#kısa çöp
Explore tagged Tumblr posts
onderkaracay · 6 months ago
Text
Tumblr media
0 notes
sillagen · 13 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
23 Ekim | Çarşamba | 24
Ağzımın içi yara oldu. Normalde ağız içinde yara olursa kimin ayrılmış bir şeyini yedin anlamına gelen " kimin hıstasını yedin" denir bizde. Kimsenin de yemedim. Sofrada ağzım yara kimsenin bir şeyini de yemedim diyince erkek kardeşim üzüntüden abla dedi. Binanın kaloriferinin kazanın da sıkıntı varmış. Birkaç güne ancak yapılır dediler. Bugün aksine daha çok üşüdüm. Kardeşim bile ağrı kesici iç abla oldu. Sıcak su torbamı valize koymaya niyetlenmistim ama sonra neyse dedim. Alsaymisim iyi olurdu. Üşümekten kardeşimin kazagini giydim kolları kocaman oldu içinde yelekli ve bluzlu bir ben olmasına rağmen zor ısındım. Dün gece baktım kendimi üzeceğim kardeşimin mutfak dolaplarını sildim, kemikleri kaynattım. Öğle saatlerinde haşlama gibi değil de daha çok çorba niyetine limonlu ve biberli içiyor. Sabah ise buzdolabında bozulacakları ayarladım. Önceden aldığı bozulmaya yakın salatiklari ayikladim ve cacık olacak şekilde dogradim. Yarın yoğurda katarım şimdiden katarsak yumuşar. Yemek vardı yanına meze olsun diye fırına sebze atıyordum yanına patates de doğra dedi. Dediğini yaptık. Kendimi zorlamadan evin bir bölümünü yapmaya çalışıyorum. Kardesime ayagi kirildigindan beri sigarayı ben alıyorum ve çok iciyor. Bugune has degil genel olarak çok sigara içiyor. Ben markete girdigimde " buyur abla" dediklerinde " bir karton parlament kısa" diyince ilk ben kullanıyorum sanıyorlar heralde bazısı şaşıyor. Ya da bir karton almama da şaşırıyor olabilirler. Anneannemgilden bugun de elektrikli sobayı getirdim. Teyzem de gelin bizde kalın çok üsüyordanız dedi. Yok yagg falan yaptık hdjjfjff halbuki sabah cidden çok soguk. Aksamlari iyi. Bugün kaza kamera kaydını attmışlar. " gel abla gel kazamı izleyelim" diye beni çağırdı. Erkeklere kritik anlarda bir espri hali ve umursamazlık geliyor. Adamın suçu daha çok. Kardeşim geçip giderken en son arka teker kurtulmadan direksiyonu sağa çeviriyor aynaya da bakmadı ya da direkt kardeşimi görmedi. Sola kitlenmiş heralde. Ayağı araba ile motor arasında kalmış. Ondan sonra sıcrayıp yere düştükten sonra kafasını kaldırma hızlıca vururken yan taraftaki çöp konteynerinı da deviriyor. İyi ki kask varmış. Büyük ihtimalle o vurmaya daha kötü şeyler olabilirdi. Kask zaten parçalanmış. Rabbim beterinden korusun bizim için de iyi bir şey değil. Karşıdaki kişi için de iyi bir şey değil. Bilerek yapmıyor sonuçta Allah hepimizin yardımcısı olsun. En son gün iş güç bitince kahve içelim olduk. Kahve yaptım. Kendi kendime uzuldükten sonra hiçbir şey olmamış gibi " kemik suyu içer misin getireyim :) " yapıyorum o da ister istemez şaşırıyor. Daha yeni ağlıyordun ne ara kemik suyuna geldik oluyor. Afafafstd
22 notes · View notes
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
224. BÖLÜM - Dünyayı Tepetaklak etmek - gökyüzünde ateşten şeytani kale ile dövüş
Devasa taş heykel sersemlemiş ve donakalmış gözlerin altında gittikçe yükseğe ve daha yükseğe çıktı. Xie Lian onun harika bir durumda olduğunu gördü hatta önceden yüzü olmayan beyazın kırdığı bacakta iz bile yoktu, mutlu bir şekilde “San Lang, heykeli onardın mı?” dedi.
Hua Cheng gülümsedi, “eğer ta cennete Gege’yi almaya geleceksem ellerim boş gelemezdim. Hadi gidelim!”
Xie Lian kafasını salladı, “Millet, acele edip atlayın!
Ancak o zaman cennet mensupları kalabalığı onun yanındakinin Hua Cheng olduğunu gördüler, neredeyse dizlerinin üstüne düşeceklerdi, “EKSELANLARI, YANINIZDAKİ???”
Feng Xin’in yüzündeki sıkıntı giderek daha belirgin hale geliyordu ki sonunda bağırdı, “JIAN LAN! JIAN LAN!” ama cevap yoktu.
Lang Qian Qiu caddenin köşesinde saklanarak kaçmaya çalışan Qi Rong’u gördü, gidip onu yakalamak üzereydi ki Tai Hua sarayının oradan geçerken aniden sanki içinden bir şey patlamış gibi tüm saray paramparça olup yere serildi. Tüm cennet mensupları ürkmüştü, bakmak için döndüklerinde öfkeli alevler ve molozların arasında başını eğmiş ve sessizce duran bir figür gördüler.
Jun Wu gümüş kelebeklerden kurtulmuştu.
Beklenildiği gibi durdurulamazdı.
Qi‌ Rong aceleyle Jun Wu'nun arkasına koştu ve kalabalığa kendini beğenmiş bir şekilde bağırdı, “SÜPRÜNTÜ! ÇÖP! GÜCÜNÜZ YETİYORSA BURAYA GELİN!”
Sadece o hâlâ kendi ölümünden habersiz, yaklaşmaya cesaret edebildi, hiçbir cennet mensubu konuşmaya cesaret edemedi.
Beyaz zırhlı savaş tanrısın vücudunun üzerinden göklere doğru kapkara bir aura kükrüyordu, beyaz ışık körleşmiş, iki renk sürekli olarak tahmin edilemeyecek şekilde değişiyordu. Cennet mensuplarının hepsi bu Jun Wu’nun son derece farklı olduğunu hissedip ona baktılar ama sert bir şekilde nefes almaya cesaret edemediler. Aynı zamanda o da Xie Lian’ı dikkatlice izliyordu, yavaşça insanların toplandığı yere doğru ilerlemeye başladı. Attığı her adımda savaşın alevleri ayaklarının altını yakacaktı.
İlk başta canlı çıralar halindeydi, kısa bir süre sonra çılgınca her yöne yayıldı ve göklere doğru esen öfkeli alevlere dönüştü.
Bu alevler Qi Rong'u yakalamıştı ve şeytani bir şekilde uluyarak kollarında Gu Zi ile hızla kaçmaya başladı. Quan Yi Zhen, Yin Yu'nun cesedini sırtında taşıyordu, yüzü is içinde caddenin ortasında duruyordu ve Jun Wu'yu gördüğünde onun da gözlerinde öfkeli ateşler yandı. Ona doğru yürümeye başlamadan önce cesedi yere bile bırakmadı ve onu geri çeken Xie Lian oldu.
Bir başka gümüş kelebek dalgası ileri atıldı ve Xie Lian bu fırsatı kullanarak, "ACELE ET! ORADA DİKİLİP DURMA!" diye bağırdı.‌
Tüm cennet mensupları bir anlığına tereddüt etse de sonrasında her biri birbiri ardına seslenişe cevap verdi. Binlerce cennet mensubu siyah bir karıca sürüsü gibi devasa taş heykele tırmanıp göğüs ve omuzlarında yer edindiler. Durmaya yer olmadığında ise eteklerinin uçlarından tutunuyorlardı. Eğer bu şey uçacak idiyse o zaman sadece bereket fenerleri ve gümüş kelebeklere bel bağlayamazlardı, ancak aynı zamanda çok fazla insan olduğundan Xie Lian Hua Cheng’e doğru bir hamle yapamadı.
Tumblr media
Fikirler acil durumlarda ortaya çıkar, Xie Lian rastgele bir cennet mensubunun yanına çekti, onun arkasında Xie Lian, Hua Cheng'in yüzünü kavradı ve onu sıkı bir şekilde öptü.
Aradan biraz zaman geçti ve Xie Lian'ın tüm vücudu bir anda ruhani güçle doldu, paravan olarak kullanılan cennet mensubu tamamen kaskatı kesildi ve şok içinde bağırdı, "SİZ İKİNİZ ARKAMDA NE YAPIYORSUNUZ??”
Xie Lian ancak o zaman insanların görüşünü engellemek için kenara çektiği kişinin aslında Lang Qian Qiu olduğunu fark etti ve zihinsel olarak derin bir pişmanlık duydu. Ne günah ne günah, bu çocuk tarafından görülmemeliydi ve haykırdı, "HİÇBİR ŞEY YAPMADIK! GÖRMENİZ GEREKEN HİÇBİR ŞEY YOK!" Sonra arkasını döndü ve o ilahi heykele bağırdı, "UÇ!"‌
İlahi heykel onun çağrısını duymuş gibi görünüyordu, sanki bir şey harekete geçmiş gibi, kısık gözleri aniden açıldı ve yüzündeki gülümseme derinleşti.
Gümüş kelebekler ve Bereket Fenerleri aniden dağıldı ama o hala gökyüzünde sabit bir şekilde süzülüyordu, uzun saçları, kolları ve etekleri de rüzgarda dalgalanıyor gibiydi.
Uçuyor!
Xie Lian ve Hua Cheng de ayağa fırladılar ve ilahi heykelin başının tepesindeki yorgun taç platformunun üzerinde durdular ve Xie Lian bağırdı, "HERKES DİKKATLİ OLSUN! SIKI TUTUNUN!
Tam sözünü bitirdiği anda, ilahi heykelin gövdesi önce battı sonra da kuvvetle ileri fırladı! Xie Lian ve Hua Cheng en yüksek noktada durdular ve ilahi heykelle birlikte birçok cennet mensubunu Cennet Başkentinden çok uzaklara taşıdılar. Ancak, yılların birikimiyle Cennet Başkentinde yıllarını geçirmiş çok sayıda cennet mensubu vardı, bu yüzden umutsuz ve kederli bir şekilde arkalarına bakmaya devam ettiler.
Biraz sakinleştikten sonra Xie Lian aniden az önce telaş içinde olduğundan saymaya zaman olmadığını hatırladı ve seslendi, “Herkes bindi mi?” Guoshi nerede? General Pei?”
General Pei'nin başına gelen talihsizliklere yenilip yenilmediğini kim bilebilirdi? Tanıdıklarının orada olup olmadığına bakıyordu ki bağırdı, “USTA!”
Uzaktan Guoshi’nin cevabı geldi, “GELDİM!”
Ancak o zaman Xie Lian biraz rahatlamış hissetti. Tam o sırada aniden birisi bağırdı, “YETİŞİYOR! YETİŞİYOR!”
Beklenildiği gibi! Devasa ilahi heykelin arkasında kızıllara bürünmüş bir şey peşlerindeydi.
Bu cennetin başkentiydi.
Asıl cennet başkenti, hayırlı ve uğurlu bulutlarla sarılıp çevrelenmişti. Şimdi ise bunun yerine savaşın alevleriyle yanıyor, ateşli şeytani bir kaleye dönmüştü.
Birisi dehşetle konuştu, “İmparator… İmparator cennetin başkentini hareket ettiriyor… Hepimizi ortadan kaldıracak…”
“Bizi yakalayacak!”
Ancak Xie Lian bağırdı, “O KADAR DA HIZLI DEĞİL!” el mühürlerini aniden değiştirdi ve devasa ilahi heykelin gözlerinden ışıklar fırladı. Cennet mensuplarının kulaklarını kamçılayan rüzgar daha hızlı esti, deliler gibi uludu, aniden onların peşinde olan kırmızı ışıktan hızla uzaklaştı. Artık ilahi heykel daha hızlı uçuyordu!
Burada işler hızlanırken arkalarındaki kırmızı ışık vazgeçmemiş hızı aniden artmıştı, artık daha yakındı ve bazı cennet mensuplarını panikten çığlık attırıyordu. Bu mesafeyle cennet başkentinin içindeki o figürü artık neredeyse net bir şekilde görebiliyorlardı!
Bu sırada ölümlü alemi neler olup bittiğinden birhaberdi; çocuklar gülüşüp oynaşıyorlardı ki gökyüzünde hızla ilerleyen beyaz bir ışık ve uçup geçmekte olan kırmızı bir ışık gördüler, hepsi ağzını açıp alkışladılar, “Çok tatlı!”
Xie Lian durumun bu şekilde devam edemeyeceğini ve bu şeyi hızlandırması gerektiğini biliyordu ama hafiften başı da dönüyordu. Sonuçta tek nefeste o kadar uzun bir süre uçmuştu ki. Hua Cheng kalkmasına yardım ediyordu ama onlar daha konuşmadan aşağıdan Guoshi’nin bağıran sesini duydular, “HEPİNİZ BURADA NE İÇİN DURUYORSUNUZ? BİR GRUP CENNET MENSUBU HALA KAÇMAK İÇİN HAYALET KRALDAN RUHSAL GÜÇ ÖDÜNÇ ALINMASINA İHTİYAÇ DUYUYOR. KENDİNİZDEN HİÇ UTANMIYOR MUSUNUZ?”
Bazı cennet mensupları bu ses tonunu takdir etmediler ve şöyle haykırdılar, “Sen kimsin? Bize ders vermeye ne hakkın var?”
Guoshi devam etti, “Kim olduğumun önemi yok, buna rağmen ben üst cennetteyken sen hala bir yerlerde kum havuzunda oynuyordun. Mesele şu ki, acele edin ve narin, pamuk ellerinizi bu ilahi heykelin üzerine koyun, hepiniz verebileceğiniz kadar ruhsal güç verin! Ancak o zaman bu ilahi heykel daha da hızlı uçabilir, eğer onun yetişmesini beklemiyorsanız tabi? Hepiniz kenardan izlemeye o kadar alıştınız ki, hayatlarınızın tehlikede olduğunu unuttunuz mu? Hala böyle bir şeyi size hatırlatmama ihtiyacınız var mı?"
Bu hatırlatmayla birlikte cennet mensuplarının nihayet akılları başlarına geldi ve hepsi bu yönteme destek vermeyi unuttukları için içten içe çok utandılar. Böylece hepsi işe koyuldu, ellerini ilahi heykele koyarak bağırdılar.
"EKSELANSLARI, BU MEVKİCE AŞAĞI KİŞİ SİZE YARDIM EDECEK!"
“Ah, o zaman ben de…”
“Pek fazla yok… ama elimizden geleni yapacağız.”
Yedi ya da sekiz yüz el ve ayakla birlikte ilahi heykel tekrar güçle doldu ve Xie Lian da tekrar enerjik hissediyordu. İlahi heykel bir kez daha güçlendi, bu sefer büyük bir gürlemeyle arkadaki kırmızı ışığı kilometrelerce geride bıraktı!
Cennet mensuplarının hepsi derin bir nefes alarak rahatladılar ve terlerini sildiler.
Aniden Hua Cheng konuştu, “Gege, aşağıya in.”
Xie Lian da nedenini sormadı ve doğrudan aşağıya doğru hareket etti. İlahi heykel bulutların zifiri siyah katmanlarını aştı, ama aşağısı da kapkaranlık, bir parça ışık süzmesi bile yoktu. Cennet mensupları telaşlanmıştı, “Burası… burası ne böyle? Neden bu kadar karanlık? Oldukça korkunç.”
“Ekselansları, neden buraya geldik?”
“Bence burada uzun süre kalmamalıyız!”
Ancak Hua Cheng konuştu, “Burada kalıp hareket etmeyeceğiz. Bekleyelim.”
Böylece o devasa ilahi heykel havada süzüldü, Xie Lian “En. Neyi bekliyoruz?” diye sordu.
Hua Cheng fısıltıyla cevapladı, “Yetişene kadar bekleyip bir tur dövüşmeyi.”
Sözler dudaklarından dökülürken, kara gecenin bulutlarının üstünden kırmızı bir ışık kırıldı ve o da aşağıya doğru indi. Her insan bir kale, gece gökyüzünde karşı karşıya geldiler. Her bir cennet mensubu gözlerini kırpmadan o kırmızı ışığın yaklaşmasını izledi, tüyleri diken diken oldu ve hepsi sorguladı, “Ekselansları, neden gitmiyoruz?”
“Onunla kafa kafaya savaşmayı düşünüyor olamazsın? Kazanma ihtimalin yok!”
“Yine aptallaştı! Biliyordum işte bu adam aptal olmayı seviyor!!! Yüzlerce yıl geçti ama o hala… kim tekme attı?”
“Ben.” Dedi Guoshi, “Bir kelime daha edersen seni doğrudan aşağı atarım.”
“SEN KİMSİN BE??”
O ilahi heykel devasa bir nesne olabilir, ancak Cennet Başkenti çok daha görkemliydi ve eğer gerçekten kafa kafaya çarpışırlarsa, bu devasa ilahi heykelin boyutuna göre kesinlikle ezilirdi. Ancak, Xie Lian'ın Hua Cheng'e güveni tamdı ve tek kelime etmeden izledi. Tıpkı o kırmızı ışığın yarım mil kadar uzağa gelmemiş olması gibi Xie Lian aniden ayağının altında bir şeylerin hareketlendiğini hissetti.
 Aşağıya baktığında, hareket edenin ayaklarının altındaki karanlık olduğunu gördü, sppş, sppş, yükseliyor ve katlanıyordu, adeta... ‌
Dalgalar.
Xie Lian anında buranın neresi olduğunu anladı.
Cennet mensuplarından da fark eden vardı, birisi dehşetle bağırdı, “Tanrım! Burası sanki… Kara Su Şeytanın Yuvası! Şeytanların yuvasına getirildik!”
Kelimeler söylendiğinde aniden aşağıdan beyaz şeritler karanlığı yararak havaya doğru sıçradı.
Unutulmaz bir şekilde yeşil dört çift göz, hayalet ateş fenerleri kadar büyük devasa sekiz göz ateşli şeytani kaleye baktı, bu kaba davetsiz misafirden son derece rahatsız olmuş gibi uzun ve kötücül şekilde kükredi. Devasa kuyruklarını ile ileri geri savurdu ve denizin binlerce metre yüksekliğinde heyecan verici dalgalarının yüzeyini kırbaçladı.
Onlar dört kemik ejderhasıydı!
Başlarını şeytani kaleye doğru kaldırdıkları anda ağızlarından hızlı bir akıntı fırladı, vurucu gücü muazzamdı ve demir ve çelik duvarlar bile böyle dev bir su tabancası tarafından kırılabilirdi. Xie Lian izlenimini yeniden değerlendirmekten kendini alamadı, "Onları son gördüğümüzde biraz... haha, aslında bu kadar vahşi olduklarını düşünmemiştim."
Denizin zifiri karanlık yüzeyinden dev canavarın yeni ceset kemikleri suları yarmaya devam etti ve balıklar sanki kaleye kayalar fırlatıyormuş gibi vınlayarak uçtu. Cennet mensupları gördüklerinde tamamen şaşkına döndüler. Jun Wu onları öldürmek için peşlerinden koşarken, Hua Cheng ve Kara Su onlara yardım ediyor gibi görünüyordu. Böyle bir sahne gerçekten çok ilginçti.‌ ‌
Dört Kemik Ejderhası o şeytani kalenin etrafını sardı ve ona çılgınca ateş etti ama can alıcı savaş alevleri biraz suyla yok edilemeyeceğinden o kadar da etkili olamadı. Balıklar mücadele ettikçe ateş de o kadar öfkelendi ve sulara giden tüm yolu yaktı.
Kara Su Şeytanı İninin deniz yüzeyinde şiddetli ateş büyüdü ve ateşin ışıkları ile sular vahşice dans etti, aşağıdan, suların içinden gulyabanilerin ulumaları ve feryatları duyuldu. Bir ter damlası Xie Lian’ın alnından aşağıya doğru yuvarlandı, “Kara… Su’yun… bölgesine böyle bir kargaşa getirmemiz sorun olmaz mı?”
“bunları önemseme.” Dedi Hua Cheng, “Bana para borcu var. Nasıl istersen öyle dövüş.”
Xie Lian, “???”
Aniden birisi ileriyi işaret etti, “NE… NE YAPIYOR O?”
Xie Lian da bakışlarını çevirdi ve gördüğünde kalbi de sarsıldı.
MXTX YAZAR NOTU; Kara Su’yun Hua Cheng’e cidden büyük bir borcu var, çok zavallı bir Yüce. Tüm Yüce’ler rütbesinin ortalamasını fena halde aşağı çekti (3 tane olmalarına rağmen.) ama bu çok fazla yemekten dolayı borçlu olunan bir şey değil.
19 notes · View notes
edapostblog · 10 months ago
Text
Tumblr media
Bir haftada eve alınan üçüncü soğan poşeti'nin kaybolduğunu gören karı koca, yenisini alıp mutfağa koyup ve biryere saklanıp beklemeye başlarlar.
Dakikalar sonra şaşkın bakışları arasında küçük kızları Seher gelir mutfağa. Soğan poşetini kaptığı gibi koşup evden çıkar ve en yakın çöp tenekesine atar...
Baba ise çocuğu kulağından tuttuğu gibi her zamanki alışılagelmiş sinirli haliyle eve getirir ve neden sürekli soğanları mutfaktan alıp çöpe attığını sorar.
Çocuk korkup annesine sarılır,ne dese,ne kadar kızsada çocuktan bir cevap alamaz baba.
En sonunda ertesi gün akşama kadar, sorduğu sorunun cevabını vermezse bir yıl boyunca sokakta arkadaşlarıyla oynamasına izin vermeyeceğini ve ceza alacağını söyler...
Çocuk ertesi gün sokağa çıkacakken bir not yazar ve babasının göreceği bir yere bırakır.
Babası kağıdı görür kısa zaman sonra.
Tüylerini diken diken eden ve küçük bir çocuktan beklenmeyen o cümlelerde şöyle yazmaktadır..-"Annemi kavga ettiğiniz zamanlarda bir sen ağlatıyordun.
Birde yemek yaparken eline aldığı o soğanlar ağlatıyordu.
Sen benim babamsın seni çöpe atamazdım.
Annemi çok seviyorum. Ağlamasına da dayanamıyorum.
O daha az ağlasın diye elimden geleni yapmak istedim hepsi bu babacığım....!😔
61 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 1 year ago
Text
Komşumun Fırlama Kızı! (3) (Emre 27 Y., İstanbul)
Sonunda tatile çıkacağımız gün gelip çatmıştı. Sabah saat 6:30 gibi uyandım. Bavulum zaten hazırdı. Duşumu alıp giyindikten sonra, söz verdiğim gibi saat tam 7:00'de Beyza'ların ziline bastım. Kapıyı bana Aynur abla açtı ve şok oldum o anda. Aynur ablanın üstünde tek parça kırmızı bir gecelik vardı. "Hoşgeldin Emreciğim, gel içeriye!" dedikten sonra, arkasını dönerek banyoya doğru yürüdü. Kalçaları ve tanga külodu gecelikten harika bir şekilde belli oluyordu. Ben içeriye geçtim ve kapıyı kapadım. Aynur abla, "Ben banyoya giriyorum canım, sen de Beyza'yı kaldır!" dedi. "Tamam Aynur abla!" diyerek Beyza'nın odasına gittim. Kapısı aralıktı.
Beyza kısa bir pijama altı ve askılı bir bluzla yatıyordu. Kalçalarını iyice geriye attığından, götünün şekli davetkar bir halde meydana çıkmıştı. Beyza'nın kalçasını avuçlayıp biraz okşadım ve pijama üzerinden poposuna bir öpücük kondurup, arkasına yattım. Pantolonumun önüne çadırı kurmuştu, yarrağımı kalçalarına dayayarak, kulağına, "Beyza! Hadi uyan!" diye seslendim. Beyza dönüp, "Uyanığım zaten, kapının zilini çaldığında uyandım!" dedi sırıtarak. Birkaç dakika yatakta öpüştük, elleştik. Banyodan gelen su sesi kesilince kalktık salona geçtik. Aynur abla banyodan bornozla çıktı ve giyinmek için yatak odasına gitti. Bu sefer Beyza girdi duş almak için. Az sonra Aynur abla giyinmiş halde odasından çıkarak, "Emreciğim hadi gel mutfağa, biz kahvaltıya başlayalım!" dedi. Beyza da duşunu aldıktan sonra geldi kahvaltıya katıldı.
Kahvaltımız bitmek üzereyken Aynur ablaya telefon geldi. Aynur abla, "Tamam, iniyoruz!" deyip telefonu kapadıktan sonra hep beraber bavulları alıp aşağıya indik. Şirket çalışanlarından bir eleman güzel bir araba getirmiş aşağıda bekliyordu, arabayı Aynur ablaya teslim edip gitti. Biz bavulları yerleştirdikten sonra, Aynur abla direksiyona geçti. Ben de ön tarafa, Aynur ablanın yanına binecektim ki, "Araba kullanırken yanımda bir erkek olursa sinirli oluyorum!" diyerek arkaya binmemi istedi. Bu benim Beyza'yla oynaşma fırsatımı arttırmıştı, ama fazla birşey yapamazdık, Aynur abla aynadan görebilirdi.
Yolculuğa başladıktan yarım saat sonra, Beyza Laptopuna kulaklık takıp, kulaklığın bir tanesini de bana verdi, diğerini kendi taktı. Böylece filmin sesi annesine duyulmuyordu, pørnøfilm izlemeye başladık. Beyza'daki pørnø arşivi benim bilgisayarda bile yoktu. Ben sağ tarafta oturuyordum, Laptop Beyza'nın kucağındaydı ve ben rahat seyredeyim diye Beyza bana doğru yanaşmıştı. Annesi aynadan baksa bile benim sadece belden yukarımı görebilirdi. Filmi izlerken yarrağım kazık gibi oldu. Fermuarı açarak yarrağımı çıkarttım, Beyza da annesine çaktırmadan elini attı, yarrağımı okşamaya başladı. O kadar heycanlıydı ki, boşalmamak için zor tutuyordum kendimi.
Ama sonunda fazla dayanamayacağımı anlayıp Beyza'nın elini çektim ve kola içmek için yanımıza almış olduğumuz karton bardaklardan birini alıp içine boşaldım. Yarağımı yerine yerleştirip fermuarımı kapadım. Tam elimdeki döl dolu karton bardağı çöp poşetine atacaktım ki, Beyza bardağı elimden aldı ve "Kola doldurur musun Emre abi?" dedi. İnanamıyordum, bu kız şeytana pabucunu ters giydiriridi resmen. Doldurdum kolayı, fırlama Beyza da gözlerime baka baka içti hepsini. Sonra da Filmden sıkıldığını söyleyerek Laptopu benim kucağıma verdi ve kendisi sol tarafa, tam annesinin koltuğunun arkasına yanaşıp, dışarıyı seyrediyormuş gibi yaparak, elini amına attı ve okşamaya başladı. Orgazm olana kadar da devam etti. Sonra uslu uslu oturduk.
İki saattir yoldaydık. Aynur abla, "Emre çok yoruldum, gel sen kullan biraz!" dedi ve arabayı kenara çekti. Yer değiştirdik, arabayı ben kullanmaya başladım. İki saate bir yer değişerek, en sonunda Antalya'daki otele vardık. Halit amca hepimize ayrı ayrı birer oda tutmuştu, hiç bir masraftan kaçınmamıştı. Hemen odalarımıza çıktık. Odalarımıza yerleştikten sonra Aynur ablanın odasında buluştuk. Aynur abla, "Ben aşağıda bir masaj yaptıracağım, ardından gelir uyurum. Siz ne yapacaksınız?" dediğinde, biz de, "Dışarı çıkar dolaşırız herhalde, belki biraz havuza girer geliriz." dedik.
Aynur abla odadan çıkar çıkmaz, ben Beyza'nın üstüne atladım. Beyza zaten yatakta oturduğu için hemen üstüne yatarak göğüslerini avuçladım ve bu arada öpüşmeye başladık. İkimiz de uzun zamandır sikişmemiştik ve yanıyorduk. Arabadaki boşalma beni kesmemişti ve bu gün Beyza'yı evire çevire sikecektim. Beyza'nın hemen üstündeki bluzü çıkarttım ve südyensiz göğüslerine yapıştım. Göğüslerinin her yerini yalamaya başladım. Uçlarını arada bir sıkıyordum ve bir elimi de kısa eteğinin içine sokmuştum, külodunun üstünden amıyla oynuyordum. Göğüslerini bırakıp dudaklarına geçtim tekrardan ve yine ateşli bir şekilde öpüşmeye başladık. Sonra Beyza benim pantolonumun düğmesini açarak çıkarttı ve boxerımı da indirerek sikimi ağzına aldı ve yalamaya başladı.
Harika bir şekilde yalıyordu ve sikimin hepsini boğazına kadar alıp bastırıyordu. Çıkan sesler beni daha fazla zevke getirmişti ve ben de Beyza'nın başından bastırarak daha sert yalamasına yardım ediyordum. Beyza sikimi öyle birkaç dakika kadar yaladı ve ardından Beyza'yı tekrardan yatağa çıkartarak mini eteğini tek hamlede çıkarttım. Külotunu da yırtarcasına çıkarttıktan sonra hemen amına yumularak yalamaya başladım. Amı zaten ıslanmıştı ve ben yalamaya başlayınca Beyza iyice kendinden geçmeye başlamıştı.
Beyza'nın amının her yerini yalamaya çalışıyordum ve dilimlede içine giriyordum. Bir elimle klitorisiyle oynamaya başladım. Beyza ise kendini geriye atarak göğüslerini avuçlamış sıkıyordu. Beyza'nın amını yaladıktan sonra kalkarak yatağa yattım ve Beyza'yı üstüme alarak 69 pozisyonuna geldik ve öylece amını yalamaya devam ettim. Beyza da çılgınca benim yarrağımı yalıyordu. Beyza'nın amını yalarken arada göt deliğine de geçiyordum ve bu arada kalçalarını da okşuyordum. Beyza, "Hadi sok içime artık, dayanamıyorum!" deyince, ben hiç pozisyonumu bozmadan Beyza'yı bana sırtı dönük bir şekilde üstüme aldım. Sikimi amına soktuğum anda Beyza kendini bırakarak hepsini bir anda içine aldı.
Beyza orantısız bir şekilde inlemeye başladı ve ben de onun belinden tutarak hoplamasına yardımcı olmaya çalışıyordum. Arada o kadar şiddetli hopluyordu ki, yarrağım amından çıkıyor, ama Beyza eliyle hemen içine alarak hoplamaya devam ediyordu. Beyza bir süre daha öyle siktirdikten sonra orgazm oldu. Beyza orgazmın verdiği rahatlamayla biraz yorulmuştu, onu geriye doğru yatırarak öyle sikmeye başladım. Yorulsa bile sikişmek istiyordu Beyza. Bu da benim işime geliyordu, çünkü sikişsiz geçen kaç haftanın birikintisini atacaktım. Beyza'yı biraz da öyle siktikten sonra üzerimden alarak yatağa sırtüstü yatırdım ve bir bacağını alıp omzuma koyduktan sonra amına geçirerek sikmeye devam ettim. Bu pozisyonda sertçe sikiyordum ve orgazmdan orgazma ulaştırıyordum Beyza'yı.
Sonunda ben de boşalacağımı anladım ve içinden çıkarak ağzına verdim sikimi. Ama ağzına boşalmayacaktım, sadece biraz zaman geçirmek istiyordum. Beyza yarrağımı yalarken ben de göğüslerini okşuyordum. Sonra yine amına geçerek yalamaya başladım. Amını biraz daha yaladıktan sonra, bu sefer Beyza'yı domaltıp, kayganlaşmış sikimi götüne dayadım ve bir hamlede soktum götüne. O esnada Beyza öyle bir, "Ahhhh!" çekti ki, içim gitti resmen. Yine de sertçe götüne pompalamaya başladım. Beyza'nın sıcacık ve dar göt deliğinin içinde deli gibi gidip geliyordum. Fakat artık fazla dayanacak halim kalmamıştı, en sonunda tamamen yüklenerek Beyza'nın götüne oluk oluk boşaldım. Bir süre öyle kaldık, sonra yatağa uzandık, birer sigara yaktık.
Sigaralarımızı içerken tedirgindim, Beyza'ya, "Annen gelip bizi böyle görmesin?" dedim. Ama Beyza hiç istifini bozmadan, "Annem şu anda kim bilir kimlere siktiriyordur kendini!" dedi. Ben tabii şok oldum, "Saçmalama!" dedim. Beyza bana bakıp güldükten sonra, "Ne sanıyorsun amına koyum? Babam sürekli iş nedeniyle ülke ülke, şehir şehir dolaşıyor, gittiği yerlerde sikmediği karı kız kalmamıştır! Annemin de rahatlaması için birileriyle sikişmesi şart, senenin 6 ayı sikişmeden duracak hali yok ya!" dedi. Ben ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Beyza sigarasından bir fırt çektikten sonra başını göğsüme koyup, "Aslında annemin seninle sikişmesini çok isterim, senin annemi tam anlamıyla tatmin edeceğinden eminim!" dedi. Beyza'yı tanıdığım kadarıyla bu anlattıklarında gayet samimiydi.
Sigaralarımız bitince Beyza elbiselerini giyinmek için yataktan indi, ama ayağa kalkmasıyla yatağa oturması bir oldu. "Beni götten sikişinde hep böyle oluyorum amına koyum. Senden önce hiç götten yapmadığım için oluyor herhalde. Ama artık biraz daha az acıyor!" dedi. Ben hemen kalktım ve elbiselerini getirdim, önce onun giyinmesine yardım ettim, sonra ben de giyindim.
Annesinin odasından çıkmadan önce, otelin manzarasına bakmak için birlikte balkona çıktık. Otelin bahçesi çok büyüktü ve otelin özel plajına kadar uzanıyordu. Bahçede 3 adet de küçüklü büyüklü yüzme havuzu vardı. Büyük havuzun kenarındaki bara ilişti gözüm, çok kalabalıktı, bir sürü bikinili hatun vardı. Beyza'ya hatunları gösterip, "Ben bu oteli çok sevdim, fıstık gibi hatunlar var!" dedim. Bu lafımın üzerine Beyza, "İstersen sana birkaç tane kız ayarlarım!" dedi. Beyza'ya bakınca, "Ne bakıyorsun öyle amına koyum? Ciddiyim!" dedi. Ben de, "Ayarla o halde amına koyum!" dedim.
İkimizde de hem yol yorunluğu, hemde sikiş yorgunluğu vardı. Vakit te geç olmuştu, odalarımıza dağıldık. Keyifle duşumu alırken, acaba bu tatilde beni daha ne gibi sürprizler bekliyor diye düşünüyordum. Duşumu aldıktan sonra daha yastığa kafamı koyar koymaz uykuya dalmışım :)
[Emre]
151 notes · View notes
celikadana · 3 months ago
Text
Tumblr media
Adana'da Hardox 400 Sac Çelik İhtiyacınız mı Var?
Adana Çelik olarak, sektörün en dayanıklı ve kaliteli çelik türlerinden biri olan Hardox 400'ü sizlere sunuyoruz. Uzun yıllardır edindiğimiz tecrübeyle, projenizin özel ihtiyaçlarına uygun Hardox 400 sac çelik çözümleri sunmaktayız.
Neden Adana Çelik?
Hızlı Teslimat: Siparişleriniz en kısa sürede adresinize ulaşır.
Geniş ��rün Yelpazesi: İhtiyacınız olan her ebatta Hardox 400 sacı stoklarımızda bulabilirsiniz.
Uzman Ekip: Sektörün en deneyimli kadrosuyla çalışarak, size özel çözümler üretiyoruz.
Atölye Hizmetleri: Kesim, büküm gibi işlemler için tam donanımlı atölyelerimiz hizmetinizde.
Hardox 400 Neden Bu Kadar Özel?
Yüksek aşınma direnci ve tokluğu sayesinde, Hardox 400 özellikle ağır sanayi ve inşaat sektöründe tercih edilir. Çöp kamyonları, kepçeler, kırıcılar gibi ekipmanlarda uzun ömürlü ve güvenilir bir performans sunar.
Adana Çelik olarak, Hardox 400 sac çelik konusunda size en iyi hizmeti sunmak için buradayız. Hemen bizimle iletişime geçerek, projeniz hakkında detaylı bilgi alabilir ve ücretsiz keşif talebinde bulunabilirsiniz.
İletişim:
Tel: 0322 402 00 66 WEB: sitemize, hardox linkimizden ulaşabilirsiniz. Adres: Yeşiloba Mahallesi 46207 Sokak Fuat Yağmurca Sanayi Sitesi No:2/H No:7 Seyhan/Adana
36 notes · View notes
sefkattuyu · 3 days ago
Text
2 Kasım 2024
"Aşkım zahmet etme beklerim yirmi dakika ne olacak!"
"Ama benim seni göresim var..."
"Ha bahane arıyorsun yani." Mırıldanarak devam ediyor cümlesine:
"O zaman bir şey diyemem."
"Tamam geliyorumm."
Hıphızlı sürüyorum arabayı. Yanına varabileceğim en kısa yolu düşünerek gidiyorum. Sonra onu görüyorum. Elindeki sigarayı yere atıp yanıma ilerliyor. Simsiyah giyinmiş, gözlükleri çekmiş. Şiir gibi görünüyor sevgilim.
Yanıma gelince hemen gülümsüyor. Sarılıyoruz.
Elini başımın arkasına koyup yol boyu saçlarımı okşuyor. Kırmızı ışıklarda öpüşüyoruz.
Eve vardığımızda son bir öpücük konduruyor dudaklarıma. Bu defa masumca değil...
"Bugün seninle kötü şeyler mi yapsak?"
"Hım... Senin aklın dünden beri orada zaten galiba?"
"Senin değil mi?"
"Bilmem! Ben hâlimden memnunum."
"İyi, peki..." diyor hafif dalga geçerek. Zar zor vedalaşıp ayrılıyoruz.
Eve döndüğümde aptal aptal sırıtırken buluyorum kendimi. Bir süre sonra rahatsızlanınca öğleden sonraya kadar çıkamıyorum yataktan. O sıra Bora müşterisinin dövmesini bitirmiş oluyor.
"Aşkım şu an çok mızmızım gelsen de azıcık sevsen beni."
"Yerim seniiiii, geleyim aşkım. Şimdi bitti işim."
Gerçekten hemen geliyor. Dün pek vakit geçiremedik diye çok özlemiş hissediyorum. Sarılmalara doyamıyorum. Epeyce gülüyoruz. Sohbet ediyoruz. Öpüşüp sarılıyoruz. Bir ara dayanamıyorum korkularıma:
"Aşkım..."
"Hım?"
"Hani sen dedin ya sevgilim olmayan ilişkilerim de oldu diye..."
"Eee?"
"Ama ben öyle değilim değil mi?"
"Sen sevgilimsin. Ayrıca öyle insanlar arkadaşlarımla tanışmazlar."
"Değil mi? Ben de öyle düşündüm."
Çok üstünde durmadan kapatıyoruz konuyu. Ardından telefona bakarken önümüze yemek videoları çıkmaya başladığında acıktığımızı fark ediyoruz. Bora'nın önüne çıkan yemek videoları benimkilere tezat tamamen sağlıksızdı. Sonunda biz de yemek sipariş ediyoruz.
Öpüşüp koklaşmaktan yavaştan Bora'nın ayarların��n bozulmasına sebep oluyorum. Zar zor tutuyor kendini. Yemeğin gelmesini beklerken kıvranışına gülüyorum çokça.
Ardından yemeğimizi yiyoruz birlikte. Yemekten sonra ayağa kalkmış çöp kovalarındaki poşetleri değiştirmeye niyetleniyorum ki Bora arkamdan gelip boynuma gömülüyor. Art arda öpücüklerini sıralarken bütün dikkatimi ona çevirmeme sebep oluyor.
Odama gidiyoruz sonra. Bu akşam çok farklı. Çok daha hırçın, çok daha tutkulu... Canımı yakmamaya dikkat etse de epey sert oynuyor. Boğazıma yapışan elleri... Saçlarıma dolanan parmakları... Ve bir sürü şey... Canımı yakmadığı için hoşuma gidiyor.
İçime girip çıkarken arada durup iyi olup olmadığımı soruyor. Gözlerimden yaşlar gelmesine veya canımın yanmasına hiç kıyamıyor. Yine de onun sevişirkenki bu hırçın hâline bayılıyorum.
En tutkulu anında hiç durmadan komodinin üzerindeki paketten hızlıca bir sigara çekip yakıyor. Bir yandan sigarasını içerken sanki hiç efor sarf etmiyormuş gibi git gellerine devam ediyor.
Durduğumuzda göğsünde yatarken duygusallaşıyorum. İnanamıyorum bu hissin gerçekliğine. Sevilmek... Ne garip geliyor. Gözlerimden yaşlar akmaya başlayınca Bora panikliyor her zamanki gibi:
"Noldu!? Aşkım noldu!? Ağlama lütfen..."
"Bir şey yok... Sadece garip geliyor."
"Aşkım olay sadece sex olsa..."
"Öyle düşünmüyorum. O değil mesele. Dedim ya... Ben daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım. O yüzden her an gidecekmişsin gibi geliyor. Gerçek oluşuna inanamıyorum. Geçen sene bu zamanlar çok kötüydü."
"Bunları düşünme nolur. Hiçbir yere gitmiyorum. Hem geçen seneyi de düşünme. Bak geçti. Şimdi iyisin."
"Evet. Ona ağlıyorum zaten. Geçti ya, içimde biriken her şey gitti sanki bir anda. Rahatlamış hissediyorum. Ondan ağlıyorum."
Sakinleştikten sonra neşem tekrar yerine geliyor. Bora da gülümsüyor.
Ona doyamayıp ikinci defa tenimde hissettikten sonra tekrar sarılıp gülüşme faslımıza dönüyoruz.
"Canını yaktım değil mi?"
"Yok canım."
"Yalancı..."
"Azıcık..."
"Neden bu kadar acıyor ki?"
"Aşkım... Büyüksün..."
"O kadar da değil aslında."
"Kalın..."
O da kendi kendine şaşırıyor. Kıkırdıyoruz, birbirimizle dalga geçiyoruz. Sonra salona geçiyoruz yine.
Sigara içerken yine ara sıra yaptığı gibi gözleri uzaklarda tamamen içinden geçenleri söylüyor.
"Beni hep kullandılar. Kızları anlamıyorum mesela bu konuda."
İçim gidiyor o an ona. Çenesinden öpüyorum.
"Ben severim seni."
"Zamanla göreceğiz."
İtiraz edemiyorum. Birbirimizden emin olmak için henüz çok yeniyiz. İkimizin de korkuları var. Anlıyorum. Ancak ona göstermek istiyorum, onu ne çok seveceğimi.
Kitaplığımı kurcalıyor sonra. En sevdiğim kitabı alıp altını çizdiğim cümleleri okuyor.
"O bana geliyor, benim içim ona gidiyor ama bir türlü buluşamıyorduk."
Diye son alıntısını okurken kitabı koyuyor masaya.
"Yalan bu! Kimse kimseyi bu kadar çok sevmez."
Susuyorum. İçimden geçenleri söyleyemiyorum. Çünkü ben sevmiştim. Ve onu da öyle güzel sevmek niyetindeydim.
Defterlerimden birini kurcalarken gülüşünü yakaladığım birkaç anın fotoğrafını çekiyorum. Çok güzel kokuyor. Bağımlılık yapıcı... Zar zor gönderiyorum onu yine kapıdan.
Gider gitmez yine fark edip kıkırdıyorum. Yüzümde kalan gülümsemeyi...
7 notes · View notes
doriangray1789 · 2 months ago
Text
DİSMORFOBİK TEFEKKÜR
Kendimi bildim bileli kağıtlara bir şeyler yazar köşeye atarım. Düzenli ve disiplinle yazmalarımın dışındaki bu yazım metodu, denizin çöpünü sahile vurması gibi. Ne yazdığımla samimiyetle ilgilenmiyorum! Bazı düşünceler aklımda belirdiğinde, beynim kısa devre yapıyor ve bir patırtı ile çıkarıyorum onu ağzımdan. Sonra bunları bir araya getirdiğimde, birbirleri ile asla aynı sayfaya dizilemeyecek, kendi halinde mantıksız düşünceler olduğunu anlıyorum. Bunu gerçekten çok önemli buluyorum. İnsanın kendini mantıklı konuşabilecek kadar yontması ciddi bir süreçtir! Bakın çevrenize. Ne kadar mantıksız insanlar içinde debeleniyoruz. İki sözü ardı ardına koyabilenin peygamber ilan edilmesinin, mantıklı cümle enflasyonuna bağlı olduğuna inananlardanım. Geçenlerde dini bir sohbetin özetini dinlerken, şöyle bir cümle duydum; ‘’Örümcek mübarek bir hayvandır.’’ Anlayabiliyorum! Yakinen tanıdığım arkadaşın biri de semtimizdeki sokak lambası direklerine üstüne isim yazılmış sticker yapıştırıyor. Kendince isim veriyor sokak lambalarına. Örümcek mübarek görülür. Çünkü inanışa göre Hz. Muhammed ve Hz. Ebubekir, hicret yolculuğunda müşriklerin takibinden kurtulmak için sevr mağarasına girer. Akabinde bir örümceğin mağara kapısına ördüğü ağ, oraya kimsenin giremeyeceği düşüncesini yaratır. Bu düşünce, kurtulmalarını sağlar. Örümcekler ekseriyetle birbirlerini yiyerek beslenirler. Bizim gibi.. Birbirlerini yiyen bir kavim, sadece bu inanıştan dolayı mübarek olamaz. Yani bence… Aynı sokak lambalarını isimlendiren arkadaş gibi. Onun aklının laboratuvarında ne ile neyi karıştırıp, bir çeşit fikir tiranı yarattığını bilmiyoruz. Kişisel bir rüyayı, semtindeki direklere aksettirmiş olması onu iyi veya mübarek yapar mı? Bence örümcek kadar mübarek yapabilir. Meseleler çoğu zaman onları nasıl konumlandırdığımıza göre sonuçlanıyor. Eğer sonuçlar bunca oksijen deryası içinde biraz azotluysa, bunu aklımızdaki navigasyona borçlu olabiliriz. Bu girizgahı neden yaptım biliyor musunuz? Shakespeare döneminde genç hanımefendiler dansa kalkmadan önce, bir elma dilimini koltuklarının altına koyarlarmış. Dans bitiminde bu elma dilimini, beğendikleri beyefendiye takdim ederlermiş. Hareketli ve terletici bir dansın sonunda, o elma diliminin nasıl kokacağı ile ilgili kimsenin aklında soru işareti olduğunu düşünmüyorum. ‘’İnsan, düşünen bir hayvandır’’ cümlesinde ki ‘’hayvan’’ işte bu güdüsel yaklaşıma çok uygun bence. İnsanı, bendesinden kokusu ile talep etmek ya da sunmak.. Romantizm, bu tip bir detayda gizli kalabilmeliydi! Kurumsallaşmış bir romantizm, geleceğe güçlü şirketler bırakmaktan başka bir işe yaramıyor. Neyse. Bu kadar çer çöp yeter. Sağlıcakla..
Tumblr media
12 notes · View notes
savasbitti · 3 months ago
Text
Tumblr media
vakit gece yarısını geçmişti. hayır, saat geceyi epey geçmiş neredeyse sabaha yaklaşmıştı. saat dört sularıydı. oda sıcaktı, vantilatör sadece içerideki sıcak havayı tekrar üfürüyordu. bir sigara yaktı. elini kahve bardağına uzattı. kahve bitmişti. içindeki buzlar da sıcaktan çoktan erimişti. balkona çıktı. dışarısı içeriden serinmiş, diye düşündü. sokaktan hâlâ sesler geliyordu. çevresine bakındı. köşedeki çiğ köfteci açıktı. dükkânın önünde insanlar oturmuş bir yandan muhabbet ediyor, bir yandan da ellerindeki telefona bakıyorlardı. biri elini masaya götürdü, sigara paketini aldı ve bir sigara yaktı. o sırada karşı apartmanın altındaki bakkalın önünde bir adamı gördü. adamın üzerinde atlet ve kısa bir şort... adamın elinde bir poşet vardı. burnuna götürdü. aklından "tinerci mi acaba?" diye geçirdi. adam elindeki poşeti dükkânın önündeki çöp kutusuna attı. yalpalaya yalpalaya köşeyi döndü ve gitti. sokaktan kuryeler geçiyordu. evet, bu saatte bile uyumayıp acıkanlar vardı. başını sağ tarafa çevirdi. iki kişinin konuşarak yürüdüğünü gördü. ya çok yüksek konuşuyorlardı ya da sokağın ıssızlığından dolayı sesleri her yerde yankılanıyordu. ilerideki tekel ve karşısındaki fırın hâlâ açıktı. fırının önünde bekçiler oturuyor, kimi yüksek sesle konuşuyor, telsizlerinden sesler geliyor; kimi de hiçbir şey demeden elindeki telefona bakıp videolar izliyordu. önlerindeki çaylar ise bitmişti. fırının önünde bir köpek yatıyordu. köpek kalktı. çevresine bakındı. sokağın başından gelen moto-kuryeyi fark etti. o geçerken birkaç kez havladı. sonra kendi çevresinde dönerek tekrar yattı. adam göğe baktı, şehrin ışığından dolayı tek tük yıldızlar görünüyordu. sigaradan bir fırt çekti, dumanı üfledi. dumanlar yukarı doğru yükseldi ve kayboldu. başını indirirken tepedeki minareyi fark etti. minarenin ışıkları yanıyordu. bir an neden diye düşündü. sonra cuma olduğunu hatırladı. doğru ya bugün bayram günü, diye içinden geçirdi. bir müddet bir şey düşünmeden minareye bakakaldı. seher yeli hafif hafif esmeye devam ediyordu. içeriden balkona çıkmadan önce açtığı müziğin sesi geliyordu. judas priest. angel. şarkıya kulak verdi. en sevdiği kısımdaydı. "oh angel we can find our way somehow/escaping from the world we're in/to a place where we began/and i know we'll find/a better place and peace of mind/just tell me that it's all you want for you and me" yüzünde bir gülümseme oldu. müzik şimdiyle eski arasında bir bağ kurdu. birden eski anılarına gitti. kulağında kulaklıkla yürüdüğü yollar gözünde canlandı. sigarasından bir fırt daha çekti. sigara dibe kadar gelmişti. son bir fırt daha çekip içeri girdi. sigarayı ağzına kadar dolmuş kül tablasının içine attı. saate baktı. dördü geçmişti. vakit yaklaşmıştı. gün birazdan doğacaktı.
10 notes · View notes
yalnizlar-rihtimi · 1 year ago
Text
Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak elbetteeee
Ölümünün 23.yılında sevgiyle rahmetle anıyoruz.
47 notes · View notes
gonul-dunyam-29-09 · 1 year ago
Text
Nesini söyleyim canım efendim?
Nesini söyleyim canım efendim?
Gayri düzen tutmaz telimiz bizim
Telimiz bizim
Arzuhâl eylesem yâr yâr deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim
Arzuhâl eylesem yâr yâr deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara hâlini kimse sormuyor
Kimse sormuyor
Padişah sikkesi yâr yâr selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Padişah sikkesi yâr yâr selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Serdari hâlımız böyle n'olacak?
Serdari hâlımız böyle n'olacak?
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp yâr yâr viran olacak
Akıbet alınır öcümüz bizim
Mamurlar yıkılıp yâr yâr viran olacak
Akıbet alınır öcümüz bizim..🥀
33 notes · View notes
cninzihni · 2 months ago
Note
Ya ben de bebeğim olsun istiyorum ama doğum yapmaktan korkuyorum. Evlenmek istiyorum ama evlenebileceğim birini bulamıyorum çünkü yok. 23 yaşındayım. Burada beni iki kişiye önerdiler ama tahsil durumumuz denk değil, hadi onu es geçtim diyelim benim hayalimdeki gibi birini istiyorum sarışın uzun boylu. Tamam hadi onu da boşveriyim huy ahlak tamamsa bi görüşeyim dedim o da yok. Kahve, oyun bağımlılığı, kız çevresi desen hak getire, gözü kaşı dışarıda çoğu insanın. Ortak bir yönümüz yok. Bazen bu kadar okuduğum için pişmanlık duyuyorum. Bazen de yanlış bir çevrede yaşadığımı düşünüyorum. Doğru çevrede olduğum da oldu. Kiminin egosundan geçilmiyor, herkes en iyi ben bilirimci. Ya ben ne istiyorum biliyor musun dalından hiç koparılmamış kimseyle işi olmayan, kırmızı doğal bir portakal bulmak istiyorum. Portakal burada bir kişi zamirinin yerini tutuyor. Off.. Bunalıyorum sadece.
Öncelikle selamlaar,
Buranın güzin ablası olarak kariyerim ilerlemez umarım ancak kdkdmdxjxjd gördüğüm kadarıyla doğru insanı aradığını iddia eden insanların çoğu ya çok seçici davranıp kimseyi bulamıyor ya da herkese şans vermekten "doğru kişiyi" bulamayacağını söyleyerek çekiliyor.
Sen böylesin ya da değilsin demiyorum tabii tanımıyorum neticede. Ama gördüğüm kadarıyla şans verdikçe daha da uzaklaşmışsın. Yaşın daha genç, özellikle günümüzdeki evlilik / doğum ortalamalarına baktığımızda. O yüzden bunu şu an bu kadar kafana takmanın senin için sağlıklı olmayacağını düşündüğümün de notunu düşeyim. Tabi tüm bunları okurken "fikrini mi sorduk d..." da diyor olabilirsin, hakkındır jxmfdnj ben biraz fazla uzatıyorum lafı, ondan o.
İlişkilerde mesele tahsil durumu gibi şeyler değil genel olarak. Bir enerji uyumu, birbirini anlama çabası, birbirini daha iyiyiye itme çabası baktığımızda. Daha doğrusu sağlıklı bir ilişki için durum bu. Günümüz çöp ilişkileri buraya dahil edemiyorum üzülerek.
Bu konuda çok bilen, tecrübesi olan, konuşabilecek biri değilim o yüzden şöyle bitirip kısa kesmiş olayım. Umarım senin için kızarmış kırmızı, doğal portakalını tam da ihtiyacın olan anda bulabilirsin ve başkasının kırmızı, doğal portakalı olabilirsin anonim.
Gecen güzel olsun :)
2 notes · View notes
edapostblog · 7 months ago
Text
Tumblr media
Bir haftada eve alınan üçüncü soğan poşeti'nin kaybolduğunu gören karı koca, yenisini alıp mutfağa koyup ve biryere saklanıp beklemeye başlarlar.
Dakikalar sonra şaşkın bakışları arasında küçük kızları Seher gelir mutfağa. Soğan poşetini kaptığı gibi koşup evden çıkar ve en yakın çöp tenekesine atar...
Baba ise çocuğu kulağından tuttuğu gibi her zamanki alışılagelmiş sinirli haliyle eve getirir ve neden sürekli soğanları mutfaktan alıp çöpe attığını sorar.
Çocuk korkup annesine sarılır.
Ne dese,ne kadar kızsada çocuktan bir cevap alamaz baba.
En sonunda ertesi gün akşama kadar, sorduğu sorunun cevabını vermezse bir yıl boyunca sokakta arkadaşlarıyla oynamasına izin vermeyeceğini ve ceza alacağını söyler...
Çocuk ertesi gün sokağa çıkacakken bir not yazar ve babasının göreceği bir yere bırakır.
Babası kağıdı görür kısa zaman sonra.
Tüylerini diken diken eden ve küçük bir çocuktan beklenmeyen o cümlelerde şöyle yazmaktadır. -"Annemi kavga ettiğiniz zamanlarda bir sen ağlatıyordun,birde yemek yaparken
eline aldığı o soğanlar ağlatıyordu.
Sen benim babamsın seni çöpe atamazdım,Annemi çok seviyorum.
Ağlamasına da dayanamıyorum,O daha az ağlasın diye elimden geleni yapmak istedim hepsi bu babacığım.... -😢😢
31 notes · View notes
baybaykus · 4 months ago
Text
ABD SOPAYI MİCROSOTF İLE GÖSTERDİ
Dün akşamdan itibaren ABD’li teknoloji şirketi Microsoft 365’in sisteminde yaşanan kesinti sıradan bir arıza açıklamasıyla geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Hatta Üçüncü Dünya Savaşının siber işaret fişeğidir.
Havacılık, bankacılık ve hastaneler, fabrikalar başta olmak üzere tüm dünya bir günde kaos yaşadı, hala kısmen yaşamaya devam ediyor.
Açıklamaya göre Microsoft’a siber güvenlik hizmeti veren Crowdstrike’nin sistemindeki arıza bir anda küresel yazılım krizine dönüştü.
Komplo teorisi üretmiyorum. Emperyalizmin ciğerini bilen biri olarak sadece öngörüde bulunuyorum. Bu olay resmen ABD’nin dünyaya gösterdiği bir sopadır.
Özellikle Trump’ın da dile getirdiği üçüncü dünya savaşı söylemlerinin arttığı son günlerde bu olay teknik bir arıza olarak geçiştirilemez.
ABD üçüncü dünya savaşını siber saldırıyla başlatacağını resmen ilan etmiş oldu. Bugünden itibaren tüm ülkeler bu tehdide karşı önlemlerini almalıdırlar.
Tarafını seçmeyen, Amerikaya veya siyonizme bağlılığını beyan etmeyen, kısaca küresel emperyalizme boyun eğmeyen ülkelere Microsoft aracılığı ile okkalı bir ayar çekilmiş oldu. Ben böyle bir siber saldırıyı bekliyordum aslında. Çünkü bunlarda savaş ahlakı ve insanlık olmadığı için en kolayından başlamak üzere her yolu deneyeceklerdir.
Kafamızda şöyle bir senaryo canlandıralım. Allah korusun, üçüncü dünya savaşı başlamış olsun ve farzedelim ki siz ABD’nin safında değilsiniz.
Bir anda tim bankacılık sisteminiz çökecek; bankadan bir kuruş bile çekemeyeceğiniz gibi kredi kartı ile bir ekmek bile alamayacaksınız.Hastaneleriniz felç olacak, tüm ameliyatlar yapılamayacak, doktor sistemden bir aspirin bile yazamayacak.
Yetmedi, sivil veya askeri bir uçak bile kaldıramayacaksınız. Tüm kara, hava ve deniz savunma sistemleriniz çökecek ve bir anda çöp olacak.
Daha neler neler… İşte size Microsoft eliyle üçüncü dünya savaşının birinci hamlesi.
Elin oğlu bunu denedi, kimi ne kadar zamanda dize getirebileceğini test etti.
Bu işin şakası yok, ABD küçük bir arıza(!) ile Çin’e, Rusya’ya bile ayar çekti. Göreceksiniz ülkeler kısa süre sonra tesbih tanesi gibi dizilip Siyonizmle tekrar nikah tazeleme kuyruğuna girecekler. İri kıyımlar da bir yolunu bulup bir şekilde anlaşmaya zorlanacaklar. Dolayısıyla şimdilik üçüncü dünya savaşı riski bu arızayla ötelenmiş oldu.
Hepimiz göreceğiz, bu öngörülerimi zaman içinde bestseller popüler kitaplardan okuyacağız.
Umarım Türkiye de Microsoftun bu ayarından dersini almış olsun.
Acilen uydusuyla birlikte tamamen yerli ve milli yazılım sistemine geçmeliyiz. Bu bizim için ölüm kalım meselesi kadar önemlidir. Bağımsızlığımız bir tuşun altında saklı.
İç siyasi ve ideolojik çekişmeleri, kutuplaşmaları bir yana bırakıp işgal güçleri kapıya dayanmadan hem fiziki, hem teknolojik, hemde siber/ yazılım güvenliğimizi sağlamalıyız.
Bu işten tasarruf olmaz. Bu millet aç kalmaya razı olur ama vatanını ve devletini koruma konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz.
Mikrosoftun arıza komedisini bir de bu açıdan değerlendirin istedim.
Hoşçakalın
Ahmet Karataş
2 notes · View notes
celikadana · 3 months ago
Text
Adana Hardox 450 Sac Çelik Tedarik Hizmeti Hakkında Bilgilendirme
Adana Hardox 450 sac çelik ihtiyacınız mı var? Adana Çelik olarak, sektörün önde gelen isimlerinden biri olarak sizlere en kaliteli ve dayanıklı Hardox 450 sac çelik tedarik hizmeti sunuyoruz.
Neden Adana Çelik?
Uzun Yılların Deneyimi: Hardox çelik konusunda uzun yıllardır edindiğimiz deneyimle, projeniz için en uygun çözümleri sunuyoruz.
Geniş Ürün Yelpazesi: İhtiyacınız olan her ebatta ve kalınlıkta Hardox 450 sac çeliği stoklarımızda bulabilirsiniz.
Hızlı Teslimat: Siparişleriniz en kısa sürede adresinize ulaştırılır.
Uzman Ekip: Sektörün en uzman kadrosuyla çalışarak, size özel çözümler üretiyoruz.
Atölye Hizmetleri: Sadece tedarik değil, kesim, büküm, delme gibi tüm atölye işlemlerinizi de profesyonel ekibimizle gerçekleştiriyoruz.
Hardox 450 Sac Çelik Nedir?
Hardox 450 sac çelik, yüksek aşınma direnci ve tokluk özelliği sayesinde ağır sanayi, inşaat ve madencilik gibi zorlu çalışma koşullarında kullanılan bir malzemedir. Özellikle çöp kamyonları, kepçeler, kırıcılar gibi ekipmanlarda sıklıkla tercih edilir.
Adana Hardox 450 Sac Çelik Nerelerde Kullanılır?
Ağır Vasıta Sanayi: Çöp kamyonları, damperli kamyonlar, kepçeler
İnşaat Sektörü: Beton mikserleri, ekskavatörler
Madencilik Sektörü: Kırıcılar, elevatörler
Enerji Sektörü: Kömür taşıma bantları
Adana Çelik olarak, Hardox 450 sac çelik konusunda size en iyi hizmeti sunmak için buradayız. Hemen bizimle iletişime geçerek, projeniz hakkında detaylı bilgi alabilir ve ücretsiz keşif talebinde bulunabilirsiniz.
İletişim:
Tel: 0322 402 00 66 WEB: Sitemize, hardox linkimizden ulaşabilirsiniz. Adres: Yeşiloba Mahallesi 46207 Sokak Fuat Yağmurca Sanayi Sitesi No:2/H No:7 Seyhan/Adana
Tumblr media
36 notes · View notes
deniz-ce · 1 year ago
Text
Elimizde ne var biliyor musunuz
Deli sandığımız akıllı adamlar
Ve akıllı sandığımız deliler
Sanmakla yaşamak arası gidip geliyoruz
Serap ve gerçek ,dolu ve boş
Doğal ve yapay,duru ve bulanık
Her geçen saat ve geçemeyen çağ
Maddeye dönüşemeyen enerji ve uçup giden hayaller
Koşup koşup varamamak,gülüp gülüp mutlu olamamak
Ters çaba kuralına tabi olmak
Sevmek uzun bir mesele,nefret kısa
Uğraşmak ve sıkılmak
Doğmak ve ölmeyi beklemek
Gül ve diken,üzüm ve çöp
Özetin özeti öz bir tane o da dolaşık
Elimizdeki deliler ve akıllılar savaşa dursun
Aynı dondurmayı yalayan bir sınıf çocuk
Varken dünyada bir yerlerde
Göç ederken niye vurulur leylek?
Umut hep beklenen bir şey olmamalıydı.
Yol ve pencere ,el ve kalem
Orman ve yağmur, çocuk ve oyun gibi
Buluşmayınca deliriyorum.
Söyle sen kimin delisisin?
-Deniz Özeri-
12 notes · View notes