#nasıl yaparım
Explore tagged Tumblr posts
birkizinblogu · 7 months ago
Text
Hayal etmek başarmanın yarısıdır
3 notes · View notes
sadecesusvedinlebeni · 11 months ago
Text
Dayanacak gücüm kalmadı ben bile şaşırıyorum beni bu hale getiren kendime..
3 notes · View notes
reklaminiz · 10 months ago
Text
youtube
0 notes
onlineizletr · 11 months ago
Text
0 notes
nasil-info · 1 year ago
Link
Hayatımız boyunca birçok yeni şey öğreniriz. Farklı konular, beceriler ve ilgi alanları her birimizi zenginleştirir. "Nedir?" ve "Nasıl yapılır?" soruları, merakımızı canlı tutan ve bilgi arayışımızı besleyen temel sorulardır. Bu makalede, bu soruları nasıl yanıtlayabileceğinizi ve öğrenmenin tadını nasıl çıkarabileceğinizi keşfedeceğiz.
Nedir?
Nedir? sorusu, her yeni konunun veya konseptin temelidir. İster yeni bir hobiyi, mesleği veya sadece bir ilgi alanını keşfetiyor olun, ilk adım her zaman "Nedir?" sorusunu sormaktır. İlgilendiğiniz bir konuyu daha iyi anlamak için şunları yapabilirsiniz
1 note · View note
ikdlin · 2 years ago
Text
mutlu değilim ama üzgün de değilim nasıl olduğumu bilmiyorum ve bu uzun süredir böyle
2 notes · View notes
gundemreklam · 10 months ago
Text
Seo Nedir?
0 notes
hataysekshikayelerisblog · 5 months ago
Text
Nasıl Yani? (3) (Kerim 31 Y., İzmir)
Ertesi gün güzel bir portföy de Funda için ayarladım. Sonra da Elif'e, büroda olduğumu, gelebilirse gelmesini yazdım. Ama bir hinlik geldi aklıma. Yarım saat sonra geldi. "Aşkım özledin mi beni?" diye sarıldı. "Evet özledim, ama kötü haberlerim var!" dedim. "Ne oldu?" dedi. "1.500 Dolar zarardasın, çok kötü düşüşte piyasalar!" dedim. Önce yüzü asıldı, sonra gülümsedi ve "Geçen hafta Salı günü, yani 8 gün önce buraya geldiğimde 3.750 Dolar param vardı, o duruyor, sayende 14.000 Dolara yakın param daha var işleyen, gerisi kardan zarar. Üstüne üstlük de, sikişmek için can attığım ve beni sikmesini çok sevdiğim bir sevgilim var şimdi!" dedi gülerek.
Beklediğim cevap bu değildi, ama etkilendim. Onu alıp çekyata götürdüm. Bir gün önce İzmir'deki bir Seks Shoptan aldığım ve sabah kurye ile gelen oyuncakları ortaya çıkarmadan önce, dişleye dişleye amcığını emdim. Sonra oyuncakları çıkarıp, kalçalarına vurmaya başladım, küçük, kısa ama net vuruşlar yapıyordum. "Ohhhh, aşkım bana oyuncaklar almış, kısrak mı oldum ben şimdi? Bin kısrağına aşkım!" diye seviniyordu. Amına soktum vibratörü, çalıştırdım. Vibratör titremeye başladığında Elif vibratörden daha fazla titriyordu. Yarağımın kafasını götüne dayadığımda, "Aşkım ikisi aynı anda mı sikecek beni, ohhh!" diye inledi. Sadece yarağımın kafasını soktuğumda, o eliyle viratörü tutmuş amına itiyordu. Kafası girmişti yarağımın, ama daha fazla girmiyordu. "Bastır aşkım, hepsini sok!" diye yalvarıyordu adeta. "Çok acıyor, ohhhhh, çok ama çok acıyor!" diye inliyordu. Korkmaya başlamıştım ben bu kadından...
Öğlen Elif giyinip giderken kamerada arkasından baktım. Resmen apış apış yürüyordu. Kapıyı açıp dışarı çıkarken bir el kapıyı tuttu. Funda'yı gördüm bir an kapıda. Eyvah sıçtık dedim içimden. Zili çaldı. Kapıyı açtım. Birşey yokmuş gibi, "Hoş geldin!" dedim, ama içerisi resmen seks kokuyordu. Elif de ben de çok terlemiştik. Her ne kadar içerdeki odada sevişsek de, havada o ağırlık vardı ve ben camları açıp havalandıracak zaman bulamamıştım.
Funda oturup, "Ya enişte, bu kapıda karşılaştığım kadın sizin eski evdeki üst katta oturmuyor muydu?" dedi. "Kim? Hangi kadın?" dedim. "Bilmem, ablama sorarım adını!" dedi. O an aklımdan onlarca seçenek geçti. Mantıklı gelen tek fikir, "O da senin gibi parasını çalıştırmamı istedi. Ama hayır dedim. Dün sana anlattığım gibi ona da riskleri anlattım!" dedim. Funda, "Eee, ne dedi?" diye sordu. "Gözü korktu, Üç kuruş biriktirdik o da gitmesin dedi!" dedim. Funda, "Kadın bir tuhaf yürüyordu?" dedi. "Farkettim, sanırım rahatsız!" dedim. Sinsi bir şekilde gülümseyip, "Enişte yoksa sen bu kadınla bir haltlar mı yiyorsun?" dedi. "Evet, az önce düzüp yolladım!" dedim gülerek. Funda, "Yaparsın, senden beklerim, ama düzmemiş, resmen yamultmuşsun kadını!" dedi kahkahalarla.
Funda ile ilk kez böyle konuşuyorduk. "Neyse, hayırdır?" dedim. "Demiştim ya, 250 Dolar daha getirdim!" dedi. Kocasını sevmediğimi biliyordu. "Senin öküzden mi bu paralar?" dedim. "Yok enişte..." dedi yere bakıp, "O öküzden kurtulmak için!" diye ekledi. Kahkahalarla gülmeye başladım. "Neden güldün?" dedi. "Senin parayı 10 günde trilyon yaparım o zaman :)" dedim. "Yap, ödülün hazır :)" dedi hınzırca. Baldızla birbirimize mi yürüyorduk, anlamadım. "Eee anlat bakalım!" dedim. "Bıktım, bencilliğinden, patavatsızlığından, dangalaklığından, avukatlık diploması almış ama insanlıktan sınıfta kalmış. O yüzden kendimi sağlama alıp hayatımdan tümden silmek istiyorum! Ama kimsenin haberi yok, ablam mutsuz olduğumu biliyor ancak o kadar!" dedi.
"O zaman işin kolay, paran çok güzel çalışacak! Ama..." dedim. "Ama?" dedi. "Ablan bunu da bilmiyor, kapıdan çıkanı yani!" dedim. "Tamam be enişte, aramızda kalır! Madem kartlar açıksa enişte, 1.5 yıldır ben de biriyle görüşüyorum. Benim boynuzlunun bir iş arkadaşı!" dedi. Yarım saat detayları konuştuk. O ara gözüm ekrandaydı, Funda'nın para 2.100 Dolar oldu. "Amacına çabuk ulaşacaksın, üç katı oldu paran :)" dedim. "Biricik eniştem!" dedi, boynuma sarıldı, yanağımdan öpüp, "Öküz arar birazdan, ben eve gideyim!" deyip gitti. Karar verdim baldızın portföy kaybetse bile ben takviye edecektim.
Az sonra Elif'ten mesaj geldi. "Aşkım ne yürüyebiliyorum, ne de oturabiliyorum, ama müthiş mutluyum, birisi anlayacak diye de ödüm kopuyor, ama şu an bile orda olup sikişmek istiyorum :)" yazmış. "Gel o zaman!" yazdım. "Ciddi misin?" dedi. "Evet!" diye yazdım. 14:00'de geldi. Kapıdan girince, "Aşkım, öyle siktin ki beni, zor yürüyorum, ama acı o kadar zevk veriyor ki, daha çok canım yansın istiyorum!" dedi. Oyuncaklarımın tamamını görmemişti daha, aldığım göğüs klipslerini göğüs uçlarına taktım. Zinciri çekince, "Ohhhhh, bu ne?" diye inlemeye başladı. Buna benzerini de klitorisi için almıştım, onu da taktım. Zincirleri çektim, "Ahhhhhh, aşkımmmm, kopart!" diye inlemeye başladı.
Bu bana zevk vermese de onun bu inleme ve bağırışları yetiyordu. Sırtını döndürüp domalttım, aldığım en iri vibratörü götüne soktum. Zincirlerini çekerek klitoris ve göğüs klipslerini hareket ettire ettire vibratörü götünde titreterek kökleye kökleye siktim. Çığlıkları sokaktan duyuldu mu acaba diye korkuya kapılırken, ağzını bağlamak aklıma geldi. Acıdan mı, zevkten mi, artık hangisinden bayıldı bilmiyorum, bayılana dek siktim. Bayıldığında bir an korktum, kolonya alıp eline yüzüne sürdüm. 2 dakika sonra kendine geldi. Yardımımla çekyatta oturdu. Gözlerini kırparak, "Nasıl bir kadın oldum ben böyle? Ne diyorlar bunun adına?" dedi. "Mazoşist!" dedim. "Acı hissetmek bu kadar zevk verir mi insana?" dedi. "Sanırım veriyormuş!" dedim.
Bir saatte ancak toparlandı. Kafası tam yerine gelmese de kalkıp giyinip gitti. Yarım saat sonra da mesaj attı, "Kendi halimden soramadım, sen boşalabildin mi?" diye. Tam o sırada özel bilgisayarımdan, düğününde, kayınpederin yazlıkta, bizim havuzda çekilmiş Funda fotoğraflarına bakıp 31 çekiyordum...
Akşam herzamanki rutinden sonra telefona mesajlar geldi. İlki Elif'ten, "Ben yarın gelemem sanırım, halen titriyorum!" yazıyordu. "Dinlen güzelim, çok yoğun haftaydı!" yazdım. Diğer mesaj Funda'dan idi, "Biri ile paylaşmak çok iyi geldi!" yazmış. Ben de, "Herşeyi paylaşabileceğin biri olmak dileğimle!" yazdım. "Öylesin zaten, bilmiyor muydun?" yazdı. "Nerde öküz?" dedim. "Müvekkili ile yemeğe çıktı güya, bu saate yemek mi kalır, kimbilir nerde! Amaan, benden uzak olsun da!" yazmış. "Sevgilin nerede?" yazdım. Üzgün suratla, "Karısı doğuruyormuş!" yazdı. "Ohaaa!" yazdım. "Ha ha ha!" yazdı, sonra da, "Yarın işin var mı, benim öküz iki günlüğüne bir dava için İstanbul'a uçacak, moralim çok bozuk!" yazmış. "Sabah gel, çıkarız!" yazdım. "Gelmeyeyim, beni bir yerden al!" yazdı. Anlaştık.
Sabah 10:15'de evinin iki sokak ilerisinden aldım. Üstünde krem rengi bir tişört, altında yırtık pırtık bir kot vardı. Karıma, (İzmir'e gidip SPK kayıtlarımı yenileyeceğim, akşam ancak dönerim!) demiştim. Funda'ya, "Bugün senin, nereye gitmek istersin?" dedim. "Açım, kahvaltı yapmadım!" dedi. Önce Balçova'daki Outlettte kahvaltı mekanına götürdüm. Güzel bir kahvaltı sonrası, "Hadi atla!" dedim. "Nereye?" dedi. "Çeşme'ye!" dedim. "Çok uzak!" dedi. "Boşver!" dedim. "Ne yapacağız orda, ne havlu aldık, ne bikinilerim yanımda!" dedi. "Alırız!" dedim. Birden ağlamaya başladı. "Neden ağlıyorsun şimdi?" dedim. "Benim öküzler senin 10 da birin olsaydı..." dedi. İşte ilk o zaman elini tutup omzuma doğru çektim. "Boşver şu şerefsizleri bugünlük!" dedim. Otobana çıkıp Çeşme'ye sürdüm.
Ona en çok beğendiği bikiniyi aldık, bana da şort, bir iki malzeme daha. Beachlardan ilkine sürdüm arabayı. Altımızda pahalı araba olunca kapıda karşılayıp özel loca ayarladılar. Funda gün boyu kah ağladı, kah kahkahalarla gülüp, absolut enerjiyi içti. Akşam üzeri, "Otelde kalalım mı?" dedim. Usulca, "Ablama ne diyeceksin?" dedi. "O bende!" dedim. Karımı arayıp, buradaki şubenin ayarlayamadığını, İstanbul'a borsaya geçeceğimi, işim biter bitmez döneceğimi söyledim. Funda da öküzü arayıp, "Annemlerin yazlığa geldik hazır sen yoksun diye, ne zaman döneceksen haber ver!" diye yazdı. Karşıdan gelen cevap, "İyi tamam!" oldu...
Funda hafif çakır keyfti plajdan çıkarken. İnternetten bulup yer ayırttığım otele vardık. Resepsiyonda tek oda ayırttığımı görünce, kulağıma eğilip, "Enişte beni mi sikeceksin?" dedi. Kulağına dudaklarımı dayayıp, "Vereceksen neden olmasın?" dedim. Gülüştük :) Odamıza çıkıp, nedense ayrı ayrı duş aldıktan sonra, acıktık deyip yemeğe indik. Oradan da kalkıp birkaç mekan gezdik...
Sabah uyandığımda ikimiz de birbirimize sarılmıştık, ama kıyafetlerimiz üzerimizdeydi. "Funda!" diye dürttüm, gözlerini zor açtı. Birşey söylemeden kahvaltıya indik. Ordan havuza geçtik. Ben tişörtle giriyordum havuza, karıma neden bronzlaştığımı açıklayamazdım. Ama Funda yeni aldığımız ve öküzü olmadan giydiği en rahat bikini ile yüzüyordu. Kenardan izleyenlere göre ben tam magandaydım.
Bir ara lavaboya gidip döndüm. Şezlonguma otururken Funda gülüyordu. "Ne oldu?" dedim. "Çaktırmadan bak, şu barda somurtup oturan kel herif var ya, sırtı dönük..." dedi. "Evet?" dedim. "Az önce sen kalkar kalkmaz yanıma gelip, (Sizinle 3 günlük bir tatili nasıl ayarlarım?) diye sordu. Ne diyorsunuz beyefendi? diye sorduğumda da, senin gittiğin tarafı işaret edip, (O adamdan sonra, sizinle 3 gün tatil için kimle görüşeceğim?) dedi. Saçmalamayın beyefendi, o benim kocam! dediğimde, (Pardon, pardon!) deyip bir kaçışı vardı ki, görmeliydin!" dedi. Kahkahalarımız adama ulaştığında, adam bardan kalkıp nasıl kaçtı görülmeye değerdi :)
Akşam üstü Funda, öküzünü aradı. O da, "İşim uzadı, yarın dönerim belki!" diye cevap verdi. Ben de karımı arayıp, işimin uzadığını, yarın döneceğimi söyleyip, havuz başından selfie attım. Tabii ki yalnız olarak :)
İkinci gün gezdik eğlendik. Akşam da güzel bir balıkçıda bir ufak rakı içtik. "Bu akşam son akşam, hemen otele dönelim mi, yoksa gezelim mi?" dedim. "Otele dönelim!" dedi. İki gündür odada soyunuyor, duş alıyor, giyiniyor, ama en küçük bir şey yapmıyorduk. Sanki sessiz bir anlaşma yapmış gibiydik. Sadece dün gece giyinik ve sarılarak uyumuştuk. Daha doğrusu sızmıştık.
Oda servisine bir şişe şarap, meze tabağı söyledim. Şortu giyip balkondaki masaya geçtim. O da içeri girip üstünü çıkardı ve "İç çamaşırlarıyla balkonda oturamam!" deyip benim tişörtümü giydi. Benim tişört ona elbise gibi oldu. "Biliyor musun, ablamı kıskanıyorum. Uzun zamandır kıskanıyordum, ama şu son iki gün... Başkası olsa odaya girer girmez mal bulmuş mağribi gibi saldırırdı. Ama sen sadece şefkat ve ilgi gösteriyorsun ve benim de en çok ihtiyacım olan şey bunlar. Hayatımda bu kadar yoğun duygular yaşadığım hiç olmadı. Mutluluk, şımartılma, heyecan, istek..." dedi sustu. Elini tuttum. Başını omzuma koydu ve "Teşekkür ederim!" deyip boynumdan öptü. Ben de, "Bu kadar güzel bir kadınla bu kadar güzel iki gün için ben teşekkür ederim!" deyip alnından öptüm.
"Enişte, ben 1 ve 2 nolu öküzleri hayatımdan çıkarmaya karar verdim, yanımda olacak mısın?" dedi. İşte o an çenesinden tutup gözlerine baktım, "Sen istediğin sürece hayatım!" dedim ve uzanıp dudaklarından öptüm. Kolumu omzuna atıp, sımsıkı kendime çektim. Elini göğsüme koyup iyice sokuldu. Rakı üstüne şaraptan sonra mışıl mışıl uyuduk birbirimizin kollarında...
Sabah öpücükleri ile uyandım. Kahvaltıdan sonra yola çıktık. Funda çocuklar gibi şendi. O çoşkusu bana da yansıyordu. Evinin yakınında bırakıp, büroya geçtim. Hesabı kitabı kurcaladım biraz, ama canım çalışmak istemiyordu. Eve geçtim. Karım izin almış evdeydi. İki gece boyunca sevişemediğim Funda'nın yerine evire çevire karımı siktim. Karım da oldukça memnun olmuştu. (Adam iki gün İstanbul'da kaldı, ama bana sadık!) diye mi düşündü nedir, etrafımda pervane oldu tüm akşam. Gece Funda'dan mesaj geldi. "2 numaralı öküze yol verdim!" yazmış. Ben de, "Sabah ofise uğra, detaylı konuşalım!" yazdım. Sonra Elif'ten mesaj geldi, "Ne zaman döneceksin İstanbul'dan?" yazmış. Ona ise, "Yarın akşam!" diye cevap verdim.
Sabah işyerine yürüyerek gittim. Saat 10:00 gibi poğacalar, keklerle Funda geldi. Oturup çaylarımızı içerken portföyüne baktım. Funda'ya, "2 numaralı öküz gitti. 1 numaralı öküzün de gitmesi için ne kadar para seni garantiye alır?" dedim. Funda, "Evi isteyeceğim, evi verirse, çok değil, beni idare edecek, kimseye muhtaç etmeyecek bir aylık gelirim olsun istiyorum. Biliyorsun hiç çalışmadım, çalışmadan yaşayabilmeliyim!" dedi.
Ayağa kaldırdım, belinden sarıldım, o da boynuma doladı kollarını. Ona, "Biliyorsun, istersen hemen boşanma davasını açabilirsin, ben sana bakarım!" dedim. Onu o kadar çok istiyordum ki, dudaklarını dudaklarıma aldım. Funda, "Metresin olur musun diye soruyorsan, hayır! Ama sevgilim olur musun diyorsan, zaten olmadık mı, 3 gündür aklımı fikrimi aldın!" deyip bu kez o dudaklarını dudaklarıma sapladı. Dudaklarımızı ayırmadan birbirimizi soymaya başladık. Dudaklarımız ve dillerimiz hiç ayrılmadan kucağıma alıp masaya oturttum. Üç gündür defalarca birbirimizi çıplak görmemize rağmen ilk kez çıplak olarak dokunuyorduk birbirimize. Dudaklarından boynuna, ordan göğüslerine indiğimde, başımı tutup dudaklarına çekti. "Boşver, hazırım zaten!" dedi. Yarağımı amına soktuğumda, bacaklarını belime, kollarını boynuma kilitledi. Sakin, ama düzenli hareketlerle içinde gidip gelirken, yıllarca bu anı beklemiş gibi öpüşüyorduk. Birkaç dakika içinde nefes nefese boşaldık.
Ertesi gün Elif'e measaj yazdım, "Hızlı gidiyoruz, seni ofise girip çıkarken gören olmuş, sıkıntı çıkacak, biraz ara verelim. Karıma söylemekle tehdit ettiler!" deyip uzaklaştırdım. Funda 3 ay içinde boşandı. Öküz oturdukları evi vermedi, ama yarı ev parası verdi. Yaptığımız plan gereği karıma yakalandık, büyük olay çıktı, tabii ki ailesi Funda'yı evlatlıktan reddetti. Karım da benden boşandı. Benim işim rahattı, evi, arabayı karıma bıraktım. Oğlum annesi ile kalmak istedi.
Alaçatı'da güzel bir ev aldım, kendime güzel bir ofis kurdum evde. Funda ile evlendim, bir kızımız ve bir oğlumuz var. Büyük oğlum da ara sıra teyzesi, babası ve kardeşlerini görmeye geliyor, kalıyor. Her gün, her saat dokunmaktan, seyretmekten ve konuşmaktan bıkmadığım bir karım var!
[Kerim]
94 notes · View notes
layezalll · 1 year ago
Text
28 Eylül perşembe
Şafak ile kahve çekirdeğinin seviştiği bir perşembe sabahı; tamda kızarmış ekmek kokusunu içime çektiğim ve bir bardak sütle ıslattığım taze buğdayımı köpeğim karakıza verdiğim gün.
Uyku mahmurluğunun gölgesinde pişerken eriyen ben ve kıvamım tutunca şekillenen haysiyetim.
Artık arı durumda…
Kimonona saygı gösterdim hep  bunu da unutma…
Rica! Beyza’nın kadınlarını gördüm rüyamda.
Hepsi çıplaktı, ruhen ve bedenen ortada kalmış halleri yürek burkan cinstendi.
Biri tost makinesinde tost yaparken öbürü kahvaltı sofrasını hazırlamaktaydı ama ikisinin de  edep yerlerinde karpuz kabuğundan kaputlar vardı.
Kanatları da vardı.
Sarıkanatlar; ortası fil şekilli sinek kanatlar.
Rahatsız etti beni bu durumsal karmaşalar.
Gel zaman git zaman sonra beynimde adeta şimendifer çuf çufu hatta ve hatta istimbot sireni gibi vızıldadılar.
Sinirlendim kadınlara…
Gelecek misin?…
Ha yok gelmeyecek gibi olursan  gider alırım bakkaldan çift sarılı köy yumurtası tadında senden bir düzine.
Ama  yok gelirim dersen iki tuzlu fıstık al gel.
Çayla güzel oluyor her akşam mutlaka olur soframda
Sana menemen yaparım parmak ısırtan cinsinden. Hatırlar mısın geçen kış yapmıştım da çamlıca tepesinde karlar altında yemiştik, sefer tasına koyup.
Öteki gelişinde Yusuf ağabeyi de getir.
Gravyer peyniri ayırdım  ona geçen ki alışverişten kalan. Ama hususi ona.
Nasıl da sever bilirim, devrimi  anlatırken çakıldatmayı ağzını.
Kaç sabah işe geç kaldım hastalıklı beynimde o ses… Saçlarına briyantin sürsün, ama limon kokulu olanından. Tavlada yenmesi daha bir hoş oluyor o zaman… Sinirlenir mi?
Yara çıktı ayağımda
Bi bok bilmeyen onca doktora gittim hiçbiri tedavi edemedi, neyseki Sevim ablam yetişti imdadıma da eskiden kalma kocakarı ilaçlarıyla iyi etti
Belki bir orta yol buluruz da  anlaşırız. Ne de olsa medeni yaratıklarız. O beni,  ben onu anlarız.
Eh yabancı da sayılmaz en nihayetinde.
Ama yok anlaşamadık bu sefer…
Misafirlerim çok bu ara kusura bakmasınlar Olur mu? Anlamadığım konuların başında geliyor aslında bu saçma durum.
Bilemedim…
Sen varken mi yoktular, sen gitmişken mi vardılar, gelmemişken mi gittiler hiç bilemedim.
Ama cidden vardılar.
Kimse inanmadı bana.
Hep böle yapıyor bu insanlık.
Güvensiz!
Anımsarım; geçen sene de torpido gözünde hamsi bulduğumu söylemiştim de 1 hafta baktılar yüzüme alık alık, sanki sorun bendeymiş gibi. Off Annemin her yıl yaptığı portakal reçeli ritüelleri tadında dudakların olsa keşke.
Sıkıldım fıstık ezmesinden, fıstık ezmesinin benden usul usul kaçışmasından.
Tereyağı ve süt, sürdüm kalbime…
Yumuşarımı ki?
Ayrılmazdık  belki o zaman…
Düşünüyorum da aslında ne zaman yok oldun da,  ne zaman gittin de,  ne zaman geldin…
Var mıydın ki?
Hoş bunları da hatırlamıyorum ya neyse.
Paranoya;
Kapı çaldı bizimkiler dizisinin müziği tonunda.
Memnun kaygısız gibi açtım bende zaten kapıyı.
O an farklı bir an…
Kundera  tadında bir an. Velet; 8–9 yaşında ya var ya yok.
Sümüklü, potinleri gıcır, kafasında kırmızı bir kulluk var, saçları alaburus kesilmiş, anlaşılıyor, belli ki buralardan değil.
Olsa tanırdım zaten bizim buraların origamik kafatasına sahip değil.
Kâğıt tutuşturdu elime, gitti. Kaldım kapıda öylece ardından bakarken.
Anı bozan yabancı korku filmlerindeki öttür geçli çaydanlıktı.
Geçen Salı almıştım bizim semtin pazarından.
Hani sesiyle irkiltenlerden var ya hani tam dalmışken öter, onlardan işte.
Öttü. İrkildim.
Banyoda buldum kendimi.
Burnumda o pazartesi kızarmış ekmeği kokusu yine. Ama sütlü buğdayı yemiş bizim oğlan.
O yoktu...
Kapı banyo arası kayıp. Amnestik yaşam kaygısı doldu ciğerlerime havadan.
Aynaya baktım.
Çok ani kestim bileğimi babamdan kalan eski tip kasaturayla.
Sarı, mavi, kırmızı daha sayamadığım binlerce kelebek vardı her yerde.
Neşeli sesler çıkarıyorlardı sanki.
Fısıldaşmalar duydum kelebeklerden, manyakça yakarışlar içinde olanları da vardı ama yinede mutluydular, mutlu ettiler beni yokluğumda.
Aratmadılar benden bir tane daha.
Ne de asil hayvanlarmış bu kelebekler…
Giderken anlamak zorunda mıyım hep.
Kâğıt düştü elimden.
Son bir göz ucuyla baktım kelebeklerin arasından kâğıda. “ O Hiç yoktu ki…” 
164 notes · View notes
yusuf-krk · 1 year ago
Text
GÖNÜL HANEM ❤ KALBİM KALBİNDE ❤️
Tumblr media
Sen benim olmayan yanım,
Yaşadığım en güzel anım,
Bir tanemsin, canım
Yani anlayacağın
Sen varken, ben de varım
Yokken, varmışsın gibi yaparım
Sensiz yoksa, ben nasıl yaşarım...
Tumblr media
EN GÜZEL YANIM ❤️ SENİ SEVİYORUM ❤️
Sağlıklı yaşam dileği ile 🖋️🇹🇷🇦🇿🇹🇷🇦🇿
144 notes · View notes
birkizinblogu · 8 months ago
Text
Zor, çok zor...
0 notes
sillagen · 18 days ago
Text
Babam mumbar icin bağırsak getirmiş. İki kişi yemek istememisler. Bogazimizdan geçmezdi dedi annem temizleyip buzluğa atmis Siz gelince yaparım diyor. Benim için annem buzluğa bağırsak atarken ben pandoralı ve avakado yiyen kızlarla nasıl yarisayim siz soyleyin.
20 notes · View notes
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
242. BÖLÜM - TaiChang dağının zirvesi - Binlerce çeşit tozun yere çöküşü -
Aniden tüm cennet mensuplarının ifadeleri Pei Ming’den daha okunamaz hale geldi.
Beyaz cübbe içinde, ifadesi sakin ve huzurlu, tavırları zarif ve yavaş biriydi. Xie Lian’di. Tüm grup onu selamladı, “Majesteleri”, “Ekselansları.”
İfadeleri ve sözleri çok dikkatli, kibar ve nazikti. Xie‌ ‌Lian‌ da herkesi kibarca selamladı ve misafirperver bir jestle ileri gitti, “Lord Yağmur Ustası.”
Yağmur Efendisi, geçici olarak inşa edilmiş kulübenin önüne gelmiş, büyük, koruyucu siyah öküzün dizginlerini tutuyordu ve selamlamak için başını bu tarafa doğru eğdi.
O siyah öküzün sırtında, gelme sebebi olan devasa kutular dolusu ürün vardı ve görünüşe göre bunları yedikten sonra ruhani güçleri beslemenin inanılmaz bir etkisi vardı, bu yüzden cennet mensupları duyduklarında bir grup heyecanla paylarını bölüşmeye gitti. Hiç gitmeyen bir grup da vardı, Xie Lian da onlardan biriydi. Lord Yağmur Ustası konuştu, “Sizin için başka bir şey getirdim ekselansları.”
Xie Lian gülümsedi, “Ah, şimdiden teşekkürler! Nedir?”
Yağmur Ustası kolunun içinden küçük beyaz bir beze sarılı bir şey çıkardı ve açtığında Xie Lian'ın gözleri anında parladı, “Çok teşekkür ederim, Lord Yağmur Ustası! Her yerde bunu arıyordum!”
Feng Xin de bakmak için yanına geldi ve yorum yaptı "İnanılmaz nadir ipek! Bu mükemmel! Artık şu senin oyuncağını tamir edebilirsin!"
Xie Lian kolunu karıştırdı ve ikiye ayrılmış beyaz bir ipek kumaş parçası çıkardı, mutlulukla konuştu, “Evet, sonunda, RuoYe’yi tamir etmek için gerekli materyal bulundu! Hemen gidip onu dikeceğim!”
Ancak Feng Xin onu durdurdu, “Dikmek mi? Sen mi?! Unut gitsin, sen ne dikebilirsin? Yardım etmesi için başkasına sor.” Ardından kafasını çevirdi ve bağırdı, “MU QİNG! GEL VE İŞE KOYUL!”
Mu‌ Qing‌ tembelce yürüdü ve soğukkanlılıkla cevap verdi, “Ne? Ne demek istiyorsun? Onu dikmemi mi söylüyorsun?”
“Bu senin uzmanlığın değil mi?” dedi Feng Xin.
Mu Qing omuz silkti, “Siz ikiniz de insanları kullanma konusunda aşırı iyi değil misiniz? Beni hizmetçi olarak alıp emir vermeler falan, muhtemelen yarın da gelir yerleri silmemi istersiniz?”
Xie Lian kahkaha attı, “Boş ver, boş ver. Kendim yaparım.”
Ancak Mu Qing çoktan beyaz ipek bantları elinden almış, gözlerini devirerek iğne ve iplik aramaya koyulmuştu. Ardından Pei Ming de selam vermek için yanına geldi ve siyah öküzü okşamayı düşünüyordu ki öküz dişlerini gürültüyle sıkarak neredeyse Pei Ming'in parmaklarını kıracaktı. Hoş karşılanmadığını anladı ve dönmek için acele etti. Lord Yağmur Ustası sordu, “General Pei’nin kolu hala iyileşmedi mi?”
“Henüz değil.” Diye cevapladı Xie Lian, “O sırada Rong Guang ile kılıcı Ming Guang'ı kullanmak için bir anlaşma yaptı ve özür dilemesi dışında fiyat olarak da bir kol ödemek zorundaydı. Her ne kadar sonda Rong Guang'ın kırgınlığı dağılmış olsa da kolunu istemedi, hala ağır yaralıydı.”
“Anladım.” Dedi Yağmur Ustası. “General Pei'nin ifadesinin bu kadar tuhaf olmasına şaşmamalı.”
Xie Lian içinden mırıldandı, “Onun tuhaf ifadesi kesinlikle bu nedenle değildi.”
Anlaşılan Pei Ming, Yağmur Ustası'nın onu TongLu Dağı'nda ve Cennet Başkenti'nin büyük yangınlarında defalarca kurtarmış olduğu gerçeğini unutamamıştı. O büyük bir adamdı, kendinin göklere ve yere hükmettiğini düşünen iyi bir adamdı, bu yüzden bir kadının, özellikle de geçmişte husumet yaşadığı bir kadının önünde ufacık bir itibar kaybına dayanamazdı. Yağmur Ustasına kıyasla, muhtemelen Xuan Ji’nin davranışlarını daha fazla kabul edebilirdi. Her halükarda, buna izin veremezdi ve ne zaman Yağmur Ustasını görse çalkantılı hissederdi, bu da onun ifadesinin neden böyle tuhaf olduğunu gösteriyordu.
Ancak Yağmur Usta onun bu konuda ne hissettiğini hiçbir şekilde anlamadı, bu yüzden selamlarken her zaman kibarca gülümsemişti, iki üstüne iki tamamen farklı dalga boylarındaydı, gerçekten açıklanamayacak kadar saçma.
Yağmur Ustası, “Ah, doğru. Ekselansları, Xuan Ji nasıl?”
“Xuan Ji dağın eteklerine hapsedildi.” Diye cevapladı Xie Lian, “Onu görmeye gitmek istediniz mi?”
.
Büyük savaştan sonra, başlangıçta her yerden mühürlerinden kaçan tüm canavarlar ve iblisler TaiCang Dağı'nın eteklerinde geçici olarak kurulan bir zindanda geçici olarak alıkonuldu. Xie Lian yolu gösterdi, ancak zindana ulaşmadan önce bir dizi kaba küfür sesi duydular. Pei Su ve Ban Yue girişte oturmuştu, her ikisinin de ifadeleri boştu.
Şu anda yardımcı olabilecek çok kişi yoktu o yüzden ikisi üst mahkemeye yardım için zindanları korumaya gönderildiler. Zindanda kilitli Ke Mo düşmanlarını gördüğünde gözleri kızarmış, günlerini bu ikisine durmadan göklerin yukarısına ve aşağısına küfrederek ve bağırarak geçirmişti. İkisi onun sözlerini anlamamış gibi davrandılar ve tahta bebekler gibi sıra halinde birlikte oturdular. Yağmur Ustası ve Xie Lian’ın geldiğini görünce ayağa kalktılar, “Ekselansları, Lord Yağmur Ustası.”
Yağmur Usta onlara bir ürün kutusu uzattı. Xie Lian “İkinize de sıkı çalışmanız için teşekkürler. Lord Yağmur Ustası Xuan Ji’yi görmek istiyor.” dedi.
Ancak Pei su bir anlığına tereddüt etti, “Xuan Ji…”
Xie Lian bir şeyin yanlış olduğunu fark etti ve sordu, “Bir sorun mu var?”
İkili zindana girdi ve Xuan'ın Ji'nin gözaltına alındığı yeri buldular, ikisi de şaşkındı. Hücrenin içinde hiçbir şey yoktu ve geriye kalan tek şey yırtık pırtık, eski, kırmızı bir gelin sabahlığıydı.
Pei Su açıkladı, “Xuan Ji, dün gece çoktan dağılmıştı.”
Xuan Ji'nin kırgınlığı cidden dağılmıştı, ne kadar inanılmaz. Bu kadının takıntısı hala yakın zamana kadar çok fazlaydı, Pei Ming’i boğuyor ve bırakmayı reddediyordu. Xie Lian “Belki de sonunda her şeyi iyice düşünmüştür.” diye belirtti.
Geçtiğimiz yüzlerce yıl içinde nasıl olup da kahraman bir generalden, prestijli bir evin saygın bir hanımefendisinden böylesine çılgın, aşağılık, kinci bir kadına dönüştüğünü düşündü. Neler kaybettiğini neler kazandığını düşündü ve büyük bir utanç ve mahcubiyet içinde muhtemelen geriye dönüp bakacak yüzü yoktu.
Bunca zaman kendisini terk eden adamın gönlünü ya kalbini oynatarak ya da tehditlerle değiştirebileceğini ummuştu, ama sonra en başından beri işleri tersine çevirme şansının asla olmadığını şiddetle fark etti ve sonunda anladı.
Fakat bu dünyada kalabilmek için çalkantılı duygularına, Pei Ming'e boyun eğmeyi reddetmesine güveniyordu. Her şeyi enine boyuna düşündüğü anda, kalması için hiçbir neden kalmamıştı. Bunu düşünmek bile biraz saçmaydı.
Yağmur Ustası yerine oturdu, sanki onun için bir geçiş töreni yapacakmış gibi görünüyordu. Ne de olsa Xuan Ji, YuShi Krallığı'ndan kendisinden başka geriye kalan tek kişiydi. Xie Lian'ın onu rahatsız etmesi kabalık olurdu, bu yüzden ayağa kalktı ve gitti.‌ ‌
.
Çıktıktan sonra Pei Su ve Ban Yue’nin Yağmur Ustasının getirdiği meyveleri yerken Ban Yue'yi gördü böylece Xie Lian oraya gidip bir tanesini aldı, onlarla birlikte yemek için çömelmeye hazırdı. Ancak beklenmedik şekilde aniden bir şey hissetti ve bakmak için başını çevirdi, çalıların arkasında çok uzaklarda olmayan yarı adam kadar boyu olan bir şey gördü.
Xie Lian, meyveyi anında fırlattı ve hızlı adımlarla ilerlemeden önce sadece şunları söyledi, “Buradaki şeylere dikkat edin!”
Çalılıkların içindeki şey görüldüğünü fark etti ve daha da hızlı kaçtı. Xie Lian onu sekiz adımda yakalayabilirdi ama daha dördüncü adımda kim olduğunu fark etti. fikrini değiştirerek adımlarını yavaşlattı.
O yaratığın biraz kaçmasını bekledi ve aniden yandan girip diğer yolunu engelledi, “Jian Lan Hanım, veda etmeden gitmeyi mi planlıyorsunuz?”
Diğer taraf gerçekten de kollarında tuttuğu o cenin ruhuyla birlikte etrafta gizlice dolaşan Jian Lan'dı ve birdenbire ortaya çıkan Xie Lian karşısında şaşkınlığa uğradı, “SİZ!”
O bembeyaz cenin ruhu saldırmak istiyor gibi kollarındaki dişlerini gösteriyordu ama Jian Lan onu durdurdu, “Beni durdurmak için mi buradasınız?”
Xie Lian onun fazla paniğe kapılmasını istemedi ve konuştu, “Gerilmenize gerek yok, sadece size bir şey vermek istedim.”
Sonra bir eşya çıkardı, “Oğlunuz Cuo Cuo'nun kini oldukça güçlü, dizginlenmesi gerekiyor. Her ne kadar halihazırda arınma sürecinden geçiyor olsa da sizin xiulianınız onunki kadar yüksek değil yani sıfır kazayı garanti etmek zor olurdu. Size yardımcı olması için buna ihtiyacınız olacak.”
Bu eşya Xie Lian’in kendisinin yaptığı bir koruma büyüsüydü ve hatta hiçbir hilenin bulunmadığını kanıtlamak için bunun nasıl kullanılacağını bile gösterdi. Jian Lan onu izledi ve gerginliği gerçekten de rahatladı. Sonuçta bu şey faydalıydı. Biraz tereddüt ettikten sonra aldı, “Teşekkür ederim.”
“Teşekküre gerek yok.” Dedi Xie Lian, “Kullandığınız sürece üç kez bağırın ‘ekselansları lütfen beni kutsa’, ben de kutsayacağım. Böylece burası benim sarayımın adının altında işaretlenecek.”
“…”
Jian Lan birkaç adım attı, bir an duraksadı ama sonunda yine de kendini tutamadı ve kafasını çevirdi, “Beni durdurmuyorsunuz? Neden?”
Xie Lian onun geriye dönüp bakmasını bekliyordu ve cevap vermek yerine ona sordu, “Pekala, Jian Lan Hanım, neden gitmek zorundasınız? Feng Xin ikinizle de ilgileneceğini söyledi, sözünü tutacaktır.”
Jian Lan'in ifadesi titredi ama sonunda iç geçirdi, “Tutacağını biliyorum. Ama, unutun gitsin, en iyisi bu. Artık onunla birlikte olmak istemiyorum.”
Xie Lian biraz şaşırdı, “Artık onu… sevmiyor musunuz?”
Jian Lan muhtemelen koşmaktan yorulmuştu ve yol kenarına oturdu, “Bunun artık sevmekle ilgisi yok. Bizi kendisine bağlamaya kendisini zorlamasını istemiyorum.”
Xie Lian da onun yanına oturdu ve bir anlığına düşündü, “Gerçekten sizi seviyor olmalı. O zamanlar tamamen tükenmişti ama yine de gitmenize izin vermeyi reddetti.”
Bunu duyan Jian Lan sanki çok uzak bir geçmişten bir şeyler hatırlıyormuş gibi göründü ve güldü, “Siz bahsettiniz de şimdi hatırladım. O zamanlar hala küçük bir aptaldı, para kazanmak için uzun saatler harcıyordu ve para kazandıktan sonra bütün bir geceliğine beni satın alırdı ama yaptığı tek şey, bütün gece benimle oturmak için bir tabure getirmekti, sohbet etmekten başka bir şey yapmazdı. Herkes onu alaya alırdı, ne komik!”
Xie Lian da güldü, “Gördünüz mü, sizi sevdiğini söyledim.”
Ancak Jian Lan gülüşünü geri çekti, “Söylediklerinizin hepsi geçmişe ait şeyler. Aşkın bir kez olması, sonsuza dek süreceği anlamına gelmez. Bir hayır kurumu vakası ve baş belası olmakla ilgilenmiyorum.”
"Neden ikinizin de baş belası olduğunuzu düşünsün ki?" diye sordu Xie Lian. “Feng'in Xin'in nasıl bir insan olduğunu bilmiyor musunuz?”
“Siz, ekselansları veliaht prens, siz asla sıradan bir hayat yaşamadınız bu yüzden tabii ki bu şeylerin bu kadar kolay olduğunu düşünürsünüz. Artık yapmayacak, görünüşte de yapmayacak. Ancak zaman bir kez sürüklenirse, o zaman hiçbir şey kesin olamaz. Eğer onu aramak isteseydim bunu uzun zaman önce yapardım. Nan Yang Tapınağı'nı bulmak pek de zor değil. Her yerde oldukları bir dönem vardı ama ben yine de istemedim.”
“Yükseldi, her şeye sahip, muhteşem ve etkileyici görünüyordu ama biz çoktan iki hayalete dönmüştük, yani onu arayarak ne yapsaydım? Bir cennet mensubunun iki hayalet taşıması onun için tam bir bela değil mi?”
“En iyi halime baktığımda onu tekmeleyerek uzaklaştırdım, sanırım bu oldukça iyi, gururlu ve onurlu. Bu şekilde, onun kalbinde her zaman öyle kalırdım, bu şekilde değil, Ağır makyajlı ve pejmürde, gözlerimin çevresinde kaz ayakları.”
Kendi yüzünü çimdikledi, “Bizi gerçekten tanısaydı ve her gün benim ve Cuo Cuo'nun bu yüzüne bakmak zorunda kalsaydı, biz onu aşağı çekerken, sadece daha fazla yorulacak, sinirlenecek ve bir gün baş belası haline gelecektik. O zaman neden zahmet edelim? Bu çok trajik değil mi?"
O konuşurken, cenin ruhu ıslak, sürünen dilini yüzünü yalamak için kullanıyor, açıklanamayacak kadar iğrenç ama yaramazca sevimli görünüyordu. Ancak tipik diğerleri için bu muhtemelen sadece iğrençti ve kabul edilemezdi.
Jian Lan da oğlunun çıplak başını okşadı, "Her neyse, Cuo Cuo'ya sahip olmak benim için yeterli. Kim gençken dağlara ve denizlere söz vermemiş ya da yemin etmemiştir ki? Sevgiden, aşktan, önsözlerden bahsediyorum. Ama dünyada ne kadar uzun süre takılırsam, 'sonsuza kadar' gibi bir şeyin imkansız olduğunu o kadar çok anlıyorum. Asla mümkün olmayacak. Bir kez sahip olmak zaten yeterince iyiydi. Kimse bunu gerçekten başaramaz. Artık buna inanmıyorum."
Çaresiz bir sesle şöyle dedi, “Feng Xin iyi bir adam. Sadece… çok uzun zaman oldu. Her şey değişti, en iyisi bırakmak.”
Xie Lian tek kelime bile konuşmadan sessizce dinledi, ama yüreğinin derinliklerinde, dedi ki, ‌ ‘Hayır.’
Kalbinden gelen bir ses, “‘Sonsuzluk’ diye bir şey var. Bunu gerçekten başarabilecek tek bir kişi var. Ben inanıyorum" dedi.
.
Jian Lan Cuo Cuo’Yu aldı ve ayrıldı.
Xie Lian geri döndü ve Xuan Ji için geçiş törenini bitiren Yağmur Ustasını uğurladı, ardından TaiCang dağına geri döndü. Feng Xin’e Jian Lan ve Cuo Cuo’nun gittiğini söylemeyi düşündü ama onu göremedi. Tam da gürültücü kalabalığın arasında onu ararken birisi aniden bağırdı, “Harika zamanlama, TaiHua! Boş musun? Gel ve şunu hallet!”
Hâlâ muhasebe yapacak herkesi yakalıyorlardı ve ‌Lang‌ ‌Qian‌ ‌Qiu‌ kaçmak için çaresizdi, uzaktan yanıt verdi, “YIĞINI BURAYA GETİRMEYİN, YAPACAK İŞLERİM VAR, GİDİP BAŞKASINI BULUN!”
Xie Lian iç çekti, gidip kitaplara bir şans vermeli mi diye düşünüyordu, birkaç adım attı ki arkasından bir ses duydu, “Us… Guo… Ekselansları.”
Xie Lian arkasına baktı ve Lang Qian onun arkasında duruyordu, “Kenara çekilip konuşmak için bir dakikanız var mı?”
“Tabii ki.” Diye yanıtladı Xie Lian.
Böylece o ve Lang Qian Qiu birlikte bir sarayın o hüzünlü, dev kulübesinin dışında yürüdüler. Yürürlerken Xie Lian sordu, “Gu Zi ne yapıyor? İyi mi?”
Lang‌ Qing‌ ‌Qiu‌ çaresizce, biraz acı bir şekilde kıkırdadı, “Bunun iyi kabul edilip edilmediğini bilmiyorum. O çocuk bana her gün babasını soruyor, oldukça acınası, yani ben sadece... yeşil hayaletin ruh parçacıklarının bir kısmını toplayıp bir lambaya koydum. Şimdi de her gün önüme çıkıp lambaya sarılarak bana ne zaman lambanın içindeki ruhun daha çok büyüyeceğini sorup duruyor. Ben gerçekten…”
O sert, moralsiz yüze bakınca, sadece bunu düşünerek onu Xie Lian anlayabiliyordu. Neden tüm ailesini katleden Qi Rong için bunun gibi bir şey yapmak zorunda kalmıştı ki? Xie Lian bilinçaltından uzanıp omzunu okşamıştı ama sonra kendisinin Yong An'da ne yaptığını hatırladı ve geri durdu. Nazikçe “Sen elinden geleni yaptın. Pekala, bugün benimle ne hakkında konuşmak istedin?” dedi
Biraz tereddütten sonra Lang Qian Qiu cübbesinden bir şey çıkarttı ve ona uzattı, “Bu.”
Xie Lian o şeyi gördüğü anda nefesi kesildi.
Bu, gösterişli, pürüzsüz ve parlak, küçük, kızıl, mercan rengi bir inciydi. Tıpkı Hua Cheng’in saçında asılı olan gibi.
Sesi titredi, “Bu…?”
Lang Qian Qiu “Bu mercan inci Yong An'ın kurucu babası tarafından bırakılan gizli bir hazineydi.” dedi.
Bunu duyunca Xie Lian onun Hua Cheng’in saçının ucunda bağlanmış olan olmadığını anladı, Lang Ying’e hediye etmiş olduğu inciydi.
Hua Cheng’in değildi. Xie Lian hayal kırıklığına uğramış hissetti ama yine de inciyi aldı. Peşinden Lang Qian Qiu konuştu, “Kurucu baba bir keresinde şöyle demişti: Ona bu kırmızı inciyi veren kişi onun kurtarıcısı, ona yardım etmiş olan biriydi. Çok iyi bir adamdı.”
���…”
Lang Qian Qiu devam etti, “Ama yine de bir şeyler yaptı ve bu da adamın her şeyini kaybetmesine neden oldu. Kurucu baba, yaptığından pişman olmadığını, yapması gerekeni yaptığını söyledi. Ama daha sonra bu konuyu düşündüğünde hâlâ o adama haksızlık ettiğini hissediyordu.”
“…”
“Ve sonra?” Xie Lian sordu.
“Ve sonra,” Lang Qian Qiu devam etti, “O gün, Cennet Başkentinde, Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un saçlarının ucundaki o boncuğa dikkatlice baktım, ne kadar baktıkça incinin o kurucu babanın bıraktığına ne kadar çok benzediğini fark ettim. Daha sonra General Xuan Zhen ve diğerlerinin konuştuğunu duydum, o incilerin aslında bir çift olduğunu ve size ait olduklarını öğrendim. Yani sormaya geldim, bu sizin mi?”
Bir süre sonra Xie ‌Lian‌ yavaşça başını salladı, “Benim. Bu, ben gençken babamın ve annemin bana verdiği bir çift inci.”
Lang‌ Qian‌ ‌Qiu‌ kafasını kaşıdı, “O zaman… size geri veriyorum.”
Hala Xie Lian’a nasıl hitap etmeli bilmiyordu, inciyi geri verdikten sonra sessizce ayrılmadan önce bir süre tereddüt etti. Xie Lian aynı noktada duruyordu, o kırmızı mercan inci avucunun kalbine sıkıştı.
Sekiz yüz yıl olmuştu. Tüm olup bitenlerden sonra, kırmızı mercan inci çiftinin diğer yarısı küpeler ellerine geri dönmüştü. Onundu, yine onun.
Ama diğer incinin de burada olması gerekirdi. Çifti tamamlayabilmeleri gerekirdi.
Tam o sırada, Feng Xin'in yüksek, sevinçli sesi dağın alt tarafından geldi, “EKSELANSLARI, MİLLET! HEMEN GELİN!”
19 notes · View notes
onlineizletr · 11 months ago
Text
0 notes
japonyamesken · 3 months ago
Text
n’apıyosun acaba?
Hayatımda değiştirmeyi çok istediğim ama hala değiştirmeye muktedir olamadığım bir konu var.
Diyelim ki bir işi 10 üzerinden 8 yapmaya 20x birim zaman ayırıyorsunuz,
onu 9 yapmak için 20x + 10x,
10 yapmanız içinde 20x + 10x + 30 x zaman gerekiyor. Çünkü 10’a ulaşmak çok detay istiyor, çok dikkat istiyor.
Peki gerek var mı? Onu 10 yapınca hayatımızdaki başka şeyler de aksıyorsa hele hiç gerek yok. Bırak 8’de hadi 9’da kalsın. 10’a zaten hiç ulaşmıyor ki.
Yaptığım işlerden birini taslak olarak bırakıp diğerine geçeyim dedim marketten dönünce. Ama yine de başına oturup küçük ayrıntıları nasıl daha iyi yapabilirim diye düşündüğümü fark ettim ve saatler geçmiş. Gerçekten hiç gerek yoktu. Ve aslında bu da bir zaman yönetimi eksikliği.
——
Emrah Safa Gürkan’ın videolarını dinliyorum yemek yaparken. Öğrencilerinden birisi bir soru okudu, kısaca bu kadar farklı işi nasıl yaptığı soruluyordu.
Bir işi önce en basit şekliyle tamamlandığından bahsetti. Bunu başka yerlerde de gördüğüm için dikkat kesildim. “Yapabildiğim en basit şekliyle yaparım, gerekirse ayrıntısıyla sonra uğraşırım” dedi.
İşte öğrenmek ve hayatıma geçirmek istediğim şey tam olarak bu. Çünkü aslında zaten ürettiğimiz her şeyin şimdiye kadarki birikimimize dayanan bir ortalaması var. Bir şekilde bu ortalamayı yaratacağız her seferinde. Mükemmellik kaygısı o ürünün var olmasını geciktiriyor sadece, onu mükemmel kılmıyor.
O yüzden “dont over think it” ve “yallah go”
37 notes · View notes
ikdlin · 10 days ago
Text
gitmek istiyorum bu evden akıl sağlığıma hiç iyi gelmiyorlar
0 notes