle raporunu veren biri bile vardı.
Açıklanamayan bir nedenden ötürü, hayalet yüzlü maskeli kişi çok sessiz bir varlığa sahipti, sanki biri onu kazara fark edebilirdi. Xie Lian tam daha dikkatli dinlemek üzereydi ki, o kişi raporunu bitirdi ve sadece "o yaratık uzun zamandır sorun çıkarıyordu" cümle ve ifadelerinin parçalarını belli belirsiz duyabildi.
"Sanırım herhangi bir dua almadan önce bunu halletmeye gitti ve bir kaza geçirdi."
"Bu az önce araştırılan yön." Vb.
Yavaşça saçlarını tarıyordu ki San lang'ın "Şimdi ona eşlik etmem gerekiyor ve kendimi mazur göremem. O yaratığı yarın geceden önce buraya getir."
Hayalet yüzlü maskeli kişi alçak bir sesle, "Evet, bir nefesle bırakılmasını ister misin?" dedi.
San Lang fırçayı bir kenara bıraktı ve yazdıklarına baktı. Yazdıklarından pek memnun görünmüyordu ve buruşturup bir top haline getirerek bir kenara fırlattı. Ancak o zaman yavaşça ve ağır ağır, "Birkaç nefes bırak, o şeyi tükürsün, sonra yavaşça çirkin kafasını ez." dedi.
Bu sözleri söylerken yüz ifadesi ve ses tonu insanın içini ürperten türdendi. Ancak, beklenmedik bir şekilde, Xie Lian buna rağmen herhangi bir tiksinti veya ihtiyat hissetmedi. Hayalet maskeli kişi sözsüz bir onaylama sesi çıkararak oradan ayrıldı. Xie Lian hemen oradan uzaklaştı ve kendini sakladı.
Xie Lian odasına döndükten sonra bir daha uyuyamadı.
Birkaç tur ileri geri volta atarak düşündü: "San Lang tam olarak nasıl bir insan? Hangi yaratıktan bahsediyordu?"
Duyduklarına bakılırsa, uzun zamandır sorun yaratan ve felaketlere neden olan bir yaratık tarafından önemli bir şey yutulmuş gibiydi ve San Lang çok kızgındı. Ancak şimdilik ona eşlik etmek zorunda olduğu için, o yaratığın kafasını ezmek için kendini mazur göremedi.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendini çok utanmış hissetti. Bu San Lang, ona gerçekten de son derece içten davranmıştı.
Birden aklına bir fikir geldi: neden burada böyle boş boş otursun ki? Ayrıca, şimdilik Hua Cheng ile görüşemeyecekti ve iyi bir Gege olan San Lang için bir şeyler yapmayı da sürekli düşünüyordu. Neden bu yaratığı yakalamasına yardım etmesin?
Bu anlık bir karardı. Bu şekilde karar verdikten sonra, Xie Lian hemen arkasına bir mektup bıraktı; San Lang Gege, endişelenme, Xie Lian gitti ve geri dönecek vs. Ardından, bir sıçrayışla, bu zarif malikaneyi sessizce terk etti.
MXTX yazar notu; [Xie Lian’ın] hafızasının tuhaf gezintisi hakkındaki bu ek bölümün bir bölümü daha var. Aslında yazmayı bugün bitirmek istiyordum ama kelime sayısı hayal ettiğimden daha fazlaydı, bu yüzden yarın devam edecek!
Veliaht Prens ona Gege diye seslenince HuaHua çok sevindi.
E-Ming kasten banyoyu gözetlemeye çalışmıyordu! E-ming iyi bir çocuktur! Sadece daha önce sık sık Xie Lian ile banyo yaptığı için bugün büyük bir beklentiyle gitmişti. Dayak yiyeceğini kim bilebilirdi ki?
---
o saçlar :3
#hua cheng#xie lian#tian guan ci fu#hualian#heavenlyblessing#heaven official's blessing#feng xin#jun wu#jian lan#ling wen#pei su#pei ming#yushi huang#ban yue#hexuan#shi wudu#shi qingxuan#quan yizhen#ming yi#yin yu#lang qianqiu#mu qing#nan yang#xuan zhen#xianle#xianle trio#crown prince of xianle#xianle era
18 notes
·
View notes
Text
aeri ateş yakmaya çalışırken yeterli odunun olmadığını görmüştü, ayağa kalktı ve biraz odun aramaya başladı. yürüdü, yürüdü, yürüdü. en sonunda dal parçaları, odunların olduğu yeri buldu. heyecanla eğildi ve birkaç tane toplamaya başladı. yeterince toplamıştı. omzuna birinin birkaç defa sertçe dokunduğunu hissetti, "tamam ya topluyorum kalkacağım şimdi.". ve bu birkaç kez daha oldu. sürekli ısrar ediyordu sanki, ve aeri'nin canını yakıyordu. "tamam dedim sana canım acıyor?!" ve aeri arkasına döndü. orada kimse yoktu. gözleri büyüdü, ne olduğunu düşünüyordu. etrafa bakındı ama kimse yoktu. arkadaşlarından birinin ona oyun oynadığını düşündü. "her nereye saklandıysan çık, komik değildi şakaların" ama bir ses veya tıkırtı duyamadı. bu onun içini ürpertmişti. topladığı yakacaklarla koşa koşa kamp alanına doğru ilerledi. nefes nefese kalmıştı. odunları birden bıraktı ve nefesini düzeltmeye çalıştı. mavi ona döndü, "iyi misin, neden kaçtın böyle?". aeri nefes nefese cevap vermeye çalıştı. "yaban domuzu gördüm sanırım korkudan biraz.". mavi sorguladı, "burda domuz olması imkansız ama... belki başka bir hayvandır olabilir. gel nefeslen, su ister misin?". aeri kafasını olur dercesine salladı ve suyu kabul etti. beraber toplandılar çadırları ve her şeyi kurduktan sonra, aeri ve ash yemeğin başında yemekle uğraşıyorlardı. carlisle, "kim kimle yatacak?" herkes birbirine baktı. suji, "bilmem, ama bu sefer eşleri değişelim, ne dersiniz?". aeri, "BEN TEK YATMAK İSTEMİYORUM! yani istemiyorum, üzgünüm biraz korkağım." carlisle güldü, "ben senle kalırım aptal, korkma.". carlis'in bu sözünden sonra aeri samimi bir şekilde gülümsedi ona karşı. ash, "ee hadi gelin sofra hazır!" herkes işini bırakıp masaya doğru geçti, yemek hepsine iyi gelecekti. yemekte hepsi güldü eğlendi, kafa dağıtmaya birebir bi masaydı.
ash, "ben tek kalacağım bu arada size uyar mı?".
zolita, "ee o niye tek kalıyor bende kalmak istiyorum belki".
ash, "ağlama lan, ilk ben söyledim."
suji, "bende soul'u alıyorum o zaman?"
rudy, "bakıyorum da hemen de sattın beni."
suji, "değişelim dedim ya, hem carlis yokken korkar o ben kalayım onla."
carlisle kısık bir sesle, "kesin o yüzdendir..."
kalacak çiftler,
rudy-zolita
carlisle-aeri
ryo-mavi
soul-suji
ve ash olarak ayarlanmıştı.
gün boyu oyunlar oynadılar, eğlendiler kendi kendilerine. açık hava çok iyi geliyordu hepsine. yatma vaktine kadar beraber eğlendiler. sonrasında erken uyandıkları için hepsinin erkenden uykusu gelmişti. herkes çadırlara dağıldı. hepsi büyük ihtimalle uyuyacaktı.
ryo-mavi
ryo, "ash'imden uzak kaldım ama ya."
mavi, "ya bi sus sabah akşam berabersiniz 2-3 hafta ayrı yatarsın bir şey olmaz sadece uyumak için burdasın."
ryo, "ama ya..."
mavi, "susacak mısın artık? UYUMAYA ÇALIŞIYORUM BURDA"
ryo, "PİSLİK"
carlisle-aeri
aeri arkası dönükken önüne döndü, gülümsedi. "teşekkür ederim carlisle, benimle hemen kalmayı kabul ettiğin için."
carlis, "ne demek ya, nolacak sanki bak iyi oldu böyle de, bu gece uyumayıp biraz tanışmak ister misin, zaten yenisin."
aeri, "olur!! ash'ten sonra senle tanışmış olmak iyi olabilir."
carlis, "hobilerinden bahset mesela..."
ash
"uff böyle yatmak da sıkıcıymış tek başına. ryo da yok zaten. VE MINECRAFT OYNAYAMIYORUM ŞAKA GİBİ? ben minecraft olmadan ne yapacağım... televizyon da yok, diğer oyunlar da yok... kafayı yiyeceğim, bu teklifi nasıl kabul edebilirsin aptal ash internet bile yok! her neyse, orada kalsaydım beynimi yitirebilirdim buna şükür."
soul-suji
suji yaslanmış tüm başlarından geçen olayları düşünüyordu, kafasını kurcalıyordu hepsi. bir anda hissettiği sıcaklıkla gülümsedi. soul ona sarılmış bir şekilde uyuyordu. çoktan uyuduğunu fark etmişti. suji fark ettirmeden saçlarına öpücük kondurmuştu soul'un. kızardığını hissediyordu. o da aynı şekilde soul'a sarılmıştı ve tüm geceyi bu pozisyonda uyuyarak geçireceklerdi.
zolita-rudy
zolita, "biz sanırım seninle fazla konuşmuyoruz, hm?"
rudy, "biraz öyle... yapacak bir şey yok, konuşuruz bundan sonra."
zolita, "ya konuşuruz tabii... uyu istersen."
rudy, "sen de öyle, geç kalma çok."
zolita, "ne geç kalacağım yatıyorum bende."
rudy, "iyi ya ne kızdın..."
hepsi bir şekilde rahatça uykuya dalmışlardı. o gece hiçbir sorun yaşamadılar ve hepsi deliksiz bir uyku çektiler. sabah geç saate kadar uyanan kimse gözükmüyordu.
10 notes
·
View notes
Text
NASIL BAŞLADIM
Benim adım gül. Ben ağrı şehrinde doğup büyüdüm. 3 kardeşiz, bir abim ve birde benden küçük kardeşim var. Ben 16 abim 19 adı Semih ve erkek kardeşim 15 adı selim yaşında. Ben süt gibi beyaz tene annemden aldığım koca bir göte ve portakala yakın memelere sahip 1.50 bir kızım. İlk sikilişim 16 yaşındayken oldu. O zamanlar ergenliğin verdiği azgınlıkla dolup taşıyordum. İster istemez her şeyde azgınlıkta tavan yapıyordu. Örneğin abim mesela bazen evde boxerla gezer sallanan sikini görünce amımda karıncalanmalar olurdu. Neyse hikayemize geçelim. Bir gün babamın asker arkadaşının oğlu Fikret abi askerden döner dönmez babama ziyaret için bize geldi. Ha bu arada annemi ben 14 yaşındayken kaybettik. Evin bütün işi bende. Babamda bizim için evlenmedi bir daha. Neyse o gün sofrayı kurdum, Fikret abi geldi yemekler yenildi. Ama bu süre zarfında Fikret abinin gözü hep üzerimdeydi. Fikret abi 24 yaşında esmer, boylu poslu orta yakışıklıkta biriydi. O günde evde spor yaparken giydiğim içimi gösteren tayt ve bluz giymiştim. Eğildiğimde memelerim fırlayacak gibi oluyordu. Altımda ne külot üstümde de sütyen vardı. Çünkü spor yaparken babam iş çıkışı Fikret abi ile birlikte gelmiş üstümü değiştirmeye fırsat bile bulmadan mutfağa girmiştim. Normalde de zaten evde çok açık giyinen biriyim bizimkiler pek laf etmez. Ama bugünkü giydiklerim bşraz tehlikeliydi. Ne var ki babamın gözleri ileri derece olmasa da miyoptu işte çok takıp bunaldığı için evde çıkarırdı. Bu sayede giydiklerimin içinde amımı veya meme ucumu göremiyordu. Büyük ihtimalle Fikret abinin bakışlarını da. Yemekler yenildikten sonra babam kızım çay koy dedi bize. Kalktım çay koyup getirdim. Tepsiyle Fikret abinin önünde eğildim. Fikret abi gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde göğüslerime bakıyordu. Çayı eli titreye titreye aldı. Ama eli o kadar titremişti ki yanlışlıkla üzerine döktü çayın yarısını. Birden o panikle yandım anam yandım diye bağırdı. Babam koş kızım bez getir dedi. Gittim getirdim bezle dökülmüş yerlerini(kasık bölgesini)siliyordum. Silerken bir şey fark ettim. Fikret abinin siki şahlanıyordu. Sonra babam. -yaktın çocuğu salak kızm diye bana bağırdı. Fikret abide
-deme öyle kıza ben adam akıllı tutamadım hem çok yanmadım ama abinin eşlarından varsa verir misin Gül böyle ıslak ıslak oturmayayım dedi. Hemen gidip abimin odasına kıyafet almaya gittim. Abim halısafa Maçına gitmiş akşam arkadaşında kalıp sabah dönecekti. Abimin odasında bir şort bir de boxer alıp Fikret abiye verdim. Oda abimin odasında giyindi ve babamın yanına geçti. Ama bir şey fark etmiştim. Fikret abi yürürken yarağı öyle belli oluyordu -ki inik haliyle- sallana sallana gidiyordu. İçeri girdiğimde baktım abimin boxerını giymemişti. İçimden bu adam beni sikmese bari dedim. Amacım sadece teşhircilikti. Fikret abi artık 12 ay nasıl karısızlığa dayandıysa bu gece benden hıncını çıkarırsa diye korkuyordum. İçeri geçtim babamla Fikret abi maç izliyorlardı. Ordan babam kızım abur cubur getirde kuru kuru izlemeyelim aman sakın çay getirme yine yakarsın mazallah çocuğu diyr güldü. Fikret abi. -ben bacıma yardım edeyim çok yoruldu diyerekten benim peşimden geldi. -Fikret abi kusura bakma bilerek yakmadım valla dedim. -olur mu Gül’üm senin ne suçun var. Ben 12 ay karı görmeyince e senin gibi böyle fıstık gibi kız görünce de heyecanlandım döktüm. -ay harbi abi hiç mi görmedin kadın çarşı izninde bile mi? -yok be gülüm ordaki karılar artık çürük çarık karılar. Senin gibi tazesi vardı ben mi istemedim dedi iç çekerek. Ben de sadece gülümsedim. Bir yandan da bir şeyler hazırlıyorum Fikret abiden de boyum yetişmediği için ondan tabak bardak istiyordum. Oda verirken arkamdan tabağı bardağı uzatırken aynı zamanda da bana dayıyordu. Onun giydiği şort ve benim giydi tayt o kadar inceydi. ( zaten benim giydiğim tayt nerdeyse şeffaf dikkatlı bakılırsa amım gözüküyor onun giydiği şort hem kısa hemde bol yani isterse yarrağını şortunu biraz çekse yarrağı bütün çıplaklığıyla ortada olur) Yarrağı sertti ve amıma baskı yapıyordu. Her istediğim şeyi verirken biraz daha baskı yapıyordu. Yarrağı hissettiğim kadarıyla baya büyüktü. Bu baskılardan dolayı ben baya sulanmıştım. İçimden inş görmüyor diye geçirdim. Babam nerde kaldınız kızım diyişle tamam baba geliyoruz dedim. Eğer babam çağırmasa herhalde Fikret abi taytımı yırtıp o koca yarrağını benim bakire amıma sokacaktı. Çünkü çok derinden nefes alıp veriyordu. Fikret abi -Gül ben bi lavoboya gidip geliyorum dedi. Anlamıştım 31 çekip gelecekti o kadar kolay rahatlamasına izin vermicektim. -ohooo Fikret abi bu nasıl yardım etmek yaa. -tamam gülüm gel beraber getirelim şunları. Beraber içeri girdik koyduk masaya. Babam sanki az önce yemek yememiş gibi saldırdı. Cipsler döküldü yere. Bende toparlarken Fikret abiye doğru domaldım. Yerdeki cipsleri masaya koyuyordum. O an aklıma ıslaklığım geldi. Beyaz tayt yüzünden belli olan amım şimdi ıslaklık yüzünden kabak gibi ortadaydı. Alttan Fikret abiye bakınca telefonuyla oynuyormuş gibi yapıp beni çekiyordu. (Nerden anladınız diye sorarsanız zoom yaptığı belliydi parmaklarından). Islaklık aklıma gelince hemen kalktım ve koltuğa oturdum. Aha dedim ıslaklığı gördü şimdi oda istekli olduğumu anlayacak çatır çatır sikecek. Fikret abi arada babamla konuşuyor arada yastıkla kapattığı yarrağını okşuyordu. Ve benim karşımdaki koltukta. Anlaşılan amının ıslaklığı ona cesaret vermişti. -gülüm bana su getirir misin dedi Fikret abi. Gittim getirdim. Bi içiyor bir yandan da sinsice gülüyordu. Bardağın yarısına gelince bardağı üstüme doğru boşalttı geri kalanını kasıklarıma. -intikamımı aldım dedi gülerek Fikret abi -babamda hak ettin benim salak kızım dedi ve güldü. Tabi babam gözlüğünü takmadığı için olayın farkında değildi. Cropum ıslandığı için memelerim hiçbir şey giymiyormuşum gibi kabak gibi ortada keza amımda aynı şekilde ortadaydı. Sonra Fikret abi arkamdan sarılarak. - oy kıyamam ben sana Island’ın mı sen diyerek yine arkada dayıyordu. Babam oturduğu yerden gülüyordu
297 notes
·
View notes
Text
Şu çocukları gidip bir kere görün, Türkiye’ye duydukları muhabbeti, türk bayrağının onların gönlünde kurduğu otağı bir kere hissedin sonra oturup caka satarsınız.
Mesele bir dini, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun alçak bir tecavüzcüden ibaret mi sanıyorsunuz hakikaten?
Mesele tam olarak senin benim gibi mülteci meselesine müslümanca bir hassasiyetle duruş sergileyenleri birbirine kırdırmak.
Türkiye’deki tecavüz vakalarının son bir yılda yüzde doksanı türklere ait. Ne yapalım kendimizi mi taşlayalım? Amaçları haksızlığa karşı hakkı savunmak değil ki. Münafıklıkları ile fitne ateşini yaymak.
Bu ülkede daha dün bir belediyenin kapısına dev LGBT bayrağı açıldı. Kimse gidip ibneleri ateşe verelim demedi. Ama konu mülteci meselesine, müslümanların hassas teline gelince her yerden deniyorlar o teli koparıp atmayı. Sen de bu oyuna geliyorsun.
Sanıyorsunuz ki paylaştığınız türk bayrakları, türkiyeyi savunmak. Siz sanmaya devam edin. Birileri sizi bu hale getirdiği için keyifle seyrediyor çünkü.
Mesele, soğuktan elleri titrerken, uzattığınız eli tuttuğunda dünyalar onun gibi hisseden Suriye’li 5 yaşındaki çocuk.
Mesele, yetim kampında 3 kardeş bir anne bir çadırda yaşamaya çalışan müslüman kardeşin.
Mesele, gözleri görmemesine rağmen, gözleri görmeyen 3 öğrencisine Kuran-ı Kerim’i ezberletmeye çalışan müslüman muallim.
Mesele islam kardeşim islam.
Bu fitneye ortak olmayın.
Paylaştığınız her türk bayrağı, şuan başka şeylere, başka kimselere, başka merciilere hizmet ediyor.
Oyuna gelmeyin.
Ayına, yıldızına, kan rengine kurban olduğum bayrağımı da bu fitneye alet etmeyin.
15 notes
·
View notes
Text
Gençlik Öfkesi S1 - B6.3
BÖLÜM 6.3 [İSTİYOR]
Sikimi ablamın ağzından yavaşça çıkardığımda, sikimin etrafı baloncuklu kabarcıklı tükürük taneleriyle doluydu.
Yatağıma uzandım. Ablamın güzel yüzüne elimi attım ve yanaklarını okşadım. Ablam derin nefesler eşliğinde gözlerime bakıyordu.
Biraz dinlendikten sonra ayağa kalktım ve sikimi temizlemek için ablamın parçaladığım külotuyla, güzelce temizledim.
Ablamı ellerinden tutarak kaldırdım ve sırtı dik gelecek şekilde yatağa oturttum. Kenarda duran su şişesini açtım ve bardağa döktüm.
Al bakalım iç, biraz kendine gel.
Ablam titreyen elleriyle suyu aldı ve içmeye çalıştı. Fakat elleri titrediği için suyu ağzına yüzüne döküyordu.
Bardağı elinden aldım saçlarından çekerek yüzü hafif yukarı yüzüme gelecek şekilde ayarladım ve ağzına suyu döktüm.
Aç kurtlar gibiydi suyu görünce 3 bardak içti ve birazcık gözlerini kapatarak dinlendi.
Anneciğim sen de içmek ister misin?
Annem sanki "orospu çocuğu" der gibi mırıldanıyordu.
İstiyor musun, istemiyor musun?
Annem ilk baş kafasını öne eğdi ve bir süre düşündükten sonra kafasını kaldırıp çaresizce kafasını salladı.
Bir bardak daha doldurup ona doğru yaklaştım ve ağzındaki bantı çıkarmadan önce "eğer ki bağırırsan seni de çok pis sikerim anlıyor musun beni?" dedim.
Hemen kafasını salladı ve durumu kabullendi.
Ağzına taktığım bantı çözdüm ve su bardağını ağzına tuttum. Suyu içerken 2 ya da 3 damla ağzından dökülmüştü.
Su bitince bana bakarak gözlerinden 2 damla yaşla beraber "neden oğlum neden, yapıyorsun bunu bırak ablanı yeter ki bırak ne istersen yapacağız, istersen döv bizi, küfür et ama bunu yapma yalvarırım-.." dedi.
Şşhh sessiz ol anne size şu an iyi davranıyorum, bundan fazla iyiliği bir başkası bile yapamaz.
Tekrar bantı ağzına kapattım ve arkama döndüm.
Ayla ayakta ve iki eliyle makası tutmuş bana saplayacak gibi duruyordu.
Cidden mi? Ayla şunu anlamıyorsun sen galiba. Sana yaptığım şeyleri sevgililerin zaten daha önce yaptı.
Ben sadece biraz daha sertim senin sevgililerine kıyasla tabi sen bilirsin.
Yavaşça yaklaştım ve bileğinden bağladığım kravatı çözdüm.
Al gitmek istiyorsan kapı orada annemi de alabilirsin sen seç!
Ayla bir benim yüzüme sonra da annem'in yüzüne bakıyordu.
Bir seçim yapması lazımdı isterse gidebilir, ancak kalırsa onu sikeceğimi biliyordu.
Elinde duran makası, beklemediğim bir şekilde bana uzattı ve elime bıraktı.
O an anneme bakan ablamın gözleri artık başta olduğu gibi korkuyla bakmıyordu.
Annem bir şeyler demeye çalıştı fakat Ayla bana bakarak yatağa uzandı.
Elimde duran makası çekmeceye bıraktım ve ona doğru adım attım.
Ay: Taytımı çıkarır mısın?
(Bir anda bu değişim çok garipti)
Tamam uzat bacaklarını.
Ayla bir anda değişen fikriyle beni garip bir şekilde etkilemişti, bacaklarını bana uzattı.
Yavaşça çekerek yırtık taytını altından çıkardım ve yere bıraktım.
Artık Ayla tamamen bütün çıplaklığı önümdeydi.
Az önce olduğu gibi ayaklarından başlayarak öpücükler kondurdum.
Bacaklara karşı garip bir ilgim vardı ve Ayla'nın bacakları müthişti.
Öpe öpe gidiyordum. Ablam yatağa tamamen uzanmıştı. Yavaşça amına yaklaştım ve ilk dil darbemi onun amına attım.
İlk baş amı'nın dudaklarını yalıyor bir daire çizer gibi ilerliyordum. Yavaşça asıl önemli yerleri parmaklarımla açtırdım ve dil darbelerimi devam ettirdim.
Bu esnada Ayla siyah ojeli uzun tırnaklarıyla saçlarımdan tutarak beni amına bastırıyordu. Yalarken, dilimi dalgalı bir biçimde kullanıyordum.
Ay: Iğğm oğğ ağğhh
Yavaş yavaş sikim kalkmaya başlıyordu. Her dil darbesinde Ayla daha sesli inlemeye sesleri odada yankı yapmaya başlıyordu.
Ay: Ağğğhh e-evett oğhh.
Suratına bakmak için hafif kafamı kaldırmaya çalışıyordum ancak ablam dizlerini kırıp belini kaldırarak amını ağzıma dayamaya devam etti.
İnlemeleri, içimi iyice garip ediyordu.
Sikime bir elektrik çarpıyordu durmadan sanki, yani böyle hissediyordum.
Sikim kalktığında zorluklara rağmen kafamı kaldırdım.
Baktığımda abla bir eliyle benim kafamı bastırmaya çalışırken diğer eliyle de memelerini okşayarak kendini zevke ulaştırıyordu.
Kafamı kaldırıp ona baktığım zaman gözleri kısık kısık açıldı ve bana bakarken artık karşımda Ayla değil başka bir kadın varmış gibi bakıyordu.
Yavaşça bacak arasını açtırdım ve yerimi aldım. Kalkan sikimi amı'nın üst kısmına vurdurarak onun yalvarmasını bekliyordum.
İstiyor musun?
Ay:...
Sana soruyorum kaltak istiyor musun?
Ay: Hıhı ığmmm. (titrek bir sesle)
Mırıldanırken kafası ile de durumu tasdikliyordu.
Yavaşça sikimin başını amına doğru getirdim. İlk iktirmede sikim amını fırçaladı ve girmedi.
Tekrar hizaladım yine iktirdim, bütün gücümü buraya girmek için kademeli olarak kullanıyordum.
Ablam, çarşafa sıkı sıkı yırtarcasına elleriyle tutunuyordu.
Biraz daha gücümü verdim.
[şapp]
Ay:AĞĞĞĞĞĞ ahh (nefes alma sesleri) ahhh off dur lütfen biraz bekle.
Sikim bir anda güç verince amına komple girmişti.
Ay: Ağğ, off acıyor off.
Geçer şimdi biraz sabret kaltak.
Yaklaşık 2 dakika amında bekledikten sonra ablamın can acısı yavaş yavaş geçiyordu.
Bundan dolayı ben de sikimi içinde hafifçe ilerletmeye başladım. Sikimi ilerletirken, ablam ellerini kollarıma atıyor ve masaj yapar gibi kollarımı sıkıyordu.
Yavaş yavaş gidip gelen sikime baktığımda amından hafif kanlar akmış ve sikime de bulaşmıştı.
Ritmimi arttırmak için biraz hızlandım ablam dudaklarını ısırarak inliyordu.
Ay: E-evet ahh lütfen hızlan, daha hızlı.
Ablam bunu söyleyince daha da hızlanmaya başlamıştım. Amına girdikçe vücudu sallanıyor memeleri özgür bir biçimde bildiğin oynuyordu.
Annem'e kafamı çevirip baktığımda ablamın duyduklarından dolayı olmalı ki suratı şaşkın biçimde Ablamı izliyordu.
Ay: Bana bak kardeşim lütfen sadece benimle ilgilen.
Ablamın bacaklarını omuzlarıma aldım ve vücudumu ona doğru bastırdım.
Ablamın sıcak ve dar amına, sikimi flaş etkisiyle sokup çıkarıyordum.
Sikimi girdikçe taşaklarım götüne çarpıp "şak şak" sesler çıkarıyordu.
Ablamın bacaklarını öperek giriyordum amına, evet kendi ablam bana işkence eden kız kendi amını kendi isteyerek bana sundu az önce.
Ay: A-aras devam et.
Olabildiğince hızlı amına giriyordum.
"şak şak şak" sesleri odamda yankı yapıyor ablam "oğooğğff ağh" diye inliyor.
Suratımı ablama yakınlaştırdım. Ablam yanaklarımı öpüyor elleriyle kalçamı okşuyordu.
Alnı alnıma dayalıydı şehvetli gözleri yanan amı kadar sıcak bakıyordu bana.
Sikimi soktukça "oğff evet bu" demeye devam ediyordu.
Bir süre sonra artık yorulmuştum yavaşlıyordum.
Ablam durumun farkında varınca bana sarıldı ve beni sırt üstü yatırıp kucağıma oturdu.
Ay: Azıcık ta ben hareket edeyim.
Sikimin üstünde yavaşça hareket etmeye başladı, her zıpladığında benim gibi hızını arttırıyordu.
Ablam kucağımda zıplarken ellerimle götüne tokatlar atıyordum.
Ellerimi tuttu ve zıpladıkça oynayan memelerine götürdü.
Memelerini oyun hamuru gibi yoğuruyordum. Bana doğru vücudunu yatırdı ve memesini kendi eliyle ağzıma soktu.
Yalıyordum, daha önce hiç yalamamış gibi memesini alıyordum. Bir bebek gibi memesini emiyordum.
Ay: Evet bu, evett ağhh.
Ablamın beline ellerimi doladım. Ablam götünü çok iyi kullanıyordu sikim amında sıcaktan sanki kasılıp gevşiyordu.
İstemsizce ne kadar kendimi belli etmek istemesemde "müthişsin abla" cümlesi kaçmıştı ağzımdan.
Ablam dağılan saçlarını arkaya topladı yüzüme güdü ve etli dudaklarını dudaklarıma dokundurdu.
Dayanamıyorum, fakat kontrolü ele almam gerekli bunu ona bırakırsam beni kölesi yapacaktı.
Belimden destek aldım ve ayağa kalktım ablam ne olduğuna şaşırdı.
Sikimi içine zorlukla iktirmeye başladım. Evet gücüm gitmişti ama buna kadar yetmeliydi.
Ablamın sıcak ve dar amına sikimi bütün gücümle iktiriyordum. Ablam ellerini sırtıma dolayarak tırnaklarını etime geçiriyordu.
Bu acı.. Bu acı, böyle bir amı sikmek için katlanılabilir bir zaafiyetti.
Kendimi geri topluyordum yavaş yavaş, ablamın amına demir gibi sert sikimi daha da hızlandırarak sokuyorum.
Ay: Ağğ ağğğhh ohhh.
Hayatımın en güzel intikamını alıyordum bu bir sex değildi başka bir şeydi.
Ablam kulak mememi yalıyor boğazıma öpücükler konduruyordu.
Sert sert, sıkarak siktiğim götü elimde lastik gibi uzuyordu.
[10 dakika sonra]
Ablamı kucağımdan indirdim ve sırtını vererek kucağıma oturmasını istedim.
Dediğimi tereddüt etmeden yapmıştı, anladım ki artık ne istersem yapmaya kendini kabul ettirmişti.
Yumuşacık götü bacaklarımın üstünde tenime değiyordu.
Eliyle alttan sikimi güzelce ilk baş sıvazladı ve eliyle amına, yani ait olduğu yere soktu.
Annem bunları gözlerinden yaşlar aka aka terleyerek izliyordu. Saçları terden yapıp yapış olmuştu.
Ablamın bacaklarını tuttum ve kendimle beraber onu da kaldırdım.
Ablamın sırtı göğüs kafesime değiyordu omuzlarına ve ensesine sıcak öpücükler bıraktıktan sonra bacaklarını biraz daha havaya kaldırdım ve sikimi hareket ettirmeye başladım.
Sikim amında hareket ederken annem ablamın amına giren sikime gözleriyle odaklanmış sessizce içine sokup çıkarmamı izliyordu.
Ablam bir elini arkaya doğru enseme attı ve kafamı kendi omzuna hizaladı.
Yanağımı öpüyor dudağımın köşesine diliyle dokunarak öpücükler bırakıyordu.
Diğer elini ağzıma soktu, güzelce parmaklarını emerken suratıma şevkle bakan sol gözüne sağ gözümle bakıyordum.
Ay: Evet ablacığım evett sik beniğ ahh.
Sikimi amına darbeler indirerek sokuyordum. Ablam konuşmayı bıraktı ve inlemeye devam etti.
Bir süre sonra bacaklarım yavaştan dengeyi bırakıyordu. Yavaşça yatağa oturdum.
Ablam kendini kaptırmış zıplamaya devam ediyordu. Taşaklarım şişmiş sikim zonkluyordu.
Ablam zıplarken iki elimi de omuzlarına attım ve tam kuvvetle sikime oturttum kendisini o an büyük bir sesle bağıran ablamın amına spermlerimi bıraktım.
Ablamda oturmaya devam ederken sırtını göğsüme dayadı ve "a-ah-ağğ" diye mırıldanarak sarsıla sarsıla boşaldı.
Sikim, taşağım, bacaklarım ve parkeler zevk suyuyla karışık içinden akmış spermlerimle doluydu.
Sikim küçülüp çıktığında ablamın amına bakmak için kafamı kaldırıp aynadan yansımaya baktığımda, amından bacaklarıma ve bacaklarına akan spermlerimi görmüştüm dehşet ve süper bir manzaraydı.
37 notes
·
View notes
Text
“Refakatin Esareti”
Acil serviste ortalık bir anda curcuna oluyor, herkes bağırmaya başlıyor, çığlıkların yankısı kulakları dehşete düşürüyor, hasta yakınları duvar diplerine çökmüş dualar ediyor. Dağ gibi adamların gözleri doluyor. Şöyle 2 dakika durup nefesini tutup izlediğin zaman ölümün o kasvetli nefesini yüzünde hissediyorsun.
Hiç sevmediğim şeyler; zaten kim sever ki? Oturup üzerine sayfalarca mısralar yazılır fakat içinde bulununca tüm cümleler küskün kalır.
Hastane duvarları çok soğuk oluyor, 15 derece havada bir duvar ancak bu kadar buz tutabilir. Kuşlar uçmayı öğrenince kaçıyor, bulunamayan damarlar biraz kalbini de morartıyor.
Kantinde oturuyorsun mesela, yan masada bir kadın, gözleri yorgun, saçları dağınık, gece uzun, çay soğuk… Zemin katta bir genç, belki sabaha karşı bir baba! Yeni birini bekliyor hayata. Çok tatlı bir telaş.
Dolaşıyorsun koridorlarda umarsızca. Yine karşında bir baba, yaşı da var baya, evladının son nefesine şahit oluyor, kızıyorsun o can alan demir yığını arabalara, yollara ve bariyerlere! Kahven de soğuyor tabi, tıpkı ruhunu teslim edenlerin bedenleri gibi.
Çığlık çığlığa ağlayan bir annenin sesini hangi duvar geçirmez ki? Ya da bir abinin kana bulanmış ellerini hangi ilaç temizleyebilir? Acı büyüdükçe tülden bir perdeye dönüşüyor o duvarlar sanki. Arkasını duyabildiğin, yeterince derinden bakarsan acının da gözlerini görebildiğin.
Koridorda yüzünde rengarenk maskeli saçsız bir çocuğa rastlıyorsun mesela sürekli gülümsüyor, annesi de kestirmiş saçlarını ama onun gülümsemesi çok daha acı, bir balon alıp vermek geliyor içinden ama hastanelerde balon da satılmıyor ki!
Gelirken trafikte yol kenarında oyuncak satan adamdan almadığın oyuncak için kendini suçluyorsun. El ele yürüyor annesiyle minik bebeği… Ama dediğim gibi ikisi de maskeli… Orada anlıyorsun ki kalp durmadan da ölünebiliyormuş.
Başka biri omzuna çarparak yanından geçiyor, kızıyorsun. “Önüne baksana” diyorsun içinden. 3 adım sonra arkasında bir sedye, sevgilisi galiba, üstünde de çiçekli bir elbise, pencereler filmli içeri hiç güneş girmiyor. Zaten ne fark eder ki? Güneş doğarken de birileri ölüyor…
Karanlık yerini ışığa bırakıyor, sanki dün gece hiç bir şey yaşanmamış gibi… Yaşanmışlıkların silinmişlikleriyle beraber aydınlığa boğuluyor gözlerinden uyku akan ruhsuz bedenler. Hoş, bazen de güzel haberler alınıyor, sevinç çığlıkları atılıyor, o anda ileriye dönük güzel planlar yapılıyor. Ama bunları kimse konuşmaz ki, ne de olsa kimse morgdan taburcu olamıyor.
(Bitmemiş Öyküler)
- Zafer Güler
3 notes
·
View notes
Text
7th Time Loop - 10. Bölüm
wattpad / manga tr / instagram
Cilt 1 Bölüm 2 Kısım 3
En sonunda Rishe panzehiri uyguladı.
İyileşme süreci birkaç saat sürdü. Onlar beklerken, Rishe arabadan özlemle baktığı çayırdan ot topladı. Olaylar tesadüfen gelişti. Asitli mideleri rahatlatmak için iltihap önleyici otlar ve çiçekler, baş ağrılarını iyileştirmek için malzemeler ve uykuyu tetiklemek için mantarlar buldu. Hepsini bir mendile sardı.
Bu arada Arnold, bölgenin lorduna bir ulak göndererek yakalanan haydutların teslim edilmesi için gerekli düzenlemeleri yaptı. Oliver'la işbirliği yaptıktan sonra Rishe'nin yanına gitti.
"Çiçeklere olan ilgini süslemeden ziyade fayda amaçlı olduğunu görüyorum," dedi ve gölün kıyısında toplanmış ot yığınlarını inceledi. Rishe'nin yanına oturdu.
Başka bir şey söylemeyince, Rishe değerli gövdelere sahip bitkilerden yaprakları toplamaya geri döndü. Yaprakların tıbbi etkisi yoktu, ama iyi bir çorba yapıyordu. Uyku mantarı sporları kurutulmadıkça sorun olabilirdi; onları güneşin altında yanına sermişti.
Acaba otları arabanın üstüne bağlasam rahatsız olur muydu? Bu bir veliaht prensin refakati için alışılmadık bir süsleme olurdu, ama sormaktan zarar gelmezdi.
Birden Arnold'un kendisine baktığını fark etti. Özellikle de ellerine. Çenesini yumruğuna dayamış bağdaş kurmuş oturuyor, bir karınca sürüsünün geçişini izleyen bir çocuk gibi dalgın dalgın bakıyordu.
Bitkiler hakkında bu kadar büyüleyici olan nedir?
Gözleri buluştu. “Seni rahatsız mı ediyorum?” diye sordu.
Rishe başını yavaşça salladı. “Hiç de bile. Sadece gözüne neyin çarptığını merak ettim.”
“Özel bir şey değil. Sadece ne kadar sıra dışı olduğunu düşünüyordum.” Yine gülümsüyordu. “Bundan sonra beni nasıl şaşırtacağını merakla bekliyorum.”
Sanki onun eğlendirmek için aldığı nadir bir evcil hayvanmışım gibi. Bu hiç hoşuna gitmedi. Yaptığı hiçbir şey dikkate değer değildi - normal bir insan tarafından gerçekleştirilen normal vazifelerdi.
ÇN: Klişe söz geldi. Ben herkes gibiyim, sıradanım. 7 hayat yaşayan bir insan tabi ki de sıradan olur canım, değil mi?
“O panzehiri sizi eğlendirmek için yapmadım.”
“Bunun farkındayım.” Dudaklarındaki kışkırtıcı gülümseme soldu. “Anlarsın ya, ev yapımı ilacını içmeye zorladığın o şövalyelerin hepsi kenar mahallelerde doğdu.”
“Zorlamak mı? Ben olsam bu kelimeyi kullanmazdım.”
“Galkhein liyakate her şeyden çok değer verdiğini iddia etse de sonuçta insanlar geldikleri yere göre yargılanır. Buna rağmen, bu adamlar yokluk içinde savaşarak yükseldiler.”
Rishe bir çiçekten tohum koparırken durakladı ve Arnold'a baktı.
“En kötü felç vakalarına sahip erkeklerin hepsi yeni atananlardı. Bu görevin başarılı olmasını sağlamak için haftalarca eğitim aldılar. O yaşlı şövalye -senin önünde reverans yapan- çaylakları korurken yaralandı. Adamlarına çok değer verir.”
“Sen de onlara değer veriyor gibisin,” diye yorumladı Rishe.
“Onları refakatim için titizlikle seçtim.” Arnold ayağa kalktı, ancak hemen ardından başıyla selam vermek için eğildi. “Ve sen de onları güvende tuttun. Sana en derin şükranlarımı sunuyorum.”
Rishe ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Arnold içindeki canavarı saklamak için maske mi takıyordu? Yoksa bu gerçek hali miydi? Kılıcını haydutun boğazına dayadığında, sıkıldığı bir oyuncağı kırmaya hazırlanan bir çocuk gibi nasıl göründüğünü hatırladı.
“Lafı bile olmaz,” dedi Rishe, rahatsız bir şekilde. “Nasıl yapacağımı biliyordum, ben de yaptım.”
Arnold hafifçe güldü. “Her ne olursa olsun, yol kenarındaki yabani çiçeklerden ilaç yapabilen bir soylunun bulunması nadir bir durumdur.”
“Daha önce, bileğimi tuttuğunuzda…” Rishe konuyu kendisinin aykırı bilgisinden uzaklaştırdı. “Sözünüzü tutmadınız. Bana dokunmayacağınıza dair söz vermiştiniz.”
Arnold, “O refleksti,” diye karşı çıktı. “Kendine zarar vereceksin sandım.”
Ne kadar basit bir konuşma, ne kadar sıradan. Rishe'in kendisini tam olarak tuhaf hissetmesine neden oldu.
“Şövalyeleriniz neden benim yanımda bu kadar temkinli?” diye sordu.
“Temkinli mi? Ah, ilk nişanını bozduğunda hepsi saraydaydı. Muhtemelen eve kötü niyetli terk edilmiş birini getirdiğim için benim mahvolmama neden olacağını düşünüyorlar. Bunun gibi aptalca bir şey.”
“Anladım.” Görünüşe göre, bir prens tarafından terk edilmek, kişinin bitki uzmanı yeteneklerini sorgulatıyordu.
“Bundan bahsettiğine sevindim,” diye devam etti Arnold “çünkü Galkhein'da birlikteliğimize karşı çıkacak insanlar olabilir. Seni korumak için elimden gelen her şeyi yapacağım, ancak herhangi bir hakaret veya tehdidi hemen bana bildirmelisin.”
“Çok sayıda olması muhtemel mi?”
“Teorik olarak veliaht prens kendi eşini seçebilir, ancak yapılması gereken tabii ki bir prensesle evlenmektir. Bir dükün kızının kraliyet ailesiyle en azından bazı bağları olduğunu tahmin ediyorum.”
Doğru tahmin etti. Oldukça uzak bir dal olsa da soy ağacında yer alıyordu.
“Babam kendi ülkemden bir kadın yerine başka bir krallıktan bir gelin seçmemi emretti çünkü-”
“Bir rehinenin ne zaman faydalı olacağını asla bilemezsiniz,” diye Rishe onun cümlesini tamamladı.
Galkhein yayılma politikası yanlısı bir imparatorluktu. Şu anda barış hüküm sürüyordu ama barış istikrarsızdı. Eğer Galkhein herhangi bir ülkeden bir prenses gelin vermesini talep etseydi, hiçbiri bunu reddedecek durumda olamazdı. Kızı yabancı bir gücün elindeyken, hiçbir kral bu gücün başlatmak istediği bir savaşa karşı çıkmaya cesaret edemezdi.
“Babama bir mesaj göndererek Hermity'nin kralının yakın bir akrabasına rastladığımı söyledim; dükün kızı yakın zamanda nişanlısı tarafından terk edilmişti,” Arnold dedi. “Ayrıca, senin ve prensin aranızın açılmasının sebebinin ben olduğumu da ima etmiş olabilirim. Neden mi? Böylesine güçlü, bağlantıları olan ve sevilesi bir kadını gördüğümde, seni elde etmekten kendimi alamadım.”
“Beni elde etmek mi? Bunu tarif etmenin bir yolu kesinlikle bu.” Dietrich
nişanı bozan kişi olmasına rağmen büyük bir yaygara koparmıştı.
“Babam seni onaylıyor çünkü seni bir pazarlık kozu olarak görüyor. Seni bu kadar kolay kabul etmeye hazır olmayan başkaları da olacaktır.”
“Öyle mi?” Rishe kararlı bir şekilde konuştu.
Arnold, “Asla korkma,” diye karşılık verdi. “Sözlerini yutacaklar, her biri. Kendilerine değer veriyorlarsa seni veliaht prensesleri olarak kabul edecekler-”
“Hayır, rehine olmak mükemmel bir şey.”
Arnold ona baktı. “Hm?”
“Rehine olarak hiçbir resmi görevim olmayacak, değil mi? Burada sadece büyük bir tehdit altında bulunuyormuşum gibi davranabiliriz ve hükümet ya da diplomatik meseleler hakkında yorum yapmama gerek kalmaz.”
Arnold tereddüt etti. “Sanırım öyle.”
“Mükemmel! O zaman tamamen işe yaramaz olma hayalimi yaşayabilirim.” Rishe sevinçten titredi. Bir elçi olarak hareket etme düşüncesi gerçekten onun aklını meşgul ediyordu. Prenses olmak durmadan çalışmak demekti. Küçük yaşlardan itibaren bu pozisyon için yetiştirilen Rishe, kraliyet ailesinin üyelerinin uyumaya bile zor vakit bulduğunu biliyordu.
Ancak esirlerin hükümette yerleri yoktu.
“Bu benim için gerçekten büyük bir rahatlama,” Rishe itiraf etti. “Sözünüzü tuttuğunuz için çok teşekkür ederim, Ekselansları.”
“Umm, elbette.”
“Ama merak etmeyin, düğün planlayıcısı olarak görevlerimi aksatmayacağım.” Rahatlamaktan neredeyse yıkılacak halde olan Rishe, bitkilerinin başına geri döndü.
♡♡♡
Herkese merhabaaa~
Bölümü bu sefer hızlı çevirdim ama eskisi gibi her cumartesi çeviri gelir mi bilmiyorum daha çok ne zaman çeviririm o zaman yayınlarım politikasını izleyeceğim gibi.
Hepiniz farkındasınızdır ki wattpad uygulamasına uzun zamandır girilemiyor ve galiba Türkiye'de engellendi. Bu yüzden artık bu platformda yani tumblr uygulamasından bölümleri yayınlamayı devam edeceğim, lütfen her bölüm için yorum yapmayı unutmayın☆☆
#anime#novel#fantasy#love#light novel#lightnovel#isekai#josei#loop#time#7th time loop#translation#villainess#prince#princess#romance#wedding#türkçe novel#çeviri
3 notes
·
View notes
Text
Azıcık bakıyım derken İçine düştüm gözlerinin, Artık esirim orada
2 notes
·
View notes
Text
Dünyanın 7 harikası nedir?
1.onun gözleri😻
2.onun saçları💋
3.onun gülüşü🤍
4.onun kokusu💍
5.onun kişiliği🌺
6.onun kalbi🫀
7.onun sesi🎀
18 notes
·
View notes
Text
Evet aşk. 3 harften oluşan ve bir ömre bedel olan O büyülü his. Aşk kalbinin 4 odacağını birisini hediye etmek ama hepsinde hissetmektir. Bi anne baba gibi bi kardeş gibi ve bi evlat gibi. Hepsini hissedersin. O sizin güvenli limanınızdır. Hani birisi için değişmeyin derler ya. Aslında O gelince siz değişiyorsunuz. Takım mı tutuyorsunuz onunda takımını artık takip ediyorsunuz. Tutmuyor musunuz artık siz onun takımını tutuyorsunuz. Onun tarzında şarkılar dinliyorsunuz. Oysaki hiç tarzınız değil. Bakıyorsunuz ona. Saatlerce. Diyorsunuz ne kusursuz. Kusurları gözünüze hoş geliyor. Ve düşünüyorsunuz "Ya benim gördüğümü başkası da görürse" Sonra size bakıyor gözleri size ışıldıyor. O gözler sadece size ışıldıyor. Ve anlıyorsunuz. Başkası görse bile onun gözleri bende. Kalbi bende. Düşüncesi bende.
Sevin. En önemlisi SEVİLİN.
5 notes
·
View notes
Text
UHDUD ESHABININ HİKAYESİ:
بسم الله الرحمن الرحيم
🌴 Suheyb (Radıyallâhu anh)`dan rivayet edilen bir hadis-i şerîfte beyan edildiğine göre;
Geçmiş ümmette bir hükümdar, büyücüsünün yaşlandığını görünce, ondan sihir sanatını öğrenmesi için bir çocuğu yanına gönderdi.
Çocuk ona gidip gelirken yolda rastladığı bir âlimin vaazlarından etkilenerek büyücüyü bırakıp onun öğrettikleriyle amel eder oldu ve o derece ilerledi ki; duasıyla körler, alacalılar vesâir hastalar iyileşmeye başladı.
Kralın yakınlarından olan kör biri bunu haber alıp çok değerli hediyeler getirerek kendisine şifa vermesini istediyse de, çocuk, şifayı ancak Allâh’ın vereceğini bildirerek Allâh’a iman şartıyla kendisine dua edebileceğini söyledi.
O adam iman edince çocuğun duasıyla gözleri açıldı.
Bu durumu gören melik, gözlerini kimin açtığını sordu.
O: “Rabbim!” deyince,
Kral “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi.
O: “Senin de, benim de Rabbim Allâh’tır!” deyince, ona işkence yapa yapa çocuğun duasıyla iyileştiğini öğrendi.
Sonra çocuğu getirttiğinde ondan da aynı cevapları alınca, işkenceyle ondan da o âlimi öğrendi.
Derken onları toplattı ve dinlerinden dönme teklifini kabul etmemeleri üzerine âlimi de, gözü açılan yakınını da demir testereyle biçtirdi.
Sonra çocuğa da bu teklifi yaptı, ama red cevabını alınca, onu adamlarına teslim edip bir dağın zirvesinden aşağı atmalarını emretti.
O sırada çocuğun duasıyla dağ sallanıp herkes ölünce, çocuk kurtulup krala döndü ve:
“Allâh senin adamlarına karşı bana kâfî geldi!” dedi.
Bunun üzerine kral, adamlarına onu bir gemiyle açık denize götürüp atmalarını emretti. Ama o yine dua edince gemi ters döndü, böylece o kurtulup krala giderek Allâh’ın kendisine kâfî geldiğini gösterdikten sonra:
“Sen ne yapsan da beni öldüremezsin, ancak bütün insanları toplayıp beni bir hurma dalına bağlarsan, sonra torbamdan bir ok alıp:
‘Bu çocuğun Rabbi olan Allâh’ın ismiyle!’ diyerek atarsan, işte o zaman beni öldürebilirsin!” dedi.
Kral da böyle yaparak onu şehit etti, ama o muradına erdi. Çünkü o insanların Allah dilemedikten sonra kralın hiçbir şey yapamayacağını görmelerini istiyordu.
Böylece bu durum karşısında İNSANLAR ONUN RABBİ OLAN ALLÂH’A İMAN ETTİLER.
Korktuğunun başına geldiğini gören kral çok sinirlenerek sokak başlarında büyük hendekler kazdırıp içlerini ateşle doldurdu ve dininden dönmeyenin o ateşe atılmasını emretti.
▪️Bu sırada kucağında bebeğiyle gelen bir kadın ateşe atılmamak için hafif duraklamıştı ki, o bebek dile gelerek:
“Anneciğim! Sabret, çünkü sen hak üzeresin!” dedi.
(Hatta bu çocuk, henüz bebekken konuşan 3 çocuktan İkincisidir.)
RİVAYETE GÖRE; O SIRADA ATEŞ Y��KSELDİ ve YANAN MÜMİNLERİ İZLEYEN KRAL ve ADAMLARINI DA İÇİNE ALARAK HELÂK ETTİ.
(Müslim, Zühd: 17, No: 3005, 4/2301; Tirmizî, Tefsîr: 77, No: 3340, 5/437)
(Celâleyn, Beyzâvî, Nesefî)
=====* *=====
‼Bu hadiseden yüzyıllar sonra Hz Ömer'in halifeliği döneminde yapılan bir kazı çalışmasında henüz cesedi çürümemiş tap taze olan bir ceset bulunur.
Bulunan ceset genç bir çocuğa aittir ve eli yanağındaki yaranın üzerindedir.
Cesedi bulanlar çocuğun elini yanağından çektiğinde yanağından kan tekrar ılık ılık akmakta ve çocuk tekrar elini yanağına götürmektedir.
Bu olay karşısında hemen Hz Ömer'e haber verilir.
Hz Ömer olay yerine gelir. Çocuğu görünce o çocuğun Peygamber Efendimizin haber verdiği Uhdud Eshabındaki o çocuk olduğunu anlar ve oraya güzel bir kabir yaptırır.
Bu hikayede nasipli olana çok ibretler vardır.
VESSELÂM...
2 notes
·
View notes
Text
Göğe Serzeniş
Saifda(4.bölüm)
-Haaa Haaa Haaa
-Ne oldu Narcis? Dünyaya ilk gidişin değil sonuçta.
-Evet , belki. AMA NEDEN AŞAĞI İNMEK İÇİN DAHA DA YUKARI GİDEN BİR MERDİVEN ÇIKIYORUZ?!
-Sızlanmaa Hesperus bile senden daha iyi durumda.
İkisi de beraber bi Hesperus'a bi de süttunn gibi vücuduna baktılar. Hesperus heykel gibi bir timsaldi. Hesperus:
-Hm?
Gözlerini anında başka yönde doğrulttular
-Ah Leydi Safidaya geldik anlaşılan.
Üçüde aynı anda yukarı baktıklarını. Karşılarında üzerinde 7 iç içe geçmiş halka işlemesi olan kapıya baktılar. Sımsıkı kapalıydı. Ve yanında duran kişide Leydi Safida idi. Khonsu:
-Leydi Safidaaaaaa
-Hm? Gözlerime inanamıyorum. Khonsu canım hoşgeldinnn seni çok özlemişim.
Diğer ikiside Leydiye başlarını eğerek selam verdi. Narcis sözü aldı:
-Görünen o ki siz eski arkadaşlarsınız
-Kesinlikle öyle, dedi Leydi. Khonsu sözünü tamamladı:
-Her ne kadar öyle görünmese de ben senden yüzlerce yaş büyüğüm.
-*alaycı bir şekilde*Ne yani. Sana abi mi diyeyim?
-Deneme bile
-Ee Khonsu buraya sırf beni görmek için gelmediğini biliyorum. Bir sorun yok umarım.
-Ah şey ehehe. Kusura bakma Safida son zamanlarımın pek iyi geçmediğini biliyorsun.
-Şaka canım a aaa hemen üstüne alınma. Hadi söyle neye ihtiyacın var?
-Leydi Selen bana bir Semavi Görev verdi veee Hermanubise, Ay-Hanıma gitmem gerek.
-Oh şeyy buna hazır mısınki?
Narcis:
-Niye ki? İnananı olsun yada olmasın o bir tanrı yeryüzüne inmek onu etkilememeli.
Khonsunun tüyleri diken diken olmuştu görünen o ki yeni tanrılardan gözü gibi sakındığı geçmişi gün yüzüne çıkacaktı. Safidayla beraber bunu saklamak için çok uğraşmışlardı. Geçmişini bilen kişiler Narcis ve Ayata gibi genç tanrıların aksine daha yaşlı tanrılardı. Bu tanrılardan birçoğu Khonsunun ötekileştirilmesi gerektiğini düşündüğünden onun hakkındaki herşeyi konuşmamak üzere Khonsuya ant içti ve bu ant Khonsunun tek emri ile bozulabilirdi. Ant içmeyen 3 tanrı vardı; Safida Selen ve Edimon. Safida:
-*tehditkar bir şekilde* Sen Selenin oğlu olmalısın. Narcis'di değil mi? Son zamanlarda sık sık aşağı iniyorsun.
-*korkarak* Sen nerden biliyosun?
-Tatlım ben geçidin gardiyanlığını yapıyorum. Ben burada olayım yada olmayayım burda gerçekleşen herşey benim hükmümdedir. Herneyse konuya dönelim. Aşağıda hep belli spesifik bir yere inmen de ayrı bir garip. Umarım babanın fanilerle tanrılar arasının nasıl olması gerektiğini biliyorsundur. Haddini bil. O insan kızın başına bir şey gelmesini istemiyosundur.
Khonsu:
-Bir dakika, ne? Narcis bir insana mı aşık oldun? Babanın bu konudaki düşüncesini biliyorsun. "fanilerle aşk yasaktır"
-*ağlayarak*BİLİYORUM... Biliyorum.. Ama
haftalardır gözüne bir gram uyku girmiyo abime olanlar yüzünden benim kaderimin mühürlenmesini istemiyorum. Anla beni.. Lütfen.
Safida:
-Dinle Narcis. İstisnalar kaideyi asla ama asla bozmaz. Az önce söylediklerim sadece blöftü ama geçmişi kucalamaman gerek. Zamana bırak. Gün gelince herşeyi zaten öğreneceksin
-Evet öyle. Ben, Khonsu bu fani ve tanrı arasında ki aşkın herzaman arkasında olacağım.
-Şeyy benim pek bi gücüm yok tanrılara da meydan okumak gibi bir şey yapamam amaa. En azından destekleyebilirim. Dedi Hesperus.
Narcis umut dolu yaşarmış gözleri ile diğerlerine baktı.
-Sağolun hepiniz. Ve söz veriyorum her ne kadar aklımı kurcalasa da geçmişi sorgulamayacağım.
-Pekala öyleyse, dedi Safida, yola çıkmaya hazır mısınız?
-Hiç bu kadar olmadık, dedi üçü bir ağızdan.
Ardından bir ışık huzmesi ve insanların toprakları
-Ahh bu ne sıcak böyle, dedi Hesperus.
2 notes
·
View notes
Text
sizin gözünüzden bir tanışma hikayesi benim gözümden ise insanın hayat bulmasının hikayesini anlatıcağım; hayatımın dibi gördüğü bir dönem 2022 yılının son ayları ve 2023 yılının ilk ayları arada geçen 4 ay tabi buda sizin gözünüzden 4 ay benim için bu kadar basit geçmedi çok hızlı bir o kadarda yavaş geçti aradaki ikilemi anlatıcak bir kelime bulamıyorum her günüm gece olsun ve bitsin diye dua etmekle geçiyordu sabahları uyanıp saate baktığımda lütfen biraz daha geç ilerlesin derdim çünkü benim için yeni bir güne başlamak eziyete başlamak demekti bana böyle hissettiren bir insan değildi birden fazla insandı yüzleşmeye korktuğum bir geçmişim vardı acısını yaşamaya korktuğum dertlerim kendimle bile konuşamadığım bir geçmiş anlatsam anlamazlar diye anlatmadığım yaralarım ve sonlara gelmiştim hayatımın film şeridi gibi önümden geçtiği son günlerdeydim kurtuluşumun bir yolu vardı bunu anlamıştım önümde gitmem gereken iki yol yoktu karar vermem gereken iki seçeneğim yoktu önümdeki yolların hepsi kapanmıştı çıkmaz bir sokaktaydım dönüp dolaşıp aynı yere geliyordum gidebiliceğim başka bir sokak yoktu elimden tutup çıkarıcam seni diyenler sokağın ışıklarını söndürüyordu ve ben herkese tek kelimesinde inanan bir insandım yanlıştı bilirdim inanmaktan başka çarem olmadığından giderdim herkesin peşinden bunun sebebini yeni anladım çok sevdiğim bir insanın kurduğu bir cümle sayesinde farkına vardım sebebi şuydu ki ben karanlığı çok seviyordum ama aydınlığa çıkmak içindi bütün çabam ben o aydınlığa çıkamadım karanlıkta kayboldum ve umudumun tamamen bittiği bir anda “ ruken merhaba ömer ben ” cümlesiyle içimi umut tekrardan kapladı olmaması gereken çok yanlış bir zamandı ama ben içimde yeşeren o umuda engel olamıyordum açıkcası engel olmakta istemiyordum :) onda çok farklı bir şey vardı sesini duyduğumda dünyanın çok güzel bir yer olduğunu hissettirmişti oysaki tanımadığım bir insansın sen nasıl yapabilirsin bunu hayatımda ilk defa bir işe girip çalışıyordum adını bile 3 kere söylediğim bir insan vardı orda bana bu mesajı atan insan ona istemediğimi söyledim içten içe kendimi ondan alamasamda aramızdaki bağı asla anlamıyordum bir kere görüştük aklımı başımdan almaya yetti aslında tutulasım varmış ona pek bi çaba sarf etmesine gerek yoktu yinede bunlar çok kolay yaşanmadı bir kez görüştükten sonra düşman gibi olduk içten içe onu gördüğüm her an heyecanlansam da onunda hayatıma girip beni çıkmaza sokup bırakıcağını düşünmüştüm ıııı biraz peşimden koşturdum aslında 😂
bu yazdıklarımı toparlamam gerekirse şöyle anlatıyım çalıştığım yerdeki iş arkadaşım geçmiş olsun mesajı attı aynı gün bana telefonda benden hoşlandığını söyledi sonra buluştuk görüştük ben ondan kaçtım istemediğimi söyledim ama aramızdaki çekim bizi bir şekilde bir araya getiriyordu bıraktım kendimi ona ne oluyorsa olsun dedim kaçmak istemedim daha fazla zaten kaçıcak gücüm de yoktu artık sonlarına yaklaşmıştım hayatımın tükenmiştim bana çocuk gibi hissettirdi ilk defa bir adam elimden tutup koşturdu beni balon aldı güldürdü gözlerimin içine bakarken gözleri parladı bana sevildiğimi hissettirdi ve en önemlisi yazımı başında bahsettiğim anlatsamda anlamazlar diye anlatmadığım yaralarımı o anlatmadan anlamıştı aslında hiç bir şey yapmadan beni karanlığımdan çıkardı onun hayatımda var olması yetiyormuş herşeye elini kıpırdatmasına gerek yokmuş dünyada kötü bildiğim herşey bir anda toz olup gitti çokta fazla sürmedi 23.03.2023 bi tarih konulması gerekiyorsa biz bu tarihi koyduk aşk dedik bunun adına çok zor oldu ama oldu yapabildik ellerimi tutmasına izin verdim kendimi hiç bırakmadığım kadar bıraktım bir insana kayboldum ben onunla yönüm sadece onun yönüydü nereye giderse yanında olucaktım söz verdim kendime bu sefer üzülmek yok dedim bu günün tarihi 19.09.2023 dile kolay 6 ay geçti her günümüz beraberdi yaşamadığımız hiç bir şey kalmadı çok güzel vaatler verdi bana o kadar inandım ki ona kendimden fazla inandım bir insanın bir insana bu kadar sevgi duyması normal olmamalı galiba yaşadığım aşk çok fazla belkide bu yüzden sarsılıyoruz birbirimize duyduğumuz bu fazla aşk günden güne bizi bitiriyor o farkında değil galiba ama ben ellerimden tutup koşan adamı çok özledim şimdiki adamla yan yana yürüsek ayağım taşa takılsa dönüp bakmaz hatta galiba beklemez bile beni yürü devam eder yoluna olabilir mi böyle bişey bu kadar severken zarar verebilir miyiz birbirimize tekrardan karanlıkta kalmaya başlıyorum elimden tut dedikçe sadece izliyor beni hala emin olduğum tek bişey var onu çok seviyorum ve o beni çok seviyor anlayamadığım bişeyler var ters giden düzeltemediğim ben ona bana kötü davranıyor demeyi bile konduramıyorum ama bazı gerçekler var bu bahsettiğim adam ban bir hata yapmış olabilir mi bakınca asla denir ama yaptı bende kabullenemiyorum hala olsun günden güne içimde soğuyan bir şeyler var hissizleşiyorum elimden hiç bişey gelmiyor onunla her gün kavga ediyorum ama bunu düzelmek için yapıyorum aslında artık kavga bile etmiyorum susuyorum şuan bile kendimle çelişiyorum hayatım boyunca yazdığım en zor yazı oldu bir insanı anlatmak bu kadar zor olabilir miydi gerçekten
bağırıyorum duymuyor yada sesim çıkmıyor kendimi duyuramıyorum ve ilk defa bir yazıyı yarıda bırakıcam sonunu getiremiyorum bazen yarım kalabiliyor bazı hikayeler oysaki tamamlanmayı en çok hak eden hikaye buydu dönüyorum karanlığıma aydınlığın insanı değilim ben karartıyorum bütün hayatları bembeyaz papatyaların her yaprağında seviyorum seni milyonlarca yaprak kopartıyorum senin için ve binlerce kez veda etsem bir kez gidemem senden
2 notes
·
View notes
Text
Okyanus Ruhlu Kadın
Genç bir Kadın tanıdım 3 ay önce. Güzelliği büyüledi beni önce. Tanıdıkça güzelliğin arkasında daha muhteşem bir güzellik olduğunu anladım. Yazdım çokça şiir ve yazı Okyanus gözlü bir güzele. Lakin bu Kadın o masmavi gözlerden çok daha fazlası.
Benim psikoloğum kendisi lakin bir psikologdan daha da ötesi benim için. Her hafta en az bir defa görüştüğüm bir arkadaşım, öğretmenim. Her derdime biliminin ışığıyla ve bilimine duyduğu aşkıyla çare bulan. Konuşmasıyla, duruşuyla, bakışıyla huzur ve güven veren bir Kadın. Bir gün büyük bir aşk yaşayacaksam onun gibi bir kadınla yaşamak isterim. Hayallerimin Kadını...
Ona yazdığım şiirlerden ve yazılardan haberi var elbette. En başta bahsettim ya o masmavi gözlerden çok daha fazlası diye. Bugün ona sordum sana yeni bir mahlas bulalım diye, bulamadık. Ben bundan sonra ondan " Okyanus Ruhlu Kadın " olarak bahsedeceğim. Ruhu da gözleri kadar mavi ve derin...
8 notes
·
View notes