#laf taşımak
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sana dedikodu yapan senin de dedikodunu yapar. Sana laf taşıyan senden de laf taşır! İmam-ı Şafii
#trend#trending#keşfet#keşfetteyiz#kesfet#kesfetteyiz#söz#sözler#sözmühendisi#sözlerdiyarı#sözlerköşkü#güzelsözler#şiir#şiirler#şiirsokakta#şiirheryerde#hikaye#müzik#music#viral#tbt#bilgi#faydalıbilgiler#aşk#sevgi#dedikodu#laf taşımak#imam-ı şafii
10 notes
·
View notes
Note
Laf taşımak mı Biz söylemesek o görmüyor sanki amk hareketlere bak açık alanda söylüyorsun sözünün arkasında dur
Görmesi ayrı gidip "abla evleniyormuş abla geziyormuş abla manita yapmış" demek başka. Gelip burda milletin hayatını takip edip sağdan soldan laf taşıyacağına otur iki kelam kitap oku beynin gelişsin. Ben bunları cevaplarken utanıyorum sen yazmaya utanmıyorsun.
0 notes
Text
Ayrılık Düğünü
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/ayrilik-dugunu/
https://www.gundemarsivi.com/ayrilik-dugunu/
Yaranı saklayacak başka yer bulmalısın. Gülüşlerinde söndürmelisin acını. Keskin bir bıçak gibi bak uzaklara. Çünkü uzaklara bakmak hep iyi geldi sana. Gitmediğin yerlerin, çıkmadığın adaların kokusunu sana ulaştıracak esintilere aralık bırakmayı unutma, pencereni açık tut. Hiçbir şey olmamış gibi kendine doğru yürümeni sürdürmene bak. Dik tut başını. Dünyayı parmağında oynatıyormuş gibi yap. Sessizliğe düğümlen istersen bir süreliğine. Birikmen gerekiyor çünkü. Birikmen kendine…
Ağaçlara, böceklere; taşa, toprağa; kuşlara ve çiçeklere şiir yazmak için, için içine sığmamalı bundan böyle de. Ağaçlar, böcekler, taş, toprak, kuşlar ve çiçekler her dildendir biliyorsun. Börtü böcek, kelebekler… Dinleri, ulusları yok onların… Irk ve sınıf ayrımı da yok aralarında. Çocukları onlardan ayırma(ma)lısın. Derinlik, incelik, şiir ve insan bilgisi işte burada.
İnsanı insana taşımak gerek. Aşka, şiire, özgürlüğe insanı… Bu iş hiç bitmesin. Senden sonra bile… Çünkü bu, insanı insan yapan maya. Oluşmak için bir ömür çok az. Bunu daha önce de konuşmuştuk seninle. Bu yüzden Aşk Bilgisi, Düş Bilgisi, Gelecek Bilgisi çalışmalısın zaman buldukça.
Sık sık başa dön. Kendini ve geleceği anımsa. Çocukluğuna yaklaşmaktan çekinme. Yabancısı olduğun kentler listesinden sor nerde olduğunu, nerelerde yaşadığını, neler yaşadığını…
Gökyüzünü ayakta karşıla ne zaman karşına çıkarsa. Ayı, yıldızları… Anımsa da��lara karşı seviştiğin günleri. Saçlar��nın rüzgâr olduğu günleri anımsa. Sakallarının mavi çıktığı günleri ve ayaklarına kapandığı günleri yağmurların…
Kendine diye çıktığın yolculukları bir düşün… Ne uzunmuş değil mi insanın kendinden kendine yolculuğu! Bitti bitecek ömür kadar işte. Ama böyle ayaz, böyle avaz kalmanın nedenini anladın sonunda. Böyle naçar, böyle sol başına… İyi ki kahramanların yok. Bağlandığın bir din, inanç, düşünce tam olarak… Bunu varsıllık say kendine.
İnsan yanlışlarının ve doğrularının toplamı kadar. Bildiklerini unuttukça artar bu toplam, azalır cahiller gibi cesur davrandıkça. İstersen tartıya çık. Ama gerekmez. Çünkü kanıtlayacağın hiçbir şey yok kimseye.
Senin ayrım noktan sendin. Hem herkesten biri oldun, hem herkesten farklı. Üstelik sen yollara yazgılıydın. Yolun kendisine… Bu yüzden birçok yalnızlık edindin. Yollarda inandın başkalarının yaşam hakkını savunmadan insan olunamayacağına. Kurdun / kuşun hakkını savunmadan insan olunamayacağına, yollarda… İşin olmadı yükselen alçak değerlerin hiçbiriyle.
“Karşılığında bir şey bekliyorsan, yaptığın hiçbir şey iyilik sayılmaz,” diye uyardın kendini. “Ancak ahlaksızlığa yaklaştırır,” diye… “Öyle olacaksa git namaz kıl, dua et, daha iyi,” diye de pekiştirdin bu dediklerini. Haklıydın! Haklısın! Zarar görmeyi göze almayanların kendisine bile yapacağı iyilik yok aslında. İnsan ve doğa sever olmak, adil, demokratik ve özgürlükçü bir gelecek istemek lafla olmaz. Böyle bir dünyayı kendin için istemeden başkalarına sunamazsın. Devrim olmazsan, devrim yapamazsın.
Neyse laf uzun. Fazla zaman da yok. Bir süre ovalarla yürümelisin bana kalırsa… Bir süre ırmaklarla… Dağların sazağına bırakmalısın yüreğini. Sessizliğine taşın toprağın… Kendini arar gibi kaybolmaya çıktığını söyle kurt / kuş, kim önüne çıkarsa. Hiçbir şeyi sokma sonrayla ve sonsuzla arana.
Her şeyin başlangıcı söz. Aşk ile, düş ile… Sözleri kaza kaza ilerle kendi sırrına. Yeni kendine ulaştığında orada dur. Çünkü artık duvar yok önünde.
Kendinden başkasına boyun eğmediğinden iyice emin ol! Emredeceğin ve itaat edeceğin kimse kalmayıncaya kadar yonttuğundan kendini… Bir çiçeğe yürür gibi yap bunları… Ama su ol önce. Bir günlük ömrün kalmış olsa bile onu sonsuzmuş gibi yaşa.
Yaralarından ne çok şiir aktığını biliyorum. Yaşanır bir dünyaya doğru çevirdiğini de her birinin yönünü. Kardeşliğine ve sonsuz senfonisine yeryüzünün… Bunu küçümseme. Bir sabah uyandığında çiçek açtığını görebilirsin yaranda. Acın, ağrın dinmiş olabilir. Tersi olursa olgunlukla karşıla. “Bana tanımlanmış hayat bu kadar,” diye anlayış göster. Yoksa incinir dünya. Her yere, her şeye gülümse. Her şeyi ve herkesi bir kez daha bağı��la.
Giderken yüzünü öyle bir daldır ki sözcüklere, onların da içi içine sığmasın, yeni anlamlar arasın her biri kendine.
“Bunlar tamam,” diyorsan bir acı, bir acı daha soy kendine ve bütün zamanlarla paylaş.
Unutma sen benim kimimdin, kimimsin… Ne de olsa bu yaşa kadar yurt olduk birbirimize.
Başlangıçlar güzeldir. Bu yolculuk ayrılığa neden olacaksa dünya ile aranda, bir düğüne dönüşsün bence. Ayrılık düğünü… Nasıl da hoş geliyor kulağa.
Arkandan ne diyeceğimi merak ediyorsun belki: Onun başka bir havası vardı diyeceğim. Gidilmemiş yerlere benziyordu adımları. Saçları rüzgâr, göğüsleri çağla bir kıza aşık gibi yürüyüşü kalmış aklımda. Acılardan sevinçli şarkılar yapmak için şiire bulaştı. Kendini bir esintiye bırakarak gitti. Sözcüklerden başka kimsesi yoktu. Otlara, böceklere karıştı. Aklı fikri tohum gürültülerindeydi zaten. Hayatı ölümden korkmayacak kadar seviyordu. Yarın güzel olacaklar satardı düş fiyatına. Yüzünde aşk izi vardı.
Diyeceğim ki soğuk havalarda gülüşlerini düşürmeden yaşadı. Diyeceğim ki üstü başı yaşanası bir dünya kokuyordu. Gül hızında geçip gitti aramızdan. Diyeceğim ki sizleri ve dünyayı selamladı son kez.
Hayrettin Geçkin
#hayrettingeckin #gundemarsivi #edebiyat #ölüm #ömür #hayat #yaşam #sevgi #veda #ayrılık #doğasevgisi #engüzelsözler #insanınkendineolanyolculuğu #anılar #hoşçakal
0 notes
Text
Çürük Yerin Meseli
Hayat biçimi ve kapsamıyla ve tüm tanımlamalarıyla, bir çürüme istemine rehin aralıksız artık. Biteviye haftanın yedi günü yirmi dört saati süresince biteviye bir pratik kılınmış ol söylemlerin refakatinde her gün belirli bir çürümenin kılınıyor. Hak mefhumu sizlere sahi ama sahiden ömür. Adalet kuru kalabalık. Hürriyet boşa düşürülen bir mefhum. Sözün bir ederi harbiyesi yok. Düzen ve onu var edenlere teslim olmadan, bunu bir biçimde bildirip de yoluna uygun davranmadıktan sonra eşitlik söz konusu bile edilemez. Hürriyet aynı an ve odakta sadece bir paçavranın adı kılınırken, eşitlik kağıt üstünden dahi kazılmışken yok sayıldığı zikredilirken hayat nasıl paramparça edilmesin ki. Bütünüyle hayat istemi, aksının pespaye hallere rehin bir tezahürle dönüşümü güncelleniyor. Sanılanın çok daha ötesinde bir hızla vahamet güncelleniyor. Bedenlere yönelik politik / siyasi taarruzların, akla seza hayata doğrudan müdahalelerin sofrasında yıkım anlık çürüme sahiden belirgin bir sabitimiz kılınıyor.
Üçüncü sayfa haberlerine dönüşen, her günü o haberlerin birer öznesi, faili, mağduru olan ya da oldurulan insanların yaşam hakkı tükenişe rehin edilir. Boş laf değil doğrudan belli bir istikamette kesintisiz bir sınama halinin ufkunda yol kesintiye uğratılır. Gündelik hal, hayat heder. Görünen köy kılavuz istemez. Anlam, paramparça edilirken hayatın “ehven” olandan alıkonulması gündelik bir mefhuma dönüştürülür. Bir propaganda mefhumunun ta kendisi eliyle zehir zemberek bir dönüşümü imal ederken muktedir iyileştirme-olumlu kılma hallerini ters yüz ederek bir devinimi yeniden kötülüğe doğru yollar. Bütün bütün, belirgin bir biçimde yaşam idesinin kökünün kazılması, sınırlandırılmış olagelen hayatın tecrübesini sıfırlamanın eşiğine taşımak bunun bir yönelimidir. Umudu sıfırlamak onların işidir. Ümidin yerle bir edilmesine mani olmayıp bundan mağduriyet devşirmek onların. Bir asgari yaşam hakkını çok gören işverenlerle kol kola, sermayenin çarklarına kol kanat gerip düzenin öğüttüğü insan haklarına aykırı koşulları asgari ücret diye safsatayla birlikte pazarlamak mesela onların. Her şey kapkaranlık bir ülkeyi bildirirken, darbecileri alt ettikleri, sözüm ona destan yazılan, oysa iki yüz elli üç insanın hayatının sönümlenip, binlerce yurttaşın akıbetinin meçhul kılındığı bir acayip 15 temmuz ertesi, ötv zammının var edilmesi gibi kadük halleri imal edendir mesela o hayat yağmacılığı, yapmacıksız her durumda doğrudan.
Bütünüyle bir çürüme istemi doğrudan, mübalağasız kural / kaidelerin alt üst edilmeleri, uygulanmasından çok uygulanmaması ile var edilendir artık. Demokratik bir ülke olgusu, varsıllar ile yoksunlar arasındaki uçurumu, varsıl lehine savunan, toplumsal kaynakların tastamam sömürüldüğü, aralıksız bütçe açıklarını kapatmak için vergi devşirmekten helak olunan bir menzildeki sonu hep karanlık olanı bildirecektir o hayata kastın kapsamı. Belli kesin, kati bir sınırlandırma, uluslararası para fonunun var edemeyeceği bir kemer sıkma politikasının, doğrudan yoksunluk ile kuşatılan halka faturalandırılması, enflasyonu yok saymaların ötesinde hayatın sabiti kılarken, muktedirin yüzde kırk dolaylarında bildirdiği şeyin serbest araştırmalarda yüzden / yüz onlara vardığı bir menzil bütün o döngüde iş bu sahada neler çeviriliyor az çok bildirmektedir.
Harami bir düzen devam etsin diye yoksun kılmak sabitlenir. Hayat paramparça edilirken kuşatmanın çürümeye terki doğrudan sabit olunur. Bir tatil ihtimal aşağı yukarı yüz kusur bin liraya tekabül eder. Bir bardak benzin, kendine münhasır bir siyasi pandomim Sarıgül efendinin bildirdiği gibi on liradır. Daha gidişattan önce gündelik şeylerin ederi yüksekten kapıyı açtırılır. Bir poğaça on lira, bir bardak çay son zam öncesi on iki buçuk liradır. Hiç mevzu edilmeyen gündelik bir porsiyon öğlen yemeği yüz lira o da ya eksik, ya gedik. Bir kadeh içki birkaç yüz lira, artık ihtimali dahi kalmasa da bir seks işçisiyle beraber olmak için minimum saatlik ücret dört bin lira. Taksiye binmek imkansız, bindiniz diyelim o da taksimetresiz, yurtdışı tarifesi. Telefon istediniz, takoz marka yerli tuğra, üç cigabayt remli, altmış dört cigabayt hafızalı yerli malı, hem bip’li, hem cimer’li, hem de e-devletli parayı çöpe bas makinesi yerine yurtdışı ihtiyaç giderecek sahici bir makine, alın size yirmi bin lira vergi. Alamazsınız diye gülüp geçiştirilen nice şey, nice! Geçelim ekstrem! örnekleri gündelik giyim kuşam ya da ayaklarınızın kahrını paylaşan ayakkabı almak bile ütopya. Ya çakma ürüne taam ya da ikinci elden bir çıkma / uyguna düşeş bulma savaşı. Biri bitmeden başkası gelen faturalar, dağ gibi yükselen, gelen her zammı, düzenleme diye geçiştirme istemine tutunan firmalar, kurumlar, kuru-masallar! Sulu kuru karıştırılanların yirmi liradan başladığı, uyuşturucuyu elin alışsın diye on beş yaşındaki çocuklara başta ikram edildiği günler, acayip karanlık haller, nicesinde ağzı beş karış açık bıraktıran yoksulluk halleri. Bütünüyle hayat mefhumu nasıl çürümeye rehin ediliyor bunun kılavuz çizgilerini anlatmaya kafi gelir mi sahiden? Bir zorbalık ülkesinde sıradana uygun görülenin adı hayat mıdır, hayat bu mudur?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na Ekli (I) Sayılı Listede Yer Alan Mallara İlişkin ÖTV Tutarlarının Yeniden Belirlenmesi Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, ÖTV tutarı standart metreküp başına doğalgazda 0,0747 lira, motorlu taşıtlarda yakıt olarak kullanılan doğalgazda ise metreküp başına 2,7944 lira oldu.
Doğalgazda bir önceki ÖTV oranı standart metreküp başına 0,0230 lira, motorlu taşıtlarda yakıt olarak kullanılan doğalgazda 0,8599 lira olarak belirlenmişti. Yapılan zammın oranıysa iki kalemde de yüzde 224’ü buldu.
Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla, akaryakıt üzerinden alınan ÖTV tutarları artırıldı. 6 liralık zamlar gece yarısından itibaren pompa fiyatlarına yansımıştı.
Twitter’dan bir kullanıcısının “Temmuz enflasyonunun patlama yapacağını söyleyenler var hocam. Fiyatlar Genel Seviyesini etkileyen zamlar elbette mevcut. Siz de bu görüşe katılıyor musunuz hocam” sorusuna yanıt veren (eski başekonomist) Hakan Kara, “Son 100 yılın en yüksek aylık Temmuz enflasyonlarından birini göreceğiz” diye yazdı. Kara devamında da şunları kaydetti: “Temmuz rekoru yüzde 6,2 ile 1997’de görünüyor. Rahat geçilir diye tahmin ediyorum.”
Kara Twitter’daki bir diğer paylaşımında da şunları kaydetti: “Akaryakıt zamları Temmuz ve Ağustos’ta TÜFE enflasyonunu toplamda 2 puan civarında artıracak. Dolaylı yansımalarla birlikte yıl sonuna kadar birikimli etki 5 puana ulaşabilir.”
Benzine yetmez / kesmez / kafi gelmez o doğalgaz için de bir ayarlama var edilir. Onca badirenin ortasında sıradan insana reva görülen muamelenin içler acısı hali konuşulmasın istenir. En ufak bir itiraza yer yoktur, bırakılmaz. Devlet aklının var ettiği birbirinden hep ırak ücret artışlarının akabinde çıkagelen zamlarla doğal gelirin tuzla buz edilmesi anlıktır artık. Ücretere iyileştirme, güncelleme yapılıp, daha ismen zikredildiği andan başlayarak o zam furyası müşterek bir kırım halini günceller. Çürüme kesintisizdir. Hayatın anlamı yerle bir edilirken, dönüştürülen eşik, varılmak istenen ülkenin sessizce kırımlara rehineliği okunan selalardaki gibi sessizce yok edişi var etmektedir. Bir ülkenin istikameti diye çıkagelen döngünün birkaç rakamı silerek / ufak göstererek / eksilterek değil tam / en kestirmeden enflasyonu yok sayarak, hayat pahalılığını hep mihraklara, dış güçlere ihale ederek ama içten içe bir semirmeyi, söğüşlenecek, yağmalanacak bir kaynak daha var ederek söz konusu edilir. Bu hallerin her neresi yeni ülkedir, nesi yenidir, sahiden allasen!
Çok küçük puntolarla var edilen bir söğüşleme haberinden yola çıkarak ol yeni denilenin her nasıl dününden beter bir istikameti kendisine rehber ettiğini gördüğümüzde zaten tüm o çürümenin de hayatı nasıl kemire kemire, iliğine kemiğine kadar soyup soğana çevirip durduğunu anlaşılır. Ajansa düşen bir haberden aktaralım: “Mayıs ayında düzenlenen Yatırım Teşvik Belgeleri listesi yayımlandı. Bir ayda kamu bütçesi ve kaynaklarından patronlara 84 milyar lira aktarıldı. Listedeki şirketler: Limak, Okyanus Eğitim Kurumları, Dapek Liman Hizmetleri, Optimal Turizm Anonim Şirketi, STM Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret Anonim Şirketi, Net Bor Plastik Boru İnşaat Nakliye Madencilik Laboratuvar Hizmetleri Anonim Şirketi” Görüldüğü kadarıyla değil tam da bilinmesi istendiği haliyle duraksamadan bir varsıl kollama söz konusudur. Vergi dilimlerinden yıkıcı bir halde tüm o sıradan insanların üç kuruşluk getiri / aylıklarına saldıran devletin yatırım teşviklerinin, vergi düzenlemelerinin, iltimaslarnın, aflarının bir duru bucağı yoktur. El birliğiyle o sulta devam edebilsin denilerek var edilmiş her hamle biraz daha keskin / kesin bir yıkımın ve bariz bir çürümenin yolunu açar. Budur artık ülke, bundan mürekkeptir. Bütünüyle eksiği gediği olmayan bir soygun düzeninin hamisidir ol devletli ve onun yeni ülkesi, budur işte halimizin perişanlığına bir sebep.
Hayat biçimi ve kapsamıyla ve tüm tanımlamalarıyla, bir çürüme istemine rehin aralıksız artık. Müştereklerin yerle bir olunabildiği bir zeminde akçeli işlerle, 20 Temmuz öncesini yoklayan sermayesiyle, her günü bir başka sınava dönüştürülen ülke pratikleriyle belirgin bir çürüme istemi var edilir. Dur durak bilmeyen ekonomik çökertme hallerinden, alenen burundan getirilen “iyileştirme nam düzenlemenin daha ele geçmeden sıfırlanmasından, hiç kesintisiz vergilendirme halini gasp etme boyutuna taşınmasından sosyal politik tavrın doğrudan akp ve beraberindekileri kapsayan gerisini sille tokat saf dışına öteleyen hallerin yekununda zaten o çürüme işlevselleştirilir. Bunca doğrudan, bu kadar kesintisiz bir halde her gün hemen her fırsatta var edilenlerle birlikte o cürüm eksen ülkenin hakikat kılınması var edilir, kanıtlanır. Ekranlardan masallar zikredilirken çürüten ülkenin gerçeği hayatlarımızın tam da ortasındadır. Haraç mezat satışa konulan müşterekler, kamuya ait ola gelenin hepten gözden çıkartılması, adaletsizlik ve bitimsiz yolsuzluk halleri gibi nice nüveyle birlikte bir fasit döngü var edilir. Bu kadarıyla bir ülkenin yaşamsallık ile olan tüm bağları kuşatılır, anbean. Var edilen fasit döngü bir yarayı var eder. 20 Temmuz günü piyasalarda var edilebilecek en ufak bir gümbürtünün bedelini yeniden üç kuruşa talim ede duran sıradan insanların ödeyeceğini bilmek için alim olmaya hacet yoktur. Belirgin bir fasit döngü içerisinde yaşamın her anlamda yaşama erdem / tahayyülünün hiçleştirilip, eksiltilmesine dair bir güzergah karşımızda bina edilmektedir. Bunca yoksunluğun üstünden nasıl gelinecektir, mesel ediyor musunuz? Sesinizi, itirazınızı kendinize sadece kendinize dahi duyurabiliyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI - İstan’2023
Görsel: Emre ÇAKMAK – Street Photographers
#meram#arzihal#türkiye gerçekliği#ekonomi#çökertme#siyasa#serbest piyasa#neoliberalizm#türkiye nereye!#söz hakkı#yıldırı#tahakküm#tehdit#yok etme#karanlık günce#karanlık çağ#çürüme#çürük#kokuşma#hayat nereye?#demokrasi101#türkiye101#geleceksizlik#mesele#yaşamak meselesi#kesik#yara
0 notes
Text
Nasıl bir gecenin ortasında olduğumu bilmediğim gibi, bazı hissiyatlara da kendimi çok yabancı hissediyorum ya da yabancı olmak istiyorum içten içe. Biliyorum çünkü ya burnumu sızlatacak, ya o damlalar akacak gözlerimden ya da kalbim biraz daha kırılacak. Biliyorum ama bilmemezlikten gelmek istiyorum. Bazen ben de kaçıyorum evet. Bazı hisleri taşımak ağır geliyor çünkü bazı gecelerde. Bugün bu duvara çok daha güzel hislerle yazmak isterdim. Ama bazı gecelerde inanın mümkün değil. Bu gece inanın o gece değil. Yeni bir hayatın var. Yeni bir hayatim var. Seni özledim mi inan bilmiyorum ama özlemedimde diyemem artık soy adınla sana hitap edemiyor oluşum sana adınla sesleniyor oluşum gibi artık sana soy adınla hitap edemiyecek olmam kadar imkansız bazı şeyler. Anlar her yer anlarla dolu bir kelime bir laf bir yol bir kıyafet bir şarkı bir dizi 4 yılın bedelini anlar ile ödüyorum. Sen artık canımı yakmıyorsun seninle olan anılar yakıyor canımı. Seninle olan hayallerin yıkılışı yakıyor canımı. Kızgınım sana hayal kurmam için beni zorladin gülmem için dışarı çıkmam için duvarlarimi yıktığın için. Kimse anlamıyor biliyormusun düşünüyorum da ben de anlamazdım aslında böyle bir ilişkiyi seni hep savundum o öyle birj değil dedim değildin çünkü sonra değiştin başta kabullenemedim. Sonra sonra ne oldu biliyormusun ben artık seni kendime bile savunamadim. Kimse anlamıyor beni inan sevmiyorum seni inan olmaz zaten bizden sende biliyorsun senden başka kimsede anliyamaz beni bu demek istediğimin ne olduğunu biliyorsun. En çok da artık benim için güzel bir an olmayişin beni yakıyor.
~Balın
1 note
·
View note
Photo
Bu dünyada kim neye kıymet verirse, kıymet verdiği nesne kadar kıymetlidir. Dünya malına kıymet veren, olduğu yerde kalır. Maneviyata, Allaha, âlime kıymet veren, asırlar geçse yine hatırlanır. Dedikodu Yapmak, Laf Taşımak Günâh Değil Midir? Cuma geceniz ve gününüz mübarek ve başkaları için iyilik yapmaya nasip olsun dualarınız bizi çok çok sevindirir . (Milliyetçi Çalışanlar Derneği Edirne İl Başkanlığı) https://www.instagram.com/p/CmN7WNSKV1FbqPhnk7iFTvQk1VV2RGi28COPxM0/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Evlenirken beklentileriniz neydi?
Ailenizden kurtulmak, anne olma arzusu, yakışıklı bir eş hayali… Yada Leyla ve Mecnun’un aşkı gibi bir aşk mı beklemiştiniz? Zaten evliliği anlatan bir dolu afâki hikaye sizin beklentilerinizi yükseltmişti değil mi?
Evlilik ömür boyu aşk mıydı?
Hep göz göze diz dize geçirilen bir ömür müydü?
Yoksa
meşhur “Tuzlu Kahve” hikayesinde anlatıldığı gibi, karısının tuzlu kahvesini ömür boyu severek içen bir eş mi hayal etmiştiniz?
Evliliğin biraz katlanmak ve taşımak olduğunu belkide hiç düşünmemiştiniz…
Rabbimiz Kur’an’da kadınlar ve erkeklerin birbirine örtü olduğunu buyuruyor.
Bunun anlamına kafa yordunuz mu daha önce? Hani sadece özel konularda mı erkek ve kadın birbirine örtüdür?
Sanki Rabbimiz bizlere:
“Siz kulsunuz, erkek veya kadın ama aciz ve eksiksiniz. Hatasız olamazsınız, mükemmel değilsiniz. Birbirinizin hatalarını örtün, birbirinizi tamamlayın” dermiş gibi geliyor bana.
Bunu içselleştirdiğimiz zaman beklentilerimizi en aza indirmeyi,
kendimizi tam görmemeyi ve karşımızdakini eksikleriyle sevmeyi öğreneceğiz belki.
İnsan mükemmele yani cennete odaklı…
Bu yüzden sancılarımız,
şikayetlerimiz,
elimizde olanla yetinemeyişimiz bu yüzden. Sanıyoruz ki,
herkes bizden daha iyi,
bizden daha mutlu.
Çoğunun sıkıntısı yok sanıyoruz…
Söyleyin bana;
Siz gerçekten sıkıntısız,
sorunsuz bir evlilik gördünüz mü? İnanın ben görmedim.
Çünkü burası imtihan dünyası.
Bir şekilde sınanıyoruz hepimiz.
El ele tutuşan her çiftin mükemmel bir evliliği var zannetmeyin.
Eşine toplum içinde “canım cicim” diyen, araba kapısını eşine açan, ağzı bol laf yapan her erkeği beyefendi ve iyi bir ev erkeği sanmayın.
Her doğum gününde,
evlilik yıl dönümünde elinde çiçekle eve giden adam gerçekten adam gibi bir adam mıdır acaba? Yada bu, adam olabilmenin şartlarından mıdır?
Çok farklı insanları tanıdığım ve pek çok hayat hikayesine direkt veya dolaylı yollarla şahit olduğum için kendimi çok kısmetli buluyorum
buna rağmen evlilik güzel şey…
Kimse mükemmel değil,
hiç bir evlilik kusursuz değil ama evlilik güzel şey doğrusu.
Elbet inişler çıkışlar olacak,
bağırmalar,
küsmeler,
kırılmalar olacak.
Aynı noktada buluşamadığımız,
bir karara varamadığımız zamanlarımız olacak. Fakat yine tüm güzellikleri, sıkıntıları beraber yaşamanın, aynı evi paylaşmanın hazzına varacağız.
Bir olmak,
beraber olmak,
eşi benzeri olmayan bir mutluluktur…
Acele etmeyin ne olur…
Evliliğin ilk yılları hep sancılı geçer ama bunların çoğu zamanla azalır. “Olmaz, yürümez” dediğiniz bir bakarsınız oluvermiş. Her insanın farklı bir karakteri var.
Eşinizin beğenmediğiniz yönleri olsa da , beğendiğiniz tarafları da vardır kesin.
Ve evliliğinizde ne kadar sorun varsa, bilin ki; sizden daha beterleri,
sizin hayatınıza özenen birileri de var… Konuşmak kadar bazen susmak da gerekir. Egoları bırakıp alttan almak, onurunuzu zedelemeden fedakarlıklar yapmak çoğu kez evlilikleri kurtaran faktörlerdendir.
Evlilikler gereksiz yere yıpratılıyor…
En güzel yıllarını,
borç harçla geçiriyor çoğu çift
Gösterişsiz bir yemekle, asgari masrafla bir düğün yapılabilecekken,
kız tarafı istiyor da istiyor… Yok şu model gelinlik,
şu kadar altın,
son model ve eksiksiz eşyalar,
falanca yerde balayı dayatmaları.
Dünya görüşü ne olursa olsun fark etmiyor artık.
Hemen herkes aynı şeyleri istiyor.
Aleme caka satacağım, üç beş günlük keyif yapacağım diye tonla borcun altına giriliyor. Kız anneleri yangından mal kaçırırmış gibi, ne koparırsan kârdır gibi bir
yaklaşım içine giriyor. Sonra eşlerin birbirine alışma safhaları borç yüzünden,
tatsız düğün hatıraları yüzünden zehir oluyor. Hatta sırf bu yüzden evlilikler boşanmaya kadar gidebiliyor.
Allah’ın rızasını gözeterek attığınız her adımda ALLAH size yardım edecektir.
O’na güvenirseniz kopmayan sağlam bir kulpa yapıştınız demektir.
Böylece aşılmaz sandıklarınız aşılır.
Nice yokuşlar düzlüğe döner biiznillah
Ve her şeye rağmen evlilik,
evsizlikten iyidir diyorum..... Emin olun kimse tam değil,
insanların açamadıkları ne sırları, anlatamadıkları ne dertleri var kimbilir.
Kimi eşinin çok konuşmasından,
kimi çok sessiz oluşundan,
kimi asabiyetinden,
kimi titizliğinden şikayetçi.
Kimi “aileme değer vermiyor”, kimi “beni anlamıyor”, diyor…
Allah kadını ve erkeği farklı yaratmış.
Siz karşınızdakinin sizin gibi düşünmesini, her olaya sizin pencerenizden bakmasını, tepkilerinin sizin ki gibi olmasını beklerseniz, hatayı baştan yapmış olursunuz.
Erkek ve kadının hayat yarışında farklı kulvarlarda koştuğunu ve
pek çok konuda farklı olduğunu idrak etmemiz şart.
Kocanız sizi ölümüne sevsin mi istiyorsunuz?
Ya da sizin için ölmeyi bile göze alır diye mi düşünüyorsunuz?
Evlilik bir peri masalı değil,
ömür boyu süren bir aşk hikayesi değil, dizilerdeki,
romanlardaki,
rüyalardaki gibi değil evlilik…
Kimse eşi için çöllere düşmüyor.
Kimse “aşkım” diye dağları delmiyor.
Ve hiç kimse eşini nefsinden daha fazla sevmiyor…
Yeni evli veya evlenecek olanlarımız lütfen evliliği sadece bir aşk yuvası sanmayalım.
Evlilik biraz da kabullenmektir aslında. 1.5 yıllık evli bir tanıdığım
” İstediğim böyle bir evlilik değildi” demişti. İstediği gibi bir evlilik zaten yoktu ama o bunu fark etmiyordu.
Boşanınca daha mutlu bir evliliği olacağını, süper birini bulacağını sananlar ne kadar yanılıyorlar.
Her şeye rağmen evlilik güzel şey ....
Sevdiklerinizle birlikte harika güzel sohbetler diliyorum...🌺
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
82 notes
·
View notes
Note
tesettür hakkında ne düşünüyorsunuz gerekli mi vs.
Tesettür hakkında çok şey düşünüyorum. Elbette gerekli , farz. Ama örtünme süreci,zaman insan kendi belirleyemiyor bence. Zamanı geldiğinde zaten yüreğinde kocaman bir his oluşuyor. Tabi en başta İslam'ı tanımak, bilmek gerek. En önemlisi tesettür'ü taşımak. Eğer tesettürü gereğiyle taşıyamıyorsan örtünmenin hiçbir manası yok. Şu zamanda o kadar anlamsız ki. Mesela boyun kapatılması gerekiyor,kol bileğe kadar görünmemesi gerekiyor ama maalesef hemcinslerim saçları dahi görünüyor. Özellikle tavır en ama en önemlisi. Resmen herkesin elinde sigara veya cıvık cıvık hareketler. E böyle örtüneceğine açık kal daha hayırlı. Mesela kaç tane açık tanıyorum tesettürlülerden daha tesettürlü. İnsan en başta kendine bakmalı,derler. Beni göze alırsak , evet ben İslam'ı tam anlamı ile yaşayamıyorum ama tesettürümü taşımak için çok çaba gösteriyorum. Ahlakıma, tesettürüme laf söyletmemek için, en başta Allah rızası için çok uğraşıyorum.
0 notes
Text
Anladığım kadarıyla bu rezalet dolu, ezilmiş, aşağılanmış, küçük görülmüş, sürekli borçlanmış, bol serumlu, altına kaçırmalı, yerlerde sürünmeli, şanssız, dipsiz ve kuyusuz hayatın faturasını geberip gidilen o son güne kadar omuzlarda taşımak yetmediği gibi; bunun tahliyesini, öfkesini, çıktısını hakkını vere vere, artı bedeller ödemek zorunda kalmaksızın haykıramıyor olmakla mükellefiz. Gıkımız çıkmıyor, garip. Bunu bir şair Taha söylemeli;
“Kesik bir uzvuz ama gıkımız çıkmıyor garip / yani hala bir meyveye laf yetiştirmekle meşgulüz / ellerimiz çok eski kullanışlı görünmüyorlar.”
8 notes
·
View notes
Text
Seni Sevmekten Hiç Vazgeçmedim!
Kırgınlıklarım yok mu? Hem de öyle çok ki! Bir yanım alev alev yanıyor öfkeden, hatta nefret ediyorum senden. Sonra anlıyorum ki, aşk ve nefret kardeşler. Birbirlerini besliyorlar ıssız gecelerde. Kim yoksa yerinde, öteki dolduruyor boşluğu yürekte.
Seni sevmekten hiç vazgeçmedim. Kimseye söylemedim belki ama için için kavruldum ayazlarda. Suskunluğumun sebebi ise utancımdır. Dostlarıma anlatamadıysam hala kalbimin adınla çarptığını, senin yüzünden. Kendimi seni severken yakaladığım anlar oldu. Bunca zamana ve yaşananlara rağmen sevmekte direnen gönlüme, çıkarıp iki kurşun sıkmak istedim. Sonra aklımla kavga etti ruhum, bir zamanlar sevmeye layık bulduğun birini, şimdi böylesine inkar etmeyi kendime yediremedim.
Sevda benim, kime ne? Üstelik yanımda da durman gerekmiyor, yüreğimin sana çarpması için. Yoksunluğun elbette doldurulamayacak boşluklar bırakıyor hayatımda, ama aşkın hepsi senden ibaret değil. Sana olan sevgiyi yüreğimde taşıyıp, koruyabilmek cesaretine sahibim. Sen olsan da olur, olmasan da!
Kimsesiz gecelerin ağırlığına ekleniyor uykusuzluk. Bazen zor oluyor şu laf dinlemez kalbi sakinleştirmek. Ondan başka sıkıntım yok. Nasılsa her sabah doğan güneş gibi, kendime doğmayı becerebiliyorum.
Güçlü kadınların kimseye ihtiyacı olmadığı yanılgısını silip atmak istiyorum gözlerinden. Herkesin sevgi dolu bir sarılmaya ihtiyacı var. Evdeki tüm elektrik işlerini yapıyor, para kazanıp ayakları üstünde duruyor olabilmem, yalnız uyanmak istediğim anlamına gelmez ki! Fakat sen daha güçsüz bir kadın istiyorsun, biliyorum. Sana ihtiyaç duyan, altında ezilmediğin, hatta biraz üstünlük sağladığın bir kadınla mutlu oluyorsun. Beni taşımak zor geliyor, farkındayım. Haklısın belki de, ben de erkek olsam senin gibi hisseder miydim diye düşünüyorum zaman zaman. İstemezdim! Birine “kadınım” diyeceksem, onun duruşuna da hayran olurdum. Şimdi, bir adama dediğim gibi…
Her şeye rağmen, ben seni sevmekten hiç vazgeçmedim. Burnumun direği sızlıyor bazen hasretinden ama atlatıyorum. Hangi yara kabuk bağlamadan iyileşebilir ki? Sevmenin gerçekliği içinde duruyor anlamak, ben seni anladığım kadar seviyorum. Daha önemlisi, mutlu olduğunu bildiğim zaman daha çok büyüyor içimde aşkın. Ne zaman kendini yalnız hissedersen sevgili, kaldır kafanı gökyüzüne bak ve düşün. Bir yerde bir kadın, hala seni sevmekten vazgeçmedi….
2 notes
·
View notes
Text
HATAY ENGİN EVDEN EVE NAKLİYAT 05370510047
İnsan oğlununişler çoğu zaman sıkıcıdır. Bu, öteki şeylerin yanı sıra, endişelerin merkezinde olması ihtiyaç duyulan muhtelif yasal prosedürlerle ilgilidir. Bunlar bununla birlikte reel hareketi, kısaca mobilyaların taşınmasını, eşyaların kutulara paketlenmesini vb. İçerir. Bir adres değişikliğini planlamak, her şeyden önce, bilhassa vakit kısaysa ve bütçe sınırı olan olduğunda, iyi bir organizasyon ve hazırlık gerektirir. Hatay Evden Eve Nakliyat - Engin Nakliyat Hatay evden eve nakliyat Engin nakliyat, Adından da anlaşılacağı gibi, bu, optimum konfor için bir çok hizmeti birleştiren bir pakettir. Konfor paketinin bir parçası olarak sunulan bütün hizmetlere ayrıca kutulara konulabilecek bütün eşyaların paketlenmesi ve paketten çıkarılması nakliyeciler tarafınca yapılacaktır. Farklı paketler tarafınca tanımlanan hizmetler size uymuyorsa yada ek hizmetlerle ilgilenmemizi istiyorsanız, Antakya Evden Eve Nakliye size hususi teklifler sunar. Bu nedenle bizlerden tesislerinizin taşınması, mobilya asansörü montajı vb. Hizmetleri istek edebilirsiniz. Kaliteye Bağlılık Hatay/Antakya Evden eve Nakliyat müşterilerine kaliteli hizmetler sunmayı taahhüt etmektedir. Bu nedenle, bütün takım başka yerlerde, sloganımız doğrultusunda nakliyat konusunda bir sevinç oranının sürdürülmesini sağlamak için nitelik tüzüğü çerçevesinde tanımlanan koşullara hürmet duyarak her harekette harekete geçirilir: " güvenle hareket etmek”. Evden Eve Nakliyat Evde Eve Nakliyat ile taşınmak için kaliteli ve profesyonel bir firmadır. Reyhanlı Evde Eve Nakliyat ile kendinizi bunalmış hissetmekten kaçınmak için bu devre idealdir. Aslında, bir hareket hazırlamak, hiç bir şeyi unutmadan bir kamyona her şeyi sığdırabilmek için oldukça fazla organizasyon ve dirsek gresi gerektirir. Çeşitli yönetimsel prosedürlere ayrıca giderek daha kompleks hale geliyor. Başka bir konaklama yeri bulmanız gerekirse görevler oldukça daha zor olacaktır. Bununla beraber, planlanan taşınma gününden üç ay önce, talebi posta yöntemiyle yada çevrimiçi göndererek Evde Eve Nakliyat sözleşmenizi yapabilirsiniz. Bu noktada, hiç bir şeyi bir kenara atmak laf mevzusu değil. Bunlar üstlendiğimiz yönetimsel prosedürlerdir. Adres değişikliğinizi amme hizmetlerine bildirin. Evden Eve Nakliyat - Engin Nakliyat Bağlı olduğunuz banka, sigorta, ortak ve öteki kurumlar da projenizden haberdar edilmelidir. Gaz, elektrik, su, kutu, TV, web vb. Başta olmak suretiyle muhtelif aboneliklerinizi taşımak için de ülkü dönemdir. Artık bütün yönetimsel soruları çözdüğünüze göre, artık Engin Evde Eve Nakliyat ile taşınmanın bir sonraki adımına başlayabilirsiniz. Evden eve Nakliyat kuruluşundan bu yana ölçülü bir halde gelişmiştir. Şirket, her bir müşterisine sunmuş olduğu hizmet standardını test etmeye devam edebilmesini sağlamak için her sene büyümesini sınırlamıştır. Bugün samandağ evden eve nakliyatzanaatkar etiketini taşıyan şirket haline geldi. Yol çalışmaları, trafik sıkışıklığı, zor yada imkânsız erişim ve köylerin kendine has yapısı, departman yollarını günlük olarak gezerek süratli bir halde keşfedebileceğimiz ve hareketinizi tahmin edebileceğimiz bütün engellerdir. ��ehirler Arası Nakliyat Şehirler Arası Nakliyat hizmetleri önder nakliyat firması tarafından profesyonel bir şekilde yapılmaktadır. Şehirler arası evden eve nakliyat alanında profesyonel bir şirket arıyorsanız önder nakliyat sizler için doğru tercihtir. Şirketini artan kırılma riski, kontak zorlukları (bilhassa yöneticiyi bulmak için ödenti durumunda), fiyatlar dahil Aracı kurumdan bir komisyon ... Bunlardan kaçınmak için,EnginEvden eve Nakliyat hiç bir halde taşeronluk yapmaz ve bu yüzden taşınmanız için tek bağlantı noktanız olarak kalır. Şehirler Arası Nakliyat, Eşyalarını saklamak isteyenler için mobilya kaynağı ülkü çözümdür. Mobilyalarınızın durumunun en iyi halde korunmasını ve daha düşük bir depolama fiyatı sağlamak için mobilyalarınızı öteki gizleme yöntemleriyle benzersiz koşullarda saklıyoruz. Şehirler Arası Nakliye hizmeti almak için sadece önder nakliyat ile iletişime geçmeniz yeterlidir. Konteynırlaştırmayı kendiniz yapmak
#enginnakliyat#hatayenginnakliyat#antakyaenginnakliyat#Reyhanlıenginnakliyat#Samandağenginnakliyat#Hatayevdenevenakliyat#Antakyaevdenevenakliyat#Samandağevdenevenakliyat
2 notes
·
View notes
Text
Yine aynı bunaltılar, yine aynı sıkılmalar.
İnsan istiyor ki bari can sıkıntılarım monoton olmasın. Yok yani, o bile olmuyor.
Ben artık derdimi, sebeplerimi anlatmaya çalışmaktan vazgeçtim, susup yutuyorum. Çünkü kendimi bildim bileli özellikle büyüklerim bana ya "şu yapılacak" veya "şunu niye böyle yapıyorsun" demekten başka bir şey demedi. Sebep olarak sunduğum şeyler de sebepten bile sayılmadı. Şimdi küçükler de başladı. Ben size neyi niye anlatayım. Ben çekip gitmeyi 4 gözle bekliyorum, o zaman mı anlamaya kalkacaksınız acaba beni merak da etmiyor değilim ha.
Neyse ki, garip bir şekilde babam son yıllarda daha farklı bu konuda. İyi yönde farklı. O biraz mutlu ediyor beni. Yalnız kalmasını hiç istemiyordum köye gelirken. Miyav var iyi ki, onunla yatıp kalkıyorlar resmen, çok iyi arkadaş oldu babama.
İçten içe katlanmamın tek sebebi ailem sanırım. Daha doğrusu annem ve babam. İpin ucundan çok çevirdim kendimi. Genelde gülüp geçiyorum o anlara ama şu an değil. Böyle zamanlarda değil. O kadar üzülüp acıyorum ki kendime. Bazen kendime dışarıdan baktığımı hayal ederken özellikle. Sarılmak ya da başımı okşamak istiyorum. 26 yaşında hâlâ büyüyememiş, bu kadar kırılgan şeyleri üzerimde taşımak zorunda olmama, bunların bir yara gibi kalmış olmasına çok sinirleniyorum. Bunlara sebep olanlara, kişilere. Neyse ki sinirimi karşı tarafa hasar vermek için kullanmayı sevmiyorum. Umursamamak gibi bir şey yapıyorum, tam da öyle değil yani.
Gamsız, dertsiz biliniyorum sanırım. Öyle dillendiriyorlar sık sık beni, aile sülale neyse. Ben saçlarımı kurutup tararken topladığım beyaz saç tellerine bakarken bunu düşünüyorum. Sık saçın güzelliği, insanlar cidden gamsız sanıyorlar. Ama adım adım, özellikle önlerden eksilmeleri bir tek ben farkediyorum. Aynaya baktığımda cidden bu kim diye soruyorum kendime. Önceden gözlerimin içine gülerdi, kendim bile görebiliyordum bunu. Ve o gülümseme oldukça kendimi seviyordum. Şu an sinir bozucu, kaşı gözü yamuk, saçları birbirine girmiş bir hıyar görüyorum her aynaya baktığımda.
İçimde biriken nefret aynada Instagram filtresi olarak varoluyor sanki. Bu işin sonu kendimden nefret etmeye gider belki.
Kendimden nefret ettiğim her an, aklıma 1984'te ana karakterin hikayenin bir noktasındaki tasvir edilişi geliyor. Dişleri dökülmüş, kaburgaları çıkmış, saçları iyice boku yemiş halde. Bir dönem dorian'ın portresi gibi de düşünüyordum. Ama o dönemki kendime nefretimle şu ankinin içerikleri sebepleri bambaşka.
1984 içerisinde bu tasvir sonrası gelen kabulleniş, boyun eğiş benim canımı sıkıyor. Geçen gün, ufak bir an, ama ufacık bir an kpss mi kassam diye düşündüm. Sonraki günlerde kendime nasıl sövdüm, beni tanıyanlar tahmin edebilir. Şu an aklıma gelince de sinirlendim tekrar. Salak.
1-2 günlük internetsizlik ve diyalogsuzluk sonucu bunlar. Bu yazıya dair başka hiçbir yorum yapmıyorum.
Şimdi bir sigara içerim, yatağa girip bir şarkı seçerim kendime. Ha bu arada, telefonun ağzına sıçmışım iyice. Arka kapağı tekrar açtım bugün, batarya şişmiş. camın altında (neyse ki) çatlama var, 3 ayrı parça var. Ekran kısmına denk gelmiyor, bu sayede bantlayıp hallettim şimdilik.
Şarkı, biraz sosyal medya. Sonra yatış. Yarın yine fındık toplanacak biraz, bir iki laf duyarım gibi geliyor yine.
Öptüm, isteyenleri.
4 notes
·
View notes
Text
Birilerinin Mektubu
Gökyüzüne bakmayı kestim, maviyi de eskisi gibi sevmiyorum. Seni de eskisi gibi özlemiyorum.
Diyerek başladı mektubuna. Sevgi sözcüklerine ya da yazım kurallarını hiç umursamadı. Tek istediği içindeki zehri dökebilmekti. Belki de birilerinin kalbini kırmaya ihtiyacı vardı? Belki de onu boğan bu güğümlerden kurtulmaktı amacı? Bilmiyordu. Gerçi hiçbir amaç güderek başlamamıştı yazmaya. Kalemi birden hareket etmeye başlamıştı o kadar.
Ama galiba o zehrini akıtacaktı. Çünkü artık içindekileri taşımak istemiyordu. Yükünü birazcık da olsa bir başkasına -suçlu olan birine- yüklemekte sakınca da görmüyordu.
Devam etti kelimelerle zehrini akıtmaya; çok canımı yaktın. Bunları laf olsun diye,yalandan söylemiyorum. Bazen bana acımadığını hatta beni önemsemediğini,sevmediğini bile düşündüm. Senin için ne kadar uğraştım bir görsen... Sen her defasında beni göz ardı edip benden nefret etmeyi seçtin. Söylesene tüm acılarını günah çırar gibi benden çıkarmak mı istedin?
Devam edemedi. Boğazındaki güğümler gözlerinde dolup taşmıştı. Bunların kağıda damlamaması gerekiyordu. Onun, aslında bu mektubu yazarken ne kadar duygusuz bir ifadeye büründüğüne inanmasını istiyordu. Birkaç dakika kağıttan uzaklaştı. Belki birkaç saat bile olabilir bu süre çünkü ne zamandır dalgın olduğunu bilmiyordu ve saate bakma gereği de hissetmemişti.
Devam etmek istedi. Bu mektubu bugün yazıp göndermeliydi. Daha fazla ertelemenin yolu yoktu; kaçamazdı artık. Kalemi eline aldı ve naif ruhundan çıkan acımsız kelimelere devam etmeye başladı.
İspanya da insanlar günahlarını tavuklara indirgeyip duvarlara acımasızca vurarlarmış. Oysaki işlenen hiçbir günah o zavallıcıkların suçu değildi. İnsanlar kendilerini duvarlara çarpmak yerine ne diye bir başka cana kıyarlar ki? Bu sorunun seni ürperttiğine eminim. Çünkü sen aynı işlemi benim üzerimde uyguladın. Kendine kıyamadıkça beni duvara vurdun. Her günahını bana yükledin. Sanki onları ben işlemişim gibi... Sana güllerle yaklaştım ben! Amacı neydi o taşların ,duvarların?! Sevgiye açım dedin! Beni sömürecek kadar mı açtın?!
Derler ya tarih tekerrürden oluşur diye. Acımasız tarihinin kurbanı mıydım ben? Atalarını mı örnek aldın sen? Bunun yanlış olduğunu bile bile...
Birkaç nefeslik ara verdi kendine. Ne diye canı yanıyordu? Bu kadar mı değeri eksilmişti kendinde. Yoksa zehirini akıtmak isterken -yine- kendisi mi yudumlayıvermişti bir damlacık, zehrinden?
Ne kadar canımı yaktığına bir bak! Beni umursamamana karşılık benim bütün sevgim. Adil mi bu? İnsani bir cevap ver. Bir kerecik olsun kendini düşünmeden hem de.
Devam edemeyeceğini anladığı an kalemi bıraktı. Odasında birazcık gezindi. Sonra odasının camını açtı ve kapkara gökyüzüne baktı biraz. Tazecik havanin kokusunu çekti içine. Geceleri sokaklar yalnızken ne hoş bir hava oluşuyordu birden. Bir insanın hak ettiğinden daha hoş...
Yazı masasını başına geçtiğinde yazdıklarını bir daha okudu. Hiç yazmamasından iyiydi. Mektubu kısa kesmeye karar verdi. Hem acısı da dinmişti. Şimdilik bu kadarı yeterliydi. O'nu düşündüğünden değildi ama kendisinin bundan fazlasını kaldıramayacağı kesindi. Birkaç kelimecik daha sonra hemencecik yatacak sabahta mektubunu gönderecekti. Adresini yazmayacaktı; geri cevap almak istemiyordu. Sinirlerini hoplatacak bir kağıtla karşı karşıya kalırsa ne yapabileceğini kestiremiyordu da.
Bencilsin hem de çok bencilsin. Hoşuna gitmeyen biri ya da bir davranış, o şeyden veya kişiden vazgeçmene yetecek kadar yeterli bir sebep. Sana acıyorum. Seni seven insanları kırıp incitmeye bayıldığın halde başkalarını önemsediğini gösterecek kadar iki yüzlüsün.
Ömrün güzel geçsin...
Birbiriyle çelişen iki cümle... Yine engel olamamıştı içindeki sevgiyi göstermeye. Yine ve yine tüm acısına rağmen sevgisiyle gölgelemişti acısını. Kendini suçlu hissediyordu. Kendisine karşı kendini suçlu hissediyordu.
Ne diye suçlu hissedecekmiş?! O böyleydi! Her şeye, herkese ve tüm nefretine rağmen içindeki bir damlacık sevgiyi bile görmezden gelemiyordu. Tanrı'ya şükretmeliydi. Gönlü yüceydi. İyi kalpliydi. Hem zehri bile kendisini korumak içindi. Az ve zararsız; ama etkili.
Zehir akan mektubunu katladı ve zarfın içine koydu. Bu zehrin panzehiri yoktu; eski panzehirde etkisini yitirmişti zaten.
Hem panzehre ihtiyaç duyacak biri değildi o, okumazdı belki de bu mektubu... Düşünmeye gerek yoktu. İlcanı içti, yatağına uzandı; vicdan muhakemesi yapmadan gözlerini kapattı, birkaç saatlik huzura bıraktı ruhunu, bedenini, zihnini...
.
Sabah olmuştu. Masasının üzerindeki kağıda bakıyordu uyandığından beri. İçinde yazanları düşünüyordu. Belki de zaman harcıyordu.
Göndermek istemiyordu da gerçi ama bu sefer bencilce davranmak zorundaydı. Kendisi için yapabileceği en dokunaklı şeyi yapıyordu.
Kalktı, uyandığından beri oturduğu yatağından. Hazırlandı ve postahaneye mektubu verdi.
Her şey kısa bir zaman diliminde duygusuzca gerçekleşmişti.
Mektubu geri almak istedi bir an. Geri dönmek istedi. Özür dilemek istedi.
Kendinden dileyemediği özürleri ondan dilemek istedi. Ama ona engel biri, bir kuvvet belki de gururu geri dönmesine izin vermedi.
Ve bu yüzden acılarına bile aşık olduğu bu aşkı ruhundan aldı ve cebine koydu. Bir süreliğine yaptığı işten memnun olup hayatını diğerleri gibi yaşayacaktı.
Ruhunu sığdıramayan bu çirkin bedende ömrünün geri kalanını diğerleri gibi tamamlayacaktı...
2 notes
·
View notes
Text
EN TEHLİKELİ İNSAN TİPİNİN 10 ÖZELLİĞİ
Az okur ama çok inanırlar.
Eşyaya, insandan daha çok önem verirler.
Yalanı çok rahat söylerler.
Çok iyliğiniz olsa bile bir hatada hepsini unuturlar.
Her şey için başkalarını suçlarlar.
Ara bozmak, laf taşımak konusunda çok beceriklidirler.
Bir dedikleri, bir dediklerini tutmaz ama "ne kadar affediciyim" diye övünürler.
Gereksiz bir kibir ve özgüvenleri vardır.
Acındırır, istediğini alır ve fırsatını bulunca yok olurlar.
Bencildirler ama farkında değillerdir.
68 notes
·
View notes
Photo
En tehlikeli insan tipinin 10 özelliği. 1. Az okur ama çok inanırlar. 2.Eşyaya insandan daha çok önem verirler. 3.Yalanı çok rahat söylerler. 4.Çok iyiliğiniz olsa bile bir hatada hepsini unuturlar. 5.Her şey için başkalarını suçlarlar. 6.Ara bozmak laf taşımak konusunda çok beceriklidirler. 7.Bir dedikleri bir dediklerini tutmaz ama ne kadar affediciyim diye övünürler. 8.Gereksiz bir kibirleri ve özgüvenleri vardır. 9.Acındırır, istediğini alır ve fırsatını bulunca yok olurlar. 10.Bencildirler ama farkında değillerdir.
58 notes
·
View notes
Text
Düğün Dernek sth
Son 25 yılın en düğünlü yazını dün itibariyle İstanbul’a dönerek sonlandırdım. Yaz boyu o düğünden bu düğüne, o şehirden bu şehire giderken helâk olma noktasına geldim. Çok şükür evime döndüğüm için şimdi hepsinden geriye güzel anılar kaldı. Anıların da anısı olsun diye kısaca özetleyecek olursak;
-Yazın ilk ve en sevgili düğünü biricik Büşracığımın düğünüydü. Düğün için doğal olarak Konya’ya gitmem gerekti. Öncesinde Ramazan için Maraş’a gitmiştim, bayramdan sonra seçmen kaydım burada olduğu için hemen İstanbul’a döndüm. Seçimin ertesi gününe de Konya yolculuğumu planlamıştım. Maalesef evin tesisatında sorun çıktığı için en az iki ay önceden hazırlığını yaptığım kınaya gidemedim. En üzücü kısmı bu olayın. İçimde kaldı öyle. Neyse ki düğüne ve hatta sınıfımızın yegane doktoru Meryem’in mezuniyetine yetişebildim. Biraz maceralı oldu ama olsun en azından gittim. Düğünün öncesinde ve sonrasında kızlarla gezdik, Konya’nın neredeyse her köşesine gittik. Yeni yemek mekanları keşfettik ki içlerinde en güzeli tiritçiydi ve tadı gerçek manada damağımda kaldı. Bol bol muhabbet ettik, her gün bir öncekinden güzel geçiyor dostlarımla hasret gideriyorum diye mutlu olurken bir yandan Konya’daki zamanım azalıyor diye üzüldüm. Her arkadaş düğününde bir kez daha hayıflandığım gibi, liseyi memleketinde okumamanın en kötü yanı bu. Arkadaşlarımı, dostlarımı çok özlüyorum. Neyse, velhasıl hiç evlenecek gibi durmayan, evlilik denince gözleri dolan sevgili dostum bir anda evlenip gitti. Hâlâ sindirebilmiş değilim. Düğünde ilkokuldaki iş eğitimi öğretmenimle karşılaşmış olmam da bu ziyaretin sürprizi oldu.
-Konya’dan döndükten iki hafta sonrası için beni bekleyen düğün kuzenimin düğünüydü. Ne annemin ne de babamın tarafından bu zamana dek hiçbir torun evlenmemişti. Sevgili kuzenim nihayet zinciri kırdı ve temmuz ayı itibariyle ilk kez kız verdik. Kınadan bir önceki akşam gece yarısı İzmir’e vardım, annemler de benden bir saat önce gelmişlerdi. Sofraya yetiştim ama baktım gece olmuş, herkesin feri sönmüş, yorgunluk basmış. E mecbur çay da içilecek. Dedim böyle olmaz, bir neşelenelim. En son sabaha karşı gülmekten yüzümüz acıyarak dağılıyorduk. İzmir’e en son amcamın düğünü için gelmiş olan ben bu sefer nerede kalacağımız konusunda sıkıntıdaydım. En küçük amcamla yaş aralığımız çok az olduğundan abim gibiydi, evlenmesini çok zor kabul etmiştim. Bu defa gidince onun evinde kaldık, o kadar rahat ettik ki iyi ki evlenmiş dedim.
Yaşı geline en yakın kuzen ben olduğum için kına sabahı kuaföre gelinle birlikte ben gittim. Hayatımın ilk gelin kuaförü tecrübesi bu oldu. Sabahın erken saatinde kalkıp kuaföre gitmek ve akşama kadar yüz kiloluk gelinliği ve kalıp gibi makyajı taşımak gerçek bir çılgınlık. Bu cesarete sahip olanları tebrik ediyorum, olacak iş değil. Sanırım böyle düşündüğüm için kuaförü de ufaktan sinir ettim. Muhtemelen yaptığı makyaj hayatında yaptığı en hafif gelin makyajı oldu. Kuaför maceramızdan sonra ben kına programını hazırlamak üzere eve ablamın yanına giderken kuzenimi de Seferihisar’a gönderdim. Eve geldikten sonra Kepsut’ tan düğün için teyzemler geldi bir telaşeyle. meğer kaza yapmışlar ve suçsuz oldukları halde muhatap oldukları kişi yabancı plaka diye üste çıkmış. Arabanın arka kapısı paramparça olmuştu. Herkes ayrı ayrı şoka girdi. Akşama kadar ablamla program için kafa patlattıktan sonra salona gittik ve devasa bir sorunla karşılaştık. Salonun sahipleri doğrudan salonun içine bakan bir yazıhanede oturuyordu, yine içeride kurulmuş portatif bir büfede başka bir beyefendi satış yapıyordu. Ben “biz bu salonda hiç erkek kalmayacak dedik, bu nasıl iş” deyince “biz burada hep kapalılara kına yapıyoruz daha bundan şikayet eden olmadı” cevabını aldım. Oradan sonra kulaklarım uğuldamaya başladı diyebilirim. Böyle bir saçmalığı daha önce görmediğim için ufaktan şoka da girmiş olabilirim. Karşımdaki beyefendi baktı benimle baş edemeyecek, durdu dedi ki “benim muhatap olabileceğim bir erkek yok mu”. İşte bu final cümlesi oldu, kan beynime sıçradı. Çünkü bu cümlenin tek bir anlamı var o da para koparmak. Nitekim öyle de oldu, ekstra para istemeye kalktı. Neyse ki beni yıldırması mümkün olmadığından dediğime geldi, büfeyi kapattırdım, yazıhane boşaltıldı, servis için de kimse girmeyecek diye ayarlama yaptım. Böyle olunca pasta servisi de bize kaldı. Her şeyi ayarladık tamam derken baktık ki kapılar camekanlı ve salon sahipleriyle gelen davetlilierin beyleri kapının önüne sandalye atıp oturmuşlar. Kapıları masa örtüleriyle kapattık mecburen ama kimseyi o kapı önünden kaldıramadık. Bir erkek neden hanımlara mahsus bir gecede salonun kapısına oturur anlamıyorum. Bunca şeyden sonra programı yapmaya pek halimin kaldığı söylenemez tabii. Üstüne ses sisteminin berbatlığı ve kimsenin çocuğuna sahip çıkmayışı eklenince gerçek bir kabusa dönüştü. Mescit bulunmayışı ise apayrı bir rezaletti. Ayağımda çivi gibi topuklular, salonda İzmir sıcağının önlenemez ağırlığı, kesintisiz çocuk sesi eşliğinde altı saat geçirdim. Kuzenim bunlar olurken henüz salona gelmediği için hiçbirinden haberi olmadı. En azından onun mutluluğu gölgelenmedi, tek tesellim bu. Kınadan sonra tabii ki dinlenme fırsatımız olmadı, eve gittiğimizde bütün akrabaları bizi bekler vaziyette bulduk. O halde çay sofralarını kurduk, her şey hazır olunca nihayet oturabildik. Sonrası kına akşamının en güzel tarafı oldu. Kuzenimin babaannesiyle kah atışıp kah gülüşerek şenlendik, akrabalarla hasret giderdik. Beyler de yukarıda kendilerince eğlendiler sanıyorum. Yine sabaha karşı yatmak üzere ayrılırken sabah gelin almaya nasıl uyanacağımı düşünüyordum.
Ertesi gün daha doğrusu birkaç saat sonra kahvaltı için uyanıp halama geçtik. Aile kahvaltılarını çok seviyorum, muhabbeti başka hiçbir şeye benzemiyor. Kahvaltıdan sonra misafir akını başladı. O andan gelinin çıkacağı ana dek hiç oturmadık desem yeridir. Yemek servisi, çay servisi derken dur durak bilmedik. Kuzenimin evden çıkma vakti yaklaştıkça eniştem yavaş yavaş huzursuzlandı. Şakaya vursa da kız verdiğini galiba tam olarak o anda idrak etti. Kardeşi kuşağını bağlarken, eniştem duvağını örterken çok hüzünlü oldu. Ben zaten arkadaşlarımın düğününde bile ağlayan bir insanım ama annemle halam daha fazla ağlamasın diye kendimi tutmam gerekti, çok fena bir sahneydi. Annem zaten bir saat falan ağladı, halam sustuktan sonra bile ağlamaya devam etti. Kapıya inip kuzenimi arabaya bindirdikten sonra dua vakti geldi, babamı ilk defa böyle dua ederken gördüm. Cümlelerin ortasında esler verdi, defalarca yutkundu, bazı cümlelerde tekrara düştü. Ağlamamak için çok çaba sarfetti yani. O esnada eniştem artık dayanma noktasını aşmıştı, erkek kardeşi gözlerini sıkıyordu, hanımlar cephesi zaten ufak göller oluşturmuştu çoktan. Dua biraz daha uzasa eve çıkmak mümkün olmayabilirdi. Kuzenimi yolcu ettikten sonra eve çıktık ama baktık kimse gitmemiş, önceki kadro aynen dönmüş eve. ben o esnada geniş aile olarak oturmayı, babamlara biraz türkü falan söyletmeyi planlıyordum. Hepsi iptal oldu. Öğlen olduğu gibi tekrar yemek ve çay verdik. Kendi memleketim ama gerçekten adetlerimiz çok ağır, bana böyle geliyorsa yabancıya nasıl geliyordur bilmiyorum. Bir de kız olmak çok zor. Herkes gitse de ailece kalsak diye beklerken akşam oldu. Yine kimse gitmedi. Baktım oluru yok, bir fırsatını bulup ablamı da aldım yukarı babamların yanına çıktım. Biraz amcalarım, eniştelerim ve kuzenlerimle oturduk da dinlenip muhabbet etmeye vaktimiz oldu. Zaten son gecemiz de o geceydi, sabah herkes hazırlandı babamlar Maraş’a döndü ben de Balıkesir’de bir gece mola verip İstanbul’a geçtim.
-İstanbul’da beni bekleyen bir makale teslimi ve üç düğün vardı. Sıcak desen ne dediğini bilmiyordu ama İzmir sıcağından sonra hiçbir sıcağa laf etmemeye karar verdiğim için gerekmedikçe evden çıkmayarak idare ettim. Bir yandan okuma atölyesi devam ettiği için haftada bir karşıya gidip geldim, Allahtan atölye verimli geçti de bu sıcakta o yolu boşa gitmemiş oldum. Cumaları da Erol Hoca’yla sicil atölyesi vardı ama maalesef hocamız rektör olduğu için atölyeye ara vermek zorunda kaldık. Yazın en en üzücü olayı bu desem yeridir.
-Bu arada geçen sürede sevgili dostum Büşra Nur evlendi. Onun kınasına da fırtına çıktığı için gidemedim. Bu yaz resmen bütün kına planlarımı hava durumu sabote etti. Aşırı üzüldüğüm anlardan biri de bu oldu. Lise sonda birlikte yurtta kaldığımız günlerden beri hayalini kurduğumuz bir şeydi bu ve ben cânımın kınasına gidemedim resmen. Allahtan düğün İstanbul’daydı da gidip dostumu görebildim. Onu gelinlikle görmek hem mutluluk verici hem de çok hüzünlüydü. Ne desem eksik kalır. Dostlarımı evlendirmenin etkisini uzun süre atlatamıyorum.
-Balıkesir dönüşümden 2,5 hafta sonra kurban bayramı geldi. Yeni araba aldığımız için annemler arabayla Konya üzerinden geldiler. Bensiz her yere uğradıkları için aklım onlarda kaldı. Bu bayram eniştemler taşındığı için daha önceki bayramların aksine (onların ev sahibiyle ortak oluyorduk) bu sefer sadece aile olarak kestik. Dolayısıyla gece yarılarına kadar işimiz bitmedi. Hem biz hem eniştemler Kepsut’ta olduğumuz için misafir yoğunluğu da iki katına çıktı. Sadece bir defa kızlar olarak akşam Balıkesir’e gezmeye gidip geldik, onun dışında evden çıkmaya vaktimiz olmadı.
-Bayram sonunda derslerimiz başladığı için herkes dinlenmeye çekilirken ben ve kardeşim İstanbul’a döndük. Haliyle biraz boynumuz büküldü. Diğer kuzenimin düğününe dek İstanbul’da geçireceğim bir haftam vardı ve tabii ki o da boş geçmedi. Babamın çok yakın bir arkadaşının kızının düğünü vardı. Aslında ben tek gidecektim düğüne ama aynı dönemde babamın yine üniversiteden çok sevdiği bir arkadaşının annesi vefat etti. İkisi bir araya gelince onlara da İstanbul yolu göründü. Düğün hepimiz için güzel geçti ama şüphesiz en çok babam için güzel geçti. Düğünün iki tarafı da bizim okuldan olunca babam hem çoktandır görmediği arkadaşları hem de hocalarıyla hasret giderdi.
-Düğünden sonra hep birlikte Balıkesir’e döndük. Ben navigasyonu kullandığım için ön koltuk bendeydi, annem yol için her hazırlığı yapmıştı bu yüzden çok keyifli bir yolculuk oldu. Önce Bursa’ya uğradık, orada Nizip’te bizim olduğumuz dönemde görev yapan ve yan dairemizde kalan arkadaşımızın evine misafir olduk, diğer arkadaşımız da gelmişti güzel bir kavuşma oldu. Bu arada Tophane’nin dar sokaklarından nasibimizi aldık, bir yerde az daha arabayla kalıyorduk. O sokaklara bir el atılması lazım. Bursa’dan Bandırma’ya yeni taşınan teyzemlere hayırlı olsuna geçtik. Her dört yılda bir onlar taşındıkça biz de yeni bir yeri görmüş oluyoruz. Nasılsa ben daha önce hiç gitmemişim Bandırma’ya, bunu gidince fark ettim. Bandırma beklediğim kadar iyi olmasa da güzel bir yer. Oraya kadar gitmişken Erdek’te oturan amcamlara da kısa bir ziyarette bulunduk. Dönerken önce yağmura yakalandık, eve vardığımızda ise fırtına çıktı. O esnada Kepsut’ta ceviz büyüklüğünde dolu yağışı varmış ama haberimiz olmadı. Birkaç saat sonra anneannemlere ulaşabildiğimizde doludan geriye enkaz halinde bahçeler kalmıştı. Evin bodrumunu da su bastığından anneannemle dedem perişandı, o halde bile anneannem iyi ki hiçbiriniz yoktunuz arabalar o doluda haşat olurdu diye seviniyordu. Annelik böyle bir şey. Ertesi gün Kepsut’a döndüğümüzde bahçeyi haşat halde bulduk. Yol boyu ağaçlar devrilmiş, tarlalar dümdüz olmuştu. Eve vardığımızda çatıdaki güneş enerjisinin bahçeye uçtuğunu, eternitlerin parçalandığını ve ağaçlardaki tüm yaprakların yerlere ve evlerin duvarlarına yapışmış halde olduğunu gördük. Kahvaltı edip hemen işe koyulduk ve akşama kadar enkazı kaldırıp evin avlusunu ve bahçesini temizlemekle uğraştık. Doğal hayat da bir yere kadar güzel, böyle durumlarda aşırı zahmetli oluyor. Ertesi sabah düğün için tekrar yola çıkacağımızdan o yorgunlukla bir de valiz hazırladık.
-İzmir yolu boyunca babamla arka koltukta bir makale üzerinde çalıştık. Sesli çalıştığımız için açık oturum gibi geçti yol. Düğün için İzmir’e vardığımızda şehir içinde felaket bir trafik karşıladı bizi. Kuzenim trafiğe takılmayalım diye otobana yönlendirdi ama orada bile akmıyordu trafik, meğer fuarda açılış varmış. Neredeyse Balıkesir-İzmir arasında geçen süre kadarını da şehir içi trafiğinde kaybettik. Böyle olunca ikindi namazları riske girdi. Etrafta bir tane bile cami yok, trafik ne dediğini bilmiyor, yola serip kılalım desek İzmir’de böyle bir hareket protesto gibi algılanır, ne yapacağımızı şaşırdık. Uygun bir yerde arabayı sağa çektik babam bir çare bulmak için indi, iki dk sonra seccadeyi alıp gelin dedi. Oradaki bir yazıhane sahibi kendi namaz tahtasını bize vermiş ve dükkanı bırakıp yan tarafa geçmiş meğer. Orada namazları kıldık, adama da bolca dua edip arabaya döndük. O esnada kuzenim yetişti ve önümüze düşüp bizi eve götürdü.
Doğruca düğün evine gittik, baklava ve börek yapımı bitmiş, sarma için bizi bekliyorlarmış. Zaten halam bir gün önce telefon edip anneme “yenge sarmaya sizi bekliyorum, sen gelmeden işler düzene girmez” demişti. O vaziyette herkesle görüştük sonra sarma sofrasını kurduk başına oturduk, o arada bize sofra hazırlandı diğer tarafa geçtik yerken biraz dinlendik. Eniştem de bizi görmek için odaya gelmişti, bana “sen sarma sarabiliyor musun” diye takıldı. Ben de “kalem erbabıyız diye beceriksiz mi sandın, aşkolsun enişte” diye mukabele ettim. Eniştem “Senin işin başka sarmayı herkes sarar” deyince halam da “olsun ikisini de bilecek” dedi. Eniştem de “çok kızsam sarmayı ben de sararım ne var, Erva işini yapacak ki memleket ilerlesin” dedi. Halam da dediki “bir kız da sar Allah için”. :D. Bu arada bir sarmadan sırtıma memleketin yükünü de yükledi sağolsun. Yemekten geceye kadar sarmaydı çaydı diye vakit geçti. Yine geç vakit amcama döndük, halam anneme ihtyiaç olduğu için onu bizimle göndermedi. Orada da biraz hasret giderelim derken vakit yine sabahı buldu. Zaten İzmir’de tam bir gece uykusu uyuduğumuz vaki mi bilmiyorum.
Ertesi gün düğün evinde annem olduğu için biz hem iş halletmek hem de amcamın çocuklarını gezdirmek için onlarla Kemeraltı’na indik. Çarşıyı aşırı karmaşık ve düzensiz buldum. Sanki ülkenin bütün köyleri yanyana dizilmiş gibi bir hal. İzmir’in şehir olmakla uzaktan yakından ilgisi yokmuş gibi geliyor bana. Çarşıda sadece bir kapalı otopark vardı galiba, onda da zor yer bulduk. Binanın eskiliği, asansör ve merdivenlerin tuhaflığı da cabası. Üstelik park ücretleri gerçekten çok yüksek. İstanbul’u beğenmeyenleri bir haftalığına İzmir’e davet ediyorum, muhtemelen şükredip dönecekler. Çarşıda işimiz btince İnciraltı’na geçtik. İzmir Özdilek beklediğimden daha genişmiş, beni şaşırttı. Haliyle orada epey vakit geçti, oradan sahile geçip günbatımını izledik ve eve döndük. Bittabii düğün evinde bekleniyorduk, ertesi gün düğün olduğundan misafir gelmişti. Yine rutin çay-sofra işleri oldu. İki arada bir derede beni aşağı daireye yani yeni gelinin evine çağırdılar. Meğer dini nikah kıyılacakmış. Evlenen kuzenim hepimizden küçük ve biz birbirimizle uğraşmayı severiz. Öyle olunca biraz gırgırlı şamatalı geçti, nikah kıyılınca da bir miktar duygulanmadık desem yalan olur. Gelinimiz sağolsun çok tatlı, çok hanım ama benden 7 yaş küçük. Öyle olunca bizi ablası bildi sağolsun. Gelinlere abla diyen tarafken ne ara gelinlerin ablası oldum bilmiyorum, so sad. Gecenin geri kalanını çok hatırlamıyorum, biraz iş biraz muhabbet derken saati iki edip dağıldık.
Düğün günü kalktık, ütüydü, hazırlanmaktı derken daha düğün evine gitmeden biraz yorulduk. Fakat asıl mesele düğün evinde hayatta kalmaktı. Evde ablam ve benden başka genç kız olmadığı için annemlerle birlikte bir saniye bile oturmadan yemek ve çay servisi yapmamız gerekti. Kaç sofra kurduk kaldırdık bilmiyorum. Ben mutfak ekibinin en küçüğü olduğumdan üst kata da servise çıkıp indim durmadan. Bizimle birlikte küçük kuzenim de iki kat arasınd in-çık yapmaktan bitap düştü. Ben zaten ferace ve şalımla bütünleşmiş vaziyetteydim. Herkesin servisi bittikten sonra iki dk oturmak için salona geldiğimde ufaklıklar etrafımı sardı, saçları yapılacakmış. Hepsine ayrı model baş yaptıktan sonra çabucak hazırlandım ve konvoy için aşağı indim. O telaşede gelinin daha inmediğini fark etmemişim ama bir daha yukarı çıkamayacak kadar yorgundum. Beklerken biraz eniştemle biraz kuzenlerimle muhabbet ettik, iyi oldu. Konvoy vakti gelince babam dedi ki arabaya yengelerin binsin bize seninle servise binelim. Ablam İzmir trafiğinde çok rahat edemiyor, yanında ben olunca daha rahat ediyor diye gönülsüzdüm ama mecbur babamın peşine düştüm. On dk kadar gitmiştik ki servis kenara çekti, bir baktık yolda kaza var arabanın içinden inen de ablam. Bir araba yolda kayıp bize vurmuş meğer. Servisten nasıl indim, ablama koşup nasıl su verdim hatırlamıyorum. Mevzu açıklığa kavuşunca mecbur servise döndük büyük halamın eşi ve kuzenlerim ablamın yanında kaldılar, evlenen kuzenim de olayı haber alıp konvoydan bir arabayı yönlendirmiş. Bize çarpan adam yabancı plakayız diye üste çıkacakken abimleri vs. görünce geri çekilip suçunu kabul etmek zorunda kalmış. Hal böyle olunca konvoyun bir kısmı düğüne de geç kalmış oldu. Ben öncen giden ekipten olduğum için aile masalarını bulmak üzere girişimde bulundum. Bir baktım hiç rezerve masa yok. Kır bahçesinin sahibinden rezerve kartı istemeye gittim ve böyle bir hizmetimiz yok cevabını aldım. İnsanımız da sağolsun hiç böyle şeyleri düşünmez, en öndeki masalar hızla doluyor, biraz daha beklersem aile olarak en arkadaki masaya falan kalacağız. Dedim bana a4 bulun o zaman. Baktım garsonlardan biri beş dk sonra elinde rezerve yazdığı a4′lerle çıkıp geldi. Giderken diğer garson ruh hastası diye söyleniyordu sjsjsj. Gelin odasına beni çağırdıklarında bu mevzuyu anlattım, kuzenim de “sen burayı İstanbul mu sandın” diye dalgasını geçti. Ne yapalım böyle böyle öğreteceğiz. Velhasıl düğün başlayana dek oradan oraya koşturdum. Düğün başlayınca ben de oturup nefes alma imkanı buldum. Düğünlerin en güzel yanı kısa kısa herkesle görüşme imkanının olması. Çoktandır görmediğimiz akrabalarımızla görüşmek, daha önce tanışmadığımız akrabalarımızla tanışmak, kendi masamızda ailece muhabbet etmek güzel oldu. Biz uzakta olduğumuzdan ancak böyle vesilelerle bir araya gelebiliyoruz, bu yüzden de ayrıca kıymetli oluyor bu ortamlar. Düğünün sonuna doğru kalabalık da hafifleyince ortam daha güzel oldu, kuzenler olarak oturduk, çoktandır görüşmediğimiz için bunu fırsat bildik, muhabbet ettik. Aile çok büyük bir nimet, bir kez daha teyit ettik. Düğünden sonra tekrar düğün evine döndük ve bir kez daha sofra kurduk. Gerçekten bu adeti bitirmemiz lazım, halam perişan oldu çünkü. Düğünü atlattım artık dinlenirim bile diyemedi kadıncağız. Yine sabaha karşı eve döndük, vakit çok daraldığı için namazı bekleyelim riske girmesin dedik ama benden başka herkes uyudu bir köşede, mecbur sabaha dek bekledim herkesi kaldırdım sonra uyudum.
Sabah ortanca amcama kahvaltıya gittik. Küçük amcam semineri olduğu için kahvaltıdan erken kalkacaktı, arkadaşım Müberra’nın onunla aynı okulda seminer alacağını da akşamdan öğrenmiştim, onunla birlikte kalktım okula gittim. Müberra’yla buluştuk, biraz özlem giderdik derken ablam büyük halamın oğlunun bizi almak için geldiğini haber verdi. Ders devam ederken vedalaşıp eve döndüm. Eve döndüm ama esasında ilk defa gittiğim bir yoldu. Amcam kaybolurum diye çok endişelenmiş ama buldum çok şükür. Gittiğimde evde kimse yoktu, meğer amcamdan çıkamamışlar. Sonra abim geldi birlikte babamları bekledik mecbur. Eve gir, hazırlan derken ikindi olacaktı neredeyse. Bizim araba kazadan dolayı serviste olduğu için abimin arabasına tüm eşyamızı toplayıp halama geçtik. Şu yaşıma geldim, halamın evine gitmeye ilk defa fırsat buldum. Çünkü İzmir’e hep kısıtlı zamanlarda geliyoruz ve düğün işleri olduğu için halam da bizim olduğumuz yerde oluyor, ona bir türlü gitme fırsatı bulamıyorduk. Daha doğrusu bu benim gittiğim zamanlar için geçerli. Öğrenci olunca ancak düğün vs. olunca gidebiliyorum, annemler daha sık gittiğinden her yere gidiyorlar :(. Ama bu sefer hem halamla eniştem, hem de kuzenlerim ayrı ayrı davet ettikleri için es geçmek olmazdı, seyahati bir gün daha uzatıp halama gitmiş olduk. Neyse, halamın evini ilk kez görmüş oldum böylece. Bu seferki İzmir ziyaretimizin en keyifli dilimlerinden biri oldu çünkü evde kendi kendimizeydik sjsjs. Misafir geldi yine ama yabancı değillerdi, kuzenlerim de bize yardım ettiler sağolsunlar, pek sıkıntı olmadı. Akşam yemekten sonra biz gezmek istediğimiz için sadece gençler olarak Seyir Tepe’ye gittik. İlk gidişimiz olduğu için bir tahminimiz yoktu ama güzelmiş. Hatta ben “İzmir’i de güzel gösteren bir yer varmış meğer” dedim. Mekanın mescidinin olması da +5 puan oldu, çünkü İzmir’de bu epeyce sorun oluyor. Manzaranın tadını çıkarıp eve döndük, biz gelene dek misafirler de gelmiş oldu. Misafirler gittikten sonra eniştem molla olan dedesinden kalan eski kitapları getirdi. Çoğu matbaa-i amire’nin ilk baskılarından olan bir sürü kıymetli eser, görünce define bulmuşa döndüm. Eniştem kendisi okuyamadığı için babam bakıp isimlerini yazarlarını tespit etsin diye çıkarmış meydana. Fakat tabii babamın yanında ben ve ilahiyatçı kuzenim de olunca hepimizin gündemi oldu kitaplar. Birlikte tespit ettik, kaydettik, üstüne konuştuk, yeni kitaplar öğrendik. Çok faydalı bir iş ortaya çıktı böylece. Muhabbet etmeye devam edebilelim diye bir gece kahvesi harekatı yaptık ama o da bizi bir saat daha idare etti, baktık olmuyor gece ikide odalarımıza dağıldık. Düğünden sonra o kadar ayakta kalmamız bile mucize sayılırdı zaten.
Ertesi gün kahvaltımızı edip Balıkesir’e yola çıktık, yolda da ertesi sabah için İstanbul biletimi aldım. Dün sabah erkenden hazırlanıp yola çıktım, vakitlice yerime ulaşmayı umarken otobüs bozuldu, 1,5 saat yolda kaldım. Bütün planlarım iptal oldu, o kadar saat ayakta bekleyip üstüne yol gitmekten haşat oldum ve eve bir enkaz olarak vardım. Ama en azından eve ulaştım. Çok şükür dönecek bir evim var, bu büyük bir nimet. Böylece bu yaz tatilini 7 farklı şehir ve 9 farklı düğün ziyaretiyle noktalamış oldum. Fena halde yorgunum falat güzel anılar biriktirmiş olmanın tesellisi var üzerimde. Yeni eğitim-öğretim yılına bu yorgunlukla başlamak tüm seneyi etkileyecek muhtemelen ama ziyanı yok. Çünkü aile ve dostların gönlünü yapmanın, hatrını gözetmenin yerini hiçbir şey tutamaz. İnşallah bunu sonuna kadar okuyan olmaz, çünkü anısı kalsın diye yazayım derken çok uzattım. Size de yazıktır, atlayarak okuyun. :)
7 notes
·
View notes