#okul sırası
Explore tagged Tumblr posts
Text
https://www.gamookulmobilyalari.com.tr/kategori/egitim-donanimlari/muzik-sirasi
#ucuz okul sırası#imalattan öğrenci sırası#lise sırası#mdf okul sırası#ortaokul sırası#ankara öğrenci sırası#ilkokul sırası#eğitim sırası#derslik sırası#anaokulu sırası#müzik sırası#okul sırası#okul mobilyası
0 notes
Text
Okul Sırası Fiyatları
Okul sırası fiyatları sıraların ebat ve modeline göre farklılık gösterir. Okul sıraları tekli okul sıraları ve ikili okul sıraları olmak üzere farklı modellerde tasarlanan ürünlerdir. Tekli okul sıraları başta okullar olmak üzere dershaneler özel kurs merkezleri ve eğitim veren her mekanda kullanılabilen sıra türleridir. İkili okul sandalyeleri ise genelde okullarda kullanılan sıra türleridir. İkili okul sandalyeleri 2 kişinin aynı anda kullanabildiği ürünler olması nedeniyle okullarda daha çok tercih edilir çünkü daha uygun fiyata gelirler. Okul sırası fiyatları sıraların tekli mi ikili mi olduğuna bağlı olarak farklılık gösterir. Tekli okul sıraları ikili okul sıralarına göre daha uygun fiyatlı ürünlerdir. Ancak kalabalık bir sınıfta kullanılmak istenildiğinde tekli okul sıralarının alınması daha maliyetli olabilir. Uygun fiyatlı okul sıralarının temin edilebilmesi için sıraları kaç kişinin kullanacağına göre tekli veya ikili masalar tercih edilerek maliyet hesaplaması yapılmalıdır.
0 notes
Text
BURSA'DA ZAMAN - 2
Bu ilk seferin ardından sürekli Meltem Ablayı düşünüyordum. Bir daha ne zaman görüşecektik acaba? Çok uzatmadan mesaj attı "Yarın sabahtan gel. Çocuklar okul pikniğine, annem de güne gidecek".
Sabahtan okulu asıp soluğu onun evinde aldım. Çok arzuluyordum onu. Bu sefer vaktimiz vardı geniş geniş sevişebilirdik. Salonda kanepede dizlerine yattım. Saçlarımı okşarken ben de parmaklarına öpücükler konduruyordum. Elini göğsüme attı, kravatımı çözüp okul gömleğimin düğmelerini açtı. Yavaş yavaş göğsümü ve göğüs kıllarımı okşadı.
"İlk kez senin kadar genç bir sevgilim oluyor" dedi. "Çok garip, bazen erkek bazen çocuk gibi görünüyorsun" Kanepede yeniden oturur pozisyona geçip elini bacak arama, hafiften sertleşmeye başlayan sikimin üstüne koydum.
"Bak şimdi gayet erkek gibi görünüyorsun" deyince ikimiz de güldük. Tişörtünü sıyırıp göğüslerine yumuldum hemen. Aslında haklıydı. Toy hallerim bazen çocuksu görünmeme sebep oluyordu ama beni azdırınca tek düşüncesi onu altına alıp sikmek olan bir erkek çıkıyordu içimden. Meltem Abla da gözüme bazen annem, bazen sevgilim gibi görünüyordu. Dizlerine yatmak, göğüslerinde uyumak da istiyordum altımda saatlerce bağırta bağırta sikmek de.
Okul gömleğimi ve pantolonumu çıkarıp onu da soydum. Şimdi kanepede altıma almış, yüzünü boynunu göğüslerini öperken sikimi bacak arasına sürtüyordum. Meltem Abla azmaya başlayınca gözü dünyayı görmüyor sadece o anki zevkine odaklanıyordu; yine öyle oldu. Eliyle göğsünü ağzıma verip diğer eliyle de başımı bastırıyordu.
"Yala göğüslerimi, ısır!" dedi kendinden geçmiş bir şekilde. Daha da sert emmeye, yalamaya, ısırmaya başladım. Elimi aşağı götürüp sikimi amına denk getirmeye çalıştım ama doğru deliği bulamadığımı anlayınca o hemen elini attı ve sikimi amının dudaklarına dayadı. Tam olmasa da ıslanmaya başlamıştı. Sikimi yavaş yavaş sokmaya başladım. Yarrağım isminin hakkını veriyor daha tam ıslanıp açılmamış amını yara yara yolunu buluyordu. Biraz zorlayınca "Ihhhh" sesiyle kafası arkaya düştü. Daha da soktum, santim santim içine girip git gele başlayınca amının suyu deliğin her yerine yayıldı da biraz rahatladı. Çok büyük bir kadın değildi ama altımda sikilirken iyice küçücük kalıyordu. Her yerini öpüp hızlanmaya başladım. Sert sert vuruyordum şimdi amına. Yine o kadın kokusu kapladı odayı. Dünyanın en mahrem kokusu bir kadının sikilirken aldığı zevke eşlik eden am suyu kokusu gibi geldi o an bana.
Sikimi çıkarıp köküne kadar hızla sokarken çığlık atmaya başladı. Çığlıklar önce Ohhlamaya ardından da derin bir boşalmaya döndü. Son bir kez köküne kadar sokunca amı hafifçe bollaştı ve ıslandı. Ben de son darbelerimi vururken artık am suyu göletindeydim. Am sularına karışacak şekilde boşaldım içine. Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim karışmış kendimi zamansız bir mekanda bulmuş gibiydim boşalırken. Üstüne yığılıp kaldım. Az sonra kendine gelince "Nefes alamıyorum koca oğlan" deyip yana itti beni. Sonra göğsüme başını koyup yattı bir süre. Erkekliğin ne demek olduğunu madde madde öğreniyordum sanki: Kadınını sekse doyuracaksın, onu güvenli bir şekilde göğsünde yatıracaksın. Bu arada gözüm salonun penceresine vuran su damlalarına takıldı. Yağmur başlamıştı.
Kendimize gelince konuşmaya başladık. Serhat Abi giderken aramızda ortaya çıkan çekim tesadüf değilmiş, Serhat Abi "Ben yokken Mete sana iyi bakar" demiş.
"Peki İsmail Abiyle aran nasıl?" dedim,
"Yok bi aramız, ilk evlendiğimde arada benimle yatardı ama çocuklardan sonra ayda yılda bire düştü" dedi. Yatakları da ayırmışlar uyuyamıyorum bahanesiyle.
"Sen nasılsın peki?" dedi "annenle babanın kaybından sonra?" Yaramı böyle birden kurcalamasını beklemiyordum.
"Bilmiyorum" dedim "sanırım seninle olmaya başladıktan sonra daha iyiyim. Daha doğrusu Serhat Abiyle seni kamelyada sevişirken gördüğümden beri." İrkildi, şok olma sırası ondaydı ama bir yandan da her konuyu böyle açık bir şekilde konuşabiliyor olmak rahatlatıyordu beni.
"Serhat yattığımızı bildiğini söyledi ama bizi gördüğünü bilmiyordum." Bir değil hem de iki kez onları gördüğümü hatta izlediğimi anlattım. Onları sevişirken görünce nasıl tahrik olduğumu, Serhat Abinin yerinde olmayı çok arzuladığımı... O da Serhat Abiyle nasıl başladıklarını anlattı, bir sene önce başlamışlar sevişmeye. Serhat Abinin başka kız arkadaşları da oluyormuş, teyzem ve eniştemin gözünde sevişmelerini gizlemek için dert etmiyormuş başka kadınları. Kendisinin Serhat Abiden önce bir kaç kaçamak ilişkisi olmuş ama sonrasında olmamış, ben ilkmişim. Şimdi yalan söylüyor gibi geliyor ama o zamanlar her dediğine inanıyordum.
Kalkıp duşa gitti. Onu beklerken düşünmeye başladım: Benimle zevk aldığı için mi sevişiyordu yoksa o da bana acıyor muydu? Yaşadığım felaket sonrası herkes bana o kadar iyi davranıyordu ki, bu etrafımı saran iyilik hâlesi normale dönmemi de engelliyordu.
Duştan çıkınca "hadi sen de duş al koca oğlan, ter içinde kaldın" deyip beni de duşa yolladı. Duş alıp çamaşır makinasının üstündeki havluya sarınıp salona döndüm. Gözü havludaydı.
"İsmail'in havlusu o, yenisini verseydim keşke" dedi. Bir erkeğin evinde karısını sikip havlusunu kullanmak o yaşta da tahrik edici geliyordu bana. Hele ki bu adamın hamamda bana ellemeye çalışan bir adam olduğunu düşününce "öyle değil böyle yapılır o iş" diye düşünüp yeniden tahrik olmaya başladım.
"Çıkarayım istersen" deyip havlunun önünü açtım, sikim yeniden sertleşmeye başlamıştı.
"Çıkar tabii aşkım" deyip önünde sallanan aletimi eline aldı, dudağına götürüp önce altını sonra taşaklarımı yalamaya başladı. Otuzbir çekmek gibi değildi, çok garip bir zevk alıyordum. Sikim kalkınca hemen başının gövdesine birleştiği yerin altını yalamaya başladı. En zevk veren kısmın burası olduğunu o an anladım. Dil darbeleri sonunda boşalacağımı hissedince hemen geri çekti kendini.
"Dur bakalım beni sikmeden boşalmak yok" dedi ve açık kanepenin üstüne domaldı "hadi sen de beni yala" dedi. Eğilip kalçalarını ayırdım ve yalamaya başladım. Çıkardığı seslerden neresini nasıl yalamam gerektiğini anlamaya çalışıyordum. Tükürüklerime karışan am suyunun kokusu yine başımı döndürmeye başladı. Amından klitorisine geçince Ohhlamaları arttı. En zevk aldığı yer klitorisiydi. Dudaklarım arasına sıkıştırıp dil darbeleri atmayı ilk orada öğrendim, çok tahrik olmuştu bundan.
"Yeter! Sik hadi!" dedi. Ayağa kalkıp ıslanmış amına dayadım sikimi. Önce başını sonra beklemeden köküne kadar soktum. Tutunmak için omuzlarına koydum ellerimi, öne kaçmaya çalışınca omuzlarından tutup kaçmasını engelledim. Derin bir "Ohh" sesi çıktı Meltem Abladan. Geri çekip git gele başladım. Her dayandığımda köküne kadar sokuyordum, Meltem Abla hem iyice ıslanmaya hem de daha yüksek sesle bağırmaya başladı. Ona zevk verdikçe ben de zevke geliyordum. Hızlanmaya başladım. Geri çekip sertçe sokunca çığlıkları artıyordu.
Nefes nefese kaldık. O da boşalmaya yaklaşıyordu ama aldığımız zevki arttırmaya çalışıyordu. "Dur" dedi. İçinden çıkarıp beni sırt üstü yatağa yatırdı. Üstüme çıkıp kolayca içine aldı sikimi ve hızla üzerimde yaylanırken az önceki noktaya geldi hemen. Elini bacak arasına atıp klitorisiyle oynamaya başladı. Hem sikimi en derinine kadar alıp hem de kendini okşuyordu. Artık benim de dayanacak halim kalmamıştı tam boşalmaya başlayınca o da hemen kendini ayarladı ve benimle beraber boşalmaya başladı. İçine tazyikli bir şekilde döllerimi fışkırttım.
Yorgun argın üstüme yığıldı. Yine sırılsıklam olmuştu her yerimiz. Dışarıda yağmur şiddetini arttırmış camları dövmeye başlamıştı. Yavaşça yana inip yine arkasını döndü, arkadan sarıldım Meltem Ablaya. Uyuklamaya başladık.
Ne kadar uyuduk bilmiyorum ama az sonra zilin sesini duyunca hemen fırladık yattığımız yerden. Camdan aşağı bakınca çocukların geldiğini anladı, "çabuk giyin çık" dedi. Apış aram yapış yapış donumu pantolonumu üniformamı giyip hemen dışarı attım kendimi. Merdivenlerden inerken çocuklarla karşılaştım.
"Okula mı gidiyon Mete Abi?" dedi Selin utangaç utangaç gülümseyerek. İlerleyen yıllarda yaşayacaklarımızdan henüz ne onun haberi vardı ne de benim.
"Evet, bugün ilk dersler boştu o yüzden geç gidiyorum" dedim o an ilk aklıma gelen sözler olduğu için.
"Biz de pikniğe gittik ama yağmur hızlanınca öğretmen erkenden eve yolladı, yoksa akşama kadar top oynayıp ip atlayacaktık" derken Berkay "hadi çabuk, çok ıslandık zaten" deyip sinirli sinirli çekiştirdi kardeşini. Ben de yavaşça apartman kapısından süzülüp kendimi sokağa attım.
Neyse, ucuz atlatmıştık yine. Kendimi sevişmenin hazzına öyle kaptırmıştım ki ne çocuklara ne kocasına yakalanabileceğimiz aklımın ucundan geçmiyordu. Biraz da şok olmuştum apar topar evden kaçmak zorunda kalınca.
Sokağa çıkınca yapış yapış halim rahatsız etti beni. Eve gitmeme daha 2 saat vardı. Hava da sokaklarda dolaşmaya uygun değildi. 'Kaplıcaya gideyim' dedim içimden. Yıkanmaya ve şu yapış yapış halimden kurtulmaya gidiyordum aklımca ama bilinçaltım belli ki İsmail Abiyle ilk karşılaşmamın rövanşını planlıyordu.
Kaplıcaya girip soyunup peştamali sarındım, bu saatte bir kaç kişi vardı sadece. İçerisi sıcaktı ama buhara gömmemişlerdi kaplıcayı. İsmail Abi beni görünce "Ooo Mete hoşgeldin, gel kese yapayım sana" dedi.
"Marka almadım abi, yıkanıp çıkacağım" deyince "siktir et markayı, benden olsun, geç" dedi. Geçen sefer Serhat Abinin yaptığı gibi peştamalı çözüp bacak aramı örtecek şekilde sikimin üstüne koyup oturdum mermer sekiye.
"Hayırdır bu saatte? Gece kamyonu devirdin de evde sular mı kesikti?" dedi gülerek. O sırada küçük kese mahallinde sikimden yükselen döl ve am suyu kokusu duyulmaya başladı.
"Bu koku ne lan? Biz alışmışız taşak kokusuna, am kokuyor burası sanki?" dedi. Bu sefer ben güldüm "okuldan kaçıp hatunla buluştum abi, ev ahalisi erkenden gelince de yıkanamadan kaçmak zorunda kaldım, ondan geldim hamama" dedim. Gözleri açıldı fal taşı gibi.
"Helal genç!" dedi. "Hakkını vermişsin hatunun belli ki!"
"Verdik abi, endişelenme sen!" dedim.
"Dur yıkayayım seni sonra da gusül abdesti alırsın" deyip su dökmeye başladı üstüme. Bu sefer beni yıkarken tavırları değişmişti, genç oğlan çocuğu değil olgun erkek yıkar gibi yıkadı. Geçen gün sikmeye kalkıştığı oğlan gitmiş bugün karısını saatlerce siken erkek gelmişti karşısına ama bilmiyordu tabii bu am kokusunun karısının amından geldiğini. Sikimi taşaklarımı iyice sabunladı "sen arkanı yıkarsın içeride" dedi elini götüme atmaya cesaret edemediğini belli edip. 'Hah şöyle!' dedim içimden "ben içerde yıkarım abi sıkıntı yok sen kalan kısımları hallet yeter" dedim. Güzelce yıkayıp keseledi, köpüklerle kaplayıp tertemiz yaptı beni.
"Sağol abi" deyip göbek taşına geçip uzandım biraz. Vaktim vardı daha. Gözlerimi kapatıp kaplıcanın içinde su seslerini dinlerken biraz önce altımda inlete inlete siktiğim Meltem Abla, bana bu seks ortamını sağlayan Serhat Abi, az önce karısını siktiğimden habersiz sikimi taşağımı yıkayan İsmail Abi, annelerini siktiğimden ve eve apar topar geldikleri için son anda evlerinden kaçtığımdan habersiz benimle sohbet eden çocuklar teker teker gözümün önünden geçti. Sonra annem, babam, ablam ve kız arkadaşım geldi aklıma. Ne ilk düşündüklerim sikimi kıpırdattı ne de sonrakiler kalbimi dağladı. Böyle bir şey miydi hayat? Acılarla zevklerin iç içe geçtiği, dün seni sikmeye kalkanın bugün taşaklarını yıkadığı, sana acıyan kadını altında acıta acıta zevkin doruklarına ulaştırdığın bir girdap mıydı hayat? Sonunda beni yutacak bir döngü müydü yaşadıklarım yoksa yeni gün, dünün küllerinden mi doğacaktı? Bunları düşünüp biraz uyuklayıp çıktım kaplıcadan. Her gün 'ben artık eski ben değilim' diyordum...
#sex hikayeleri#bursa#sex hikaye#evli çift#swinger çift#türk çift#bursanilüfer#bursa osmangazi#çekirge#kükürtlü#tophane
59 notes
·
View notes
Text
toplumumuzda değişik kodlamalar var. oku, işe gir, evlen, çocuk araba ,ev, emekli ol bu mühteşem yediliyi tamamak için çıldırıyorlar. insanalr 25inden sonra okumayı, yazmayı, düşünmeyi, dinlemeyi bırakıyor. evim, cocugum kocam kendimi adadım... kendinizi birine adayınca herşey mükemmel olmuyor. kendine de vakit ayır. bir çay iç, 10 dk kitap oku, iş yaparken kendini geliştirmeye yarayacak birşey dinle , arkadaşlarınla fikri şeyler konuş..
yok o okul bitip, işe girildiği an bu saydıklarımız tamamı boş, bekar ve çocuksuz insan uğraşı olarak görülüyor.
en önemli 100 şey listesi yapılmış ilk 2 sırada zaman yonetımı ve öncelikler sırası yer almış. yemek yaparken aç faydal�� bişey dinle , sabah 30 dk bişeyler oku, birşeyler izle. evet hayat bazen yogun olur ama insanın 24 saatte bir 10 dksı olmalı kendine ayıracagı..
bazı insanlar goruyorum bu mühteşem 7liden başka hayalı yok. gerçeklik dediği şimdinin içine tıkılmış kalmış..
malesef 30una gelmiş, yorgun, yılgın insan dolu etraf.
birde gittim, gördüm. yedim tayfa var.
bunların hepsi anlık zevkler. okudum,dinledim, düşündüm 3lüsünün doyumu ve lezzetini hiç bişey veremiyor..lütfen öğrenmeyi bırakmayalım.
şuan o kadar çok imkan var ki... bunların arasında öğrenmeye sırtını dönmek için insanın inat ediyor olmadı gerekir .
ömür dediğin hep cabalama, ilerleme , faydalı olma ile ilgili olmalı. diğer türlüsü eziyetten başka bişey olmaz.
kendinden, evinden kaçan, kendinden uzağa düşmüş bir sürü insan yığınıyız. almak, görmek, göstermek gibi mühteşem uğraşlarımız var. ama malesef ki bunlar insanın ruhuna şifa olmuyor.
kendimize aldığımız şey 30 dk mutlu ediyorsa, birine ufak bir yardım etmek tüm günü güzelleştiriyor ve anlamlı kılıyor. bu anlamdan uzaklaştıkça mutsuz ve hasta ruhlara dönüşüyoruz .
zamanını nasıl yönetiyorsun? öncelik sıralamada neler var?
öncelişin en hamarat, en temiz, en iyi eş, en iyi anne olmak varsa ve sürekli etrafında ki hayali düşmanlarını geçmeye çalışıyorsan malesef ki başka hiç birşeye vakit kalmaz..
ama en olma arzunu bırakırsa yoluna bakarsan mutlaka ki başka şeylere de vakit kalacaktır..
malesef ki bir fotoğrafı editlemek için 30 dk harcayınca başka şeylere haliyle vakit kalmıyor.
bunöarı hepimiz yapıyoruz. yapma oranımız değişince başka şeylere vakit kalıyor.
etrafım umutsuz, hayalsiz, neşesiz insanlarla dolu .
insan sokakda ağır başlı olur, evinde, dost meclisinde neşeli olur. neşemizi alan ekonomi, yada siyasi meseleler değil, kendi seçimlerimiz. hayatımıza biçtiğimiz kaftan ruhumuzun mevsimine uymuyor.
4 notes
·
View notes
Text
ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)ESKİDEN.....
*Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
* Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
* Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı,macun şeker,susamlı şeker,pamuk helva,kestane satılırdı.5 kuruşa ince bir dilim şam tatlısı,alırdık.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı !!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır, bize verilemezdi !! Biz ona o bize bakardık.
* İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik !!
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı . Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandik.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* Okulda, Kürt ,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak , geleneklerimize aykırıydı,ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
* Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Erkek çocuklar misket,kuka,bezden yapılmış topla futbol oynarlar;kızlar daha çok ip atlarlardı.
* Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
* Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardi.
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu. * Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
(alınt)
2 notes
·
View notes
Text
Hayatımla ilgili büyük bir karar aldım.
Okulu bıraktım. Üniversite sınavına girmeyeceğim. Bilgisayar kursuna yazılıp yazılım öğreneceğim. Oradan bana diploma verecekler ve ben şirkette çalışmaya başlayacağım. Umarım doğru bir karardır. Umarım pişman olmam. Yarın kitaplarımı toplayıp dolaba kaldıracağım. Son kez.
11 yıllık okul hayatım burada bitti.
Kitaplarımı sevdim, onlar hiçbir zaman bir sıranın üzerinde durmasalar bile.
Okumayı sevdim, gerçekten sevdim. Evdeki büyük yemek masasını okul sırası hayal ettiğimden beri.
Okula başlayacağımı abime haber verirken ki sevincim hala aklımda.
Ve burada biter.
Kursağımda kalmış bazı hayallerle yarım bir son.
3 notes
·
View notes
Photo
*BİR VEFA ÖRNEĞİ* Adam 48 yıl önce ki ilk okul öğretmenini parkta görünce utanarak yanına yaklaşıp ; "Hocam beni tanıdınız mı"? dedi. İhtiyar öğretmen, "Hayır tanıyamadım"! dedi. Adam :"Hocam nasıl tanımazsınız?!...Ben ilk okul öğrenciniz M....A...Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu.Ben almıştım.Sizde :"Herkes ayağa kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım," demiştiniz."Ben utanmış çok korkmuştum.Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacaktım diye soğuk terler döküyordum.Sizden ikinci bir komut daha geldi.Şimdi herkes gözlerini kapatsın,".Ortalarda bir yerdeydim. Aranma sırası bana gelmişti.Saati cebimden sessizce almış, son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz.Sonra bizi yerlerimize oturtup bana ve hiç kimseye bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı...Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım.Her aklıma gelişinde sarsıldım ve kendimi sizden kalan örnek davranışın gölgesinde hissettim.Mahcubiyet çok zor bir durum.Hocam siz bu utancı yaşatmadınız. Yaşasaydım unuturmuydum, doğrusu bilmiyorum.Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım.Hocam şimdi hatırladınız mı beni?.İhtiyar öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine bakarak : "O olayı sen anlatınca hatırladım".Sizlere" gözlerinizi kapatın dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım.O yaştaki her çocuğun, özellikle öğrencime karşı içimde olumsuz bir düşünce oluşsun istememiştim.Kimin cebinden çıktığını da bilmiyordum. O senmiydin?." Çocukların ruh dünyasını mütehassıs bir hekim gibi okuyan Mevlâna gönüllü, sevgi ve şefkat abidesi öğretmenlerimize selâm olsun.Hayat dersini iyi alan, vefâ ehli öğrencilere de selâm olsun. *(Alıntıdır)* . (Niyazi Türkmenoğlu Anadolu Lisesi) https://www.instagram.com/p/CpFYmj2rbv8/?igshid=NGJjMDIxMWI=
6 notes
·
View notes
Text
Kasım 4
Geçen haftanın yoğunluğu şu an bile başımı döndürüyor. Pazartesi ve salı günlerinde yatmışken bir anda tempoya başlayınca neye uğradığımı şaşırdım ister istemez. Çarşamba günü kurs, perşembe yazı atölyesi, cuma günü bebelerimle eğlenmece ve cumartesi günü de atamı ziyarete gittik.
Yaşlanmışım.
Bahsetmek istediğim asıl gün cuma günü. Sabah altı buçuk gibi kalkıp otobüs kalkış saatine yetişmeye çalıştım. Hemen otobüse geçtik ve neler yapacağımız hakkında konuşmaya başladık. Temelde 2 gruba ayrılmıştık: dışarda ve içerde şeklinde. Dışardaki grup yerlere çeşitli oyunlar çizecek, diğer grup da derslere girip çocuklara oyun oynatacaktı. Gittiğimiz okul ilkokul+ortaokul şeklindeydi ve çok şubeleri yoktu. Sın��f başına 2 kişi düşmesi gerekirken bazı ayarlamalar sonunda ben tek kişi olarak 3/B sınıfının yolunu tuttum. Ne kadar telaşlandığımı anlatamam çünkü hazır değildim işte. Meslekteki korkum da o aslında. Yapacaklarımızın, diyeceklerimizin çocuklar üzerinde nasıl etkileri olduğunu derslerde öğrendikten sonra bir şeyler yapmaya çekiniyor insan ister istemez. Bu stresle beraber en üst katın yolunu tuttum. Kapı önünde girsem mi girmesem mi diye kendi içimde hesap yaparken hocanın da gelmesiyle sınıfa girdim.
16 çift heyecanlı, meraklı gözler... Çocuklarım benim. Başta hocayla kısaca konuştuktan sonra sınıfa dönüp kendimi tanıttım. Ve her öğrenciye adlarıyla hitap ederek tanıştım. Bir anda öğrenemezdim elbette o yüzden minik bir isim oyunu oynadık. Ritimli bir şekilde kendimi tanıttım ve benden sonraki kişinin de ilk beni sonra kendisini, sonraki kişinin de ilk beni sonra arkadaşını ve en son kendisini tanıtacağı şeklinde ilerleyen bir oyundu bu. Sonrasında yarı yarı kendime güvenirken beni denemelerini istedim. Miraç, Ravza, Nisa, Furkan, Şengöz Ömer, Ömer Bulut, Erdem, Ahmet, Eymen, Tuana, Ahsen, Mehmet, Zeynep, Hifanur, Yusuf ve Mustafa. Sıra düzenleri U şeklindeydi sadece 4 kişinin sırası önde duruyor, O gibi gözüküyordu daha çok.
Neysem.
Adlarını ezberlediğim için çocuklarımın sevinci dışında hocanın şaşkınlığı da vardı sınıfta. Kaç haftadır kendisinin bile zor ezberlediğini söyledi. Biraz gururlandım. Oysaki bu oyundan önce yüz hafızam pek iyi değildir diye belirtmiştim çocuklarıma.
Arada sırada bana bir şeyler vermek isteyen öğrencilerim vardı. Bu yıl da hazır meslek etiği dersini alırken onları maalesef ki geri çevirmek zorunda kaldım. Başta -kulüp kuralı olarak- not bile alamayız diye bilirken sonradan bunun doğru olmadığını öğrenmem ile birlikte sonrasında yaptık bir şeyler.
Başta sınıfın bana alışması açısından sevdikleri oyunları sordum ve onları oynadım. Deve-cüce, Simon diyor ki, gece-gündüz gibi oyunların yanında akıllı tahtadan çarkıfelek, tabu, adam asmaca gibi oyunlar da oynadık. İlk dersten sonra sınıfın öğretmeni beni öğrencilerle başbaşa bırakmış, biraz daha rahatlamıştık.
Birkaç kriz durumu olsa da bir şekilde toparladım ama iki tanesi biraz zordu. Bir tenefüs arasından sonra çocuklarım sınıfta kavga var diye beni çağırdılar. Hemen sınıfa koştuğumda hiçbir şey yoktu. Olayı sorduğumda Eymen'in arkadaşlarını rahatsız ettiğini, vurduğunu söylediler. Olanları anladıktan sonra zaten yanımda olan Eymen'in hizasına inip nedenini sordum, cevap yoktu. Sınıfı biraz sakinleştirdikten sonra bunlar kendisine yapılsa onun da bunu sevmeyeceğini söyleyip tartıştığı kızı gösterdim ve özür dilemek ister misin diye sordum. Başını aşağı yukarı sallayınca elinden tutup kızın -Hifanur'un- yanına gittik. Dile bakalım diye teşvik verdikten sonra tokalaştılar. İkiniz de iyi misin, diye sorup onlardan da onay alınca oturabileceklerini söyledim. Sonrasında Hifanur, kendisinden özür dilenmiş olsa da bunun burada bitmeyeceğini, her böyle olduğunu söyledi. Ondan destek alan sınıf hemen başladılar gürültüye. 15 kişi benim üstüme çullansa bir anda ben de ne yapacağımı şaşırırdım, hemen toparlanıp sınıfı sessizleştirdim -böyle demek de garip oldu sınıfı toparladım işte-. Ve öğretmen modum açıldı:
"Hayatımızda sevdiğimiz insanlar olduğu kadar sevmediğimiz insanlar, bizi seven insanlar olduğu kadar sevmeyen insanlar olacak. Herkesi sevmek zorunda değiliz ama herkesle bu tür ortamlarda iyi geçinmek zorunda kalabiliriz. Mesela yurtta kalan biri olarak ben kimseyi tanımıyordum odada ama hepimiz aynı odada uyuyor, ödev yapıyor, su içiyoruz. Tanımıyorduk birbirimizi ama tanıştık sizler gibi. Şimdi diyeceksiniz hiç sıkıntı olmuyor mu? Olmaz olur mu? Olduğu zaman iki taraf da kendini açıklıyor 'Ben bundan rahatsızım, şundan rahatsızım.' diye. Ve bunlara göre de orta yolu buluyorlar. Mesela gece birisi flaş mı açtı ve rahatsız mı oldum ben ondan. Sadece ben flaştan rahatsız olduğumu o da ışığa ihtiyacı olduğunu söylerse olayı çözemeyiz. Ama ışığı az kısma orta noktasında buluşursak çözebiliriz."
dedim. Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir hem sizlere hem çocuklarıma.
Yarım saatlik yemek arasından sonra dışardaki oyunlarına geçmeden ki son dersimizde onlardan bana not yazmalarını istedim. Biraz çekingen olsalar da "Bana boş bir A4 verseniz de sizden geleceğinden dolayı ben onu yine de saklarım." dedikten sonra hemen başladılar karalamaya. Tahtadan arka plan müziği -Disney müzikleri lütfen- açtıktan sonra hemen harıl harıl başladılar yazmaya. Kimisi resim çizmiş, kimisi not yazmış, kimisi kağıda zarf şeklini verip mektup yapmış, kimisi de kağıda yazı yazıp üzerine bant yapıştırıp üstünü tahta kalemiyle boyayıp kazı-kazan efekti vermişti. Çok yaratıcı benim yavrularım. Kağıtları alırken hepsine güzel olmuş demenin yanında onlara özel yorumlar yaptım ki geçiştiriyorum sanmasınlar onları. Notların sonuyla tenefüs zili çaldı ve bahçeye geçtik. Bütün okul halat çekme, ip atlama, voleybol, halka, pinpon topunu geçirme gibi oyunlar oynadık. Yüzlerini boyadık, balonlar dağıttık, iki palyaçomuzla oyunlar oynattık ve sonda da veda ettik. Hep ağızlarından düşmeyen 'Bir daha gelecek misiniz?' sorusuna evet diyememek üzdü beni. Her öğrencimle vedalaştım ve özellikle Eymen'in neşeli bir yüzle "Görüşürüz öğretmenim!" diyişine gülümseyerek "Güle gülee!" dedikten sonra bir yere çömerek tatlı yorgunluğuma güldüm.
Şimdi de sizi notlardan birkaçıyla baş başa bırakıyorum.
0 notes
Text
21 yıl önce sular altında kalmıştı! Görenleri hüzünlendiriyor
Köyünün geçmişine sahip çıkan Korkmaz’ın topladığı yaklaşık bin parça arasında cami minaresi, Atatürk büstü, gramofon, gaz lambası, taş bulgur değirmeni, bakkalın ekmek dolabı, inek pulluğu, okul sırası, mezar taşı, kamış sepet, rahle, minare alemi, tahta beşik ve tüfek gibi farklı alanlardan eşyalar bulunuyor. KAYNAK: NTV Haber
View On WordPress
0 notes
Text
Okul Sıraları Hakkında Bilinmesi Gerekenler
Okul sıraları, öğrencilerin eğitim hayatında önemli bir rol oynar. Birçok öğrenci, sınıfta uzun saatler boyunca oturarak çalışırken sıraların ergonomisi hakkında hiç düşünmez. Ancak, doğru bir sıra seçimi, öğrencilerin rahat bir şekilde çalışmalarına yardımcı olabilir.
Doğru Yükseklik
Öğrencilerin çalışma pozisyonları, sıralarının yüksekliği ile doğrudan ilişkilidir. Sıraların yüksekliği, öğrencilerin ellerinin ve kollarının doğru bir şekilde yerleştirilmesini sağlamalıdır. Böylece, öğrenciler uzun süre oturduklarında bile postürlerini koruyabilirler.
Doğru Oturma Yüzeyi
Sıraların oturma yüzeyleri, öğrencilerin rahatlığı için de önemlidir. Oturma yüzeyleri, öğrencilerin vücut ağırlığını eşit bir şekilde dağıtabilecekleri ve kan akışını engellemeden oturabilecekleri şekilde tasarlanmalıdır.
Malzeme Seçimi
Sıraların malzeme seçimi de önemlidir. Öğrenciler, sınıflarda uzun saatler boyunca oturduklarında sıcak veya soğuk yüzeylere maruz kalabilirler. Bu nedenle, sıraların malzemesi, öğrencilerin konforunu artırmak için uygun olmalıdır.
Sonuç
Okul sıraları, öğrencilerin rahat bir şekilde çalışabilmeleri için doğru yükseklik, oturma yüzeyi ve malzeme seçimine sahip olmalıdır. Doğru bir sıra seçimi, öğrencilerin uzun süreli çalışmaları için önemlidir ve postür problemlerini önleyebilir.
#okul sıraları#öğrenci sıraları#anaokulu sırası#ankara öğrenci sırası#derslik sırası#eğitim sırası#ilkokul sırası#imalattan öğrenci sırası#lise sırası#mdf okul sırası#müzik masası#müzik masası fiyatları#müzik sırası#öğrenci sırası ankara#öğrenci sırası fiyatları#öğrenci sırası imalatı#ortaokul sırası#ucuz okul sırası#üreticiden okul sırası
2 notes
·
View notes
Text
CHP’li Yazgan iktidara yüklendi
https://pazaryerigundem.com/haber/175409/chpli-yazgan-iktidara-yuklendi/
CHP’li Yazgan iktidara yüklendi
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Edirne Milletvekili Ahmet Baran Yazgan, TBMM Genel Kurulu’nda Edirne’nin sorunlarını kürsüden anlattı.
Erdoğan DEMİR / EDİRNE (İGFA) – CHP Edirne Milletvekili Ahmet Baran Yazgan, 4 Haziran’da TBMM Genel Kurulu’nda söz alarak, kürsüden Edirne’nin sorunlarını anlattı. Sözlerine “Tarihiyle, turizm olanaklarıyla, konumuyla eşsiz bir noktada olmasına karşın hak ettiği değeri görmeyen Edirnemizin sorunlarını anlatmak için kürsüye çıktım” ifadeleriyle başlayan CHP’li Yazgan, “Yanı başımızdaki Yunanistan, Bulgaristan ve hatta Romanya vatandaşları sadece kimlikleriyle Edirne’ye geliyorlar, yiyorlar, içiyorlar, mutfak alışverişlerini bile burada yapıyorlar. Edirneliler de vize sırası bekliyor; bu ekonomik krizde gidilebilirse tabii. Edirneliler bize soruyor, biz de iktidara soruyoruz;biz ne zaman bir Bulgar, bir Yunan ya da bir Romanyalı gibi kimliğimizle yurt dışına gidebileceğiz?” sorusunu yöneltti.
‘EDİRNELİLER EDİRNE’DE DURAMIYOR’
Edirne doğumlu 504 bin kişi bulunduğunu ancak bunların 285 bininin Edirne’de yaşadığını vurgulayan CHP’li Yazgan, “Yani 219 bin kişi doğduğu bu ilde değil, başka bir ilde yaşıyor. Edirnelilerin neredeyse yarısı Edirne’de duramıyor. Bu, Edirne’yi görmezden gelen, istihdam yaratmayan, tarımı desteklemeyen, sanayiyi anlamayan bu iktidarın suçudur. Bu sene hızlı tren yatırımı dışında neredeyse hiçbir icraatınız yok, buna ayrılan bütçenin de yarısı Avrupa Birliği fonu, yani bizim projemiz değil” ifadelerini kullandı. CHP’li Yazgan, Edirne’nin sorunlarının saymakla bitmediğini, iktidarın Edirne’de sınıfta kaldığını belirterek, şunları kaydetti:
“Yıllardır Edirne merkezde yeni okul açılmıyor. Yeni kurulan ve yaklaşık nüfusu 10 bin olan Cumhuriyet Mahallesi sınırları içinde ne bir ilkokul var ne de bir ortaokul. Edirne merkezde Plevne İlkokulu’nun mevcudu bine dayanmış, sınıf başına 32 öğrenci düşüyor. Bu mu Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliniz sizin? Keşan’da depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle boşaltılan iki okuldan biri iki yıldır, diğeri ise bir yılı aşkın süredir yeniden inşa edilmeyi bekliyor. Bu nedenle, diğer okullarda ikili eğitim yapılmak zorunda kalınıyor.”
ERGENE NEHRİ TEPKİSİ
Çiftçilerin sorunlarına da değinen Yazgan, Edirne’nin Türkiye’nin en önemli tarımsal üretim merkezlerinden biri olduğunu vurgulayarak, “2023’te en çok çeltik ve ayçiçeğinin üretildiği kenttir. Peki, çeltiğin sulaması nereden yapılıyor biliyor musunuz? Kirliliğiyle meşhur olan Ergene Nehri’nden yapılıyor. Edirne’nin önemi verilerle ortada. Peki, iktidar ne kadar önem veriyor? Edirne kırsal kalkınma destekleri verilen 42 il arasında yok. Buğday biçiliyor ama ortada hâlen alım fiyatı yok. TMO’nun depoları dolu ağzına kadar, buğdaylar taşıyor ama ithalattan vazgeçmişler mi? Bu da yok. Kısacası bu iktidar ‘yok, yok, yok iktidarı’dır” ifadelerini kullandı.
Yazgan, Edirne’nin kültürel önemini de TBMM’de kürsüden anlattı. İstanbul’un atası, serhat şehri Edirne’nin kültür başkenti olarak da anıldığını söyleyen Yazgan, “Edirne, sadece Kırkpınar ve Selimiye Camisi’nden ibaret bir şehir değildir. Yüzlerce tarihî eser harabe hâlde. Yılda 10 eser ihya edilse tamamlanması en az elli yıl sürer. Birkaç yılda bir yapılan tek tük restorasyonlarla lütfen göz boyamaya devam etmeyin. Bir göz boyama hikâyesi daha; Uzunköprü Ergene Stadyumu yıkılalı üç yıl oldu, yerinde stat yok. Edirne 25 Kasım Stadyumu yıkılıyor, yerine stat projesi yok. Sizlere soruyorum; bu topçular toplarını sokakta mı oynasınlar?” dedi
Yazgan, Keşan-Enez yoluna ilişkin sıkıntıları da anlatırken, yaşamını yitiren eski CHP Edirne Milletvekili Erdin Bircan’ı andı. Yazgan, şunları kaydetti:
“Keşan-Enez yolumuz yıllardır kanayan yara, özellikle yazın yoğun şekilde kullanılıyor ve kazaya davetiye çıkarıyor. Türkiye’yi duble yollarla donattığını söyleyen iktidar, bu yolun ihalesini ancak yapabildi. Bu yol ne zaman bitecek? Edirnelilerin gönül rahatlığıyla kullanabileceği yolu ne zaman olacak? Edirnelilerin vergilerini bari bir kez olsun Edirne için düzgün harcayalım. Şu yolu da bitirin ya. Vekil olduğumda dediler ki ‘Kendini parçalasan da bu yolu yaptıramazsın, yapmazlar.’ Bari rahmetli Erdin Bircan vekilimizin memleketinin yolunu onun hatırına yapın. Bu görevin başındayken rahmetli oldu, onun hatırına bu yolu bitirelim.”
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Teşvik Kapitalizmi
✍🏻 Sinan Kemal
https://www.gundemarsivi.com/tesvik-kapitalizmi/
Devlet şeker üretemez, çikolata üretmez, işine baksın diyen neoliberaller, devletin burjuvalara düşük faizli kredi vermesine ses çıkarmaz. Dikkat ettiyseniz ülkemizde kamu bankalarının özelleştirilmesi hiç gündeme gelmedi, çünkü kapitalizmin istediği ucuz ve pek çoğunun da geri dönmesiz kredileri, fakirlerin vergiler ile oluşan hazineden karşılanmalıdır.
Kapitalizm, serbest piyasa rejimi değildir. Büyük burjuvaların çıkarını koruma rejimidir. Adam Simth bile İskoçya gümrük bakanıyken, İngiltere’den gelen kumaşlara fahiş gümrük uygulamıştır. (1) Altmışlarda ortaya çıkan Neoliberalizmin sloganı, güçlü devlet ve serbest piyasa, lakabı da askeri keynesyenliktir. (2)
Rönesansı, reformu pas geçen, sömürgeciliğe katılmayan, sanayileşmemiş, sanayileşmiş gibi görünse de markalaşmamış ülkelerin, milli burjuva ve yerli dev şirketler yaratma hayali vardır. Bu ülkelere Osmanlı’da dahildi. Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin düzeni kitabının bir kısmını buna ayırmıştır. (3) Hatta padişah Abdülhamit, şehzadeliğinde ticaretle uğraşmış ve bizzat öz torununun anılarına göre padişahken bile borsa oyunları oynamıştır. İttihat ve Terakki ise bu yolda savaş zenginleri yaratmış, savaş sırasındaki vurgundan zengin olan ve Macar metreslerine binlik banknotlardan yatak hazırlayan bu zenginler, İttihatçıları da yüz üstü bırakmıştır.
Cumhuriyet döneminde de bu alışkanlık devam eder. Bu sefer balık kralı, kömür kralı gibi ticaret tekelleri oluşur. Bazı tüccarlar sermaye biriktirsin diye, belli iş kollarının onlara bırakılmasıdır bu teşvik. Yer yer müteahitlerin fazla kazanması sağlanarak da bu yapılmıştır. (Vehbi Koç, Hayat Hikayem adlı otobiyografisinde bunu ballandıra ballandıra anlatır.)
Bu teşviki kredi olarak verilmesi, daha önce bankalar aracılığıyla olurken, Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasıyla beraber (İller Bankası ve diğer bir kaç kurumla beraber, Kalkınma Bakanlığı kurumuna devredilmiştir.), banka dışı yollardan, doğrudan kamu eliyle olmaya başladı. Emin Çölaşan, kitaplarında (Turgut Nereden Koşuyor, Önce İnsanım Sonra Gazeteci başta olmak üzere, bugünlerde yeni baskısı olmayan kitapları. Nadirkitap, Kitantik gibi sitelerde bulunabilir) yazdığına göre, Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatını tamamen burjuvalara teşvik kredisi verme kurumuna dönüyor. (4)
Emin Çölaşan’ın, Turgut Özal ile bu günlerin gençlerinin deyimiyle toksik bir ilişki oldu, Özal ölene kadar. İkisinin tanışması, Çölaşan’ın üniversite yıllarına dayanır. Çölaşan ODTÜ’de okurken, Genelkurmay başkanlığında askerliğini yapan Turgut Özal’da matematik derslerine girmektedir. (Gene askerliğini yapan Süleyman Demirel ile sonradan hem fizik profesörü, hem de politikacı olacak Erdal İnönü’de üniversite de derslere girmektedir.) Özal, Çölaşan ve arkadaşlarını sınavda kopya çekerken yakalar ama ispatlayamaz. (Bunu, Çölaşan anlatmaktadır.) Bu ilk karşılaşmalarıdır. Daha sonra Çölaşan, Devlet Planlama Teşkilatında çalışırken, Özal, teşkilatın müsteşarı olarak amiri konumundadır. Özal, teşkilatı burjuvalar için ucuz kredi merkezine dönüştürür. Çölaşan’da memurluğu ile ele geçirdiği bilgilerle gazetecilik yapar. Sözde takma isim kullanır ama herkes bilir. Bazı yazılarını da açıkça yazar. Hatta Milliyet gazetesinin düzenlediği Ali Nail Karacan Yazı Yarışmasını iki kere üst üste kazanır. Özal’la sürtüşmesi sonucunda kurumdan kovulur ama babası olan, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün ilk genel müdürü Ümran Çölaşan’ın çabaları ile kovulduğu kurumdan tavsiye mektubu alır. Sonra sırası ile Maliye bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Petkim’de, hem memurluk, hem gazetecilik yapıp, kovulur. En sonunda 1977’de, otuz beş yaşında memuriyeti tamamen bırakıp, Milliyet gazetesinde gazeteciliğe başlar.
Biz teşvik konusuna geri dönelim. (Özal’ın Neolibralizm-Neoklasik okul peygamberliği ve Özal-Çölaşan toksik ilişkisi ayrı ayrı konular) Teşvikçilik, 12 Eylülden sonra hızla yaygınlaştı. Doksanların başında, özelikle Güney Doğu Anadolu’da komediye dönüştü. Ortalık sözde fabrikalardan geçilmez oldu. Birkaç kişiye maaş bile vermeyip, SSK (SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı henüz birleşip SSK olmamıştı) pirimini ödeyen sözde fabrikalardan alınan krediler, gene bankalardan faizle işletilerek, kazanca d��nüştürüldü. Aydın Doğan ve Dinç Bilgin medyası, Tansu Çiller ve DYP’ye sırt çevirdiğinde, bu holdinglere aktarılan astronomik teşvikler ifşa edilmişti. (5)
Günümüzde ise teşvik sadece kredi olarak da verilmiyor. İşverenler, ÇEDES yada stajyerlik adı altında öğrencileri yok pahasına (bazen yemek bile vermeden) çalıştırdıkları yetmiyormuş gibi, (6) İŞKUR gibi kurumlar aracılığı ile çalıştırdıkları işçilerin sigortası devlete ödetmektedirler. Şirketler, kırk yıllık çalışanlarını bile, işe yeni başlayan kursiyer gibi göstermekte, işçiler her iş değiştirdiklerinde kursiyer olmaktadırlar.
Burada bir de değil ben gibi aslında öğretmen, amatör bir blog yazarının, en acar gazetecilerin bile bilmediği ne teşvikler var. Hatta bazıları kredi bile değil, hibe. Halka yıllarca kamu iktisadi kuruluşları zarar ediyor, hazine bu zararı ödememeli diyenler, daha fazlasını özel sektöre ödüyor.
Sinan Kemal
#Kapitalizm #Neoliberalizm #oligarklar #özelleştirme #Siyaset #tarih #sömürü #teşvikkredisi #yüksekfaizler #hırsızvar
0 notes
Link
Okul sıraları, öğrenci konforu gözetilerek üretimi yapılmaktadır en iyi okul sırası modelleri fiyatı bilgisi için bilgi alın.
www.hollywoodsandalye.com/okul-masa-sandalye/okul-siralari/
0 notes
Link
Eğitim ortamlarının ve konferans salonlarının kalitesi, öğrenme deneyimini etkileyen temel unsurlardan biridir. Fetalab.com, sunduğu modern ve fonksiyonel okul sıraları, konferans salonu mobilyaları ve öğrenci masaları ile eğitim kurumlarına ve işletmelere özel çözümler sunmaya devam ediyor. Okul Sırası Fiyatları: Fetalab.com, geniş ürün yelpazesi içerisinde çeşitli tarz ve özelliklere sahip okul sıraları sunmaktadır. Sade ve şık tasarımların yanı sıra ergonomik özelliklere odaklanan bu sıralar, öğrencilerin rahat ve etkili bir öğrenme deneyimi yaşamalarını sağlar. Ayrıca, uygun okul sırası fiyatları politikası ile eğitim kurumlarının bütçelerine katkı sağlar. Konferans Salonu Çözümleri: Kurumsal etkinlikler ve konferanslar için ideal çözümler sunan Fetalab.com, konferans salonu mobilyaları ile modern ve şık bir atmosfer yaratmanıza yardımcı oluyor. Konforlu koltuklar, işlevsel masalar ve ses sistemi entegrasyonu gibi özelliklerle donatılmış bu ürünler, etkinliklerinizi daha etkileyici hale getiriyor. Öğrenci Masaları: Fetalab.com'un öğrenci masaları, çağdaş eğitim standartlarına uygun olarak tasarlanmış ve üretilmiştir. Dayanıklı malzemelerden yapılan bu öğrenci masaları, öğrencilerin rahatlıkla çalışmalarına ve etkileşimli bir öğrenme ortamında yer almalarına olanak tanır. Farklı boyut ve renk seçenekleri ile okulunuzun veya kurumunuzun estetik ihtiyaçlarına uygun çözümler sunar. Fetalab.com, kalite, estetik ve fonksiyonelliği bir araya getirerek eğitim ve konferans ortamlarınızı mükemmelleştirmeyi hedefliyor. Müşteri memnuniyetine odaklı hizmet anlayışı ile eğitim kurumları ve işletmeler için ideal mobilya çözümleri sunmaya devam ediyor.
0 notes