#neden bu kadar aptallar
Explore tagged Tumblr posts
gecenin-karanligi-21 · 7 months ago
Text
İnsanlar mal
3 notes · View notes
gecenisonsuzlugu · 5 months ago
Text
Beş altı ay önce herkesin çok sevdiği bir blogdum. Ve herkesin sadece bir kaç gün için de unutulan blogdum. 2024. yıla geçtiğimizde artık gideceğimi söyledim. Yaptım da. Sebebini hatırlayanlar bilir; bir kaç gün paylaşım yapmadım diye unutulduğum için. İşte siz çok sevdiğinizi insanları kolaylıkla unuta bilecek pislikten başka hiçbir şey değilsiniz.
Bir ay sonrada blogumu sildim. Nisan - Mayıs ayı gibi geri döndüm. Aynı isimle @gecenisonsuzlugu. Tanıdığım tüm bloglarda takip attım. Ama bir kişi bile hatırlamadı ki, yazmadı. Ve hala hatırlamayanlar için söyleyeyim; farklı çalışmalar hazırlıyordum, insanlara şimdi yaptığım gibi sorular soruyor böyle çalışma hazırlıyordum. Bu son çalışmam bunuda eğer kim isterse devamını getirebilir. Sadece bir kişi yapabilir.
Soruduğum soru; intihar çözümdur mu?
Söyleyecek pek bir şeyim yok herkese iyi günler.
@dumanlikafalar
Denemesi bedava hocam. Aptallar için çözüm, zekiler için acizlik, cahiller için cehennem, sen ve ben gibiler için kurtuluş...
@pappatyazar
Allah'ın verdiği canı almak kula düşmez.
@kalbimdeki-morg
Değildir.
@kalbimdeki-maviyara
Değildir
@oylesinebiriistee0
İntihar bence çözüm değildir sadece sorunlardan kaçmaktır o dereceye gelen insanları anlayamam çünkü intihar etmek benim aklımdan bile geçmedi kimseyi umursamadan yaşamayı öğrenmek gerek aşk duygusundan dolayı intihar edenler var mesela ben hiç kimseyi bu duruma değer görmüyorum o gitmişse daha iyisi gelicektir illaki Allah bizi ondan korumak istemiş ki bizi ondan uzak tutmuş böyle düşünmek gerek aile baskısından dolayı intihar etmek isteyenler var şöyle düşünün o zaman da ben çalışmalıyım birşeyler yapıp kendi ayaklarımın üzerinde durmalıyım ki bunları yaşamaktan kurtulayım herkese ve herşeye rağmen ayakta kalmalı insan kafamızdaki intihar düşüncesini silip kendimize umut olmamız gerek sonra diğer insanlara umut olmalıyız
@hicokunmayacakolankitap
İntihar hiç bir zaman çözüm değildir aksine benim için intihar acizliktir ama şunu söyleyeyim benim de bunu düşündüğüm zamanlar oldu , hâlâ oluyor bazı zamanlar fakat her şeye rağmen yaşamayı öğrenmeli insan. Belki yaşam sana fazla ağır geliyordur bu yüzden de dayanacak gücü kendinde bulamıyorsundur ama intihar edince de eline bir şey geçmeyecek aksine önceden çaba gösterdiğin her şey intihar etmenle bir hiçe kurban olucak ve bir şey için çabalayıp bunun sonradan bir hiç olması sence de çok büyük bir haksızlık değil mi?
@bulutlardandustukzifirigeceye
Kimileri için bu zorlu hayattan kaçış kimileri için tek çözüm.
@gecedehuzur
Yaşanan şeylere göre değişir.
@chocolate135
İntihar hiçbir zaman çözüm yolu değil inan bana. Aksine kendini daha kötü yapmaktan başka bir halta yaramıyor kendimden biliyorum.
@hissetmedigimacilar
Bence hayatta yapılan hiçbir şey çözüm değil, yeni bir sorunun başlangıcıdır.
İntihar etmeye gelirse insanların ne yaşadığını elbette bilemem. Her insan yeri geliyor yeter artık bıktım, neden yaşıyorum diyor, keşke ölsem diyor çünkü herkesin hayatında küçük ya da büyük sıkıntılar var. Ama kimseye taşıyamayacağı yük verilmez. Sen bunu yaşıyorsan yorul, pes et, intihar et diye değil. Bu zor günleri atlat ve rahata et diye.
Açık konuşmak gerekirse inandığım din bu olmasaydı, arkamda bırakacağım insanlar olmasaydı, ölürken çekeceğim acıdan korkmasaydım, cesaretim olsaydı, bundan pişman olmayacağımı bilseydim, artık gerçekten hiçbir şey yolunda gitmeseydi ve ne kadar çabalasam da düzelmeseydi, inancımı kaybetseydim ben ederdim.
O yüzden insanların ne yaşadığını, hayatta ne kadar yalnız olduklarını, neye inandıklarını bilmediğim için onlar için çözüm olur mu yorum yapamicam...
@yasananlarhicyasanmamisgibi
Sana verilen şansa ihanet
@ulduzlaradogruu
Deyil. Sadəcə qaçmaqdır. İntihar edərkən insan özünü deyil içindəki ona yaşamağa imkan verməyən o şeyi öldürər. Qəlbində olan, amma, olmamalı olan bir şey. Qaçdığın özünsənsə ölsən belə qurtula bilməzsən özündən. Ölüm bir çarə deyil. Əsl çarə olan yaşamaqdı. İnadına yaşamaq, hər şeyə rəğmən, enişlərlə yoxuşlarla davam etməyi bilmək. Yaşamaq inqilabçı bir hərəkətdir.
@sebepsizmutsuzluk
Tabiki asla çözüm değil. Kendini ne kadar kötü de hissetsen hep kendini mutlu edecek sebepler bulmalısın. Kendine zarar vererekten bi çözüm olmaz, sadece zarar edersin kendine. Hayattan kendini senin kopartman inan çok kötü olur. Şunu sakın unutma eğer istediğin herhangi bir şey o an gerçekleşmiyorsa ya zamanı vardır ya da doğru değildir. En doğrusu bir gün seni bulur. O yüzden aklından kötü düşünceleri çıkart, ve mutlu ol. Yeni arkadaşlıklar edin. Kendini mutlu et. En önemlisi en başta kendini sev, kendine saygı duy.
@yalnizligamahkumbirkiz
Hayır intihar bir çözüm değil.
@kelebekpapatya-72
Hayır, intihar bir kaçıştır ama asla çözüm değildir.
@kullerindendogan
Daha çok sorundan başka bir şey değildir
@uzaaklar
Belki de
@benianlasan
Hayır ama intiharı düşünen birisine göre çözümdür. Bir nevi kaçarsan kurtulursun taktiği.
@mavininincisiiderya
Bazı durumlarda evet ama onuda becermek gerek
@buzdagininmanyakkarisi
hiçbir şekilde hiçbir şartta çözüm değil
@yakamozdakiislakkedil
Bazen çözüm bazense aptallık
@gecenisonsuzlugu
Bence hayatta insanların bazı konularda bulduğu tek çözümdür.
Doğruyu söylemek gerekirse şimdi de yaptığım gibi çoğunuzun cevaplarını okumadım bile.
18 notes · View notes
ayinkayipparcasi · 9 months ago
Text
Gölgemizin bile bizden daha büyük yer kapladığı şu dünyada bir yere sahip olmak için can yakıyoruz kendi canımızı yakıyoruz ne uğruna çabalıyoruz bu çırpınış ne kadar sürüyor insanlar neden bu kadar acımasız neden bu kadar aptallar neden birbirlerini görmüyorlar neden gecenin karanlığının insanların sesiz çığlıklarını yutuğunun farkında değiller çok fazla neden sorusu var beynimi kemiren benliğimi elle geçiren ....
kitapta geçtiği gibi sen bir çığlık atarsın ama dünya bir fısıltı duyar :)
Kötü olan gecenizin daha az kötü olması dileğiyle iyi olsun geceler 🌒
3 notes · View notes
lovelyyfluff · 3 months ago
Text
Baş Belaları | 41 - Tavşanlar
<Yaklaşık 1 saat sonra>
Hajime: ~~~♪
Tumblr media
Tomoya: ? Ne oldu, Hajime? Bugün keyfin yerinde.
Hajime: Ah, yok bir şey... Ehehe♪ Hava ne kadar güzel~
Hajime: Çamaşır asmak için iyi bir gün olurdu. Güneş böyle parlayınca ben de mutlu oluyorum~♪
Tomoya: Hm. Demek istediğini anlıyorum.
Tomoya: Gün ışığı her yeri ısıtıyor—Dediklerine göre dünkü Trickstar konseri çok başarılı olmuş. Neden bizi de çağırmadın, sinsi Hajime?
Tomoya: Çok kıskandım~ Keşke bende orada olsaydım.
Hajime: Ne? İyi de dün "Hibiki-senpai ve diğerlerinin tiyatro oyunu" var diyip ona öncelik veren sendin.
Hajime: Sinsi falan değilim—Söylenmek yerine dün benimle gelseydin izlerdin.
Hajime: Böyle olacaksan ben de söylenirim—Demek Trickstar'a, hayır, Hidaka-senpai'ye o kadar değer vermiyorsun.
Tomoya: Öyle deme~ Hajime... Trickstar'daki büyüklerimizin işi belli olmuyor.
Tomoya: O oyunu izlemek için uzun zaman bekledim. Biletleri kazanıp yer bulmam çok zordu. Kaçırsaydım sonsuza dek pişman hissederdim—
Tumblr media
Tomoya: İkisi arasında seçim yapmak aşırı zordu. İmkânım olsa ikisinr de aynı anda giderdim.
Hajime: Haha, RYUSEITAI'daki Sengoku gibi mi? Nin-nin♪
Tomoya: Yok, onun daha çok bir ninja kişiliği var, ama gerçek hayatta mangadaki gibi kendini kopyalayabeceğini sanmıyorum.
Tumblr media
Mitsuru: Heey~! Tomoya ve Hajime, hazırlıklar tamam! Hadi işe başlayalım~♪
Hajime: Olur~ Haha. Bugün de parlayan güneş kadar neşelisin, Mitsuru...♪
Mitsuru: Ehe, ne demek istediğini anlamadım, ama kulağa bir iltifat gibi geliyor. N'olur bana daha çok iltifat et!
Tomoya: Biraz fazla kendin gibi davranıyorsun. Ben... Ben bile bazen kıskanıyorum seni.
Tomoya: Her neyse. Hmm, bakalım. Bugünkü işimiz DreFes için insanlara el ilanı ve balon dağıtmakmış.
Tomoya: El ilanını anlarım da balon ne alaka? Biraz tuhaf değil mi?
Hajime: Haklısın~ Ama elinde balonla gezen çocuklar sevimli ve dikkat çekici.
Hajime: Eğer balona etkinlikle ilgili bir yazı veya resim eklenirse etraftakilerin ilgisini daha fazla çekebilir.
Tomoya: Anladım~ ES reklam yapmak için her türlü yöntemi düşünmüş.
Tomoya: Balonlar kağıttan daha pahalı ve ara sıra tekrardan şişirilmesi gerekiyor.
Tomoya: Ama bugünlerde kimse el ilanlarını okumuyor bile...
Tomoya: Ben bile biri bana verince buruşturup en yakın olan çöpe atıyorum.
Tumblr media
Hajime: Ne? Ama israf bu. El ilanlarını katlayınca, dört parçaya ayırınca ve onları birleştirince küçük bir not defteri yapabilirsin.
Tomoya: Ne önemi var ki...? Zaten fazlasıyla paramız var.
Mitsuru: İyi de neden el ilanı dağıtıyoruz ki?
Mitsuru: Ben konser vermek istiyorum! Herkesin önünde dans edip şarkı söyleyip zıplayacağım! Güneşten bile fazla parlamak istiyorum~!
Hajime: Haha. Bence seyircilerimize, hatta tüm halka el ilanı dağıtırken yüz yüze görüşmek bir o kadar önemli.
Hajime: Eğer tek yaptığımız şey sahnede durmak olursa asıl önemli olanı unuturuz—
Mitsuru: Evet, doğru söylüyorsun! Her zaman haklısın, Hajime!
Hajime: Ah, ehehe... Üzgünüm, aslında biraz kendini beğenmiş davrandım.
Tumblr media
Mitsuru: Niye özür diliyorsun ki? Özüre gerek yok~ Değil mi, Tomoya?
Tomoya: Aynen. Kendine biraz daha güvenmelisin, Hajime... İstersen biraz kibirli olmaya bile hakkın var.
Tomoya: Bir idol olarak kendini küçük görürsen hem kendini hem de hayranlarını üzersin.
Hajime: Ah, öyle. Biliyorum. Ama bende böyleyim işte...♪
Mitsuru: Evet, seni özel yapan da bu! Ama senin kinirli ve patronluk taslayan tarafını da görmek istiyoruz~ Bi' kere denesen?
Mitsuru: Hadi hadi, UNDEAD üyesi gibi konuş!
Hajime: Şeyyy... "H-Hadi ortalığı coşturalım, siz aptallar!"
Tumblr media
Mitsuru: Hiyaaa! Senin için aptal olurum~♪
Tomoya: Of, yeter ama. Boş işlerle uğraşmayı bırakın da işimizin başına geri dönelim.
Hajime: Tamam~ Ehehe, anlaşıldı, lider...♪
Tomoya: Lider... Daha o kelimeye alışamadım. İyi bir lider olup olamayacağımı bilmiyorum.
Tomoya: Bu pozisyonu haketmeseydim Ni~chan'ı* hayal kırılığına uğratırdım, o yüzden elimden geldiğince öiderı gibi davranmaya çalışıyorum.
* ç.n. Ni-chan = Abi. İdol aktivitelerine ara veren Nazuna grubun en büyüğü olduğu için Ra*bits üyeleri ona bu şekilde hitap ediyor.
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
1 note · View note
senayelvanstuff · 1 year ago
Text
bir yarışmaydı - kazanamadım
Zihnin Sokaklarında
                   “Siz çok ters yürümüşsünüz.” dedi muhite hakim olduğunu anladığım beyefendi. “Burdan ya düz yürüyüp caddeye çıkacaksınız, ordan otobüse binebilirsiniz. Saatte bir geçiyor 7C. Ya da caddenin sonuna da doğru yürüyüp metro durağının ordan dolmuşa da binebilirsiniz” 
                    Buraya zaten yine birinin yol tarifiyle geldim, bir saattir yürüyorum. Çok yorgunum ama adama yansıtmama gerek yok, teşekkür edip tekrar ters yöne yürüyorum işte. Neyse ki geç kalmak diye bir şey yok. Hiç beklenmediğim bir yere gitmeye çalışıyorum. Yine de yol zül gelmeye başladı. Ayaklarımın altı yanıyor. Rahmetli anneannem bunun genetik olduğunu söylerdi. Annem aynı fikirde. Annemle epeydir konuşmuyoruz. Sevgisizlikten değil. Peki neden, şimdi ben de hatırlamıyorum. Büyürken ben çok değiştim sanırım, nasıl oldu bilmiyorum ama yavaş yavaş mecburen iletişime geçen iki yabancıya dönüştük. Oysa annesinin yol gösterdiği bir genç kadın olmak isterdim şimdi. Filmlerdeki gibi; annemin bir nasihatiyle ruhumu hafifletebilmek ve tüm ikilemlerimde annemin rehberliğiyle karar verebilmek isterdim.
                     Neyse, caddeye bir şekilde çıktım, otobüsün gelmesine çok var…Sanırım biraz durakta oturup dinleneceğim. Oturaklar dolu, bir yerde de kedi oturuyor. Kedi daha yorgun olabilir, hep bir yerlere gidiyor onlar, sanki acil bir işleri varmış gibi sokak sokak geziyorlar. Bu halleri hep komiğime gitmiştir. Benim kedim pek aceleci ya da oyunbaz değildi gerçi. İçinde bir asilzade ruhu taşıyan, miskin kedim Lila. Gerçek hayat arkadaşımdı. Çok erken öldü. Acaba yaşasaydı yine de ben böyle yollara koyulur muydum diye düşünüyorum. Aldığım çoğu karar yalnızlıkla mücadele edemeyişimden mi? 
                      Akılsız başımın cezasını çeken ayaklarım dinlensin diye burda uyuyan kediyi kaldıramam şimdi. En iyisi oturmadan metro durağına doğru yürüyeyim. Yoğun döner kokuları geliyor, umarım üstüme sinmez. Yorulduğum için tempomu düşürdüm, terli terli bir yere yetişmekten vazgeçiyorum. Yavaş yavaş yürürken de tüm insanları ister istemez inceliyorum. Önünden geçtiğim bu dükkandan ağır parfüm kokuları geliyor, bence içinde bu yüzden kimse yok. Soldaki bankta iki yaşlı dede sohbet ediyor. Nasıl bir hayatları oldu acaba? Bu kadar yaşamak zor gelmiş midir? Bana bu kadarı bile çok geliyor bazen. Kendimi yaşlı hayal edemiyorum.  Bana doğru yürüyen kız grubu var, kesinlikle gündemlerinin önemsiz olduğuna eminim. Bence tek konuları aşık olduklarını sandıkları erkekler. Aptallar… Ben de aptalım  gerçi. Hem de daha büyük bir aptal. Aşkın aptallığı gençken çekilir oluyor sonuçta. Akıllanmaya dair bir ümit oluyor insanın içinde. Ama benim gibi yolun yarısında bir kadın için hala dikiş tutturamamak, aptallığı açıklanamaz kılıyor. Ben aşık olduğumu ve aşık olunduğumu sandım kaç kez. Hep de hayal kurdum, hayallerimi yedi cihana da anlattım. Ve hayal kırıklarımı saymadan kaç kere devam edip yine, yine, yeniden; kaç kere kendimi rezil ettim? Şu anda da yine rezil etmeye mi gidiyorum kendimi?
                     Hayır hayır, panikliyorum; düşüncelerimi toplamam lazım. Terapide öğrendiğim gibi; etrafta olanları düşünmeye devam etmeliyim, kendi kuyuma düşmemem lazım… Evet metro durağına az kaldı, orda dolmuş bekleyeceğim. Döner kokuları geride kaldı, yanımdan beş sarı araç geçti. Ali’nin de sarı bir arabası vardı, satmasaydı keşke. O zamanlar evleneceğimiz için para lazım, o yüzden satıyor diye içten içe onunla gurur duymuştum. İşte beni oyalamayan, sonunda benimle aile kurmak isteyen, benden emin olan bir erkek. O aptal kızlardan değilmişim gibi hissettiğim ilk an. Ama evleneceğimiz için satmamıştı tabii arabayı... Ah bu her şeyi kendime bağlamam, basit her şeye bir anlam yüklemem. O parayla abisine iş kurdular. Neyse onun aile işleri beni ilgilendirmez. Kızmaya da gerek yok, olan oldu. Gerçi abisi o işi batırdı. Söyleyecek çok şeyim var beni ilgilendirmez diyip geçmek zorundayım. Biz evlenseydik en azından yuvamız kurulurdu ama...  Beni il-gi-len-dir-mez! Ali benden fikir almadı ki, gerçi alsaydı ne olacaktı, hayır, abine verme bu parayı bana evlilik teklif et nasıl diyebilirdim? 
                  -Pardon bu dolmuş Karanfil mahallesinden geçiyor mu? Tamam… Bir kişi alır mısınız?
                    Kalabalık dolmuşa zorla sığdım ama çok geçmeden en azından yer buldum, güzel. İnsan her şeye ne çabuk alışıyor, her yere Ali’yle ve arabasıyla gidince dolmuş hayatımdan çıkıp gitti sanmıştım. Şu an oturduğum yeri ise resmen benden önce bekleyen taliplerine fırsat vermeden kaptım. Bana “onu arama, yanına gitme, etme” diyenler oldu ama işte; Ali’nin de iyi yanları var. Bakkala bile arabayla götürürdü beni. Herkes sevgisini aynı şekilde gösterecek değil ya? Ne var yıldönümü kutlamak ona göre değilse? Hiçbir özel günü kutlamazdı ama birçok güzel huyu vardı. Beni çok merak ederdi mesela, korumacıydı bir kere. İnsan sevdiğini korumak ister. Şu an onun peşinde sokak sokak kaybolmam boşuna değil. Doğru olanı yapıyorum. Gerçek aşk için sonuna kadar gidiyorum. Tüm engellere rağmen vazgeçmedim. Gerçi, engeller ya bir işaretse? 
              Dua ederken hep Tanrı’m eğer doğru kişi o değilse bir işaret ver demiştim. Birçok işaret aldığımı inkar edemeyeceğim. Ama aynı Tanrı beni çok ama çok kusurlu yarattı. Kusurlu varlığım yüzünden kimse benim için doğru kişi olamaz. Beklentilerim yüksek ama başkasının da hiçbir beklentisini karşılamıyorum, zor ve yorucu bir insanım. İnsanların beni tanıması karşısında beklentilerinin yıkılması, kötü huylarım karşısında şaşkınlığı ve doğal olarak buna verdiği tepkiler… Bunlar işaret olarak değerlendirilmeli mi? Belki olması gerekendir ve benim değişmem gerektir diye düşünüyorum işte. Ali’nin son kavgamızdan sonra evi terk etmesi, telefonlarıma çıkmaması işaret midir? İşaret değil, ayrılan insanlar böyle yapar. Tamamen kesip atmamıştır belki, belki incinmiştir, aşk acısını yenmeye çalışıyordur sadece? 
             Ama barışmak için ona en sevdiği kitabın ilk basımını sahaf sahaf gezip binbir uğraşla bulduktan sonra, bu filmlere yaraşan jesti bir türlü bin engel yüzünden gerçekleştirememek.. İşaret olabilir mi? Kitabı bulduktan sonra satın alana kadar iki kere dolandırılmak, yeni evinin adresini güç bela bulmak; hadi buldum, adresi ararken kaybolup durmak.  Yani ona ulaşamamak... İşte belki bu işarettir, çünkü filmlerde daha kolay oluyor. Hala “belki” dediğim için, az önce yolda gördüğüm kız grubuna dahil edebilirim kendimi. Çünkü o kadar aptal hissediyorum.Aklım susmuş, kalbimin egemenliğinde sürükleniyorum.
               -Müsait bir yerde bırakabilir misiniz?
İşaretleri düşünmemem lazım artık, geldim işte, herhalde artık doğru muhitteyim. Neden aptal olduğumu düşündüm ki. Büyük bir jest ile hikayemizi yeniden yazıyorum. İleride belki çocuklarımıza anlatamayacağız, çünkü ayrılık utanç verici. Ama Ali, ben ve Tanrı bileceğiz ki bugün yepyeni bir geleceğe adım attık. Tanrı demişken, ben gerçekten inançlı bir insanımdır, son ana kadar da “bir işaret gönder” demeye devam edeceğim, yalnız Tanrı’m, lütfen anlayabileceğim bir işaret olsun. Hah, ezan da başladı, tam dua ederken bu iyiye işaret. Sevim Apartmanı… Bu sokak diyor ama burası sırf dükkan. Bir daha soracağım mecbur.
               -Sevim Apartmanı nerede acaba?
               Aman ne iyi, yine yürüyeceğim ama bu sefer uzak değil. Yürümek güzel şey aslında ama kafan boş olacak. Ya da kafanı boşaltmak için olacak, varacağın bir nokta olmadan. Babam çok yürürdü nur içinde yatsın, hatta yürümek için kendine sebep çıkarırdı, şimdi şimdi düşünüyorum, acaba kafası çok dolu olduğu için miydi? Babam son zamanlarda Ali’ye kızgındı. Belki bana da. Hep annemden duydum.  “Kızımı oyalıyor, kısmetini kapatıyor” demiş Ali için. Bana da belki hep benimle evlenmek istemeyen insanları bulup onlara taktığım için kızgındı. Bana olan kızgınlığını belli etmedi. Ve bizi bekleyerek öldü. Ali’ye kızgın olmam için bir sebep daha. Ne kızgınlık ama, elimde onun için seçilmiş eşsiz hediyelerle saatlerdir İstanbul adımlıyorum. Aşk, gurur, onur, hayal kırıklığı nedir? Hepsi içimde ama içimle dışım niye böyle tutarsız? Ben kimim; içim mi beni ben yapan, dışımda göründüğüm kadar mı varım? 
                  Kaçıncı zildi? Neyse kapı açık, bu da iyiye işaret… Asansöre mi bineyim, ter içindeyim, yürüyeyim mi? Yine kayboluyorum anlamsızca, ne fark eder! Daha fazla düşünmemem lazım, nefes alamıyorum. Terliyorum. Hızlıca kendimle sohbeti kesmek istiyorum, koşar adım çıktım merdivenlerden. İşte geldim; emin olarak geldim, kapısına geldim, beni görecek, sarılacağız ve her şey rayına oturacak. Hikayedeki tüm bilinmezlikler ve başka ihtimaller yok olacak, bugünden itibaren bir daha asla kaybolmayacağız ve kaybetmeyeceğiz. İşte çalışıyorum kapısını. Bugünden sonra hiçbir engelle karşılaşmayacağımıza inanarak…Tak,Tak.
                  -Merhaba, rahatsız etmiyorum umarım…
------------
"Kayıp - Kırmızı Kedi-Şubat-
0 notes
donritchieninmudavimi · 2 years ago
Text
Feminizm?
sa as feministlerin çoğu neden feminmizmin aslında erkek düşmanlığı olduğunu savunuyor??? twitterda feminizm adı altında paylaşılan sikko düşüncelerin %70 i neden ''erkekler ölsün'' şeklinde paylaşılıyor bu postları atan terliksi hayvanlar babalarınında bir erkek olduğunu neden düşünmüyor yada düşünemeyecek kadar düşük beyin hücresine sahip?neden feministlerin çoğu kadın erkek eşitliği diye internette orman gibi olmuş koltuk altı kıllarını ve regl kanını paylaşıyor? Feminizm bu değil btw ''feminizm'' kadınların ve erkeklerin hukuksal bakımdan eşit olmasını savunan bir düşünce biçimidir neden her gündem için twitterı açtığımda karşımda birinin regl kanını görüyorum?? neden feministlerin çoğu kelime anlamını diğer masum insanların gözünde feminizm= erkek düşmanlığı olarak değiştirmeye çalışıyor ve kendileri bile gerçek anlamını bilmiyor?? Btw feminizmi destekleyen bir erkek olarak ben neden hukuksal eşitliği yani gerçek feminizmi savunduğumda çoğu hemcinsim bana ''@mcı'' gözüyle bakıyor?? bunun sebebi ''red'' gibi aptallar ve hiç birisi babasını bir erkek olarak görmüyor başkurban olarak görüyor şimdilik bu kadar sonraki bloglarda bu konu ile biraz daha konuşacağım.
2 notes · View notes
kadermiidersiin · 3 years ago
Text
+Tanrı kadınları neden bu kadar güzel yarattı?
-Onlara aşık ol diye.
+Ama niye bu kadar aptallar?
-Sana aşık olsunlar diye.
6 notes · View notes
ceren-felsefesi · 3 years ago
Quote
Günler koşuşturmakla geçip giderken Neden var olduğunu unuttun Neden olduğun sorunlarınsa farkında değilsin Gülmek eğlenmek istiyorsun Hayat zaten çok zor O yüzden müzik seni eğlendirsin Gerçeklikten uzaklaştırsın istiyorsun Ama biz müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz Bizimle gel Başlayalım mı? Cengiz Han zamanı akan nehirde Elini yıkamanın bedeli ölümdü Göç edip çürüdük Çöp kusarak üç denize sıçan bi hale büründük Egzoz gazı soluyan Sağı solu belli olmayan Mangala gitti maganda Orman yanar Tabiatın gözleri kan ağlar Kibir yaptı tavan Fabrika bacası basar Atom reaktörü, çöpü hasar Electro smoke ile her an atakta İnsan en büyük parazit Gezegene bak lan! Hayvan kadar olamadı beşer Ortama uyamadı revize eden Faturasını gelecek nesil öder Kıyamet şurada mal gibi izle Abi yapma Atma şu izmaritini denize Geri alamazsın Gün gelir o pisliğini attığın denize hasret kalırsın, bakamazsın Kurak Afrika görüntüleri uzak değil Çocuğun büyüdüğü yer sulak değil Çünkü yok ettik gölleri, nehirleri, ırmakları, hepsini Nasıl acımadık? İnanamıyorum Elimizde varken hiç değerini bilmedik Plastikle dolmuş mideleri hayvanların buna hiç mi üzülmedin? Nette paylaşmaksa yetmez Bi şeyler yapmalı Suyu kirletmeyin Su gibi aziz olsun ülkem Onun can damarlarına Bu zehri vermeyin Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam, susamam! Korkma yanıma gel! Gün olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam SUSAMAM! Ben bi' beyaz Türk'üm Yasalarım Anglosakson ama kafam Ortadoğulu Apolitik büyüdüm, hiç oy vermedim Kafamı tatile, gezmeye, borca yordum Adalet öldü, ucu bana dokunana dek sustum ve ortak oldum Şimdi tweet atmaya bile çekiniyorum Kendi ülkemin polisinden korkar oldum Üzgünüm ama senin eserin ülkedeki umutsuz nesil Senin eserin bu mutsuz kesim ve bu kurşun sesi! Sebebi nedir bilmeden hapiste çürüyen o suçsuz sefil Senin, senin eserin, senin eserin bu korkunç resim Bu yorgun sesim Fakirin vergisiyle yatına, katına katana salak Haşere geri yolsuz vekil seni, senin eserin! Sen hiç yıkanmadın Ölümle bi' kez bile tıkanmadın Elinde 3. dalga karton bardak kahve Tek derdin o özenti "Start-Up"ın Şimdi kapını kollaması gereken adalet gelir acımaz Vurur kırar kapını Çünkü çocuk öldü vuran memurdu diye "Haklıdır" dedin Sesini çıkarmadın, yani suçlusun! Çünkü iki gün üzülüp sonra gözündeki nehri kuruttun Tuğçe ve Büşra'nın katilini serbest bırakan hakimin adı neydi unuttun! Şimdi başına bi' şey gelse şeh'rin hukuk mu? Bi' gece haksızca alsalar içeri seni Bunu haber yapıcak gazeteci bile bulamazsın HEPSİ TUTUKLU! Salınan katillerin aldığı canlar (Geri gelmeyecekler!) Haksız yere hapiste geçen yıllar (Geri gelmeyecekler!) Sen sustun, ses etmediğinden bindiler tepene Haklarını elinden aldılar ve güzellikle geri vermicekler "Adalet" sözde mülkün temeli Tıkamış kulağını duymaz ne dediğini Âdeti, töresi, geleneği söyle Giden kötüydü de gelen iyi mi? Bu medeni mi? Biz yiyemiyo'ken senin kürkünün bile yemediğini Sizin polisiniz silahını çekip güpegündüz ortalıkta vuramaz dilediğini Medya, basın, hukuk, asker hepsi sizin için çalışırken Aslen güneş bile üzerine doğuyo bu çocukların İşe gidip geliyolar canlarına kasten Silahınız kin! Bu çektiğimiz bizim günahımız değil Planınız iyi! Ben bilmem bunun inananı kim? Ama bilirim, gel Silahımız dil! Ben sesiyim kayıp neslin Sansürü olamam ayıp resmin Ekibimi bu mezardan çıkarabilmek için Hep gözlerim açık, uyanık ayık gezdim Sopa, bıçak ne yazar ki? Zayıf hepsi! Öncelikle olmalı akıl keskin Sabır bey'nimi yiyip bitirirken yağmur gibi yağanları yakıp geçtim! Müzik yapmak dışında bi' bok yemedim! Polis tutukladı bi' şeyleri problem edip Yine duruşmadayım sen konsere git Ben aynı takım elbisemle 10 senedir Biri dönüp desin bana "Çaban boş yere değil" O gün kalbimi, ruhumu komple veriyim ama Yargı gelip arıyor bedeli Yaşıyorum cehennemi, yanıyor bedenim Merhaba Türkiye Bende var hüviyet Yaşamaya çalışıyoruz hasbelkader gitmeden katakulliye Ekrana süs diye çıkan şarlatan, hep fanatik biri! Fesatlık, kötü niyet salgın gibi Eder daha manipüle! Bu bir temsil ya da piyes! Bu uçaksa bu türbülans! Komşumuzdu Suriye Şimdi bu gemideki vatandaş mı? (Yurttaş mı?) Huzurda değil ölü bile topraktakilerin ahı var Sadece gazeteydi "Hürriyet" Sen olabildiğince özgür ol! Hepimizi bi' lokmada yutuveriyo' Pis boğazlı İstanbul! En iyi zamanları törpülüyo' Çözülemeyen gizemli esrar bu! Taşı toprağı altın (altın) Eli verdim, kolu kaptı (saldır) Ulaşım, eğitim, yargı (yardım) Şeytan zehrini saldı (saldı) Paranız olmalı, ya da birileriyle aranız olmalı Kodamanlarda numaranız olmalı Aksaray'da bir adamınız olmalı Bizim yatımız katımız bi' de yalımız olmadı Kumbaramız dolmadı da bununla doğmadım Ki metropolde biraz amacın olmalı Yapıcı olmadın, yakıcam ormanı Beton ormanda hayvan olman normal Tutsak göz altların yine morlar Yönetenler çağ dışı dinozorlar Bu ormanda herkese göre rol var Sustukça sıra sana gelecek Aydın beyinleri bekliyor karanlık gelecek Mezun olucam Cash para, diploma ver bana Para yoksa ter dökmeliyim Eğitimde fırsat eşitliğini fırsata çeviren bi' üniversiteliyim Ben mezun oldum Yarattığınız sistem yüzünden bi' serseriyim Ben mezun oldum Ya kasiyer olayım, ya da sinemada sana yer göstereyim! Sokak başı üniversite ama köy okulları çok terste Başa gelenin ideolojisi neyse o anlatılır her derste Zengin, fakir ayrı Torpile ya da parasına göre kayırır Eğitim endüstridir İnşaattan rant sağlamaka aynı! Kiminin kitap alıcak bi' parası yok Öğretmen atanıcak ama "arası" yok! Milletvekili bi' tanıdık mı, wow Beni anlaman da bu mantıkla zor Bari bi' köy okulunun yardımına koş Her tarafı kaos Sen de biraz boğuş Bu gece uyudu zorla çocuk Okula gidecek YOL YAP! Neden bu gök, bu yıldızlar, bu galaksiler, gezegenler Neden, neyden bu evren? Neyden bu dünya? Neden ben, neden sen, neden biz? Sorgula, hele bi' sor lan bi' "Neden ben varım? Nereden geldim ve neden bi' insanım? Nasıl oldum? Nasıl olduk? Nası' oluyo'? Nası' anlam kattık? Nası' doluyo' bu kafa? Neye tapınıyo' hayat kimi kayırıyo'?" Hasat ne doyuruyo' hesap Anlasak, anlatıp her şeyi kavrasak da len Anlamak mı yasak olabilir Ama sadece bi' yanıtı yok bi' sürü cevap var koş git yanıt ara Peşine düş mutlaka kanıt ara Ruhunu demle hep yakıt ara lan Kalbini tut ve de buna tanık ara Hadi nefesini gör ve git sanat ara Sorgula sorgula atomları Işık hızını düşün ve de git kanat ara sonra Uç uçabildiğin kadar Uçabildiğin kadar uç Uçabildiğin kadar uç Bırak kendini Ben bilmem hiç kendimi korumak zorunda kalmadım Bilmem ben bi' çocuğu düşünmek zorunda olmadım Hiç evlendirilmedim Evde dayak görmedim Kendi evimde kendi odama zorla hapsedilmedim Sözlerinizi kusmadım Yurdumdan edilmedim Nefretinizle yanmadım Yakılarak can vermedim Hiç kardeşim olmadı Hiç abimden korkmadım Okuldan alınmadım BEN HİÇ ÖLDÜRÜLMEDİM Kadına el kalkmaz ulan beyinsiz Erkeksin ama insan değilsin Aslında o en iyiye layık Kadına şiddete hayır! Ülkede erkek neden en üstte minibüste, evde ya da metrobüste Taciz şiddeti hiç bitmiyo' Kınamakla falan iş bitmiyo' Uh, Ah, ADAM olamadınız bu kalıbının ADAMı mı para babalarınız? Beşiktaş'ta beş tokat, leş hareketler Cebi dolu ciğerin beş para etmez Yaşadığın kafa ne? İnsan mısın? Biz utandık ulan! İnsan mısın? İnsan mısın? Bu hale nasıl gelir insan? Nasıl? Dünya Dönsün başım gibi Aklımı kaybederek Rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere Dünya Dönsün başım gibi Aklımı kaybederek Rüya Nefesim, iç sesim Düşerim derinlere Kaptı kafamı çarptı duvara Beni koruması gereken tenime bastı cigara Kaldırdı geri bütün derileri kattı dumana Yattım falaka motherfucker bu mu yargı burada Hangi kurala denk? (denk) Cenk için hazırım, karışır her yer Öğretilen bu işte Şiddeti sevmek ve ipleri germek Bak Almanya buz gibi morg Bana sor sana diyim Gençlerin çoğunda amfetamin, Tilidin ya da weed, kokain ya da speed, crack Sana göre güzel ama bana göre değil Bana göre değil, kafana göre yürü bas mayına geber Ederi kaç? Kaç? Kaç? Kaç paraya bedel? Yeter artık dönme teker gibi Dost ol yeter bana Geliyorsan dosdoğru gel Bi' kap su ver çok mu zor Vicdanlı ol be lanet Anlamak istemiyo'sun ama bütün bu canlar sana bana emanet Lan bi' düşün: "Soğukta kışta dışarda tek başına yaşıyo'sun Dilini anlayan kimse yok hep tehlike, hep felaket, hep afet" Kazanamazlar, ya yaraya rastlarlar Ademe bir türlü yaranamazlar Vicdana bakar paraya bakmaz Toplayıp ormana atmak çözüm değil Bunlar kurt değil, ormanda kendi başlarına yaşayamazlar Onları sen savun, onlar kendi haklarını arayamazlar Barınaklar dolu Memleket acı Seması kara Sokak hayvanlarına tecavüz etmenin, işkence etmenin cezası para "Büyük ahlaksızlıklar için büyük aptallar lazımdır" Bütün insanlar suçlu değildir ama Bütün hayvanlar masumdur Gel, gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam, susamam! Korkma yanıma gel! Gül olur hapsolur bu suçlu cümleler! Yenilir hiç olurum fark etmezler! Susmam SUSAMAM! Gitme, Gitme, Gitme, Gitme Daha çok şeyi değiştirebiliriz bu hayatta İnat etme Hepimiz pes ettik vaktiyle Şimdi sık yumruğunu Sustur şu suskunluğunu Unutma kafan atınca nasıl da dimdik durduğunu İçin dışın nefret Gel Hiçbir şeyi yaşamak kadar sevme Sana bi dünya yaratamam da elini tutarım elbette Varsın herkes terk etsin seni Sen dünyayı terk etme Seni yargılamıyorum Acını tam olarak anlamam mümkün değil biliyorum Kaldıramadığım yükleri bırakıp kendi yolumdan gidiyorum ben Sen de aynaya bak lütfen "Seni seviyorum" de Ey! Faşizm ney mi? En amiyane deyimiyle faka basacağız Beynelmilel el birliğiyle Tek bildiğiniz siz Ve de pek çok kazanın asıl sebebi aşırı hırs Bu hırs bi' ebedi his Evde eşine kız Sokakta kriz Fıss, tokatla köpeği Cins ise değil de miks ise tabii Akılsız, ey Kendinden çalan hırsız Polisten tırs, ey Ol ister sistem Hiç çiğ sığ birey Bir neyin ne olduğunu Bi' de bizi bil Biz façası pis de eli temiz bir nesiliz Bu işin selesi siz de Tekeri gidonu biz Ey, e bi tabi biz de biz gibi bir nesilin peşindeyiz Ey, bu tek emelimiz saygı, tohum Torun, ayna ol Kaygı bol da yol Ey, tam da bu Ya boğul ya doğ Tonla yanlışa, gırla doğru Olsun torun, saygı tohum Yüzüne bakamam yüzüm düşer o yerlere Ayakları çıplakken gözleri dalar düşlere Başı önünde ama beden çıkıyor sefere Yok mecal dizinde Bak, her bi' günü sürgüne Kaçamıyo' kovalıyo' zalimler Ele güne, ele bakıyor o gözler Kodamanın parasını ateşe ver Ve de koyduğumun egosunu bi' yere ser Sokağa bakanın adını değil Yoksulumun, yetimimin adını ver Zabıtaları seyyara değil Gökdelenlere gönder Fırtınadan kopup giden dalların bi' tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi' çocuğun hikayesiyim Fırtınadan kopup giden dalların bi' tanesiyim Fazla yol almış ve yıpranmış İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok Bazen evsiz bi' çocuğun hikayesiyim Can pazarı, otobanlar can pazarı 365 günün riskli Bitmiyo' gamsız magandası Öde kan parası Bi' kaza bayrama matem düşürür Yürek dağlar acılar cabası Bir sela çınlar kulaklarında Hiç dinmez yarası Trafik terörüne eşlik eder alkol, şiddet, hız tutkusu 25 yaşında yüz binlik arabaya binen gençlerin yok korkusu Önce emniyet sonra hoşgörü Sabır, selamet gerekiyor insan Ufacık bir hata her şeyi karartır inan yok dönüşü
Susamam Şanışer, Fuat, Ados, Hayki, Server Uraz, Beta, Tahribad-ı İsyan, Sokrat St, Ozbi, Deniz Tekin, Sehabe, Yeis Sensura, Aspova, Defkhan, Aga B, Mirac, Mert Şenel, Kamufle
7 notes · View notes
azeturkmankurt · 3 years ago
Text
JOHN D. ROCKEFELLER’İN MASON İNANCINDAN ALINAN METİN
"Tersini yapıyormuş gibi davranırken hayatlarını kısa ve zihinlerini zayıf tutacağız. Bilim ve teknoloji bilgimizi, onların neler olduğunu asla görmemeleri için en ince şekillerde kullanacağız.
Yumuşak metalleri, yaşlanmayı hızlandırıcıları ve uyuşturucuları yiyeceklerine sularına ve hatta soludukları havaya karıştıracağız... Döndükleri her yerde zehirlerle kaplanacaklar.
Yumuşak metaller onların akıllarını kaybetmelerine neden olacak. Desteklediğimiz kurumlar vasıtası ile onlara bu rahatsızlıkları için çare bulacağımıza söz vereceğiz, aksine çare diye ürettiğimiz ilaçlarla onlara daha fazla zehir vereceğiz. Ünlü aktörler ve ünlü sanatçılar tarafından reklamı yapılan ve aslında kimyasal zehir olan hijyen ve güzellik ürünlerini aptallar yüzlerine ve bedenlerine gençlik getireceğine inanarak sürecekler ve derilerinden bu zehirler emilecek, susuz ve aç ağızlarından onların zihinlerini, iç organlarını, üreme kapasitelerini yok edeceğiz. Çocukları sakat ve deforme olmuş olarak doğacak ve bunun sebebini onlardan saklayacağız.
Zehirler, etraflarındaki her şeyde, içtiklerinde, yediklerinde, soluduklarında ve giydiklerinde gizlenecektir. Zehirleri dağıtmakta ustaca olmalıyız çünkü anlayabilirler. Onlara zehirlerin iyi bir şey olduğunu TV’de ki uzmanlarla, güzel animasyonlarla, müziklerle cazip hale getirip öğreteceğiz. Uzman görünümlü adamlarımız onların aldanmasına yardımcı olacaktır. Zehirlerimizi almaları için her yöntemle destekleyeceğiz.
Ürünlerimizi filmde kullanıldığını görecek ve alışacaklar ve gerçek etkilerini asla bilemeyecekler. Doğum yaptıklarında aşılarla çocuklarının kanına zehir enjekte edeceğiz ve aslında aşılarla onlara yardım ettiğimize onları ikna edeceğiz! Mümkün olduğu kadar erken yaşlardan başlayacağız, zihinleri gençken çocukları en çok sevdikleriyle, tatlılarla, şekerlerle zehirleyeceğiz.
Dişleri çürdüğünde onları zihinlerini öldürecek ve geleceklerini çalacak metallerle dişlerini dolduracağız. Öğrenme yetenekleri etkilendiğinde, onları daha da hasta edecek ve başka hastalıklara yol açacak ilaçlar vereceğiz ve oluşan bu yeni hastalıklar için yeni ilaçlar üretip onlara vereceğizki yeniden hasta olsunlar. Gücümüzle onları uysal ve zayıf hale getireceğiz. Depresif, yavaş ve obez olacaklar ve yardım için bize geldiklerinde onlara daha fazla zehir vereceğiz.
Dikkatlerini paraya ve ekonomiye odaklayacağız, böylece asla iç benlikleriyle bağlantı kurmaya vakitleri kalmayacak. Onları cinsellik, zevkler ve video oyunlarıyla oyalayacağız ki hiçbir zaman herkesin birliği için bir araya gelemesinler. Akılları bize ait olacak ve dediğimiz her şeye itaat edecekler. Reddederlerse, beyin kontrolü yapan teknolojiyi uygulamanın yollarını bulacağız.
Korkuyu silahımız olarak kullanacağız.
Hükümetlerini biz kuracağız ve onların içinde muhalefetleri de biz tesis edeceğiz. Her iki tarafa da biz sahip olacağız. Hedefimizi her zaman saklayacağız ama planımıza aralıksız devam edeceğiz.
Bizim için çalışacaklar ve biz onların emeğinden çalarak zengin olacağız.
Ailelerimiz asla onların ailelerine karışmayacak. Kanımız saf olmalıdır.
Bize karşı geldiklerinde birbirlerini öldürmelerini sağlayacağız. Onları dogma ve din yoluyla birbirlerine düşman ve ayrı tutacağız. Hayatlarının tüm yönlerini kontrol edip onlara ne düşüneceklerini ve nasıl düşüneceklerini söyleyeceğiz. Onlara hissettirmeden yol göstereceğiz ve kendi kendilerine karar verdiklerine inanmalarına izin vereceğiz.
İhtilaflarımız aracılığıyla aralarında düşmanlığı körükleyeceğiz. Aralarında bir ışık parladığında, onu alay, karalama, iftira veya ölümle yok edeceğiz ki bize en çok bu yakışır. Kalplerini parçalayıp kendi çocuklarını öldürmelerini sağlayacağız. Bunu en önemli silahımız olan nefreti kullanarak, ve en iyi arkadaşımız olan öfkeyi kullanarak başaracağız. Nefret onları tamamen kör edecek ve çatışmalarında liderleri olacağımızı asla göremeyecekler.
Birbirlerini öldürmekle meşgul olacaklar. Bize karşı olduklarını gördüğümüz müddetçe kendi kanlarında yıkanacaklar ve komşularını öldürecekler.
Bundan çok yararlanacağız, çünkü bizi görmeyecekler, çünkü bizi göremeyecekler.
Savaşlarından ve ölümlerinden zenginleşmeye devam edeceğiz. Nihai hedefimize ulaşılana kadar bunu tekrarlayacağız. Onları korku ve öfke içinde yaşatmaya devam edeceğiz, onlara yanlış imaj ve haberler vereceğiz. Bunu başarmak için sahip olduğumuz tüm araçları kullanacağız. Araçlar çalışmaları ile sağlanacaktır. Onlara kendilerinden ve komşularından nefret ettireceğiz.
Hepimizin bir olduğumuza dair ilahi gerçeği her zaman onlardan saklayacağız. Asla bilmemeleri gerekiyor! Farklılıkların bir illüzyon olduğunu asla bilmemeliler, her zaman eşit olmadıklarına inanmalıdırlar. Damla damla, adım adım hedefimize ilerleyeceğiz. Onları kontrol etmek için topraklarını, kaynaklarını ve servetlerini devralacağız. Sahip oldukları küçük özgürlüğü çalacak yasaları onlara kabul etmeleri için onları kandıracağız. Onları sonsuza kadar esir edecek, onları ve çocuklarını borç içinde tutacak bir para sistemi kuracağız.
Onların uyanışlarını yasakladığımızda onları cinayetle suçlayacağız ve dünyaya farklı bir hikaye sunacağız çünkü tüm medyanın sahibi biz olacağız. Medyayı, bilgi akışını ve onların duygularını bizim lehimize kontrol etmek için kullanacağız. Bize karşı ayaklandıklarında, onları böcekler gibi ezeceğiz, çünkü böcekten dahi daha güçsüzler. Bununla ilgili bir şey yapmaktan aciz olacaklar.”
3 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years ago
Text
Heavenly Blessing – 161. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 161: Bu Yeşim Atılan Bir Tuğla Olmayı Reddediyor
Diğer taraftaki cennet mensupları hareketli ve neşeliyken, bu taraftakiler şok olmuşlardı. “Ne? Sen – Sen Ekselansları Qi Ying değil misin???”
Ancak o zaman diğerleri kahkahalar atarak açıkladılar, elleriyle karınlarını tutuyorlardı. “Yanlış kişiyle konuşuyordun dostum! Unuttun mu? Batıyı yöneten iki savaş tanrısı var, birisi Yin Yu diğeri Qi Ying. Onlar aynı sektten shixiong ve shidi, şu anda karşında durmakta olan ise Ekselansları Yin Yu, hahaha…”
Söz konusu cennet mensubu hemen konuştu. “Ah ah ah, yanlış kişiyle konuşuyormuşum, ne kadar utanç verici, hahahaha, ne kadar dikkatsizim, sadece Qi Ying hakkında konuşulduğunu duymuştum…” kekeleyerek sustu, ama Yin Yu çoktan sanki sözleri onu çok yormuş ve sosyalleşmekten vazgeçmiş gibi gözlerini kapatmıştı. Birisi işlerin yolunda gitmediğini fark etti ve cennet mensubuna dirseğiyle vurdu, ancak o zaman sözlerinin ne kadar kırıcı olduğunu fark etti. Haha-ladı ve hızla kaçtı. “Ehem ehem, ben gideyim artık, Ekselansları Yin… Yin Yue, ah, hayır hayır, Ekselansları Yin Yu! Bir ara yine görüşelim, festivalin tadını çıkartın, hahaha…”
Uzaklaşırken kadehini tekrar kaldırdı ve kutladı, Quan Yi Zhen’e doğru gidiyordu. Diğer tarafta, çoktan cennet mensuplarından oluşan kalabalık bir grup toplanmıştı ve hepsi de Quan Yi Zhen’i selamlamak için kavga ediyorlardı, kalabalık o kadar yoğundu ki merkezdeki insan görülmüyordu bile.
Görünüşe göre bu sahne de Quan Yi Zhen yükseldikten sonraydı, ama çoktan kendi sarayını kurmuştu ve şöhretinin zirvesindeydi, öncesinde onu sevmeyenlerden iz bile yoktu. Her ne kadar her ikisi de batının savaş tanrıları olsalar da, etkisi bariz şekilde Yin Yu’dan daha büyüktü ve insanlar etrafına doluşmuştu, öyle ki kenarda sadece hala çorbasını içmekte olan He Xuan kalmıştı, masası boş ve sessizdi. Yin Yu’nun tekrar oturması da ayakta kalması da tuhaf görünecekti, bu yüzden bir an sonra Yin Yu aniden konuştu. “Geri dönelim.”
İkisi yerlerinden ayrıldılar ve hiç kimse onları fark etmedi bile. Jian Yu sinirlenmişti. “Şu sığ, iyi gün dostları! Ve bir de cennet mensubu olacaklar! O velet Üst Cennete ilk geldiğinde hepsi onu terslemişti, her gün onu şikayete geliyorlardı. Şimdi bak bir de. Velet yükseldi, fenerlerini aldı ve onu överek göklere çıkardılar! Sayfa çevirmekten hızlı tavır değiştiriyorlar, ne sarsılmaz yeri? Genç ve yetenekli mi? Tapınanları da tıpkı onun gibi deli! Onun gibi bir manyağa sadece aptallar tapınır!”
Tam bu sırada Shi Qing Xuan elinde bir kadeh şarapla geçmekteydi ve Yin Yu fısıldadı. “Artık konuşma, çıkalım buradan!”
Ancak yanlarında birisini görünce Jian Yu en sonunda susabilmişti. Shi Qing Xuan şaşırmıştı. “Yin Yu, gidiyor musun? Qi Ying daha yeni geldi ama? Geçen sefer ikinizin uzun zamandır görüşemediğini söylemiş ve hatta bana senin nasıl olduğunu sormuştu. Arayı kapatmak için biraz sohbet etsenize?”
Yin Yu zorla gülümsedi. “Maalesef, çok iyi hissetmiyorum, erken kalkacağım o yüzden.”
Shi Qing Xuan çok üzerinde durmamıştı ve arkalarında oturmakta olan ‘Toprak Ustası’nı görünce neşeyle gülümsedi. “İyi istirahatler, gelecek sefer sohbet ederiz. Ming-xiong! Sana oraya oturma dedim! Gel gel, benim masama gel hadi…”
Shi Qing Xuan yürüyüp gidene ve onları unutana dek beklediler, ardından Jian Yu sesini alçalttı ve söylenmeye devam etti. “Arayı kapatmakmış! O veledin övünmek için çok vakti kalmadı, yakında ayağının altındaki halı kayar ve yıkıcı bir darbe alır. O günü iple çekiyorum!”
Homurdanmaya, Yin Yu’nun sessiz hüsranını kışkırtmaya devam ediyordu. “Boş ver, ve bu kadar kindar olma.”
“Boş ver boş ver, tek söylediğin şey ‘boş ver’.” Yin Yu şikayet ediyordu. “Bu mesele nasıl boş verilir? İlk buraya geldiğinde eğer sürekli onun boklarını örten ve arkasından özür dileyen sen olmasan, uzun zaman önce dışarı atılmış olurdu. Artık sahiden daha fazla izlemeye dayanamıyorum, senin adına hakkım yenmiş gibi hissediyorum!”
İkisi çoktan hızlı bir şekilde Yin Yu Sarayına dönmüşlerdi. Sarayın Büyük Açılış Seremonisindeki özel canlılığa kıyasla, şimdi içerideki az sayıda ast cennet mensubu ile salon ıssız ve terk edilmiş görünüyordu. Kapıları kapattıktan sonra Yin Yu’nun ses tonu yükseldi. “Artık konuşma! Duymak istemiyorum! Yükselmiş bir cennet mensubunun saray kurması son derece normal bir şey, normalin dışında hiçbir şey yapmadı. Sırf ondan bahsetmek bile seni bu kadar kızdırıyorken, neden onun hakkında konuşup duruyorsun?”
“Yersiz konuştuğumu düşünme, ama birisinin sana hatırlatması gerek. Yin Yu, batıdaki bölge belli bir büyüklükte ve sadece belli sayıda inanan potansiyeli var. O kadar çok insanı çaldı ki; o kurt canavarı resmen zorla aldı! Şimdi haline bir bak, bölgen gittikçe küçülüyor, şu anda elinde ne kadarı var? Böyle devam ederse tutunmaya nasıl devam edeceksin?”
“Bunun nesi çalmak oluyor?” Dedi Yin Yu. “Ona tapınsınlar diye kimsenin boğazına bıçak dayadığı yok sonuçta, herkesin iradesi hürdür. Ayrıca o kurt canavar…”
İç çekti ve dobra bir şekilde konuştu. “Sahiden de onu yenemezdim. Bana dua etmeleri bir işe yaramıyor, elbette onu seçecekler.”
Jian Yu başını tuttu, kalbi acıyordu. “Ben sadece… sadece bu kavganın devam etmesinden ve bizden geriye hiçbir şey kalmamasından korkuyorum. Sikeyim, o düşük seviyeli mensuplar bile onun kıçını öpüyor, hepsi boş bahaneler kullanarak diğer cennet mensuplarından kaçıyorlar, işe yaramaz göt laleleri!”
Yin Yu tekrar iç çekti, dua şiltesine oturdu. “Ne kavgası… neden böyle bir şeyi kafana takıyorsun? Gidecek olan zaten gidecektir ve kalacak olan da doğal olarak kalacaktır. Ben kimseyle güç yarıştırmak için yükselmedim, bölgeler için savaşmak için de, bu yüzden neden bu meseleyi kapatmıyorsun?”
‘Aynı çöplükte iki horoz ötmez’ derlerdi, şimdiki örnekle aynı durumdaydılar: Feng Xin ve Mu Qing de güneye atanmışlardı ve yıllardır birbirlerinin boğazındaydılar. Eğer aynı bölgede olmasalar, birbirlerini biraz daha tolere edebilirlerdi belki ama ‘düşmanlar karşılaşmaya mahkumdur’, kişinin tanındığı ve yükseldiği yer onun bölgesidir. İnsanın ölümlü hayatındaki geçmişteki kimseler sık sık yükseldikten sonra problem yaratırdı. Cennette, ölümlü diyarda, insanlar kadar tanrıyken de, hayat böyleydi. Quan Yi Zhen’in batı bölgesinden ayrılması ve başka bir bölgeye geçmesi için hiçbir sebep yoktu. İkisi tartışmalarının ortasındayken, kapılarındaki birisi aniden gürültüyle vurmaya başladı. Jian Yu seslendi. “KİMSİNİZ?!”
“Benim.” Kapıdaki kişinin cevabı sadece bu olmuştu.
Jian Yu, Yin Yu’ya öfkeyle döndü ve fısıltıyla konuştu. “…Bu lanet velet neden geldi?”
Yin Yu ona gitmesini işaret etti ve yüz ifadesini toparladıktan sonra, en sonunda kapıyı açtı. Sahiden de kapıda dikilmekte olan Quan Yi Zhen’di. Geçen seferden beri uzamışa benziyordu, Xie Lian’ın onunla ilk tanıştığı zamanki kadar uzundu ve en sonunda pencerelere tünemeyi bırakmıştı.
Yin Yu konuştuğu zaman, oldukça sakindi. “Yi Zhen, senmişsin. Ay Festivaline katılmayacak mısın? Neden geldin?”
Quan Yi Zhen onun peşinden büyük salona girdi ve yine pat diye konuşmuştu. “Bugün benim doğum günüm.”
“…”
Demek ki Ay Festivali Quan Yi Zhen’in doğum günüydü ve hediyesini almaya gelmişti.
Xie Lian da Yin Yu’dan bahsedildiğini duymuştu, bir shixiong olarak, her zaman Quan Yi Zhen’e doğum günü hediyesi verirdi. Muhtemelen sene içinde yaşanan olaylar yüzünden ise bu sene hediye hazırlamamıştı. Shi Qing Xuan’ın festivaldeki sözleri göz önünde bulundurulduğunda, muhtemel Yin Yu şimdiye dek bilerek ondan uzak durmuştu. Birisi buluşmaktan kaçınınca ve hediye vermeyi kesince, biraz hassas olan herkes zaten durumu fark eder ve asla hediye istemeye gitmezdi. Ancak Quan Yi Zhen orada duymuş, yanlış bir şeyler olduğundan bihaber halde tüm özgüveniyle kapıyı çalmıştı. Xie Lian daha önce hiç bu kadar üzücü derecede utanç verici bir olaya şahit olmamıştı. Eğer şu anda Hua Cheng’le alın alına duruyor olmasalardı muhtemelen elleriyle gözlerini kapatırdı, böylece daha fazla izleyemezdi.
Yin Yu kuru bir kahkaha attı. “…Ah, sahi, bugün senin doğum günün. Ama, son zamanlarda sarayda çok yoğundum, bu yüzden…”
Quan Yi Zhen bunu duyunca gözleri ardına dek açıldı. “Hiç mi?”
Yin Yu da gidişattan hoşlanmamış gibiydi, bu nedenle kelimeler tam dudaklarının ucuna gelmişti ki hemen yön değiştirdi. “Hayır, unutmadım. Arkada, bekle biraz.”
Quan Yi Zhen olduğu yere oturuverdi, her iki eli dizlerinde dinleniyordu, enerjik bir halde başını sallarken oldukça umutlu görünüyordu. Yin Yu yan odaya kaçtı Jian Yu kasvetli bir halde orada oturmaktaydı. Elbette Yin Yu hediye hazırlamamıştı, bu yüzden odaya girdiği gibi tüm çekmeceleri ve dolapları, sandıkları, rafları karıştırmış ama uygun bir hediye bulamamıştı, bu nedenle Jian Yu’ya seslendi. “Bir şey bulmama yardım et, çabuk, bir hediye olarak kullanabileceğimiz bir şey.”
Jian Yu kenardaki bir paçavrayı yakaladı ve yere attı, iki kez üzerinde zıpladıktan sonra nefretle konuştu. “Bunu ver.”
“Jian Yu!” Yin Yu azarladı.
“Böyle bir şey bile hak ettiğinden fazlası.” Dedi Jian Yu. “Gelecek kadar yüzsüz olduğuna inanamıyorum!”
Yin Yu kederle konuştu. “Hiçbir şey anladığın yok. Geçtiğimiz tüm bu yıllar boyunca ona hep hediye verdim, eğer bu sene bir şey vermezsem çok kasti görünür. Herhangi bir şey olur, sırf hediye olsun yeter. Şöyle yapsak. Gidip bana geçen sefer aldığımız Altın Ruh Çıkarma Kolluğunu getirsene? Uygun bir hediye olmaz ama en azından hediye olur.”
Jian Yu kızarak gidene dek birkaç kez daha ısrar etti. Yin Yu ardından büyük salona döndü ve Quan Yi Zhen’in karşısına oturdu. “Biraz daha beklemen gerek. Şu anda her şey karışmış durumda bu yüzden Jian Yu’yu hediyeni bulmaya gönderdim. Bu arada, günlerin nasıl geçiyor? Her şey yolunda sanıyorum? Geçen birkaç ayda sarayının inanlarının sayısı beş katına çıkmış diye duydum, tebrik ederim.”
Quan Yi Zhen cevapladı. “İnananları falan bilmem, ben sadece kendim oluyorum ve onlar gelip nedense tapınaklarımı kalabalıklaştırıyorlar, tuhaf. Geçenlerde bir kurt canavar kestim.”
Yin Yu’nun gülümsemesi katılaştı. Dayanamadığı şey Quan Yi Zhen’in bu kadar çabasız bir şekilde yapmasıydı. Bu tıpkı aşık olduğun kızın seni tamamen görmezden gelmesine, onun kalbini asla kazanamamana, ama kollarına ağlayarak koştuğu kişinin onun yüzüne bile bakmaya tenezzül etmeyerek bir de sana gelerek kızın nasıl çokta bir şeye benzemediğini, hiçte etkileyici olmadığını anlatmasına benziyordu. Sahiden acı bir histi. Quan Yi Zhen bir süre daha konuştu, ardından aniden ekledi. “Seni Ay Festivalinde gördüm. Konuşmak istiyordum ama çok erken kalktın.”
En sonunda kendi bölgesinde yaşanan güncel savaşlar hakkında heyecanla konuşmayı kesince, Yin Yu da rahat bir nefes aldı. “Ah, bir şey çıktı, bu yüzden erken kalktım.”
Quan Yi Zhen başını salladı. “Birisi bana seni başkasıyla karıştırdılar diye gittiğini söyledi.”
Bunu duyunca Yin Yu’nun yüzü hemen düştü, ama Quan Yi Zhen hiçte fark etmemişti, dudakları yukarıya kıvrılmıştı. “Çok komik, çok salakmış!”
Xie Lian daha fazla izlemeye dayanamayacaktı ve yüzünü Hua Cheng’in kollarına gömdü. “Bu… bu, bu, bu… izlemek acı veriyor.”
Elbette Xie Lian tüm kalbiyle Quan Yi Zhen’in bu olayı birisi aptalca bir hata yaptığı için komik bulduğuna inanıyordu, ve aynı zamanda da söz konusu kişi olan Yin Yu için olayın hiçte komik olmadığını fark etmiyor olduğuna da, ama bu yine de ikisinin bu utanç verici konuşmaya devam edeceği, bunalmaktan öleceği gerçeğini değiştirmiyordu. Neyse ki o boğulmadan, Jian Yu en sonunda hediye kutusuyla çıkagelmişti. Yin Yu da tüm günahları affedilmiş gibi görünüyordu ve kutuyu doğrudan Quan Yi Zhen’e verdi. Quan Yi Zhen aşırı mutlu görünüyordu ve kutuyu almak için olduğu yerde sıçramıştı. Ancak Yin Yu’nun gülümsemesi çoktan yorgunlukla dolmuştu. “Neden eve gidince açmıyorsun?”
Quan Yi Zhen başını salladı. “Tamam. Ben gidiyorum. Gelecek ay devriye bende, eğer vaktin olursa shixiong, bana eşlik edebilirsin.”
Yin Yu sahiden onun söylediklerini artık dinleyebilecek durumda değildi ve onaylayarak onu yatıştırdı. Oğlan gönderildikten sonra, Jian Yu söverek geldi, başını duvarlara vuruyordu. “O KİM OLDUĞUNU SANIYOR?! ANASI DOĞURURKEN KAFASININ ÜZERİNE YÜZ KERE FALAN MI DÜŞÜRDÜ ONU?? EĞER DEĞİLSE O ZAMAN BURAYA BİLEREK SENİNLE DALGA GEÇMEYE GELİYOR. NE, ‘İNANLARI FALAN BİLMEM’İ, NE DEVRİYESİ, GÖSTERİŞ Mİ YAPMAYA ÇALIŞIYOR? NE KADAR KARA BİR KALBİ VAR!”
Bu kez o bağırmaya başladığı zaman Yin Yu onu durdurmadı. Sessizce odasına geri döndü ve bir daha da çıkmadı. Xie Lian içgüdüsel olarak Quan Yi Zhen’e verilen hediyede bir sıkıntı olduğunu biliyordu. “Yoksa? Brokarlı Ölümsüz o kutuda mıydı?”
“Doğru tahmin.” Dedi Hua Cheng.
“O zaman Jian Yu Brokarlı Ölümsüz meselesinden sorumlu olan kişiydi, neden Yin Yu bu kadar ağır bir şekilde cezalandırıldı?” Diye sordu Xie Lian.
“Gege üç gün sonrasında nedenini anlayabilir.” Hua Cheng cevapladı.
Üç gün demişti ve üç gün geçti. Sakin Yin Yu Sarayının üzerine güneş ışıkları vurmaya başlamıştı ve Yin Yu tembel bir halde yan odaya geçti, bir şey arıyormuş gibi görünüyordu. Sandıkları karıştırdı ve çekmeceleri arayıp taradı. Ancak, beklenmedik bir şekilde, karıştırırken aniden masada efsunlarla kaplanmış parlak altından bir kolluk buldu. İlk başta umursamadı ve bir kenara attı, ama bir an sonra, aniden eline aldı ve seslendi. “Jian Yu?”
Jian Yu odaya girdi. “Efendim?”
Yin Yu kolluğu kaldırdı ve şaşkın bir halde sorguladı. “Altın Ruh Çıkartma Kolluğu neden burada? Ona hediye etmemiş miydin? Bunu hediye kutusuna koydurmamış mıydım?”
Jian Yu homurdandı. “Hediye mi? Senin tükürüğüne bile layık değil o!”
Yin Yu usanmıştı. “Ona sahiden gidip o paçavrayı vermedin değil mi? Neden insanları gücendirmek zorundasın?” Ancak Jian Yu sadece esrarengiz bir şekilde gülümsedi. “Vermedim. Ona daha iyisini verdim.”
Yin Yu’nun yüzü anında değişti ve artık konuşmalarını hiçte hafife almıyordu. “Ne? Ben de neden bulamadım diyordum. O cübbe zihni manipüle edebilir, kan emer!” Ardından aceleyle döndü ama Jian Yu onu yakaladı. “Neden bu kadar gerildin! O cübbe manipüle ediyor evet, ama ona veren sensin, yani senden başka hiç kimse onu kontrol edemez. Kan emmesine gelince, belki ölümlüler üzerinde etkili olabilir ama cennet mensuplarına bir şey yapabileceğinden şüpheliyim. Bak, üç gün geçti ama ona hala hiçbir şey olmadı!”
Yin Yu bir süre düşündü ve odada volta attı. Jian Yu devam etti. “Ayrıca, o velet çok becerikli değil mi? Genç ve yetenekli, bakalım ne kadar yetenekliymiş.”
En sonunda Yin Yu ellerini havaya attı. “Olmaz böyle! O şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyoruz, eğer bir şey olursa işimiz biter! Nasıl bu kadar hafife alabiliyorsun?! Of!”
Ardından Jian Yu’nun seslenmelerine hiç tepki vermeden dışarıya fırladı, yolda pek çok cennet mensubuna çarparak hızla Qi Ying Sarayına fırladı. Söz konusu kişi orada değildi, bu yüzden etraftaki insanları tuttu ve endişeyle sordu. “Qi Ying nerede? Acil bir durum söz konusu, onu bulmam gerek!”
“Qi Ying mi?” Dedi sorduğu kişi. “Ekselansları Qi Ying Büyük Savaş Salonunda toplantıda! Üst Cennetteki en yüksek mertebedeki savaş tanrıları bugün orada…”
Yin Yu koşarak gittiği için cümlenin sonunu dinlememişti. Ancak Büyük Savaş Salonunun kapılarına geldiğinde giremediğini fark etti. İlk olarak, bu toplantı için sadece ‘en yüksek mertebedeki savaş tanrıları’ çağırılmıştı ve o davetli değildi; ikincisi, içeriye girse bile herkesin önünde bu meseleden bahsedemezdi, bu nedenle tek yapabileceği salonun önünde beklemekti. Pencerelerden, Xie Lian içeriye bir bakış attı ve sahiden de bir sürü tanıdık yüz gördü, Feng Xin, Mu Qing, Pei Ming gibi, hepsi içeride ve dikkatle dinliyorlardı. Yin Yu’nun gördüğü ise, etkileyici, parlak bir zırha bürünmüş Quan Yi Zhen’di.
Son derece normal görünüyordu, dahası, tahttaki Jun Wu’nun yanında durmakta olan Ling Wen’in dikkati dağılmış gibiydi, sık sık hata yapıyordu, öyle ki Jun Wu konuşmak zorunda kaldı. “Ling Wen? Ling Wen?”
O birkaç kez seslendikten sonra Ling Wen kendisine gelmişti. “Ne? Ne oldu?”
Jun Wu hafifçe güldü. “Bugün neyin var? Qi Ying’e bakıp duruyorsun. Yoksa sen de benim gibi yeni zırhının çok güzel olduğunu mu düşünüyorsun?”
Salondaki birkaç savaş tanrısı daha gülmeye başladı ve Ling Wen bir özür mırıldandı, belli etmeden alnındaki soğuk terleri sildi. Ancak fırçayı tutan eli hala titriyordu.
Eğer Xie Lian o gün orada olsa, muhtemelen sadece gülümserdi. Ancak şimdi Ling Wen’in muhtemelen Quan Yi Zhen’in giymekte ve göstermekte olduğu, yüzlerce yıl önce kendisinin yarattığı kanlı cübbe yüzünden donakalmış ve tedirgin olduğunun tümüyle farkındaydı.
Yin Yu salonun dışında volta attı, kah oturdu kah ayakta durdu, telaşlı ve gergindi. En sonunda toplantı bittiğinde, Quan Yi Zhen ilk dışarıya çıkan olmuştu. Dışarıda Yin Yu’yu gördüğünde selamladı. “Shixiong, burada ne işin var?”
Yin Yu hemen ayağa fırladı ve tutarsızca birkaç söz söyledikten sonra hemen konuya girdi. “Zırhın…”
“Harika!” Dedi Quan Yi Zhen. “İmparator ve Ling Wen biraz önce övdüler. Teşekkürler, Shixiong.”
“…”
Yin Yu zorlama bir sakinlikle konuştu. “Sahiden öyle, ama zırhı döven kişi bir problem olduğunu söyledi ve biraz düzeltmek için geri götürmemi istiyor.”
Eğer doğrudan Quan Yi Zhen’e ‘zırhı çıkart’ diye emretseydi, Quan Yi Zhen’in manipüle edildiği gerçeğini fark etmesine neden olabilirdi ve olayın ortaya çıkması hiçte iyi olmazdı, bu yüzden Yin Yu onun bir tuhaflık olduğunu fark etmesine izin veremezdi, bu nedenle de tek yapabileceği böyle dolambaçlı bir yolla istemekti. Ancak Quan Yi Zhen şaşırmıştı. “Ne problemi? Bence hiçbir sıkıntı yok.”
Verilen hediyenin geri istenmesi de tuhaf bir durumdu zaten ve Yin Yu ne söyleyeceğini dikkatle düşünüyordu ki Quan Yi Zhen tekrar konuştu. “Bu arada shixiong, gelecek ay beraber devriye gezebiliriz.”
Yin Yu hemen başını kaldırdı, biraz şaşkındı. “Ne?”
“Adımın devriye listesinde olduğunu sanmıyorum?” Neredeyse Brokarlı Ölümsüz mevzusunu tümden unutmuştu.
Quan Yi Zhen oldukça mutlu ve heyecanlı görünüyordu. “Var. Öncesinde bahsettim ve İmparator değerlendireceğini söyledi.”
“…”
O salisede Xie Lian neredeyse Yin Yu’nun başından aşağıya dökülen kaynar suları görebiliyordu.
Yıllarca biriken içerlemeler ve gömülen sorunlar en sonunda bugün patlamıştı. Yin Yu bağırdı. “SENİN SORUNUN NE??”
Quan Yi Zhen ilk defa Yin Yu’yu bu kadar sinirli görüyordu ve gözlerini açıp kapattı, kafa karışıklığı tüm ifadesini doldurmuştu. Geçmekte olan birkaç cennet mensubu da izlemek için kenara saklanmışlardı. Yin Yu başına sarıldı. “İSTEDİĞİMİ HİÇ SÖYLEDİM Mİ?? SAVAŞ TANRILARININ DEVRİYESİNDEN BANA NE?? SENDEN İSTEMEDİĞİM HALDE, SEN KİM OLUYORSUN DA İMPARATOR’A BAHSEDİYORSUN??”
İzlemekte olanlar Yin Yu’nun nasıl böyle öfkesine yenik düştüğünü bilmiyor olabilirlerdi ama Xie Lian tümüyle anlamıştı. Sonuçta, son derece gururlu bir savaş tanrısı için bu yaşananlar büyük bir aşağılanmaydı.
Savaş Tanrılarının Devriyesi sadece en yüksek seviyelerdeki savaş tanrılarının yer alabileceği bir tür seremoniydi. Devriye esnasında seçilen savaş tanrıları güçlerini sergiler ve canavarlar ile iblisleri zapt eder veya öldürürlerdi. Bu sadece isimlerini duyurmalarına yardım etmekle ve inanlarının sayısını artırmakla kalmazdı, bu aynı zamanda diğer katılan savaş tanrılarına meydan okumak için de bir fırsattı, becerilerini geliştirmek ve iyi ilişkiler kurmak için. Her şekilde, büyük bir meseleydi ve katılacak olan savaş tanrıları için dikkat çekici bir temel ve üst düzey yetenekler kesin şarttı; örneğin, en azından dört bin tapınağı olması veya ilk onda olması gerekiyordu.
Yin Yu’nun nitelikleri düşünüldüğünde, Savaş Tanrılarının Devriyesine katılmaya hak kazanamayacağı kesindi. Eğer gidebilse ve bir şeyler kazanabilse bile, onun durumunun farkında olan herkes elbette konuşacaktı. Vurdumduymaz olanlar elbet böyle şeyleri umursamaz, pek çok küçük cennet mensubu araya sıkışabilmek için her şeyini verirdi, ama Yin Yu açıkça böyle bir kişi değildi ve içten içe kriterleri karşılamadığını biliyordu, kendisini dahil etmek için nasıl bir başkasının bağlantılarına itimat ederdi? Ayrıca, bu kişi bir zamanlar cennetten sırf onun sayesinde kovulmamış olan Quan Yi Zhen’di!
Quan Yi Zhen hiçbir şeyin farkında değildi. Muhtemelen iyi bir şey yaptığını düşünmüş ve bu nedenle bahsetmişti, hesaba katması gereken başka şeyler olduğunu hiç düşünmemişti. Ancak, Yin Yu öfkeli göründüğü için, hayatında ilk kez, Quan Yi Zhen bir şey söylemek istemiş ama kendisini tutmuş gibi göründü, konuşmaya cüret edemiyormuş gibi görünüyordu. Bir an sonra, mırıldandı. “Shixiong, neden kızdın? Yanlış bir şey mi yaptım?”
“…”
Yine aynı cümleler!
Xie Lian ona konuşmayı kesmesi için yalvarmak istiyordu. Yin Yu’ya gelince ise, alnındaki damarlar belirginleşmişti, delirmenin eşiğinde bocalıyordu ve kendi saçını çekiştirdi. “YETER! BIKTIM! DELİRECEĞİM! SENİN YÜZÜNDEN DELİRECEĞİM!” Ardından Büyük Savaş Salonunu işaret etti. “QUAN Yİ ZHEN, ARTIK BENİMLE KONUŞMA! GİT ÖNERİNİ GERİ ÇEK! BANA SORUN ÇIKARTMAYI BIRAK! HEMEN ŞİMDİ!”
O kükredikten sonra, tek kelime daha etmesine gerek kalmadan Quan Yi Zhen hemen döndü ve hızla Büyük Savaş Salonuna koştu. Yin Yu gözlerini kırpıştırdı ve ancak o zaman Quan Yi Zhen’in hala Brokarlı Ölümsüzü giymekte olduğunu hatırladı, bu davranışı hatasını anladığı ve işleri yoluna koymak istediği için değildi, Brokarlı Ölümsüz tarafından kontrol edildiği içindi!
Büyük Savaş Salonunda hala gitmemiş olan birkaç savaş tanrısı vardı ve hepsi Quan Yi Zhen hızla içeriye girerken şaşkınlıkla onu izliyorlardı. Yin Yu salonun dışındaydı, hafifçe titriyordu ve tekrar bağırdı. “DUR!”
Quan Yi Zhen neredeyse Jun Wu’nun yanına varmıştı ki anormal bir şekilde irkildi ve sahiden de durdu. Ancak uzun bir dakikanın ardından şaşkına döndü. “Bana ne oldu biraz önce?”
Jun Wu da kaşlarını çatmıştı. “Qi Ying, hareket etme! Gel ve sana bir bakayım. Biraz önce gözlerinin odaklanmadığını fark ettim, kötücül bir haleyle çevrelenmiştin, üzerine korkunç bir büyü yapılmış gibi.”
Quan Yi Zhen boynunu eğdi, kafası karışmıştı. “Pekala.” Ve ilerlemek üzere hareketlendi. Başka şansı kalmadığı için Yin Yu’nun tek yapabileceği emir vermekti. “GERİ GEL! ÇIK ORADAN!”
Emri verdiği anda, Quan Yi Zhen hemen döndü ve delirmiş gibi salondan çıkarak Yin Yu’ya doğru koştu. Belki öfkeden bulanan zihni yüzündendi, belki de sıkıntıdan delirdiği içindi ama Yin Yu da şaşkın bir halde koşmaktaydı, ayakları birbirine dolaşıyordu üstelik, kaçan bir suçluya fena halde benziyordu. Jun Wu görmezden gelemezdi ve ayağa kalktı. “DURDURUN ONLARI!”
Savaş tanrılarının hepsi onayladı. “EMREDERSİNİZ LORDUM!”
Yin Yu gittikçe ümitsizliğe düşüyordu, zihni karmakarışıktı ve yüzünü kapatarak bağırdı. “GİT! HEMEN GİT! KIYAFETLERİNİ ÇIKART!”
Quan Yi Zhen’in gözleri boştu, zırhını çıkartırken hızla koşmaya devam ediyordu. Ancak beklenmedik bir şekilde savaş tanrıları önlerini kesmişti, doğrudan tutuklamak için geliyorlardı. Emre uymasına engel olan pek çok kişi tarafından kısıtlandığını görünce Quan Yi Zhen’in gözleri vahşetle yandı ve yumrukları uçtu, görüş alanındaki on savaş tanrısını hedef olarak aldı ve yumruklarıyla delik deşik etti!
“AAAAAHHHHHH!! CİNAYET!!! ÜST CENNETTE CİNAYET –!!!!”
Çığlıklar ve kan havayı doldurdu ve Yin Yu da donakalmıştı, yüzü kağıt kadar beyazdı. Muhtemelen ondan daha solgun görünen tek kişi Ling Wen’di.
Brokarlı Ölümsüzün bu kadar güçlü olduğunu hiç düşünmemişti, bu kadar kötü olduğunu da! İşler tamamen çığırından çıkmıştı!
 Çevirmen: Nynaeve
139 notes · View notes
yazamazokur · 3 years ago
Text
Tumblr media
"Biz hayır demeyi, işim var demeyi, olmaz demeyi beceremeyen insanlarız... Yorgunluğumuz bitmez bizim.." Reşat Nuri Güntekin ne güzel de anlatmış Hayır diyemeyenlerin yorgunluğunu.. Hadi bir bakalım neden diyemiyormuşuz, nasıl diyebilirmişiz.
Özgürlüğünüz, sınırlarınızın gücü kadardır. 11
Özgürlük, sandığınız gibi sınırsız olmak demek değildir, tam tersine net ve güçlü sınırlara sahip olabilmenizle ilgilidir. 12
İnsan başkası ile çatışırken bile sadece kendi ile kavga ediyordur. 13
Sınırlarınız kim olduğunuzdur. 14
Hayır, gelemem,çok üzgünüm demek, yaptığınız işin içinde kendi adınıza suçluluk hissettiğinizi gösterir. 21
Daha çok sevilmek,sayılmak huzur ortamında yaşamak, çatışmadan uzak kalmak uğruna gözden çıkardığınız sınırlarınız hapishanenize dönüşür. 23
Hayır diyemediğinizde, özgür değilsinizdir. Yaşamınızın ipleri başkalarının elindedir. Hayatınızdaki herkes iplerinizden çekiştirerek oradan oraya savuruyordur sizi. Ne bir yere ulaşabiliyorsunuzdur artık ne de kim olduğunuzu ve aslında ne isteyeceğinizi düşünecek kadar gücünüz kalmıştır. 23
Sınırlar katı kurallar ve prensipler değildir.Başkalarına ördüğünüz duvarlarda olamaz. Sizi ulaşılmaz değil, sağlıklı ve mutlu kılmak üzere işlevsel olmalıdır sınırlarınız. 23
İkna edilebilir olmak, bir tür güvensizliktir. 24
Çatışmadan,tartışmalardan ve sorundan kaçma eğilimi, varlık ve benlik sınırlarının daralmasına neden olur. 27
Unutmayın ki kimse size ''yapmadığınız'' için kırılmaz, ''Yaparım!'' dediğiniz şeyleri yapamadığınızda kırılırlar. 34
Herşeye evet dediğinizde dünyanın en sevecan insanı olmazsınız.En yorgun ve stresli insanı olursunuz sadece ki kimse yorgun ve stresli insanların hayatında uzun zaman kalmaz. 34
Hayır demek, hiç istemediğiniz halde evet demenizden çok daha dürüstçe bir karşılıktır ki dürüst insanları herkes sever. 34
Bu hayatın yarısı çok hızlı evet demekle, diğer yarısı da zamanında hayır diyememekle geçiyor. 51
İnsanları mutsuz eden şey oalnlar değil, o olanlara yol açan prensiplerdir. 52
Zihninizin bir radyoya benzediğini hayal edin, zaman zaman keyifle dinlediğiniz şarkının arasına karışan cızırtılar duyarsınız.Araya karışan bu cızırtılar başka yaşamların sizin frekansınızı kontrol etmeye yömelik davranış ve tutumları olabilir. İçten içe bu sesi kısmaya çalışırsınız ama bu kez de araya bambaşka sesler karışır. İşler kontrolden çıkarsa başka insanların sevdiği ama sizin dinlemekten hiç de keyif almadığınız şarkıları dinleyerek zaman geçirmek zorunda kalabilirsiniz. 53
Zihninizi esir alan düşünceler yaşamınızdaki hayırları çalar. 53
Fikirleriniz önemini yitirir, düşüncelerinizi kabul ettirmek için vereceğiniz mücadele artar,ikna etme beceriniz düşer, güven vermediğiniz düşüncesiyle kendinizi sorgulamaya başlarsınız, kim olduğunuz hakkında içsel yüzleşmelerle çaatışmak zorunda kalırsınız. 55
''Fark etmez'' cevabı hayır diyemeyenlerin yedek cümlesidir. 55
Hayır demek istiyorsa belki deme. Paulo Coelho
Hayatımızda nispeten önemsiz değişiklikler yapmak istiyorsak, dikkatimizi uygun bir biçimde tutum ve davranışlarımıza verebiliriz.Ancak çok önemli, büyük bir değişiklik yapmak istiyorsak,o zaman temel paradigmalarımız üzerine çalışmamız gerekir. Thoreau'nun dediği gibi:' Kötülüğün yapraklarını kesen her bin kişiye karşılık, ancak bir kişi köküne saldırır.' Biz de yaşantımızda çok önemli değişiklikler yapmak istiyorsak, o zaman tutum ve davranışlarımızın kaynağı olan paradigmalar üzerinde çalışmalıyız.'' 64
Bencillikle benlik bilincine sahip olmak aynı şey değildir elbette. 69
Zarafet herkesin her dediğini yapmak mıdır?
Kibarlık istemediğiniz halde ister görünüp kabul göstermek midir?
Reddetmek birini üzmek midir?
İstemediğiniz bir şeyi yapmaktan imtina etmek kalp kırmak mıdır?
Bahçenize herkes girmesin, ektiğiniz çiçekleri herkes görmesin. Siz sadece çiçekleriniz için lazım gelen bakımı yapın,gerekli özeni göstermeyedikkat edin. Bahçenizin başkalarının ayakları altında çiğnenmesine izin vermeyin, bu çok sevdiğiniz biri bile olsa, mesafesinin farkında olsun. Kenddine saygı duyan birine saygı göstermek daha kolaydır. 87
İnsan hayatta kendine verdiği değer kadara mutludur.Değersizlik hissi başlı başına üstesinden gelinmesi gereken psikolojik bir sorundur. 87
Onay ihtiyacından özgürleşmek!!!
Özellikle ilişkilerde daha fazla değersizlik hissi,sağlıksız, güvensiz,yorucu ve huzursuz ilişkiler yaşamanıza ve üzerinizde güç denemeleri yapan insanların hayatınızı işgal etmesine yol açar.Çünkü siz ne olursa olsun her koşulda sevecen, sakin, uzlaşmacı ve barışcıl duygular içinde harket etme gayreti içinde olursunuz.Oysa göremediğiniz şey sizin kendi alanınızı koruyamadığınızdır, varlık ve benlik değerinizi anlayamamış olmanızdır. 90
Böylece kişilik bahçenize sürekli birileri fütürsuzca girip çıkmaya başlar ve ektiğiniz güzelim çiçeklerinizi yolup atmaya, toprağınızın kalitesini bozmaya devam eder. Çünkü siz kendi değerinizin farkında olmadığınız için başkları da tabii ki sizin kendi elinizle değersizleştirdiğiniz alanlarda kendilerinin hak sahibi olduğunu düşünürler.90
Kimler hayır diyemez?
Sınırlarını koruyamayanlar (bedensel,kişilik,duygusal sınırlar)
Değersiz hissedenler
Özsaygısı olmayanlar
İçindeki iyi insanı kaybetmek istemeyenler
Korku ve kaygı dolu olanlar
Sevilme kaygısı yaşayanlar
Evet derken aslında bir beklenti içindeyizdir.Dışlanmamak,reddedilmek,sevilmemek korkusunun zeminde yattığı bir tür talep edilme ihtiyacıdır duyduğumuz.Böylelikle insanların bizimle olan bağını güçlendirdiğimize inanırız.Özümüzdeki iyi insan olma dürtüsüne teslim oluruz. Fakat tehlikeli bir durum var. Siz acil çıkışta ilk kırılna cam oldunuz!Kendinize yakıştırdığınız melek kanatları emin olun üzerinizde çok da güzel duruyordur. 95
Aptallar kapıdan içeri hızla dalar; çünkü budalalık her zaman kabak gibi ortadadır.Onları her türlü önlemden azade kılan basitlik, çuvallama halinde her türlü utanmadan da mahrum eder.Fakat sağduyu,kapıdan her zaman ihtiyatla girer. Onun öncüleri tedbir ve dikkattir. Siz tehlikesiz bir şekilde ilerleyesiniz diye, onlar önden girip içeriyi kolaçan eder.İleriye doğru atılan her düşüncesiz adım, ancak tedbir sayesinde tehlikeden arınmış olacaktır. 96
Duygular bir neden değil bir sonuçtur.Bu duyguyu uyandıran temel sebepler aslında sizin geliştirdiğiniz, inandığınız ya da saplanıp kaldığınız bir takım düşüncelerdir.Duygunuzu bulduktan sonra bir adım geriye gidin ve buna sebep olan düşünceyi bulmaya çalışın. 98
Olasılıklar, gerçeklerden her zaman daha yorucu ve daha yıpratıcıdır.Zor gibi görünen kararlar,bir şekilde verildikten sonra olumlu ya da olumsuz sürece de girilse rahatlık hissi verir. 101
Hayatın kesin kuralları yok.Ancak kendi kişiliğimizin sınırları kadar sağlıklı,huzurlu ve hayatla barışık yaşamamız mümkün.Neye hayır neye evet diyeceğinizin kararını verebilme becerisi olgunluk gerektirir. 102
Peki insan ne zaman olgunlaşır?
Açıkcası bunun bir saati ya da yaşı da yok.
Çünkü kişiliğin inşası hayat boyu anbean devam eden bir süreç...
Her gün, hatta her an kişiliğimizi yeniden inşa ediyoruz.
İşte bu yüzden deneyimler çok değerli...
Denemekten de denenmişi masaya yatırıp dersini almaktan da kaçmamak,korkmamak lazım... 103
Neden bazılarına hayır demek zordur?
Kibarlar
Duygusallar
Muhtaçlar
Emrivakiciler
Gücünü kullananlar
Manipülatörler
Denetleyiciler
Yapamayacığınız şeyler konusunda kimse sizi vicdanınızla baş başa kalmaya zorlayamaz. 109
Yumuşak başlı pek çok kişi,tehlikeli veyaa suistimalci bir ilişki içinde olduklarını çok geç farkeder.Ruhsal ve duygusal radarları bozulmuş, kalplerini koruyacak yeteneklerini kaybetmişlerdir. 115
İnsan olarak herbirimiz özel ve eşsiziz.Ancak bazılarımız diğer insanlar tarafından yönlendirmelere daha açık ve savunmasızdır.Onlar kendi fikirlerini söyleme ve arkasında durma cesaretinden çeşitli nedenlerden dolayı yoksundurlar.Manipulasyona daha açık,da kolay iknaedilebilir bir karaktere sahiptirler.Kendilerine güvenleri yoktur, kararlarını verirken başka insanların fikirlerine bağımlıdırlar. Bu sayılan şeyleri birer kişilik özelliği olarak taşıyor olabiliriz. Ancak bazı kişilerde bu durum kişilik bozukluğu düzeyinde seyredebilir. 117
İnsanın hayattaki büyük derslerinden biri kendini frenlemeyi bilmesi, daha da önemlisi ide kendinibazı işlerden ve ianlardan yoksun bırakmayı öğrenmesidir.Değerli zamanınızı yiyip bitiren önemsiz uğraşlardır varır.Sizi ilgilendirmeyen, üstünüze vazife olmayan işlerle meşgul olmak, boş durmaktan daha yanlıştır. Özenli bir insan başkalarının işlerine müdahale etmemeli, diğerlerinin de kendi işine karışmalarını engellemelidir. İnsan önce kendi işiyle ilgilenmek zorundadır, herkese yararlı olmak zorunda değildir. Arkadaşlar için de aynı kural geçerlidir.Arkadaşınızın verdiklerini kötüye kullanmamalı veya verebileceklerinden fazlasını istememelisiniz.120
Nasıl hayır dersiniz?
Şablonlardan kurtulun
Otomatik düşünceleri bırakın
Önceliklerinizi belirleyin
Dürüst ve net olun
Zaman kazanmaya çalışın
Kararınızı sahip çıkın
Kibar olun
Kaybetme korkunuzla yüzleşin
Başaklarının tepkilerinden sorumlu değilsiniz
Özgür olun
04.07.2021
4 notes · View notes
adam-slx · 4 years ago
Text
Aptallığa tahammül ve defolup gitme meselesi (okuma süresi yaklaşık 4 dakika)
bu günlerde maruz kaldığım en büyük eziyet, isminin başına epeyce ünvan almış kişilerin (ben bunlara göt diyorum hem nefeslerini oradan alıyorlar hemde düşünce organları orası) fikir beyan etmek adına konuştukları ipe sapa gelmez lafların taraf bulması hemde aptal yerine koydukları insanlar tarafından alkışlaması. söylediklerine bakınca önce o insanların yaşından başından utanıyorum, sonra yaşadıkları o koca ömürlere yazıklanıyorum, en son da otorite diye koltuklarında işgal ettikleri yerlere yanıyorum, bu insanlar (göt yarığında çıkan çıban gibi) öyle laflar ediyorlar ki, iki ihtimal geliyor aklıma, ya bizi aptal yerine koyuyorlar, ya kendilerini... birinci ihtimal en hafif tabirle bu düşünceme zulümdür. ikinci ihtimalse, söylenen sözlere bakıldığında cuk diye oturuyor
öte yandan toplumun bunca yıllar boyunca sindirebilmiş olmasında da elbet bir sıkıntı var. bunca aptalca lafın gazeteler ve televizyonlar dolusunca önümüze boca edildiği bir ülke olmayı neden bu kadar rahat biçimde hazmediyoruz? aptallara akıl vermeye hevesli olmayışımızdan mı? aptalları umursamıyor olmamızdan mı? daha önemli işlerimiz olduğundan mı?
esasen iyimser cevaplardan tatmin olmak işime gelirdi, yani içimdeki kurtlara söz geçirebilsem!.. geçiremiyorum ve her şeyi kafama takıyorum. bunca yılın ardından, bir saçmalık görünce hâlâ tanıyor olmak belki de benim kusurum. belki de sinirlerime hâkim olup, hiç kendimi huzursuz etmesem daha iyi... belki de çıbanların bulduğu yol budur, başkalarının aptallıklarıyla meşgul olmayacaksın! iyi yol ama, aptallar bizim de aptallıklarına tâbi olmamızı istemeseler... bizi yeterince aptal olmamakla suçlamasalar... aptallığa uyum sağlamama suçunu ikide bir yaftalayıp boynumuza asmaya yeltenmeseler...
aldırmayalım tamam, ama nereye kadar? aptallığa tahammül nereye kadar?
her insan omuzlarının üstünde bir kafa ve o kafanın içinde bir beyin taşımak zorunda mıdır? (Ne İyi soru ama!) sanki bana böyle bir zorunluluk yokmuş gibi geliyor, bununla birlikte eğer omuzlarının üstünde bir kafa, içinde de bir beyin taşımaya erinenler, ağzını her açtıklarında benim, bizim, hepimizin adına konuşmak istiyorsa orada elbet sıkıntı var demektir. biri benim, bizim, hepimizin adına konuşacaksa, asgari şart, aklını başında taşımasıdır götünün üstünde ki çıbanı beyni yerine koyacaksa o çıbanı patlatırım (😈siz anladınız)
bu "muğlak" ifadelerle kimi kastediyorum? aslında aptallığın tabiatı gereği ortada bir muğlaklık olmaması gerekir. çünkü aptallık lafı edildiğinde aptallar aptallıkları gereği söyleneni üstlerine almazlar. üstüne alınanların aptal olmadıkları da bu kadarcık bir uyanıklıklarından bile anlaşılabilir.
demem o ki, aptallık etmemek bir akıl belirtisidir. bu kadar basit mi? bu kadar basit! çünkü bir aptal, asla aptallık etmeden duramaz. günün her saatinde mutlaka bir saçmalık yumurtlarlar. tavuklarım onları örnek alsalardı, bir yumurta imparatorluğu kurabilirdim. ama tavukların bile belli bir duruşları, seviyeleri var. günde birden fazla yumurtlamıyorlar. üstelik onun çığırtkanlığını da horoza yüklüyorlar. horozlara da haksızlık etmiyorum, onlar da tarihi tecrübelerinden ibret almayı biliyor, erken ötmenin başlarına ne getireceğini gayet iyi biliyorlar.
Yazıyı bu satıra kadar okuyup, "Sen ne diyorsun be adam?" sorusunu sorar hale gelmiş olanlardan ricam, götlerinin kaşıntısının devasını bende aramasınlar şu sağ üstteki "X" işaretinden defolup gitsinler.... siktirip gitsinler demiyorum gittikleri yerde siktirsinler
3 notes · View notes
henagel · 4 years ago
Text
Böyle dünyanın anasını sikeyim, Kedi. Endişelenmek ve üzülmek dışında hiçbir şey öğrenememişim. Şimdi de niye mutlu değilim diye kendimi sorguluyorum. Halbuki cevap belli sadece diğerleri gibi aptalı oynuyorum.
Aptal insanları gördükçe gözlerim kanıyor. Hayır kendimi de çok seviyorum aslında ama o aptallar yüzünden sanki sevmiyormuşum gibi davranmam gerekiyor. Ben kendimi seviyorum! Ben kadınları seviyorum, ben erkekleri seviyorum. Herkesi ama herkesi çok fazla seviyorum. Ama galiba bu sevgi bana da diğerlerine de fazla geliyor.
Gıcık biri olmak hoşuma gitmiyor ama insanlardan saygı görmek için öyle yapmam gerek. Peki sevgi eksikliği karşısında ne yapmam gerek? O konu da pek çok şey biliyor ama hiçbir şey yapmıyorum. İlk başta kendimin amına koyayım! Sonra da dünyamı bunca kirletip dünya neden bu kadar kirli diye soranların. Sonra tabi babamı sikeyim. Birazda bana yerleştirdiği memnuniyetsiz suratsız duygularımı.
İnsanlık ne demek öğrenemedim ben bu dünyadan. Hep pislikler bulaştı üstüme etrafımdan. Üstüme iyilik sağlık daha yorulmadım düşüp kalkmaktan.
Ama bu böyle devam eder de ben bir şey anlayabilir miyim yaşamaktan?
Orası meçhul canım. Orası meçhul.
1 note · View note
eskibirhirka · 5 years ago
Text
Merhaba...
Biliyorsunuz ki cuma günü insanların sokaklara dökülmesinin bilançosu 14 gün sonra belli olacak. Bu 2 gün sokağa çıkma yasağı boyunca zaten ekmek satan insanlar dolanıyordu. Boşuna girdiler ekmek kuyruklarına. Süleyman Soylu da sözde istifasını verdi, sanki kararı tek başına vermişçesine... Nitekim kabul edilmedi.
Eczacı bir ablamız video yoluyla isyan etmiş, belki denk gelmişsinizdir. Bir insan anca bu kadar haklı bir konuda haksızca isyan edebilirdi. Saçma sapan argümanlar, tehditler falan savuruyor. Ya zaten yeterince haklısın hanım ablacım, gerek var mıydı sevgiline trip atar gibi cümlelerle isyan etmene? Bazı aptallar da bu kadın üzerinden Eczacılara sövüyor. Diğerlerinin ne suçu günahı var acaba?
Maskelerin fahiş fiyatlarla satılmasından falan bahsediyor. Her meslek grubunda çürük elmalar vardır. Bu çürük elmalar da normal fiyatlarla aldıkları maskeleri fahiş fiyatlarla sattılar. (Sonradan alış fiyatları yükselince satış fiyatlarını yükseltmek zorunda kalanlardan bahsetmiyorum.) Fakat sorun şu ki, bu çürük elmalar yüzünden bir meslek erbabına sövmek ne kadar doğru? Kadın da aslında bunun üzerinden tepkisini göstermeye çalışıyor. Daha doğrusu çalışmaya çalışıyor. O kadar çok saçmalıyor ki, "tüm eczaneleri kapatsak naparsanız?" falana getiriyor olayı. Tamam hukuk da içindeki çürük elmalar yüzünden arada sekteye uğruyor da neticede hukuk var bu ülkede. Sence kapatabilir misiniz Eczaneleri?
Bir meslek grubundaki çürük elmaları, en iyi o mesleğe sahip insanlar bilir. Ben de kalkıp size "Veteriner Hekimler asla şöyle yapmaz, asla böyle yapmaz" diyemem. Yapanları var çünkü. Biliyorum, şahit oldum. Konu meslek değil, konu o mesleğe mensup insanlar. Ankara'da bir profesör, kliniğinde gece nöbetine kalan bir Veteriner Hekimine tecavüz etti. Koskoca profesör!!! Ünvanını duyunca önünde düğmelerini iliklediğin insan! Mesela bazı Veteriner Hekimler de esnaf kafasında klinik açıp, siz kucağınızdaki minik dostunuzla kliniğe girdiğiniz anda ona yürüyen dolar muamelesi yapıyor. Şimdi bu aptallar yüzünden bütün Veteriner Hekimlerine sövmek ne kadar mantıklı?
Babam 2006 yılında çürük elma birinin teşhis koyamaması sonucunda vefat etti. Koyamadığı teşhis "septisemi" Aranızda sağlıkçılar varsa, septisemi teşhisini koymanın değil koyamamanın daha zor olduğunu bileceklerdir. Tek yapmaları geren kan tahlili. Acilde bütün tahlilleri yapılıyor fakat "gaz sıkışması" teşhisiyle evine yollanan babam, ertesi gün "septik şok" teşhisiyle yoğun bakıma kaldırılıyor. O gün o hastanede bir çürük elma, bir babanın ölümüne neden oldu. Bu kişi doktor mu, yoksa laboratuvardaki çalışanlar mı, bilmiyorum. Geçen sene Batu'nun annesi, Batu'nun anneannesinin kan tahlillerini gösterdi. Kadında bariz bir şekilde septisemi var ama doktor inatla eve yollamış. Nermin Teyze'ye "N'olur başka bir doktora götürün, babam da böyle vefat etti." diye diretmem üzerine başka bir doktora götürdüler. O doktor, "Nasıl bu kadının hastaneye yatışı yapılmaz?" diye acilen yatışını yapıp tedavisine başladı. Bütün bunlar benim sağlık çalışanlarına olan saygımı azaltmadı çünkü mesleğini iyi yapan sağlık çalışanlarına da denk geldim. Üç beş çürük elma yüzünden bir meslek erbabını aşağılamak, tek kelimeyle, aptalcadır. Net!
Savcı bir kuzenim var. 1 yaşındaki çocuğunu ön koltuğa oturup polis çevirmesinde sırf mesleği sayesinde ceza almadan geçiyor. Büyük ihtimalle kaza olup, çocuk camdan dışarı fırladığında Azraile de savcı kartını gösterip ölümden yırtacak. Gittiği yerlerde emniyet otoparkı arıyor, ücret ödememek adına. Ararken harcadığı benzinle, otopark ücreti aynı fiyata denk gelir. İşte bunlar; "ben bir 'bok' oldumcular." Demek istediğim mesleği aşağılamak kadar yüceltmek de saçmalık. Kimseye sahip olduğu meslek yüzünden saygı da duyamam. Kusura bakmayın! Benim duyduğum saygı genel insanlık adınadır. Mesleğiniz sizin kim olduğunuz değildir. Sadece üstlendiğiniz bir roldür. Abartmayın her şeyi!
Yani demem o ki; mesele; meslek meselesi değil, mesele; insanlık meselesi, karakter meselesi.
8 notes · View notes
vashak · 5 years ago
Video
youtube
Banana Fish’in sonunu tahmin etmek
YouTube’dan Anime Philosopher, animenin sadece 4 bölümü izledikten sonra Salinger’ın Muz Balığı İçin Harika Bir Gün adlı kısa hikayesinden yola çıkarak Banana Fish’in sonunu tahmin etmiş. Bence gerçeğe çok ama çok yaklaşmış. Söylediği bazı şeylere gerçekten hayret ettim. Zaten animeyi bitirdikten sonra da tweet atıp şöyle demiş: 
“Şimdi Banana Fish’in son bölümünü bitirdim. Ağustos ayında yaptığım tahminlerin çoğu gerçek oldu diye buruk bir sevinç yaşıyorum. Bu benim için üzücü bir zafer oldu.”
Katılın ya da katılmayın, çok ilginç fikirleri var. Benim yine ufkum açıldı, zihnimde ışıklar yandı. Bunu mutlaka tercüme etmeliyim, dedim. Buyrun…
“Genelde yeni sezon animelerine bakarken aralarından hangilerini izleyeceğime animenin özetine, stüdyosuna ve yaratıcı kadrosuna göre karar veririm. Bazen de “Aaa, bunun animasyonu güzel gözüküyor. Bir bölüm izleyeyim,” derim. Ama bu sezonki animelerden birini sadece adı için izlemeye karar verdim.
Ne özetini okudum, ne yaratıcı kadrosuna baktım. Animenin adı beni öyle heyecanlandırdı ki mümkün olduğunca az şey bilerek izlemeye başladım ve neyse ki şu ana kadar hiç de hayal kırıklığına uğramadım.
Şimdi, neden bu kadar heyecanlandığımı biraz açıklayayım. Banana Fish’i okuduysanız ya da izlediyseniz adının J.D. Salinger’ın “A Perfect Day for Bananafish” (Muz Balığı için Mükemmel Bir Gün) adlı kısa hikayesinden geldiğini biliyorsunuzdur. Hele ki isminiz Caulfield ise Salinger’ın tüm eserlerini okumak sizin için artık farz olmuş demektir.
Animenin ilk bölümü bu kısa hikayeye atıfta bulunduğu gibi1 bölümün adı zaten “A Perfect Day for Bananafish.” Onun için bugün beni bu animeyi izlemeye teşvik eden bu kısa hikayeden bahsetmek istiyorum. İki eser arasındaki benzerliklere bakıp bunların animenin ilerleyen bölümlerine dair ne gibi ipuçları barındırdığını inceleyeceğim.
Baştan söyleyeyim: Ben Banana Fish’in mangasını okumadım. Hikayenin nasıl bittiğini bilmiyorum. Bu videoyu sadece fikir yürütmek amacıyla hazırladım. Yorumlarda hikayeyle ilgili spoiler verirseniz çok üzülürüm. Kısa hikayeyi okumamış olanlar aşağıdaki linkten okuyup bitirince videoya devam edebilirler.
Özetlemek gerekirse, Muz Balığı için Mükemmel Bir Gün adlı kısa hikayenin ana karakteri Seymour Glass. İkinci Dünya Savaşından dönen Seymour’un akli dengesi yerinde olmadığı gibi gördüğümüz kadarıyla toplum içerisinde normal davranışlar sergileyemiyor. Karısı Muriel daha sonradan kendisinin başına kalmasın diye eşinin iyi olduğunda ısrar ederek bu durumu önemsemiyor.
Hikaye esasen Seymour ve Sybil adında dört yaşında bir kız arasındaki sohbeti ele alıyor. Seymour ve Sybil denizde oynarken Seymour küçük kıza muz balığının ne olduğunu anlatıyor.
“Muz dolu bir delikten içeri girerler. Deliğe dalmadan önce basbayağı balıktırlar. Ama delikten içeri bir girdiler mi, domuza dönerler. Neden mi? Öyle muz balıkları bilirim ki, delikten içeriye girdikten sonra yetmiş sekiz muz yediler, ondan. Tabii, bu kadar muzla öyle şişko olurlar ki, delikten çıkamazlar. Kapıdan geçemezler.”
“N’oluyorlar onlara?” diye sordu Sybil.
“Off, Sybil. Hiç istemiyorum söylemeyi. Ölürler. Yaa!”2
Bu konuşmadan sonra Sybil ağzına altı muz tıkıştırmış bir muz balığı gördüğünü söyler. Bunun üzerine Seymour küçük kızın ayağına bir öpücük kondurur. Ardından kumsaldan ayrılır, karısının uyukladığı otel odasına döner, eline tabancasını alır ve kendi kafasına sıkar.
Şimdi, gelin bu hikayeyi biraz açalım… İlk olarak, muz balığı benzetmesinin amacı ne? Muz balıkları neyi simgeliyor?
Muz balıkları savaşa gönderilen askerleri simgeliyor. İlk gittiklerinde basbayağı sıradan insanlara benziyorlar ama orada midelerini vahşet ve ızdırapla öyle bir dolduruyorlar ki bir zamanlar yaşadıkları dünyaya geri dönemez hale geliyorlar.
Peki bunun Banana Fish’in animesiyle ne alakası var? Burada kurulabilecek en aşikar bağlantı Seymour ve Ash’in Vietnam Savaşı’ndan dönen ağabeyi Griffin arasında. Bu videoyu hazırladığım sırada animenin daha sadece dört bölümü yayınlandı. Onun için savaşta neyin Griffin’i bu hale getirdiğini henüz bilmiyoruz. Tek bildiğimiz bunun Banana Fish adıyla bilinen bir şahısla ve gizemli bir uyuşturucu maddeyle alakası olduğu.
Ama benim bugün incelemek istediğim karakter Griffin değil. Hikaye açısından Griffin’in önemi Ash’i nasıl etkilediğinden ibaret. Seymour ile esas benzerlik taşıyan karakter kahramanımız Ash Lynx. Bu konuyla ilgili ne kadar kafa yorarsam, iki karakter arasındaki benzerlikler o kadar artıyor.
Ash hayatı boyunca çok acı çekmiş. Tahminen anne babasını çocuk yaşta kaybetmiş3 çünkü hiç ortada yoklar. 10 yaşında kaçırılıp seks kölesi olarak çalıştırılmış, 17 yaşında çete lideri olmuş. Yani hayatı boyunca şiddet ve travmadan nasibini almış.
Seymour’un ise asker olduğunu zaten biliyoruz ama satır aralarını okuyarak bundan çok daha fazlasını öğrenebiliriz. Seymour’un eşine verdiği şiir kitabından ve bavulundaki silahın modelinden onun Almanya’da görev yaptığını çıkarabiliriz. Muriel’ın annesi kızına neden Seymour’un plajda hep bornozla gezdiğini sorunca Muriel şöyle cevap veriyor: “Aptallar dövmesine baksın istemiyormuş.” Hem bu cevap hem de Muriel’ın bundan sonraki soruları savuşturmasından Seymour’un savaşta Almanlara esir düştüğünü çıkarabiliriz. Bildiğiniz gibi o dönemde Naziler siyasi suçluları ve kendilerinden aşağı gördükleri insanları seri numaraları ile damgalayıp toplama kamplarına gönderiyorlardı. Onun için Seymour’un ısrarla gizlemeye çalıştığı büyük olasılıkla koluna damgalanmış olan o rakamlar.
Ancak iki karakterin de acı çekmiş olması aralarındaki benzerliği haklı çıkarmak için tek başına yeterli değil. Bu yüzden Ash’in Eiji ile etkileşimine bakmamız lazım. İkisi ilk tanıştıklarındaki en önemli sahnelerden biri Ash’in Eiji’nin silahına dokunmasına izin verdiği sahne. Daha sonradan öğreniyoruz ki Ash tabancasını kimseye elletmezmiş. Hatta bu yüzden zamanında Arthur’un parmaklarını uçurmuş4.
Peki Ash neden bu çocukla tanışır tanışmaz ona ısınıyor? Eiji’nin masumiyetinden ötürü.
Eiji o kadar saf ve dünyada olup biten dehşet verici olaylara o kadar uzak ki… Hiç birini öldürmek zorunda kalmamış. Hiç toplumdaki şiddet yüzünden yozlaşmamış. Ya da en azından bildiğimiz kadarıyla öyle. İkinci bölümün sonunda5 karakterlerimiz köşeye sıkıştığında, Eiji duvarın üstünden sırıkla atlayarak kaçmayı başarıyor. Ash daha sonradan bundan bahsederken Eiji’nin “uçabildiğini” söylüyor ve bu sözü mecazi bir anlam da taşıyor. Eiji tanık olduğu dehşet verici olaylardan uzaklaşabiliyor, uçup kaçabiliyor ama Ash bunu yapamıyor. Ash çok görüp geçirmiş, çok fazla muz yemiş ve şimdi o girdiği delikten çıkamıyor. İşte bunun için Eiji’ye ısınıyor. Onun masumiyetiyle ve çocuksu dürüstlüğüyle bağlantı kurmak istiyor. Belki sürekli Skip ile takılmasının sebebi de yine bu.
Ash ve Eiji’nin ilişkisi Seymour ve Sybil’in ilişkisiyle doğrudan benzeşiyor. Seymour, Sybil’de artık kendinde olmayan bir şey görüyor: o çocuksu masumiyeti. Sybil ile denize girerken başka kimsenin önünde yapmayacağı bir şeyi yapıyor ve bornozunu çıkartıyor. Seymour, Sybil’in karşısında kendini savunmasız bir konuma sokuyor. Tıpkı Ash’in Eiji’nin silahına dokunmasına izin vererek yaptığı gibi.
Yazar sadece aklına esti diye eserinin adını Banana Fish koymamış. Bu gayet bilinçli bir kararmış. Bu iki hikayenin ana karakterleri arasındaki benzerliklere bakarak Banana Fish’te bundan sonra olacaklarla ilgili fikir yürütebiliriz. Seymour’a olanlara bakıp Ash’le ilgili tahminde bulunabiliriz; Sybil’a olanlara bakıp Eiji’yle ilgili tahminde bulunabiliriz.
Daha az bildiğimiz karakterle başlayalım: Eiji, 19 yaşında Japon bir fotoğrafçı ve gördüğümüz kadarıyla şimdiye kadar son derece normal bir hayat sürmüş. Sybil gibi Eiji de çocuksu masumiyetin vücut bulmuş hali.
Ancak Sybil, Seymour’un sandığı kadar masum olmayabilir. Çocuk olmasına rağmen onun da kıskançlık gibi olumsuz duygulara kapılabildiğini ve rahatça yalan söyleyebildiğini görüyoruz. Bu da Seymour’un dört elle sarıldığı masumiyet kavramının hayal ürünü bir şey olduğunu bize gösteriyor. Banana Fish’e baktığımızda buradan Eiji’nin göründüğü kadar saf ve masum olmadığını çıkarabiliriz belki. Onun da henüz bilmediğimiz trajik bir geçmişi veya kötü bir tarafı olabilir.
Şimdilik tüm bildiğimiz Ash’in Eiji’ye ne kadar değer verdiği. Tıpkı Seymour’un akıl sağlığını korumak için Sybil’a tutunduğu gibi hikaye ilerledikçe Ash de giderek Eiji’ye tutunur hale gelecek. Dünya tümüyle Seymour’u yok sayıp başına gelenlerden ötürü hor görse bile Sybil bir çocuğun önyargısız bakış açısıyla onu iyi bir adam olarak görüyor. Aynı şekilde, Ash her şeyini kaybetse bile Eiji’nin yine onun yanında olacağını biliyor.
Seymour savaştan döndükten sonra topluma bir türlü uyum sağlayamıyor. İnsanların ne kötülüklere muktedir olduğunu görmüş ve hiç kimsenin yapmak zorunda kalmaması gereken şeyler yapmış. Şimdi de etrafındakilerin bunları kavrayamadığı bir dünyada yapamıyor ve bu dünyadaki varlığına son veriyor. Ash adeta cehennemi yaşamış. Değer verdiği insanların gözünün önünde öldürüldüğünü görmüş ve 17 yaşındaki hiçbir çocuğun çekmemesi gereken acılar geçmiş. Onun için hikayenin sonunda Banana Fish’in gizemini çözse ve Dino’nun pençesinden kurtulsa bile büyük olasılıkla normal hayata geri dönemeyecek. Seymour gibi Ash de kendini öldürebilir. Ancak bunu yaparsa sırf kendisi için yapmayacak, Eiji’yi korumak için yapacak.
Seymour ve Sybil’ı birlikte gördüğümüz son sahneye geri dönelim. Kabul edersiniz ki bir yetişkinin bir çocuğun ayağını öpmesi son derece tuhaf bir davranış. Hele ki Katolik yetiştirilip İncil’i okumadıysanız. Seymour’un Sybil’in ayağına öpücük kondurması İncil’de geçen ayak yıkama ritüeline sembolik bir gönderme aslında. İncil’de anlatılan bir sahnede günahkar bir kadın affedilmek için gözyaşlarıyla Hz. İsa’nın ayaklarını yıkıyor. Bu ritüele daha iyi bilinen bir örnek vermek gerekirse Son Akşam Yemeğinin gecesinde Hz. İsa’nın müritlerinin ayaklarını yıkadığı hikayeden bahsedebiliriz.
Bu demek oluyor ki Seymour, Sybil’in ayağını öyle garip cinsel bir güdüyle öpmüyor. Sybil masum olduğu için ve kendisi affedilmek istediği için öpüyor. Seymour’un bunu yapmaktaki amacı savaşta işlediği günahlar için ve muz balıklarının hikayesini anlatarak Sybil’ı dünyanın acı gerçeklerine maruz bıraktığı için af dilemek.
Ancak bu sahneyi ikinci verdiğim örnek üzerinden değerlendirirsek (Hz. İsa’nın müritlerinin ayaklarını yıkaması) o zaman Seymour’un daha çok bir kurban konumunda olduğunu görebiliriz. Seymour, Sybil içinde kendinin olmadığı bir dünyada daha güzel bir hayat sürsün diye kendini kurban ediyor. O yüzden eğer Ash kendini öldürürse bunu Eiji’yi korumak için yapacak. Eiji, onun yaşadıklarını yaşamasın diye. Ama söz konusu kişi Ash olunca artık her şey için çok geç. Ash muz deliğinde sıkışıp kalmış çünkü. Ama Eiji hala uçabiliyor.
Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce Banana Fish nasıl bitecek? Salinger’ın kısa hikayesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu videoda aktardığım her şeyin benim bu kısa hikaye üzerinden geliştirdiğim teoriden ibaret olduğunu tekrar hatırlatayım. Bu videoyu hazırlamadan önce hikayenin biraz ilerlemesini beklemem gerekirdi belki ama bunları bir an önce tartışmaya çok hevesliydim.
Bu videoyu hazırlamamı sağlayan Patreon’daki harika insanlara teşekkür ederim.
Banana Fish’in mangasını okuduysanız lütfen yorumlar kısmında spoiler paylaşmayın. Bir sonraki videoda görüşmek üzere, hoşça kalın.”
1 Ben de şimdi fark ettim. Animenin ilk bölümünde 14:21’de Ash’in odasında masanın üstünde duran kitapları görüyoruz. Kitaplardan ortadakinin başlığı “Seven Stories” (Yedi Hikaye). Yani Salinger’ın Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün adlı kısa hikayesinin yayımlandığı Dokuz Hikaye adlı koleksiyona bir gönderme.
2 Bu kısımları Coşkun Yerli’nin çevirisinden aldım.
3 6. bölümde Ash’in babasıyla tanışıyoruz. Annesinin ise Ash’i küçükken terk ettiğini öğreniyoruz.
4 Ash’in parmaklarını uçurduğu kişi Arthur’dan başka biri olsa gerek. 13. bölümde öğreniyoruz ki Arthur yine teke tek bir dövüşte kalleşçe davrandığı için Ash onun parmaklarını bıçakla halletmiş ki bir daha silah kullanamasın.
5 Bu sahne 2. bölümün ortalarına doğru çıkıyor.
8 notes · View notes
heiley17 · 5 years ago
Text
Pişman değilim.
Şu genç yaşıma kadar birçok şey ile karşılaştım. Hatta birkaçı yaşıma ya da yaşanmışlıklarıma uygun olmayacak kadar sert bıçakladı beni. Öyle güzel, öyle çoklu ama inceden kırıldım ki şimdi o yerlerde çıplak ayakla dolaşmama rağmen kanayamıyorum. Pek hissetmiyorum da. Hissetmediğimi söylememe rağmen ad konulmamış o acının nefesimi daraltan en büyük etkenlerden birisi olduğunu da biliyorum. Kayıplar vermeye devam ediyorum. Eksildikçe kabuğuma iyice gömülüyorum.
İşin sonu kabuklaşmada.
Günleri böyle böyle eritiyorum. Hatta bir bakıyorum büyük bir sevinç dalgası benden çıkmış, çevremle bile kendi kendini paylaşmış. O an bir farkındalık hissi; O ben değilim ki. Onu yaratan maskemmiş. Ama öyle bir benimsemişim ki kendimle karıştırmışım. Eh, günleri eritebilmemin en büyük nedeni olduğunu da itiraf etmeliyim. Evet, üzücü.
Pişman değilim,
Pişman değiliz.
Neden mi?
Her şeyin öncesinde, bu hislerle kabuklaşmaya başlamadan önce çok adım attık. Hatta unutmayalım diye arkamıza ekmek kırıntıları bile bıraktık. Sonra bir baktık her adımımızda kanatmışlar bizi. O da yetmemiş kendimiz için koyduğumuz o ekmek kırıntılarını bile çalmışlar. 'Değer verme'nin ne olduğunu gayet iyi bilen insanlar olarak daha değerin ne olduğunu ucundan bile yakalayamayan insanlara bir ömür vermeye çalışmışız. Ah, durum da böyleyken bizim adımlarımız da çabamız da "Elimi verdim, kolumu kaptırdım." hesabına denk düşmüş. Sonra fark etmişiz. Çok geç kalarak.
Farkındalığın getirisi bir mide bulantısı sarıyor insanı.
Bir damla gerçek yaşa hasret kalır göz pınarların. Çünkü gerçek olmayan bir insanın ardından dökeceğin göz yaşını da bilemiyorsun.
Ama dedim ya;
Pişman değilim,
Pişman değiliz.
Zamanında sevdik, değer verdik, hak eden herkese saygı duyduk, paylaşmaya çalıştık. Bunların sonucunda da karşımıza çıkan çıkmazların bizi ezip geçmesine dur diyemedik. Ben yaptım, size iyi bakmaya çalıştım sizi aptallar. Fakat bana koca bir zarar oldunuz. Ne eksik ne fazlası, beni zehirlediniz ve çürütmeye başladınız.
Bakın ne demişler;
"İnsan gelir, insan geçer."
2 notes · View notes