#neyse asla pişman değilim
Explore tagged Tumblr posts
youdrewstarstomyscars · 5 months ago
Text
Ben bu lanet diziye nerden başladım
17 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 7 months ago
Text
Tumblr media
HAYAT BANA BİR BORCUN VAR
Nedenlerin, niçinlerin peşini bıraktım artık.
Yaşanmış yılların hesabını tutmaktan da vazgeçtim.
Kaybettiklerime, yenilgilerime üzülmüyorum da,
Sadece nasibim değilmiş demek ki diyorum.
Bir bir yolcu ettim yüreğime dert olan keşkelerimi.
Ruhumu gölgeleyen hüznümü de saldım gökyüzüne,
Yaşadığım tüm boranları kabullenip, eyvallah diyerek,
Eksilmiş yanlarımla devam ediyorum hayat denilen bu oyuna.
Bu kabulleniş pes ettim demek değil asla, pes etmedim.
Sadece kabullendim çünkü;
Nedenler ve niçinlerle yaşanmayacağını öğrendim.
Aslında çok iyi biliyorum, yaşadıklarımda bende suçlu değildim.
İyi insan olmayı öğrettiler bana, her zaman dürüst olmayı,
Canını çok yaksalar da sen sakın can yakan taraf olma,
Kimsenin ahını alıp sırtındaki yüküne yük katma.
Vebal ağırdır taşıyamazsın, sen sen ol doğruluktan ayrılma.
Dinledim hep onları, kalbimde kötülüğe asla yer vermedim.
Her yüzüme güleni dost bildim, baş üstünde gezdirdim.
Kimseleri kırmamak için her defasında ben kırıldım.
En sonunda bende tükendim, dağıldım, paramparça oldum.
Çünkü ben iyi olmaktan hiç vazgeçmedim, doğru bu dedim.
Ama hep iyi niyetli olmakta doğru değilmiş bu hayatta,
Ben bu gerçeği ne yazık ki çok geç anladım.
Ama pişman değilim, ben yine doğrularımla yoluma devam ederim.
Şimdi herşeyi ardımda bırakıp, neyse diyorum geçmişe,
Yüreğimde umutla yeni pencereler açıyorum hayata,
Yaşıyorsam, her sabah yeniden bu hayata "MERHABA" diyebiliyorsam,
Demek ki yaşanacak güzellikler var,
BU HAYATIN BANA HALÂ BİR BORCU VAR...
Tumblr media
11 notes · View notes
darkcloudssblog · 2 years ago
Text
Pişman değilim yaşadığımız şeyler için Allah şahit. Seninle güzel anılarımız oldu. İyi ki tanıdım seni. Asla beddua etmedim, etmeyeceğim. Teşekkür ederim her şey için. Benden yana hiç şüphen olmasın aldatmadım seni. Öyle sağdan soldan gördüklerine duyduklarına inanma. Rüyamda bile aldatmadım seni. Ne kadar inanırsın bana bilmiyorum. Sadece hevesimi kırdın karşımda değilde yanımda olmayı seçseydin eğer daha farklı daha güzel olurdu her şey. Zor olurdu belki ama güzel olurdu.
Bak ben bu kafanın içinden çıkamıyorum. Bak ben sensiz kaç gece geçirdim.. Kafama silah bile dayadım. Kendimi balkondan aşşağı bırakmak bile istedim. Yapamadım. Hep bir umut dedim kendi içimde. Belki bugün değişir belki yarın değişir diye diye kaç gecenin sabahına sağ çıktım. Bak ben arkadaşlarımın vefat haberlerini aldım; hemde aileleri aradı beni. Bak benim senden başka kimsem yoktu. Hala arada bir gökyüzüne bakıp seni düşünür seninle konuşurum. Üzgünüm ama yapamıyorum artık. Hayallerim vardı o evle birlikte enkaz oldu. O şehirle birlikte yerle bir oldu. Yaşadığım, nefes aldığım şu 20 yıl bir anda toz oldu.
Bak benim kalbim yok. Birini sevmeyi bırak birini bile almadım almıyorum. Çok kişi tanımak istedi beni, bak senden başkasına tanıtmadım kendimi. Bak hayallerim bile yerle bir şimdi. Anlatsam anlar mısın bilmiyorum ama karşında olsaydım olabilseydim bağırarak söylerdim; ben daha karşıma alamıyorken seni; yanımda olmayı bırak karşımda durmayı bile seçmedin (belki). Üzgünüm ben artık seninle yapamam. Seninle savaşamam, savaşırsam eğer yine kazanırsın. Hep boyun eğdim sana. Her konuda haklıydın. Kendini sevmeyen bir başkasını sevemez. Her konuda haklı çıkmanı seviyordum belki de.
Neyse uzun lafın kısası; benim için olması gerektiği yerde, olması gerektiği gibi olmanı isterdim. Olmadı, olsun.
6 notes · View notes
freedomfromscratch · 3 months ago
Text
Merhaba Sevgilim..
Naber? :D
Böyle başlamak istedim, çünkü şu an inanılmaz heyecanlı, mutlu ve eğlenmiş hissediyorum. Tarihlerden 17 Aralık 2024 ama saat gece yarısını geçtiği için bu tarih. Şimdi güneş doğmadan yeni gün gelmediğini hesaplasak 16 Aralık desek tarihe olmaz mı? Lütfen olsun çünkü. (Bu cümleyi Yiğit Özgür eklentisi ile aratınca aşağıdaki görsel çıkıyor, en sevdiğim karikatürlerden. O sebeple gözünün önüne bu gelsin diye ekliyorum buraya :D )
Her neyse, 16 Aralık kabul ediyoruz tamam mı? Çünkü doğum gününü burada 3 ya da 4 yıl önce kutlamışım, şimdi hesap edemedim bana hesaplatma sonra beraber bakarız. :D
Bu sebeple yine aynı tarih kabul edelim çünkü benim için doğduğum gün gibi bugün, seninle olduğum hatta sana en yakın olduğum ilk tarih bu. Dedim ya sana bu akşam, seninle yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim; evet, bu konuda inanılmaz ciddiyim. 2020 aralık ayına gidelim, yemin ederim yine aynı davranırım ve yine dibinde biterim. Yine öpmek için ilk adımı ben atarım, hayatım boyunca aldığım en iyi karar olduğunu düşünüyorum açıkçası. Yani asla pişman değilim. :))
Neyse konuyu dağıtmayalım, uzun zamandır senin için yapmak istediğim bir sürü şey var ama bir türlü seçemedim. Kafam doldu, taştı ve beni yordu. Taa ki bu akşama kadar yordu ve işte buldum. Sana verecek hediyeleri ilk kutladığım zamanda olduğu gibi 5e böldüm. 5 duyuna hitap edecek şekilde dizdim. Yine bir kutu var karşında evet, bu kez daha sade belki ama içeriği epey tatmin edici emin olabilirsin. 😅
Sırasıyla açtıracağım hediyeleri sana bu kez, ilk bu post. Bu senin hediyen, görmek ile alakalı gibi durabilir ama çok eğlenceli bir şarkı bırakacağım sana. Hayatın boyunca kulaklarında çalmasını istediğim bir şarkı ve çok komik olduğunu düşünüyorum. Dinle tamam mı? Sana eklediğim karikatüre bas ve dinle. Müzik kutusunda bu şarkıyı bulamayınca karikatüre ekleyip video oluşturmak zorunda kaldım. 😅
Yoo hayır romantik olamadım bu kez, çünkü istiyorum ki romantizmi zaten heeerrr zamannn en yükseklerde yaşadığımız için şimdiki şarkımız hayatımıza eğlence katsın. Seni çok seviyorum sevgilim, iyi ki doğdun. İyi ki varsın. İyi ki benimsin, iyi ki seninim ve iyi ki birbirimize aitiz.
İyi ki hayatımıza geç kalmadan en güzel yaşımızda bulduk birbirimizi ve biiiiir sürü iyi ki be aşkım. Gerçekten İYİ'Kİ BİZ!
Doğum günün kutlu olsun.. 🫂🤎
0 notes
isabellaorose · 3 months ago
Text
Bu yıl sandığımızdan inişli çıkışlı geçti..
Tumblr media Tumblr media
Sanırım ilk defa bir yıl içerisinde on beşten fazla olay yaşadım, ve bu yaşadıklarım sanki iki yıl öncesi gibi geliyor. Ama oysaki aklımda durmaya devam eden tüm olaylar 2024 senesinin on iki ay içerisinde hepsi yaşandı.. Kimimiz için depresif kimimiz için ise mutluluk verici bir yıl olmuş olabilir ama dönüp baktığımızda artık tüm geçmişi kabullenmemizi gösteren yeni bir yıl yaklaşıyor. Eh.. Yeni yıla girdiğimizde illa ki bir kaç sorunumuz devam edebilir. Ama size temin ediyorum yeni yılın nisan ayına kadar azalıp yeni pozitif veya negatif sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Şahsen bu yıl benim için hem avantaj hem de dezavantaj içeren yılım oldu. Öğrendiğim ve keşfettiğim fazla şey var ki bu öğrendiklerimden pişman değilim. Negatif olayları öğrensem bile! Ciddiyim eğer hayatınızın üzerinde bir tanıdığınız veya insan size kötülük yaptıysa bundan sakın sadece negatiflik aldığınızı düşünmeyin kesinlikle pozitif aldığınız bir yön var. Ne olduğunu soracaksınız değil mi? Asla unutulmaz olan tecrübelerinize işlenecek. Her yıl bizim için bir büyüme ise her yılda bizim için bir tecrübe puanıdır.
Aynı bir kedi her ay hızlı büyürken her ayda yürümeyi, yemeyi, saldırmayı, savunmayı, davranışsal özellikler edindiği gibi bir insan her yıl her türden tecrübe kazanmış olduğu gibidir. Bu yüzden "Tecrübe oldu." cümlesini asla kötü yönden bakmadım. Doğru, tecrübe olmuştu bunun a��laması veya yadırgaması hiç bir şeyi değiştirmeyecekti çoktan duyguları içine işlenmişti. Ağlamıştı veya kahkahalar atmıştı bir kaç dakikalar öncesinde yaşanan geçmişi değiştiremezdi ama onu güzelleştirebilirdi. Eğer yattığın oda kötü gözüküyorsa onu güzelleştirirsin değil mi? Zihnini ve düşüncelerini bir odaya benzet. Bu 2024 yılında yaşadığın o kadar kötü şeyin bir toz olduğunu ve kirlilik olduğunu odanda görüyorsun. Eğer odanda böyle bir kirlilik görüyorsan ne yaparsın? Tabii ki de orayı temizlersin. Dağınık mı gözüküyor? Düzeltip güzelleştirirsin. Geçmişinden gelen duvarda bir yarık mı var? Veya elektrikli matkap ile duvarı kötü mü deldin? O deliğin veya yarığın etrafına dallar çizerek o dallara çiçek çizebilirsin. Bu yaptığın görünümde sanki o delikten veya yarıktan çiçekler çıkıyormuş gibi görürsün. Böylece orayı güzelleştirsin. Oraya baktıkça artık canın yanmaz gönlüne bir canlılık katar. Bu yıl ki dertlerinde aynen böyle, o kötü yer ne kadar büyük olursa olsun orayı düzelt veya güzelleştir. Biliyorum oraya çiçek çizmek için fazla yorgunsun. Veya depresiflikten buna bile girişmek istemiyorsun. Ama düşünsene, yıl boyunca işkence çekmek ister misin? İstemezsin tabii. Kimse canının yandığı bir evren istemez. Bunun için çabala ve bundan asla pişman olmayacaksın. Belki de bu sadece basit kelimelerden oluşan klavye yazımıma teşekkür edeceksin yaptığında. Acılarımız ve sancılarımız.. Bizi yepyeni bir kişiliğe itiyor. Bizi ya kötü bir insan yapıyor, ya da iyi bir insan. Sanırım bu yılda sonunda yapmak istediğim noel kutlamasını gerçekleştireceğim. Ağaç aldım ve bir tonla süs eşyası. Odamın duvarlarını resimlerle doldurdum. Bir duvarda tahtadan olan resimli tablolar ve diğer duvarlarda çizdiğim resimler bulunuyor. Özellikle 3 yıl önce çizmiş olduğum resimlerim işime geldi onları da duvara yapıştırdım. Normalde sadece internet üzerinden en az 15 adetten oluşan manga panelli posterler sipariş edecektim ama dedim ki "Elimde çizim yeteneği varken neden poster satın alıyorum? Posterlerden daha büyük resimler çizerek odama güzellik katabilirim? Hem de el yapımı. Hem istediğim gibi manga paneli çizerim hem de roma dönemin de olan çizimleri!". Odama bu kadar güzellik katarken el becerilerimin ne kadar güzel olduğunu görmüş oldum. Sanırım cidden böyle bir deneyim yaşamak lazımdı. Eh.. Neyse! Kimler ağaç süslemek istiyor?
0 notes
autumnwwind · 4 months ago
Text
selamlarrr canlarımmm
Bugün fazla güzel başladım güne aynaya bakarken bile hoşuma gitti görünüşüm keşke okula belli formalarla değil de serbest gidebilseydik. O zaman daha istekli olurdum okula giderken.
Her pazartesi olduğu gibi bugün de denememiz vardı ama o kadar zordu ki 40 soru türkçe 1 saat sürdü zaten sonrasını Allah'a havale edip çıktım denemeden. Kütüphaneye indiğimde zaten sınıfın yarısı arkamdan teker teker geldi flsmödmmgdmmg zor olmasa belki ciddiye alabilirdim ama çok zor geldi ösym sormazzzz. Okuldan sonra normalde yurtta kaldığımız için sadece salı günü markete gidebilirdik ama bu sefer pazartesi olucakmış. Zaten öğrenir öğrenmez direkt parka gittik arkadaşımla. Hayatımda asla bırakmadığım beni içten içe yok eden tek somut elde tutulur şeyim sigara o da artık eskisi gibi hissettirmiyor, yakmıyor içimi aksine ısıtıyor. Tiryaki olmak artık bir espri gibi dendiği zaman gülesim geliyor.
Neyse nerde kalmıştım heh parka gittik işte sonra hoşlandığım çocuğu beklemeye başladık zaten onu görür görmez yüzüm hemen gülmeye başladı. Öyle bir his bırakıyor ki üstümde düşününce bile gülesim geliyor. Aşk değil bu artık aşk bir hevestir ama sevgi hoşlantı sanki içimde ebedi bir his gibi bitmiyor azalıyor artıyor ama asla tükenmiyor tek bir hareketine konuşmasına bakıyor. Şuan ikimizde 12. sınıf olduğum için açılamıyorum biliyorum reddedileceğim o yüzden ertelemişim gibi içimi rahatlatmaya aynı ortamda oluşumuzun sevincini çıkarmaya çalışıyorum. Şuana kadar çok belli ettim ama pişman değilim bende kendimi görsem dışardan tatlı bulur saçma bulmam o kadar hallerimi. Zaten onunla bir kaç saat parkta aynı ortamda olup sohbet etmek o kadar güzel ki sanki bir nimet benim için bu. Her tenefüsümü her boş dakikamı onu görmek için harcamak çok önemli sanki kalbime bunu borçluymuşum gibi hissediyorum . Onu gördüğüm her dakikayı kafamda kaydediyorum tekrar tekrar düşünüyorum ki unutmamalıyım. Neyse onu daha güzel başka bir zaman anlatacağım.
Tek bir anı anlatmak için bu kadar satır yazdığımı görünce bile mutluluk geliyor istemsiz. Okul bitmeden açılmalı mıyım sizce yoksa sonuna kadar saklamalı mıyım?
bu arada açılacaksam en geç okul balosunda açılacağım ama erken ne zaman olur bilmiyorum:')
0 notes
korelist · 1 year ago
Text
Tumblr media
MOON LOVERS: SCARLET HEART RYEO // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 8,7 Benim Puanım: 9
Drama: Moon Lovers: Scarlet Heart Ryeo (literal title)
Hangul: 달의 연인-보보경심 려
Director: Kim Kyu-Tae
Writer: Tong Hua (novel), Jo Yoon-Young
Date: 2016
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Lee Joon-Gi , IU, Kang Ha-Neul, Hong Jong-Hyun, Nam Joo-Hyuk, Baekhyun, Ji Soo, Yoon Sun-Woo, Kang Han-Na
2016 SBS Drama Awards - December 31, 2016
Excellent Actor(fantasy) (Kang Ha-Neul)
Special Actress (fantasy) (Seohyun)
Ten Star Award (Lee Joon-Gi)
New Star Award (Baekhyun)
Hanryu Star Award (Lee Joon-Gi)
Best Couple Award (Lee Joon-Gi/IU)
Moon Lovers, sad ending kdrama listelerin hepsinde ilk beşe giren puanı oldukça yüksek bir dizi. Yeniden Mr. Sunshine vakası yaşamak istemediğim için bir türlü başlamaya kendimi ikna edemiyordum. Başrol oyuncularından Lee Joon-Gi ve IU’nun evlilik kararı aldıklarına dair dedikoduları duyduktan sonra merakım daha da arttı. Biraz magazinsel dürtüler ile ikisinin kimyasını görmek istedim. Haber yalan çıktı ama iyki izlemişim dedim. Herşey bir yana çok ağlattı beni. 5.bölümde başladım ağlamaya ara ara sonuna kadar ağladım. İzlediğime hiç pişman değilim.
Dizinin konusunu anlatayım biraz; Go Ha Jin (IU) göl kenarında mutsuz hayatını sorgularken ufak bir çocuğun suya düşmesine şahit oluyor. Onu kurtarmak için suya atladığında güneş tutulması ile yaşanan doğa üstü bir durum sonucu sudan çıktığında kendini Goryeo Hanedanlığında prenslerin banyosunda buluyor. Kral Taejo tarafından kurulan Goryeo hanedanlığı, üç Kore Krallığı'nı birleştirmesi ile bilinmektedir. Kralın 26 oğlu vardır. Bunların büyük bir çoğunluğu küçük yaşta ölmüştür. Bize dizide tanıtılan ve gösterilen 8 prens vardı. Kral Taejo henüz bir komutanken doğan ilk oğlu veliaht prenstir. Prenslerin içerisinde 3 krallığı birleştirmek için yapılan politik evlat edinmelerde mevcut. Ha-Jin gözlerini açtığı bu Goryeo krallığında, tıpkı Mr. Queen dizisinde olduğu gibi zaten var olan Hae Soo’nun bedenindedir. Hae Soo ise fiziksel olarak yine kendisidir. Burada bir açıklama yapılmıyor ama büyük ihtimalle kendisinin önceki hayatlarından biri olabilir. Dizi Hae Soo’nun o dönem ile mücadelesini, prensler ile olan dostluğunu, döneminin taht kavgalarını ve pek tabi ki yaşadığı aşkı anlatmaktıyor.
Hae Soo, Goryeo prenslerinden 8.prens’in karısı Madam Hae (Park Si-Eun)’nin kuzenidir. 8.prens soylu olmayan bir kadın ile evlendiği için saray dışında yaşamaktadır. Karısı Madam Hae ise çok hastadır. Dizi izleyiciye ince buz üstünde yürümek gibi bir hissiyat veriyor. O yüzden kilit noktalar ve bilgileri es geçmeliyim. Aksi durumda bütün büyüsünü kaybedeceğini düşünüyorum. Bu yüzden kısa kısa prenslerden bahsetmek istiyorum. 8.prensten başladığım için onunla devam edeyim.
8.prens; Wang Wook (Kang Ha-Neul). Prenslerin en centilmen, en nazik olanıdır. Kibar ve düşüncelidir. Karısı için saraydan ayrılmış olmasına rağmen karısına olan aşkı hiç hissedilmiyordu. Günümüzden gelen Hae Soo’ya bakışları ise çok geçmeden akrabalığın ötesine geçti. Kendisine bu kadar nazik ve ilgili olduğu için Hae Soo’nunda ona gönlü hemen kaydı. Aralarındaki bu çekim beni inanılmaz rahatsız etmiş olsa da hasta yatağındaki Madam Hae’yi hiç rahatsız etmedi. Onun rahatsız olmamasına bir kez daha ben rahatsız oldum. Gelecekten gelmiş biri olarak kuzenine yakınlık duymuyor, bir sorumluluk hissetmiyor olabilirsin ama hiç bilmediğin bir dönemde bilmediğin bir ortamda eniştene de göz süzmezsin. Neyse… Enişte dünden razı, o konuya girmiyorum bile.
3.prens; Wang Yo (Hong Jong-Hyun). Ana kraliçenin tahta sürdüğü en büyük piyon, Kral Taejo’nun 3. Oğludur. Annesin etkisiyle gözü sürekli tahttadır. Veliaht Prensi asla rakibi olarak görmemesinin yanı sıra aynı anneden olan öz kardeşi 4.prensi en büyük düşmanı olarak görür. Aslında dizi boyunca çizgisini hiç bozmayan tek karakter olabilir. Her daim kibrini ve hırsını canlı tutmayı başardı.  
4.prens; Wang So (Lee Joon-Gi). Kral Taejo’nun 4.oğludur. Daha çok küçükken kendi annesi yani ana kraliçe, tarafından saldırıya uğramıştır. Kralın başka bir kadınla evleneceğini öğrenen Ana kraliçe (Queen Yoo - Park Ji-Young) evliliğin önüne geçmek için oğluna saldırmıştır. Bunun üzerine yüzünde derin yaralar oluşan 4.prens kraliyetten dışlanmıştır. Evlatlık olarak saray dışına gönderilen prens aslında gönderildiği ailede evlattan çok köle olarak büyümüştür. Yüzündeki yara ve birçok korkutucu hikaye nedeniyle de ismi bile insanların korkudan titremesine neden olmaktadır. Aynı zamanda Veliaht prensin tek güvendiği kardeşidir. Veliaht prens kendisine yapılan bir suikast girişimini önlemek için 4.prensi saraya çağırır. Yıllar sonra saraya geri dönen 4.prens, bir yandan yıllardır özlemini çektiği anne sevgisini ararken bir yandan taht kavgalarının içinde kalır. Aynı zamanda kardeşlerinden ayrı büyüdüğü için hiç tatmadığı kardeş sevgisini anlamaya çalışırken başka bir duyguyu öğrenmesine neden olacak Hae Soo ile tanışır. Lee Joon-Gi daha tapıstaze bitirdiğim “The Flower of Evil” dizisinin yıldızıydı. Yine sıralamasını ters yapmış olsam da pişman değilim. Bu diziyle de emin oldum ki oyuncu gerçek bir star. Bütün diziyi kaldırıp bir yana koyun Lee Joon-Gi’nin oyunculuğunu başka bir tarafa koyun. Öyle bir durum söz konusu.
Veliaht prens Wang Moo (Kim San-Ho). Kral Taejo’nun kral olmadan önce doğan ilk oğlu, prenslerin en büyüğüdür. Babası ile savaşlara katılmış ve devlet işlerinde büyük rol oynamaktadır. Kralın en güvendiği oğludur. Her zaman iyilikten, doğrudan yana olmaya çalışır. Kendi halinde bir miktar naif bir adamdır. Kardeşlerini çok sever ama tek güvendiği kardeşi 4.prens Wang So ‘dur. Büyük ihtimalle veliaht prens olarak büyüdüğü için taht kavgasının ne demek olduğunu dahi bilmeyen bu adam, kendine karşı yapılan arka plandaki hain planları anlamakta zorluk çekmektedir. Daha önce birçok kez Wang So’nun arkasında durmuş, hayatını kurtarmıştır. Bu nedenle ikisi de birbirini desteklemektedir. Krallık için en büyük zayıflığı ise iyi niyeti diyebiliriz. Bu arada Hae Soo ile ilgilenmeyen tek prens olabilir.
14.prens Wang Jung (Ji Soo). Kral Taejo’nun en küçük oğludur. 3.prens ve 4.prens ile aynı anneden, ana kraliçeden doğmuştur. Annesinin ve abisinin taht kavgalarından uzak, hırsları olmayan kendi halinde bir prenstir. Sadece dövüş sanatlarına ilgilidir, hiçbir entrikanın içinde bulunmaz. Hae Soo ile tanışmaları oldukça komiktir. Bu tanışma sonrasında onu ablası olarak görmeye başlar. 14.prensi “Strong girl Do Bong Soon” dizisinin delikanlı polis memuru olarak tanıyoruz.
10.prens Wang Eun (Baekhyun). Prensler arasında en küçük olmasa da en çocuk olanıdır. Yaramaz ve komik bir karakteri vardır. Hala topla sapanla oynar. Asla taht ile alakası yoktur ve statü ile ilgilenmemektedir. Prens unvanı olduğu için sarayda bulunmaktadır. İzlerken onu sevmek için çaba sarfetmenize gerek kalmıyor. Bana “Hwarang: The Poet Warrior Youth” dizisinde oynayan BTS’in V’sini anımsattı. Hep bir yanım buruk izledim. Oyuncuyu daha önce hiç izlememişim. Ama izlerken hep küçük kardeşim yerine koydum. Hae Soo ile tanışmaları da oldukça çocukça ve eğlenceliydi. Adeta sokak çocukları gibi saç baş kavgaya tutuştular. Küçükken ilk okulda çocuklar duygularını söyleyemeyip hoşlandıkları kişilerin saçını çekerlerdi. Onun da Hae Soo ile ilişkisi işte bu tattaydı.
13.prens Wang Wook / Baek-A  (Nam Joo-Hyuk). Kral Taejo’nun 3 krallığı birleştirmek için himayesine aldığı bir prenstir. Diğer prenslerle birlikte büyümüştür. Şüphesiz en kendi halinde mülayim prenstir. Veliaht prensten sonra 4.prens Wang So’ya en çok güvenen kişidir. Wang So için ise en sevdiği kardeşidir. Aralarındaki dostluk su götürmezdi. Her zaman kralı, veliaht prensi ve Wang So’yu destekledi. Taht ile bir alakası olmamasına rağmen taht uğruna çok fazla kayıp vermiştir. En belirgin özelliği ise sanata olan düşkünlüğüdür. Zamanının çoğunu resim ve müzik ile geçirir. Abla demesine rağmen küçüklüğünden beri 8.prensin karısı olan Madam Hae’ye aşıktır. Wang So ile olduğu gibi Hae Soo ile de zaman içinde yakın arkadaş olurlar. Oyuncu olarak, Nam Joo-Hyuk dizi kadrosunda en çok izlediğim kişi olabilir. Weightlifting Fairy Kim Bok-Joo, The Bride of Habaek, Start-Up ve Twenty Five Twenty One gibi dizilerden tanıyorum. Şüphesiz oyuncuyu en beğendiğim rolü bu dizi oldu. Bundan öncesinde oynadığı dizileri izlemek dahi istemiyordum.
9.prens Wang Won (Yoon Sun-Woo). Prenslerin içinde en vasıfsız olanı diyebilirim. 3.prensin gölgesi olarak da tasvir edilebilir. Kimin yanında yer aldığına dair asla renk vermese bile başından sonuna kadar tarafı bellidir. İçlerinde en zengin ve sinsi olan prenstir. Onunla ilgili genel olarak anlatılabilecek bir detay olmadığından ‘başı boş prens’ diyebiliriz.
Ve son olarak tek prenses olan 8.prensin kız kardeşi Hwangbo Yeon-Hwa (Kang Han-Na) var. Dizideki bütün prenslerden daha hırslı, ana kraliçeden bile daha kalpsiz olan gözünü taht bürümüş olan bu karakter ikinci kraliçenin kızıdır. Gerçekten nefret edilecek bir karakterdi.
Bütün prenslerin ortasında duran Hae Soo’yu canlandıran IU ise daha önce My Mister ve Hotel Del Luna dizilerinde benim nazarımda rüştünü ispatlamış bir oyuncu. Ayrıca şarkıcı olarak da sesini çok beğendiğim bir kadın. Dizinin OST’lerinde IU’ya şarkı söyletmemiş olmaları beni bir miktar üzdü. Dizi içerisinde bir noktada şarkı söyledi ama OST’lere girememiş.
Diziye geri dönecek olursak, bu kadar çok prensi ve ismi aklımızda nasıl tutacağız diye endişe etmeyin. İlk etapta 8.prens ile 4.prens ön plana çıkarken, bölümler ilerledikçe hepsine nasıl hakim olduğunuzu anlayamayacaksınız. Hiç anlamadan dizi bütün duygularınızı ele geçiriyor. Hae Soo’nun hiçbir şey bilmeden Goryeo’da gözlerini açması ve oraya adapte olmaya çalışması gibi izleyicide yavaş yavaş dizinin içine gidiyor.
Hae Soo içinde bulunduğu dönem ile ilgili olarak yalnızca Kral Taejo’nun 3 krallığı birleştirdiğini ve ondan sonra önünde sonunda tahta çıkan prensin kardeşlerini katledip “kanlı kral” olarak bilindiği bilgisine sahiptir. Ve bu prensin lakabı King Gwangjong’dur. Ama hangi prensin King Gwangjong olacağını bilmemektedir. Dizi bir noktada aslında tarih kitaplarında yazan şeylerin canlı kanlı nasıl yaşandığını gösteriyor. Hiçbir şeyin nedensiz yapılmayacağını, sonunda olan olayların bir neden sonuç ilişkisi içinde olduğunu gösteriyor. Prenslerin birbirleri ile olan ilişkilerini izlerken King Gwangjong’ın kardeşlerini nasıl katledeceğini ve hangisinin King Gwangjong olacağını merakla bekliyorsunuz. Tabi ki kim olduğu çok fazla geçmeden öğreniliyor ama bu katliama sebep olacak şey nedir diye merak etmeye devam ediyorsunuz.
Çok üzüldüm, ağladım izlerken. Neden sad ending dediklerini anladım ve kabul ediyorum. Yine de belki birazcık farklı bitseydi dediğim anlar oldu. Dizide çok tatmin olarak izlediğim sahneler vardı. Ülkedeki kuraklık nedeni ile yapılan yağmur ayini bunlardan biriydi. Bir diğeri de protesto için sarayın önünde oturan Hae Soo’ya sipar olan Wang So’nun pelerini dizinin ikonik anlarındandı. Takım oyunlarında maç sonunda MVP oyuncu gösterilir. Most Valuable Player (En değerli oyuncu) anlamına gelen bu tabiri dizide Court Lady Oh (Woo Hee-Jin) için söyleyebilirim. Büyüsünü kaçırmamak için detay vermiyorum. Ama kesinlikle etkileyici hikaye parçaları bütün diziye serpiştirilmişti.
Son olarak final; spoiler olacak belki ama finalde bir reenkarnasyon görmek istedim. King Gwangjong’u günümüzde bir göreydik keşke dedim. Bir yanım eksik bitirdim diziyi. Diğer yandan diziye bir yıldız seçmem gerekirse kesinlikle Lee Joon-Gi diyebilirim. Bu nasıl bir oyunculuk… İnanılmazdı. Duyguları yansıtması, surat ifadeleri, zorlu sahneleri dublör kullanmadan çekmesi de ayrıca şık bir davranış olmuş. Daha önce söyledim mi bilmiyorum, söylediysem tekrar etmiş olayım. Onlarca kore dizisi izledim. Favorilerim, tekrar izlerim dediğim çok dizi oldu. Ama o kadar oyuncu içinde oyunculuğuna hayran kaldığım ve takdir ettiğim 2 aktör oldu. İlki Park Seo-joon, kesinlikle her girdiği rolün hakkını veren ve karakteri yaşayıp yaşatan bir oyuncu. İkincisi ise bundan böyle Lee Joon-Gi ‘dir.
OST:
Epik High, Lee Hi - Can You hear my heart
Kim Ji Soo - Wing of Goryeo
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
1 note · View note
keskegercekolsaydin · 2 years ago
Text
Tarih 30 Haziran 2023 Cuma
Saat 20:28
Evet bugün içimde birikmişler var çok şey birikti içimde yine tartışmalar yine haksız çıkmalar yine kalp kırıklıkları bu zaman kadar hep düşündüm neden her tartışmada ben suçluyum neden hep beni suçlu çıkarıyorlar anlamış değilim.
Dün ela ile annem ve babamla kavga ettik, o kavgada bile yanımda ela da olmasına rağmen hep beni ortaya attılar yine beni gömdüler yine beni hatalı,suçlu çıkardılar peki soruyorum neden?
Babamı bir önceki yazdıklarım da söylemiştim her şeyde annemi savunduğunu bu adamın neden her şeyde annemi savunduğunu anlamıyorum neden ya neden seviyor olabilirsin ama hatası olduğunda da yüzüne söyle be adam.
Dün dedem için tartışmıştık annem ve babamla, bugün dedem cidden bizi kırdı onun için tartışmış olsak bile bizi attı dediki ben oğlumdan ve gelinimden razıyım sizi ilgilendirmez dedi.. pişman etti bizi her şeyi bilmesine rağmen yine suçlu kim çıktı tabiki de biz “ben”…
Cidden bu aralar hayallerim fazla değişti eskisi gibi değilim hayallerim başka artık eskiden olsa yatlar katlar lüks evler ömrüm boyunca gezmek tozmak isterdim artık öyle değilim hayalim evlenmek ve yuva kurmak ve en büyük hayalim çocuğumun olması bende istiyorum öyle bir hayat bunu annem ve babamda öğrendi artık dün ve bana dediler ki “sen mi evlenip yuva kuracaksın ‘güldürler’ senin evlendiğinden ertesi gün kocan seni geri getirir evden atar seni, sen kimseyle evli kalamazsın” dediler… Sadece soruyorum o kadar kötü bir insan mıyım neden bu kadar hevesimi kırdılar ben bunları mı hak ediyorum bilmiyorum insan annesinden babasından bunları duyunca daha da bir kötü hissediyor onlar böyle düşünüyor ama inşallah iyi kalpli sadık evine eşine düşkün birini bulup onunla bir yuva kurabilirim tek duam bu…
Eski okul anılarımı öğrendiklerinde ve bunların bende travma kaldığını fark ettiklerinde neden bize anlatmadın dediler neden anlatmadığım gayet ortada değil mi :) yine beni suçlu göreceklerdi çünkü ve o duyguyu yaşamak istemedim o yüzden kendi içime attım ve anksiyete hastası oldum o yüzden geceleri uyuyamadım panik ataklar geçirdim ve bunları geçirirken bana neler dediler “ölde kurtulalım, hastaneye yatıralım bunu, yeter artık bıktık senden de hastalığından da vb” hep bunları duydum hâlâ aklımda hatırlıyorum hepsini, bunları hatırlıyorum ve asla unutmayacağım..
Annemin panik atak geçirdiğimde beni dövmesini..
Sırf ayakkabımı 5 dk sonra kaldırmak istediğim için beni dövmesini
Hastaneye kaldırılmamı istemelerini
Hevesimi sürekli kırmalarını
Bir şeyler yapmak, başarmak istediğimde sürekli senden bir şey olmaz demelerini
Yanlarına geldiğimde beni kovmalarını
Virüs olup ağrıdan kıvrandığımda bile bana inanmamalarını
Her zaman beni susturmaya çalışmalarını
Geceleri korkarak geldiğimde rahat bırak biz uyuyacağız diyip beni yalnız bırakmalarını
Kardeşim için her daim doktor olacak vb şeyleri söyleyip bana senden bir şey olmaz demelerini
Evden kiminle kavga edersem edeyim her zaman beni suçlamalarını
Beni her dövdüğünde ardından beddua küfür edipte elaya bir tokat attığında vurduğu için ağlamasını “annem”
Çocukken sırtımı yumruklayarak dövmelerini “annem”
Diğer insanlarla benim dedikodumu yapmasını ve onların benim hakkımda kırıcı ve ezikleyici yorumlar yapmasına izin vermesini “annem”
Beni her zaman en alt seviyede görmelerini
Her zaman diğer insanlara sinirlenip bütün hınçlarını benden çıkarmalarını
Ve her daim bana bu vb olayları hatırlatıp tekrardan kalbimi kırıp beni ağlatmalarını…
Babamın beni onu tanımayan bir adam için dövdüğünü
Ölsen 5 gün bile üzülmem demesini
Evden gitte kurtulalım demelerini
Evdeki tek sorun sensin demelerini
Bana sürekli sorunlu olan benmişim gibi muamele yapmalarını
İçim yana yana ağlatmalarını
Bana sürekli evlende kurtulalım demelerini
Babamın kardeşimi her gördüğünde gülümserken beni her gördüğünde bıkmış gibi tiksiniyor gibi bakmasını
Kardeşime daha fazla emek sarf edip daha fazla para harcayıp ben nedenini sorduğum da git çalış bizene demelerini
Unutmayacağım…
Neyse bugünlük bu kadar elbet böyle olaylar daha çok gelecek başıma hissediyorum ve her birini yaşadığım sürece yazacağım buraya
HOŞÇAKALIN.
1 note · View note
yoruldumbensizgidin · 3 years ago
Text
Ben mükemmel değilim. Benim de hüzünlerim, herkesten sakladığım veya saklamadığım acılarım var. Bir şey başardıktan sonra değer vermeye başlayıp süs oyuncak gibi yanınızda dolaştırıp övüneceğiniz bir şey de değilim. "O zaten uslu, kendini idare ediyor, bırakın kendi halinde oynasın, kendi kendine büyüsün" denilecek bir 'çocuk' hiç değilim. Benimle de ilgilenin, yeri geldiğinde bana da kızın, bana ders verici öğütler verin, uymam gereken kuralları, yerine getirmem gereken sorumlulukları anlatın. Benim de saçımı okşayın, gece üstümü örtün, benim için de endişelenin, madem seviyorsunuz sevginizi bana da hissettirin. Gözümün sulandığını fark edin, kabustan uyandığımı veya uyanamadığımı görün, kederlendiğimde anlayın, geçmeyecek bile olsa geçecek deyin.
Benim istemediğim kadar arkadaşım var zaten. Bana arkadaş değil, aile olun. Beni kalabalıklar içinde yalnız hissettirmeyin, eve döndüğüme pişman etmeyin. Çünkü benim bundan başka evim diyebileceğim bir yerim yok. Zaten içime işlemiş olan bu yalnızlıktan bıktım usandım. Ben sizin arkadaşınız değilim, kızınızım. Ne kadar büyümüş gibi gözüksem de, çocukken olduğu gibi hâlâ yatağıma kapanıp uyumuş gibi yapıp ağlıyorum sürekli. Ve bu gözyaşlarımı hâlâ kimsenin fark etmemesi o kadar canımı yakıyor ki. Siz yanımdaymış gibi gözükürken yanımda sizi hissedememenin acısı çok büyük, hele ki sizin iyi niyetle bir şeyleri doğru yaptığınızı düşündüğünüzü görmek, kendime kızgınlığımla karışarak daha da büyütüyor bu acıyı.
Beni, 'sen oldun' deyip dışlamayın. Benim de elimden tutun, beni orda öylece acılarımla bırakıp sonra da unutmayın. Çünkü bunu fark ettiğim her seferinde içimden çok büyük bir parça kopuyor.
Bir kere de benim için ağlayın, çünkü ben hep birileri için ağladığım halde hiç ağlamayan kişi sanılmaktan yoruldum. Yaşamaktan çok; herkesin gözünde cesur, güçlü, hayata hazır gözükmek yakıyor canımı. Çünkü kendimi bildim bileli hayata karşı cesur olmak, ta çocukken kendini avutmayı öğrenmek zorunda kalmak, her zaman kendi sesini dinlemek, hep yetişkin gibi davranmak kuytu köşede saklanan içimdeki kırgın çocuğun büyümesini engelledi, o hâlâ çocuk.
Çocukken cesur davrandığım her anda aslında ne kadar korktuğumu asla bilemediniz. Aynı yaştaki kuzenlerimin arabada uyuya kalınca kucakta taşınıp yataklarına yatırıldıklarını gördükten sonra benim uyandırılıp yatağıma kendi kendime yürümek zorunda kalmamın acısının yerini hiçbir zaman hiçbir oyuncak doldurmadı, bu satırları yazarken bile ağlatıyor.
Babamın başkalarının çocuklarıyla benle oynadığından çok oynaması, daha çok ilgilenmesi; annemin çoğu zaman kendi problemleriyle ilgilenip bana yansıtması; şimdi hatırlamıyorumdur tutunacak güzel bir anım olsun diye düşünerek anne ve babama kendi çocukluğumla ilgili anı sorduğumda ikisinin de benim hatırladıklarımdan başka bir şey hatırlamaması...
Çok hasta olmadım diye mi çok ilgilenmediniz benle? Ya da kaybolup bi kaza geçirmedim diye mi endişelenmediniz? Neden bu kadar iyi bi çocuk oldum ki... keşke yaramaz ve şımarık olsaydım. Derslerim iyi diye mi ödevlerime yardım etmediniz?
Geçmiyor kırgınlıklarım, geçmiyor. Bunun şifası aşk mı olur? Gerçi şimdiye kadar bana doğru düzgün aşık olup peşimde koşan da olmadı. Ne yapayım? Kariyer yapıyorum, ne işim var benim kocayla çocukla mı diyeyim? Benim de başımı yaslayacak bir omza ihtiyacım var ya.
Neyse, bunu günlüğüme değil de buraya yazmamın sebebi birilerinin okuyup yazımda kendini bulup yalnız olmadığını anlamasını sağlayabilmekti, onları görünce ben de rahatlarım belki bi nebze.
Çocukluk yaraları iyileşmiyor. Keşke bir zaman makinesi olsa ve çocukluğumun yanına gidip ona sımsıkı sarılsam. Çünkü sarılmaya çok ihtiyacı var, tıpkı benim gibi.
102 notes · View notes
fallinginsidetoblack · 2 years ago
Text
düşünüyorum, insan neden bile isteye, yüzde yüz farkında olarak kendini mahvedecek bir şeye kalkışır? cevap? elbette yok..
“olduğum olacağım ve olmak istediğim arasındaki bağı çözemiyorum”
böyle yazmıştı, özgün cümlelere aç olduğum bir dönemde verdiği alıntılarla dolu mektubunda. sen ve ben sadece sen ve ben’iz işte. isimlerimiz değişecek. şunlar şunlar olacağız ama sonunda hep sen ve ben kalacağız. öyle, sevgili dostum. o zamandan bu zamana bile isimlerimiz çokça değişti, hatta öyle ki ben kendi aklımda taşıyamadım bunları. bir ütopyaya kaydettim. unutmaktan mı korktum yoksa hatırlamak mı paraladı beni bilmiyorum ama işte gördüğün gibi şimdi buradayız; ben, kuzgunum ve beyaz saçlarım. sen, baykuşun ve kızıl saçların. sen ve ben. işler o zamandan beri onlarca cisme büründü. sen ve ben kaldık. gelenler gidenler ve kalacağını iddia edenler (dönmeyeceğini söyleyenleri de eklemek istiyorum, onlar olmasa bunu yazamazdım.) oldu. hepsini film şeridi gibi seyrettim, bazen duygulanıp ağladım, bazen huzurlu hissettim. sen neler hissettin bilmiyorum. hep söylediğim gibi, en büyük acım hissedilenleri hissedememek. ruhumu satar mıydım? dikkat, raven. dorian.
benden bir konuda ( aslında birikmiş onlarca konu var ama onları da hallederiz.) çok cümle bekledin biliyorum. tatmin olmadın çünkü hala kırgın görünüyordum. hala öyle miyim? olabilir. görünüş olarak yani. kırgınlık suratıma yapışmış gibi hissediyorum bazen. her neyse . konudan uzaklaşmayalım.
bana kimsenin beni yerimden edemeyeceğini söyledin. ben, onların yerinde oturuyor gibi hissediyorum mimoza. dilerim bu cümle tüm hislerimi anlatabildiğimi düşündüğüm gibi senin de anlamanı sağlar. bunları sana yazamıyorum çünkü diyalog kurmaya hazır değilim. o yüzden burda zamanla kaybolacak (asla kaybolmayacak) bir blogda bırakıyorum. daha mı güvenli sanki? yani, duygusal anlamda bir güven. her neyse, bilmiyorum.
 sevgili Tanrı’m, bizimle ne kastettiğini sahiden merak ediyorum. yaşamamızın özel bir sebebi var mı yoksa sadece milyonda bir olmak isteyen milyonlardan biri miyiz? bunu okurken onlar da merak edecek. hepimizin içinde tutkulu bir şekilde efsane olmayı isteyen narsist biri var. ya da kendimden biliyorum. tek bencil insan benim. yine de bu düşüncenin peşine belirtmek isterim ki, dünyadan elini eteğini çekmek deyiminin vücut bulmuş haliyim son zamanlarda. açıklamaya kalkışmayacağım. Selim usanırsın benden, demişti. usanırsınız benden.
mektuplardan söz ettim, açıp tekrar okudum, ilk aldığımda üstünkörü okuduğumu hatırlıyordum. ilk mektubu okudum okuduğunuz metnin ilk cümlesini günlüğüme karaladım. sonra diğer mektupları, yine o zamanki acemiliğimle, cümleleri seçerek, metni katlederek, ortasından okudum. Turgut gibi. içim ürperdi. Turgut’tan da Selim’den de nefret ettim. sonra onları yine seveceğimin yüzde yüz farkında olarak. bağırdım, yakacağım tutunamayanları. nefret ediyorum tutunamayanlardan. ee raven? oturdun yine Selim de Selim, Turgut da Turgut diye sayıklıyorsun. bu ne istikrar güzelim? sessiz ol artemis, yazı yazmaya çalışıyorum. kafamı meşgul etme. her neyse. (herneyse bitişik yazılsa kendi çapımda mutlu olurdum,)
yaklaşık 3 saattir kulaklığımda (yıllar sonra bu anlar için de utançtan güleceğim, yıllara gerek bile yok, aylar sonra pişman da olabilirim.) ne zaman nasıl bağlandığımı bilmediğim birinin nefes alıp verişini dinliyorum, uyuyor. insanın masum kalabildiği tek an. uyku. her neyse, bu minik detayı daha sonraları okuduğumda ne hissedeceğimi merak ettiğim için ekledim. şu an içimi ısıttığı her zaman öyle kalacağı anlamına gelmiyor.
bu yazı uzar, uzadıkça değerlenir, değerlendikçe murphy kanunlarına bulaşır. yanlışlıkla elim çarpar, silinir gider. o yüzden her şeyi yazmanın bir anlamı yok. bugün ölecek değiliz ya, (pekala, ölebilirsin raven.) onları da başka bir gün yazarız. bir dahaki gelişime fotoğraflar şarkılar ve başka şeyler de bırakacağım. hatta belki mimozanın defterinden ve alucardın resminden de söz etme fırsatı bulurum.(önce onları ele geçirmem lazım :D) hoşça kalın canım insanlar. 
a bu arada 2 gün önce doğum günümdü. hiç hediye almadım, hatta normal günlerime göre daha fazla kırıcı cümleyle karşılaştığım bir gündü. ayrıca aylar önce doğum günümde kendime hediye edeceğim diyerek çizdiğim karikatürü de bu sabah kahve yaparken hatırladım. vermeyi unuttum. hangi defterimde onu bile hatırlamıyorum. belki gelecek doğum günüme kadar hatırlarım. insanın çok defterinin olması yorucu. mimoza buna tebessüm edecek. önce ben gidersem bütün defterlerim senin mimoza’cığım. ağlama hemen.
4 notes · View notes
hissizlestimsayende · 2 years ago
Text
BEN MÜKEMMEL DEĞİLİM...
Ben mükemmel değilim. Benim de hüzünlerim, herkesten sakladığım veya saklamadığım acılarım var. Bir şey başardıktan sonra değer vermeye başlayıp süs oyuncak gibi yanınızda dolaştırıp övüneceğiniz bir şey de değilim. "O zaten uslu, kendini idare ediyor, bırakın kendi halinde oynasın, kendi kendine büyüsün" denilecek bir 'çocuk' hiç değilim. Benimle de ilgilenin, yeri geldiğinde bana da kızın, bana ders verici öğütler verin, uymam gereken kuralları, yerine getirmem gereken sorumlulukları anlatın. Benim de saçımı okşayın, gece üstümü örtün, benim için de endişelenin, madem seviyorsunuz sevginizi bana da hissettirin. Gözümün sulandığını fark edin, kabustan uyandığımı veya uyanamadığımı görün, kederlendiğimde anlayın, geçmeyecek bile olsa geçecek deyin.
Benim istemediğim kadar arkadaşım var zaten. Bana arkadaş değil, aile olun. Beni kalabalıklar içinde yalnız hissettirmeyin, eve döndüğüme pişman etmeyin. Çünkü benim bundan başka evim diyebileceğim bir yerim yok. Zaten içime işlemiş olan bu yalnızlıktan bıktım usandım. Ben sizin arkadaşınız değilim, kızınızım. Ne kadar büyümüş gibi gözüksem de, çocukken olduğu gibi hâlâ yatağıma kapanıp uyumuş gibi yapıp ağlıyorum sürekli. Ve bu gözyaşlarımı hâlâ kimsenin fark etmemesi o kadar canımı yakıyor ki. Siz yanımdaymış gibi gözükürken yanımda sizi hissedememenin acısı çok büyük, hele ki sizin iyi niyetle bir şeyleri doğru yaptığınızı düşündüğünüzü görmek, kendime kızgınlığımla karışarak daha da büyütüyor bu acıyı.
Beni, 'sen oldun' deyip dışlamayın. Benim de elimden tutun, beni orda öylece acılarımla bırakıp sonra da unutmayın. Çünkü bunu fark ettiğim her seferinde içimden çok büyük bir parça kopuyor.
Bir kere de benim için ağlayın, çünkü ben hep birileri için ağladığım halde hiç ağlamayan kişi sanılmaktan yoruldum. Yaşamaktan çok; herkesin gözünde cesur, güçlü, hayata hazır gözükmek yakıyor canımı. Çünkü kendimi bildim bileli hayata karşı cesur olmak, ta çocukken kendini avutmayı öğrenmek zorunda kalmak, her zaman kendi sesini dinlemek, hep yetişkin gibi davranmak kuytu köşede saklanan içimdeki kırgın çocuğun büyümesini engelledi, o hâlâ çocuk.
Çocukken cesur davrandığım her anda aslında ne kadar korktuğumu asla bilemediniz. Aynı yaştaki kuzenlerimin arabada uyuya kalınca kucakta taşınıp yataklarına yatırıldıklarını gördükten sonra benim uyandırılıp yatağıma kendi kendime yürümek zorunda kalmamın acısının yerini hiçbir zaman hiçbir oyuncak doldurmadı, bu satırları yazarken bile ağlatıyor.
Babamın başkalarının çocuklarıyla benle oynadığından çok oynaması, daha çok ilgilenmesi; annemin çoğu zaman kendi problemleriyle ilgilenip bana yansıtması; şimdi hatırlamıyorumdur tutunacak güzel bir anım olsun diye düşünerek anne ve babama kendi çocukluğumla ilgili anı sorduğumda ikisinin de benim hatırladıklarımdan başka bir şey hatırlamaması…
Çok hasta olmadım diye mi çok ilgilenmediniz benle? Ya da kaybolup bi kaza geçirmedim diye mi endişelenmediniz? Neden bu kadar iyi bi çocuk oldum ki… keşke yaramaz ve şımarık olsaydım. Derslerim iyi diye mi ödevlerime yardım etmediniz?
Geçmiyor kırgınlıklarım, geçmiyor. Bunun şifası aşk mı olur? Gerçi şimdiye kadar bana doğru düzgün aşık olup peşimde koşan da olmadı. Ne yapayım? Kariyer yapıyorum, ne işim var benim kocayla çocukla mı diyeyim? Benim de başımı yaslayacak bir omza ihtiyacım var ya.
Neyse, bunu günlüğüme değil de buraya yazmamın sebebi birilerinin okuyup yazımda kendini bulup yalnız olmadığını anlamasını sağlayabilmekti, onları görünce ben de rahatlarım belki bi nebze.
Çocukluk yaraları iyileşmiyor. Keşke bir zaman makinesi olsa ve çocukluğumun yanına gidip ona sımsıkı sarılsam. Çünkü sarılmaya çok ihtiyacı var, tıpkı benim gibi.
3 notes · View notes
eniyisininiyisininiyisi · 2 years ago
Text
Şimdi, birkaç bir şey söyleyeceğim.
Şu an, şimdi ve burada gerçekten üzgün olduğumu söyleyebilirim. Üzgünüm ve suçluluk hissediyorum. Öfkem kalmadı. Kıskançlığım yok. Sadece çok suçlu hissediyorum.
Benden kaynaklandığını bildiğim şeyler var. Seni ne kadar suçlasam ve beğenmediğim her şeyi abartarak söylesem de farkındayım.
Ben seni sevmedim. Bu beni o kadar üzüyor ki sana anlatamam. Evet seni hiç sevmedim ve buna canım çok yanıyor. Gördüğüm sevgine karşılık veremediğim için çok üzgünüm. Yüzüne bakınca kaybolmayı ve tek bir cümlenle uçmayı ve seni uzaktan görünce kalbimi hissetmeyi çok isterdim. Ama bunlar olmadı.
Bu sevgisizliğin benden mi yoksa sana kendimi bırakamamaktan mı kaynaklandığını bilmiyorum. Ama sevmemenin sebebi olmaz diye de düşünüyorum. Aslında demek istediğim sevmemek değil, tabii ki sevmedim demiyorum asla diyemem, bunun olumlu hali de değil. Olumsuz hali hiç değil. Olamaz da. Seni sevmemeyi beceremezdim ben. Sevmeyi bile başaramadım.
Ama sana aşık oldum. Yemin ederim bir aşkla bağlıydım sana. Sadakat için belli bir çaba gerekir, düşünmek gerekir, dikkat etmek gerekir. Benim böyle şeylere ihtiyacım bile yoktu çünkü senden başka kimse herhangi bir seçenek gibi değildi. Seninle hissettiğim her şey çok başka. Seninle zaman geçirmeyi çok sevdim. Seninle konuşabildim. Seni dinlemeyi ve beni dinlemeni sevdim. Tenin ise benim için çok başkaydı. Bütün ayrılıkları güçleştiren şeydi bence. Buna da sığ bir bakış açısıyla bakma lütfen gerçekten elin hiçbir zaman bana yük olmadı. Hep tutmak ve hiç bırakmak istemedim. Midem bulanmadı hiçbir şeyinden. Sende sana dair ne varsa kabul ettim. Elini kolunu yüzünü gözünü saçlarını. Bütün bedenini. Bütün dokunuşlarını. O kadar özeldi ki seninle temas etmek, bana değmelerin ve öpüşlerin. Başka bir yerde olduğumuza yemin edebilirdim. Seninle tek bir yerde olmaktan başka hiçbir yerden kimseyle olmak istemedim. Kalabalık istemedim. Gezme istemedim. Bir yerleri görmeye bile hevesim yoktu seninle olmaya vardı sadece.
Ama yetmiyormuş. Yani bu bahsettiklerim bir yere kadarmış. Sana hiç inanmadım. Seninle bir geleceğe hiç inanmadım. 10 sene sonra yanımdaki adamın sen olacağını asla düşünmedim. O yüzden devam etmesi saçmalık olan bir şeydi, bu kadar sürdü. Ben hiç pişman değilim. Tek bir günden ve tek bir andan bile. Ne yaparsan yap, ne yapmışsan yapmış ol ben yine de gelirdim seninle mezarlığa. Elini tutardım. Yüzünü sever ve çok sıkılmayacağıma söz verirsen uyuturdum seni. Olurdum seninle. İçime çok güzel giyinip görünce yüz ifadenin tatlılığı yüzünden o andan o an bile sıyrılabilirdim. Bence sevişirken kıkırdamak çok özel. Ve gıdıklamadan da güldürebiliyordun beni.
Sen gerçekten ben uyurken uyanmayayım diye öylece kalmış olamazsın ya. 2 saat kolunu öyle tutup uyumadan ve sıkılmadan nasıl durdun İbrahim. Sarılsaydın keşke. Rahat edemeyeceğimi düşündün. Olsun uyanırdım. Bak ben gene uyuyorum hep uyuyacağım ama seninle hiç uyanmayacağım artık.
Senle her gün son gibiydi. Bu yüzden her gün çok güzeldi belki. Şarkılarını hiç unutmayacağım. Mırıldanmalarını. Yamuk duruşunu ve yürüyüşünü. Arkadaşlarının arasında gülüşünü. Otobüsteki yüzünü ve sadece benle tekken gördüğüm yüzünü.
Seni biraz bile üzdüysem şimdi özür dilerim. Ben de çok üzüldüm ama hiçbir konuda suçlamıyorum seni. Yani bilmediğim bir şey yaptıysan bilemeyeceğim.. o başka. Bilmediğim her kötü şey yüzünden allah zaten belanı versin. Yüzün gülmesin. Belin doğrulmasın bütün kızlar bacın gibi gelsin pipin kalkmasın doktorlarda gez inşaaallah. (Bu dua da ben başkasıyla evlenirsem bozulsun çünkü yazık gencecik çocuksun)
Seninle konuşacaktım. Ayrılma konuşması değildi bu arada hdjsjs bu ayrılık valla hesapta yoktu kendiliğinden gelişti. Demek ki gerçekten bi anda oluyor kuzum.. neyse seninle konuşacak ve birkaç soru işaretini paylaşacaktım. Bi konu vardı benim zaten hep aklımda olan. Ama geçen çok alakasız biri sordu bana. O kadar kötüydü ki. O kadar aptal hissettiğim ve cevabını veremediğim bir şeydi ki. Kendi inanmadığıma inandırmak istedim karşımdakini. İnanmadı. Ve ondan nefret ettim. Çünkü ben de biliyordum zaten. Herkes de bilir aklına gelir zaten. Ama zamanı gelmemişti ben hazır değildim tekrar üzülmeye. Ve seni tekrar bırakmaya. Bırakma ihtimaline.
Seninle gerçekten mutluydum. Ama sen olmayınca çok eksikti her şey. Bunu da varlığından çıkardım sanırım. Ama neyse ne. Sadece tek bir şey zoruma gitti. Bu ayrılığı duyurmadan keşke biraz bekleseydin. Ne bileyim bi 24 saat geçseydi. Hemen herkese gerek var mıydı. Başlarken son derece temkinliydin, bitirirkenki eminliğini kutlarım. Umarım ben de en yakın zamanda kabullenir ve rahatça söyleyebilirim.
Bir daha görüşmeyeceğimiz için çok üzgünüm. Bir şeyi son kere yapıyor olmak bu kadar acı veriyor olmasaydı bir şey denerdik ama zaten denemiştik ve olmuyor. Çok üzülüyorum ve bu yaşamak istediğim bir şey değil. Artık senin de bana dair bir şey istemediğini görüyorum bunun olacağını düşünmüyorum ama sakın bana caydırıcı bir teklifle gelme tamam mı. Bırakalım böyle kalsın. Rüya gibi düşünebiliriz. Alakasız bir rüya. Uyanmak gerekiyor çünkü gerçekten hayat bekliyor. Güzel bir rüyaydı, bitince yaşanmasından nefret ettim ama. Çünkü güzeldi.
Assla kısa konuşamam yüzünden binlerce şey yazdım. Okumayı sevmediğini bilsem asla yollamazdım ama herkesin bir son söz hakkı vardır benimki de ayyynı benimki gibi olsun. Her şey için teşekkür ederim. Arkadaşlık klişelerine girmeyeceğim. Biz seninle öbür dünyada bile arkadaş olamayız. Bir sorunun olursa şeyine de girmeyeceğim hiçbir sorunun çözümü ben olamam artık. Gelmezsin zaten gelme de zaten. Ama yine de olursa gerçekten anlaşılmadığını hissedersen ve kimse dinlemek istemezse seni o zaman beni arayabilirsin. Telefona kolay dönen biri değilim bi de senden sonra muhtemelen yine hep hepp sessizde olacak. Ama gördüğüm zaman söz hemen arayacağım seni. Bana açıklama mesajı da atma. Resmi resmi. Hiç hoşlanmıyorum. Ve engellemeyeceğim seni. Bu arada engellersem bunun sebebi benimdir. Çünkü telefona bir sebep için bakıp boş ekran görmek iğrenç iğrenç bir duygu. Engellersem bu umudu ortadan kaldırırım. Olur da eğer yaparsam beni anla seni beklemeyi bırakmak zor olmuştur o yüzdendir. Ama isteğin üzerine kaydetmeyeceğim numaranı. Çok üzüldüm böyle bir şey istediğin için ama nasıl istersen. Bu kadar dedim de keşke sen beni engellesen masumiyetin silinse gitse. Kötüyü unutmak daha kolay.
Çok içme. Herkesle içme. Dikkat et. Bırakma. İstediğinden vazgeçme. Kimsede olmayan bir şey var sende. Ama çürütmeye yemin etmiş gibisin. Ne istersen onu yapabilirsin. Ne istersen o olursun. Bir şeyi istemek ve istemeye devam etmek yeterli. Sana bana kendini gösterdiğin kadar tanıyan biri olarak yemin ediyorum.
Umarım mutlu olursun demiyorum. Mutluluk diye bir şey yok. Bunu kabul ettim ben ve buna inanıyorum. Umarım istediğin ne varsa hala hevesin varken gerçekleşir. Tekrar teşekkür ederim. Seninle olmak düşündüğünden daha güzeldi.
1 note · View note
mavi1gezegen · 4 years ago
Note
“Artık uyu” :)
Bu günün son gönderisini de bu mesajla olan bir anımı paylaşarak yapmak istiyorum.
Bu hesabı yaklaşık 1 yıldır kullanıyorum. Ama Nisan ayından itibaren gönderi paylaşıyorum. Şimdi konumuzun bununla ne mi alakası var? Hemen söyleyeyim. Ya da direkt konuya geçeyim...
Tarih geçen sene ramazan ayında bir gündü. Saat 3 ya da 4 civarı. Sahurdan sonra uyku tutmamış elimde telefonla uğraşıyordum. Boş boş Tumblr'da geziniyordum. O zamanlar -dediğim gibi- Tumblr'da daha gönderi paylaşmıyordum. Sadece güzel paylaşımları olan blogları falan bakmak için kullanıyordum. Neyse işte. Gelgelelim konuya... Ben öyle kendi hâlimde dolaşırken aniden bir bildirim geldi. Şaşırmadım aslında önce. Takip isteği falan sandım. (10- 15 kişi falan vardı o zaman da takipçim) Sonra bildirime baktım ve ileti olduğunu gördüm. Evet evet iletiydi bu. Ve tabiki de tahmin ettiğiniz mesaj; "ARTIK UYU."
Mesajı gördüğüm an bi affaladım, şaşırdım aslında. Yani hiç böyle bir mesaj beklemiyordum. Özellikle de hiç gönderisi, varlığı bile belli olmayan bir blogken. Sonra şaşkınlığımı biraz attım ve bir saçmalık yapmak için yataktan kalktım. Tabiikide kitabı açıp aynı mesaj mı diye bakmadıım! Tabiiki deee saçmalamayıınnnnn!
Yaani belki, azıcık yapmış olabilirim. XD
Ama ne yapayım yani bir test edeyim falan dedim ya.
Sonra işte biraz mesaja mal gibi baktım.
Ardından bir mesaj daha geldi. "İyi geceler." ( 2 defa)
Tabii ben hâlâ mal gibi bakıyor. Bir de çevrimiçi özelliğim açık ya o zamanlar Tumblr'ı da pek kullanmayı bilmiyorum. Ayrıca, mesajı atan da karşı cins ve ben karşı cinslerime karşı biraz soğuk biriyim. Ama kişiden kişiye değişir tabi ( tanıdıktan sonra)
İşte o zamanlar pek insan tanıma taraftarı da değildim. Yani mesaja cevap vermedim. Hatta engelledim. Ya aslında bilmiyorum neden böyle yaptım. Ama önemi yok işte. Yaptım gitti bir kere. Sorarsanız, pişman değilim. Belki yine olsa yine yapabilirdim. Ama yapmadım. Ondan sonra da o mesajı birçok kez aldım. Şimdi de almışlığım oluyor. Konu da bu değil. İnsan yaptıklarından çok yapmadıklarına pişman oluyor. Yani diyorum ki, korkmayın o mesajı atmaktan. Gidin siz de o kişiye o mesajı atın. Gidin siz de o atmaktan korktuğunuz adımı atın. Hayat geç kalmayı asla affetmiyor. Geç kalmayın. :)
NOT: O mesajı atan kişi umarım şuan bunu okumuyorsundur. Okuduysan da kusura bakma ama canımız sağ olsun. XD
Bu boş anımı paylaşarak sizi de rahatsız ettiğim için özür dilerim ama ne yapayım valla daha fazla içimde tutamadım. Neyse neyse, çok uzatmayayım. Ve iyi geceler dileyip çekileyiim. :)
İyi geceler.💙🌙
32 notes · View notes
sanamisorcamit · 5 years ago
Note
88
88- Burcunla ilgili söylenenler genel olarak karakterinle uyumlu mu?
Bazı şeyler çok tutuyor bazı şeyler de hiç tutmuyor. Yay burcuyum ben genelde bu burç için dürüst ve dobra derler. Öyleyimdir. Aklımdaki neyse dilimdeki de o'dur. Çoğu zaman bu durum beni yakıyor ama olsun pişman değilim fşenldjwldjlwjdj Bazıları yay burcu çok sosyal der sanırım bu biraz benim başımdan geçenlerle alakalı ama pek sosyal değilimdir. Sohbetinin iyi olduğunu söyler , anlaştığım insanla asla susmam sabaha kadar konuşabilirim vs vs
1 note · View note
benbufilmiizledim · 5 years ago
Note
Hayatımda sadece birkaç kişi var bunlarda ailem demiştin ve tabiki stalk sonucu gördüm de neyse soracağım soruya geçeyim ben. Böyle takılmaktan sıkılmıyor musun? Kendi isteğinle yalnız kalmışsın ama ben sanırım insanlarla iletişim kurmaktan nefret etsem de sıfır arkadaş ile de geçinemezdim. Ve cidden hiç kaba davrandığında yine de seninle iletişime geçen ve seninle arkadaş olmak isteyen olmadı mı?
Hayatımda ilk kez biri bunu soruyo vay be
Evet dediğin gibi ben böyle olmayı kendim seçtim ve bazen zor olsa da buna pişman değilim. Daha önce bir sürü arkadaşımın olduğu zamanlar da oldu, okulda popüler sayıldığı zamanlar da oldu ama hiçbirinde şu an olduğum kadar mutlu ya da rahat değildim. Kimseye bağlı olmadığını hissetmek gerçekten muazzam bi olay. Ne giydiğin, nasıl yediğin, ne yaptığın kimsenin umrunda değil. İstediğin gibi oluyorsun yani gerçekten kendin gibi. İnsanları kendimden uzak tutmamı ergence kapris olarak gören de var, asosyal sanan da var, hatta beni direk gerizekalı zanneden de var, ama bunların hiçbiri umrumda değil. Eskiden bazı şeyleri çok takardım, şimdi fark ettim ki arkadaşımız sandığımız insanlar sadece fazladan yargılayıcı etken. Kimsen yokken kendin oluyorsun, bu halinle insanları takmamayı öğreniyorsun. Okulda hiç arkadaşım yok. İnsanlarla kalem silgi istemek dışında konuşmuyorum. Okul dışında da reelde pek tanıdığım yok. Sanaldan birkaç arkadaşım var sadece, bir iki tanesiyle samimi sayılırım. Tamamen yalnız hissetmememi sağlıyolar:') Okuldayken kaba davranıp insanları kaçırdığımda üsteleyip hala yakın davranmaya çalışanlar var, evet. Onlara karşı açık sözlü olup direk "Ben seninle asla yakın olmayacağım, bana yapışmayı bırak." diyorum. Böyle yapınca benden nefret ediyorlar sanırım ama başka türlü olmuyor. İnsanları kırdığım için üzülüyorum bazen. Ama kendi hayatımı düzenli tutmanın başka yolu yok. Böyle işte. Ama dışardan bakınca ezik görünsem de çoğu insandan daha mutlu daha rahat bi hayatım olduğunu düşünüyorum^^
2 notes · View notes
zenci-1-unicorn · 6 years ago
Text
Yigeceler. Şimdi burda biraz içimi dökmek istiyorum. Belki okuyan 2-3 kişi falan olur.
Ben şu hep bahsedilen faydalanması fazlasıyla kolay olan o iyi niyetli, ama iyi niyeti her seferinde sömürülen insanım. Bilmiyorum, ders aldığımı sanmıyorum galiba hâlâ öyleyim. Ortamlarda gamsız, neşeli, sosyal olan o tipler var ya. Tabii tahmin ediceğiniz gibi evde yalnızken öyle olmuyo. Tecrübeleri yüzünden hayatına insan sokmaya korkan, soktuğu insanları kaybetmekten ölümüne korkan, evde gününün her ayrıntısını ruh hastası gibi düşünen, delirmemek için kedisiyle konuşan ama bunları dışarıya hiç belli etmeyen bi yıkık hayal edebiliyosunuzdur.
Aslında tam olarak ne diyiceğimi bilmiyorum bazı şeyler nasıl anlatılır ki. Düşünsene, gitmiyiceğine kesinlikle emin olduğun bi insan var. Hani kendini her insandan farklı ve özel hissedersin, türünün tek örneğisindir. Ama bigün tam senin gibi özel biri karşına çıkar öteki yarın gibi. İlla sevgilin olması gerekmiyo. "Herkes birgün gider" ama O "Herkes" değildir. Hayaller kurarsınız, birbirinizin herşeyini bilirsiniz, ona seni mahvedebilicek herşeyi anlatırsın ama verdiği sonsuz güven sayesinde için hep rahattır. Ayrı kaldığınız bikaç dk bile özlersiniz.
Artık ona alıştın, artık o tek ruhu paylaştığın ikinci bedenin, artık onsuz yapamazsın.
Sonra bigün, o kişi senin tanıdığın o ilk günlerdeki kişi olmuyo. Böyle söyliyince kulağa klişe ayrılıkların başlangıcı gibi geliyo. Ama öyle değil.
Yıllardır ağlarken sarıldığın, defalarca öptüğün, herşeyin ilkini yaşadığın o insan için eskisi kadar önemli değilsin. Bunu kabul edemiyosun. Aklına geldikçe kendinde suç arıyosun ki zaten aklından çıkmıyo bile. Hep kendi kendine "yanıldığımı bana farkettiricek ve yine mutlu olucaz" diyosun. Süpriiiiiz yanılmadın.
Haklı olduğunu farkedince de biraz geç kaldın ama üzülme zamanında farketsen de bişi değişmicekti ve işte o tahmin edilen sonuç. Sen daha olayların nasıl buraya geldiğini anlamadan o "Bu son konuşmamız olsun" mesajı karşında. Kendine gelene kadar bi süre ekrana mal mal bak istersen. Ayrıca bu öyle diğer tartışmalarınız gibi değil. Bu son tartışmanızdı.
Neyse daha fazla uzatıp sıkıcı hale getirmenin bi anlamı yok. Başta da bahsettiğim gibi ders almadım. Yapım böyle. Son bir yılda bu anlattıklarımın sadece bir örneğini yaşadım, öncesinde defalarca oldu. Bunu daha çok yaşıcam. İşte bu yüzden kendimi suçluyorum. Ama kesinlikle pişman değilim. Ben bugüne kadar hep doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yaptım yapmaya da devam edicem. Kötü bir fikir olduğunu bildiğim halde...
Asla "Keşke şunu yaşamasaydım" demicem. İyi ki hepsini yaşamışım, iyi ki hayatıma girdiniz, çıktınız. Hepiniz özel insanlarsınız. Beni mutlu ettiğiniz her saniye için teşekkür ederim. Kimseden nefret etmiyorum.
Bunları niye burada anlatıyorum kedime de anlatabilirdim. Ama geçen aylarda kendisi öldü. Bunu atlatmamı sağlıyan o insan hayatımda çok özel bi yere sahip. Ama sorun yok hâlâ kedimin yanına gidip herşeyimi ona anlatabiliyorum. Hatta artık sıkılıp yanımdan uzaklaşamıyo, artık beni dinlemek zorunda *-*
9 notes · View notes