#oldu mu şimdi
Explore tagged Tumblr posts
Text
...
#aysekadinfasulyesi#ama ama ama#oldu mu şimdi#çocuklar#masumiyet#hayatbu#my#bulutlar#hayat#kudurmak#kıskançlık#saf sevgi#sevgi#love#...
10 notes
·
View notes
Text
Kuşların bizi görünce uçması gerekmiyor muydu
#az önce üstüne basıyormuşum resmen#bi çığlık attım#yolun ortasında#zaten yavaş yavaş alıştım#üstüne oldu mu bu şimdi
3 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (3) (Orhan 36 Y., Bursa)
Cumartesi saat 10:00'da zor uyandım. Sevgi'den gelen mesaj yine ilginçti. "Aşkım, Hikmet sabah uyandığımızda yüreğimi ağzıma getirdi!" yazıyordu mesajda. Meraktan çatladım, "Hayırdır?" yazdım. "Sabah uyanınca, rüyasında tam seçemediği birinin yatak odasında beni götümden siktiğini görmüş! :)" diye cevap geldi. Daha güzel mesaj sonrakiydi: "Hikmet o kadar tahrik olarak uyanmış ki, evliliğimiz süresince ilk kez Perşembe hariç Cumartesi sabahı beni sikti!" diyordu. Mesajlar ardı ardına geliyordu. Akşam birahaneden sonrasını hatırlamıyormuş kocası :) Beni sormuş. Sevgi de, "Sen sarhoştun, Orhan bey seni eve getirdi. Kahve ikram etmek istedim, ama sen sızıp kalınca kahve falan içneden gitti!" demiş. Kocasının resmen üzüldüğünü ve "Ayıp ettik adama tanıştığımız ilk gün!" dediğini anlattı.
Sevgi'ye, "Şu an yalnız mısın?" dedim. "Evet, Hikmet işe gitti!" diye yazdı. "Geliyorum!" dediğimde, "Şimdi değil, işlerim bitince yazarım!" dedi. Öğleden sonra gelen mesajda, kaynanası ve kızının geldiğini yazdı. Böylece hafta sonu heba olup gitti. Pazar günü de, "Özledim!" mesajlarıyla geçti.
Pazartesi fabrikanın artık üretime başlayacak olması nedeniyle 08:00-16:00 çalışmaya başlayacaktık. Cumartesi günleri de çalışacaktık. Erken çıkmak iyi olacaktı, daha çok zamanımız kalacaktı. Ama Pazartesi-Salı program yapamadık. Çarşamba semt pazarı vardı, Sevgi pazara gideceğini söyledi. Saat 17:00'ye gelirken telefonum çaldı. Arayan Sevgi idi. Şaşırmıştım, ilk kez arıyordu. "Hayırdır?" dedim. Cevap olarak, "Nerdesin?" diye sordu. "Dışardayım!" dedim. "Acil bana gelir misin?" dedi. "Tamam!" dedim.
Telefon ettiği andan 1 sokak öteye parkettiğim arabamdan evlerine ulaşmam toplam 8 dakika sürmüştü. Apartmana 2 metre kala otomata basıldı. Burası 20 daireli, 5 katlı, kalabalık bir apartmandı. Yukarı çıktığımda kapı aralıktı. İçeri girdim. Kapı arkasında bekleyen Sevgi hemen boynuma atladı. Her yerimi yalayıp öperken, "Sik beni Orhanım, sik beni, çok özledim!" diyordu. Merakla ve zorla uzaklaştırdım kendimden ve "Anlat, ne oldu?" dedim. "Gel!" dedi, misafir odasının penceresine gittik. Tül perdenin arkasından, aşağıda sokağın başında dikilen bir adamı gösterdi. "Kim o?" dediğimde anlatmaya başladı.
Pazar girişinde gayri ihtiyari adamla göz göze gelmişler, sonrasında adam bunu takibe başlamış. Yanaştığı iki kalabalık tezgahta da adam yanaşıp götünü avuçlamış. "Acayip korktum, ama çok da heyecanlandım, fena ıslandım, ilk defa başıma geldiği için de çok fena tahrik oldum!" dedi. Sonra, sırf denemek için daha kalabalık bir tezgaha yanaştığını, adamın yine arkasına gelip bu sefer abandığını, manto ve eteğinin üstünden bile adamın yarağını göt yanakları arasında hissettiğini, sonra da alelacele pazardan çıktığını, adamın eve kadar kendisini takip ettiğini, canının fena sikişmek istediğini ve beni aradığını söyledi.
"O zaman vakit kaybetmeyelim!" dedim. Sevgi'yi pencerenin yanında domaltıp arkasına geçtim, eteğini yukarı kaldırıp külotlu çorabının ağını yırttım ve külotunun yanından amına sokup pompalamaya başladım. O kadar ıslaktı ki amı, külotunu geçip çorabının ağını bile ıslatmıştı suları. Ben siktikçe daha çok azıyordu. Sevgi bir ara, adam halen bekliyor mu diye merak edip, benim görünmeyeceğim şekilde tül perdeyi hafifçe aralayıp baktı. Adam da Sevgi'ye kafasıyla gel işareti yapınca tekrar kapadı perdeyi. Ben de piçliğine, "Çağıralım mı adamı?" dedim. "Ohhhh!" diye derin bir ses çıkardı ve ardı ardına orgazm olmaya başladı. Kasılmaları bittiğinde kendini öne çekip, külotlu çorabını ve külotunu sıyırdı, yarağımı eliyle tutup göt deliğine hizaladı. Ben götünü sikerken, yine piçlik olsun diye, "İki deliğin de dolsun mu aşkım?" dediğimde, parmaklarını amına soktu. Ben, "Şimdi çağırıyorum adamı!" dedikçe, Sevgi'nin Ah'ları Oh'ları havada uçuşuyordu. Bu beni de müthiş tahrik etmişti, döllerimi götünün içine nerdeyse böğürerek boşalttım.
Sevgi dönüp dudaklarıma yapıştı ve "Aşkım sayamadım ama en az 5 kez boşaldım ardı ardına!" dedi. Ben de, "Ben gidiyorum, Hikmet gelir falan rezil oluruz, ama bu konuyu konuşacağız!" dedim. "Tamam aşkım!" dedi, beni yolcu etti merdiven boşluğunu kontrol ettikten sonra. Aşağıya indiğimde adam köşede yoktu. Ama arabayı parkettiğim sokağa gittiğimde, orda turlamaya devam ediyordu. Eve gittiğimde yazdım, "Adamı çağırmadın değil mi aşkım?" diye. "Yok, ama başka odanın camından baktım çaktırmadan, adam 1 saat dolaştı yukarılara bakarak!" yazdı. Ben, "Çok zevk aldım!" yazınca, "Bir de bana sor, kudurdum sen çağırıyorum dedikçe, merak ve zevkten öldüm!" diye yazdı.
Ertesi sabah temizlik için odama geldiğinde, kocasının akşam kendisini sikmek istediğini, yıllar sonra Perşembeden vazgeçmiş olmasının nedenini sorduğunda, "Sürekli gözümün önüne o yabancı adamın seni domaltmış sikerken gördüğüm rüya geliyor, gün içinde bile aklıma geldikçe canım seni sikmek istiyor karıcığım!" demiş. Sevgi de bunun kendisini de tahrik ettiğini, rüyayı söylediğinden beri amının karıncalandığını söylemiş. Kocası tam amına girdiğinde, Sevgi, "Şimdi beni o adam mı sikiyor kocacığım?" demiş usulca ve en şuh sesiyle. Zaten çabuk boşalan Hikmet daha ikinci saniyede boşalmış içine. "Çıkaramadı bile!" dedi.
Cuma akşam üstü iş çıkışı buluşup, ilk seviştiğimiz ağacın altına gittik. Kocasının Perşembe akşamı da siktiğini biliyordum. Sevgi hayatının son bir aydaki değişimden başı dönmüş halde anlatıyordu. İşe girmiş, kendisini çok mutlu eden harika bir sevgilisi olmuştu. Kocası bunca yıl sonra yatak odasında çok daha istekli bir hale gelmişti. Sevgi yıllar boyunca nerdeyse senede anca 3-4 kez orgazm olurken, şimdi sadece dokunmalarım değil mesajlarımla bile onu boşalttığım için yılların acısını çıkararak orgazm üstüne orgazmlar yaşıyordu. "Mutlu musun?" dediğimde, "Deli misin, uçuyorum, ayaklarım yere basmıyor aşkım!" dedi dudakları dudaklarımda.
Fermuarımı açıp yarağımı kökten başa sıvazlamaya başladığında, ben de parmaklarımı amcığına soktum. Diğer elimizde sigaralarımız vardı ve birbirimize gözgöze masturbasyon yapıyorduk. "İki erkek arasında sikişmeye ne dersin aşkım?" dedim tepkisini bilmeme rağmen. Gözleri kapalıydı, o hayali kurduğunu biliyordum. Derin bir, "Ohhh!" çekti, kasılıyordu, orgazm oldu daha cümlem yeni bitmişken. Sonra da, "Nasıl olacak?" dedi ve yarağımı ağzına aldı. Ben de en kolayının kocasının üzerine oynamak olduğunu söylediğimde, sadece, "Immm, ımmm!" dedi yarağımı emmeyi bırakmadan...
"Nasıl yapacağız peki?" dedi döllerim dudaklarının arasından gırtlağına kaymış ve yutmuşken. Konuştuk. Sürekli kocasıyla cilveli konuşmalar yapacak, sürtünecek, gerekirse her akşam aynı konuyu açıp gelişmeleri de bana yazacaktı. Biraz dinlenip, "Arkaya geçelim mi aşkım?" dediğimde, bagaj kapısını açıp dizlerinin ve ellerinin üzerinde dört ayak olup amına aldı yarağımı. Ben sikerken, "Aşkım nerelerimi dolduracaksınız kocamla?" diye soruyor, ben de kocasıyla birlikte onu nasıl sikeceğimizi anlatıyordum. Amının suları yarağımdan taşaklarıma akıyordu. Ben amına pompalarken o da kendini geriye yarağıma bastırıyor, daha derinlerine girmemi sağlıyordu. "Sikin, amımı, götümü, ağzımı sikin, heryerime döllerinizi attırın aşkım!" diye inliyordu. Titreye titreye içine akıttım yine döllerimi.
Bu arada ilk sevişmemizden sonra eczacı kadınla konuşup yeni bir doğum kontrol hapı almış ve şimdilik yan etkisi görülmemişti. Kocası bilmese de, ben biliyor ve rahatça içine boşalabiliyordum. Dönüp amından çıkardığım yarağı yalamaya başladı. 10 dakikada yarağım tekrar keser sapı gibi dimdik hazırdı. Bana, "Aşkım hafta sonu göt deliğim öksüz kalmasın, ordan sik!" dedi. Canıma minnetti. Hemen götüne geçirip sikmeye başladım. Daracık göt deliği artık yarağımı rahatça alıyor, hatta ben içindeyken kalçalarını kıvırıp aldığım zevki katlıyordu. Kendi parmakları amında, benim avuçlarım göğüslerini okşarken, ona, "Aşkım farzet çoban geliyor, çağırayım ağzına versin mi kocaman kıllı yarağını?" dediğimde, çığlıklarla cevap veriyor, "Çağır aşkım, çağır!" diye bağırıyordu. Sevgi orgazm olmasına rağmen devam ediyorduk. Ben de döllerimi götünün içine salmama rağmen, etrafa bakıp gerçekten bir çoban gelse çağıracak haldeydim ve halen pompalıyordum. Sevgi ise, "Aşkım geliyor mu çoban, amım, götüm, ağzım hazır!" diye bağırarak orgazm olmaya devam ediyordu. 20 dakikaya yakın nefeslerimizin düzelmesini bekledik. Sonra evlere dağıldık.
Gece saat 24:00 civarı mesaj geldi. Kocasının birahaneden ayık ve elinde biralarla geldiğini, beraber içmeye başladıklarını, sonra üçlü koltukta kocasının yanına oturup yarağını eline aldığını ve "Aşkım anlatsana şu rüyanı yeniden!" dediğinde, kocasının (Karanlıkta adamın beni makyaj masasına ellerimi dayatmış halde götümden siktiğini, benim inlememek için parmaklarımı ağzıma almış ısırdığımı gördüğünü, ama gözlerinin açılmadığını) söylediğinde, "Aşkımın hoşuna gitti mi öyle sikilmem?" diye sormuş. Kocası (üçüncü biranın keyfiyle), normalde cinnet geçirmesi gerektiğini, ama rüyasında yarağının kalktığını ve kalkıp o adamla beni aralarına alıp sikmek istediğini söylemiş.
Sevgi kocasının tepkisini ölçmek için yarağının başını ağzına almış ve "Adamın yarağını da böyle yalayıp kaldırdım kocacığım!" demiş. Hikmet de ilk kez Sevgi'nin kafasını yarağına bastırıp, ağzını sikmeye başlamış. Birkaç dakika geçince, Sevgi, "Ama biliyor musun, adam da beni bu koltuğa yatırıp amıma dilini gömdü!" demiş. Hikmet sanki hipnoz olmuş gibi karısının amını yalamaya başlamış, "Çok tatlı!" diye diye emmiş. Amından iğrenen kocası göt deliğini de dillemiş. Sevgi sonra da elinden tutup kocasını yatak odasına götürmüş ve "Nerde sikti aşkım beni o adam?" demiş. Kocası gösterince de oraya domalmış. Kocasının da deliler gibi amına pompalayıp boşaldığını, kendisinin sadece amının yalandığında boşaldığını yazdı.
Ama mesajın finali güzeldi. "Aşkım bugün eve gidince amımdaki ve götümdeki senin döllerini temizlemedim. Amımı ve götümü dilledi, çok tatlı diye diye!" yazıp bir gülücük kondurmuştu. Bunları okuyunca gidip karıma sarıldım ve yarı uykulu kadını kötü emellerime alet ettim :)
Pazartesi sabahı Sevgi'nin yüzünde gülücükler açıyordu. "Ne oldu?" diye sordum. Cumartesi akşamı kızın evde olduğunu, Pazar akşamı yemekten sonra kızı kaynanada bırakıp geldiklerini, kocasının Cuma akşamı getirdiği biralardan kalanları beraber içtiklerini, sonra gidip sarı elbisesini giydiğini söyledi. Hikmet de gözlerini yarım kısarak, "Bu elbiseyi hatırlamıyorum, yeni mi aldın?" diye sormuş. Sevgi de, "İki hafta önce Orhan beyin seni birahaneden eve getirdiğinde de üzerimdeydi, ama sen sarhoştun!" demiş. Hikmet, "Orhan bey seni böyle gördü mü?" diye sormuş. "Evet!" demiş Sevgi. Hikmet gülüp, "Ben olsam bu kıyafetle karşılayan kadını kaçırmazdım!" demiş. Sevgi de, "Adam hiçbir hareket yapmadı, işyerinde iki haftadır o akşama ilişkin tek birşey ima etmedi!" demiş. Hikmet de, "Sağlam adammış, ağzı sıkı, saygılı! Bir akşam çağıralım mı?" demiş. Sevgi de, "Zaten ayıp oldu o akşam adama!" diye kocasının ağzını yoklamış. Kocası da, "Konuştuğumuz, hayalimizdeki o adam Orhan mı olsun istiyorsun? Yapamayız hayatım!" demiş. Sevgi yarım ağızla, "Ya zıvanadan çıkarsak?" deyip gülümsemiş hafiften :)
Kocası Sevgi'yi belinden tutup kendine çekmiş ve "Fantazimize katkı olur, adamın yanında biraz frikik verirsin, biraz içeriz, o gidince azıp sikişiriz!" demiş ve Sevgi'nin amını yalayıp, bir posta da sikmiş, benim de yanlarında olduğumu, en azından izlediğimi birbirlerine anlatarak. Sevgi, "İşte böyle aşkım, Cuma akşamı Hikmet seni bira içmeye çağırıyor :)" dedi.
Ben de kocaman bir tebessümle, "Sadece bira mı, amının suyunu da içemez miyim?" deyip götünü avuçladım masa altından :)
[Orhan]
167 notes
·
View notes
Text
Sakın kimseye ‘Seni seviyorum’ demeyin...
Lütfen.
Kullanmayın artık bu sözü.
Başka bir şey deyin birbirinize onun yerine duygularınıza daha denk düşen bir şey...
Benim aklıma gelmiyor ama siz bulursunuz.
Ne de olsa sizin duygularınız...
“Seni seviyorum” öyle “Kendine iyi bak” gibi bir söz değildir.
Laf olsun diye söylenen...
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde hakkını vereceksiniz.
Bir kere onu gerçekten seviyor olmanız lazım.
Yani öyle dokununca geçiverecek arzularla falan karıştırmayacaksınız.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, o biri en az tuttuğunuz takım kadar önemli olacak hayatınızda.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, bir saat eksik uyumayı göze alabileceksiniz onu daha çok görmek uğruna.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, elini tutmak da önemli olacak başka şeyler kadar.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, “Sevgilimsin” de demiş olduğunuzu bileceksiniz.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, onu özleyecek, düşünecek, merak edeceksiniz.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, onun gözü telefonda
(evet, cep telefonu çıktığından beri kulak değil gözler telefonda) aramanızı beklediğini unutmayacaksınız.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, ona sürprizler yapmayı, ufak hediyeler almayı ihmal etmeyeceksiniz.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, ona şiirler okuyacak hatta kabiliyetiniz varsa, yazacaksınız da.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, şarkıdaki gibi, ellerinizde çiçeklerle kapısında bekleyeceksiniz.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, belki ömrünüzün sonuna kadar değil ama hiç olmazsa yarın, öbür gün de seveceğinizden emin olacaksınız.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, aynı zamanda “Free takılalım” da diyemeyeceğinizi bileceksiniz.
Birine “Seni seviyorum” dediğinizde, o aşktan söz ederken siz “Ben almayayım, alana da mani olmayayım” demeyeceksiniz.
Nasıl?
Çok mu zor..?
Fazla mı zahmetli...?
İnsanın birini sevip sevmediği tam da böyle belli oluyor arkadaşlar.
Sevmeyince “iş” gibi geliyor bütün bu saydıklarım.
O zaman “Seni seviyorum” demeyeceksiniz.
Bu kadar basit.
Bir gün farkında olmadan bütün bunları yapıyor olduğunuzu görünceye kadar.
Şimdi “Ne var bunda...?
Keşke herkes birbirine bolca ‘Seni seviyorum’ dese diye düşünenler olacaktır.
İyi.
O zaman birbirini gerçekten sevenler yeni bir söz bulsunlar söyleyecek.
“Seni seviyorum” orta malı olsun.
Zaten oldu olacağı kadar…
#pakizesuda
127 notes
·
View notes
Text
sen gideli tam 7 yıl oldu. bozkırın tam ortasına girerken öğrendim göçtüğünü. beni bir gün arayıp "arkanda deden var, hiçbir şeyden korkma" demiştin. gidince arkamda bir dağ yıkıldı. sen gittikten sonra çok şey oldu. yüksek lisansımı, doktoramı tamamladım, bir öykü kitabı yazdım, diğeri de yolda. keşke bunları sana sevinçle bildirebilseydim. sen göçtüğünden beri havalar daha sıcak oldu, salgın patlak verdi, ekonomik kriz yaşandı. başımıza nice felâketler geldi. bunlardan haberin olmadığı için mutlu mu olmalıyım bilmiyorum. bütün bunlara rağmen yokluğunun yerini hiçbir şey dolduramadı. sen yoksun, ben günden güne hâlâ kaybediyorum. ve inancımı neredeyse yitirecek duruma geliyorum. sen şimdi istediğin yerde annenin yanında uyuyorsun. sen göçmeden de göçtükten sonra da her şey istediğin gibi oldu. "üç gün yatak dördüncü gün toprak" derdin. aynen öyle oldu hâlâ mezarına geldiğimde o toprağın altında senin yattığına inanamıyorum. hâlâ rüyalarımda seni görüp, tekrar dirildiğini hissederek ağlayarak sana sarılıyorum. tekrar gideceğinden korkuyorum her gördüğümde. yüzünü unutmamak için resimlerine, videolarına bakıyorum. sesini unutmamak için tuttuğum kayıtları dinliyorum. kulağımda yankılanan sesinle sarılıyorum sana. bazı şeyleri sen sevdirdin bana, hayatı, Allah'ı sevmeyi ve güvenmeyi ona. kitapları, okumayı sen sevdirdin, ben hâlâ sana layık bir torun olmaya çalışıyorum, hâlâ kitaplar okuyorum, hâlâ hayatı sevmek için nedenler arıyorum. bazen güçsüz düşüyorum, o an arayıp sesini duymayı çok istiyorum. o kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ telefon numaranı silemiyorum. evin bomboş kaldı şimdi. sen göçtükten sonra yanına göçen çok insan oldu. sağın solun hep tanıdığın, sevdiğin insanlarla doldu. keşke zamanı geri alıp, seni son gördüğüm ana tekrar dönüp, kapıdan içeri tekrar girip sıkı sıkı sarılabilsem. seni çok özledim dede. sen göçüp gideli tam 7 sene oldu, göçtüğün yaşa gelebilirsem eğer o zaman bile seni özleyeceğim. şu şarkı sözleri hep seni hatırlatıyor bana, ben bunları yazarken yine bu şarkıyı dinliyorum ve en kısa sürede yanına gelmeyi bekliyorum:
"Ak saçların vardı senin, güneş gibi bir gülüşün Senin için ağlamıştı, ırmakları gökyüzünün
Şimdi buradan çok uzakta, rüzgârların tahtındasın Belki masal diyarlarda, kaf dağının ardındasın"
75 notes
·
View notes
Text
Kocam beni iyiki aldatmış
Kocam beni iş yerinden bir kadin ile aldattı, bunu ogrendigimde deliye dönmüştüm bosanma asamasina geldik ama sineye cekip cekildim kenara , fakat bu durumu sindiremiyordum , bu olayin ustunden 1 yıl kadar geçmişti, ben cocuklarla birlikte memlekete gittim , giderken kocamin bu boslukta beni tekrar aldatacagi suphesi hep vardi içimde, sirf o kötü duyguyu bastirmak için, ben ondan uzaktaysam , oda benden uzakta , ben niye dusunuyorum o düşünsün karim beni aldatır mı diye dusunceleri ile sakinlesiyordum , ama benim onu aldatacagim onun aklina gelmezdi çünkü ben ona göre sex sevmeyen sadece cocuklarina bakan bir anne modeliydim , oysa sex i çok arzulayan fakat kocam tarafindan tatmin olamadigim için soguk duran biriydim , memlekette cocuklugumda bana aşık olan biri vardi aslinda bende ona pek boş degildim ama olmamisti onunla , oda 10 yildir evli simdiye kadar çok kez memlekete gittim karsilastik sadece kisa merhabalarla gecistirmistik ama bu sefer kur yapip onun koynuna girmek istiyordum , kocamdan intikamimi almaliydim, 2 gün köyde denk geldik fakat sohbete musait ortam yoktu , 5 gün musait bi yerde denk geldik ve naber nasilsin gibi ben sohbete girdim , ayak ustu biraz konustuk numarami verdim oda bana verdi musait oldugunda ararmisin seninle birsey konusmak istiyorum dedim uzaklastim, hemen peşime aradi , şimdi eve geciyorum olmaz sonra konusalim dedim , gece mesaj atayim mi dedi , olur dedim ,ama ben yazmadan sen yazma olur mu, hanim gorurse yanlis anlayabilir dedi, tamam dedim kapattik telefonu , gece 3 gibi mesaj atti , bende ona , hala aklimdasin biliyormusun dedim , bu mesajimi gorunce , ben seni yillardir unutamiyorum hep hayallerimdesin dedi, nekadar dogru bilemem ama benim amacim konuya girmek ve koyde oldugum 1-2 aylik surede firsat buldukca onunla yatmakti, ben yarin hanimla yaylaya cikacaktim sen bana eslik etmek istersen rahat rahat konusalim dersen , hanima sen gelme fazla birsey yok dinlen ben gider hallederim isleri derim , sen şu koy cikisindaki yukardaki rampanin orda beklesem yeter ben ordan alirim seni dedi , tamam dedim ertesi gun gunduz mesajlastik haberlestik beni ordan aldi , yayla evinde bas basaydik etrafta kimse yok , sanki ilk defa sevisiyor gibiydim , sanki daha once hiç orgazm olmamisim gibi , inlete inlete sikiyordu beni , arkadanda istedi , sana herşey serbest dedim , kocam bile bikere girmeye calismisti ben çok bagirinca birakmisti , bagirsamda birakma arkadan gir içime boşal dedim , öyle mutlu olmustu ki ,ilk başlarda çok canim yandi ama sonradan alisti deligim bagirsamda kenetledi beni kokledi gotume , içime attirdi , amli gotlu sikilmistim mutluluktan uçuyordum ama kocama olan kinim gecmemisti , şimdi sessiz ol ve usulca yanimda dur okşa memelerimi hafiften dedim , o esnada kocami aradim ,3-5 dakika telefonda onunla konustum , bi yaramazlik yapmiyorsun dimi diye sorguladim iki büklüm olup oflayip pufladi tamam tamam güveniyorum sana hadi kolay gelsin diyip telefonu kapattim , eski aşkım bu konusmayi duyunca tekrar kazik gibi oldu , kocanin yanindada sikim mi seni dedi , sik nerde istersen sik dedim , daha bekarkenden hayalimde sen vardin hep ama evlenince kocama sadik kalmak için dusunmedim kimseyi taki o beni aldatana kadar dedim , ve o gunden beri kocamla yatarken bile seni hayal ediyorum dedim , iyice kudurmustu tekrar tekrar sikiyordu beni , yayla maceramiz çok güzel gecmisti , sonrasinda firsat buldugumuzda, samanlikta ormanda arabada , 2 ay boyunca sevistik , ben geri dondugumde irtibati kopartmadik 3-4 ay da bir gelmeye calisiyor ve beni burda beceriyor , tabi bu esnada ben bu tadi alinca buradn biri ile daha tanistim , tesekkur ederim kocacigim beni aldattigin icin, yillardir tadamadigim yarrak zevklerini artik doyasiya tadiyorum , simdiye kadar boşuna kasmisim kendimi , artik daha mutluyum ,
66 notes
·
View notes
Text
Güzel akşamlar 🥰
Bu akşamın sorusu şu:
Senin, küçükken de olur ya da şimdi hiç hayvan dostun oldu mu? Olduysa adı neydi? 😍❤️🐱🐈⬛🐕🐶🐮🐎🐯🐭🐇🐣🦆🦉🐢🦩🐟🐝🦋
Bizim küçükken de kedimiz vardı yine sokaktan gelmişti ailemize ve onun adı "Arsız" dı sürekli kedimiz oldu ve hep Arsızlıkta zirve oldukları için kediler, isim aynı devam etti 😁😻❤️ Babür Türkçe bir isim, Kaplan anlamı o yüzden kaplana benzeyen oğluşuma bu ismi verdik 🐈💛🧡
#Babür#Oğluşum#positivity#Hep yaş mama da olmaz#Yasak çünkü#my cat <3#cute cat#sweety#love#animals#cat videos
160 notes
·
View notes
Note
"ender gelişen osasuna atakları" nı açıklar mısın?
"yaşım 32, annemle yaşıyorum. babam da var; ama o oturma odasında yaşıyor. annemle ben salondayız. bir bankada orta kademede çalışıyorum. hiç sevgilim olmadı. bir keresinde, üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım. okul çıkışları yürürdük. dünyayı konuşurduk, sevgiyi konuşurduk, birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk. iki kez de sinemaya gitmiştik. biri forget paris öteki de braveheart. geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm. sabahları uyandığımda aklıma gelen ilk o olurdu. okul partisinde onu cem’le öpüşürken gördüm, sonra... gittiğim ilk maç fenerbahçe–beşiktaş arasındaydı. 1979 yılıydı galiba. süleyman’ın cemil’i marke ettiği maçtı. sahadaki tek sarışın süleyman’dı, ben de beşiktaş’ı tutmaya karar verdim. insanlar cemil turan, lefter, metin oktay, şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar. ben gidip adı şanı bilinmeyen, şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş’ı tuttum. bir de çocukken trt’de ilker yasin’in sunduğu avrupa’dan futbol programını hiç kaçırmazdım. ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı. hâlâ var. osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zay��f bir takımdı ve ilker yasin sürekli “ender gelişen osasuna atakları” diyip dururdu. osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa’da tuttuğum takım oldu. aynı dönemde liverpool, bayern, nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken, ben osasuna sempatizanı olmuştum. okuduğum bütün okulları birincilikle bitirirdim. bu çok istediğimden olmadı. yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. hep ders çalıştım. futbolcu olmak isterdim; ama mahallede beni pek takıma almazlardı. zaten çok yeteneksizdim. beden derslerini de hiç sevmezdim. uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı. beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti. herkes çok gülmüştü. ben de çok gülmüştüm. masa tenisinde kimse yenemiyordu ama… çok arkadaşım yok. liseden bahadır var. o da amerika’da şimdi. sürekli çağırıyor; ama gidemem. uçaktan çok korkuyorum. yalnızlık gibi bir sorunum yok. insanlar beni seviyor; ama sadece o kadar. oraya buraya pek çağırmıyorlar. şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten. çok kitap okuyorum; ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış. bunu bir yerde okumuştum. bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba. çok emin değilim; ama içiniz boşalmıyormuş. bunu da bir yerde okumuştum. içiniz boşalmıyor… yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz. yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor. çocukken nasıl baktıysanız, hayat boyu öyle bakıyorsunuz. ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu. öyle sevişmek için falan değil, birlikte bir sürü şey yapmak için. ne biliyim, birlikte yemek yapardık, masa tenisi oynardık, kim 500 milyar ister’i birlikte izlerdik. erenköy sahilinde yürürdük. işte böyle şeyler. bir de bol bol konuşurduk. benden yazmamı istediler. yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. ısrar ettiler… peki yazıyim de ne yazayım? kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. içimden “yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir, başka bir halta yaramazlar” demek geldi. sonra düşündüm, herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine ne yazılabilir diye… yazılarımı birileri okur mu diye hep merak ettim, neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı. belki bir gün sizleri de heyecanlandırır."
66 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
244. BÖLÜM - Cennetin Kutsaması ile hiçbir yol çıkmaz değildir. -
“Tebrikler tebrikler!”
“Tebrikler ekselansları!”
Yeni inşa edilen PuQi Tapınağı hareketli ve canlıydı, insanlar içine girip çıkıyordu, Xie Lian dolu olan birkaç uzun masanın arasından geçerek su gibi akan erişte kaselerinden, altın gibi parıldayan yağlı çorbalardan ve kar beyazı, ağız sulandıran pirinçten sonra sıcak buharlı kaseleri veriyordu. Koşuşturma içindeydi ve hala misafirleri karşılamalıydı, elindeki görevlere “Teşekkür ederim, lütfen oturun.” demek için ara verdi.
Ne yazık ki bir kavgada çöken PuQi Tapınağı yeniden inşa edilmişti.
Yeniden inşa edildikten sonra, bir zamanlar harap olan küçük tapınak şimdi çok daha görkemli hale geldi, birkaç yeni bahçe bile eklendi. Aslında inşa eden Hua Cheng ya da Xie Lian değildi, PuQi köyünün köylüleriydi. O gün, Xie Lian utanç içinde kaçtığında, enkazı araştırdılar ve aslında altın külçeleriyle dolu bir kutu buldular. Doğal olarak o Quan Yi Zhen’in bağış kutusuna doldurduğu altın külçeleriydi.
Bu köylüler hiç bu kadar çok altın görmemişlerdi ve neredeyse akıllarını kaçırmaktan korkmuşlardı. Kendilerine geldiklerinde Köyün efendisi birazını PuQi tapınağını yeniden inşa etmek için almış, kalanına dokunmaya cesaret edememiş ve Xie Lian dönüp ona verene kadar güvenli bir yerde saklamıştı.
Böylece, Xie Lian Hua Cheng’i getirerek döndüğünde onları memnuniyetle karşılayan “Daozhang” ve “Xiao Hua” ya yapılan çoşkulu karşılamalarının yanı sıra yepyeni bir Taocu tapınak ve altınla dolu ağır bir kutuydu.
Xie Lian bu altın külçelerini Quan Yi Zhen’e geri vermeyi planlamıştı ama Quan Yi Zhen asla geri almazdı, her gördüğünde reddediyordu ki Hua Cheng ona şunları söyledi; “Eğer o altın külçelerini geri almazsan ruhları beslemek için doğru yöntemi unutabilirsin.” Ancak o zaman bu çocuk uslandı ve insanlara körü körüne külçe altın doldurma kötü alışkanlığını düzeltti.
Cennet mensuplarından oluşan grup selamlaşmalarını yaptıktan sonra Mu Qing'in liderliğinde, dikkatli bir şekilde avluya girdiler. Yanlışlıkla yukarı baktılar, bu Taocu tapınağın tam görünümünü gördüklerinde bütün sözleri anında boğazlarına takılıp kalmıştı.
Büyüleyici.
Fazlasıyla büyüleyici!
Kutlama renklerinin parlak, birbiriyle çatışan kırmızıları ve yeşilleri ve aşırı derecede abartılı, gökkuşağı renginde, ilahi heykel en kötüsü değildi. En kötüsü, kuruluşun plaketiydi.
O plaketin üzerine tam olarak ne yazılmış veya çizilmişti?
Yeni bir türbenin kurulmasıyla birlikte doğal olarak orada da bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ama bu yeni türbenin kalitesi ve tadı her açıdan berbat ve pejmürdeydi, özellikle de o umutsuz yapının plaketiyle. Bu herhangi birinin iltifat etmesini gerçekten zorlaştırıyordu. Aslında önceden düşündükleri tüm tebrik cümleleri tamamen unutulmuştu.
Ancak Xie Lian bunların hiçbirine aldırış etmedi ve bunun oldukça iyi olduğunu düşündü. En azından her an çökebilecek harap bir bina değildi. Gelenleri yeniden selamladı, “Lütfen oturun.”
Bu göksel yetkililer grubu oturmak istiyormuş gibi görünmüyordu ve tebrik etmeye gelmeleri muhtemelen sadece yüzlerini göstermek içindi bu yüzden acele ettiler ve hediyelerini teslim ettikten sonra ayrıldılar. Xie Lian Mu Qing’e döndü, “Neden bu kadar aceleyle ayrıldılar?”
“Hala soruyor musun?” dedi Mu Qing.
“Evet?” diye cevapladı Xie Lian.
Mu Qing huysuzca tükürdü, “O zaman neden gidip senin şu iyi San Lang’ına sormuyorsun?”
Görünüşe göre, Hua Cheng ilk geri döndüğünde, bunu bilen ilk kişi Xie Lian oldu, ikincisi ise henüz koltuğunu ısıtmamış olan Üst Mahkeme'ydi. Bunun nedeni uzun zamandır tüm emeklerini koydukları ve aniden Sonbahar Ortası Ziyafeti gibi Hua Cheng'in üç bin fenerden oluşan gündelik dalgası tarafından katledildikleri ShangYuan festivalinin uzun zaman önce olması değildi. Sebebi muhtemelen o geceden beri tehlike çanları deliler gibi çalıyor, sanki onlara hatırlatırmış gibi tüm üst cennette o ses yankılanıyordu; “Cennetin kabusu geri döndü!”
Kabus onların gözleri önündeydi, bu yüzden tabii ki normal cennet mensupları yaklaşmaya cesaret edemediler. Ancak Xie Lian ve Hua Cheng hakkındaki dedikodular zaten abartmaya gerek kalmadan oldukça sertti. Ama onlar hala Xie Lian'ın iyi lütuflarını almak istiyorlardı Yani gelecekte Hua Cheng'e biraz merhamet göstermesi için yalvarabilirlerdi.
Xie Lian bunu öğrendi ve geçmişte Hua Cheng’in üst mahkemeden tüm bir yıl boyunca kahramanca başarılarını ilan etmesini nasıl talep ettiğini hatırladı ve güldü, “Arsız.”
“Bu sadece bir arsızlık meselesi değil?" diye azarladı Mu Qing, “Ona biraz dinlenmesini söyle, bu kontrolden çıkıyor. Şu anda bu zil her gün çok gürültülü, hiç kimse konsantre olamıyor ve tüm Üst Mahkeme işlevini yerine getiremiyor. Hatta zaman zaman tekrar düşüp insanları ezeceği anlar oldu. Yeni cennet başkenti sonunda inşa edildi, bunun gibi bir şeyin onu bir daha yok etmesine izin verme.”
“Pekala.” Dedi Xie Lian, “Birazdan ona anlatacağım. Biz buradayken denemek ister misin?” Avludaki masalardaki pirinç, erişte ve çorbaları işaret etti ve ekledi, “Onları ben yapmadım.”
Mu Qing ilk kısmı duyduğunda ifadesi soğuktu, yüzünde baştan sona ret yazılmıştı ancak son kısmı duyduktan sonra normale döndü. O sırada Feng Xin de gelmişti. Birkaç tam da gitmek üzere olan kıdemsiz yetkiliyi fırçalamak için tam zamanında bahçeye girdi. Selamlaştılar, sonra fısıldadılar, “Bu General Nan Yang.”
“Bu o. Çok üzücü, karısı ve oğlu bir erkekle kaçtı...”
Feng Xin’in alnındaki damarlar lanetlerini oracıkta kükrerken şiddetli bir şekilde fırladı, “LANET OLSUN!!! SİZ CİDDEN BUNDAN BIKMADINIZ MI?! KAÇ AYDIR BUNUNLA İLGİLİ SIKIŞTIRIYORSUNUZ?? AYRICA ‘KAÇTI’ OLACAK, ‘BAŞKA BİR ERKEKLE KAÇTI’ DEĞİL.! S*KİK BOŞ DEDİKODULARINIZI YAPMAYI KESİN!!”
Bu dedikoducu kıdemsiz yetkililer dehşete kapıldılar ve aceleyle kaçtılar. Mu Qing, elleri kollarının içine sokulmuş halde yan tarafta duruyordu, “Kendin açıklamamış olabilirsin, bu sadece kulağa daha da utanç verici geliyor.”
Feng Xin öfkelendi, kenardaki bir süpürgeyi kaptı ve sonra onu fırlattı. Mu Qing onu anında yakaladı ve homurdandı, “Artık bu eskidi. Bunu bana karşı kullanamazdın.”
Feng Xin biraz daha bağırmak üzereydi ki Xie Lian elinde başka bir süpürge ile ellerini doldurdu, “Ah iyi, ya buna ne dersin? Neden ikiniz bana bahçeyi süpürmemde yardım etmiyorsunuz? Daha önce bazı havai fişekleri ateşledik, böylece zemin kırmızı parçalarla kaplandı. Teşekkürler. Eğer sıkıldıysanız biraz deyim çalışabilirsiniz, tamam mı?”
“???”
Bir saat sonra tapınağın dışından insan seslerinin gürültüleri yakına ve daha yakına geldi.
Avludaki birkaç kişi dışarı baktı ve bir süre sonra büyük bir insan kalabalığı PuQi Tapınağı'nın avlusuna akın etti, bağırarak, “ORADA MI?”
“BURADA, OHO, OLDUKÇA ETKİLEYİCİ DE GÖRÜNÜYOR.”
“BU GERÇEK PİRİNÇ, BİR SÜRÜ PİRİNÇ!”
“VE ET DE VAR!”
Az önce Feng Xin ve Mu Qing’in süpürdüğü yer bir kez daha kirli ve çamurlu ayaklardan oluşan dev kalabalık yüzünden kirlenmişti. Mu Qing süpürgesini kavradı ve sanki birisinin ona pire bulaştırdığını hissetmiş gibi görünüyordu, gözleri büyüdü, “…Bu dilencilerin neyi var?”
Dilenci kalabalığı lideri kıyafetleri terli, saçları darmadağın bir adamdı. O Shi Qing Xuan’di. Zıpladı hopladı ve ellerini nazikçe birleştirdi, “Ekselansları, sizi rahatsız etmeye geldik! Ne dersin, Geçen sefer kabul ettiğin şey hâlâ geçerli mi?”
Xie Lian kahkaha attı, “Herkes hoş geldi, tabii ki geçerli! Lütfen oturun, oturun.”
“Çok fazla insan yok mu?” Mu Qing merak etti.
“Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Geçen sene kraliyet başkentindeki insan dizisini korumaya yardım eden tüm eski ustalar burada.”
İnsan rününü korudukları sırada Shi Qing Xuan, diğerlerine bu eylemin tamamlanmasının ardından gelen gelmeyen herkese tavuk bacağı çorbası verileceğinin sözünü vermişti ama işler halledildikten sonra kimseyi bulamamış ve doğal olarak çorbalarını içememişlerdi. Bugün ise kase kase tavuk bacağı çorbası ve erişteler verildikten sonra sonunda sözlerini yerine getirebileceklerdi. Shi Qing Xuan seslendi, “MİLLET, BUGÜN KENDİNİZİ TUTMANIZA GEREK YOK! HADİ YİYELİM!!”
Dilenci kalabalığı masalardan yere sıkıştı, her biri tezahürat yaptı, sonra süper büyük kaselerine sarıldılar, höpürdettiler, höpürdettiler. Yerlerken aniden biri konuştu, “Bekleyin, bir şeyler yanlış. Kötülüğün özü burada!”
Kalabalık bakmak için başlarını çevirdi, o küçük grup aslında Cennetin Gözü ve yoldaşlarıydı. Xie Lian başında bir ağrı hissetti, “Nasıl oldu da sizler de geldiniz?”
“Geçen sefer de yardım etmiştik.” Dedi cennetin gözü, “Yani neden gelmeyelim ki?” Sonra kasesini yukarıya kaldırdı, ifadesi ciddiydi, “Millet, beni dinleyin. Bu konuda hakikaten yanılmıyorum! Bu kaselerdeki yiyeceklerde kötülük özü var, yani muhtemelen iyi bir şey değil. Bu çok şüpheli. Hemen kaselerinizi indirin, çabuk!”
Hiç kimse onu kabul etmedi. Dilenciler çoktan yemeklerini bitirmişlerdi, hepsi yine ellerini kaldırdılar, “BİR TANE DAHA!”
Feng Xin ve Mu Qing , havai fişeklerden arta kalan kırmızı artıklarla dolu avluyu süpürürken kavga etmek için süpürgelerini kullanıyorlardı. Ama diğerlerinin bu kadar memnun olduklarını ve yemek yediklerini gördüklerinde onlar da kendilerine bir kap yemek aldı ve oturdu.
Peşinden cennetin gözü öfkeyle bağırdı, “Nasıl oluyor da hiçbiriniz mantığı dinlemiyorsunuz?” ardından gidip mutfağı kontrol etmeye hazırdı ki Shi Qing Xuan onu geri tuttu, “Cidden, Daozhang, çok düşünüyorsun. Burası Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un bölgesi, yani canavarların ve iblislerin özüne sahip olması normaldir. Peki peki peki, endişelisin değil mi? Gidip bir bakacağım. Sen sadece orada otur ve fazla sinirlenme”
Gerçekten ayağa kalktı ve mutfakların olduğu yere doğru yürüdü, perdeleri kaldırarak, “Gördünüz mü? Şüphe duyulacak bir şey yok—“
Xie Lian konuştu, “Bekle, ben de gelip bakacağım…”
Ancak o, Shi Qing Xuan, Feng Xin ve Mu Qing kafalarını içeri sokup baktıklarında şaşakaldılar.
Mutfağın içinde, kesme tahtası üzerinde deli gibi doğrayan iri domuz kasap vardı ve arkasında asılı olanlar hiç de domuz bacağı gibi değildi, orada doğrananın insan bacağı olduğunu düşünebilirlerdi. Diğer tarafta Dev bir tencerenin altında ateş yakılmış ve kazanın içinde Hayatının en güzel zamanını kendini fırçalayarak geçiren uzun boyunlu bir horoz ruhu vardı. Dışarıdan onu gören insanların olduğunu gördüğünde, anında çığlık attı, elleriyle göğsünü kapattı.
Xie Lian tamamen şaşkına dönmüştü ve fısıldamak için aceleyle içeri girdi, “Bunu yapamazsınız demedim mi?”
Horoz ruhu buruştu ve söz vererek göğsüne tokat attı, “Büyük amca! Gelmeden önce banyolarımızı yaptık, çok temiz! Ayrıca bu çorbanın uzun ömürlülük etkisi var, yemenin kimseye zararı olmaz! Kayıp yok! Gönül rahatlığıyla tüketebilir!”
“…”
Shi Qing Xuan sessizce perdeleri indirirken Feng Xin ve Mu Qing anında kaselerini fırlatıp attılar ve tükürdüler, “Senin yemek yapmanı tercih ederdim!”
Xie Lian alnını ovuşturdu hem eğlendiğini hem de üzüldüğünü hissetti, “Yardım etme konusunda kararlıydılar. Hayır diyemezdim. Bunu iyilik olsun diye yapıyorlar.”
O sırada Cennetin Gözü sonunda etrafta gizlice dolaşan oldukça şüpheli bir grup bulmuş gibi görünüyordu ve o da yanlarına geldi, “Bu ne?”
Cennetin Gözü’nün domuz kasabını ve diğerlerini görüp bir kere daha başka bir isyan başlatmasından korkuyordu. Ancak beklenmedik şekilde Cennetin Gözü mutfaktakiler için değil, doğrudan onun için geldi. Xie Lian'ın birkaç kez daire içine aldı ve kafa karışıklığı içinde merak etti, “Oldukça garip…”
“Ne?” Xie Lian sordu.
Cennetin Gözü şaşkın ve kafası karışık görünüyordu, “Bu doğru değil. Xie Daozhang, Nasıl oldu da vücudunuzdaki kötülüğün özü son seferden bu yana daha da kötüleşti?”
“…”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. Mu Qing omuz silkti, “Tüm gün hayalet kralın etrafında dolaşıyor, tabii ki kötüleşir.”
Ancak cennetin gözü “Hayır. öyle olsa bile, böyle olmamalıydı.” dedi.
“Ne gibi?” diyerek sorguladı Feng Xin.
Çok fazla tereddüt ettikten sonra Cennetin Gözü açık sözlü olmaya karar verdi, “Nasıl oluyor da bedeninizdeki kötülüğün özü artık içinizde oluyor? O… O artık tamamen vücudunuzun içinden ve dışından yayılıyor.”
“…”
“Muhtemelen bu sefer büyük bir suçla karşı karşıyasınız. Ne yaptınız? Nasıl oluyor da bu kadar hastasınız?”
“…”
Xie Lian artık daha fazla öksüremiyordu bile. Tüm yüzü kanla patlamak üzereydi.
Feng Xin ve Mu Qing ilk başta anlamadı ama düşündükten sonra ikisi de dönüp Xie Lian'a baktılar ve sessizleştiler, “…”
Shi Qing Xuan anlamayan tek kişiydi, “Ne oldu? Yani? Neler oluyor? Ekselansları, cidden hasta mısın? Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur biliyor mu? Sana iyi bakmadı mı?”
Hayır, hayır, hayır. Onun yüzünden böyle oldu!
Xie Lian hafifçe mırıldandı, “Hm. Aslında. Hayır. Şey… bence, artık siz neden, hmm…”
Bir görüntü karmaşası onun zihnini dolduruyordu ve kafası karışmış bir şekilde bir yığın anlamsız kelime söyledi. Aniden sırtı birinin göğsüne çarptı. Gümüş bir kolluk takan bir kol belini sardı ve tanıdık bir ses alçakgönüllülükle gülümsedi, “Bence, siz neden yerlerinize dönüp yemeğinizi yiyip herhangi bir şeyler hakkında endişelenmeyi bırakmıyorsunuz? Nasıl olur?”
Xie Lian şu anki durumda gerçekten kendini affedilmiş mi yoksa daha da tuhaf mı hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, “San Lang!” diye haykırdı.
Hua Cheng’in ortaya çıktığını gördükleri an hem Feng hem Xin hem de Mu Qing’in yüzleri karmaşık görünüyordu. Ama Xie Lian'dan önce onlar gerçekten hiçbir şey söyleyemediler. Sadece Shi Qing Xuan hala çok ciddi bir şekilde sorguladı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, ekselanslarının vücudunu hiç inceledin mi?”
Xie Lian alnını tokatladı ve umutsuzca Shi Qing Xuan’ın daha fazla soru sormamasını umuyordu. Tam o sırada dilenci kalabalığı şikayet etmeye başladı, “BİR KASE DAHA!”
“DAHA FAZLA ET EKLE!”
“BU TAVUK BACAĞI ÇORBASI ÇOK TATSIZ, BİRAZ DAHA TUZ EKLE!”
Mu Qing daha fazla izleyemiyordu, “Hepiniz buranın bir tapınak olduğunu biliyor musunuz? Tanrılara tapmak için, hepiniz biraz daha kendinize dikkat edebilir misiniz?”
Ancak dilenci kalabalığı bunu takmayı reddetti. Geçen sefer insan rününü tutmak için birçok cennet mensubuyla el ele tutuştular ve korkudan titreyen, son dakikada kaçan onlarca cennet mensubu gördüler, cesaret açısından onlarla boy ölçüşemezlerdi bile. Onlar aynı zamanda Shi Qing Xuan'ı da tanıyorlardı bu yüzden tanrılar hakkında böyle düşünmekten başka bir şey gelmezdi ellerinden. Hayat söz konusu olduğunda, onlardan pek farklı görünmüyorlardı ve bu yüzden tanrılar artık o kadar yüksek ve ulaşılmaz, sert ve dokunulmaz görünmüyorlardı.
Aniden mutfağın içinden şaşırtıcı bir çığlık geldi, “KİM ORADA?”
Bunu duyan Xie Lian'ın kalbi anında sarsıldı ve mutfağa fırladı. Domuz kasap ve horoz ruhu içeride çığlık atıyorlardı bu yüzden Xie Lian aceleyle onları teselli etti, “Sakin olun, sakin olun! Ne oldu?”
Horozun ruhu o kadar sarsılmıştı ki, tüyleri diken diken oldu, vücudunun her yeri ürperdi, “BÜYÜK AMCA! BİR HAYALET VAR! bir hayalet hazırladığımız tüm yemekleri silip süpürdü. Sadece kafamı et suyunun altına daldırdım ve yukarı çıktığımda, ortada bir kase bile kalmamıştı! O Bİ HAYALET!”
Yaban domuzu kasap tükürdü, “Neden bu kadar korkuyorsun? Sende hayalet değil misin?”
Xie Lian’ın biraz kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir? Az önce elli kase yaptığınızı açıkça gördüm.”
“EVET!”
Ama tekrar baktığında tabii ki elli kasenin tamamı boştu ve et suyu bile tamamen temizlenmişti!
Aklına biri geldiğinde hala şaşkın hissediyordu ve arkasına döndüğünde kapıya yaslanan Hua Cheng’i gördü, “San Lang, bu olabilir mi?”
“Büyük olasılıkla daha fazla.” Hua Cheng net bir şekilde yanıt verdi.
“En…” Xie Lian derin derin düşündü, “Muhtemelen o da kutlamaya geldi. Tabii ki hoş geldi, ama, biraz fazla yemiş… tüm yemekleri yemiş, ne yapmalıyız?”
Hua Cheng güldü, “Hiçbir şey. Faizini arttıracağım.” (Karasu gelmişti)
Hayalet Şehir'den gelen sorunlu hayaletler çetesi teslimiyetle sıfırdan yemek pişirmeye başladı. O sırada Büyük salondan ve bahçeden sanki birisi başka bir kişiyle tartışmaya başlamış gibi bağrışma sesleri geliyordu. Xie Lian tam arabuluculuk yapmak üzereyken Hua Cheng onun elini yakaladı ve bir yan kapıdan dışarı çıkardı.
İkisi el ele tutuşarak PuQi Tapınağı'ndan dışarı çıktılar. Yolun üzerinde yolu kapatan ağaçlar vardı ve Eğer ellerini bıraksalardı, ilerlemek daha kolay olurdu. Ama ikisi de birbirinin elini bırakmak istemedi ve döndüler, dolaştılar, yoldan saptılar. Onlar dolambaçlı bir şekilde dolaşırken, Xie Lian sordu, “San Lang, şimdi nereye gidiyoruz?”
“Burası çok gürültülü.” Dedi Hua Cheng. “Bırakalım onlar isyan etsin, önce biz gideceğiz.”
Xie Lian başını geriye çevirerek yürüdü, sesi biraz endişeli geliyordu, “Onları öylece bırakacak mıyız? PuQi Tapınağı daha yeni inşa edildi, ya o kavgadan sonra tekrar çökerse?”
Hua Cheng umursamış gibi görünmedi, “Eğer çökerse o zaman başka bir tane inşa ederiz. Eğer Gege isterse, dilediğin kadar çok tapınağa sahip olabilirsin.”
“ahahhahhaha…”
.
Gece vakti, QianDeng Tapınağı içinde, banyodan sonra Xie Lian hafif, kar beyazı bir iç cüppe giyiyor divanın yanındaki yeşim masaya yaslanarak fırça darbesi peşine fırça darbesi atıyordu.
Hua Cheng için bir kaligrafi defteri oluşturuyordu. Hua Cheng, divanda onun yanına uzanmıştı, o da iç cübbe giymiş, cübbesinin yakası hafifçe açıktı, parmakları saçının kuyruk ucundaki kırmızı mercan incisini oynatıyorken ölümüne sıkılmış görünüyordu.
Yeşim taşı gibi ılık lamba ışığının altında tüm bu zaman boyunca Xie Lian'a bakıyordu, Bir süre baktıktan sonra gözlerini kıstı, memnun tatmin olmuş görünüyordu. İç çekti, “Gege, bu kadar yeterli. Gel de biraz dinlen.”
Xie Lian az önce işkenceye maruz kalmıştı ve bir daha kandırılmamaya kararlıydı. Ancak bu ses tonu kulaklarının ucunun yanmasına neden oldu ve yazmaya devam ederek kendini sakin kalmaya zorladı. Sert bir sesle şunları dedi, “Hayır. San Lang, bugün biri daha senin yazına çirkin dedi, daha çok pratik yapmalısın, tamam mı? Aksi halde kimsenin sana benim tarafımdan öğretildiğini bilmesini istemiyorum.”
Hua Cheng hafifçe doğruldu, kaşlarını kaldırdı, “Gege, hatırlıyorum da geçmişte açıkça benim yazımı beğendiğini söylemiştin.”
Hua Cheng geri geldiğinden beri uzun bir süre boyunca Xie Lian uysal ve itaatkar biriydi ve her dediğine hevesle cevap veriyordu, bu da muhtemelen Hua Cheng’i şımartmış, gittikçe daha da kurnazlaştırmıştı. Xie Lian karakterleri yazmayı bitirdi ve fırçayı yere koydu, sesi daha da sert çıkıyordu, “Bırak şunu! İşim bitti, gel ve pratik yap!”
Böylece Hua Cheng tembelce Xie Lian'ın sırtına doğru ilerledi, beline sarıldı ve hafifçe eğilerek başını omzuna yasladı. O kırmızı mercan incisini saçından çıkardı ve kağıdın üzerine yerleştirdi. Xie Lian’ın elini takip edip etrafta yuvarlanmasını ve bu sayede Xie Lian'ın düzgün yazmasını kasıtlı olarak engellemek içindi.
Böylesine yaramazlık, ama aynı zamanda onun mevcudiyet duygusuyla övünme konusunda çok güçlüydü, Xie Lian cennetin gözünün “vücudunun içten dışa her yerinden” kötülüğün özünün yayıldığını söylediğini hatırladı. Bu tamamen Hua Cheng'in kokusuydu ve Xie Lian, kendiliğinden kalbinin yumuşadığını hissetti. Hafifçe mücadele etti ve fısıldadı, “…Düzgünce yaz.”
“Peki, Gege’yi dinleyeceğim.” Dedi Hua Cheng.
Fırçasını kaldırdı ama iki mısradan sonra geri yerine koydu. Xie Lian bir bakış attı ve başını salladı, zihinsel olarak sayısız kez iç geçirdi. “Umutsuz vaka.” Bir süre durakladıktan sonra o da bir fırça kaldırdı Hua Cheng'in son iki dizeyi doldurmasına yardım etti.
İşi bittikten sonra Xie Lian hafifçe üfledi ve kağıdı aldı, beraber yazdıkları şiire hayranlıkla baktılar.
Kağıdın üzerindeki mürekkep, göklere ve yeryüzüne yayılan dört zarif ifadeyi oluşturmuştu.
Hiçbir su yetmez denizi aştığında,
Tepeyi taçlandıran buluttan güzeli yoktur.
Biçare beni cezbedemeyen çiçeklerden geçtim,
Bir yarısı senin, bir yarısı aradığım Taoizm için.
Masanın yanında asılı duran E-Ming bile gözünü kırpmadan yaptıklarına büyük hayranlık duyarmış gibi kocaman açılmış gözüyle izliyordu. Hua Cheng kahkaha attı, “Gege, çabuk, adını yaz. Bu sözler kesinlikle gelecek nesilleri sersemletecek ve çağlar boyunca aktarılacak.”
Xie Lian daha önce Hua Cheng'in adını zaten yazmıştı ama onu duyduğunda kendi adını eklemek için gerçekten fırçayı eline alamadı. Hua Cheng kahkaha atmayı kesti ve ciddi gibi davrandı, “Gege, utandın mı? Sana yardım edeyim.”
Ardından Xie Lian’in elini tuttu ve kaba vuruşlarla birkaç kelime yazdı. Doğal olarak şu anki sahne olmadan kimse bu iki kelimeyi okuyamaz, kimse orada Xie Lian’in adını yazdığını söyleyemezdi.
Xie Lian kendi eliyle yazılan bu şeyi izlerken gülünç hissederek başını Hua Cheng'in göğsünün yanında kıpırdatıyordu. Aniden bu karakter çiftinin sanki onu daha önce başka bir yerde görmüş gibi tanıdık geldiğini hissetti.
Bir dakika sonra hatırladı ve gözleri aniden parladı. “San Lang! Kolunda!” diyerek haykırdı.
Hua Cheng'in kolunu yakaladı ve kolunu yukarı çekti, heyecanla haykırıyordu, “Bu o!”
O ikisinin PuQi Tapınağı'nda birlikte yaşadığı dönem Xie Lian’in Hua Cheng’in kolunda yazılı sanki başka bir diyarın karakterlerinden oluşan bir dövme olduğunu fark ettiği bir zaman olmuştu. O zamanlar zihninde uzun uzadıya düşünmüştü ama gerçekten onun başka bir dilde yazılmadığını hayal etmemişti. Görünüşe göre onun adıydı!
Hua Cheng de kendi koluna baktı ve güldü, “Gege sonunda onu tanıdı mı?”
"Bunu çok uzun zaman önce tanımam gerekirdi." Dedi Xie Lian, “Sadece…”
Sadece, Hua Cheng'in yazdıkları gerçekten şeytanın sanatıydı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu ve Hua Cheng onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu ve yürekten gülmeye başladı, bir el Xie Lian'ın beline sarılıyor, alnına nazik bir öpücük veriyordu, “Endişelenme, Gege’nin yazısı güzel olduğu sürece sorun yok. Yazılarım güzel olsaydı milyonlarca kez daha mutlu olurdum”
Xie Lian'ın eli dövmenin olduğu yeri okşadı. Dövmenin mürekkebi derindi ve bunun ne kadar acı verici olduğunu hayal etmek kolaydı. Yavaşça sordu, “Bu sen küçükken mi yapıldı?”
Hua Cheng gülümsedi ve başını sallayarak kolunu aşağı çekti.
O halde bu kesinlikle kendisinin yaptığı bir dövmeydi. Hayranlık duyduğu kişinin ismini sinsice kazıyan bir küçük bir çocuğunu düşününce; ne kadar çocukça. Bir o kadar da cesurca.
On parmak arasına dolanmış kırmızı bir ip ile birbirine sıkıca kenetlenmişti, aniden Xie Lian'ın gözünün önüne bir yıl önce Hua Cheng’in TongLu Dağı'nda kelebeklere dönüştüğü sahne ortaya çıkmadan önce…
O son anda, Hua Cheng bir şeyler söylemişti.
Her ne kadar sessiz olsa da Xie Lian onun ne söylediğini hâlâ tam olarak biliyordu.
Hua Cheng'in çocukluğundan beri hayatını adadığı kelimelerdi ve bundan sonra sonsuza dek onun ölümünün ötesindeydi.
“Ben sonsuza kadar senin en sadık inananınım”
“我永远是你最忠诚的信徒”
----
O kadar değişik bir his oldu ki tekrardan içimde :3
*Yarın hua cheng ve xie lian ın kaligrafi çalışırkenki çizimini güncelleyip net halini atacağım bakmak isteyen unutmasın :3 bugün atayım bitsin istedim sizi de daha çok bekletmek istemedim. yarın minnoş bir halk hikayesi var hua lian ile ilgili kesinlikle okuyunn
ayrıca devamında 252. bölüme kadar ekstralarla mutlu olacağız. o yüzden arada kontrol etmeyi unutmayın, şahsen ekstralar en tatlı olan bölümler diye düşünüyorum.
kitabın devamında görüşürüz şimdilik asıl hikaye bittiiii 🥹
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#jian lan#hualian#mu qing#xuan zhen#nan yang#yushi huang#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#pei su#peiming#pei ming#ban yue#mei nianqing
36 notes
·
View notes
Text
ismin yeterli olduğu yerler
arkadaşlar merhaba sizlere 2 gün önce başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum daha önce okuyanlar hatırlar ben devlette ambulans şoförüyüm. Ekürimden ambulans ı teslim aldım Dr att ve hemşire arkadaşları beklerken aracın eksiklerine bakıyordum o sırada merkez den anons geldi benim olduğum yere yalnızca 300 metre uzaklıkta ama tek başıma ne yapabilirdim ki o sırada att arkadaşım elinde poşetle geldiğini gördüm hemen sireni açıp onu aldım kaza yerine intikal ettim att ile birlikte ilk müdahaleyi yaptık bu arada att olan arkadaş Dr hanımı ve hemşire hanım ı aradı onlarda araçları ile birlikte kaza yerine geldiler araçları uygun bir yere bırakıp ambulans ile hastaneye kazazedeleri götürdüm bıraktım . Hemşire olarak gelen arkadaşlarımızı genelde tanırız ama bu kadın ı ilk defa görüyordum hastaneden hep birlikte bekleme yerimize geçtik hemşire ve Dr arkadaşım araçlarını alıp geldiklerinde att ile ben kahvaltı masası hazırlamaya başladık hep birlikte kahvaltı yapalım dedik iyi ki de düşünmüşüz hemşire arkadaşın ismi Serap Dr hanımın ismi Pınarmış hemşire şen şakrak bir kadın Dr da oldukça cüretkar bir kadın dı ama hiç ses seda yoktu ben Dr hanım neden sessiz duruyorsunuz bir derdiniz mi var yoksa dedim şey bilmiyorum daha birbirimizi tanımıyoruz dedi att olan arkadaş hemşire ile kalktılar ambulans ın diğer tarafına geçtiler bende Pınar hanım anlat derdini çözemesem bile belki bir yolunu bulabilirim dedim o konuda birşey yapamazsınız ama anlatayım dedi kocamla evleneli 6 yıl oldu çocuk istiyor ama kısır olduğu için olmuyor bende üzülmesin diye kısır olduğunu söyleyemiyorum dedi şaşırmıştım koskoca Dr bu konuda dertli olur mu hemde elinin altında her türlü imkanı varken neyse Dr hanım a sarıldım başını omzuma koydu bu arada att ve hemşire diğer tarafta sevişiyordu sesleri geliyordu hoca bana baktı ben ona birlikte kalkıp yanlarına gittik ambulans ın yan kapısına hemşire yi oturtmuş bacak omuza yaparak geçiriyordu hemşire de att de hallerinden memnun zevk çığlıkları atmaya devam ediyordu bir an önüme baktım sikim çadır kurmuştu bunu Dr pınar da fark etmişti sikime bakıyordu 5 dakika dan fazladır izliyorduk doktor hanım bir ara elini benim sikime dokundu o sırada att hemşire nin amından çıkarıp döllerini hemşire nin üzerine fışkırttı hemşire att nin sikini ağzına aldı sakso çekmeye başladı Dr hanımda benim sikimi pantolonumun üzerinden okşamaya başladı . Bizde Dr hanım ile öpüşmeye başladık o kadar ateşli öpüşüyordu ki anlatamam ben pınar ı kucağıma alıp ofisin masasına kadar soyunarak götürdüm benim üzerimde hiçbir şey kalmadı pınar ın üzerindeki elbiseleri sıyrılıp pınarın memelerini okşuyor arada bir sıkıyordum öpüşmeyide bırakamıyorduk ama kurtulup memelerine yumuldum pınar altımda inliyordu memelerini bıraktım amına dilimi attım ellerimi memelerine koydum o kadar tatlı bir am suyu olamazdı sanki şehir şebekesi suyu ben dilledikçe daha çok akıyordu biraz önce bizim izleyerek azdığımız hemşire ve att bizi izliyordu pınar da yeter sok artık ne olur sok diye yalvarıyordu bende dediğini yaptım ani bir hareketle sikimi amına soktum o kadar zevk alıyordu ki resmen bağırıyordu o kadar zevk alacağını bilmiyordum. Resmen zevkten dört köşe olmuştu ben hızlandıkça pınar daha sert daha sert diyordu pozisyon değiştirip domalttım ama anons geldi toparlanıp hasta almaya gittik hepimizde cenabettik ama işimizi yerine getirip tekrar yerimize geri döndük pınar duşa girdi hemen bende arkasından gittim ama beni içeri almadı hataydı bitti dedi o banyodan çıktıktan sonra ben girip duş alıp çıktım. Hiç konuşmadan gelecek anonsları beklemeye başladık hemşire ve att her fırsatta seks yapmaya devam etti ben 1 kez bile boşalamamıştım akşam yemeği gelmişti ben Pınar ile att hemşire ile karşılıklı oturup yemeğimizi yedik pınar nöbet bitimine yakın pazartesi günü evime gel orada kaldığımız yerden devam ederiz dedi. Şimdi pazartesi yi bekliyorum. Onuda yaşayıp anlatacağım sizlere.
64 notes
·
View notes
Text
gerçeğin en keskin yerinden döndüm. en kırılgan yerlerine bastım buzun. şimdi beni yanlış anlama. yarayla alakalı o kadar çok cümle okudum ki artık bu hangisi bilmiyorum. edebileşmekten daha çok sanallaştı. kanımı izleyerek kahkaha atıyorum. daha kötüsünü yazdım bunun. ha ha ha. sevişmekle alakalı daha fazla cümle gördüm ve birini öperken yanlış yapar mıyım, dokunurken hata, çığĺık atarken ağlar, inlerken acı çeker miyim biliyorum, bunun masumiyetini aldınız benden. şekillendim. benzedim. olmaya çalıştım. yakışmaya çalıştım. ait olmaya çalıştım. yağdım. yağmaladım. günlerce konuşmadım. aylarca ağlamadım. evden çıkmadım. parkta yattım. bankta yattım. sarhoş oldum. bazen arada kaynadım. bazen araya kaynadım. tuhaf isteklerim oldu. tuhaf hislerim oldu. ama kaynadım. dondum. su mu demir mi anlamadım. bazen kaçırdım otobüs mü aklım mı anlamadım. kendimi tanımadım bazen, aynada mıyım uzakta mı anlamadım. gittim. gittim. gittim. ama vardım mı. ama geldim mi anlamadım.
55 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (16) (Orhan 36 Y., Bursa)
Koruparktan çıktığımızda Nur çocuklar gibi şendi. Arabanın bagajı ve arka koltuğu çantalarla doluydu. Arabayı Mudanya'ya sürdüm. "Biraz meze, balık, rakı içer misin?" dedim. "Hiç içmedim hayatımda, birkaç kez bira ve votka içtim, ama rakı denemedim!" dedi. "Alışırsın!" dedim. Yarım kadeh zorla içti, "Acıymış!" diye diye. Saat 14:30 civarı, "Hadi kalkalım!" dedim.
Arka sokağa ev girişine çektim arabayı. "Neresi burası? Büro diğer sokakta ya?" dedi. "Arka giriş!" dedim. Çantaları zor zar aldık. İçeri girip ev ortamını görünce, "Aaaa!" dedi. Çantaları bıraktık. "Neresi burası?" dedi tekrar. "Dinlenme bölümü, işlerden bunalınca buraya kaçarım. Şimdi elbiseleri deneyeceksin, ben orada tam bakamadım!" dedim. İç çamaşırlarından alt üst deri G-String, dantelli diz üstü çorap ve jartiyeri çıkardım. Siyah dar mini eteği ve beyaz bir gömlek çıkarıp uzattım. "Al bunları giy gel yan odada. Saçlarını da topuz yap!" dedim. "Yaaaa, burda mı?" dedi. Çantasını da alıp odaya giderken, "Yarın giyerim!" diye gülümseyerek naz ediyordu.
5 dakika sonra geldiğinde makyaj bile yapmıştı. O içeride ilk elbisesini denerken yandaki Optikciden aldığım numarası 5 ayrı renkteki gözlüklerden siyah olanı çıkarıp gözüne taktım. Gömleğinin üstten 2 düğmesini açıp, parmağımı boynundan çatala doğru nazikçe sürtüp, "İşte şimdi muhteşem oldun!" dedim. Karşısına geçip oturdum. "Otur!" dedim ona da karşımdaki koltuğu işaret edip. O kadar güzel ve sexy oldu ki, seyrederek boşalabilirdim.
İki dakika sonra, "Ya alışık değilim ya, altımdaki çok rahatsız etti!" dedi. "G-String giymez misin hiç?" dedim. "İlk kez giydim." dedi yarı mahçup, sonra da, "Eee, yarın ne yapacağım, böyle giyinmemi istediğine göre alışmam gerekecek!" dedi. "İstersen giymezsin!" dedim. "Oldu, senin yanında, herkesin içinde külotsuz mu dolaşayım?" dedi gülerek. Omuz silktim.
"İki bira alsana dolaptan!" dedim mini buzdolabını gösterip. "Sen beni sarhoş etmeye mi çalışıyorsun?" deyip gülerek biraları açıp getirdi. "Gerek var mı?" dedim. Omuz silkti. Elinden tutup kucağıma oturttum ve "Sen çok güzel bir kadınsın!" dedim. Çenesinden tutup kendime çektim. Kafasını geri çekti ve "Dün içeri girip seninle tanıştığım anda öyle bir çekim hissettim ki, keşke Güzin'in yerine ben çalışsam burda dedim. Akşam Güzin, Yarın gel Orhan seninle konuşmak istiyor dediğinde, bu adamla çalışırsak kesin birlikte oluruz dedim, ama ilk günden beklemiyordum!" dedi.
"Sen kapıdan girdiğinde dün, hem de dış kapıdan, nefesim kesildi!" dedim. "Ben kocamı hiç aldatmadım, aklımdan bile geçirmedim, ta ki dün seni görene dek. Ben hayatımda, ilk lise çağında merakla yaparsın ya arkadaşlarından duyup, bir kez yapmıştım masturbasyon, ama dün burdan gittiğimde direk yattığımız odaya girip elimi amıma attım, bağırmamak için dudaklarımı ısırarak orgazm oldum!" dedi.
Dudaklarını dudaklarıma çektim. Öyle ihtiraslı değil, romantizmle öpüşüyorduk. İşte, Çiğdem'den sonra yine aşık oluyordum. Bu da elimden kayıp gitmez umarım dedim içimden. Öpüşmeler devam ederken kucaklayıp yatağa uzattım kolları boynumda. Hiç acele etmeden öpe öpe soyduk birbirimizi, alnından ayak parmaklarının ucuna dek öpüp kokladım. Sonra da yüzüstü çevirip ensesinden topuklarına parmak uçlarımı dolaştıra dolaştıra öpüp yaladım.
Çok hafif kıllıydı amı. Bacaklarının arasına kafamı gömdüğümde misler gibi parfüm kokuyordu. Kokladığımı görünce, "İçeride giyinirken parfüm sıktım!" dedi kıkırdayıp. Saçlarımdan tutmuş amına bastırıyordu kafamı, ben amcığını dilimle sikerken. Doya doya suyunu içtim. Hırıltılı sesler çıkarıyor, "Baştan çıkardın beni, ilk günden kadının oldum, köle olurum ben sana!" diye inliyordu fısıltılı bir sesle, sanki konuşmasını sevip sevmediğimi bilmediğinden tereddütle. Belki yarım saat yaladım amını. İnleye inleye saçlarımı okşarken, "Sevgilim, Orhanım!" lafları arasında orgazmları titreme şeklinde önce vücudunun üst kısmı sallanmaya başlıyor, sonra kafasını sağa sola atıyor, sonra da kalçalarını aşağı yukarı yatağa vuruyordu. Bunu o yarım saatte 2 kez yaptı.
Yanına yastığa başımı koydum ve "Hayatımda suyunu içtiğim en güzel amcık bu!" dedim. Beni sırtüstü itip üzerime çıktı, eliyle yarağımı tutup amına yerleştirip üstüne oturdu. İkimizden de öyle derin bir, "Ohhhhh!" çıktı ki, kesin büroda Güzin duymuştur diye düşündüm. Yavaş ama sexy hareketle yarağımın üzerinde oturup kalkarken ellerimiz birbirine kenetlenmiş göz göze sikişiyorduk. Sadece dudaklarını kemiriyor, arada gözleri kayıyor, ama o sakin hani hiç bitmesin dercesine sevişmemizi devam ettiriyordu...
Ne kadar sürdü bilmiyorum ama, yorulmaya başladığı belli oluyordu. İçinden hiç çıkmadan çevirip altıma aldım. Köklemeye ve hızlı hızlı pompalamaya başladım. "Off aşkım, off Orhanım, offf işte dün tam da bunu düşünüp boşaldım, sik aşkım, daha hızlı, daha sert!" diye inliyordu. Sanki az önceki masum yavaş sikişen çift biz değildik. Ben de, "Dünden beri bu anı hayal ediyorum, akşamdan beri başka bir şey düşünemedim!" diye fısıldıyordum kulağına...
Boşalmak üzere olduğumda, "İçine mi aşkımm?" dedim. Evet, haplıyım!" dedi. Hani aylardır sevişmelerimizi anlattım ya, yok böyle bir şey, eminim beynim bile uyuşup aktı, sikimin kafasından ruhum boşaldı. Kollarım titredi, üstüne yığılacaktım kenara zor attım kendimi. Dönüp direk sarılıp koltuk altıma girdi. Seksten sonra bir süre kadına dokunmak istemez ya binlerce erkek, ben de genelde öyleydim, ama Nur'u içime sokacaktım o an, sımsıkı sarıldık. Diğer kadınların hepsini unuttum o an, "Sen muhteşemsin!" dedim, burnuna küçük bir öpücük kondurup.
"Hepsinden de iyi miyim?" dedi. Şaşkınlıkla baktım yüzüne. "Güzin dün herşeyi anlattı bana, bu tür şeyleri yapmadığımı, aldatmaya, aldatılmaya karşı olduğumu bildiği için, bak burası böyle diye anlattı. Baştan çok acayip geldi, tiksindim, ama yine de senin çekimine karşı koyamayıp kabul ettim! Sakın ona kızma, biz liseden beri birbirimizden hiçbir şey gizleyemedik. Bana seni telefonda söylemişti zaten, ama diğerlerini dün öğrendim!" dedi.
Ben de dün Güzin'in (Vermez!) deyişini hatırlayıp, meğer hatunu hazırlamış bile orospu dedim içimden. Elimi yanaklarına götürüp gözlerinin içine bakarak, "Seni onlarla aynı kefeye koymuyorum, senin yerin ayrı, sen sadece benim olacaksın, bunu onlara uygun bir dille anlatırım ben!" dedim. Nur, "İyi de içeride ne yaptığınızı bilirken nasıl duracağım dışarıda?" dedi. "Bilmiyorum, ama şu an sadece bana ait olmanı istiyorum, sen beni paylaşmak zorunda kalacaksın, ama kıskanma, bu da işin bir parçası gibi düşün!" dedim.
Nur, "Sana bir şey söylemem gerek!" dedi. "Hiçbir konuda gizlimiz saklımız olmayacak, rahat ol, tamam mı?" dedim. Nur, "Refik, kocam, işe başlamamı istemiyor aslında, yakında Konya'ya döneriz diyor, bir iş kovalıyorum olursa borçları kapar dükkanı açarız diye tutturdu!" dedi. Gülümsedim ve "Gönderirsin gider! Bak seni buldum, bırakmam, ona göre!" dedim. Sımsıkı sarıldı, "Ben de aşkım!" dedi. Biraz hayal kurduk. Sonra, "Sen geç kalmadan üstünü değiş git, yarın gelir (gizli geçidi gösterdim), burada üstünü değiştirir, işbaşı yaparsın!" dedim. "Tamam aşkım!" dedi sımsıkı sarılıp, öpücüklere boğup, kalkıp giyinmeye başladı. Kendi kıyafetlerini giyip, kapıda dudaklarımı kemire kemire öpüp, "Gitmek istemiyorum ama!" diye diye gitti.
Saat 17:30'du. Giyinip büroya geçtim. Güzin, "Nur nerde?" dedi. "Sabah işbaşı yapacak. Ben çıkıyorum, sen de dilediğinde kapat çık!" dedim. Doğru Emlakçı arkadaşa gittim. Balat, Bademli ve Beşevler üstünde 3 yerde söylediği gibi üç arazi vardı. Üçünün de yerlerini, belgelerini, fotolarını, fiyatlarını aldım. Saat 19:00'da evdeydim. Yemekten sonra Behiye ablaya mesaj atıp, "Araziyi buldum, bize kadar gelsene!" diye aradım. 10 dakika sonra kahveler eşliğinde tüm evrakı yayıp laptoptan da uydu görüntüsünü açtığımız arazilere baktık. Behiye ablanın bir eli masa altından habire bacaklarımı okşuyor, sikime dokunmaya çalışıyorken, Misi yolundaki 150 dönümlük araziyi beğendik. "Pahalı ama!" dedim. "Ulan öbür tarafa mı götüreceğiz bu kadar parayı? Hem sen üstüne villaları dikince çok daha pahalı olacak!" dedi Behiye abla, karım gevrek gevrek gülerken.
Karım çocuğa bakmaya gidince, Behiye abla yarağımı avuçlayıp, "Yeni hatunu siktin mi bugün koçum?" dedi usulca. Gülümsedim. "Şeytan tüyü var lan sende!" dedi. Sonra karıma seslenip, "Kızım, kutlayalım bunu, ne var ne yoksa yığ bakalım dolaptan!" dedi. "Ben hazırlayayım!" dediğimde yarağımı bastırdı. Elimi tutup masa altına soktu. Sıyırdığı bol ve uzun eteğinin altına amcığının üstüne koydu ve usulca, "Bağırttırma ama, yakalanmayalım!" dedi. Parmaklarımı içine soktum o sırada mutfaktan tabak çanak sesleri geliyordu. Parmaklarım çalışırken, "Ha bak bu güzel, evet!" diye laptopun ekranını gösteriyor, ben mouse ile, "Burası mı?" dedikçe, "Hah tam orası!" diyor, diğer eliyle de yarağımı sıvazlıyordu şortun üstünden. Karım mutfaktan çıkınca direk karşıdan geleceği ve masada da örtü olduğundan rahattık...
Sonra birkaç villa fotosu açtım. Tam ikinci fotodayken, Behiye abla, "Ohhhhh, bak bu çok güzel!" dedi. Karım mutfaktan kafayı uzattı ve "Ne o?" dedi. "Villa!" dedim. "Kapatmayın, geliyorum az sonra!" dedi. Behiye abla da, "Tamam kızım, tamam açarız!" dedi gülerek. Rahatlamış halde koltuğa geçti. Ben de iki dakika sonra yarağım inince mutfaktan malzemeleri almak için kalktım. Masayı kurduk. 4 tane bardak getirdi karım. Behiye abla atladı, "Sen içmeyecek misin gelin kız? diye. "Abla çocuk emziriyorum!" dedi karım. "Yok mu pompan, çek koy biberona!" dedi Behiye abla. Karım, "Ay doğru valla!" deyip yatak odasına gidince, Behiye abla ayağıyla topa vurur gibi yapıp, usulca, "Şutla bunu, şutla!" dedi...
Karım villaları duyup görsellere de bakarken, sevinçten ne yaptığını bilmeden 2 kadeh rakı içti yarım saat içinde. "Ben kıza bakayım!" deyip yatak odasına yalpalaya yalpalaya giderken biz devam ettik. 10 dakika sonra Behiye abla, "Sızdı sanırım seninki! Bana geçelim! Kasadan para verecek diye yaz senin meşhur kağıtlarına!" dedi. Karımı kontrol edip çıktık. Avuçladığım götünü kıvıra kıvıra Behiye ablaya geçtik...
"Ne zamandır başbaşa sikişemedik aslanım, şimdi beni nasıl istersen öyle evir sik, böyle çevir sik!" dedi. Rakının etkisiyle gevşek gevşek ama piston gibi siktim amcığını. "Aslanım benim, oh, oh, oh, sok amıma, acıma sok kanırt!" diye inliyordu. Bense asıl sikmek istediğim, ya da sikmesem bile sarılmak istediğim kadın Nur varken, hıncımı Behiye abladan çıkardım. "Şimdi de final!" dedi daha dinlenmeme fırsat vermeden domalıp, götünü yarağıma dayadı. Kıvıra kıvıra götünün arasına sürte sürte tekrar kaldırdı yarağımı. Eliyle hizalayıp aldı içine. Daha 5 dakika önce boşaldığım için pompalamaya devam ettim. Arkadaşın ilaç süpermiş diyordum içimden...
Behiye ablanın kalçaları resmen kıpkırmızı olmuş, neredeyse kanayacaktı tokatlarımdan. Uzanıp çekmeceden o kara taşaklı vakumlu yarağı aldı. İlk Güzin'e sokmuştu onu bu evde aylar önce. Amcığına sürtüyor, arada kafasını içine sokuyordu. Ama ben habire götüne pompalıyordum. Kasıla kasıla orgazm oluyor, ama yeter demiyordu orospu. Belki yarım saat pompaladım götüne. "Gel, ağzıma boşal!" dedi. Ağzına boşaldım. "Mmmmhhh!" diye diye yaladı yuttu döllerimi...
"Yarın gidip bakalım şu araziye!" dedi. Oysa ben yarın tüm gün Nur'u karşıma alıp akşama dek onu seyretmeyi planlıyordum.
[Orhan]
32 notes
·
View notes
Text
"Her oluş nasip işidir. Kimi kırk yıl kapıda bekler, açılmaz. Kimi eşikten geçerken açık bulur kapıyı."
Diye bir söz okudum şimdi. Kırk yıl beklemedim belki ben ama çok oldu kapının önüne geleli. "Kimi eşikten geçerken açık bulur kapıyı" kısmına ama ağlayabilirim kırk yıl boyunca.
Nasibimi kapıma getirsen olur mu Allah'ım... Çünkü ben hangi kapının önünde duracağımı galiba bilmiyorum.
.
68 notes
·
View notes
Text
Bi’ şey dicem, AYDİLGE benim blogumu takip ediyor olabilir mi, birkaç saat önce paylaştığı şu videosunda benim birkaç gün evvel burada reblog attığım gönderide söylediğim her şeyi teker teker söylemesi?? Ahelaksfnkns latife ediyorum, bu tesadüf elbette aklın yolu bir olduğu için yaşanmış ama evrimi işine geldiği gibi okuma olayının ne kadar yaygın olduğunu görüyoruz bu vesileyle. Evrimi genellikle erkekler ve ateistler işine geldiği gibi okuyor, bunu yapmaktan hala usanmadılar ve bi’ türlü tükenemediler.
Reblog attığım gönderide ismi geçen Oytun Erbaş’ı katlanabildiğim kadarıyla irdeledim bu arada, adamın felaket söylemleri var. Örneğin;
Bir erkek poligamik doğar, erkek çok eşlidir. Çünkü erkekteki sperm sayısı çok fazla olduğu için dağıtmak ister.
Kadınlar erkekleri boş tutmamalıdır. Sahip çıkmalıdır. Tavuk gibi horozu çağıracaksın. Akşam 7 oldu mu diyeceksin 'eve gir' ve cinsel olarak da tatmin etmelidir. Edemiyorsa kendi kendine ettirmelidir yani orgazm sağlanmalıdır.
Yani hani bunları söylerken doğal seçilimi falan göz ardı etmesini artık geçtim ve bilimsel bir dayanak aramıyorum, pes ettim de ama kardeşim, sosyal Darwinizm sosyal Darwinizm olalı hiç bu kadar götten sallanmamıştır ya. Bu ne kafasının lacivert biliyor musunuz? Bu o “ıyyy” çektiğimiz, her fırsatta küçümsediğimiz Arapların “dört karılı erkek” kafasının “bilimsel konuşur gibi yapıyorum, öyleyse çomar değilim” versiyonu. Bu baya çomarizm yani, uzatmanın kısaltmanın hiç gereği yok. Sinirden salak salak kelimeler icat ediyorum artık bakın.
Tabii ben fikir ayrılıklarından beslenen bir insan olarak, birkaç gün boyunca sürekli “insan ve çok eşlilik” hakkında bir sürü makale okudum. O nedenle burada fikir ayrılığı yaşadığım insanları gerçekten çok değerli görüyorum. O kadar samimiyim ki anlatamam, bana üzerine düşünmek, daha da araştırmak, daha da öğrenmek için yeni yeni başlıklar veriyorlar ve mest oluyorum böyle şeylere rast gelince. Şimdi söylemek istediklerime geçeyim.
Okuduğum makalelerden birinde, insan (homo sapiens) diye bir türün varlığını tek eşliliğe borçlu olduğumuzdan bahsediliyordu. Hemen sebebini de açıklayayım; tek eşlilikte iki ebeveynin de doğan yavrunun bakımı konusunda sorumluluk üstlenmesi. Çok eşli primatlarda ve hayvanlarda erkek ebeveyn çiftleşmenin ardından yok oluyor ve dişi hem hamilelik sürecini hem de bakım aşamasını kendi başına üstleniyor ve yavruyu iki ebeveynli canlılar kadar iyi koruyamıyor. Hatta kimi zaman hamileliğin beraberinde getirdiği hantallıktan ötürü, kendisini kollayabilecek bir partneri olmadığı için daha doğuramadan kendisi yem oluyor. O nedenle yavrularda ölüm oranı çok daha yüksek, dolayısıyla “soyun yürümesi” olayı çok daha düşük. Evrimin temel prensibi “güçlü olanın soyu yürür” olduğundan, biz tek eşli yaşam tarzımız sayesinde primatlardan ayrılıp güç gösterebilmiş, soyumuzu yürütüp insan olabilmişiz. Özetle bu Oytunlar Moytunlar, insanın diğer primatlardan ayrı bir kol olarak evrilme nedenlerinden en önemlisini yok sayıp insanı primatlık üzerinden yaftalıyorlar. Komik bir paradoks, öyle değil mi?
Evrim Ağacı’nda okuma süresi 25 dakika olan bir makale var. Bu makalede iki önemli noktadan bahsediliyor; ilki insanda çok babalılık olayının gelişmemiş olması. Mesela en yakından gözlemlediğim bir tür üzerinden açıklayayım; bembeyaz bir kedi simsiyah bir kediyle çiftleşip hamile kaldıktan sonra gidip bir de turuncu bir kediyle çiftleşebiliyor ve yavrusu beyaz, siyah, turuncu karışık renklerde doğabiliyor. O yavrunun iki babası, hatta belki üç babası vb oluyor ancak insanda böyle bir mekanizma gelişmemiş. Evrimsel süreçte böyle bir yatkınlık gelişmediği için de “insan ilk çağlarda da tek eşliliğe yatkındı” bulgusuna varılıyor. Daha önce bunun “ters evrim” vesiyorunundan da bahsetmiştim; estrus (k��zgınlık) döneminin insanda yok olması. Bu yok olma ters evrimin harika bir örneği.
Bu makalenin bir diğer önemli noktası da insan atalarıyla yapılan kıyaslamalara göre elde edilen bulgular. Çok sıkıcı olmayayım, primatların köpek dişi boyutu & bedensel kütleleri & cinsel organları arasındaki korelasyona bakılarak tek eşli mi yoksa çok eşli mi evrimleşmiş, anlaşılabiliyor. İnsana bu bakımdan en yakın olan ata, gibonlar. Gibonlara yakından bakıldığında, tıpkı insanlarda olduğu gibi çiftleşme döneminde erkekler arasında dişi için rekabet etme gibi bir olayın olmadığı görülüyor. Yani mesela, iki erkek şempanze bir dişi için yoluşa yoluşa rekabet edebiliyorlar çünkü çok eşliler, tek eşlilerde ise böyle bir güç rekabeti yok. Yani yukarıda bahsedilen “spermleri çoktur, saçmak isterler” gibi bir hoyratlık ve ilkellik yok homo sapiens ve gibon gibi daha medeni türlerde. Dahası, “gizli yumurtlama” olayı da yine gibonlarda ve insanlarda mevcut. Örneğin genellikle küfür ve hakaret niyetine kullandığımız “kırmızı götlü” maymunların götleri (Allah’ım ben neler diyorum kıjfhkr) aslında karşı cinse “çiftleşmeye hazırım, gelin çiftleşelim” sinyali verebilmesi için dönemsel olarak kızarır. Bonobolarda erkeklerin üreme organları şişip kafası kadar büyür ki dişi onun çiftleşmeye hazır olduğunu anlayabilsin. Estrus dönemi dışarıdan gözlemlenebilir şekilde yaşanır yani. Tek eşli türlerde ise dışarıdan bakıldığında gözlemlenebilen bu tip bir fiziksel değişimler yoktur. Çiftleşmeye hazır olduğunu bir tek partnerine hissettirme eğilimindedir çünkü. Böyle görüntüler erkeklerde de yoktuuur, dişilerde de yoktur. En önemli ayırt edici özelliklerden biri de bu.
Çok eşli primatlarda ve hayvanlarda, erkekler yeni doğmuş yavrulara zarar verme eğilimi sergiler çünkü anne yavrudan bir an önce kopsun, hormonları normale dönsün ki yeniden çifteleşebilelim ister. Yavruları boğan kedilerin, maymunların vb içgüdüsü direkt bu mantık üzerine kurulu. Tek eşlilerde ise yukarıda belirttiğim gibi, erkek ebeveyn aksine yavruya “soyumu yürütecek” gözüyle bakıp üzerine titrer. İşte bu akıllıca hamle sayesinde “daha güçlü tür, üstün tür” olmayı başarabiliyor zaten. “Akıl” buradaki en önemli kelime, anlatabiliyorum değil mi? O akıl olmasa insan olmayı geç, bipedal (iki ayak üstünde duran) türe geçişimiz bile söz konusu olmazdı muhtemelen.
Şimdi Aydilge’nin de bu konuya dikkat çekmesinden anlıyorum ki bu aralar “kaynak: götüm”cüler evrimi erklik, erkeklik gibi kavramlar üzerinden çarpıtmaya yatkınlar, muhtemelen devam da edecekler. Sizden, herkesten, hepinizden tek temennim; okuyun. Bu tip insanları dinleyip kafa sallamak yerine açın kendiniz okuyun. Yukarıda özellikle bir makalenin okuma süresini belirttim, gün içinde nelere 25 dakika ayırmıyorsunuz ki mesela? Bi’ 25 de bilime ayırın ve açın rastgele makale okuyun, tüm bu yozlaşmaları bizim okumalarımız, öğrenmelerimiz, anlamalarımız yok edecek çünkü <3
Mesela benim yazdıklarımı buraya kadar okumuş olup da bu cümleyi görmüş olanlar, sizi çok seviyorum, aklınızda bulunsun.
32 notes
·
View notes
Text
Ayaklarimi yalatma isteğim
Ayaklarımın öpülmesini yalanmasini ,isteğim gun geçtikçe dahada buyuyordu , bundan kocama bir türlü bahsedemedim , nette sahte bi hesap açıp köle erkeklerle konuşmaya basladim , okadar çok varlardi ki , gercek hayatta da olmaliydi bunu isteyenler diye düşündüm, artık daha ozenli ayakkabilar seciyor, ayaklarimi daha ozenli bakim yapiyordum ve insanlarin ayaklarina bakip bakmadigini anlamaya calisiyordum aralarda çok bakanlarin olduğunu farkettim, bir türlü dogru zaman ve dogru ortami bulamamistim , ta ki o güne kadar, bir gun yururken oturmak için bir park in bankina geçtim karşı bankta bir kişi oturuyordu haricinde etrafta üç beş kisi vardi cok kalabalik degildi, banka oturdum bacak bacak ustune atip aralarda usul usul ayagimi oynatiyordum, ve karsimdaki banktaki km sinin bana baktigini farkettim ozellikle ayaklarima bacaklarima baktigini , ben ona dogru baktigimda kafasini ceviriyordu , bu olur mu acaba diye icimden gecmisti , kalkip yanina dogru gittim , parkta bi kac fotografimi cekmenizi istesem cekermisiniz dedim , tabi cekerim dedi , telefonumu verip bir kac resim cektirdim , ayaklariminda resmini cekermisin dedim , tabi isterseniz cekerim dedi , onu kendi telefonunla cekip bena sonra atabilirsin istersen dedim , sadece ayaklarimi paylastigim bi insta hesabim vardi buraya gonderebilirsin dedim, bu resimlerin hepsi size mi ait dedi adeta hayran kalmisti , evet ama tek basina olunca rahat cekilmiyor çeken biri olsa daha guzel cikarlar dedim , istersen ben cekerim dedi , tamam buradan yazisalim konuşalım eğer söz dinlersen olur dedim , siz nasil isterseniz dedi, isterseniz değil, siz nasıl emrederseniz diyebilecek kivama geldiginde olur dedim , siz emredin ben yapayim dedi , çabuk ogreniyorsun afferim sana dedim , hep hayalini kuruyordum gercek oluyor, siz nasıl emrederseniz ben o şekil yapmaya hazirim dedi, şimdi kalk evine git ve evine gidince burdan yaz bana dedim, öyle öyle konusmaya basladik , çok itaatkar bir köle oldu ortalama haftada 1 bulusuyorduk ve koleliginin hakkini veriyordu , beni sikebilmek için bazen öyle bir yalvariyordu ki anlatamam , 1 sene boyunca siktirtmedim kendimi ona , 1 sene sonra artik büyük ödülü hakettin dedim tabi once bi guzel kopekligimi yapip yalvar yakar oldu , sonrasinda amimin icine girip içime boşalma ödülünü kapti, artik arada odullendiriyorum kopegimi
38 notes
·
View notes
Text
İstanbulkart Terörü
Dün İstanbulkartıma online para yüklemeye çalışırken sistemin değiştiğini ve paranın dijital hesap adı altında - sanal kartı da dijital hesabı da ben istemeden tamamen kafalarına göre açmışlar - sanal bir hesaba yatırıldığını fark ettim. Daha sonra kartıma aktarmaya çalıştım, bu sefer de hesap onayı yapmam gerekti. E yapayım tamam derken telefonda nfc özelliği yoksa yapamadığımı, bunun için başka telefona kartımı tanımlayıp bir de arayıp tekrar onay almam gerektiğini fark ettim. Üşenmeden hepsini yaptım, bilin bakalım ne oldu? �� Sistem arıza verdi! Saatlerce kimliğimi tanımlamaya çalıştım, aradığımda da sistemde güncelleme var bir şey yapamıyoruz dendi. Lanet olsun telefondan ödeme yaparım bir şekilde diye düşünüp sim kartımı da geri kendi telefonuma taktım, bu sefer de benim telefonumu onaylamadı. Tekrar müşteri hizmetlerini arayıp onay almaya çalışınca 24 saatten önce onay veremiyoruz dediler. E yok mu başka yöntemi kullanmam gerekiyor dediğimde de isterseniz ikametgah vs birkaç belgeyle iett ofislerinden hesabınızı onaylatabilirsiniz dendi :))) Hayatımda daha rezil daha saçma hiçbir sistem görmemiştim. Bu kadar insan biz napıyoruz bu uygulama mantıklı mı diye hiç düşünmedi mi şoklar içerisindeyim. Şimdi bir de bu mevzuyu her yere şikayet etmekle uğraşmam gerekiyor. Ne kadar güzel bir gün :))
20 notes
·
View notes