#müzik grubu
Explore tagged Tumblr posts
Text
OneRepublic İstanbul Konseri: Artificial Paradise Turnesi
OneRepublic Konseri Volkswagen Arena’da Dünyaca ünlü müzik grubu OneRepublic, merakla beklenen yeni albümleri “Artificial Paradise” turnesi kapsamında 18 Şubat 2025’te İstanbul’daki Volkswagen Arena’da hayranlarıyla buluşacak. BKM Organizasyonu tarafından düzenlenen bu özel konser, müzikseverler için kaçırılmayacak bir etkinlik olarak öne çıkıyor. 2002 yılında Colorado’da kurulan OneRepublic,…
#Apologize#Artificial Paradise#David Guetta#Dreaming Out Loud#Human#I Ain&039;t Worried#istanbul#Konser#Leony#müzik grubu#Meduza#Native#Oh My My#OneRepublic#Ryan Tedder#Timbaland#UEFA Euro 2024#Volkswagen Arena
0 notes
Text
Melih Duygulu – Türkiye’de Çingene Müziği (2023)
Çingeneler’in tarihini yazmak, arşivlerdeki evraklarda onların soyları, meslekleri, yönetici erkle olan ilişkileri, göçleri, iskânları, işledikleri suçları yan yana getirerek toparlanmış bilgiyi sunmak şeklinde algılanmıştır yıllarca. Onlarla ilgili kararnâmeleri, fermanları, mahkeme sicillerini taramak kuşkusuz tamamen kıymetsiz değildir. Fakat Çingene kimliğini, Çingene’nin yaşamla olan…
View On WordPress
#2023#Batı Grubu Romanları’nda Müzik Kültürü#Melih Duygulu#Türkiye’de Çingene Müziği#Yapı Kredi Yayınları
1 note
·
View note
Text
Bursa Düğün Orkestrası - Eğlence'de Zirve
Eğlencenin ve müziğin kalbi Bursa’da atıyor! Düğünlerin en özel ve unutulmaz anlarına şahitlik eden Bursa Düğün Orkestra, müzikle dolu dolu bir düğün deneyimi yaşamak isteyen çiftlerin ve davetlilerin gözdesi haline geldi. Bursa’nın en fazla eğlendiren müzik grubu olma gururunu taşıyan Düğün Orkestrası, profesyonel müzisyenlerin enerjisi ve yeteneğiyle tüm etkinliklere coşku katıyor. Düğünler,…
View On WordPress
#Bursa Düğün Orkestra#Bursa Düğün Orkestrası - Eğlence&039;de Zirve#Bursa&039;nın En Çok Eğlendiren Müzik Grubu#bursadugunorkestra.com
0 notes
Text
Kitap Kulübü Sunucusu Şeysisi
Ehem Öhöm.. Şimdi sevgili arkadaşlar, burada lafı uzatarak saçmalayacaktım ama yapmayayım istedim. Sunucuyu kurdum, yavaş yavaş şeaparız gibi düşünerek birkaç bot falan da ekledim. Katılmak isteyenlerden bana ulaşanları da bu postun altına etiketleyeceğim. Görenlerden de katılmak isteyenler olursa gelebilir.
Sunucunun ana amacı ağırlıklı olarak kitaplar hakkında konuşabileceğimiz bir yer olsa da, harici konuları da konuşabileceğimiz alanlar bulunuyor. Umarım hepimiz için keyifli ve faydalı bir kullanım alanı olur. Sevgileer
Şimdi kısa bir S.S.S. şeysisi
Discord nedir? Discord, tıpkı bir Whatsapp grubu gibi insanlarla etkileşim kurabileceğiniz bir platform. Burada sunucu açarak, metin ve ses kanalları ile konuşmaları gruplama şansınız bulunuyor.
Metin kanalları adından belli olduğu gibi sadece yazı/görsel barındırıyor.
Ses kanalları ise toplu bir şekilde sesli ve görüntülü sohbet edilebilen, beraber film/dizi izleme, müzik dinleme gibi aktiviteler gerçekleştirilebilen bir kanal türü.
Neden Discord? Bunun birkaç sebebi var; -Herhangi bir kişisel veriniz açıkta değil, sadece kullanıcı adınız diğerleriyle paylaşılıyor. Numaranız, mailiniz gibi detaylar size özel, bu da gizliliği sağlıyor -Çok çeşitli medya desteği ve aktivite olasılığı var. Botlar ile oyunlar oynayabilir, müzik dinleyebilir, çok saçma aktiviteler dahi gerçekleştirebilirsiniz. -Aynı anda birden fazla konu birbirine dolanmadan, farklı gruplarda konuşulabilir ve isteyen istediği yere, istediği an ulaşabilir.
Katılmak için ne yapmam gerek? Eğer daha önce hiç kullanmadıysan, Discord bir uygulama. Bilgisayarda ya da telefonunda yükleyip direkt kullanmaya başlayabilirsin. Bir hesap açmanı isteyecek, o hesap ile giriş yaptıktan sonra, yukarıdaki linke tıklayıp aramıza katılabilirsin!
Benim aklımda başka sorular da vardı ama ya diyenler de bu postun altına ya da iletiden akıllarına takılanları sorabilir. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım.
86 notes
·
View notes
Note
Krizantem diye bir müzik grubu var biliyor musun
Maalesef duymadım daha önce
2 notes
·
View notes
Text
02.09.24 MAYHEM KONSERİ (BEŞİKTAŞ IF)
Evet, Eylül ayı konserleri bütün hızıyla devam ediyor. Bu hızlı maraton arasında geçen haftalarda katıldığım 40. Senesini deviren “Black Metal”in sansasyonel grubu efsanevi “Mayhem”den bahsetmesek olmaz. Eski, yeni ve hatta “Ölü” grup elemanlarıyla birlikte kalabalık bir şekilde tekrardan ülkemizde ağırladığımız “Mayhem” grubu 40. Yıl turneleri kapsamında bize unutulmaz anılar bıraktılar. Unutulmazdan kastım sadece laf olsun diye değil, emin olun aradan bir kırk sene daha geçse ve ben bilinç sahibi bir birey olarak hayatta olmaya devam etsem, bu günkü gibi yazarım, anarım, hatırlarım bu konseri. Bu etkinlik, ilk anından son anına kadar görselinden, grubun performansına, ışık şovlarından, ekipman güzelliğine inanılmaz bir konser olmasının yanı sıra dokümanter, belgesel niteliği taşıyabilecek anlara da şahitlik etti. Bu kısma zaten ilerleyen satırlarda bol bol deyineceğim. Konser duyurusu geçildiğinden beri sabırsızlık içindeydim, nihayet o gün gelmişti! Nerelerden başlasam inanın bilmiyorum. Her zaman olduğu gibi konser akşamının ilk saatlerinden itibaren adım atayım. Betondaki bir oyukta bir Metalci yaşardı, Beşiktaş���a doğru yola çıkardı. Gayet heyecanlıydı.
“Mayhem” söz konusu olduğunda adamların 40 senelik müzikal kariyeri bir yana kendileri 60’larına dayanmış olsa da içimde çoğu zaman halihazırda taşıdığım “ergen heyecanım” nükseder. Bunun sebebi “Mayhem” grup elemanlarının Norveç’te ergenlik zamanlarında geçirdikleri ve yaşadıkları karanlık dönem, koskocaman bir tarzın kurucu unsurlarının başını çekerek son derece yenilikçi, enerjik, hızlı olmaları veya grubun şeytani derecede vahşi kökleri olabilir. Ya da sadece ergen nefretini, depresifliğini ve karanlığını en iyi yansıtan, aşırı uçlarla kafayı bozmuş bir grup adama zamanında beslediğim korku/heyecanla karışık hayranlıktandır. 16-17 yaşlarında ben ve o zamanki tayfam bütün yazlarımızı bulabildiğimiz en ekstrem Metal müzik gruplarını dinleyerek, (Bazen yapmaya çalışarak.) karanlık, izbe yerlerde bira içip dolaşarak, boş evlere girip korku filmleri izleyerek, duvarlara grup isimleri ve başka saçma şeyler kazıyarak, boyayarak geçirirdik. Otobüs duraklarında fotoğraf çekilirdik, vandallık ve primatlığın dibine vururduk. Tarih öncesi dönemleri yaşayan amatör neandertal Silivrili “Mayhem” gibiydik, hayatımız boyunca yaşayacağımız en güzel yazlarımızı geçirdiğimizin zerre farkında değildik. Rahmetli Lemmy amcanın dediği gibi, o yaz aylarını hatırlayamıyorum ama asla unutamıyorum...
Sadece “Gibiydik” tabi.. “Mayhem” grubunun sansasyonel kökleri, eski vokalistlerinin kendini tüfekle vurması, geri kalan grup üyelerinin kafatasının parçalarından kolye yapmaları, gruba o dönem yeni katılmış “Burzum” kurucusu Varg Vikernes’in orada burada kiliseleri yaktıktan sonra “Mayhem”in kurucu gitar/vokali Euronymous’u kendi evinde öldürmesi sonrasında yıllar boyunca hapis yatması “Mayhem”in geçirdiği tatlı süreçlerden sadece bazılarıydı. (“Nargaroth” grubunun bu hadise için bestelediği “The Day Burzum Kills Mayhem” adlı eseri es geçmemek gerekir.) Daha fazlası için grup hakkında yapılan belgesellere ve filmlere bakılabilir. Oyunculuk ve senaryo konusunda bazı zayıf noktaları olsada 2018 yılında gösterime girmiş olan, yukarıda bahsettiğim süreçleri kurgusal olarak anlatmaya çalışan “Lords Of Chaos” filmini “Mayhem” 101 olarak önerebilirim. Bu bilgiler ışığında tekrar düşündüğünüzde tam kadro gelen bir “Mayhem” konserine ergen heyecanıyla hoplaya zıplaya giden bendenizi belki daha fazla içselleştirebilirsiniz.
Beşiktaş IF’in önüne geldiğimde tahmin ettiğim kitleyle karşılaştım. Tırnak içinde büyümüş, yaşlanmış, grup formalarını üzerine geçirip sıraya girmiş bir sürü ergen. Belkide konserlerin en sevdiğim yanıdır bu manzara. Gerçekten rahat, kendim gibi olabildiğim, kendimi iyi hissettiğim, bu kadar bok püsür, olay, kriz arasında toplum ve kültür Jungle’ı içerisinde nefes alabildiğim yegane yer. Bu ortamdan görebildiğim bütün dostlarla merhabalaşıyorum, bira tokuşturuyorum, anlık olarak yirmi sene önce ki yazlara şöyle bir dönüp sonra malesef geri geliyorum. Nostaljik düşünceler eşliğinde içeriye biraz erken giriyorum. Konserde alt grup yok çünkü öyle bir süre yok. Grup neredeyse iki saat boyunca sahnede olacak. 40. Yıla özel uzun, bir “Black Metal” grubu için çok uzun bir “Setlist”leri var. “Mayhem” “Merch”leri efsane. Kendime göre bişeyler bakınıyorum hemen. (Bayrak falan şahaneydi gerçekten.) “Merch” kısmını tamamladıktan sonra sahneye dönüyorum ve bir daha gözlerimi buradan ayıramıyorum. Henüz daha grup ortada yokken bile sahne düzeni, sağlı sollu hoparlör yanlarına asılmış yıldızlı bayraklar ve ışıklandırma çok çok iyiydi. Bu sahne size nasıl bir şeyle karşılaşacağınız hakkında epey fikir veriyordu. Kısa süre sonra sahnede izleyeceğimiz şey, beklentilerin çok üzerindeydi.
Ben hala daha bayraklara bakarken seyircide ve sahnenin arkasında ki ekranda bir hareketlilik başladı. Ekranda 80’ler İskandinav bağımlılık belgeseli tadında “Mayhem” grubunun tarihi anlarından görüntüler izlemeye başladık. Bu görüntülere eşlik edilen müziği asla unutmayacağım. Sadece bu kullanılarak başlı başına “Dark Ambient” tarz bir albüm yapılabilir o derece.. “Mayhem”in kendini vuran solistleri “Dead” (Bu kadar temiz yüzlü, güzel bir adam kendine nasıl kıyar hala kahrediyorum. İskandivan depresifliği işte.. Orada yaşayan arkadaşlar daha iyi anlatır, değişik bir psikoloji..) öldürülen gitar vokal Euronymous ve kürkçü dükkanı, grupta halihazırda tek kurucu üye olarak kalan ve az sonra sahnede sarhoş olacak olan “Necrobutcher” davulcu “Hellhammer” uzun süredir “Mayhem” vokallerini üstlenen Atilla Csihar, eski, yeni bütün üyeler anlamsal kadrajların içerisine yedirilmiş halde bize tek tek gösteriliyor. (Necrobutcher’ın “A Headbanger’s Journey” belgeselinde yayınlanan konser röportajı beni hep güldürmüştür. Duygusal “Dead” görüntüleri üzerine iyi ayar çekti.) Tiyatro sahnesi tadında geçecek olan “Mayhem” sahnesi bize bir tanesi bile yetecekken o akşam 40. Yıl turnelerine özel olarak yeni, eski üyeleriyle birlikte toplam 3 setten oluşacaktı ve bu tarz belgesel görüntüleri zaman zaman şarkıların arasına girerek peşimizi asla bırakmayacaktı. Buradan arşivim için alabildiğim kadar kayıt aldım, instagram sayfasından paylaşırım.
1984’ten başlayıp günümüze gelene kadar geçen süreç tek tek “Mayhem” görüntüleriyle geri sayım şeklinde izletildikten sonra malumunuz “Mayhem” grubu “Malum” şarkısıyla bütün haşmetiyle sahneye çıktı ve unutulmaz geceye start verildi. Ekranda yüzünden kanlar damlayan bir kurukafa önünde lego gibi binlerce parçasıyla “Hellhammer”ın inşa ettiği davulu, kostümler, makyajlar, şeytani “Mayhem” “Sound”u… Bu atmosfer gerçekten görülmeye değerdi. “Bad Blood” “MILAB” “Psywar” yıldırım gibi üzerimizde çakarken Atilla Chisar’ın muhteşem sesi her saniye bizi daha da geriyor. “Illuminate Eliminate” ve “Chimera”da konserin başından itibaren başlamış olan “Mosh Pit”ler doruğa çıkıyor. “Hellhammer” tokmaklarını üzerimize salıyor. Bu gece “Mayhem” gazabından kurtuluş yok! “My Death” ve “Crystalized Pain In Deconstruction” şarkılarıyla devam eden ilk bölüm “View From Nil” ve “Ancient Skin” ile hız kesmeden bizi bu “Set”in son şarkısı olan “Symbols Of Bloodswords”e taşıyor.
İlk şoku üzerimizden atlatıyoruz, manik depresif şekilde geçen ilk “Set” sonrası “Dead” görüntüleri tekrar ekrana veriliyor. Çayır çimen üzerinde koşturan “Dead” gördüğüm için yine hafif duygusallaşıyorum.(Ağlayanların olduğu iddia ediliyor.) “We are not ordinary, We worship Death!” Sözleri sonrası “Hellhammer” bagetlerini havaya kaldırıyor, grup tekrardan sahneye çıkıyor. Kaftanlar giyilmiş, hazırlıklar tamamlanmış, Atilla Csihar sahnede Barış Manço hareketleri sergileyerek sanki bir orkestra şefi gibi bizleri mum etmiş. Ve işte böylece 2. “Set” Euronymous anısına, bağırışlar, çığlıklar, hezeyanlar içinde efsanevi albümden efsanevi “Mayhem” şarkısı “Freezing Moon” çalınırken başlıyor. Şarkının yarısına kadar seyirci çığlığından şarkıyı duymakta zorlanıyorum. “Life Eternal” ve “Buried By Time And Dust” eserleri sonrası zurnanın zart dediği yere geliyoruz. Albümle aynı ismi taşıyan güzide parça “De Mysteriis Dom Sathanas” Atmosfer o kadar iyi ki daha önce bolca bahsettiğim If’in güzel “Black Metal” “Sound”una değinmeye gerek bile yok. Albümlerden çok daha iyi bir ses kalitesini konserde canlı olarak dinleyebildik. “Mayhem” o gece hatasız, tavizsiz ve tarifsizdi!
Yeni bir dokümanter görüntü, yine sahnede “Dead” şarkı sözleri ve sinematik şekilde akan görüntüler. (Bunlardan en az bir düzine deneysel film/video çıkar benden söylemesi..) “Dead”in anıldığı yazılar sonrasında belki de konserin en duygusal, dramatik, şaşırtıcı, özel anları yaşanmaya başlıyor. “Mayhem”in “Funeral Fog” şarkısı “Dead” tarafından (Evet ne kadar ironik değilmi..) söylenmeye başlanıyor. Kendisi bu Dünyada değil ama ruhu hala aramızda! “Mayhem” üyeleri şarkıyı çalarken “Dead”in sesinden “Funeral Fog” dinliyoruz. Gerçekten unutulmaz dakikalar.. Bu unutulmaz anlar sonrası yine bir görsel şölen, ekran ve mekan kırmızıya boyanıyor, Necrobutcher 3. Şaşkınlık perdesini “Mayhem in eski vokali Messiah ve eski davulcusu Manheim’ı sahneye davet ederek açıyor! O ana kadar yeterince şok atlatmamışız gibi bu üyelerin sanki bir “Pentagram” konseri enerjisiyle sahneye çıkmaları kendi adıma son nokta oluyor. 1980’lerden “Mayhem” şarkıları dinleyeceğimiz bu bölümde artık arkalarda saklanmak yok! En öne koşturuyorum. Belki tekrardan Necrobutcher, Hellhammer falan görürüz ama bu Oldschool manyakları görürmüyüz? bilemiyorum! Bu noktada şaşırtıcı şeyler olmaya devam ediyor.
Manheim gayet mütevazi bir şekilde davulun başına geçerken, Messiah kırmızı tişörtü, kel kafası, koca göbüşüyle mikrofonun başına dikiliyor. Necrobutcher kolay vedalaşamadığı bira şişesini bir kenara bırakıyor ve ayin tüm hızıyla devam ediyor. Messiah! Abi sende ne ses var be! Ben kendi adıma bu adama hayran kaldım, gözlerimi hipnotik bakışlarından ayıramadım! Kendimi bu saatten sonra “Order” “Fan”ı ilan ediyorum! Manheim’a söylenecek söz yok. Gerçekten profesyonel müzisyenler. “Deathcrush”, “Necrolust” hele “Chainsaw Gutsfuck” bize biraz nefes aldır. 1 konser diye geldik 3. Konserimizdeyiz! “The True Mayhem” “Carnage” ile üstümüzden geçmeye devam ederken ruhumuzu “Pure Fucking Armegeddon”da artık sonunda teslim ediyoruz… Manheim tarafından “Weird” çalınırken biz kopan parçalarımızı toplamaya çalışıyoruz, savaş gibi konser geçirdik. “Mayhem” grubu seyirciyle uzun uzun vedalaş��yor ve bir daha geri gelmemek üzere “Beşiktaş If” sahnesinden bu konserlik ayrılıyor.
Ben yine dağılmış vaziyette çıkışa doğru yolumu bulmaya çalışıyorum. Konser sadece bir konser olmadığı, aynı zamanda bir tiyatro belki bir sinema niteliği taşıdığı için görmek ve götüntü almak için oradan oraya koşturmuşum fakat kesinlikle değmiş. Çıkışta beni bekleyen rüya gibi, muhteşem bir sürpriz var. Biraz dışarıda soluklandıktan sonra IF’in kapısının önünde dikilen iki tane tip görüyorum. Kim mi bunlar? Manheim ve Messiah! Gözlerime inanmasam da hemen yanlarına ilişiyorum. “Merhaba” “Harikaydınız” “Çok memnun oldum” hezeyanlarından sonra hemen konumuza dönelim “Bir fotoğraf çekineydik”… Acayip mütevazi adamlar tabiki diyor ve ben “Mayhem”in efsanevi üyeleriyle tanışma, fotoğraf çekilme fırsatı bulduğum için inanılmaz mutlu oluyorum. Herkes grubun geri kalanını beklerken bu zavallılarım ekipten ayrı düşmüş orada masumca bekliyor. E kurt kapıyor tabi onları hiç affetmem. Ne kadar beklenirse beklensin “Mayhem”in geri kalan üyelerini yakalama süreci bir sonuç vermiyor, adamlar ışık hızıyla kapılardan geçip minibüslerine atlıyor. (Eski günlerim olsa onları da yakalardım ben peeh.) Herşey bittikten sonra aşırı güzel anılar, fotoğraflar ve hikayelerle birlikte evimin yolunu tutuyorum. “Mayhem” konseri “Unutulmaz” oluyor. Konser yoğunluğu yüzünden yazılar yetişmiyor kusura bakmayın dostlar. Yarın bir çok grubun sahne alacağı çok iyi bir festival var “Bosphorus Metal Fest” Güzel, Metal dolu bir hafta sonu geçirmek için orada olacağız. Gelin hep beraber festival kafası yaşayalım, biraları tokuşturalım! Sonrada anılarımızı yazalım, paylaşalım! Görüşmek üzere, herkese Metal Müzik dolu bir haftasonu dilerim!
2 notes
·
View notes
Video
youtube
Jim Keller - Mistakes
John Lee Hooker, Kraftwerk ile karantinaya girseydi ne elde ederdiniz? Jim Keller’ın endüstriyel blues ve endüstriyel tehdit karışımı, "Don’t Get Me Started", pandemi için kesin şarkı olabilir. Keller, yıllar önce San Francisco grubu Tommy Tutone’un bir parçası olarak, 80’ler radyosunu dinlenebilir kılan klasik bir power pop parçası olan "867-5309" ("Jenny Jenny") parçasını ortaklaşa yazıp seslendirdiğinde dikkat çekmişti. New York’a göç ettikten sonra çiti atladı, Philip Glass’ın yayıncılık şirketini yönetti ve Glass’ın kariyerinin yönetimini Dunvagen Music’in direktörü olarak üstlendi. Keller, 2005’te kayıt yapmaya ve performans sergilemeye geri döndü ve zaman, viski ve vaatlerle yaşlanan bir sesle, Tom Petty’nin terapisti olabilecek birinin sesine sahipti. Bugüne kadar Sunshine In My Pocket (2005), Soul Candy (2011) ve Heaven Can Wait (2014) olmak üzere üç solo albüm yaptı. Müzik sektöründe kült bir figür olan Keller'ın New York'taki Lakeside Lounge ve The Rockwood Music Hall'daki konserleri efsanevidir. Şehrin en iyi müzisyenleri onunla sahnede olmasa bile, seyirciler arasındaydılar, şarkı söyler, çalar, sizi daha düşük bir kasabada hapse attıracak türden gürültü yaparlardı. By No Means, uzun zamandır birlikte çalıştığı Byron Isaacs (The Lumineers, Levon Helm) ile yazıldı, Mitchell Froom (Los Lobos, Crowded House, Randy Newman) tarafından üretildi ve Los Lobos'tan David Hidalgo'nun gitarıyla desteklendi. Sizi bağlayan ifade, sinsi ve her şeyi bilen ama yine de her şeye değecek, tüm bu çılgın karmaşaya anlam kazandırabilecek o sırrın söylenmesini bekleyen.
2 notes
·
View notes
Text
"Hatebeak; Blake Harrison ve Mark Sloan tarafından kurulmuş ve içerisinde gri papağan Waldo'nun (doğum 1991) yer aldığı bir amerikan death metal grubudur. Hatebeak, vokalisti bir kuş olan ilk müzik grubu olarak bildirilmektedir. Waldo'yu üzmemek için asla turneye çıkmamaktadırlar. Hatebeak, Reptilian Records ile anlaşmalıdır. 26 Haziran 2015 tarihinde Reptilian Records aracılığı ile Number of the Beak albümünü çıkarmışlardır."
Albüm ismi The Number of the Beast, şarkı ismi Burzum parodisi
Birdzum
2 notes
·
View notes
Text
24.07.2024 - 00.36
Bugün off day yaptım. Canım ne istiyorsa onu yapıp ne istiyorsa onu yedim içtim izledim vs... İyi de geldi açıkçası. Bakalım yarın evdekilerin beni rahat bırakmalarını ne kadar sağlayabileceğim. Yarın çok böyle sağlam bir şekilde ders çalışayım istiyorum. Ne yapmam gerektiğini de biliyorum. Tek yapmam gereken onu yapmak. Hepsi bu.
Aslında çoğu zaman hayatımın çoğu aşamasında yapmam gereken önceden gibi görünüyor bana. Sadece ben hayal ettiğim şeyin veya asıl yapmak istediğim şeyin o olmadığını düşündüğüm için bunu yapamıyorum bir süre boyunca. O dersi çalışmalıyım. O yere gitmeliyim... O insanla konuşmamalıyım. Gibi gibi şeyler işte...
Eğer bu yazılarımı düzenli okuyanlarınız varsa, her yazının sonunda sorduğunuz bir soru hakkında veya bir konu hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Hem böylece varsa takip edenlerle günlük sohbet etmiş oluruz hem ben bir şeyler araştırıp öğrenmiş olurum falan. Güzel olur bence.
Bugünün şarkısı
Olsun. Herkesin çokça duymuş olduğu "Hello darkness my old friend. İ've come to talk with you again." Şarkısını kendi tarzlarıyla huzur verici bir şekilde harmanlamış bu heavy metal müzik grubu. İyi dinlemeler...
2 notes
·
View notes
Text
Orta uzunlukta soru postu
Klasik sorularla başlayalım ama birbirinize sorarken aynı kısır döngüdeki soruları sorup durmayın lütfen, birazcık farklı bakalıım. Eski soruları da tuttum, 60 sonrası yeni soru grubu, 80 sonrası uzun cevaplar vermeyi sevmeyenler için şipşak sorular. Sevgileer.
Adını paylaşır mısın?
Kaç yaşındasın?
Bugün nasıl hissediyorsun? Bu hissinin sebebini de paylaşır mısın?
En büyük hayalin nedir?
En büyük korkun nedir?
Tüm evreni bir duygudan arındırma şansın olsa bu hangi duygu olurdu?
Gözün kapalı önerebileceğin bir kitap paylaşır mısın?
"Bunu da beğenmeyen zevksizdir." dediğin bir film var mı?
Tekrar tekrar dönüp izlediğin bir dizi var mı?
Şiir okumayı sever misin? Eğer seviyorsan en beğendiğin şiirlerden birini paylaşabilir misin?
Günlük tutan biri misin? Bunu düzenli mi yapıyorsun?
En sevdiğin müzik türü ve parçayı paylaşabilir misin? (Çorba dinleyici olsan da baskın olan bir tür vardır djfgfjd)
Astroloji hakkında ne düşünüyorsun? İnanıyor musun?
İçedönük biri misin yoksa dışadönük biri mi?
Partnerinle gerçekleştirmeyi en çok istediğin aktivite nedir? (Karavanla gezmek, sahilde yürümek, sessizce oturmak vb.)
Kendinde en sevdiğin özellik nedir?
Kendinle ilgili en sevmediğin şey nedir?
Geniş bir arkadaş çevresi mi tercihin yoksa daha dar bir çevre mi?
Doğum günün ne zaman? Kutlanmasını sever misin?
Mucizelere inanan biri misin?
Eğer inanıyorsan en büyük mucizen neydi?
Bir mevsim seçmen gerekse bu hangisi olurdu ve neden o mevsim?
Çiçek yetiştirmeyi başarabiliyor musun?
En sevdiğin çiçek hangisi, neden o çiçek?
Okuduğun kitaplardaki kahramanlardan hangisinin yerinde olmak isterdin, neden?
Bir süper gücün olsa bu ne olurdu?
En sevdiğin yemek nedir?
Dünya üzerinde en çok görmek istediğin yeri paylaşır mısın?
Aklına geldikçe pozitif bir his besleyen bir anını bizimle paylaşabilir misin?
Evcil hayvanın var mı?
Hayalindeki evi anlatır mısın?
Nazar, büyü gibi kavramlara inanır mısın?
10 yıl önceki kendine bir tavsiye verebilecek olsan bu ne olurdu?
10 yıl sonraki kendine ufak bir mektup yazabilir misin? (Bunu paylaşmak zorunda değilsin tabi ki ama bir kağıda yazıp saklamanın güzel bir deney olacağını düşündüüm)
İstediğin herhangi bir konuda bir üniversite dersi verebilirsen, bu ders ne hakkında olurdu?
Mitolojiye ilgin var mı?
Herhangi bir mitolojiden herhangi bir karakter olsan kim olurdun, neden?
Yağmurlu havalarda yapılan yürüyüşler hakkında ne düşünüyorsun?
Bize bir şiir ya da metin seslendirir misin?
Aldığın (biri tarafından ya da kendine) en güzel hediye neydi?
Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü) filminde olduğu gibi bir günü sürekli yeni baştan yaşamak zorunda kalsan ama bu günü seçebilsen, hangi günü seçerdin?
En son hangi filmde ağladın?
Rüya görebilen biri misin? Eğer öyleyse ağırlığı güzel rüyalar mı yoksa kabuslardan mı oluşuyor?
Aynada, ön kamerada gördüğün bireye tüm dürüstlüğünle bir şey söylesen bu ne olurdu?
Fotoğraf çekmeyi, çekilmeyi seven biri misin? Bizimle en sevdiğin fotoğraflardan birkaç tanesini paylaşır mısın?
Issız bir adaya düşsen "kesin yanımda bunlar olurdu hiç ayırmam" dediğin beş şeyi söyler misin? (bu klişeyi sormazsak olmaz çünkü)
Hayat temponu nasıl tanımlardın?
Bize bir gününü kısaca anlatır mısın?
Yazdığın şeylerden bazılarını kimse bulamasın diye anonim bir blog açıp orada paylaşmayı hiç düşündün mü, yaptın mı?
İsmini değiştirme şansın olsa ne yapardın?
Hangi yeteneğe sahip olmak isterdin?
Tumblr'a eklenmesini istediğin üç özellik neler?
Hangi dizide, hangi karakterin yerine geçmek isterdin, neden?
Türkiye'nin yeni cumhurbaşkanı sen olsaydın ve istediğini yapabilecek bir konumda olsaydın yapacağın ilk şey ne olurdu?
Kendinde değiştirebileceğin herhangi bir şey olsaydı bu ne olurdu?
Hala izlerim dediğin bir çizgi film var mı?
Uzay senin için ne anlam ifade ediyor?
Aşk senin için ne anlam ifade ediyor?
Geçmişe gidip değiştirebileceğin bir olay olsa, hangi tarih değiştiren olayı değiştirirdin ve neden?
Paralel evrenler hakkında ne düşünüyorsun?
Ömrünün sonuna kadar sadece bir oyun oynayabilecek olsaydın bu hangi oyun olurdu?
Seni en çok etkileyen kitaptan bize biraz bahsedebilir misin?
İnsanlık tarihine kalıcı bir eser bırakma şansın olsa bu ne olurdu?
Kullanıcı adının bir hikayesi, anlamı var mı? Paylaşır mısın?
Tüm yorgunluğunu alan aktivite nedir?
Son zamanlarda en çok güldüğün meme(miim)lerden birini paylaşır mısıın?
Aklında yer etmiş bir alıntıyı bizimle paylaşır mısın?
Sağlıklı bir ilişkinin temelinde ne olmalı?
Filmleri seçerken konularına göre mi, oyuncularına göre mi, yönetmenlerine göre mi seçer izlersin? Neden?
Hayatın bir kitap olsa tanıtım/özet kısmında ne yazardı?
Hayatın bir kitap olsa, nasıl bir tema baskın olurdu?
Bir günlüğüne görünmez olsan, ilk yapacağın şey ne olurdu?
Ölümsüz olmayı ister miydin? Neden?
Hayatına yeniden başlamak için bir şehir seçebilsen bu hangi şehir olurdu? Neden?
Şu sıralar sürekli diline takılan, mırıldandığın parça hangisi?
Takip ettiğin ve önerebileceğin podcastler neler?
Tvye ya da Youtube'a bir program oluşturman için sınırsız bütçe verseler nasıl bir program yapardın?
5 yıl geriye gitsen neleri farklı yapardın? (bitcoin zenginliği hariç djdfgjdfg)
Fotoğrafın sesi var dediğin bir fotoğrafı paylaşır mısın?
Alaaddin'in cinine sen rastlasaydın üç dilek hakkını nasıl kullanırdın? (Sınırsız ya da daha fazla dilek dilemek kural dışı jdfgjfdj)
Kahve mi, çay mı?
Beypazarı mı, Kızılay mı?
Film mi, dizi mi?
Basılı dergi/kitap mı, dijital mi?
Kitap mı, film/dizi mi?
Yemek mi, uyku mu?
Bir sezonu tek oturuşta bitirmek mi yoksa her hafta yeni bölümü beklemek mi?
Şiir mi, deneme mi?
Nazım Hikmet mi, Necip Fazıl mı?
Evrim Ağacı mı, Bebar Bilim mi?
George Orwell mi, Aldous Huxley mi? (Bu soru biraz daha hangisi daha isabetli bir distopyayı anlattı olarak da sorulabilir, cevaplayana kalmış)
Kamp mı, otel mi?
TV mi, radyo mu?
Spotify mı, Youtube Music mi?
Netflix mi, Disney+ mı?
Bilgisayar mı, telefon mu?
Oyun mu, kitap mı?
Marvel mı, DC mi?
Nolan mı, Kubrick mi?
HIMYM mi, Friends mi?
Birbirinize güzel güzel sorun, fikirlerinize de saygı gösterin, kalp kırın diye değil köprü görevi görsün diye bu sorular. Sevgileer.
#biraz uzattık#biraz soru bulamayıp şipşak sorular ekledim#sonuçta ekleme yaptık fdjglfdkgkfd#anonim#soru postu#cninzihni#kaybetmeme etiketleri
276 notes
·
View notes
Text
Eski komşumuz sabah yüksek ses müzik açardı ve gitar çalardı. Bu şarkıyla uyanırdım.
Bu grubu da çok seviyorum. 🌻
Kareli battaniyem, kareli battaniyem
Değerli her saniyem, değerli her saniyem
12 notes
·
View notes
Text
insülin direnci ve pcos 👩🏻🎤
müzik grubu ismi önerim 🥲
5 notes
·
View notes
Text
2018, ilk bine giren bir abin olmasa ne ilk binin ne olduğundan haberin var ne İstanbul üniversitesinden ne de İstanbul'dan. 7. sınıfı bunu dinleyerek geçirdiğin için genelde abini hatırlayıp ağlıyordun. Çünkü üniversite sınavından sonra her gün dışarı çıkarken Cem Karaca dinleyerek hazırlanan abinin hayatında en güven veren o losyon kokusunu hatırlatıyordu bu şarkı. Her şeyden habersiz İpek Ongunlarda kaybolup gidiyordun, bir an önce liseye geçmek istiyor, abinin yaşadığı gibi bir hayat yaşayıp onunki gibi bir arkadaş grubuna sahip olmak istiyordun. 1 buçuk sene boyunca tek amacın abinin geleceği o tatilleri beklemek oldu, pandemi yüzünden mi desen sayesinde mi desen bilemiyorsun ama abinle 2 seneyi zaten beraber geçirmek zorunda kaldınız. Lgs'ye çalışırken gaza basmıştın, devam etseydin çok daha iyi okulda çok daha iyi bir çevrede hatta belki o başarının devamında bu şehirde bile olmayacaktın, basmadın, durdun, sana hiç yakışmayacak şekillerde zamanını öldürdüğün için o okulu kazanamadın ama hayallerini kurduğun bir diğer okula gitmiş oldun. İki okulun arasında uçurum kadar fark var ama, ikisinin de ayrı bir hayalin olduğu gerçeğini asla değiştirmiyor. O zamanlar seviyordun bu şehri, şu anda da seviyorsun ama arada geçen bir zaman diliminde iliklerine kadar nefret ettin, ama sen sen değildin de pek o zamanlar zaten, bir önemi yok, affedilebilir. Hala hayransın İstanbul'a, bilinçli bir şekilde ama. Müzik dinleme kısmındaki zevkin pek değişmedi ama, çalma konusunda çok değiştin. Daha İstanbul kokuyor çaldıkların şimdi. Abinle hâlâ aynı hatta daha çok kenetlenmiş durumdasınız birbirinize. Hayatınızdaki benzerlikler aynı arkadaş grubu dışında birçok şeyde kendini gösteriyor, insanlar gülüşünüzden el kol hareketlerinize kadar aynı buluyor sizi. Liseye geçerken fitnessa başladın, tebrik ediyorsun kendini çok iyi bir süreçti, orada da dönüp dolaşıp abinin sözüne döndüğün için 3 senenin sonunda tamamen bitirdin. Şimdiyse abinin yanına eli boş gitmemek, annenle babanın yanından da eli boş çıkmamak için gününün 14 saatini çalışarak abinin yanına gitmene kalan son 12 ayı sayarak geçiriyorsun. Hayatının olmak istediğin evresine giden yolun başındasın, iyi değerlendir.
8 notes
·
View notes
Text
Müzik grubu kuracaklara isim önerisidir;
after sex candy crush
9 notes
·
View notes
Text
13.08.24 OPETH KONSERİ (ZORLU PSM)
Selam dostlar! Biraz geç oldu, araya çok tatil girdi derken konserleri ihmal etmiş gibi olmayalım hemen kaldığımız yerden devam edelim. “Zorlu Psm” iki gün üst üste “Sold Out” olan “Opeth” konserlerini geride bıraktı. Yılların dinleyicisi olarak organizasyonu düzenleyenler kadar bu durum beni de şaşırttı. “Scorpions” “Megadeth” hıncahınç dolan “Kçp” konserleri tamam ama “Opeth” her zaman Türk seyircisinin kalbinde taht kurmasını bilmiş bir grup olmasına rağmen kendileri de dahil olmak üzere hiç kimse iki gün üst üste tükenecek bilet kapasitesi beklemiyordu. Mikael benim katıldığım 13 Ağustos gösterisinde konser boyunca teşekkür etmek zorunda kaldı, adamın şaşkınlıktan gözleri açıldı. (Herifler her geldiğinde ayrı bir şeyimize şaşırıyor.) Ne olmuştu, nasıl olmuştu da “Opeth” grubu ülkemize son geldikleri sene olan “Rock Off 2019” festivalinden beri bu kadar hayran toplamayı başarmıştı? Cevabı her zamanki gibi konser alanında aldım; “Aşk” Öyle bir kalabalık, öyle bir sevgi vardı ki gruba karşı kelimeler kifayetsiz kaldı. Şarkıları birlikte söyleyenlermi dersin, muhteşem “Opeth” görselleri eşliğinde kendinden geçenmi, donmuş vaziyette “Eargasm” geçirenlermi.. Bu konserde bol bol seyirci gözlemleme fırsatım oldu ama konsere geçmeden önce şu adı sık sık şaka malzemesi yapılan müthiş “Opeth” grubundan biraz bahsedelim.
“Opeth” ilk dönemlerini Progressive/Death Metal hatta “Doom/Death Metal” soundlarıyla geçiren “Heritage” albümü ve sonrasında neredeyse günümüze gelene kadar (Burası şokomelli, daha sonra bahsedeceğim.) “Progressive/Rock” Sound’u ve bence tanımlamaların yetmediği daha da enteresan Soundlar yakalamış, romantik, hoş logolu ama bir o kadarda içerisinde sertlik barındıran güzide İsveç’imizden bir grup. “Opeth” müzikal olarak tanımlamak için gerçekten zor bir oluşum, her zaman zordu. “Dream Theater”, “Tool” vs. gibi ağır progresifler arasında “Opeth”te müzikal açıdan yorumlamaya kalibremin fiziken yetmediği, daha ziyade “gönül yorumculuğu” yapmaya çalıştığım bir gruptu. “Heritage” dönemine girip Mikael, Brutal vokale en azından albümlerde ara vermeden önce de grup, tarzlarını bambaşka yerlere taşıyabileceğinin sinyallerini veriyordu. Herhangi bir “Opeth” dönemi albümünü ya da şarkısını konserde, evde, arabada, okulda dinlerken kendinizi bir orada bir burada bulabilirsiniz. Brutal vokallerle bezeli son derece sert bir müzik devam ederken bir anda, ortada hiçbir sebep yokken, aniden dinlediğiniz müzik sakinleşir, sizi çayırlara çimenlere götürür, kır manzarası, çiçekler, oh oradan mis gibi kokular geldi, hafif bir rüzgar, aa inek mi o? falan şeklinde pastoral pastoral takılırken yine birden tepenize çekiç gibi Mikael Brutalleri, aşırı hızlı Riffler, davulda durmaksızın vuran Twinler falan biner. Allah’ınız şaşar, çığlık atarsınız, direksiyon hakimiyetini kaybedersiniz. Dikkat edin bazı iyi “DSBM” grupları şarkılarının özellikle başlarında bu “Opeth” etkisi diyebileceğim şeyi kullanır. Bir dönemimizi manik depresif geçirmemizin en büyük sorumlusudur bu “Opeth” Ay’ın şehri, gönlümün sultanı.
“Nature”, “Death”, “Love”, “Heartbreak”, “Sorrow”, “Seasons”, “Occultism”… “Metal Archives”ta “Opeth” hakkında yazan şu temalara bir bakın. Belliki otçu baba türbesi gibi bir yer burası. Aklınıza ona göre mukayyet olun. Peki bu kadar anlatı bir Metal müzik dinleyicisi olarak “Opeth” sevgimizi anlatmaya yetiyor mu? Yetmiyor efendim alakası bile yok. “Opeth” solisti Mikael dediğimiz, Dünyanın en iyi Brutal vokal yapan adamlarından biri olan şahıs (Belki de en iyisi, konu epey tartışılır.) “Opeth”in solistliğini üstlenirken aynı zamanda “Katatonia”nın “Death/Doom Metal” icra ettiği güzide zamanların zirvesinde, Jonas Renkse’nin ses tellerinden ameliyat olması ve bir daha asla eskisi gibi Brutal vokal yapamayacak olması sebebiyle “Katatonia”nın “Brave Murder Day” albümündeki vokal kayıtlarını yapmıştır. Mikael, bence Dünyanın en iyi “Death/Doom Metal” albümü olan, asla yerine başka bir şeyi koyamayacağım bu eserde vokal yapması dışında yıllarca “Bloodbath” grubunun solistliğini de üstlendi. Kısacası, Martin Mendez, Fredrik Akesson, yeni davulcuları Waltteri ve klavye, perküsyona bakan Joakim gibi çok yetenekli müzisyenler dışında biz sadece “Opeth” izlemeye gitmiyorduk. “Opeth”ten çok daha fazlasıyla hasret giderip, kucaklaşacaktık. İşte böyle bir duygu atmosferi hakimdi güzel bir Ağustos akşamı “Zorlu Psm”ye.
Ortam güzel, ortam neşeli, ortam kalabalık! Zorlu’nun dış kapılarından girdiğimiz anda neredeyse yola kadar taşmış olan bir kalabalık bizi karşılıyor. Aylar öncesinden “Sold Out” olan konser e kolay değil biraz sırada beklenecek. Kontroller sonrası “Psm” tarafına geçtiğimizde, bizi bildik, tanıdık o güzel, neşeli amfi karşılıyor. Dostlarla takılmalar, konuşmalar, özleşmeler, kavuşmalar hep burada gerçekleşiyor. Ortalamanın biraz üstü fiyattaki pahalı biralarımızla takılırken eski konserlerden bahsediyoruz. Konser saati yaklaşırken içeriye geçiyoruz, “Avm” yürüyen merdivenlerinden iniyoruz, “Merch” standı aşağıda duruyor, şöyle bir göz atıyoruz, dolapta yer, cepte para kalmadı dercesine gözümüz yaşlı standın başından ayrılıyoruz. (Bu seferki “Merch”lerde gayet başarılıydı, alanlar güzel günlerde kullansın.) Alana girdiğimizde henüz yukarısı da kalabalık olmasına rağmen doğru düzgün duracak yer kalmadığını görüyoruz. Hemen orta bir yerlere sıkışmak ve konser boyunca sıkışmamak lazım. Tuvalet yapılırsa bir daha aynı yere tekrar ulaşılamayabilir. Aldık pozisyonlarımızı, tuttuk çişimizi beklemeye başlıyoruz. Etraftan gelen “Ama siz çok uzunsunuz” “Pardon” “Biraz kenara çekilir misiniz” gibi klasikleşmiş cümleleri bertaraf ettikten sonra (Bu konu hakkında ayrıca bir not alacağım buraya yazmayayım şimdi hiç. Daha iyi konser alanları yaratabiliriz, yaratamıyorsak eğer birbirimize saygı, sevgi ve karşılıklı anlayışla yaklaşabiliriz sevgili dostlar. Bizim kitlenin bunu gerçekleştirebilecek potansiyeli var.) (Yine yazmış oldum neyse...) sahnede kıpırtılar gözlemliyoruz. Rüya gibi bir atmosferde uzaklarda bir yerlerde “Opeth” grubu sahneye çıkıyor.
“Seven Bowls” introsu sonrası “Opeth” “The Grand Conjuration” ile hiç affetmeden dükkanı açıyor. “Opeth” büyüsü ve mistisizmi daha dakika bir, gol bir bizi sarıyor. Konser boyunca epey bir yerde kendimi müziklerine kaptırıp mal gibi sahneye bakakaldığım çok an oldu. Başta yazdığım etki “The Grand Conjuration”da başımıza bela olmuşken bu nispeten uzun “Opeth” şarkısı bitişinde ben, nasıl hissetmem gerektiğine henüz karar verememiştim. Sakin mi? Öfkeli mi? Büyülenmiş mi? D şıkkı hepsi. İlk dinlediğim ve benim için çok özel bir yeri olan “Opeth” şarkısı “Demon Of The Fall” çalınmaya başladığında masaya yeni bir şık eklendi, Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtıldı. Hemen Demonic moduma girdim, Full şarj olduktan sonra Start tuşuna basılan robot gibi şöyle önce bir kendime geldim sonra derhal kafa sallamaya başladım. “Opeth”in bu konserlerde kullandığı sahne ekranları ve görselleri o kadar iyi, o kadar başarılı ki “Demon Of The Fall” çalınırken arkada gözüken dağ manzaralarında kendimi oraya tırmanırken hayal ettim. Aklıma çok sevdiğim “Death” grubunun “The Sound Of Perseverance” albüm görselini getirdim daha da gaza geldim. Bu muazzam ve yorucu şarkı sonrası iyi ayarlanmış “Setlist”lerine, “Opeth” 2014 çıkışlı “Pale Communion” albümünün ilk şarkısı olan “Eternal Rains Will Come” koymuş. Demoniclik bitti pastorale devam birazda dinlenelim, huzur bulalım kısmına geçtik, “Opeth”in “Nature”, “Seasons” temaları ile şenlendik.
Grup elemanlarının profesyonelliği üst düzey olduğu için sahne performansları da üst düzeydi. Özellikle Mikael seyirci iletişimi konusunda “Frontman”liğin kitabını yazdı diyebilirim. Konser boyunca seyirciye pena fırlatmayı ihmal etmedi, sürekli iletişim halinde kaldı vs. İlk günkü konserde güzel ülkemizin ne kadar güzel olduğunu anlatmanın yanı sıra Mikael, kendisinin iyi bir Erkin Koray hayranı olduğundan ve Erkin Koray plaklarını toplamayı çok sevdiğinden de bahsetti. (İkinci günkü konserde sanırım İbrahim Tatlıses üzerinden bir şaka döndürmüş.) Türkçe Rap’in sevilen isimlerinden Sagopa Kajmer ile çektirdiği fotoğraf zaten şimdiden efsaneler arasında yerini almıştı. Anlayacağınız Mikael ve “Opeth” grubu ülkemizle gayet içli dışlıydı. Konser boyunca gitarlar çok iyi duyuldu, davul başta biraz sıkıntılıydı fakat sonradan düzeldi. (Davulcu arkadaşıma göre pek düzelmedi, ben alıştım sanırım.) Klavyenin büyülü kullanımı ve perküsyonların müziğin geneline kattığı baharat tadı lezizdi. Mikael belki eskisi kadar Brutal’lerde yükselmiyor, uzatmıyordu ama turnenin sonu sayılırdı ve adamımızın artık yaşı da vardı.
“Zorlu Psm”nin orta, arka bölümlerinde ben kendi adıma güzel verimli bir sesi konser boyunca alabildim. Özellikle arka bölümde olan kısa boylu dinleyiciler haklı olarak pek bir şey görememekten şikayetçi oldu. Sahne önü zaten Full’dü. Uzak görüş, oturmalı bölüm için Mikael kendisi de bu durumu bir Müslüman şakasıyla süsleyerek “Oradan görebildiğiniz kadarıyla nasılız?” gibi bir şey söyledi. Bir yorum olarak genel alanların kademeli sistemle arka tarafa doğru yükselerek gitmesinin sağlanması taraftarıyım. Bu şekilde herkesin optimum bir görüş açısına kavuşması sağlanabilir. “Dorock XL Fitaş Venue” sahnesinin en sevdiğim yanı bu anlattığım sisteme sahip olması ve genel alanın sahneden arkaya doğru değil daha ziyade yan taraflara doğru geniş olmasıdır. Yine de daha önce Zorlu stüdyoda oturarak izlemiş olduğum “Empyrium” konseri gibi “Opeth” konseri de her ne kadar pek bir şey gözükmese de oturmalı düzende iyi şekilde dinlenebilecek konserlerden olabilir. “Saturnus” grubu için de buna benzer bir yorumum olmuştu.
“The Drapery Falls” “Her şeyi unut, benimle birlikte düş” dercesine etrafımızı sarıyor. Trans haline geçtiğimiz, duygudan duyguya savrulduğumuz bu şarkı sonrası hepimizin bildiği, çok sevdiği, inzivaya çekildiğimiz zamanlarda “Playlist”imizin başında duran “In My Time Of Need” geliyor. “Opeth” ne kadar büyük bir grup abi ya bölümü burada gerçekleşiyor. Bütün seyircinin bu şarkıya eşlik ettiğini gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Bu harika anları geride bıraktıktan sonra başka bir sevgiliye; “Face Of Melinda”ya geçiyoruz. Mikael gerçekten enteresan bir adam. Ben bir insanın sahnede çok kısa aralarla hem bu kadar şeytani olup hem de akabinde bu kadar romantik olabilmesine hayret ediyorum. Gerçekten özel bir insan… “Heir Apparent” çalınırken aklım tekrardan sahnedeki ekran kullanımı ve görsellere gidiyor. Mikael ve gitarların durduğu alt bölüm, Davul, klavye ve perküsyonun bulunduğu bir üst bölüm ve bunlarında üzerinde duran dev ekranla birlikte sahnede üçe bölünmüş gibi duran, özellikle ortadaki ekranın ince bir film şeridini andıran konumuyla sahne kadrajı harikaydı. Başta değinmeye çalıştığım müjdeyi verecek olursam eğer, Mikael malumunuz tekrardan albümlerde Brutal vokal kullanımına geri dönüyor. Birkaç hafta önce yayınlanan yeni Single’ları “S1” bunun habercisi niteliğinde. Klibi de son derece sinematik olan bu şarkıda korku temaları, inler, cinler, periler, musallatlar yoğun şekilde kullanılmış. Konserde gördüğümüz yukarıda bahsetmeye çalıştığım film şeridi metaforlu “Opeth” sahnesi ve yeni çıkan Single ile yayınlanacak albümü düşündüğümüzde kolaylıkla söyleyebilirim ki “Opeth” tarafına bizi çok daha sinematik şeyler bekliyor. Neden olmasın belki “Rammstein”dan alışık olduğumuz film tadındaki klipleri korku/gerilim temaları halinde “Opeth”ten de ilerleyen zamanlarda görebiliriz.
Bu korku temasının biraz daha “Hollywood” vari olacağını belirtmem gerekiyor. Çok ciddi şeyler beklememek lazım. Bu noktada aklıma tabi ki yine İsveçli “Ghost” grubu geliyor. “Ghost” görsellerinin daha renksiz bir hali bizi ilerleyen süreçte karşılayabilir. Konsere geri dönecek olursak eğer daha da geriye dönmem gerekiyor. Çok sevdiğim bir arkadaşımın telefonu (O kendini biliyor.) “Ghost Of Perdition” şarkısının açılışıyla çalardı. Yıllardır bir anda böğüren Mikael ile gelen telefon sesiyle yaşamaya alışmış olan ben, bu şarkı konserde çalındığında yine şöyle bir etrafıma bakındım ulan bizim elemanın telefonumu çalıyor diye. Şaka bir yana hiç affetmeden giren bu şarkı sonrası tamamen dağıldık. Hemen üzerine aşırı iyi bir görsel desteğiyle birlikte “Sorceress” çalınmaya başlandı. Yani konserden bir an vazgeçtim, al çerezini kolanı otur film gibi ekranda akan görselleri seyre dal düşüncesi geldi geçti kafamdan. Bu anları gerçekten tekrar yaşamak isterdim. Bol bol görüntü aldım, yapabildiğim kadar kadraj yaptım hehe. “Opeth” bu şarkı sonrasında sahneye kısa süre veda ederken biz biraz soluklanmaya çalışıyoruz. Bereket tekrar sahneye döndüklerinde Mikael hemen gelecek şarkıya girmek yerine uzun bir tartışmanın fitilini ateşliyor. “Black Rose Immortal” hafif şekilde çalınıyor gibi yapılıyor ama hemen kesiliyor ve Mikael seyirciyle akıl oyunları oynamaya başlıyor. Son olarak bir şarkı çalınacak ve bu “Black Rose Immortal”mı olacak yoksa seyircinin hep bir ağızdan bağırdığı bambaşka bir şarkımı ya da Allah’ın bildiğini kuldan saklamayalım parçası “Deliverance”mi? “Black Rose Immortal”mı? “Deliverance”mi? Limon! Sirke! Yunus idi, Hızır idi derken finalde ilk gün konsercileri olan bizim bahtımıza tekrardan “Black Rose Immortal” düşüyor. (Deliverance tahmin ettiğiniz gibi ertesi gün çalınıyor.)
Gotik bir köprüyle bezenmiş albüm kapağına sahip “Opeth”in “Morningrise” albümünden “Black Rose Immortal” açın şu an dinleyin. Nasıl? Kendinizden geçtiniz dimi yirmi dakika boyunca. İşte bunun konserde canlı çalındığını hayal edin. Yirmi dakika, belki daha fazla süre boyunca duygudan duyguya geçiyorsunuz, bir süre geçtikten sonra şarkının hiç bitmeyeceğini hissetmeye başlıyorsunuz. Şarkı, “Opeth” sizi ele geçirmiş, bir kara delik misali içeride sıkışıp kalmışsınız “Loop”ta dönüyorsunuz, etrafınızdaki yıldızlar, gezegenler de sizinle birlikte dönüyor. Vahşi ve hızlı bir şekilde başladığınız yolculuğunuz sizi yormuş, zaman geçtikçe yaşlanıyorsunuz, sakinleşiyorsunuz, müzikte sakinleşiyor, uzay boşluğu, sessizlik, hiçlik… Bu ve buna benzer daha anlatamayacağım tonlarca çeşitli duyguyla birlikte şarkıyı dinlemiyoruz, “Opeth”i sahnede izlemiyoruz resmen yaşıyoruz. Bu şarkı bitiyor, konser bitiyor ve ben aklımdan hala “Opeth” tanımlamaya uğraşıyorum. Bugün bu tanımı kendimce daha iyi yapabileceğimi düşünüyorum. “Opeth” bir “Sanat” grubu arkadaşlar. Seversin, sevmezsin, anlarsın, anlamazsın ayrı konu ama “Opeth” her zaman bulunduğu yerde “Sanat” için var olmaya devam edecek bir grup. Aşk, Nefret, Doğa, Öfke, Mistisizm, Büyü kelimelerini aklımda düşünürken hepsinin üzerine bir sünger çeker gibi Mikael’in Brutal vokalini duyuyorum ve rüyadan uyanıyorum.
Evet… “Sanat” dolu geçen bir “Opeth” konserinin daha sonuna geliyoruz. Kendimi toparlamaya çalışıp, konser alanında çıkışa doğru ilerlerken her zamanki gibi bir “Opeth” konserinden daha mutlu olarak ayrılıyorum. İki gün “Sold Out” şekilde verilen konser serisinden olan tek hayal kırıklığım iki farklı günde çalınan iki farklı şarkı oluyor. “Black Rose Immortal” dinleyenler olarak biz “Deliverance” de dinlemek isterdik, keza ikinci gün konsere gidenler için de tam tersi geçerlidir muhakkak. Maalesef herkes her iki konsere de katılamıyor ve dinleyemediği eser insanın aklında kalıyor. Bu da işin nazarlığı olsun diyoruz. Konser alanından çıkıyoruz, merdivenlerden yukarıya, kapılardan geç hoop tekrardan amfidesin. “Opeth” konseri kritikleri bitmiyor, belki elli kişiyle konuşuyorum. “Nasıldı abi?” “Ses iyi miydi” “Çok iyilerdi abi ya” cümleleri havada uçuşuyor. Çok güzel anılarla evin yolunu tutuyoruz, bir sonraki “Opeth” konserini d��rt gözle bekliyoruz. Yeni albüm, yeni “Opeth”, yine yeni yeniden Mikael Brutal vokali diyoruz. Hepinizi gözlerinizden öpüyoruz. Nice konserlere!
2 notes
·
View notes
Note
Siyasi görüşün nedir, hangi takımı tutuyorsun, en çok dinlediğin müzik grubu yada şarkıcı, seni neler güldürür?
Fazla oldu ama can sıkıntısı işte ^^^
Hocam siyasi görüşüm yok benim ya. Hiç birşey değiştiremez kimse, değiştirse bile biz çoktan bu dünyadan göçüp gitmiş oluruz. gelecek nesillere başarılar diliyorum bu konuda.
Takım tutmuyorum, bana aşırı saçma geliyor futbol aşkı falan. Top var ordan oraya vuruyorlar işte, Hepsi aynı.
Müzik olarak Agoni, mackberk, palyaço, İbrahim silahçı dinliyorum bu sıralar.
Beni karamizah güldürüyor genelde onun dışında pek bir şey yok. Biri yanımda düşse elimi uzatmam yani umursamazlıktan.
Teşekkür ederim sorular için ^_^
13 notes
·
View notes