#kara yan
Explore tagged Tumblr posts
Text
unang araw pa lang ng exams gusto ko nang bumitaw
15 notes
·
View notes
Note
Oh oh can i jump in here?!
Sure, here's a suggestion for a Tumblr reblog:
I can definitely relate here! As a proud Turkish series fan who also enjoys the whump genre, I've followed a range of dizis from classics like Söz and Kara Para Aşk to newer ones like Yan Oda and Gülçemal.
It's unfortunate how Turkish dramas often get cancelled prematurely despite their potential. But one thing they always get right is the whump!
I'm curious. Is anyone interested in whump watching the Turkish dramas or is it only gif makers who go hunt for these snippets? Do you know if they have a legit following by whump fans?
Actually, it's interesting you bring this up!
You know, there are definitely fans out there who are all about those whump moments in Turkish dramas. But when it comes down to it, Turkish dramas offer so much more than just that. For me, it's all about getting lost in the storytelling, connecting with the characters, and immersing myself in the Turkish culture. Sure, a well-done whump scene can add some excitement, but it's not the only thing that keeps me coming back for more.
I know there are some whump fans who watch Turkish series, but I'm not really in the loop about how big the fanbase is.
#ask#whump#whump community#turkish dramas#turkish series#whump it#yes#yan oda#söz#kara para ask#glucemel
39 notes
·
View notes
Note
Would you ever consider writing yan!Superfam? Clark adopted twins from a Krypton disaphora group somewhat recently, & I haven't found a single writer who mentioned them. & very few talk about Conner or Kara :(
WHEN WAS THIS??!!!!
For sure I’ve been playing with the idea of Superfam for bit. I haven’t thought of a scenario yet but I’m playing with the idea of reader being paraplegic so that they HAVE to rely on them.
I have no idea yet though
#yandere dc#platonic yandere#superfam#yandere superman#yandere superfam#platonic Superman#platonic superfam#yandere batfam#platonic batman#batfam#platonic batfam
93 notes
·
View notes
Text
Yürekte sabır yok hayran kalmaya,
Rüzgara, çiçeğe, kara ve aya;
Bu sihirli ülkeden,
Aydınlık günden,
Zevk almaya!
Çünkü kalbim, o kadında kendini yitirdi.
0, çiçeğin, rüzgarın ta kendisi:
0, olmayınca vay!
Ne kar kalır, ne ay!
0, uzaklarda ise günlük işime gitmeye,
Hevesim kalmaz,
Şiir yazsam, güzel olmaz!
Tut, onu bırakma, sıkı olsun bu tutuş
Tıpkı onun gibi,
İyi şeyler için,
Yan, tutuş!
Emmy SIAU (Çin)
43 notes
·
View notes
Text
Yan!Captive Royals au
You were the second daughter and third born into a noble family of four children. That meant people didn’t tend to give you a second thought, and you could see more than your siblings, since you were basically invisible. While your elder brother is being groomed to take over the Lord ship, your elder sister was being groomed to marry, wealthy, and your little brother was being taught the ways of a swordsman, you had no path and were seen as useless. You were able to do it you’re pleased, as long as you avoided your family. That meant you knew about the captives in the basement, and you hated it.
The captives were originally just a passing thought, but then you found out they were a sickly girl a year younger than you, a pregnant woman, and a boy who was even younger than the girl. You immediately started visiting them and helping them, though the boy was suspicious. You eventually realized that he responded better if he thought it was an exchange, so you ‘traded’ extra meals, blankets and clothes for stories and lectures on etiquette.
You quickly learned the pregnant lady was named Vera, the girl was named Kara, and the boy was named Darrow. You grew to like them, and could tell they were fond of you, even though Darrow hid it.
Then, Vera noticed a bruise you got from when your mother had dragged you into place in the family portrait. You dismissed it, and didn’t notice how they all seemed a little more attached to you and aggressive towards any talk of your family.
Then, after your old tutor was fired for no reason, you got a new tutor who believed in discipline above all else. He often instructed the kitchens to not allow you certain meals if you messed up in a lesson, making it harder for you to bring the others food. He also often bruised you, which you hid, not wanting to upset your friends.
The first time he drew blood, while punishing you, you were shocked. You were so shocked, that you didn’t think to cover any of your injury from your friends. When you went to see them that night, and they noticed, you tried to push the side. But the maternal aura from Vera, and the combined pressure from Kara and Darrow caused you to confess everything. You even ended up falling asleep there.
You awoke to the sounds of guards rushing around. You tried to get up, but Vera held you close and shushed you. You could hear the fighting outside, but were too groggy to realize that the guards were fighting someone else.
Then, the door was broken down, and three men stood at the door, all in different uniforms. Each of them cried out a ‘your ladyship’ ‘my lord’ ‘my duchess’ as your head spun. You couldn’t really process the words around you, just the feeling of being held by another guard who reminded you vaguely of your ex tutor.
You were being carried out of the castle by the time you realized what was going on. You had always been sharp though, so, despite the oddness of the situation, you still noticed the archer at the top of the castle. You moved before you thought, jumping in front of an arrow that would’ve gone straight into Kara’s heart. Your vision went hazy after that, and you fell unconscious, completely unaware that the duchess of Elderwood, the heir to Corera’s throne, and the princess of the country of Jaya now all considered themselves indebted to you, and all wanted to keep you.
If I get more than 50 notes on this, I will write from one of the yan’s perspectives.
#yandere#yandere royal captives#was reading manga and got inspired#I know I’m supposed to be working on my Isekai#but i needed to get it out
228 notes
·
View notes
Text
Yan yana olmamıza engel,
Seni benden alıkoyan her şeye kırgınım 🥀
125 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
203. BÖLÜM - İmparator Gizemli Guoshi Hakkında Yorumlar Yapıyor.
Güçlü ruhsal ışık kederli ruhların üzerine parladığında duman ve bulut tarlalarının ardından geniş alanlar açılıp dağıldı ve beyaz zırh giyen savaş tanrısı bir elinde kılıcı ile bulutları yararak geldi.
Bu kesinlikle Jun Wu’ydu. Grup onu gördüğünde sanki ebeveynini görmüş çocuklar gibi haykırdılar, “AH!!! Lordum!!!”gözyaşları yanaklarında süzüldü. Jun Wu’nun her adımı yere indiğinde ışıklarla boyanmış gibi görkemliydi, “Panik yapmayın, sakin olun. Herkes iyi mi?”
Kılıçtaki yan yana gelip bütün oluşturan dörtlü ayrılarak orijinal bedenine dönmüştü. Pei Ming sordu: “Lordum, cennetin başkentini korumuyor muydunuz? Nasıl oldu da kendi başınıza geldiniz?”
“Yağmur Efendisi iletişim rününden TongLu Dağı bariyerinin yok edildiğini bildirdi. Durum acil olduğundan geldim.” Dedi Jun Wu.
Herkes yukarıya baktı ve Yağmur Efendisinin hâlâ o kara öküzün üzerinde bindiğini gördü, her şey içten içe düşünülmüştü demek ki.
Bariyer yıkıldığından iletişim rünü de doğal olarak tekrar kullanılabilir hale gelmişti. Daha önce hepsi bir telaşla kederli ruhları yok etmeye çalıştıklarından iletişim rününü tekrar kullanabilecekleri kimsenin aklına gelmemişti.
Xie Lian birkaç adım öne çıktı: “Lordum, yüzü olmayan beyaz geri döndü.”
Jun Wu hafifçe başını salladı, “Onun acımasız olabileceğini tahmin ediyorum.”
“Gerçekten anlaşılması zor.” Dedi Xie Lian. “Geldiğinizden dolayı şu an nerede saklanıyor bilemiyorum.”
“Önemi yok” Jun Wu. “Gidip onu aramadan önce, önce bu kederli ruhları halledelim.”
Herkes gökyüzüne bakmıştı, gökyüzünde yuvarlanıp i�� içe geçen kara bulutlar Jun Wu’nun görkemli ışığı ile arınmıştı. Pei Ming sordu: “Yani bu sefer yeni hayalet kralın doğumu engellenmiş oldu, doğru mu?”
“Sanırım” dedi Xie Lian. “Sonuçta ocağı delip geçen bundan başka kimse değildi.” Hepsinin gözü aynı anda yan tarafa doğru kaydı. Xie Lian onu kontrol etmeyi bıraktıktan sonra yüce, devasa ilahi heykel zarif ve itaatkar şekilde yerde uzanıyordu. Artık yerde durduğu için küçük bir dağa da benziyordu. Xie Lian onun yanında durdu ve yanağını kaşımak için parmağını kaldırdı başını hafif yana eğerek, Hua Cheng’e dönerek, “San Lang, ne yapsak bununla?”
Hua Cheng biraz düşünceli gibiydi, soruyu duyduğunda kendine geldi, “Gege’nin endişelenmesine gerek yok. Onarılana kadar burada bırakalım.”
“Onarılabilir mi?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki, ocağın taşları olduğu sürece.” Dedi Hua Cheng. “Onu kesinlikle onaracağım ve bir kere daha ayakta durabilmesini sağlayacağım.”
“O zaman şimdilik bırakalım.” Dedi Xie Lian. “Ocağın yanındaki volkan hala patlıyor. Kim bilir bir daha ne zaman güvenli hale gelecek.”
Havada dönüp dolaşan kederli ruhlar aniden acıyla haykırdı ve tornadoya dönüşüp bir yere doğru yöneldiler. Bir anlık kimse ne olduğunu anlayamadı ama yakından baktıklarında kederli ruhların akın ettikleri yerin, yer altındaki ilahi WuYong tapınağı olduğunu gördüler.
Aslında bu yaratıkların güçlü, göz kamaştıran ışınların altında saklanacak hiçbir yerleri yoktu ve er ya da geç dağılacaklardı. Ama o yeraltı tapınağına bu kadar çok sayıda kederli ruh döküldükten sonra, sanki tamamen emilmiş, temizlenmiş, yok olmuş gibiydiler. Mu Qing dilini yutmuş gibiydi, “Neler oluyor?”
Xie Lian korku hissetti ve haykırdı, “Yüzü olmayan beyaz! Mesafe kısaltıcı rün çizmiş! Kederli ruhları uzak bir yere gönderiyor!”
Jun Wu hızlıca elini savurmasıyla tapınağın tavanı uçtu, yerden büyük bir toprak parçası bile soyulmuştu. Ancak devasa rün sadece iç kısımdaydı, bundan başka hiçbir şey yoktu.
“Ne planlıyor bu?” Feng Xin haykırdı. “Rün neresiyle bağlantılıydı? Nereye gönderdi o ruhları?”
Eskiden olsaydı şu an olaya Lin Wen dahil olurdu. Ling Wen sarayının tüm yerleri rapor etmesi yarım tütsü yanma süresi bile sürmezdi, kim bilir hangi sivil tanrı onun yerini geçici olarak almıştı ama şimdi ihtiyaçları olduğunda bir kişiyi bile bulamıyorlardı. Feng Xin öfkeyle lanet etti, “S*KİKLER! HER ZAMAN GÖSTERİŞ YAPMAK İÇİN BİRBİRLERİYLE YARIŞIYORLAR, AMA GEL GÖR Kİ EN İHTİYAÇ DUYULAN ZAMANDA HEPSİ CEHENNEMİN DİBİNE GİRMİŞ GİBİ. LANET OLSUN! BİR DAHA ASLA LİNG WEN SARAYINA İŞE YARAMAZ DEMEYECEĞİM.”
Peşinden Hua Cheng’in sesi duyuldu, “Kraliyet başkentinde.”
İki uzun ve ince parmağını şakağından kaldırdığında herkes ona döndü. “O, bu yaratıkları çok sayıda farklı kale şehrine gönderdi. Kötülüğün özü aniden ortaya çıktığı için şu ana kadar sadece kraliyet başkenti tespit edildi.”
… sivil tanrılar tamamen işe yaramazdı bu yüzden kaçan şeytani yaratıkların yerini tespit edebilmek için hayalet diyarının kralına güvenmekten başka şansları yoktu. Çoğu cennet mensubunu kendini utanmaktan alamamıştı. Ancak durum aciliyet gerektirdiğinden utanç hissi de kısa sürmüştü. Mu Qing konuştu, “Beyaz musibetin planını gayet iyi biliyorsun, tabii ki o canavarları insanların en çok olduğu yere gönderecek. İnsan yüzü hastalığı bulaştı mı çok hızlı yayılır. Kraliyet başkenti insan kaynıyor, tabi orayı es geçmez.”
Pei Ming de lafa katıldı, “Hemen şunun icabına bakalım, kaybedecek zaman yok. Gecikirsek işler çok çirkin bir hal alabilir.”
Geçici sivil tanrılar Jun Wu için de kelimelerle anlatılamayacak kadar kötü bir baş ağrısıydı, Hua Cheng’e dönerek, “Lordum diğer kale şehirlerinin de yerlerini tam olarak belirleyebildi mi?”
“Halihazırda belirleniyorlar. Çok uzun sürmez. Yin Yu, sen devral.” Emretti Hua Cheng.
“Emredersiniz Lordum” Yin Yu hızlıca tasdik etti.
Yin Yu geçmişte Jun Wu tarafında sürgün edilmişti, Jun Wu sadece işini yapsa da onu görmek elinde olmadan gerilmesine yol açıyordu.
Hayalet şehirdeki emrindekilerle bir süre iletişim kurduktan sonra sağduyulu bir şekilde raporları bildirdi. “ Üç bin kilometre güney, iki bin yetmiş kilometre kuzey…”
Jun Wu Feng Xin’e döndü: “Nan Yang, sen güneyi al.”
Feng Xin emri anında kabul etmedi ve bir anlık tereddüt etti. Xie Lian bunun nedeninin Jian Lan ve Cou Cou'yu aramak istemesi olduğunu düşündü ve tam konuşmak üzereyken Feng Xin cevap verip kenara geçerek rün çizmeye başladı. Pei Ming bilerek konuştu, “Ben de kuzeyi alacağım.”
“Doğal olarak.” Jun Wu cevapladı.
Pei Ming başını sallayarak ilerledi, birkaç adım sonra Pei Su da onu takip ediyordu, ona dönerek konuştu, “Yaraların henüz iyileşmedi ve hala zehir vücudundan çıkmadı. Lord Yağmur Efendisi ile kal.”
Pei Su’nun kafası karışmıştı: “General, ben zehirlen,medim?”
Pei Ming anlayışlı bir şekilde omzuna iki kez dokundu. “Yarım kelimelerin hala düzelmemiş, hala zehirlenmedim mi diyorsun?” başını belli belirsiz eğdi, ardından nezaket gereği Yağmur Efendisinin önünde eğilerek kendi başına oradan ayrıldı. Jun Wu devam etti, “Qi Ying, sen de neden batıya gitmiyorsun? Unutma, herhangi bir belaya…”
Ancak Quan Yi Zhen’in aklı karışmıştı, “Neden batıya gideyim ki? Şu anda tam olarak ne yapıyoruz?”
“…”
Şu anda neler döndüğünü bilmemesinden dolayı kimse onu suçlayamazdı. Belki de tüm yol boyunca aklı karman çormandı. Neden dayak yemişti? Neden canlı canlı duvarın içine gömülmüştü? Neden bir daruma bebeğine dönüştürülmüştü? Ve neden bir kılıca dönüşmek zorunda kalmıştı? Ne olduğunu anlamak için elinde hiçbir ipucu yoktu. Bunu görünce Yin Yu iç çekti, “Onu yanımda götürürüm, yolda anlatırım olanları.” Muhtemelen ona bunları anlatacak sabır başka kimsede yoktu. “Tamam!” dedi Quan Yi Zhen coşkuyla.
Mu Qing bekledi, bekledi, ama sıra ona gelmedi. Daha fazla dayanamadı ve sordu, “Lordum, peki ya ben?”
Jun Wu ona bir baktı ve konuştu, “Xuan Zhen, bir şeyi unutmadın mı?”
Mu Qing’in kafası karışmıştı, “Neyi?”
“Şu anda gözlem altındasın.” Dedi Jun Wu.
“…”
Mu Qing’in yüzü düştü. Bunu tamamen unutmuştu. Sadece o da değil, neredeyse cennet mensuplarının tamamı onun kaçtığını ve değişik büyülerle cenin yaratma şüphesi altında olup hala adının aklanmadığını unutmuştu.
“Buna dahil olma. Cennet mahkemesine geri dön. Aksi halde hapis süren uzatılacak.”
“…Lordum! Gerçekten ben değildim!” haykırdı Mu Qing.
“Meselenin dibine indiğimizde ve gerçek ortaya çıktığında doğal olarak serbest kalacaksın.” Dedi Jun Wu. “Aksi takdirde başka şekilde gitmene izin verirsen rezalet olur.”
Mu Qing korkunç derecede incinse de elinden gelen tek şey başını eğip sessizce bu durumu kabullenmekti, “Tamam efendim.”
Mu Qing’e işkence edildiğini görünce Hua Cheng asla çekinmeden hiç de nazik olmayan şekilde seslice kahkaha atıverdi. Mu Qing derhal ona ve tam yanında duran ve muhtemelen aynı şeyleri düşünen Xie Lian’e da kısa bir bakış attı, yüzü daha da karardı.
Kalanlardan ise Yağmur Efendisi savaş tanrısı olmadığından güç yarışına girmedi ve ihtiyaç olduğunda her zaman yardım isteyebileceklerini bildirerek sessizce orayı terk etti. Xie Lian doğal olarak en kalabalık ve zorlu yer olan kraliyet başkentine gitmeyi seçmişti. Jun Wu’ya göre Xie Lian geride kalıp üç dağ ruhu ve hala etrafta olabilecek yüzü olmayan beyaz ile yüzleşmeliydi. Hua Cheng zarları fırlattı ve mesafe kısaltma rününü açarak Xie Lian ile birlikte oradan ayrıldılar.
Kraliyet başkentide çoktan gece yarısıydı, caddelerde çıt sesi bile yoktu, evlerin pencere ve camları da sıkıca kapalıydı. Hua Cheng ve Xie Lian daracık yollardan yürümekten sinirlenmişti, hızlı adımlarla yürüyerek insan dışı varlıkları aramaya başladılar.
Birkaç adım sonra iki parmağını kaldırarak iletişim rününe girerek fısıldadı, “Lordum?”
“Ne oldu Xian Le?” cevapladı Jun Wu. “Kraliyet başkentine ulaştın mı?”
“Ulaştık. Size söylemem gereken bir şey var.” dedi Xie Lian.
“Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur sana bir şey mi yaptı?” diye sordu Jun Wu.
“…”
Hua Cheng bir şey fark etmiş gibiydi, bir kaşını kaldırdı, Xie Lian cevapladı, “Hayır, bana bir şey yapmadı. Başka bir konu vardı. Önceki olaylar acil olduğundan bahsedemedim.” Ciddi bir ses tonuyla devam etti, “Beni eğiten Guoshi’yi hatırlıyor musunuz?”
Onun bu kişiden bahsettiğini duyan Jun Wu, biraz şaşırmış gibi görünüyordu, bir an sonra cevapladı, “XianLe’nin Guoshi’sinden mi bahsediyorsun”
“Evet.” Dedi Xie Lian. “Geçmişte biraz olsun onunla iletişiminiz olmuştur. Onunla ilgili garip ya da alışılmışın dışında bir şey fark ettiniz mi?”
XianLe Krallığı'ndaki tüm törenler ve hizmetler yalnızca Guoshi’nin kendisi tarafından gerçekleştirildi. Ve Guoshiler ölümlülerle tanrıları bağlayan bir köprüydü. Kısa bir sessizlikten sonra Jun Wu cevapladı, “Evet.”
Xie Lian nefesini tutmuştu, “… Ne gibi bir gariplik?”
“XianLe, gerçekten bunu duymak istiyor musun?”
“Evet.” Dedi Xie Lian.
“Duyduktan sonra hayal kırıklığına uğrasan bile mi?" sordu Jun Wu.
Xie Lian Hua Cheng’e bir baktıktan sonra cevapladı, “Evet.”
Jun Wu yavaşça cevap vermeden önce iyiydi, “Senin hocan, XianLe’nin Guoshi’si olmak onun yetenekleri için berbat bir boyunduruktu. Onun gücü ve yeteneği senin hayal gücünden bile öteye geçer.”
Xie Lian sessizce dinledi. Ancak sonraki kelimeleri onun kalbinin adeta alabora olmasına neden oldu.
Jun Wu devam etti, “İnanıyorum ki Guoshi’nin bu dünyada geçirdiği yılların sayısı benimkinden az değildir. belki benimkinden de fazla.”
“…”
Böylece Xie Lian’in bir kısım tahminleri doğru çıkmıştı.
Eğer Guoshi gerçekten bu dünyada Jun Wu'dan daha uzun süredir varsa o zaman Guoshi’nin WuYong Veliaht prensinin Dört Koruyucusundan biri olması olasılığı çok daha fazla mümkündü.
Xie Lian kendini sormaktan alamadı, “Nasıl oldu da bunu daha önce bana söylemediniz?”
“Çünkü çok uzun bir süre bundan emin olamadım.” Dedi Jun Wu.
“Peki nasıl bunun doğru olduğunu anladınız?”
“XianLe düştükten sonra onu buldum ve etkisiz hale getirdim. Ama şimdi öyle görünüyor ki sonunda yine de kaçabildi.”
“…”
Yüzü olmayandan başka Jun Wu’nun ellerinden kaçabilen başka biri daha. Xie Lian her zaman Guoshi'nin savaşın kaosu sırasında kaçtığını düşünmüştü, gelip Jun Wu’nun kendisi onu yakalamış olabileceğini değil.
“Peki… o zaman neden onu etkisiz hale getirmek zorundaydın?” Xie Lian sordu. “Ve bunu doğruladıktan sonra neden bana söylemedin?”
“Aslında bu iki sorunun tek bir cevabı var.” dedi Jun Wu.
“Nedir?” dedi Xie Lian.
“Eğer sana söyleseydim, belki bunu duyduğunda hayal kırıklığına uğrayacaktın. Fakat belki siz artık başkalarının hayal kırıklığına uğramasına dayanabilirsiniz.” Diye devam etti Jun Wu.
Xie Lian'ın kalbi giderek daha hızlı atıyordu, bilinçsizce Hua Cheng’in elini sıkıca kavradı.
Jun Wu cevapladı, “Çünkü onun senin içindeki bir şeyi uyandırmak istiyormuş gibi göründüğünü keşfettim.”
21 notes
·
View notes
Note
Don’t worry about the yanderes treating their daughters different vs sons request! That’s totally fine not to do it and it makes sense that it’d be answered as a gender neutral question. I’m glad you like my requests still with regards to questions about all your yanderes!
As a bit of a replacement question…(that you are under no obligation of answering; I don’t mind ever at all with your decisions on requests/asks, and you should never feel pressured by me or anyone else ever!)…what would be each yanderes’ dream date?
Yandere! Men and their dream date
AWW YOU'RE TOO SWEET! And I very much like this replacement request >:D
YAN! ARTIST
Of course, it's so obvious with Arlen. Painting dates! Anything that involves with you posing for him as he paints your visage, that would be a good date with him. Uh, you want to paint with him too? Sure, just pick up an extra canvas and brush, then pick what paint you want to use. As a change of scenery, it will be an outdoor type of date too, finding a space to paint the scenery, or each other.
YAN! DRAGON
He's not that much of a romantic man, but hey, he tries. So he transforms into his dragon form and fly you to the sky and wherever you want. Your personal uber will fly you to the ends of the world. Maybe find a new secret location where the both of you can just cuddle, talk, and destress from royal life.
YAN! THEATER ACTOR
Another obvious one. Being a theater actor, of course he's gonna love home dates! Wait, home dates? As much as Ignatius loves to be on the spotlight and also lives and breathes theater, the man needs a break sometimes. So, in an act of breaking down his walls, cuddling with you, cooking with you, or doing board games with you in the comfort of your home is very ideal to him.
YAN! BUTLER
Eh... Zero doesn't really have a life outside you, and doesn't really think for himself sometimes. And that meant the dates will be up to you. If you ask what dream date he wants to do, he'll probably answer based on what you want and pass it off as a coincidence. You have to really coax Zero to think more for himself.
YAN! SUGAR DADDY
Shopping dates. What? He's a greedy man. Of course he loves spending his money left and right and shower you with gifts and money. A good date will be spending a minimum of 100k dollars, a nice, expensive yet filling dinner, and maybe a passionate fuck afterwards. It is Rowan after all. You're his sugar baby, so do prepare to be spoiled rotten.
YAN! JOCK
Facade Damon would probably do the stereotypical "i'll teach you how to play [sport]!" type of date. Honestly, if you're not into sports, you would find this idea boring. But somehow, Damon made it fun and not annoying for you. Unveiled Damon would love just to have a date outside of the city where nobody that knows his himbo persona can see him. Maybe something comforting like pottery dates. But, both type of Damons would be up to an arcade date!
YAN! ASSASSIN
Azrael, being an assassin, probably did every type of dates one could think of for the different missions he took. So when you ask him, he would probably say something relaxing for once, which is a picnic date! Where he can just slump down, lie down on your lap, and relax. As long as it's just the both of you, he will consider it as a successful date.
YAN! EX-BOYFRIEND
Lee will forever regret hurting you, and breaking it off on that damned beach. So, his dream date will be a Beach date, where he will actually pay attention to you and shower you with the love you deserve. He will make it up to you.
YAN! COWBOY
How does a ride around the town sounds? Ooh, how about racing through the forest? Wait, you don't know how to ride a horse? Knoxx will teach you in a jiffy! Anything related to equestrian stuff will be Knoxx's dream date. Riding on the horse he gave you, and him on Red, and the both of you teasing each other while riding around will be the dream for him. And maybe you riding him too lol
YAN! EMO
If not Poetry dates, he will be down for Karaoke dates! He wants to hear you sing the song you love, and then Ashton will also sing the song he loves. Maybe a bit of a duet here and there, exchange of heated glances while serenading each other... Ashton will also probably spend like 50% of the date making out with you. Hey, don't blame him that you're just so irresistible.
YAN! WEREWOLF
Lyall would love to do camping dates! You, him, under the starry night sky. Cooking food over fire, feeding each other. Then Lyall will transform into his wolf and you would sleep on his fur inside a large tent. It's a night to remember for him if you would give him the chance.
YAN! EX-HUSBAND
Another tidbit from Inigo in the novel is that he actually owns a motorcycle back in his parents' mansion. So, as a throwback to the OG Inigo, this Inigo will love to do midnight motorcycle ride dates into the secret clearing he frequently visits when he was in highschool. It overlooks the city and it's a genuinely comforting place for the restless man. So, he would love to show you that place one day.
YAN! HOSPITAL CHAIRPERSON
Xavier would love to do a traditional movie date with you. The hospital work is already stressful enough, and being anxious about you is adding too much to his load. So, something simple and fun would relax Xavier. He will probably rent the whole theater just to make sure it's just you and him inside the theater. Or... He could just build a home theater. Yeah that's plausible.
YAN! VILLAIN
Eros would love to have a date with you where you both disguise as commoners and just roam around the capital. Eating streetfood, watching street performances... Especially if there is a festival going on, he would love to take you out to the square and dance with you freely, away from the eyes of the judging people. Just you and him.
YAN! POLITICIAN
What do we expect from the traditional man himself? Max would do a romantic dinner date with you. Something very fancy, maybe before the dinner, both of you would go into an opera, or a museum... Anything is fine for this man, as long as it's not too active.
YAN! MAFIA BOSS
Hades would want something fun, and something to keep his mind off the mafia bizz. So an out of the country date would be his go to. What? He's rich. He can afford that. Just, make sure he doesn't horde souvenirs... And stop him from making a plan to expand his territory... He already has enough.
#yandere boyfriend#yandere imagines#yandere male#yandere writing#male yandere x reader#tw yandere#yandere x darling#yandere x you#yandere fic#lizzaneiaelizalde
69 notes
·
View notes
Note
voice claims???
Haha!! Finally something i can answer recently…(these are only a select few- being voice claims are hard……)
Forcas: FUCKING ITTO FROM GENSIN IMPACT-
Angelica: kara-Detroit become human 💜
Manon: Riley pov- oxenfree(?)
Vince and rody:
LISTEN OMHMGMGM I love these voice overs sm
Protag:hazu kashinuchu(YAN SIM)
Coworker: I THINK HED PROBABLY SOUND LIKE A BASIC WHITE BOY OR MARSHALL LEE FROM ADVENTURE TIME
NG: LOUIS - THE WALKING DEAD GAMES IF HES IN HIS LIKE SKY VOID THING- ITS GOT A BIT MORE ECHO TO IT..???
ALSO MAYBE NG: YUKI SOHMA(FRUIT BASKET)
Yeah these are some- may or may not change sometimes - i work around what me and my freind think 💥
#ask blog#calling smiles#calling smiles asks#horror ask blog#calling smiles replys#dead plate rody#dead plate#rody lamoree#dead plate vincent#normal guy elevator hitch#coworker elevator hitch#elevator hitch protag#angelica eloquent countenance#forcas eloquent countenance#voice claim
24 notes
·
View notes
Text
Tgcf Ekstra Bölüm 246 - Veliaht Prensin hafızasının kaybolması hakkında ilginç olay
Xie Lian gözlerini açtığı vakit, yerde yattığını fark etti. Burası garip bir yerdi. Oldukça kafası karışmış hissetti. Açıkça Taichang Dağı'ndaki kraliyet tapınağında ibadet ediyordu. O zaman neden buradaydı?
Xie Lian, hafif bir kayıp hissederek oturduğu yerde doğruldu. Üzerinde, aslında biraz fazla basit, kaba ve zavallı bir komutanınki gibi ayrıntılardan yoksun, ham, beyaz bir cübbe olduğunu keşfetti. Malzeme de iyi değildi, dokusu sertti, tenine hiçte rahat hissetirmeyecek bir şekilde sürtünüyordu. Xie Lian kaşlarını çattı ve yerden kalkmayı düşündü. Ayağa kalktığı anda vücudunun rahatsız hissettiği daha fazla yer keşfedeceğini beklemiyordu. Kalçası ağrıyordu, bacakları ağrıyordu, gövdesi ağrıyordu, boynu ağrıyordu. Bu, yerde yatarak bir gece geçirmenin ve üşütmenin sonucu olabilir miydi? İmkansız.
Ayrıca, o kadar narin ve zayıf değildi. Peki ya Feng Xin ve Mu Qing? Onları hatırlayan Xie Lian seslendi.
"Feng.. Öksürük, öksürük öksürük...??"
Sesi bile rahatsızlanmıştı. Dün gece Feng Xin ve Mu Qing'in yine küçük, önemsiz bir şey yüzünden kavga etmeye başladıklarını, o kadar çok gürültü yaptıklarını ve meditasyon yapmasının neredeyse imkansız olduğunu hatırladı. Bu nedenle, dışarıda tartışmaya devam etmelerini emretmişti.
Onların büyük bir kızgınlık ve öfkeyle iki yüz satırdan fazla atışmalarını dinledikten sonra, Xie Lian uykulu hissetmeye başlamıştı ve dinlendi. Uyandığında nasıl böylesine düşünülemez ve karmaşık bir duruma düşmüştü???
Xie Lian sonunda bir masanın kenarına tutunarak ayağa kalktı ve çevresine bakındı. Burası bir han olmalıydı ama genel olarak kamp yapmayı seçmeseydi ve bunun yerine bir handa kalmayı seçseydi, açıkça bütçesi olan böyle bir handa kalmayı seçmezdi.
Elleri ve bacakları bağlanmamıştı ve oda kapısı kilitli değildi, bu da hapse atılmadığı anlamına geliyordu. Eğer biri veya bir şey ona karşı komplo kuruyorsa, onu buraya atmanın ne anlamı vardı? Xie Lian bunu ne kadar çok düşünürse o kadar tuhaf buluyordu, ama en tuhafı hala vücudunun şu anki haliydi.
Kollarındaki ağrıya katlanarak, vücudunda ne tür yaralar olduğunu incelemeye hazır bir şekilde dış giysilerini çıkardı. Fakat beklenmedik bir şekilde, dış giysilerini çıkarırken, bakmak için başını indirdiğinde, tüm yüzü bir anda solgunlaştı.
Karnından göğsüne kadar her yeri belirsiz kırmızı lekelerle yoğun bir şekilde kaplıydı. Sanki büyük çiçek yaprakları tenine düşmüş ve ince beyaz yeşim kadar soluk olan cildi örtmüş gibiydi, allık - kırmızısı çiçeklerin açması gibi.
Öyle kırmızıydılar ki, afalladı ve yan tarafındaki aynanın önüne atılıp bir baktı! Sadece göğsünde ve karnında değil, boynunda ve hatta sırtında bile vardı.
"..."
Xie Lian bakmaya devam etmek için alt kıyafetlerinin yarısını çıkarmaya cesaret edemedi. Durum açıktı. Bilmediği bir sebepten dolayı baygın kaldığı bir noktada, biri.. Onu yakalamıştı.
Xie Lian hayatında ilk kez "bacaklarda güçsüzlük" hissetti, ancak kendini güçlendirdi ve tutundu, sağlam durdu. Geçmişte çok erken bir zamanda, kendisine hizmet eden hizmetçileri dinlemişti, sarayın dışından gelen bazı korkunç efsanelerden bahsetmişlerdi, örneğin kara pazarda çalışan ve kötü veya cinsel nedenlerle kaçırma konusunda uzmanlaşmış, kötü şeyler yapmadan önce kızlara uyuşturucu veren kara kalpli insanlar gibi.
Ama.. Ama.. Xie Lian başını iki eliyle kavradı ve mırıldandı, "Ama ben, ben bir erkeğim ah!.."
Görünüşü şimdi gerçekten bakılamazdı. Bu aşk ısırıklarının ve çok fazla güçle tutulduğu yerlerdeki morlukların yanı sıra, utanç verici ısırık izleri bile vardı. Xie Lian yüzünü örttü, sanki başı ateşliymiş gibi hissederken, vücudu soğuktu.
Aniden çok ciddi olan birşeyi hatırladı: Olamaz! Onun yetiştirme yolu mutlak iffet gerektiriyordu, ama bundan dolayı büyük bir tabuyu çiğnemiş olmadı mı?! Xie Lian aceleyle bir deneme yaptı. Beklendiği gibi, bir denemede artık büyülü bir gücü yoktu! Xie Lian genellikle sessiz sakin biri olarak kabul edilirdi, ama şu anki durumda, çökmek üzereymiş gibi hissediyordu.
Açıklanamayan bir şekilde, uyandığında, bu hale gelmişti, Feng Xin ve Mu Qing ikisi de kayıptı ve kendisi hala onu kimin onu bu hale getirdiğini bilmiyordu. Gerçekten çökmek istiyordu. Uzun bir süre sonra, hala bu gerçeği kabul edemiyordu ve çok üzgün hissediyordu.
Ama, o da böyle sersem bir halde olmaya devam edemezdi ve bu yüzden, özensizce kıyafetlerini alıp giymekten ve handan ayrılmaktan başka seçeneği yoktu. Kimse dışarı çıkarken onu durdurmaya çalışmadı. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve etrafındaki binaların, yoldan geçenlerin kıyafetlerinin ve aksanlarının bile oldukça garip olmasını umursamadı.
Ama belki de kalbinde bir sızı hissettiği için, sanki diğer insanlar vücuduna bir şey olduğunu anlıyormuş ve onu tuhaf bakışlarla ölçüyormuş gibi hissetmeye devam etti. Bu, yürürken hızlanmasına neden oldu, ta ki sonunda çılgınca koşmaya başlayana kadar. Ormanın içine daldı ve tek yumrukla bir ağaca vurdu. Üçü de bir "çat" sesiyle birbirlerine girdiler. Öfkeyle bağırdı, "Pislik!!" Kendisine böyle şeyler yapan kişiye küfür etmek ve onu azarlamak için en çirkin dili kullanmak istedi, ama etrafında dönüp dururken sonra sadece "Pislik, piç, alçak!!" diye azarlayabildi ve kalbindeki ateşi söndüremedi, onu boğulmuş bir halde bıraktı.
Ama o aynı zamanda kendini salıp ağlayamıyordu, bu yüzden de sadece içinde tutup çılgınca saldırıyordu. "At at at at at", Sırayla onlarca ağacı devirdi, sonunda
Tam o noktada zemin uyluklarına kadar sürünüyordu, bağırarak ve yalvararak: "Majesteleri! Majesteleri, lütfen daha fazla vurmayın kurban olayım!"
Xie Lian'ın kalbi öfkeyle doluydu, ancak bu yaşlı adam aniden yerden çıkmıştı ve açıkça sıradan biri değildi. Görüntü onu hafifçe ürküttü ve "Sen kimsin?" dedi.
Yaşlı adam gözyaşlarını sildi ve dedi ki, "Ben burdaki yerim, Majesteleri! Bu ormanın bu yeri benim tarafımdan yetiştirildi! Senin gibi kıdemli biri vurmaya devam ederse, geriye hiçbir şeyim kalmaz" düşündü Xie Lian kendi kendine, tüm bunlardan sonra başkalarını ilgilendirmezdi ve öfkeyle gelişigüzel davranmamalıydı. Ayrıca, bu küçük bir tanrı olsa da, yine de bir tanrıydı ve yaşlıydı ve saygı duyulmalıydı. Bu nedenle, isteksizce sakinleşmeye çalıştı. elini geri çekti, nefesini yavaşlattı ve ".. Özür dilerim, dengesiz davranan bendim. Şuna ne dersin, az önce devirdiğim tüm ağaçların parasını sana ödeyeyim." dedi.
Zemin, Xie Lian'ın bacaklarını kucaklayan ellerini bıraktı ve aceleyle şöyle dedi, "Hayır, hayır, hayır, hayır, gerek yok, gerek yok, senin gibi kıdemli biri nasıl ödeme yapmayı bekleyebilir? Benimle konuşmaya istekli olman, küçük tanrının yerini ihtişamla süslüyor!"
Xie Lian bunun biraz tuhaf olduğunu hissetti, nasıl söylenirse söylensin, bu Zemin hala bir tanrıydı ve görünüşüne bakılırsa ondan çok daha yaşlıydı, hatta ona "Senin gibi kıdemli biri mi?" diyordu ama daha fazla soru sorma havasında değildi ve nazikçe sordu, "Bu bölgenin zemini olduğunuz için, bu bölgenin içini dışını çok iyi biliyor olmalısınız. İki kişiyi aramama yardım edebilir misiniz?"
Bunu söylerken elini kıyafetinin içerisine attı ve ödeme olarak birkaç altın yaprak bırakmayı düşündü. ama zemin bu hareketini gördü ve aceleyle ve telaşla ellerini salladı, "Gerek yok, gerek yok, gerek yok! Kimi bulmak istiyorsun?"
Tesadüfen, Xie Lian da hiçbir şey çıkarmadı. Elini çıkardı. Ve "İki hizmetkarım, Feng Xin ve Mu Qing." dedi.
Bir anda zeminin yüz ifadesi tuhaflaştı. Xie Lian "Sorun ne? Bir sorun mu var?" Dedi.
Zemin "Hayır hayır hayır hayır, hiçbirşey yok.. Sadece.."
Sadece, Majesteleri ile olan sorun - sekiz yüz yıl geçmişti ve hala Nangyang Generali ve Xuanzgzhen Generali'ni hizmetkarları olarak çağırıyor. İki generalin ne zaman öfkeleneceğini kim bilebilirdi ki? Ah, unut gitsin, iki generalin öfkeli olması önemli değildi; eğer bu kişi ona iyi hizmet etmediyse, o kişi öfkelendiğinde daha da korkutucu olurdu. Ve bu yüzden, "Lütfen burada bir süre bekleyin, hemen sizi çağıracağım!" dedi Xie Lian ise, "Çok teşekkür ederim." dedi.
Nezaketle eğildi ve başını kaldırdığında, o Zemin çoktan kaybolmuştu. Xie Lian başının hala ateşli olduğunu hissetti ve alnını tuttu. Tanrı bilir ne kadar zaman sonra, önünde şüpheli bir sesin, "Ne oldu?" dediğini duydu. Xie Lian başını kaldırdı ve Feng Xin ile Mu Qing'i gördü. Ancak, tanıdığı Feng Xin ile Mu Qing değildi. Aslında, ikisinin de görünüşü değişmemişti, ancak etraflarındaki hava farklıydı, artık iki küstah genç gibi değil, arenada birçok zafer kazanmış iki general gibiydiler. Dahası, ikisi de pahalı ve lüks siyah cüppeler giyiyorlardı, normal insanların giyebileceği türden değildi. En azından, Xie Lian onları hiç böyle kıyafetler giyerken görmemişti.
Soran kişi Feng Xin'di ve yanına gidip, "Majesteleri, burada tek başına ne yapıyorsun?" dedi.
"..."
Xie Lian, "Asıl sorması gereken benim, ikiniz de nereye kaçtınız? Dün gece ikinizin de tartışmak için dışarı çıkmasına izin verdim, neden bu sabah ortadan kayboldunuz?" dedi. Feng Xin ve Mu QIng, sanki ne dediğini anlamamış gibi, Zemin kadar garip ifadeler sergilediler. Xie Lian'ın başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu ve tekrar, "İkinizin de kıyafetlerine neler oldu? Neler oluyor???" dedi. Feng Xin başını eğdi ve kendini inceledi ve şüpheyle, "Bu kıyafetlerde ne var? Çok normal değiller mi?" dedi. Mu Qing sonra, "Ne diyorsun? Uyurken aklını mı kaçırdın? Dün gece yanında değildim." dedi. Xie Lian başını kucakladı. Bağırmak ve çığlık atmak istiyordu, ama kararlı bir şekilde kendini sakin kalmaya zorladı ve bir süre düşündükten sonra, "Anlıyorum? İkiniz de benim gibisiniz ve bir şey tarafından fidye için tutuluyorsunuz." dedi. Feng Xin ve Mu Qing'in ifadeleri giderek daha da garipleşti. Feng Xin, "Ben ihmalkar davrandım. Majesteleri, neden bizi çağırdığını söylemiyorsun?" dedi. Mu Qing gözlerini devirdi ve "Sormaya gerek yok. Dediğim gibi, birinden bizi aramasını istemesi ve o kişiyi aramaması durumunda, beyninde bir sorun olması olasılığı yüzde seksendir." dedi. Xie Lian, konuştukları şeyi tamamen anlamadı ve "O kişi kim? İmparatorluk Öğretmeni?" dedi.
"..."
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerine baktılar ve bir duraklamadan sonra Mu Qing öne doğru bir adım atarak, "Majesteleri." dedi. Xie Lian, "Ne?" dedi. Mu Qing, "Şu an hafızam biraz bulanık. Bana söyleyebilir misin, son birkaç gündür ne yaptığımızı hatırlıyor musun?" dedi. Xie Lian, "Son birkaç gündür kraliyet tapınağında ibadet yapmıyor muyduk?" dedi. Mu Qing, "Hua Cheng nerede?" dedi. Bu ismi duyunca, Xie Lian güçlü bir aşinalık hissi duydu, ancak düşündükten sonra, gerçekten de tanımadı ve bu yüzden aniden, "Hua... Cheng kimdir...?" dedi.
"........."
Mu Qing, "Tamam. Anladım." dedi.
Bir bakış attı yana doğru ve Feng Xin'le tartışmak için kenara çekildi, Feng Xin'in ifadesi şaşkındı. Xie Lian aniden bunun oldukça şüpheli olduğunu hissetti ve temkinli bir şekilde, "Ne anladın? İkiniz ne hakkında konuşuyorsunuz?" dedi. Tartışmalarını bitirdikten sonra ikisi arkalarını döndü. Feng Xin, "Majesteleri, gidelim." dedi. Xie Lian daha da şüphelendi. "Nereye?" Mu Qing, "Senin şu anki durumu çözebilecek birine götüreceğiz. Gel!" dedi. Xie Lian artık yüzde sekiz tedirgindi ve birçok adım geriye gitti. Xie Lian'ın kaçmak istediğini gören Mu Qing, "Gitme!" dedi.
Elini uzattı ve onu engellemeyi planlıyormuş gibi bir ruhsal ışık şimşeği salladı. Ama Xie Lian nasıl gitmezdi ki? Koş! Koştuğu anda, Feng Xin ve Mu Qing başlarının üzerinde olduklarını hissettiler. İkisi kovaladı ve rüzgara doğru kükredi, Feng Xin "Sikeyim! Gerçekten batırdım! Bu nasıl oldu? Hafızasını kaybetmiş olsa bile bu kadar ciddi olamaz! Sekiz yüz yılı bir anda unutmak mı?" dedi. Mu Qing, "Sonunda! Sonunda, her türlü saçmalığı yemekten beynine zarar verdi!" dedi. "Bu nasıl olabilir! Tek başına dışarıdayken bir kaza geçirmiş olabileceğinden korkuyorum, acele edip onu bulalım! Şu anki zihni, on yedi yaşında bir çocuğunki gibi!" Bu sırada bile, Mu Qing birkaç laf etmeyi unutmadı, "Evet, saf, aptal ve şımarık Majesteleri!"
"Bekle! Önce ona söyleyelim, acele et ve önce ona söyleyelim!" Böyle bir şey olduğunda, elbette önce o kişiye söylemek gerekiyordu! Xie Lian bir nefeste 20 kilometre koştu, ancak sonunda durduğunda hafifçe soluklandı. Hala dev, kafa karıştırıcı ve sisli bir ağın içinde sıkışmış gibi hissediyordu ve henüz kaçamamıştı. Sadece neler oluyordu? Birşeyler anormaldi. Çok fazla anormal! Mu Qing'in güçleri hakkında net bir bilgisi yok muydu? Bu tür bir ruhsal ışığı geliştirmek için en azından birkaç yüz yıl daha geliştirmesi gerekecekti. Bu şimdi nasıl gerçek Mu Qing olabilirdi? Sahte olmalıydı!
Ve o. Kendisi normal değildi. Sadece bu koşuyla, vücudunun hareketlerinin bir kırlangıç kadar hafif olduğunu keşfetti. Hareketleri her zaman bir kırlangıç kadar hafif olsa da, şimdi, vücudunun becerileri daha hızlı, daha güçlüydü. Hiçbirşey yolunda değildi! Sakin ol, sakin ol ve tekrar sakin ol. Xie Lian aniden hatırladı: Az önce, Mu Qing bir isimden bahsetmiş gibiydi. "Hua Cheng" diye mırıldanmıştı. Bilinmeyen bir nedenden ötürü, bu isim ona çok yabancı gelmeliydi, ama söylediği anda, sanki kalbinin bir köşesinde bir çiçek açmış gibi, kalbi hafifçe hareket etti. Ve böylece, bu ismi birkaç kez yüksek sesle söylemekten kendini alamadı, ileri geri. Hua Cheng, Hua Cheng, Hua Cheng. Bu çok önemli bir kişi olmalıydı, belki de mevcut durumun anahtarı. Önce onu bulması gerekecekti. Bir karara varan Xie Lian, şehre doğru yürüdü. Xie Lian, vücuduna bir şey olduğunu ilk keşfettiğinde bunu kabul edemese de, şimdi sakinleşmeye başlamıştı. Kalbi ve vücudu hala aşırı derecede rahatsız olsa da, içinde bulunduğu şu anki bulmacayla, endişelenmeye vakti yoktu.
Gerçek Feng Xin ve Mu Qing hala iz bırakmadan kayıptı ve sahne arkasındaki faili ortaya çıkarana kadar, kendini hemen toparlamalı ve gerçeği araştırmalıydı. Ve böylece, şehre adım attığında, tamamen sakinleşmişti. Rastgele bir çay evi seçerek, üst kattaki pencere kenarında bir koltuk seçti, ancak çay içme isteği yoktu. Xie Lian masadan bir fincan aldı ve inceledi. Fincanın içinde silinemeyen eski çay lekeleri vardı. Görüntü onu bitkin düşürdü ve fincanı yere koyup görmezden geldi. Çay evinde, oldukça güzel genç bir kız elinde bir pipa (Bir çeşit çin enstürmanı) tutuyor, tıngırdatıyor ve şarkı söylüyordu, çeşitli yaşlardan bir grup erkek ise oturmuş ve ona bakıyordu. Kız başlangıçta, çiçekleri toplamak için erkenden dışarı çıkan bir genç kızla ilgili yaygın, yerel bir halk şarkısını söylüyordu, ancak daha bir süre şarkı söylemeye başladıktan sonra bir grup yaşlı adam, "Anlamsız, dinlemesi hoş değil, değiş!" dedi. "Evet, bu şarkı dinlemesi hoş değil, değiş, değiş, değiş!" "Şarkıyı değiştir! Şaşkınlık içinde olan şarkıcı, önerilerini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı ve ünlü bir erotik şarkıya geçti, melodisi yavaş ve yumuşaktı, dinleyicinin kızarmasına ve kalbinin hızlanmasına neden olacaktı. Ancak o zaman izleyici grubu tatmin oldu ve onaylarını haykırdı. Fakat ikinci kattaki pencere kenarındaki koltuğunda oturan Xie Lian için bu son derece uygunsuzdu. Şarkı sözlerini dikkatlice dinlediğinde, evlilik gecelerinde genç bir karı koca arasındaki bal gibi tutkularla ilgili gibi görünüyordu ve gerçekten de aşırı derecede cüretkardı. Geçmişte duymuş olsaydı, kulaklarının önündeki rüzgar gibi görmezden gelirdi, çünkü onu ilgilendirmiyordu, çünkü hayatında asla böyle şeyler yapmayı düşünmezdi. Fakat şimdi, aynı değildi.
Ne olduğunu tamamen hatırlamasa da, bir şey olmuştu ve böyle şeyleri dinlerken insanın düşünceleri farklı olurdu. Dahası, korkutucu bir şey keşfetmişti: düşünceleri tamamen kontrolünün dışındaydı! Şarkı yüzde otuz hafif ve kışkırtıcıyken, duyguları yüzde yüz ileri geri sallanıyordu. Dahası, zihninde sonsuz bir akış halinde birçok kırık görüntü belirdi: iki el, parmakları sıkıca birbirine kenetlenmiş; parmakların arasında sıkıca sarılmış ve asla çözülmeyecek kırmızı bir iplik; ve hatta kulağının dibinde kırık soluklar, yalvaran hıçkırıklar ve bir adamın baştan çıkarıcı alçak sesini duyuyor gibiydi. ... bunların hepsi neydi. Bunların hepsi neydi?! Xie Lian hem utanmış hem de sinirlenmiş hissetti ve dudağını ısırarak yumruğunu sıkıca sıktı. Bir sonraki an, kırılma noktasında, sonunda daha fazla dayanamadı ve elini masaya sertçe vurdu. "Çarpış" sesi, yakındaki birkaç masadaki müşterileri ürküttü, ona kocaman gözlerle baktılar. Ancak o zaman Xie Lian irkilerek kendine geldi ve sessizce özür diledi. Kulaklarını tıkamak için iki elini birden kullanmak istiyordu, böylece artık hiçbir şey duyamayacaktı. Kendi kendine, eğer şarkı söylemeye devam ederse, o zaman gidecekti! diye düşündü.
Birdenbire, şarkı aniden durdu ve keskin bir çığlık onu düşüncelerine daldığı yerden çekip çıkardı. Xie Lian başını kaldırdığında, o grubun şarkıcı kızı çevrelediğini ve onu kışkırtıyor gibi göründüğünü gördü. Şarkıcı kız pipasına sarıldı ve korkuyla ayağa kalktı, üzgün bir sesle, "Lordlarım, şarkılarımı dinlememiz yeterli, bana dokunmayı bırakın..." dedi. Birkaç adam tatlı bir şekilde, "Dokunmakta ne sakınca var? Sonuçta, dokunan sadece biz olamayız, ticaretini satarken birkaç kişi tarafından elle taciz edilmediğine inanmayı reddediyorum!" dedi.
Şarkıcı kız o kadar üzgündü ki göz yuvaları kıpkırmızıydı. "Ne demek istiyorsun, mesleğimi mi satıyorsun? Şarkılarımı satıyorum, bedenimi değil!" dedi. Ancak çevredeki insanlar kasıtlı olarak onun açıklamasını duymadılar ve "Heh! Sanki bakireymişsin gibi konuşuyorsun. Gerçekten düzgün olsaydın, kendini satmazdın!" dediler. "Evet! Az önce insanları cezbetmek için o şarkıyı söylüyorsun ve şimdi satılık olmadığını söylüyorsun, ne tür bir kapı dikmeye çalışıyorsun, tamamen gülünç!"
Şarkıcı kız o kadar öfkeliydi ki bayılacaktı. Titrek bir sesle, "Bunu söylememe izin veren hepinizdiniz, bunu söylememe izin veren hepinizdiniz, bunu söyledim ah." dedi. Ancak, ne söylerse söylesin, o kötü kalpli dinleyici grubunun her zaman karşı çıkacak sözleri vardı. "Yani sadece biz söylemene izin verdiğimiz için mi söyleyeceksin? Bu kadar itaatkar? Bu, insanları baştan çıkarmak için onu söylemeyi kalbinde önceden planladığını gösteriyor!"
Xie Lian daha fazla dinlemeye dayanamadı. Zaten öfkeliydi ve şimdi daha da öfkelenmiş hissediyordu. Beyaz bir gölge parladı ve o ıslık çalan adam grubu ne olduğunu anlamadan önce, bir sıra halinde yere serildiler. Kalabalığı yöneten adam, kıçının üstüne düştü ve yüksek sesle azarladı, "Sen kendini kim sanıyorsun? Bizi kızdırmaya mı cüret ediyorsun?" Xie Lian, şarkıcı kızın önünde koruyucu bir şekilde durdu. Boğumlarını çıtlatırken bile yüzünde hiçbir öfke belirtisi yoktu. Derin bir sesle, "Burada duralım. Böyle bir güzellikle karşılaşan herkesin yüreği yerinden oynar. Ama ona nezaketle davranmayı bilmiyorsan, bu utanç verici ve aşağılık bir şey olur." dedi. Birisi bağırdı, "İlk önce şarkı söylemeye başlayan açıkça oydu. İstediği gibi şarkı söyleyebilir ama biz istediğimiz gibi dokunamayız?"
Ama Xie Lian her kelimeyi ve cümleyi telaffuz ederek, "Doğru. Gerçekten de istediği gibi şarkı söyleyebilir ama sizler istediğiniz gibi dokunamazsınız!" dedi. Konuşmasını bitirmeden önce bile, yedi veya sekiz iri yarı adamı alt kata fırlatmıştı. Kıçlarının üstüne düştüler ve düşüşleri onları korkuyla doldurdu. Aslında, hiçbiri ağır yaralanmamıştı ama bu bir noktayı vurgulamak için yeterliydi. Sonuçta, kimse Xie Lian'ın nasıl saldırdığını açıkça göremiyordu, bu yüzden karşı saldırıdan nasıl bahsedebilirlerdi ki? Panik içinde dağıldılar. Üst katta, Xie Lian geriye doğru baktı. Şarkıcı kız ayağa kalktı ve büyük bir minnettarlıkla ona doğru eğilerek, "Bu kalabalığı dağıttığı için bu Tao Ustasına çok teşekkürler!" dedi. Xie Lian, "Elimi kaldırmaktan daha fazla efor sarfedici bir çaba değildi. Hanımefendi, hala burada kalmayı düşünüyor musunuz?" Şarkıcı kız başını salladı.
Xie Lian da başını sallayarak, "Tamam. O zaman şarkı söylemeye devam edin." dedi. Bunu söyledikten sonra yerine oturdu, cübbesini düzeltti ve elbiselerini dik bir şekilde tuturken oturup nöbet tuttu.
Diğer adamlar, onun gitmediğini görünce, onların yönüne baktılar, ancak beklendiği gibi, onları daha fazla rahatsız etmeye cesaret edemediler. Şarkıcı kız, onun niyetini anlayarak, daha da minnettar hissetti. Ağzını bir daha açtığında, canlı ama yaygın, yerel halk şarkısıydı. Xie Lian kendine bir fincan çay koydu ve içmek üzereyken, başını eğdi ve bir kez daha çay lekesini fark etti. Bir an tereddüt etti, ancak yine de hissettiklerini yenemedi ve iç çekerek çay fincanını koydu. Düşünmeden başını geriye çevirdi ve dondu.
Sokağın karşısında, bulunduğu çay evinden bile daha zarif, çok katlı bir şarap evinde, tek başına oturan biri vardı. Kırmızı giyinmiş uzun boylu bir adamdı. Ona biraz vahşi bir hava katan siyah bir göz bandı takmış olmasına rağmen, yakışıklılığını gizlemiyordu. Giysileri akçaağaç yaprakları kadar kırmızı, teni kar kadar beyazdı ve elinde gümüş ön kol korumaları gibi ışığı yansıtan şarapla dolu gümüş bir kupa tutuyordu. Tek bir bakışta bile aşırı derecede dikkat çekiciydi. Xie Lian'ın yönüne, ona uzaktan bakıyordu. Artık Xie Lian'ın bakışlarını yakaladığını görünce hafifçe gülümsedi ve sanki ona saygısını uzaktan gösteriyormuş gibi kupasını hafifçe kaldırdı.
"..."
Açıklanamayan sebeplerden ötürü, Xie Lian'ın bakışları bu adamla buluştuğu anda, sanki vücudundan bir akım geçmiş gibi hissetti ve aceleyle bakışlarını geri çekti. Ancak, umursamazmış gibi davransa da, kalbi çılgınca çarpıyordu. Ne kadar garip. O adam gerçekten de çekiciydi ve göz alıcıydı, gizemli ve esrarengiz bir çekiciliği vardı. Ancak, geçmişte bu kadar göz alıcı erkekler görmemiş değildi, öyleyse neden bu adama böyle bir tepki veriyordu?
Bunu düşününce, bir kez daha bu düşünce dizisini bastırdı. Bu tamamen yanlıştı. Çünkü, dikkatlice düşündüğünde, geçmişte gerçekten de bu kadar göz alıcı yakışıklı bir adamla hiç karşılaşmamıştı. Düşünceleri bu noktaya gelince, Xie Lian kendi kendine, bu kişi çok nadir biri olmalı diye düşündü; ona karşı daha dikkatli olmalıyım.
Başını geriye çevirdi. Ancak, bu sefer karşıya baktığında, kırmızı giysili adam kaybolmuştu. Tıpkı öylece kaybolduğunu düşünmek. Parlak renkli bir akçaağaç yaprağının aşağı doğru süzülmesi gibi, gözlerinin önünde yaramazca parıldayarak, kaybolmadan önce bir anlığına dünyasını aydınlattı. Sanki gerçek değilmiş gibi, geçici bir rüya ya da baloncukmuş gibi. Bir süre zarif şarap evine dikkatlice baktıktan sonra, ama hala adamdan hiçbir iz göremeyince, Xie Lian sonunda pes etti. Biraz hayal kırıklığına uğrayıp uğramadığını bilmiyordu. Hafifçe nefes verdi ve kaşlarını ovuşturdu, "Unut gitsin," diye düşündü. Beklenmedik bir şekilde, tekrar geriye baktığında, bir noktada, kendisinin haberi olmadan, birinin masada karşısına oturduğunu gördü. Biri, yanağını bir eline dayamış bir şekilde oturmuş, ona bakıyordu. İki adamın bakışları birleşti. Xie Lian hafifçe irkildi, ama kişi küçük bir gülümsemeyle, "Bu Tao ustası bana bir kadeh şarap ısmarlamak ister mi?" dedi. Uzaktan onu selamlamak için kadehini kaldıran, kırmızı giysili adamdı.
------
Yazar Notu: Lianlian dışarıdayken küçük bir kaza geçirmiş ve hafızasını kaybetmiş. Bilincini geçmiş benliğiyle değiştirmesi söz konusu değil, zaman çizelgesinde bir değişiklik yok, bu yüzden geçmişteki veliaht prens bu anı serisine sahip olmayacak. Bu ekstranın asıl amacı büyük Huahua'nın on yedi yaşındaki veliaht prensi deneyimlemesi, tabii ki bizim Lian kesinlikle hafızasını geri kazanacak (sanırım kimse onun hafızasını geri kazanamayacağından endişe etmiyordu... Her seferinde, en bariz sorular hakkında endişelenen insanlar olduğunu keşfettim, bu yüzden bunu söylemenin daha iyi olacağını düşündüm...)
#heavens official blessing#mxtx tgcf#tian guan ci fu#çeviri#hualian#hua cheng x xie lian#hua cheng#xie lian#mxtx fandom#mxtx#tgcf spoilers#tgcf extras#tgcf xie lian#tgcf hua cheng#tgcf hualian#tgcf text post#translation#tgcf art#tgcf#xie lian my beloved#hualian art#extra chapter#mu qing#feng xin#tgcf mu qing#tgcf feng xin#tgcf season 2#amnesia#tgcfedit
10 notes
·
View notes
Text
List of all 144 Espers in Dislyte (alphabetized)
Abigail (Frigga)
Adrina (Chantico)
Ahmed (Geb)
Ain (Ptah)
Alexa (Aphrodite)
Alice (Gullveig)
Alolin (Pazuzu)
Anesidora (Pandora)
Anna (Persphone)
Arcana (Hermes)
Archibald (Mictlantecutli)
Asenath (Nefertem)
Ashley (Heimdall)
Aurelius (Ullr)
Bai Liuli (White Snake)
Bardon (Baldr)
Berenice (Bastet)
Biondina (Poseidon)
Bonnie (Eris)
Brewster (Garmr)
Brynn (Valkyrie)
Camille (Hati)
Cang Ji (Cang Jie)
Catherine (Hela)
Cecilia (Isis)
Celine (Siren)
Chalmers (Idun)
Chang Pu (Yao Ji)
Chloe (Medea)
Chu Yao (Tai Yi)
Clara (Hera)
Daniel (Charon)
David (Jason)
Daylon (Sobek)
Dhalia (Calypso)
Djoser (Atum)
Donar (Thor)
Drew (Anubis)
Eira (Freya)
Elaine (Nyx)
Elliot (Thoth)
Embla (Ymir)
Emma (Jade Rabbit)
Ethan (Pan)
Everett (Tyr)
Fabrice (Freyr)
Falken (Horus)
Farrah | Aminah (Tiamat | Abzu)
Fatum Sisters (Nornir)
Feng Nuxi (Nuwa)
Feng Xun (Fu Xi)
Freddy (Fenrir)
Fu Shi (Suan Ni)
Fumitsuki (Kaguya-hime)
Gabrielle (Njord)
Gaius (Zeus)
Ginny (Hestia)
Hailey (Hephaestus)
Hall (Hodur)
Helena (Helen)
Heng Yue (Chang’e)
Hilda (Hypnos)
Hyde (Hades)
Ife (Meretseger)
Ikki (Tsukuyomi)
Intisar (Kauket)
Jacob (Jormungand)
Javid (Shamash)
Jeanne (Gerd)
Jiang Jiuli (Chiyou)
Jiang Man (Meng Po)
Jin Qiu (Ru SHou)
Jin Yuyao (Queen Mother)
Jin-Hee (Dokkaebi)
Kara (Serket)
Kaylee (Anuket)
Koharu (Ame No Uzume)
Laura (Neith)
Lauren (Heket)
Layla (Medjed)
Leon (Vali)
Leora (Athena)
Lewis (Ares)
Li Ao (Tao Tie)
Li Guang (Vermilion Bird)
Li Ling (Nezha)
Liam (Xolotl)
Lian (Jiao Tu)
Lin Xiao (White Tiger)
Long Mian (Ao Bing)
Lucas (Apollo)
Luo Yan (Yanluo Wang)
Lu Yi (Dayi)
Lynn (Hathor)
Mateo (Prometheus)
Mavis (Mictecacihuatl)
Mei (Kaya-no-Hime)
Melanie (Medusa)
Meredith (Scylla)
Mona (Artemis)
Narmer (Ra)
Nick (Magni)
Nicole (Nephthys)
Norah (The Muses)
Odette (Skadi)
Ollie (Osiris)
Ophelia (Thanatos)
Parmi (Ninsun)
Pritzker (Mimir)
Q (Eros)
Raven (Odin)
Ren Si (Black Tortoise)
Sachiko (Hare of Inaba)
Sally (Sif)
Sander (Set)
Sienna (Gaia)
Stewart (Dionysus)
Su Jue (Daji)
Tang Xuan (Sun Wukong)
Tang Yun (Six-Eared Macaque)
Taylor (Hercules)
Tevor (Sphinx)
Tiye (Nut)
Toland (Tezcatlipoca)
Triki (Loki)
Uday (Sopdet)
Unas (Shu)
Unky Chai (Yue Lao)
Valeria (QUetzalcoatl)
Wu You (Dijiang)
Xiao Yin (Azure Dragon)
Xie Chuyi (Death Guard Hei)
Xie Yuzhi (Death Guard Bai)
Xuan Pin (Jiutian Xuannu)
Yalina (Mamitu)
Yamato (Izanagi)
Ye Suhua (Shao Siming)
Yu Ran (Bai Ze)
Yu Xu (Jing Wei)
Yun Chuan (Yang Jian)
Yuuhime (Izanami)
Zelmer (Sekhmet)
Zhong Nan (Zhong Kui)
Zora (Amunet)
#I’m excited for the popularity poll thing we have coming up#I’ll probably repost this list with less characters when the first elimination round ends#dislyte
17 notes
·
View notes
Text
benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim bir tek köşen bile ayrılmamışken bana var olan ve olacak bütün köşelerinin sahibi benim ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim sen kaç köşeli yıldızsın
7 notes
·
View notes
Text
benim yüzüm bu dünyanın bekleme yeri sevgili mareşalim
annesi çoktan dövmeli
babası hindistan'a işçi gitmiş
üşüdükçe asya'ya sokulan yer kürenin kıvrımları gibi
doğumları ekimlere denk gelmiş
benim yüzüm bu dünyanın defans hattı sevgili mareşalim
okumayı tanklar tüfekler arasında öğrenmiş
eşzamanlı mütercim ağzı bozuk kelebekler gibi
görüyorsun ya biz seninle kocaman bir sobayı paylaşıyoruz sevgili mareşalim
gözlerimizi devletten kaçırıyoruz
hür irademizle köle
nefessiz bakışımızla kansız düzenler deviriyoruz
bu sefer paslı jiletlerden bahsetmiyoruz
görüyorsun ya biz seninle bir aşkı temize çekiyoruz sevgili mareşalim
işte şimdi biri çıkar gelir diye seviyoruz köşebaşlarını
mahallenin ortasında yükselen gökdelenlere tükürüyoruz
akşamüstü kırdığın bileklere sarılıyoruz -en çok maç dönüşleri-
affet ama 4-4-2'ye artık inanmıyoruz
biz seninle bir arpa boyu yol da gidemiyoruz sevgili mareşalim
bu yüzden hep tütüne sarılıyoruz tramvay duraklarında
tütün bize sarılmıyor elinle bi' yoklasan soğukluğu can ağrıtıyor
ellerin kaç yerinden çerçevelemiş elleri
bilmiyorum, bilsem
kederimden gün ağrıyor
ben en çok seni yoklasam da yokluğun benden bi adam önde kalıyor hep sevgili mareşalim
biz seninle böyle uzanıp giden yollar gibi yan yana
biz seninle anca böyle yana yana
cebimden üç tohum çıkardım attım toprağa
doğrusunu ev bildim
doğrusu evden kaçıp sana geldim
tüm bunların içinde, bu hikayenin dışında
zaten bizim hayatlarımız olmazdıydı sevgili mareşalim
sen orada yarından uzak yaşa
bana burda zaten yarım çok uzak
sık kafama sevgili mareşalim
en sevdiğin şarkıdan devam et parlamaya
zindanın yusuf'unu attığın yerdir
zindanın yusuf'unu bulduğun yerdir
çünkü yusuf'un sırtı hep yara
çünkü yusuf'un gömleğini önden yırtmışlar, inanmaz artık onlara
yine de adından güzel bilmece duymadım sevgili mareşalim
her harfin bir barikat bana
her gülüşün çıkmaz sokak
ben senden yana çok yandım sevgili mareşalim
babanemden el istedim
beş kere okudum üfledim
ağladım bir akşamüstü otogarda
gözümün rengini yıkadım sevgili mareşalim dağlar yeşersin diye bekledim
"başına bir hal gelirse canım" cümlesine inandım çokça
ben burada senin gölgenle kaldım sevgili mareşalim
verdim sırtımı kalabalıklara
dayadım alnımı namluya
kalbimde iki kara leke taşıdım, birinin adını dünya koydum sonra
4 notes
·
View notes
Text
not a furry, just curious since there's quite a bit of furbait and monsterbait.
these ones have notable non-humanoid characteristics or are straight-up nonhuman but not furries. many have tails and/or horns. some of guys in this poll were overflow male furries.
4 notes
·
View notes
Text
Seni saramadığım o kara gecelere yan
Yine acı sonu, yine sızı, yine heyelan…
#fecir#meteerpeginhutamesi#onlywinesoul#raziyezz#siyahkadaryalnizz#umutbittigezegeniyakin#ahpiraye#bilmiyorsun#iyiyimlaben
26 notes
·
View notes
Text
Sonunda kendimi kaybettim Sana çok bile sabrettim Diyemem: "gel, hadi sar, geçsin" Çünkü sen her şeyi mahvettin
Seni saramadığım o kara gecelere yan Yine acı sonu, yine sızı, yine heyelân Ve günahım, âhım başına belâ olsun, gelme! Eder acılarım yüreğime yine cereyan
9 notes
·
View notes