#latin edebiyatı
Explore tagged Tumblr posts
vinceverbatim · 2 years ago
Text
İnsan Sesine Övgü
...
Yürekten geliyorsa, konuşmak gereksinmesinden kaynaklanıyorsa, insan sesini kimse susturamaz. Ağız bulamazsa eller ve gözlerle, gözeneklerle, ne bulursa onunla konuşur. Çünkü her birimizin ötekine söyleyecek bir şeyleri vardır; başkalarınca kutlanması ya da bağışlanması gereken bir şeyler.
- Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı
10 notes · View notes
pazaryerigundem · 2 months ago
Text
14. Kocaeli Kitap Fuarı muhteşem bir törenle açıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/188481/14-kocaeli-kitap-fuari-muhtesem-bir-torenle-acildi/
14. Kocaeli Kitap Fuarı muhteşem bir törenle açıldı
Tumblr media
Prof. Dr. Sadettin Ökten’in onur konuğu olduğu 14. Kocaeli Kitap Fuarı düzenlenen özel açılış programı ile başladı
KOCAELİ (İGFA) – Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 14.’sü düzenlenen Kocaeli Kitap Fuarı başladı. “Savaşın ve Acının Edebiyatı” temasıyla gerçekleştirilen 14. Kocaeli Kitap Fuarı için Kocaeli Kongre Merkezi’nde özel açılış programı düzenlendi. Burada konuşan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın, “Yarının dünyasında gerçekten adaletin hâkim olduğu bir dünya inşa edebilmemiz ve zulme karşı susmayan nesil için yegâne sığınak kitap sayfalarının arasıdır” dedi. Programda ayrıca “Bir Yürüyüşün Öyküsü” adlı muhteşem bir tiyatro gösterisi sahnelendi. Zorunlu göçle yurtlarını bırakmak zorunda kalan insanların yaşadığı acıları sahneye taşıyan oyun, kitap fuarın bu yılki temasına anlam kattı.
Tumblr media
PROTOKOL VE VATANDAŞLARDAN YOĞUN İLGİ
Kocaeli Kongre Merkezi’nin Akçakoca Salonu’nda ve Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın’ın ev sahipliğinde gerçekleştirilen programa; 14. Kocaeli Kitap Fuarı’nın onur konuğu Prof. Dr. Sadettin Ökten, AK Parti Kocaeli Milletvekilleri Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve Sami Çakır, Kocaeli Valisi İlhami Aktaş, AK Parti İl Başkanı Dr. Şahin Talus, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Dr. Hayri Baraçlı, Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Ali Yeşildal, Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nuh Zafer Cantürk ve çok sayıda kitapsever katıldı. Yoğun ilgi nedeniyle bin 300 kişilik Akçakoca Salonu tamamen doldu. Başkan Büyükakın ile birlikte salona giriş yapan Prof. Dr. Sadettin Ökten’i konuklar ayağa kalkarak ve alkışlarla karşıladı.
REKTÖRDEN BAŞKAN’A KİTAP FUARI TEŞEKKÜRÜ
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan programda ilk konuşmayı Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nuh Zafer Cantürk yaptı. Prof. Dr. Cantürk konuşmasında Kocaeli Kitap Fuarı’nın kentin marka değerini artırdığını belirtti. “Kitap Fuarı Kocaeli’mizin en keyifli etkinliği” diyen Cantürk, “Bu büyük emek için başta Büyükşehir Belediye Başkanıma ve ekibine teşekkür ediyoruz. Kocaeli Üniversitesi olarak başından beri bu organizasyonu destekliyoruz” dedi. Ağaçların kitap açarak etkinliğin başladığını hatırlatan Cantürk, “Buradaki kitaplar hayal kurmak için olan kitaplar. Hayal kurmak çok önemli. Aldığınız kitapların tadını çıkarın” şeklinde konuştu.
  BAŞKAN: SİZİN İLGİNİZ EN BÜYÜK HEDİYE
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın da sözlerine konukları ve protokol üyelerini selamlayarak başladı. “Bu etkinlikte de salonumuzu hınca hınç dolu görmek bizim için en büyük hediyeydi” diyen Başkan Büyükakın, “Aslında çok da böyle neşeyle yüzlerimiz gülerek konuşabileceğimiz günlerden geçmiyoruz. Belki de 2.Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın içinde bulunduğu en zor koşulları yaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanında kan akmaya devam ediyor. Sadece içinde bulunduğumuz yılın 9 ayı boyunca savaşlarda kaybedilen masumların sayısı 100 bini buldu. Bunun 50 binini Gazze’de yitirdik. Bu olmasın diye inşa edilmiş ne kadar kurum varsa onların gözü önünde oluyor. İnsanların başına yağan bombalardan, vahşetten, insanlık dış dramdan sığınılacak neredeyse hiç bir yer kalmadı” diye konuştu.
“DÜNYA VİCDANLARIN SESİNİ DUYMAYA MUHTAÇ”
Başkan Büyükakın, sözlerine şöyle devam etti: “Belki dünya yeniden felsefeye muhtaç, belki de hiç olmadığı kadar vicdanların sesini duymaya muhtaç. Ne kadar güzel değer varsa hepsinin üstü çizilmiş ve unutulmuş. Dünyanın birçok yerinde aynı şey söz konusu. Uzak doğudan orta doğuya, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar zulüm devam ediyor. Buna karşılık mücadele de devam ediyor. Batı medeniyetinin dünyayı getirdiği yer ortada. Merhum Akif’in dediği gibi medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavarı hiç bu kadar net görmemiştik. Bizim yarının dünyasında gerçekten adaletin hâkim olduğu bir dünya inşa edebilmemiz, zulme karşı susmayan nesil için yegâne sığınak kitap sayfalarının arasıdır.”
TEMA BU DÜŞÜNCELERLE BELİRLENDİ
Başkan Büyükakın tüm bu duygu ve düşüncelerin ışığında bu yılki Kocaeli Kitap Fuarı’nın temasının belirlendiğini dile getirdi. ‘Savaşın ve Acının Edebiyatı’ ile dünyanın mazlum coğrafyalarında oluşan bir eserin de hazırlandığını kaydeden Başkan Büyükakın, bu esnada Lübnanlı şair Nizar Kabbani’nin 1964’te Beyrut’ta yazdığı ve gönüllere işleyen şiirinden dizeler okudu. Doğruyu sorgulayarak yetişen nesillerin elmayı ısırmadan da teknolojiye ulaşabileceklerine vurgu yapan Başkan Büyükakın sözlerine bu yıl 14.’sü gerçekleştirilen Kocaeli Kitap Fuarı’nın kente hayırlı olmasını dilekleriyle  konuşmasını tamamladı.
HÜLAGÜ: KİTAP FUARI KÜLTÜR ŞÖLENİ YAŞATACAK
Özel açılış gecesine katılan AK Parti Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Sadettin Hülagü de Başkan Büyükakın’a Kocaeli Kitap Fuarı gibi kent için büyük önem taşıyan etkinlik için teşekkür etti. Kocaeli Kitap Fuarı’nın her yıl büyüyerek geliştiğini kaydeden Hülagü, “Farklı düşünceleri bir araya getiren bu etkinlik bilgi alışverişine ve kalıcı dostluklara vesile olmaktadır. Kitap Fuarı kentin kültürel gelişimine büyük katkı sunmaktadır. Bu yıl da birbirinden değerli kalemler, yayın evleri, söyleşiler ile dolu bu fuar kültür şöleni olacaktır” dedi.
VALİ AKTAŞ: BURADAKİ KÜLTÜR RÜZGARI GAZZE’YE ULAŞSIN
Kocaeli Valisi İlhami Aktaş da yaptığı konuşmada, “Böyle bir güzide organizasyonda yer almaktan mutluluk duyuyorum” dedi. Kocaeli Kitap Fuarı’nın sadece kitapların alınıp, satıldığı bir yer olmadığını ifade eden Vali Aktaş, “Burada esecek kültür rüzgârı büyük farkındalık yaratacaktır. Bu kültür hizmeti için Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanımıza teşekkür ediyorum. Ayrıca önceki gün Başkanımızla kütüphaneleri görme fırsatı buldum. Meslek hayatımda gördüğüm en güzel kütüphanelerdi. Türkiye’de ilk sırada yer alan ortamlardı. Dijital dünyanın bu kadar hızlı yaygınlaştığı bir ortamda bu denli güzel etkinlikleri gerçekleştiren Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve ekibine teşekkür ediyorum. Burada esecek Kültür rüzgârının Gazze’ye ulaşmasını diliyorum” şeklinde konuştu.
ÖKTEN ALKIŞLAR ARASINDA SAHNEYE GELDİ
Özel açılış programında son konuşmayı 14. Kocaeli Kitap Fuarı’nın onur konuğu Prof. Dr. Sadettin Ökten yaptı. Ökte, karşılamada olduğu gibi yine konukların yoğun ilgi ve alkışlarıyla sahneye geldi. Ökten, salonu tıklım tıklım görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek sözlerine başladı.
KİTAP FUARI’NIN İLK SÖYLEŞİSİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
14. Kocaeli Kitap Fuarı’nın onur konuğu Prof. Dr. Sadettin Ökten açılış konuşmasında kitap fuarının ilk söyleşisini de gerçekleştirdi. Prof. Ökten, “Kitap, Bilgi ve Varoluş” konulu konuşmasında, dünyada yaşanan zorluklara dikkat çekerek, insani değerlerin erozyonuna ve bunlara karşı nasıl bir vicdan ittifakı kurulabileceğine dair düşüncelerini paylaştı.
GAZZE, MODERNİTENİN SON ÇARESİZLİĞİDİR
“Başkanla konuşurken, bize ait bir paradigma olabilir mi konusuna geldik” diyen Prof. Dr. Ökten, “Bize ait derken İslam paradigması diyorum. Müslüman dünya teknolojiyle başa çıkamadığı için büyük acze düştü. Bu reel teknolojik fark idi ve gittikçe fark açıldı. Sonunda batı dünyası kendi aralarında iki savaşa girdi. Biz bunlara 1. ve  2. Dünya savaşı olarak anlıyoruz. İslam medeniyeti derken bizim modernitenin çaresizliğinden haberdar olmamız lazım. Gazze’den gelişen olay modernitenin son çaresizliğidir. Biz kendi zihin ve gönül dünyamızı bu çağa göre uyduracağız. Kitap. Bilgi ve Varoluş. İnsan var olmak zorunda mıdır? Evet zorundadır. İslam medeniyeti paradigmasına göre göre insan Allah’ın sınırlarını yeryüzünde yerine getirmek zorundadır. Bu söylem ilmidir” dedi.
İNSANA YAKIŞAN NİTELİKLİ EYLEMDİR
İlgiyle izlenen söyleşide Prof. Dr. Ökten eylem ve insan arasındaki ilişkiye de yine ilmi bakış açısıyla değindi. İnsanın eylemle var olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ökten şöyle konuştu; “Modernite de bunu söylüyor. Dünyaya ne kadar çok hakim olursam o kadar var olurum diyor. Taştan beklenen nitelik ağırlığı ve sağlamlığıdır. İnsan sadece fizyolojik olarak varsa var mıdır? Bizim farklı katmanlarımız var. Biri zihni diğeri duygusal yapımızdır. Eylemde sadece içgüdü yansıyorsa bu eylemlerin yankısı nerede? Dolayısıyla eylemsizlik bu dünyada fiziksel varoluş değildir. Yani zihnin ve duygunun yansımadığı eylemler hayvansı eylemlerdir. İnsana yakışan nitelikli eylem yapmaktır. Duygunun ihtiyacı mistisizm ve aşktır. Duygusal ihtiyaçlarımız eylemlerimizi doğurur. Yaşadığımız çağda erişebildiğimiz eylemler günümüzde yaşadıklarımızdır. Uzay ise maziye gittiğim andır. Maziyi bilirsem istikbale dair hayal kurabilirim. Hayvanlarda eylem çizgisi vardır. Norm bir ilkeden çıkar ve somuttur. İlke değerden doğmaktır. İslam’da infak bir kavramdır. Eyleme ve değere bağlıdır. Eylem gözlemlemeyen insan arkadaki değeri anlar. Böylece her eylem bir varoluştur.”
ANI OBJESİ TAKDİM EDİLDİ  
Konuşmanın ardından Başkan Tahir Büyükakın, 14. Kocaeli Kitap Fuarı’nın onur konuğu olan Prof. Dr. Sadettin Ökten’e anı objesi takdim etti.
  BİR YÜRÜYÜŞÜN ÖYKÜSÜ
Protokol konuşmalarının ardından zorunlu göçle yaşanan acıların sahneye yansıtıldığı “Bir Yürüyüşün Öyküsü” adlı oyun sahnelendi. “Bir bavulunuz ve bir yürüyüşünüz varsa, geleceğiniz kapının adı Anadolu’dur” vurgusunu taşıyan oyunda; yüzyıllardır her millete kucak açan Anadolu’da yakılan ağıtlar şiir ve hikâyelerle sahneye taşındı.
  OYUN, SAVAŞIN VE ACININ EDEBİYATI TEMASI’NA GÜÇ VERDİ
Oyun özellikle son dönemde Gazze’de yaşanan zulüm ve beraberinde getirdiği acılara dikkat çekerken, dünyanın pek çok coğrafyasında benzerlik taşıyan üzüntülere anlamlı bir paylaşım sundu. Kitap fuarının bu yılki teması olan “Savaşın ve Acının Edebiyatı” ise sahnelenen oyunun içeriği ile aynı düşünceye güç verdi.
OYUNUN KADROSU
Elif Kayacan’ın solist olarak yer aldığı, İsmail Kılıçarslan’ın yazdığı oyununun yönetmenliğini Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Aydın Sigalı yaptı. Özgür Adam İnanç’ın koreografisini yaptığı oyunun müzik yönetmenliği Büyükşehir Belediye Konservatuvarı Çello Eğitmeni ve Oda Orkestrası Şefi Engin Şen, kompozitörlüğü ve müzikleri Deniz Arslan, EditleriniTayfun Han, dramaturjisi Sevil Koç, Görsel Tasarımı Aktürk Aksoy, dekor realizatörlüğü Veysel Çıracı, kostüm tasarımı Emine Kaynak Yıldırım, ışık tasarımı Mustafa Bal ve ses tasarımı İlker Sevüker’e ait.
KURDELE KESİLEREK 14. KOCAELİ KİTAP FUARI AÇILDI
Oyunun bitmesiyle tüm protokol ve oyunda görev alan ekip sahnede bir araya geldi. Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği oyunun son derece anlamlı olduğunu söyleyen Başkan Büyükakın, “Şehir Tiyatrolarımız tarihe tanıklık etti. Edebi eserlerden, romanlardan, tiyatro eserlerinin metinlerinden aslında tarihin o dönemine gidip tarihi çalışmalar yapmak mümkündür. Bu anlamda tiyatromuz inanılmaz çalışmalar yapıyor. Kendilerini tebrik ediyorum ve alkışlıyorum“ dedi. Açılış kurdelesinin kesilmesiyle 14. Kocaeli Kitap Fuarı’nın açılışı gerçekleştirildi. Kocaeli Kongre Merkezi’nde binlerce kitap, onlarca söyleşiye ev sahipliği yapacak fuar 13 Ekim’e kadar açık olacak
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
bernamegeh · 2 months ago
Text
Mine Söğüt Kimdir Hayatı
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 13 Haziran 1968 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’nde tamamladığı 1985 senesinde babasını kaybetti. Aynı sene İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. 1989 senesinde okulu bitirerek aynı bölümde yüksek lisansa başladı. Söğüt, gazeteciliğe 1990 senesinde Güneş…
0 notes
aykutiltertr · 4 months ago
Video
youtube
Gemiler - Ozan Ünlü & İskender Paydaş ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (D...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/EpyY1UHq5Sg ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Gemiler - Ozan Ünlü & İskender Paydaş ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Disko Türkçe Rock) Besteciler: Ercument Vural / Orhan Atasoy Gemiler şarkı sözleri © Universal Muzik Taksim Ed. A. S. Bm                          Em Bir an için çıksan hayatımdan F#m                      Bm Yanık tenli omuzumdan   Bm                      Em Haykırsam maziden, uzaklardan F#m              F# Şu anda yanımda   G                                            A Deniz rüzgara karışmış güneşte Bm                                         Em     Martı (dalga) sesleri vardı gülüşlerde F#m               G             F# Gülüşlerde gülüşlerde     Bm                                     F#m Sen geçerken sahilden sessizce G                                                 F# Gemiler kalkar yüreğimden gizlice OZAN ÜNLÜ 19 Mart 1987 Aydın Söke'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Söke'de tamamladı. Lise sona kadar basketbol oynadı ama sakatlanınca bıraktı ve gitarı ve müziği hayatının merkezine aldı. Fanta Stage 2010'da 'Bu Yüzden' adlı bestesiyle birinci olan Ozan Ünlü grubu Şebnem Ferah, Ceza ve TNK ile birlikte 16 ilde konser verdi. Aynı zamanda Festival 2010 albümümde de 'Bu yüzden' parçasıyla yer aldı. Ünlü, konservatuvarda piyano ve şan dersleri de alarak vokal performansta da kendini geliştirdi. Bu yüzden şarkısının düzenlemeleri İskender Paydaş ve Alişan Göksu'ya ait. Ve bu şarkıya da oldukça bir klip çekildi. İlk albümünü 'Puslu Mavi'yi 2015'te çıkardı. 2011 yılından bu yana İskender Paydaş ve Zamansız Şarkılar orkestrasında yer alan sanatçının klibini Nihat Odabaşı çekti. İSKENDER PAYDAŞ İskender Paydaş Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Görünüm gizle Metin Küçük Ölçünlü Büyük Genişlik Ölçünlü Geniş Vikipedi, özgür ansiklopedi İskender Paydaş Genel bilgiler Doğum Ali İskender Paydaş[1] 22 Temmuz 1967 (56 yaşında) Başladığı yer İstanbul Tarzlar Türk pop müziği Meslekler Müzisyen, prodüktör, aranjör Çalgılar gitar, davul, org, trompet Etkin yıllar 1990-günümüz Müzik şirketi DMC / Paydaş Production İlişkili hareketler Nazan Öncel, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Şebnem Ferah, Kurban Resmî site http://www.iskenderpaydas.com İskender Paydaş (d. 22 Temmuz 1967, İstanbul), Türk müzisyen, aranjör, yapımcı. Kosova, Makedonya ve Kırım'da kökleri olan bir ailede dünyaya geldi.[2] Orkestra şefi olan babası Muhittin Paydaş'ın Muhittin Paydaş ve Lordlar grubunun provalarını evde yapmasından dolayı müzikle iç içe büyüdü. İlk enstrümanı olan davulla 3 yaşındayken tanıştı. 5 yaşında piyano derslerine başladı ve o yaşlarda "Büyük İskender" adıyla şarkıcılığa başladı. 5 ve 7 yaşlarında çıkardığı iki 45'lik single çıkardı. Babasının orkestrasıyla Türkiye turnesine çıkarak 145 konser verdi. 9 yaşında İstanbul Devlet Konservatuvarı piyano bölümüne başladı ve konservatuvar korosunda yer aldı. 12 yaşına kadar okulda gördüğü klasik eğitim ve teoriyi evde babasından gördüğü modern müzik ve pratikle birleştirdi. Daha sonra konservatuvarların katı yönlendirmelerinden bıktığı için okulu bırakan Paydaş, ilk rock grubunu kurdu. Ortaokulu Şişli Koleji’nde, liseyi Kabataş Erkek Lisesi’nde bitirdi. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili Edebiyatı, sonrasında Antropoloji ve Felsefe, sonra da Açık Öğretim İktisat Bölümlerinde okudu. Yüksek öğrenim yolculuğu Kayahan'la tanışmasıyla sona erdi. 1986'da Kayahan'ın orkestrasında klavye çalarak profesyonel müzik kariyerine başladı. Zagreb'de düzenlenen 1990 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil eden Kayahan'a akordiyonuyla eşlik etti. Daha sonra başta Mirkelam olmak üzere onlarca sanatçıyla birçok şarkıda prodüktörlük, aranjörlük ve müzik yönetmenliği yaptı. Aranjör ve müzik direktörü olarak Nilüfer, Nazan Öncel, Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi, Ajda Pekkan, Suat Suna, Kibariye, Orhan Gencebay, Sertab Erener, Mustafa Sandal, Levent Yüksel, Mazhar Fuat Özkan, Özgün, Atiye, Nil Karaibrahimgil, Keremcem, Sıla, Hadise, Deniz Seki, Murat Dalkılıç gibi isimlerle; prodüktör ve müzik yönetmeni olarak ise Şebnem Ferah, Emre Altuğ, Ajda Pekkan, Kurban, Mezdeke ve İlker Çalışkan gibi isimlerle çalıştı. Albümleri Zamansız Şarkılar (2011) Zamansız Şarkılar 2 (2014)
0 notes
hetesiya · 9 months ago
Text
Paşa, sen Kürtçe bilir misin?' İsmet Paşa şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. O bir şey söylemeden ben araya girdim ve hemen, Ekselans… | Instagram
Paşa, sen Kürtçe bilir misin?’ İsmet Paşa şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. O bir şey söylemeden ben araya girdim ve hemen, Ekselans, biz Kürtçe bilmeyiz. Zaten bizde Kürtçe konuşulmuyor ve böyle bir dil de yoktur,’ dedim.
Churchill adamlarından birine sordu. Öyle mi Mister, Kürtçe diye bir dil yok mudur?” deyince, adam daha önceden hazırlıklı, hemen ayağa kalktı, ‘Olmaz olur mu efendim? Çok zengin bir Kürt dili ve edebiyatı vardır. İsterseniz, -o ana kadar duymadığımız- Diwana Cizîrî’den bir şiir okuyayım’ dedi. Churchill, ‘Oku’ dedi. Anlamıyorduk ama Farsçaya yakın, nefis ahenkli bir şiir okudu. Ve bu şiirin Kürtçe olduğunu söyledi.
Öyleyse bu şiiri bize yaz’ dedi. Yazdı. Churchill, ‘Bunu İngilizceye çevir’ dedi. Çevirdiler. Bir de Fransızca yapın’ dedi. Onu da yaptılar. Bir de Türkçeye çe virdiler. Ve bana, Mösyö, sen de gel bakalım. Bu üç dilden aynı fikri ifade etmek için, bakalım metne kaç yabancı sözcük alma mecburiyeti olmuştur” dedi. Fransızcada hiç yoktu. İngilizceden üç beş Latin kökenli kelime çıktı. Kürtçe aslında dört-beş Arapça kelime bulundu Ama Türkçe nüsha gelince ‘dir’ ve ‘ile’den başka, Türkçe bir şey kalmamıştı. Kimisi Arapça kimisi Farsça ve diğerleri de Avrupa’nın çeşitli dillerinden alınma sözcüklerdi.
Churchill dört sayfayı da bizim önümüze koydu. ‘Ayıp değil mi?’ dercesine, Bakın efendiler, yok de diğiniz ve memleketinizin büyük bir bölümünde ana dil olarak konuşulan Kürtçenin zenginliğini görünüz’ dedi.”
0 notes
edebiyatsoylesileri · 1 year ago
Text
JAMAL MAHJOUB / Yazardan mesaj iletmesi beklenilmemeli, bu işi postanelere bırakmak lazım
Tumblr media
Sudan kökenli İngiliz yazar Jamal Mahjoub 1989'da İngiltere'de yayımlanan Navigation of a Rainmaker adlı romanıyla dikkat çekmişti.Türkiye’de 2003'te yayımlanan Raşid’in Dürbünü ve iki yıl sonra piyasaya çıkan Cinlerle Yolculuk ile tanındı. Sonrasında Alametler Saati ve Kayıp Enlemler tercüme edildi. 2012'de Parker Bilal mahlasıyla polisiye romanlara yönelen Mahjoub ilk kitaplarının Türkçe yayımlandığı günlerde yapılan röportajda “İngiltere’de önce beni kategorize ediyorlar sonra bunu eserlerimi yok sayma bahanesine dönüştürüyorlar” diyor.
Sudan’da çocuk olmak nasıl bir şeydi? Özellikle İtalyan Katolik Okulu kısmını merak ediyorum...
- Çocukluğum, Sudan’da görece sakin bir döneme rastladığı için şanslıyım. Hartum’u, hiçbir şeyin aceleye getirilmediği, güvenli rahat bir yer olarak hatırlıyorum. Geçmişe bakınca, elbette bazı sorunlar vardı ve birkaç gün okul tatili yapacağımız anlamına gelen hükümet darbeleri oluyordu.
Okul, bütün ülkeyi katır sırtında gezmiş ve oldukça cesur bir adam olan Piskopos Camboni tarafından 19. yüzyılda kurulmuş eğitim kurumlarından biriydi. Okulların standardı yüksekti ve öğrencileri de mezuniyetin ardından çoğunlukla başarılı kariyer ediniyordu. Hıristiyan öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir orta sınıf okuluydu. Öğrencilerin ebeveynleri tüccar, öğretmen, zanaatkar ve yöneticiydi. Eğitim genellikle İngilizce yapılırdı ki bu durum oldukça tuhaftı. Beyaz cübbeli içinde rahipler... Belki de bu yüzden Latin Amerikalı yazarların dünyasıyla aramda bir bağ hissettim.
Hakkınızda çıkan bir paragraflık yazılarda bile “Sudanlı bir babayla İngiliz bir anneden doğma” olduğunuz yazıyor. Ne hissediyorsunuz bu konuda? Bu, üzerinde bu kadar durulması gereken bir şey mi gerçekten?
-Başlangıçta buna değiniyordum, çünkü belirli bir edebi kategori ya da alt türe şartlanmaktan kaçınmanın önemli olduğunu hissediyordum. İnsanların basit, eksiksiz varlıklar değil, bir araya getirilmiş parçalar oldukları gerçeğini vurgulamak istiyordum. Ben sömürgeci dönemin bir ürünüydüm. Britanya 1898’de Sudan’a girmiş olmasaydı, annemle babam hiç tanışamayacaklardı mesela ve benim konum olduğunu hissettiğim şeyin dinamiklerini yaratan da bu bağlantıydı. Durum değişti ve bugünlerde bir insanın karma bir geçmişinin olması çok da sıra dışı bir şey değil. Aynı zamanda, yazarları kategorize etme eğilimi yine de hâlâ çok güçlü. Başka türlü ifade etmek gerekirse, yaşamda çok daha fâzla çeşitlilik ve farklılık var; oysa edebiyatta bir nedenle kategoriler yerlerini her zamankinden, daha sebatla koruyorlar. Birçok insan için, böyle ayrımlara neden ihtiyaç duyduğumuzu sorgulamaktansa insanları dışlamak daha kolay.
Haksızlıklarla dolu dünyada göçmen kategorisine konulmak sadece küçük bir haksızlık
‘Öteki olma’ acısını hissettiğiniz anlarda, insanları yazmaktansa taşları incelemek yeğdir diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Kaleminiz evrenselken, sizi ‘azınlık’ kategorisine koymaları haksızlık değil mi?
- Evrensel olduğum iddiasında bulunmak zor; çünkü bu genelde, öncelikle belirli bir ulusal edebiyatı temsil eden bir yazar olarak tanınmaktan geçiyor. Benim öyle bir seçeneğim yok. Eserlerim Arapçaya çevrilmiyor, Sudan’da da yaygın oldukları söylenemez. Kitaplarım hakkında bir şeyler kaleme almış Sudanlılar, genelde Batıdaki üniversitelerde çalışan akademisyenler. İngiltere’de etnik azınlık, bir yabana, bir erkek, bir Arap, bir Müslüman olarak görülüyorum. Bu kategorizasyonlar çoğu zaman evrenselliğe işaret eden nitelikler olarak değil, eserlerimi yok saymak için bahane edilen özürler olarak kullanılıyor. Benim için, evrensellikte, eser şu an varolan ulusal kaygıların üzerindedir ve sadece “diğerleri”ne benzer olmakla kalmaz. Evrensellikten bahsederken, çoğu zaman Batı tarafından kabul görme ve tanınmayı kastederiz. Üstelik, ticarileştirme eylemi, aynı şeyler olmadıkları halde, sık sık evrensellikle karıştırılır. Gazetecilerin, akademisyenlerin, editörlerin kendi politik görüşlerine uyan yazarlar arama ya da eserin kalitesi hakkında hüküm vermek yerine popüler akımları takip etme eğilimleri sinir bozucu. Sonuç olarak, bugünün dünyasında birçok haksızlık yapıldığı ve “azınlık” kategorisine konmanın sadece küçük bir haksızlık olduğu söylenebilir.
Raşid bu kadar bahtsız olmasaydı, Raşid’in Dürbünü’nün derdinden bir şeyler eksilir miydi? Yazık değil mi Raşid’e?
- Raşid oldukça şanssız bir adam olarak düşünülüyor. Doğumundan itibaren hayatında her şey ters gidiyor. Hikâyeye daha çok mizah katmayı ummuştum; ama bence sonunda savaşı karanlık olan taraf kazandı. Raşid elbette ki çok büyük bir şansla kutsanmış bir adam. Hapishane ve deniz kazası da dahil olmak üzere, başına gelen bütün felaketlerden kurtuluyor; yine de kendini bazı açılardan şanssız buluyor. Hikâyeyi sürdürmek gibi bir fikrim vardı, zaten kitabın sonu da bu yüzden açıktır, ancak bu bir zaman bulma/ayırma meselesi.
Raşid'in Dürbünü'ndeki Raşid’le Hasan’a bakınca, aralarındaki 300 yıllık zaman farkına rağmen, hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha görüyor insan. Sizce edebiyat bir şeyleri değiştirebilecek güçte mi? Sizin bir yazar olarak kendinizden böyle bir beklentiniz ya da genel olarak edebiyattan böyle umudunuz var mı?
- Edebiyatın bir şeyleri doğrudan değiştirme gücü olduğuna inanırdım. İlk romanım petrolün bulunuşu ve Hartum’daki zengin sınıflar arasındaki farklılıklar yüzünden iç savaşa Ve kargaşaya sürüklenen Sudan'a yönelik karamsar bir bakış içeriyordu. Akademisyenler bana çok karamsar olduğumu ve bu romanda Batılı bakış açısına hizmet ettiğimi söyledi. Şimdi, 15 yıl sonra, bana romanın yaşanacakların doğru tahmini olduğunu söylüyorlar. İnsanlanın görüşlerini etkilemeyi ummuştum ancak işler böyle yürümüyor ve bence bu, bir romancının işi değil. Sadece varolarak da, biz olmasak varolmayacak bir bakış açısını sunarak da dolaylı olarak etki edebiliriz ama insanlar yazarlardan mesaj iletmelerini beklememeli, bu işi postanelere bırakmak lazım.
Raşid'in Dürbünü'nden yola çıkarak sormak istiyorum: Bilgiye ulaşmak için sizce Tanrı’dan uzaklaşmak gerekiyor mu?
- Bilimin bize dünya hakkında söyledikleriyle, dini geleneklerin inanmamızı istedikleri arasında çok büyük bir takım çelişkiler var. Evrim Teorisi ya da Darwinizm gibi konular, şu anda ABD'de tartışmaya yol açan meseleler. İnançla mantık arasındaki çelişkinin İslam dünyasında güçlü bir tarihi vardır, özellikle de İbn-i Rüşd gibi bilginlerle. İbn-i Rüşd iki tür akıl tanımlamıştır: Dinsel ve bilimsel. İbn-i Rüşd'ün Rönesans’a ve Avrupa'daki reformasyona etkisi çok önemlidir. Raşid'in Dürbünü özelinde bakarsak bütün temel varsayımlarına meydan okunduğunu gören bir karakter çizmek istedim ben o romanda. Büyürken tüm bu meydan okumalarla sürekli karşı karşıya kaldığımıza inanıyorum. Olduğunu farzettiğimiz şeyleri sorgulamadığımızda da maneviyata dönüyoruz.
Doğu'yla ilgili şablonlar varlıklarını sürdüyor çünkü kullanışlı ve elverişliler
Sizce neden bilgi Batı'nın, gizem Doğu'nun etiketi olmuş durumda?
-Popüler kültüre giriş şekilleri yüzünden yaygın kabul görmüş şablonlarla ilgili bir şey bu. Şablonlar rahat, çünkü statükoya meydan okumuyor.Onları değiştirmek kolay değil. Avrupa düşüncesinin merkezinde, örneğin benim Raşid'in Dürbünü'nde gönderme yaptığım John Dee ya da Cinlerle Yolculuk'ta gönderme yaptığım Hildegard von Bingen gibi insanları içeren, derinlemesine yerleşmiş mistik bir bakış açısı var. Edward Said, Doğu'nun algılanışının nasıl kadınsı, zayıf ve Batılı egemenlik hırslarını edinmeye hazır olduğuna geniş ölçüde değindi yazılarında. Ve haberler bize gerçeğin çok farklı olduğunu söylese de, popüler kültürde, sinema ve edebiyatta egemenliğini sürdüren imaj bu. Batı'da, Doğu'yla ilgili olup da başarı kazanan kitaplar çoklukla Doğu'nun tensel yanını, Doğu'nun güzel kokularını, tatlarını ve cinsel elde edilebilirliğini yansıtan kitaplar olmuştur. Şablonlar hala varlıklarını sürdürüyor, çünkü kullanışlı ve elverişliler.
Raşid'in Dürbünü en çok hangi tarafa seslenmesi için yazıldı: Doğuya mı Batıya mı?
-Batı'ya seslenmesi için yazıldığını sanıyorum. İngilizce yazıldı ve Londra’da yayımlandı ve Avrupa’da karşılaştığım önyargılar, dışlanma ve görmezden gelinmeye bir karşılık vermesi amacıyla tasarlanmıştı. Yine de, Doğu'ya da söyleyecek bir şeyleri olduğuna inanıyorum. Sudan asıllı yanınızı Avrupa'yla ilgili en çok çarpan şey ne oldu? - Bence işler eskisi kadar zor değil. Avrupa 20 yıl önce olduğundan çok daha çeşitlilikle dolu bir yer haline geldi, bu da Avrupa'yı daha kolay yaşanır bir coğrafya yapıyor. Bu, göçün etkileri ve ayrıca insanların artık daha çok seyahat etmeleri sayesinde oldu. Bu çeşitliliğin edebiyatta kendine yer bulmasının bu kadar ağır gerçekleşmesini tuhaf buluyorum. (Londra’da) Yayınevlerinde çalışanlar daha çok dışarı çıkmalı. Popüler müzik ve filmler, olup bitenlerle uyumlu olmaktan çok uzak. Kitap dünyası çok eski moda bir yola takılıp kalmış durumda ve o yoldan çıkmazsa, hepimiz mahvolduk demektir. Sudanlılar çok sosyal insanlar ve ben, o rahat ilişkileri özlüyorum; bu sıcaklığı bazı Afrikalı dostlarımla yakalasam da aynı şey olmuyor.
‘Öteki’ olmanın edebiyatınıza en büyük yansıması nedir?
-Sizin dile getirdiğiniz şekilde “öteki” olma ya da alışkanlıkları, görünüşü ve tarihi sizinkinden farklı bir toplumda azınlık olma deneyimi, zor bir deneyim. Farklı giysilere ya da yeme alışkanlıklarına uyum göstermek kolay, ancak içinizde kendini oralı hissetmeyen ve bunu birçok şekilde dışavuran bir yan var. Sanırım benim temam bu. Yazdığım her şeyde şu ya da bu şekilde var. Ama bu yabancılaşma hepimizin etrafında var ve ben yazarlığımda bunu kendi özelimden çıkarıp, insan olarak yaşamlarımızı nasıl anlamlı kılıyoruz gibi varoluşsal bir soru sorma noktasına taşımaya ve böylelikle genişletmeye çalışıyorum.
Yazarın kitapları farklı ülkelerde yayımlanabilir, asıl zor olan ciddiye alınmasıdır
Peki sizce Müslüman toplumların modernleşmesi Doğu-Batı arasındaki kutuplaşmayı çözer ya da bir dereceye kadar azaltır mı?
-İslamiyet, yaşadığımız çağa damgasını vuran Doğu-Batı çatışmasında kilit bir rol oynuyor ve bunun nedeni de kısmen insanların dilek ve ihtiyaçlarını etkili şekilde sunma yöntemlerinden yoksun olmaları. Ortadoğu’da etkili ve doğru bir hükümet olursa, İslâmiyet ruhsal dünyamıza hükmetme noktasına gelecektir, bugünkü gibi, ulusların politikalarına etki etmeyecektir. Esas sorun İslâmiyet değil, politik anlamda özgürlükten yoksun olmamız. İslâmiyet’in modernleşmesi için, aynı inancı paylaşmayan birçok insanın varolduğu bir dünyada yaşadığımızı kabullenmesi ve sınırlarını bilmesi gerekir. Aynı pragmatizm, dini inançlarım dünyanın geri kalanına empoze etmeye çalışan diğer gruplar için de geçerli. Bunun alternatifi, bütün gezegeni imha etmektir. Bugün milyonlarca insanın yaslanabileceği tek şey inançları. Hükümetler sorumluluklarıyla yüzleşene kadar, İslâmiyet o insanların tek umudu olmaya devam edecek.
Bir yazarın kucaklanması için bir yere ait olması şart mı? Ya da kitaplarınızın farklı Avrupa dillerinde yayımlanmış olması yazar olarak kucaklandığının gösterir mi?
-Raşid’in Dürbünü gibi bir romanla, yazar olarak Doğu-Batı kutuplaşması, ırkçılık, inanç gibi soruları irdelerken, Batı'nın mistik Doğu edebiyatı arayışı size ne hissettiriyor? Şu reçete hakkında ne düşünüyorsunuz; yazdıklarına biraz mistik ve egzotik, biraz da etnik sos dökersen Avrupa'ya açılırsın...
Doğulu bir yazarın dünyaya açılması için mistik şeyler yazması şart mı?
-Ben bunu bir reçete bulmak seklinde düşünmüyorum. Yazar okuyucusuyla iletişim kurmak için bir yöntem bulmak zorunda; okuyucunuz yoksa hiçbir şeyiniz yok demektir. Ve bence birçok yazarın İslâmiyetin mistik yanına yönelmesi, bunun Batılı okuyucu için daha cazip olmasından. Romantik yan anlamları var, ayrıca intihar bombacılan ya da yüksek binalara uçaklarla çarpan insanlar yaratan İslâmiyet türünden apayrı bir şey olarak görülüyor. Bunun sadece Batılı tüketimine açık bir şey olduğunda da şüpheliyim üstelik. İslâm dünyasında geçmişi, tarihi ve gelenekleri romantikleştirme, Arap dilinin güzelliğini, şiirselliğini vurgulama yönünde güçlü bir eğilim var örneğin. Benim durumumda, Türkçeye çevrilmiş iki romanımdan yola çıkarak bir hüküm vermek zor, (ikisi bu yıl yayımlanacak) yedi romanım var, hepsi de birbirinden farklı.
İdeal yazarımı bulsam yazmak yerine okumakla yetinebilirdim
Sizin duymak istediklerinizi söylediğini düşündüğünüz kim var edebiyat dünyasında?
-Bu türde belirli bir yazar yok, zaten aksi takdirde yazmak yerine sadece oturur, onları okuyarak mutlu ederdim kendimi. Çoğu romanda, hatta sevdiklerimde bile, hemfikir olmadığım şeyleri bulmaya meyilliyim. En sevdiğim yazar sorulur hep. Bilmiyorum, diyorum genellikle. Sorun şu ki beğenim değişiyor. Şu sıralar Arapça eserlere daha çok eğilmeye çalışıyorum. Daha ziyade Fransızca kitaplar okuduğum bir dönem yaşadım ve İspanyolca daha çok kitap okumak isterdim. Sanırım çoklukla okuduklarım İngilizce yazan çağdaş yazarlar.
Şu sıralar ne yazıyorsunuz, biraz çıtlatmanızda sakınca var mı?
- Daha yeni iki roman bitirdim. Biri İngilizce, diğeri Fransızca yayımlanacak. Garip bir fikir ama İngilizcesinin yayımlanması o kadar uzun sürüyor ki onlan bekleyecek olursam, kitap yayımlanana kadar cenazem kaldırılmış olur. Fransızca romanım Nubya hakkında. Babam aslen oralıdır ve Nubya 1960’larda Mısır'da Assuan Barajı inşa edilirken Nil Nehri’nin baskınına uğramıştır. Diğeri iki İngiliz ya da yarı İngiliz kız kardeş ve bu kardeşlerin birbirlerinin varlıklarından nasıl haberdar olduklan hakkında. İngiltere ve Sudan’da geçen bir roman bu.
Salman Rüştü gibi bir yazara bakıp da, Avrupa’da ‘azınlık’ mensubu bir yazar olmayı bile şans addettiğiniz oldu mu hiç?
-Salman Rüştü’nün durumu birçok yönden tek ve gerçekten ona paralel başka bir olay yok. Şeytan Ayetleri sadece Doğu'yla Batı arasındaki ilişkiler açısından değil, edebiyatın ilgileri açısından da bir set çekti. Salman Rüştü’nün romanı sadece Doğu'da değil, Batı'da da İngiliz hükümetinin ırkçı politikalarını hedef alışıyla tepki topladı. Rüştü’nün romanı birçok açıdan yaşadığımız çağı simgeliyor: Onu okumayanlar tarafından yasaklanan ve yakılan bir roman. Romanın İngiliz gazeteciler tarafından da hararetle eleştirildiğini unutmayın. Rüştü bu sorunları yaşamadan önce, romanı İngiliz gazeteciler tarafından okunmaz damgasını yemişti zaten. O günden beri İslami bir mirasa sahip oldukları iddia eden lezbiyenlerimiz ve New York'ta kadın bir peygamberimiz oldu. Bu iki olay da İslami tarih bilgisi ve içerdiği göndermeleri kavramak için Batı'nın popüler kültürünü anlamayı gerektiren bir edebi romandan daha ilginç, ancak iki olay da Rüştü'ye gösterilen türden bir öfke ve histeri uyandırmadı. Bugünlerde yayımcılar o tarz bir kitabı yayımlama riskini göze almaz, Büyük bir yaygara koparacağından değil (yayımcılar reklamı sever) büyük ihtimalle kitap satmayacağından almazlar bu riski. Başka bir kitap ya da yazarın bir daha aynı şekilde dikkat çekeceğini sanmıyorum. Dünyanın birçok yerinde, yazdıkları yüzünden sansüre ya da mahkumiyete katlanan birçok cesur yazar var. Bu tür şeyler sürekli yaşanıyor ve biz bunların çoğundan haberdar olmuyoruz.
Egzotizm peşindeki zavallı Batılı okur için yeterli eser mevcut
Cinlerle Yolculuk'tan yola çıkarak, zamanla ilgili yorumlarınızda Proust etkileri olduğunu söylemek doğru olur mu?
-Proust’a karşı özel bir hayranlığım yok. Çok güzel cümleler yazmış, ancak ben bu cümlelerin sonuna gelmeden uykum geliyor. Bütün hayatım yüce bir mükemmellikte bir eser yaratmaya adayan sanatçı fikri, bütün o çabada gerçekten kıymetli bir şeyler olduğuna ikna olmamızı isteyen yayıncılar tarafından yaratılmış bir mit bence. Ben, gül bahçelerinde şiirler yazarak dolaşan zengin aristokrat sınıfından gelmiyorum; okuyucunun ilgisini çekmeyi başaracak iyi öyküler yazdığı sürece varolan yazarlar sınıfındanım.
Cinlerle Yolculuk'un sırf başlığına bakarsak... Bu başlıkta. Batılı okuyucunun imgeleminde haremler, sultanlar, uçan halılar beklentisi uyandırma gibi bir ironi ya da espri olduğunu söyleyebilir misiniz?
- Asla özellikle ironik olma ya da bir romanın iskeletine sembolik şablonlar yerleştirme niyetiyle yola çıkmadım. Başlıkla, romanın modern dünyada kurulmuş bir hikâye anlatması arasında bir çelişki var elbette ve evet, bu bilinçli bir tercih. Makinelerle mistik inançlar arasındaki apaçık çelişki türünden çatışma ya da paradokslar merakımı çekiyor ve beni büyülüyor. Egzotik fanteziler isteyen zavallı Batı okuyuculara gelince, edebiyat anlamında hâlâ onların beslenebileceği türden yeterli sayıda çalışma mevcut.
Peki son olarak, insan cinleriyle nereye kadar gidebilir?
- Buna cinler karar verir, insan değil.
(Aslı Tohumcu / Kitaplık / Mayıs 2005 / Yücel Kamçez arşivi)
0 notes
almanyalilar · 2 years ago
Text
0 notes
yorgunherakles · 2 years ago
Quote
elma dalından düştü. kaderinde çürümek var şimdi.
carlos fuentes - terra nostra
36 notes · View notes
tuzcularisin · 4 years ago
Text
Güzellik Salonun
  Peru kökenli Meksikalı yazar Mario Bellatin (1960-    ), 2009 yılında yayımlanan şaşırtıcı romanı ‘Güzellik Salonu’nda güzel(leşen) kadınların mekanı olan bir salonu, ölmek üzere olan ve vücutları irin akıtan yaralarla kaplanmış yarı-ölü erkeklerle dolduruyor. Bellatin’in, yalın ve sıradan kelimeleri, süssüz cümleleri ile okur üzerinde yaratabildiği şaşırtıcı etki ile geçtiğimiz aylarda…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
xweakbonesdiary · 3 years ago
Text
Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel García Márquez
Merhabalar! İlk yorumumla sizlerin karşısındayım.
Yüzyıllık yalnızlık… Başlangıç kitabım bu. İzninizle yorumuma geçiyorum.
Kitaba ilk başladığımda anlatımı biraz kafa karıştırıcı geldi. Nasıl desem? Bazı yerleri tekrar tekrar okumam gerekti. Tabii, bu sadece bana özgü bir şeyde olabilir, endişelenmeyin. İlk sayfaları sanki biraz durağan ancak bunu karakterlerin çokluğundan ve hikayenin tam oturmasının istenmesinden olduğunu düşünüyorum. Karakterlerin isimleri bir yere kadar aynı ilerliyor fakat farklı insanlar olduklarını unutmamalısınız. Bulunulan yerler, insanların davranışları ve yaşanan olaylar inanılmaz güzel anlatılmış. Küçük bir özet geçmek istemiyorum. Çünkü özetten daha çok kitabı okumanın daha iyi olacağını düşünüyorum.
İlk bölümü hızlı bitirdim. Ancak aklımda kalan sayılı şey oldu. Mesela çılgın bir mucit( kendi tabirimle), buzun en büyük icat olarak görülmesi gibi. Tekrar okuduğum bölümlerden biriydi. Bunun yanında unutulmaması gereken bir şey var, her bölüm aynıymış gibi görünse de değil. Özünde farklı konu ve fikirlere sahip. Kitap ilerledikçe daha da merak uyandırıyor. Her aile üyesine değinilmesi kafa karıştırıcı gibi ama aynı zamanda çok sevdim. Okurken her bir karakteri tek tek tanıma fırsatım oldu.
Her bölüm ortalama 25-25 sayfa. O yüzden limitinizi kontrol etmeyi unutmayın.
Karakterlerin gelişimine tek tek şahit olabiliyoruz. Eğer karakterler karıştırılmadan okunursa daha çok keyif verebilir. Başlarda karakterleri çok karıştırdığım için söylüyorum.
Karakterlerden favorim Ursula diyebilirim. Bence kitapta önemli bir yere sahip. Çünkü onun kaybından sonra büyük bir ailenin mahvoluşuna şahit oluyoruz. Sonu hiç beklenilmeyen bir şekilde bitiyor. En azından benim için.
Son olarak değineceğim şey bu kitapla beraber ortaya çıkan akım. Kitapla beraber çıkmadı desek bile büyük etkisi olmuş diyebiliriz. Evet, bahsettiğim akım aynı zamanda kitaptaki yerleşke olan Macondo. Merak edip baktım, hayali bir ülkeymiş. Ancak ilginç olan tarafı uluslararası yazı atölyesine katılan bir yazarın bir editöre yazdığını göstermesi ve “gerçekliğin yeterli olmadığı, büyünün de yer almadığı” yanıtıyla reddedilmesi. Bu yanıttan sonra beklenilmemiş , Latin Amerika edebiyatı, Gabriel García Márquez’ in büyülü gerçekliğinden dolayı Macondo edebiyatı olarak görülmeye başlandığı için yazarlar, bu yargılara karşı saldırıya geçip bir manifesto yayımlamışlar. Akım, estetikten sosyo-kültürel alana bir tepkisellik içermekteymiş ve felsefi noktalara değiniyormuş.
Yani anladığımız üzere büyük bir hareketin başlangıcı gibi düşünebiliriz. Daha detaylı araştırmak isteyenler Macondo adıyla bakabilirler.
Bu arada gerçekten son kez söylemek istediğim ve belirtmek istediğim nokta, eğer kitaplarla içli dışlı değilseniz, sürekli bir şeyler okuyamıyorsanız, odaklanma problemi gibi problemler yaşıyorsanız sıkılabilirsiniz. Kitabı ikinci kere elime alıyorum. Ortaokuldan beri kitaplığımda ve ben ancak şimdi okuyabildim. İlk baktığımda gerçekten çok sıkılmıştım ve 5 sayfadan öteye gidememiştim. Aynı şeyi yaşamanızı istemem bu biraz cesaret kırıcı. Yapabileceğinize inanıyorum.
İyi okumalar.
Kılçık.
5 notes · View notes
vinceverbatim · 2 years ago
Text
Sanatın İşlevi
Diego, denizi hiç görmemişti. Babası, Santiago Kovadloff, onu denize götürdü. Güneye gittiler. Deniz, yüksek kum tepelerinin ardında uzanmış, beklemekteydi.
Çocukla babası uzun bir yürüyüşten sonra kum tepelerine ulaştıklarında deniz, gözlerinin önünde patlayıverdi. Parıltısı öylesine uçsuz bucaksızdı ki bu güzellik karşısında çocuğun dili tutuldu. En sonunda, titreyerek, kekeleyerek, konuşmayı başarabildiği zaman babasına yalvardı: “Yardım et de göreyim."
- Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years ago
Text
KLİSE ARİSTO VE PLATONU NEDEN SEVER Yahudi-Hristiyan gelenek ile Greko-Romen geleneğin birleşmesi bir bakıma Avrupa kültür tarihinin en önemli olayıdır. Bu karşılaşma yaklaşık üç yüzyıllık bir süreç boyunca devam etmiş ve aralarındaki tartışmalar birbirlerinden etkilenmelerine sebep olmuştur. Bahsedilen etkileşimin sonucu olarak Hristiyanlığın, Platoncu felsefeden pek çok ideayı Hristiyanlaştırdığı ve Platoncu felsefe geleneğinin bütün bir Orta Çağ’ı belirleyen Hristiyan inancının temel dayanaklarından biri hâline geldiği göze çarpmaktadır. Bu açıdan Platonizmin etkisi hem Yunan hem de Latin kiliseleri için derin ve kalıcı olmuş, doğuda Kapadokyalı kilise babaları Basil Nazianzuslu Gregorius ve kardeşi Nysalı Gregorios ile batıda Ambrose’de oldukça etkin rol oynamıştır Platonist geleneğin, Hristiyanlık tarafından dönüştürülmesinde özellikle Plotinos ve onun ardılları olan Porphyry,İamblichus ve Proclus gibi Neoplatonistlerin rolü büyüktür. Pagan felsefesinin son büyük düşünürleri sayılan bu Platoncular, Platonculuğun bir tür aracısı olmuşlardır. Onların katkılarıyla Antik gelenek özellikle Origen ve Augustinus gibi hem Platoncu hem de Hristiyan teologlar tarafından Orta Çağ’a dek uzanmış, tek doğru bilgi kaynağının Tanrı olduğu şeklinde özetlenebilecek Orta Çağ’daki Augustinusçu anlayışın hareket noktasını oluşturmuştur. Bu açıdan geç antikitenin skolastisizmi Orta Çağ Avrupası’yla yakından ilişkilidir ve hem Doğuda hem Batıda metafizik değerler sistemi yeni Platoncu felsefe üzerinde temellenmiştir.. Buna karşın Bruno, Epikures, Hypatia, Dante, Bacon, Balzac, Simone de Beauvoir, Bruno, Kopernik, Descartes, Diderot, Alexandre Dumas, Prusya Kralı Freidrich II, Galileo, Helvetius, Hobbes, Hugo, Hume, Kant, Kepler, La Fontaine, Locke, Luther, Machiavelli, Montaigne, Montesquieu, Proudhon, Rousseau, Sade, Sartre, Spinoza, Voltaire, Emile Zola, Marx, Engels, Prodhon, Saint Simon, Nietzsche, Hegel, Albert Camus vb filozof felsefecileri sevmez islamda sevmez…Antik çağda, orta çağda taş günümüze kadar mistiği ön plana çıkaran filozof, felsefeci vb leri her din sevmiştir… ( meraklılara bazı şahsiyetleri araştırıp okuması için fırsat: Peter (Pierre) Abelard, Joseph Addison- aslen gazetecidir The Spectator ve The Tatleradli adlı gazetelerin yayınlanmasında Sir Richard Steele ile işbirliği yaptı. Gazetecilik ve edebiyatı, o sıralar İngiltere’de egemen sınıf haline gelen aydın burjuvazinin beğenisine uygun bir anlayışla bağdaştırmayı başardı, Magnus Albertus, Vittorio Alfieri( drama yazarı), Dante Alighieri, Francis Bacon, Honoré de Balzac, Jeremy Bentham, Henri Bergson, George Berkeley, Giovanni Boccaccio, Robert Boyle, Thomas Browne, John Calvin, Etienne de Condillac, Marquis de Condorcet vs vs insanlık tarihini yazan filozoflar okunması gerek… Baştan söyleyim mutsuz olmak istiyorsanız okuyun, çünkü ne kadar bilgi edinilirsen o kadar mutsuzluk veriyor
5 notes · View notes
zamankaybolmaz · 8 years ago
Photo
Tumblr media
“Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve kanamaya başlıyor yeniden oluk oluk. Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıyor. O yüzden değil mi içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta gergin ve tedirgin dolanmalarımız? “Anlatsam mı, anlatmasam mı?”  kararsızlığımız. “Bu sevgi beni acıtır mı?”  kuşkularımız.Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Tek yapmamız gereken; sevginin bize vaad ettiklerine güvenmeyi sürdürmek ama kime ikinci defa güveneceğimizi de iyi seçmek.”
Gabriel Garcia Marquez
14 notes · View notes
donaiocell · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Jean-François Champollion, Fransız Eski Yunan ve Latin edebiyatı âlimi, filolog, doğubilimci ve mısırbilimci. 
3 notes · View notes
diehaberwebsite-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Ovidius’un sürgün cezası 2 bin yıl sonra iptal edildi İtalyan ANSA ajansı, Roma Şehir Meclisinin Latin edebiyatının en önemli üç şairinden biri kabul edilen Ovidius’a Roma İmparatoru Augustus tarafından verilen cezayı 2 bini aşkın yıl sonra iptal ettiğini duyurdu.
0 notes
mutereddit · 6 years ago
Text
>Geçenlerde bahsettiğim Altın Gün’ün Türkiye’de konser vereceğini öğrenince hemen bilet bakayım dedim ve bir de ne göreyim, tükenmiş. Yıkıldım, çünkü bir daha ne zaman gelirler muamma. Tüm Avrupa’da deli gibi konser veren grup üç yıldan beri Türkiye’de sadece iki kere konser vermiş. Biletix ekranını instagramın dramatik efektli videosuna alıp story’ye attım. Evet yaptım öyle bir şey. Neyse efendim, saatler sonra birisi mesaj attı. Benim biletim var, arkadaşımla gideceğim ama gelip gelemeyeceği kesin değil, haber edebilirim dedi, bir an sevindim ama bende şans yok zaten deyip neredeyse unutmuşken bir hafta kala, arkadaşım gelmiyor deyince bir anda kendimizi Salon İKSV’de şıngır mıngır oynarken bulduk. Uzun zamandır böyle enerjimi boşaltmamıştım, harika vakit geçirdim.
>12′den sonra metro olmadığı için ucu ucuna çıkıp konserden koşa koşa metroya gittik, aktarma yaparken yollarımız ayrıldı. Son metroya yetişmek için öyle bir depar atmışım ki, kendimi içeri attığımda konfeti falan yağsa tam olurdu yani. Halısaha maçları yapmanın faydası işte......... Yalnız cidden en güzel anların katili bu son metro seferleri. Kül kedisi gibi 12′ye kadar sosyalleşebiliyoruz anca.
>Konsere davet eden hanımla da daha evvel bir kere kontağımız olmuştu. Sosyolojik bir mesele üzerine bana makale göndermişti. Sonrasında devam eden uzun bir muhabbetin sonunda konuştuklarımıza istinaden, beni bir reading clube davet etmişti, o zaman gitsem de olur gitmesem de diye düşünürken konser vesilesiyle görüşüp muhabbet ettikten sonra baya iyi anlaştığımızı ve konuştuğumuzu fark edince haliyle daha bir önemli hale geldi, buluşma da yakın olunca tekrar davet etti, ben de katıldım, bugündü. 
>Defalarca önünden geçip de bir kere bile içine girmediğim Türk-Alman Kitabevi’ndeydi ve girer girmez ben neden neden neden buraya daha önce gelmedim ki dedim. Tanışıp oturduktan sonra muhabbete başladık ve tema da Latin Amerika edebiyatı üzerineydi. Ama konu sadece bu eksende kalmadı tabi, çağrışımın çağrışımıyla birlikte bir sürü konuya değinildi ve şu sıralar üzerine düşündüğüm mevzular da gelince daha da bir ısınmış bulundum. 
>Gündelik hayatta insanın içine dönmesini engelleyen faktörler var, farklı alan ve meşgalelerle bu faktörler daha da çoğalabiliyor. Önceden bir gereklilik ve kendime katmam gereken değerler olarak gördüğüm şeylerden bu şekilde uzak ve neredeyse mahrum kalıyor olmak haliyle böyle şeyleri artık sığınak gibi görmeme neden oluyor. E bunları bir de toplu şekilde yapıyor olmak bana bugün daha da mutluluk veren bir şeye dönüştü. 
>Anlattıkça bahsedecek bir sürü şeyim olduğunu fark ettim ama bu kadar gevezelik yeter sanırım.
>Buyrun size bir şarkı: Julia Biel - Wasting Breath 
43 notes · View notes