#kırmızı mürekkep
Explore tagged Tumblr posts
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
250. BÖLÜM - Hayalet Kralın Uyku Vakti Hikayesi - Çocuklar İçin Okuma Kitabı -
Hua Cheng hastaydı.
Küçük bir hastalık olmasına rağmen, bir hayalet kralının gerçekten hastalanabileceği gerçeği çok merak uyandırıcı ve beklenmedikti.
Bu nedenle, Xie Lian QianDeng Tapınağına döndüğünde ve her zamanki gibi Hua Cheng'in el yazısı çalışmasını kontrol etmeye gittiğinde, bunun yerine Hua Cheng'in yüzünün hafifçe kızardığını görünce çok endişelendi.
Hua Cheng'i sunağa yasladıktan sonra -evet, daha geçen gün ikisi de bu geniş ve ferah sunakta oradan oraya bir tur atmışlardı; ne de olsa herhangi bir [tanrı] heykeli yoktu- Xie Lian elini uzattı ve yanaklarını ve alnını kontrol ettikten sonra daha da endişelendi: "Gerçekten çok sıcaksın."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege'yi gördüğümde doğal olarak ateş basıyor ve hatta Gege bana dokunduğunda daha da ateş basıyor, iyice sıcaklıyorum." dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ve aceleyle kızgınlıktan yüzü kıpkırmızı olmuş gibi davranarak, "Hastayken bile ağzın çok sahtekâr" dedi.
Hua Cheng masumca cevap verdi: "Ne dedim ki ben? Ben oldukça dürüstüm. Gege, endişelenme, küçük bir şey, büyütülecek bir şey değil."
Ancak Xie Lian, Hua Cheng'in sesinin her zamankinden daha kısık ve boğuk olduğunu duyabiliyordu ve kaşlarının arasında küçük bir kırışıklık belirdi, "O zaman iyice dinlenmelisin. İyileşene kadar bu birkaç gün sana burada eşlik edeceğim."
Bunu söyledikten sonra, Hua Cheng'in yazı çalışması için kullandığı kalem fırçasını, mürekkebi ve kâğıdı alıp sunağın yanına getirdi. Hua Cheng yanındaki yeri okşayarak, "Gege sunakta bana katılmayacak mı?" dedi.
Sunağa giderse, bu birkaç gün boyunca dinlenmeyi unutabilirdi. Xie Lian nazikçe, "Yapmasam iyi olur, San Lang'ım zaten kendini fazla yordu." dedi.
Hua Cheng gülerek, "Saçmalık, eğer konu Gege ise, San Lang neden aşırı yorulmaktan korksun ki?" dedi.
Xie Lian artık onunla birlikte oynamamaya karar verdi ve Hua Cheng'in kopyalaması için alıştırma satırları yazmaya odaklandı. Hua Cheng vücudunu çevirdi, yanağını bir eline dayadı ve Xie Lian'ın yüzüne baktı.
Bu kaç kez olursa olsun, Xie Lian her zaman onun bakışları altında kızarmaya başlardı. Rahatsız bir şekilde, "... San Lang, bana değil alıştırma satırları bak." dedi.
Hua Cheng içini çekti ve şöyle dedi: "Gege, dürüst olmak gerekirse, bu önemsiz şeye baktığım anda başım ağrıyor, ama Gege tarafından yazıldığı için bakmamaya dayanamıyorum. Kim bilir, belki de bu hastalık çok fazla alıştırma satırına bakmaktan kaynaklanıyordur."
Xie Lian, "Ne zamandan beri böyle bir hastalık var?" diye sordu.
Hua Cheng gülerek, "Onun yerine Gege'ye baksam nasıl olur, Gege bu alıştırma çizgilerinden çok daha güzel görünüyor, kim bilir, belki Gege'ye daha çok bakarsam iyileşebilirim" dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ama yine de gülmek istedi ve kalem fırçasını yere bırakarak başını salladı, "Neden bugünlerde saçma sapan konuşmaya daha da düşkünsün... Ağzından doğru düzgün bir şey çıkmıyor. Tamam, anladım, seni dinleyeceğim. Alıştırma satırlarına bakmak yerine ne yapalım?"
Hua Cheng, "Aslında bir şey yapmamıza gerek yok, sadece bana eşlik etmeni istiyorum, iyileşmem uzun sürmeyecek," dedi.
Xie Lian tekrar alnına dokundu. Her ne kadar bu kişi erkeksi ve yakışıklı bir yüze sahip olsa da şu anki sevimli ve şımarık tavrı Xie Lian'ın aklına kışın kendini sıcak bir battaniye yuvasının altına gömen ve kırmızı bir yüzle dışarıya bakan küçük bir çocuğu getirdi ve kalbini çok sevecen hissettirdi. Biraz düşündükten sonra, "Şuna ne dersin: Bugün bu şeyi aldım." dedi.
Elini koluna attı ve bir şey çıkardı: "Bu, bugün topladığım eski, artık istenmeyen bir kitap, okumak üzereydim. Sana bir hikaye okuyayım."
Elinde çok eski ve küçük görünümlü, yırtık pırtık, sayfaları sararmış, tuhaf bir mürekkep kokusu olan bir kitap vardı. Kitabın sayfaları defalarca çevrilmiş olmalıydı.
Ama Hua Cheng, "Dinlemek istemiyorum," dedi. Xie Lian merakla sordu, "Neden?"
Hua Cheng tembelce cevap verdi, "Sonuçta nasıl çevirirsen çevir, hepsi diğer cennet mensupları hakkında hikayeler ve ben onların gereksiz ve alakasız yaptıklarını çok iyi biliyorum. Zaten dinlemeye değecek bir şey değil, neden Gege'ye bunları bana özel olarak okuması için zahmet verdireyim ki?"
Bu da doğruydu. Ne de olsa Hua Cheng üç diyarın kara tarihini en iyi kavrayan kişiydi. Hua Cheng, "Eğer Gege bana bir şeyler okumak zorundaysa, neden bana başka bir şey anlatmasın? Mesela senin hakkında bir hikaye."
Xie Lian gülümseyerek, "Benim meselelerim hakkında senden daha net olan ya da senden daha çok şey görmüş olan başka biri var mı?" dedi.
Hua Cheng dedi ki, "O zaman bana tekrar anlat. Dinlemek istiyorum. Ne kadar dinlersem dinleyeyim asla yeterli olmayacak."
Xie Lian, Hua Cheng'in neyi kastederek söylediğini biliyordu ve Hua Cheng'in yanağındaki saçları dikkatle taradı. Sıradan bir bakış attı ve aniden haykırdı, "San Lang, bu kitap senin ve benim hakkımda yazılmış gibi görünüyor."
"Ne?"
Xie Lian kitabı tekrar karıştırdı ve "Gerçekten. "Kırmızı cüppeli yüce hayalet kral" ve "paçavra giymiş & sıska ölümsüz" hakkında bir sürü gönderme var. Bunlar sen ve ben değil miyiz?"
Hua Cheng de ilgilenmiş görünüyordu, "Öyle mi, ne yazıyor?" dedi.
Xie Lian da insanların neden kendisi ve Hua Cheng hakkında bir hikaye uydurduklarını çok merak ediyordu ve bu yüzden hikaye koleksiyonunu açtı ve Hua Cheng'e okumaya başladı, "Çok uzun zaman önce, kırmızı elbiseler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş..."
"..."
Xie Lian bir kahkaha attı, okumaya devam edemedi ve "Boş yuvasında bekleyen yalnız bir hayalet Kral... hhahaahahaha..... hahahahhahaha…..."
Hua Cheng kaşlarını kaldırarak, "Bu yanlış değil ki, o zamanlar Gege yanımda değildi ve ben çok yalnızdım." dedi.
Xie Lian'ın yüzü kızardı ve okumaya devam etti.
Çok uzun zaman önce, kırmızı cüppeler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş. Fakat birkaç yüz yıl boyunca beklemiş ve kalbindeki sevgiliye kavuşamamış. Bu yüzden fal bakma konusunda çok yetenekli olan yaşlı bir ölümsüze danışmış: "Eşim nerede?"
Yaşlı ölümsüz ona, "Beklediğin kişiyle bir dağda karşılaşacaksın, eşin gelin kıyafetleri giymiş olacak ve bir düğün sedirinde seninle evlenmeye getirilecek" demiş.
Yüce Hayalet Kral eşini bulmaya kararlıymış ve bu yüzden o dağa gidip sabırla beklemeye başlamış.
Bu arada, çok uzaklarda bir yerde, bir paçavra giymiş sıska bir ölümsüz varmış.
Bu ölümsüz, paçavra ve çöp artıkları toplarmış ve bu nedenle cennet görevlileri arasında en fakir olanıymış, hatta çoğu ölümlüden bile daha fakirmiş.
Ancak çok fakir olmasına rağmen çok nazikmiş. Bir gün hurda toplamaktan dönerken yol kenarında ağlayan bir kız görmüş ve ona sormuş: "Genç hanım, seni bu kadar üzen şey nedir?"
Genç kız ağlayarak şöyle demiş: "Evleneceğim ama düğün günümde dağdan geçmem gerekecek ve dağda yoldan geçen gelinleri kaçıran hayalet bir damat yaşıyor. Sadece birkaçı kurtarılabildi. Beni de kaçırıp öldürecek!"
Paçavra giymiş sıska ölümsüz ona büyük bir sempati hissederek ve aynı zamanda insanların zarardan kurtulmasına yardım etmeye kararlı olarak, düğün alayında gelinin yerini almaya ve canavarı öldürmeye karar verdi.
Paçavra giymiş sıska ölümsüzün iki arkadaşı varmış. Biri asabi, biri de sümsük olduğu için onları asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz diye ayıralım. Birbirleriyle didişirken, paçavra giymiş sıska ölümsüze demişler ki, "O hayalet damat, korkunç bir mizaca sahip, aynı zamanda çok kurnaz, tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmayan yüce bir hayalet kral olmalı. Eğer seni yakalarsa, kesinlikle yer!"
Ama ölümsüz gitmekte ısrar etti ve böylece ölümsüz için bir sedan yaptılar. Düğün alayının yola çıkacağı gün, ölümsüz Feng Shi'den [Rüzgar Ustası] ödünç aldığı güzel gelin kıyafetlerini giydi ve gelin kılığına girerek sandalyeye oturdu ve çekişen iki arkadaşı tarafından dağa taşındı.
Gecenin zifiri karanlığında hayalet gibi bir rüzgâr esiyordu ve sedan dağa doğru taşınırken görünürde tek bir kişi bile yoktu. Ölümsüz bekledi, bekledi ve sonunda kendisini karşılamasını beklediği kişi gelene kadar bekledi.
Bakmak için duvağını kaldıran ölümsüz, büyük hayalet Kral'ın beklenmedik bir şekilde son derece yakışıklı bir genç olduğunu keşfetti.
Onu daha da şaşırtan şey ise genç damadın çok nazik olması ve iyi yetiştirilmiş, sıcak, nazik ve sevecen biri gibi görünmesiydi. Korkunç [yeşil yüzlü ve keskin dişli] "gerçek yüzünü" ortaya çıkarmak için insan yüzünü saçmadı ve onu kötü bir şey yapmaya da zorlamadı. Gerçekten de efsanelerdeki korkunç, yüce hayalet krala pek benzemiyordu.
Dağ çok büyüktü ve yüce hayalet kral ölümsüzü gelinini yuvasına götürerek ona şöyle dedi: "Şu andan itibaren ben senin kocanım ve sen de benim sevgili karımsın. Tüm bu dağ bana ait ve artık sana da ait, keşfetmek istediğin her yere gidebilirsin. Ama unutma, dağın arka tarafında asla gitmemen gereken evler var."
Ölümsüz sormuş, "Neden?"
Damat olan Hayalet Kral cevap vermiş: "Bu benim sırrım, bilmene gerek yok. Ama oraya gitmek istesen bile gidemezsin, çünkü o iki evin önüne bariyerler diktim ve bariyerlerden geçebilmen için bedenimden bir şeylere sahip olman gerekiyor."
Ölümsüz sormaya devam etti: "Ne gibi şeyler?"
Hayalet Kral cevap vermiş: "Evlerden birinde kirli çöpler var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulabilen bir şey kullanmalısın, hem de çok fazla; evlerden birinde güçlü bir sihirli hazine var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulamayan ama çok sıcak olan bir şey kullanmalısın."
Tabii ki ölümsüz onu dinlemedi. Büyük Hayalet Kral'ın önündeyken çok itaatkârmış gibi davransa da Hayalet Kral uzaklaştığı anda sinsice Dağ'ın arkasına koştu.
Gerçekten de beklendiği gibi, kirli çöplerin bulunduğu evden korkunç çığlıklar ve yardım çağrıları geldi.
Ölümsüz, kayıp gelinlerin hepsinin orada hapsedildiğinden şüpheleniyordu ve bu yüzden gizemli evi açmak için yüce hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmaya kararlıydı.
Ama ne çalabilirdi ki?
Yüce Hayalet Kral'ın bazen gevşek bıraktığı, bazen de eğri büğrü bağladığı karga siyahı ve parlak saçları vardı. Ölümsüzün aklına gelen ilk plan, her gün birkaç tutam saç çalmaktı. "Lütfen, aynı evde birlikte yaşayabilir miyiz?" diye sordu.
Damadı büyük bir nezaketle, "Tabii ki yaşayabiliriz. Sonuçta biz karı kocayız."
Böylece birlikte aynı odaya taşınmışlardı. Ancak aynı yatakta yatmalarına rağmen, ölümsüz damadın kıyafetlerini çıkarmasına izin vermedi ve bu yüzden yüce hayalet Kral nezaketle ona dokunmaktan kaçındı.
Ancak, ölümsüzün çok çabuk fark ettiği gibi, damadının tek bir saç teli bile dökülmemiş. Her gün sabahları ya da gece uyurken saçlarını taramasına yardım etse de yastıkta, yatakta, yerde, tarakta - hiçbirinde bir tel bile saç yoktu!
Bu sinir bozucuydu. Ölümsüz eline bir kılıç aldı ve bir tutam saçı kesmek için bu fırsatı kullanmadan önce yüce hayalet Kral'ın uykuya dalmasını beklemeyi düşündü. Ancak yüce hayalet Kral çok dikkatliydi ve yaklaştığı anda yüce hayalet Kral gözlerini açtı. Ancak ölümsüz suçüstü yakalanmasına rağmen çok sakin kaldı. Yüce Hayalet Kral'ın kendisinden şüphelenmesini önlemek için hemen kendi saçından bir tutam kesip ona verdi.
Bunu alan büyük hayalet kral çok mutlu olmuştu.
Çok geçmeden, kıvrak zekâlı ölümsüzün aklına başka bir plan geldi. Yüce Hayalet Kral'a, "Lütfen, sizi öpebilir miyim?" diye sordu.
Damadı memnuniyetle, "Elbette öpebilirsin, sonuçta biz karı kocayız."
Böylece ölümsüz, hayalet damadı kucaklamak için inisiyatif almış ve onu büyük bir güçle uzun süre öptü, sonunda hayalet damadın tadından birazcık tatmış halde ve aceleyle ağzını kapatıp dağın arkasına doğru koştu.
Ancak geldikten sonra bunun hala işe yaramadığını keşfetti. Çünkü o şeyden çok çok daha fazlasına ihtiyacı vardı ve sahip olduğu şey yeterli değildi. Hâlâ eve giremiyordu, sadece kafasını sokabiliyordu ama bedeninin girmesine imkân yoktu.
Paçavra giymiş sıska ölümsüz biraz umutsuzluğa kapıldı. Başlangıçta Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmanın kolay olacağını düşünmüştü ama bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti.
İyi arkadaşı Leydi FengShi'yi hatırladı ve FengShui Tapınağı'nı [Rüzgâr ve Su Tapınağı] ziyaret ederek, "Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulabilecek bir şey almak için başka ne yapabilirim, hem de çok fazla?" diye sordu.
Leydi FengShi şöyle dedi, "Dai! {Bir haykırma gibi} bu çok basit. Bir kadın görünümüne bürün ve evlilik odanıza git, işte o zaman ona sahip olacaksın!"
Ölümsüz başını çılgınca salladı. Ölümsüz, Xiulian yönteminin bir kuralı vardı, bekaretini kaybettiği anda güçleri büyük bir zarar görecekti. Bu planı nasıl uygulayabilirdi?
O anda, Lord Shui Shi [su ustası] geri döndü ve hanımefendinin söylediklerini duyduktan sonra öfkeyle bağırdı, "Terbiyesiz! Nasıl böyle ahlaksızca bir şey söylersin!"
Lord Shui Shi sinirlendiğinde, insanları öldüresiye dövmek için para kullanırdı ve bu yüzden paçavra giymiş sıska ölümsüz aceleyle kaçtı. Koşarken aklına diğer iki iyi arkadaşı olan asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz gelmiş ve onları arayıp ne yapması gerektiğini sormuş. Asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz yine tartışıyorlardı ve tartışırlarken ona bazı kötü haberler verdiler: çok fazla insan kaçırıldığı için, cennet mensupları dağa saldırmak ve yüce hayalet Kralı yakalamak üzereydi!
Ölümsüz büyük bir şok geçirmiş ve endişelenmeye başlamış. Şimdiye kadar bu genç hayalet kralın kötü bir şey yapmayacağını keşfetmişti ve belki de bir tür yanlış anlaşılma olduğunu ya da dağın arkasında kilitli olan şeyin o gelinler değil, başka bir şey olduğunu düşündü.
Ancak, paçavra giymiş sıska ölümsüz çok fakir olduğu için hiçbir etkisi de yoktu ve kimse onu dinlemiyordu. Ölümsüz çok endişeliydi. Eğer gerçeği kısa sürede öğrenemezse, Yüce Hayalet Kral'ın etrafı sarılabilir ve cennet görevlileri tarafından saldırıya uğrayabilirdi.
Başka bir seçeneği kalmayan ölümsüzün tek yapabileceği Büyük Hayalet Kral'a koşup "Lütfen, benimle evlilik odamıza girer misin?" diye sormaktı.
Damadı gülümseyerek şöyle dedi: "Ah, elbette girebilirim. Ne de olsa karı kocayız." Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve büyük hayalet Kral evliliklerini tamamladılar.
Yarı yolda ölümsüz, yüce hayalet Kral'ın kendisine o çok önemli şeyden çok fazla vermeyeceğinden korkmuş ve bu yüzden yüce hayalet Kral'a sıkıca sarılmış ve "hepsini bana verebilir misin? Ve bana birkaç kez verir misin?"
Damadı, sıcak ve nazik bir şekilde "eğer istediğin buysa" dedi.
Ölümsüz cevap vermiş: "İstiyorum..."
Ve böylece, kıvrak zekâlı ölümsüzün dileği yerine gelmiş ve aradığı şeyi elde etmiş; Büyük Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulacak bir şey ve hem de o şeyden çok ama çok fazla.
Ertesi gün ölümsüz, bütün geceyi Büyük Hayalet Kral'dan dilenerek geçirdiği şeyi kirli çöplerin saklandığı eve götürdü. Bu sefer nihayet içeri girebilmişti.
Girişi açtığında, ölümsüz etrafa dağılmış ve hatta bazıları beyaz kemiğe dönüşmüş birçok cesetle karşılaştı!
Bu cesetlerin hepsi düğün kıyafetleri giymişti ve ne yazık ki kayıp gelinler gibi görünüyorlardı. Umutları yıkılan ölümsüz şok olmuş ve üzülmüştü. Arkasına baktı ve aniden, bilmediği bir anda arkasında birinin durduğunu fark etti - beklenmedik bir şekilde, bilmediği bir anda, yüce hayalet Kral orada duruyordu!
Ölümsüz büyük bir şok geçirdi. Asabi ölümsüzün ve sümsük ölümsüzün ona anlattıklarını hatırladı; yüce hayalet Kral son derece kurnazdı ve ayrıca tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmazdı. Şimdi ne yapacağını şaşırmıştı. Yüce Hayalet Kral aslında uzun zamandan beri onun gerçek yüzünü görmüş ve bunca zamandır onu oyalıyor olabilir miydi?
Öfkeli ve incinmiş olan ölümsüz kaçmaya başladı, gittikçe daha hızlı koşuyordu.
Ama kim bilirdi ki, evden dışarı koşamadı. Meğer çok hızlı koşmuş ve yüce Hayalet Kral'ın ona verdiği şey azalmış ve bu yüzden evin önündeki bariyer tarafından tekrar engellenmişti.
Yüce Hayalet Kral yetişmiş ve ölümsüzü tek bir hamlede kucaklayarak nihayet neler olduğunu açıklamış.
Yüce Hayalet Kral'ın insanları yemek için kaçırmadığı, sadece kaderindeki kişiyi burada beklediği ortaya çıkmış. Bir gün, gezintiye çıkmışken bir düğün alayı yanlışlıkla ona çarpmış ve alaydaki damat o kadar korkmuş ki, kendisi de kaçmış ve oturduğu yerde ağlayan gelinini terk etmiş.
Büyük Hayalet Kral bu belayı istemiyordu. Gelin böyle bir adamla evlenmek istemediğini söyledi ve bu yüzden geri dönmeyip kendi başına ayrıldı. Daha sonra benzer birkaç olayla daha karşılaşan Büyük Hayalet Kral, beklerken yeni evlileri de test etmeye başlayabileceğine karar vermiş. Eğer damat hayaletler ve hortlaklarla karşılaştığında gelinini korumak için kendini riske atmaya cesaret ederse, Büyük Hayalet Kral çifte zorluk çıkarmayacak ve gitmelerine izin verecekti. Ancak aşağılık damat, kaçmak için biraz zaman kazanmak amacıyla kendi gelinini hortlaklara iterse, o zaman damat yakalanacak ve bu eve hapsedilecekti.
Bu insanlar kalplerinde doğru ve ahlaklı olmadıkları için, sık sık birbirlerini öldürür ve sonunda kemiklere dönüşürlerdi. Ölümsüzün gördüğü cesetler bunlardı. Gelinlerine gelince, bazıları o zamandan beri evlerine dönmüştü, diğerleri ise sevgilileriyle birlikte uzak bir yere kaçmış, birlikte dünyayı dolaşmış ya da güvenli bir şekilde kendi evlerini kurmuşlardı.
Yüce Hayalet Kral, "Birkaç yüz yıldır seni bekliyordum Gege ve sonunda sana kavuştum" dedi.
Yanlış anlaşılmayı çözdükten sonra ikisi birbirlerine sarıldılar. Yüce Hayalet Kral evden ayrılmak için ölümsüze yine bir sürü o şeyinden verdi. Ancak beklenmedik bir şekilde ve aniden, gökyüzünden büyük bir gümbürtü duyuldu. Meğer uzun zamandır Yüce Hayalet Kral'dan korkan cennet mensupları bu fırsatı değerlendirmiş ve sonunda ona saldırmaya başlamışlar!
Paçavra giymiş sıska ölümsüz dışarı fırladı ve şiddetli bir savaşın ardından bir halka cennet mensuplarını geri püskürttü. Ancak cennet mensupları dağın çökmesine neden olmuş ve Yüce hayalet kralı dağın altında hapsetmişlerdi.
Dağ çok yüksekti ve Yüce hayalet Kral'ın ezilmesinden korkan ölümsüz, çaresizce omuzlarını kullanarak onu tutmaya çalıştı. Tam o anda, aniden henüz açmadığı başka bir gizemli ev olduğunu ve o evde bulunan güçlü sihirli hazinenin büyük dağı kenara itmek için kullanılabileceğini hatırladı. Ve böylece dağ mağarasına koştu. İçeri girdiğinde, büyük bir sevinçle, büyük hayalet Kral'ın orada sapasağlam durduğunu ve hatta daha da güçlü ve kuvvetli olduğunu keşfetti!
İkisi birlikte dağdan çıktılar ve birlikte sorun çıkaran cennet mensuplarını kovaladılar. Sonunda dağın tepesinde omuz omuza oturdular ve kaçtıkları cennet mensuplarının ardından bıraktıkları izleri ve yıldızları izlediler.
Ölümsüz sordu: "Kirli çöplerin bulunduğu evin açılabilmesi için vücudundan dokunulabilecek bir şeye ve çok fazla şeye ihtiyaç olduğunu; büyülü hazinelerin bulunduğu evin ise açılabilmesi için vücudundan dokunulamayacak ama çok ama çok sıcak bir şeye ihtiyaç olduğunu söylememiş miydin?"
Yüce Hayalet Kral gülümseyerek, "Evet. Peki o şey, Gege'nin çok eskiden beri sahip olduğu bir şey değil mi?" dedi.
Ölümsüz sonunda anlamıştı. O şey, hayalet kralın ona olan aşkının yakıcı sıcaklığıydı.
Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve Yüce hayalet kral mutlu bir şekilde evlilik odasına birlikte girdiler. Bir daha asla ayrılmamak üzere.
"..."
"..."
Hikâyeyi okumayı bitiren Xie Lian hâlâ şaşkındı, "Ne yazmışlar böyle? Bu hikaye abartılı değil mi? Hayır, hayır, hayır, bu..."
Bu karmaşa da neydi? Buna nasıl hikâye denebilir?
Ama Hua Cheng o kadar çok gülüyordu ki divanın üzerine yığılıp kalmıştı. Xie Lian şaşkın bir tavırla, "Bu tamamen yanlış! Bu hikaye nasıl ortaya çıktı? Yujun dağında olanlarla bir ilgisi var mı? Olanlar böyle değildi...”
Tamamen çarpıtılmış değil mi? Ayrıca, çocuklara bu tür bir hikaye okutmak gerçekten doğru mu? Bu çok uygunsuz. Bunu kim yazdı?
Ve tüm bu karakterler çok tanıdık geliyor ama sadece biraz tuhaflar, onların nesi var...
Daha yakından bakıldığında, bu kitaptaki hikayeler ilk bakışta masum romanlar, çocuklara masal olarak okunabilecek bir şey gibi görünse de ancak içerik son derece açık saçıktı, o kadar ki, basit erotizmle karşılaştırıldığında birinin gözünün içine bakması daha da zordu. Ancak sonuna kadar okuduktan sonra, Xie Lian'ın sorunun kendisinde olup olmadığından şüphelenmesine neden olan bir tür meraklı ve açıklanamaz bir his de vardı.
Hua Cheng, "hm? Ama tamamen çarpıtılmış değil. En azından bazı noktalar doğru. Örneğin, Gege'ye gerçekten de 'Gege' diyorum. Bir başka örnek, Yujun dağına Gege'nin gelin sedanını almaya gerçekten gittim. Ve bir başka örnek, o gece evliliğimizi tamamladığımızda, Gege gerçekten de..."
Xie Lian bunca yıldan sonra yeterince utanmaz bir yüz geliştirdiğini düşünmüştü ama kim bilir, Hua Cheng'in karşısındayken yüzünde hâlâ sık sık bir allık beliriyordu. "Böyle bir şeyi nereden biliyorlar ki! ... ve bunların yanı sıra, başka hiçbir şey doğru değildi..."
Körü körüne anlatılan pek çok halk hikâyesinin aslından kilometrelerce uzakta olduğunu ve sayısız süslemeden sonra kim bilir neye dönüşmelerinin garip olmadığını bilmesine rağmen, bunu kendi gözleriyle görmek yine de son derece şok ediciydi. Arada okumaya devam edemeyecek kadar utandığı ama Hua Cheng'in ona okumaya devam etmesi için zorladığı birçok zaman oldu. Bu durum Xie Lian'ın ona vurmak istemesine neden oldu ama aynı zamanda bir darbe indirmeyi de kendine yediremedi. Hua Cheng'in ifadesi hâlâ değişmemişti: "Belli ki, bilen biri birkaç küçük detayı ağzından kaçırmış, insanlar da bunları bir araya getirmiş, birkaç detay eklemiş ve biraz da spekülasyon yaparak bu sonuca ulaşmışlar."
Xie Lian elindeki öykü derlemesini bir kenara fırlatarak, "Artık böyle saçma, anlamsız bir kitap okumayalım. Biraz dinlenelim."
Ama Hua Cheng ellerini birleştirdi ve yalvardı, "Bence iyi yazılmış ve yazan gayet yetenekli. Gege'nin hikayeyi okuyuşunu dinlediğimde enerji dolduğumu hissettim. Gege, lütfen bir tane daha oku."
Xie Lian kesin bir dille reddetti, "hayır."
"Gege, başım ağrıyor."
"Ama..."
"Gege."
"...tamam."
Ne de olsa Hua Cheng'in hasta olması nadir görülen bir durumdu ve Xie Lian'ın zaten genellikle Hua Cheng'in istek ve taleplerine boyun eğdiği düşünülürse, şu anda nasıl direnebilirdi ki?
Utanmış olsa bile, buna katlanmak zorundaydı. Bir kez daha o sararmış küçük kitabı eline aldı ve Hua Cheng'in yanına uzandı. Hua Cheng kollarını Xie Lian'ın beline doladı ve Xie Lian kendini çelikleştirerek okumaya devam etti.
"Çok uzun zaman önce, uzak bir dağda xiulian uygulayan yakışıklı ve genç bir veliaht prens varmış. Bir gece gizemli bir misafirle karşılaşmış..."
#tian guan ci fu#hualian#xie lian#jun wu#ling wen#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#pei ming#ban yue#bai wuxiang#yushi huang#yin yu#lang qianqiu#mu qing#nan yang#xuan zhen#quan yizhen#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#wu ming
24 notes
·
View notes
Text
içine atarsa ölürdü hani insan? benim içimin dibi yok, sonsuz. bazen kusasım geliyor yaşadığım her şeyi. dilimin ucundan damlıyor siyah mürekkep rengi. içim katran, içim susuz, içim deniz, içim kayıp, içim bomboş bir mezarlık; ölülerle dolu bir kadehe susamışlık. “ben yok oluyorum, görmüyor musun?” diye soruyorum aynadakine. sen zaten yok oldun dercesine bakıyor, ölü gibi bakıyor, kimse onu umursamıyormuş gibi. gözlerinde yetiştirdiği mor menekşeler ele veriyor onu. buz tutan kalbinin üstünde uyumuş gibi teni, soğuğu sevdiğini teni bile haykırıyor. dünyanın en kötü keşfi aynalar olmalı, diye düşündüm yansımamın takıldığı o kara harelerden gözlerimi kaçırdığımda. kendimi gördüğümde hislerimin ete kemiğe büründüğünü düşlüyorum. onlar kadar can yakıcı, onlar kadar gerçek biri. içimden kaçmak kolay oluyor yer yer, zihnimden demedim; içimden dedim. çünkü çoğu zaman kovuluyorum o savaştan. fakat aynalar beni o savaşın kaybedeni yapıyor. düşünsenize, içiniz ölüyor. ve aynalar o ölümü doğuruyor, eksiksiz bir biçimde. ölmüşüm. bakıyorum gözlerime, saçlarıma, dudaklarıma, boynuma, ellerime, göğüs kafesime. Kemiklerim morarmış. Kalbimin olduğu yer çukurlaşmış. saçlarım kokusunu yitirmiş. gözlerimin belini ölüm bükmüş. boynumda kan var. hayır, kırmızı değil. katran. içimin rengine boyanmış damarlarım. ölmüşüm ve doğumumu kutlamışım yıllarca. içine atarsa ölürdü hani insan? nedir bu hayatıma sıçramış katran yönümü göremiyorum, yolumu kaybediyorum. kimse tutmayacak ellerimi biliyorum. ama kimse kutlamasın doğumumu bugünden itibaren, söylüyorum. yaşadığım her gün ölüyorum.
51 notes
·
View notes
Text
"Bir adamı çalışmak için Doğu Almanya'dan Sibirya'ya göndermişler.
Adam mektuplarının sansür görevlilerince okunacağını biliyormuş, bu yüzden daha gitmeden dostlarına, "aramızda bir şifre belirleyelim. Benden aldığınız mektup sıradan mavi mürekkeple yazılmışsa doğrudur, kırmızı mürekkeple yazılmışsa yanlıştır." demiş.
Bir ay sonra dostları ondan ilk mektubu almışlar. Mektup mavi kalemle yazılıymış ve
mektupta şöyle deniyormuş:
"Burada her şey harika, mağazalar tıka basa gıda maddesiyle dolu, sinemalarda güzel filmler var, daireler geniş ve lüks. Bulamayacağınız tek şey kırmızı mürekkep."
Şimdiye kadarki durumumuz bu şekilde değil mi? İstediğimiz bütün özgürlüklere sahibiz, tek eksiğimiz kırmızı mürekkep.
Kendimizi özgür hissediyoruz, çünkü özgür olmadığımızı ifade edecek dilden yoksunuz."
Slavoj Zizek
9 notes
·
View notes
Text
Şiirler ve mumlar, kitaplar ve piyano, toprak ve yağmur, mürekkep ve deri, çiçekler ve boyalar, rüzgar ve koşu, kumsal ve deniz, orman ve kuşlar, Kur'an ve tesbih, kâşif ve fotoğraf makinası, gazete ve bulmaca, kahve ve dost, piknik ve çimen, kahverengi ve yeşil, kelebek ve su, Küçük Prens ve Kırmızı Gül'ü.
#ruhum#ruh#ruhumunizleri#soul#hissetmek#edebiyat#sanat#butterfly#blue butterfly#kırmızı gül#şiir#poem#poetry#poems and poetry#books#coffee#books and coffee#books and literature#küçük prens#küçük prensin gülü
3 notes
·
View notes
Text
Demokratik Alman Cumhuriyetinde anlatılan eski bir fıkra: Bir Alman işçisi Sibirya'da iş bulur. Mektupların sansürcüler tarafından okunacağını bildiğinden arkadaşlarına şöyle der: "Aramızda gizli bir haberleşme sistemi belirleyelim, benden aldığınız mektup sıradan mavi mürekkeple yazılmışsa doğrudur, kırmızı mürekkeple yazılmışsa yanlıştır."
Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alırlar, mektup mavi mürekkeple yazılmıştır. "Burada her şey harika, dükkânlar mal dolu. Yiyecek bol. Apartman daireleri geniş ve güzel ısınıyor. Sinemalar batının filmlerini gösteriyor. Kızlarla dolu. Burada tek bulunmayan şey kırmızı mürekkep!" Bugünkü durumumuz da böyle değil mi?
İstenen tüm özgürlüklere sahibiz, tek eksiğimiz ise kırmızı mürekkep.
Kırmızı mürekkebin yokluğu ne anlama gelir? Bugün, etrafımızı saran çatışmayı tanımlamak için kullandığımız kavramların hepsi -"teröre karşı savaş", "demokrasi ve özgürlük", "insan hakları"- yanlıştır. Bu durum bize bunu düşünmek için izin vermek yerine bizim anlamamızı güçleştiriyor.
Kendimizi özgür hissediyoruz çünkü "özgür olmayışımız"ı ifade edecek o dilden yoksunuz.
Slavoj Zizek
7 notes
·
View notes
Text
İçine atarsa ölürdü hani insan? Benim içimin dibi yok, sonsuz. Bazen kusasım geliyor yaşadığım her şeyi. Dilimin ucundan damlıyor siyah mürekkep rengi. İçim katran, içim susuz, içim deniz, içim kayıp, içim bomboş bir mezarlık; ölülerle dolu bir kadehe susamışlık. “Ben yok oluyorum, görmüyor musun?” diye soruyorum aynadakine. Sen zaten yok oldun dercesine bakıyor, ölü gibi bakıyor, kimse onu umursamıyormuş gibi... Gözlerinde yetiştirdiği mor menekşeler ele veriyor onu. Buz tutan kalbinin üstünde uyumuş gibi teni, soğuğu sevdiğini teni bile haykırıyor. Dünyanın en kötü keşfi aynalar olmalı, diye düşündüm yansımamın takıldığı o kara harelerden gözlerimi kaçırdığımda. Kendimi gördüğümde hislerimin ete kemiğe büründüğünü düşlüyorum. Onlar kadar can yakıcı, onlar kadar gerçek biri... İçimden kaçmak kolay oluyor yer yer, zihnimden demedim; içimden dedim. Çünkü çoğu zaman kovuluyorum o savaştan. Fakat aynalar beni o savaşın kaybedeni yapıyor. Düşünsenize, içiniz ölüyor. Ve aynalar o ölümü doğuruyor, eksiksiz bir biçimde. Ölmüşüm. Bakıyorum gözlerime, saçlarıma, dudaklarıma, boynuma, ellerime, göğüs kafesime. Kemiklerim morarmış. Kalbimin olduğu yer çukurlaşmış. Saçlarım kokusunu yitirmiş. Gözlerimin belini ölüm bükmüş. Boynumda kan var. Hayır, kırmızı değil. Katran! İçimin rengine boyanmış damarlarım... Ölmüşüm ve doğumumu kutlamışım yıllarca.
İçine atarsa ölürdü hani insan?!
Nedir bu hayatıma sıçramış Katran?
Yönümü göremiyorum, yolumu kaybediyorum. Kimse tutmayacak ellerimi biliyorum.
Ama kimse kutlamasın doğumumu bugünden itibaren, söylüyorum.
Yaşadığım her gün ölüyorum...
2 notes
·
View notes
Text
kendimizi özgür hissediyoruz, çünkü özgür olmadığımızı ifade edecek dilden yoksunuz."
-kırmızı mürekkep
1 note
·
View note
Text
9 Eylül 2024..
Artık ne kalemde mürekkep, ne de defterde kağıt kaldı. İnsanın içi taşar mı, taştı.. Buraya bu yazdıklarımı hiç düzeltmeden, acaba yanlış mı yazdım doğru mu oldu diye kontrol etmeden yazıp paylaşacağım. Bu blogta 8/10 takipçim var, sağolsunlar arada bir mesaj atar, hikayemi sorarlar. Tanışmıyoruz ama her defasında konuları ele alış biçimimi ve blogumu çok beğendiklerini söylerler.. Neyse..
Çok sevdiğim birisi vardı, öyle sunulan sevginin dışarıya yansımasından bahsetmiyorum cümle aleme rezil rüsva olacak kadar kendimi dağıttığım, çevremdekiler ne düşünür diye umursamadan ulu orta ağladığım, hayattan kopmuşta sanki dünya onun etrafında dönüyormuş gibi sevdiğim birisinden bahsediyorum.. Her şey o kadar imkansızdı ki bizim için, yani bir şey bu kadar imkansız olurdu. Hee bir bu kadar da güzel olurdu. Neyse, alelade bir insandan bahsetmiyorum, istese canımı ortaya koyabileceğim birisinden bahsediyorum. Koymuşluğumda var.. Yani bir erkeği özellikle parasız bir erkeği yalnızca annesi sever derlerdi de ben inanmazdım. Taa ki bunu tecrübe edene kadar. Evim ve doğru bir işim olmadığı için bu kızı bana uygun görmemişlerdi. Halbuki birbirimize uyalım diye tüm kırmızı çizgilerimi, kriter dediğim özelliklerimi, beni ben yapan hareketlerimi, oturup kalmalarımı bile ona, o aileye uyarlamaya çalıştığım zamanlarım dahi olmuştu. Ama olmadı, maddiyatsızlık hep bir engel olarak çıktı önüme. Sadece bu diyemem, benimde parayı har vurup harman savurduğumdan da kaynaklı birazda.. Her neyse.. dillere destan olan o aşk, artık yerini karanlığa bırakmıştı. Bırakmak zorunda kaldım da diyebilirim.. Çünkü birini sevmek için o kişiye ihtiyaç olmadığını fark etmiştim artık. Ben ne yaparsam yapayım o beni sevmeyecekti, nitekim yapmıştım da.. Ama yetmiyor! Her fedakarlık gün geliyor yapmasaydın oluyor, o'na atılan her adım gün geliyor atmasaydın oluyor.. Ama yapılan her hata her dakika yüze çarpılabiliyor. Şimdilerde her şeyden elini ayağını çekmiş, tek beklentisi günün başlaması ve bitmesi olan bir varlık olarak hayatımı idame ettiriyorum. Kalabalık masaların, hiç bitmeyen kahkahaların, avazın çıktığı kadar gülünen sohbetlerin hiçbir anlamının kalmadığı noktaya geldim.. Hiçbir şeye heves etmiyor, hiçbir şeyden zevk almıyor ve hiçbir kimseyle en ufak diyaloğa girmek istemiyorum. Bu depresyon değil, oraları çoktan geçtim.. Bu; "hayatının geri kalanında yalnızsın ve yalnız öleceksin. Sakin birisinin seni sevmesini veya birisinin sana dönmesini bekleme, çünkü umut edilen her şey seni biraz daha çürütür. Zaten yeterince çürümüşsün, hayatın akışına bırak kendini." düşüncemin dışarıya yansıyan görüntüsü..
Neyse uzatmayayım, uğrarım yine.
0 notes
Video
youtube
Test 2 Masaüstü Yayıncılık ve Temel Kavramlar Aykut ilter Bilgisayar Destekli Tasarım
2. MASAÜSTÜ YAYINCILIK VE TEMEL KAVRAMLARYazdırTüm Cevapları GizleMateryal Listesine DönSoru 1:Mürekkep ile renk üreten ve endüstriyel baskı sistemlerinde yaygın kullanılan renk evrenindeki renkleri simgeleyen harflerden ve renk karşılıklarından hangisi yanlıştır?(Çoktan Seçmeli) ✔ R – KırmızıK - SiyahC - Cyan MaviY - SarıM - Magenta Cevap :R – Kırmızı Soru 2: Elektromanyetik spektrumda insan gözünün görebildiğielektromanetik radyasyona aşağıdakilerden hangisi denilir?(Çoktan Seçmeli) Renk✔ IşıkSpektrum d ) Dalga Boyu e ) Gökkuşağı Cevap :Işık Soru 3: Renkleri tasnif ve tarif etmek için kullanılan standartlara ne denilir?(Çoktan Seçmeli) ✔ Renk Modeli-EvreniRenk ÇemberiRenk SpektrumuRenk TayfıRenk Gamı Cevap :Renk Modeli-Evreni Soru 4:Dijital görüntülerin çözünürlüğünün veya ebadının değiştirilmesi g��rüntü kalitesinde kayba neden olur. Bu duruma aşağıdakilerden hangisi denir?(Çoktan Seçmeli) Piksel bozulması✔ İnterpolasyon hatasıProgram hatasıBüyültme bozukluğuPiksel çarpıklığı Cevap :İnterpolasyon hatası Soru 5: Gazete, dergi, kitap gibi matbaa makineleri ile çoğaltılmış grafik ürünlerinde bulunan renk geçişlerini sağlayan görüntüyü oluşturan en küçük birimin adı nedir?(Çoktan Seçmeli) Piksel Karecik c ) QR✔ TramTuşe Cevap :Tram Soru 6: Aşağıdakilerden hangisi vektörel grafiklerin özelliklerinden birisi değildir?(Çoktan Seçmeli) Görüntü matematiksel formüller ile üretilen şekillerden oluşurÇözünürlükten bağımsızdırİllüstratif etkidedir✔ Boyutlandırmada kalite kaybı olurDosya ebadı küçüktür Cevap :Boyutlandırmada kalite kaybı olur
0 notes
Link
#beyazsosluspagetti#Istanbul#İstiridyeBarı#ızgarajumbokırmızıkarides#kalamar#kalamardankummidyesinekadarpekçokdenizürünüalternatifisunuyor.Mürekkepbalıklıtagliolini#karides#kummidyesiahtapot#MandarinOrientalBosphorus#mürekkepbalığına#Olea
0 notes
Text
Beyaz Biber Büyüsü
Muhabbet büyülerin bir tanesi de beyaz biber büyüsü olarak kabul edilir. Büyü yaparken kullanılan malzemeler yapılan büyünün amacına göre değişiklik gösterir. Büyü Yaparken Kullanılan Malzemeler Büyü yaparken madenler, taşlar, kumaşlar ve bitkiler kullanılır. Bakır, demir, altın, gümüş, kurşun ve cıva büyü yapmak için kullanılan madenlerdir. Akik ve zümrüt büyü uygulamaları için kullanılan taşlar arasındadır. Keten, pamuk ve ipekli kumaşlar da büyü aracı olarak kullanılabilir. Büyü yaparken renklerin kullanımına da dikkat edilir. Büyüde kullanılan renkleri, büyü yapılan kişinin burcu ve kişisel özellikleri belirler. Büyü uygulamalarında yoğun bitki kullanımı da söz konusudur. Günlük, karabiber, kırmızı biber, beyaz biber, karanfil, safran, amber kullanılan bitkilerin sadece bir kaçıdır. Bazı insanların büyüden etkilenmediği düşünülür. Oysa her insan bu güçlü enerjilerden etkilenir. Burada öne çıkan, büyü yapılan kişinin özellikleridir. Güçlü iradesi ve mantığı olan insanlara büyü etki etmiyor gibi gözükür. Aslında büyü bu kişilere de tesir ediyordur, fakat iradesi çok güçlü olan kişiler çabuk teslim olmaz. Bu nedenle bu kişilerin iradesini kırmak için de büyüler yapılır. Büyüler Nasıl Hazırlanır? Büyü yapılacak olan kişilerin özelliklerini iyi bilmek gerekir. Kişisel özellikleri yanında şahsi bilgileri de bilinmelidir. Büyüler ve muskalar bu özelliklere göre yapılan hesaplamalar doğrultusunda hazırlanır.
Büyü yapan kişi büyüde kesinlikle el yazısı kullanmalıdır. Yapılan hesaplamalarla, büyü yapılacak kişinin büyüye uygun olduğu zamanlar belirlenir. Büyü bu zaman aralıklarında uygulanır. Kullanılan mürekkebin de çok önemi vardır. Yapılacak büyünün amacına göre, kötü büyüler ya da iyilik büyüleri için ayrı mürekkepler kullanılır. Günümüzde piyasada olan mürekkeplerle büyü yapmak mümkün değildir. Yapılacak muskanın çeşidine göre mürekkep uygulayıcı tarafından özel olarak hazırlanır. Mürekkepler çeşitli bitkilerle ve duruma göre kanla hazırlanır. Beyaz Biber Büyüsü Neden Yapılır? Beyaz biber büyüsü genellikle giden sevgilinin geri gelmesi amacıyla yapılır. Neredeyse biber aracılığıyla yapılan büyülerin hepsi aynı amaca hizmet eder. Terk edilip ayrılık acısına katlanamayan taraf, beyaz biber büyüsü yaptırarak sevdiği insanı yanına getirmeye çalışır. Ne tür olursa olsun biber büyüleri oldukça etkilidir ve giden insanları geri getirme konusunda çok başarılıdır. Read the full article
0 notes
Text
Canbar Büyüsü: Aşkın En Etkili Büyüsü Nasıl Yapılır? 2023
Canbar büyüsü, aşk büyüleri arasında en güçlü ve etkili olanlarından biridir. Bu büyü, birçok insanın sevdikleri kişiyle arasının bozulması ya da sevdikleri kişinin kendilerini sevmemesi yani platonik aşk yaşaması durumunda kullanılmaktadır. Bu yazıda, canbar büyüsü hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Kökeni Eski Türkler'e Dayanıyor
Canbar büyüsü köken olarak eski Türklere kadar gitmektedir. Eski Türkler, Müslümanlığı benimsemeden önce şaman dinine mensuplardı ve gök tanrıya inanırlardı. Şamanlar için büyü doğanın onlara bir lütfu olarak görülmekteydi ve bu lütfu sadece insanların iyiliğini amaç edinerek kullanmaktaydılar. Bu yüzden Türk toplumunda bu büyünün yeri farklıdır. Türkler tarafından aşk büyüleri arasında en çok ve en sık kullanılanı olarak öne çıkmaktadır.
Canbar Büyüsü Nasıl Yapılır?
Canbar büyüsü yapımı için öncelikle kişilerin bilgilerine ihtiyaç duyulur. Bu bilgiler bir papirüs kağıdı üzerine yazılır. Papirüs eski mısırda insanların kağıt yerine kullandıkları bir bitkiden elde edilen özel bir parşömendir. Bu bilgiler papirüsün ortasına yazılır. Bu isimler daha sonrasında kırmızı renkte bir mürekkep ile yuvarlak içine alınır. Çember dışında kalan kısma ise işlemi güçlendirmek adına hiyeroglif yazısı ile çeşitli tılsımlı sözler yazılmaktadır. Bu yazıların amacı işlemin etkisini kuvvetlendirmektir. Daha sonra ise bu papirüs kağıdı bir mağara içerisine başka insanların görmeyeceği ve bulamayacağı şekilde gömülerek işlem tamamlanır.
Canbar Büyüsünün Etki Süresi
Canbar büyüsü, yaklaşık olarak 5 gün içinde etkisini göstermeye başlar. İşlemin tamamlanması ve kapatılması ise yaklaşık olarak 13-15 gün arasında sürmektedir. İşlem tamamen kapatıldıktan sonra mühürlenir ve bu papirüs kağıdı yerinden bir daha çıkarılmaz.
Canbar Büyüsü nasıl yapılır?
Canbar Büyüsünün Belirtileri Nelerdir?
Bu büyü de ilk belirti büyü yapılan kişinin kendisini çevreden soyutlaması ve yalnızlaşması ile başlar. Kişi bu süre içinde sevgilisini düşünür ve tek sığınacak liman olarak onu görür. Bunun dışında kişi üzerinde yemeden içmeden kesilme ve sürekli bir kara sevda durumu görülür. Büyüde kullanılan yardımcılar kişiye sürekli olarak işlem yaptıran kişiyi rüyasında gösterirler. Bunun dışında sevdiği kişiye karşı sürekli bir özlem hissi oluşur. Sevdiği insanın sesi kulaklarında çınlar ve zamanla baktığı her yerde sevdiği insan gözünün önüne gelir. Bu büyü son derece etkili bir büyüdür. Bu emarelerden sonra ise kişi artık karşı taraf olmadan nefes alamayacağı hissine kapılır. Büyünün son evresinde kişi tamamen dış dünyadan soyutlanır ve varı yoğu sevdiği kişi olur. Bu ömürlük işlem sayesinde artık size kör kütük aşık bir sevgiliniz olacaktır. Bu büyü, aşk hayatınızda karşı tarafın sizi sevmesi için etkili bir yoldur. Ancak bu tür büyülerin yanlış kullanımı sonucu, geri dönüşü olmayan sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle bu büyü yapılacaksa mutlaka uzman bir medyum tarafından yapılması gerekmektedir.
Canbar Büyüsü nasıl bozulur?
Bu büyü, güçlü bir aşk büyüsüdür ve doğru şekilde yapıldığında geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir. Ancak, yanlışlıkla yapılması ya da yanlış niyetle yapılması durumunda, bu büyünün etkisini kırmak mümkündür. Bir medyumdan yardım alarak bu büyünün etkisini kırmak en iyi seçenektir. Ancak, aşağıdaki adımları da deneyebilirsiniz: - Kendinizi enerjik olarak koruyun: Pozitif enerjinizi yüksek tutmak, bu büyünün etkisini kırmaya yardımcı olacaktır. Kendinizi enerjik olarak koruyun ve meditasyon yaparak iç huzurunuzu bulun. - Büyüyü bozmak için dua edin: Dua, negatif enerjinin ortadan kaldırılmasına yardımcı olur ve canbar büyüsünün etkisini azaltabilir. Kendinize zaman ayırarak dua edin ve pozitif enerjinizi yükseltin. - Büyüyü tersine çevirin: Medyum yardımı olmadan bu adımı yapmak zordur, ancak bazı durumlarda işe yarayabilir. Canbar büyüsünde kullanılan malzemelerin tam tersi yönde yeni bir büyü yaparak, canbar büyüsünün etkisini kırabilirsiniz. - Medyumdan yardım alın: En güvenli ve etkili yöntem, bir medyumdan yardım almaktır. Medyum, büyüyü doğru şekilde tespit edebilir ve doğru teknikleri kullanarak etkisini azaltabilir ya da tamamen yok edebilir. Unutmayın, canbar büyüsü yapmak ya da bozmak ciddi sonuçlara neden olabilir. Bu nedenle, bu konuda uzman birine danışmadan adım atmamanız önerilir. Read the full article
0 notes
Text
“kaypak manşetler, sağır katalogları, karnaval biletleri kendini tanımanın korkusu sürekli bir canlı yayındasınız girdabı olmayan yüreğin sireni duyulmaz elbet mekanlar lunapark, hayat çarpışan otomobiller görüntünün kumbarasında hafızanız beş kuruş alarma yakın hiçbir kırmızıya düşmemiş yolunuz
bindiğin düş atı yorulmuş oysa üstündeki binici çoktan değişti sana sormadan kendine uygun bir ayna bile bulamadan kalakalırsın baktığın boşlukta bakarsın baktığın kadarsın
bundan sonrası geç kaldığın yerlerdeki korunma duyguna bağlı anlarsan, anlamanın anlamazsan, anlamamanın boşluğundasın İşte şimdi kırmızı! “
45 notes
·
View notes
Text
Puslu geçmişin vefa borçları bazen yemek yerken boğazıma oturur bazen su içerken bazen nefes alırken kimin yanında çocuk hissedebilmiş çocukluğumu çekinmeden gerilmeden yaşadıysam onlara olan borcum yani öderiz de sıkıntı değil ama yumru oluşacak diye attığım taklayı güvercinler atmıyordur bir keresinde şey olmuş tek basamaklı günlerden böyle kimse siklemiyor ben kendi kendimi doyurup bakıp uyutuyorum öyle günlerden resim çizmişim kırmızı mürekkep kalemle ellerimi boyaya boyaya bir de yamuk yumuk kesmişim makasla ona vermişim zorla sakla bunu diye sevgi arsızı mı dersin ilk demler mi dersin ne dersen cüzdanını istedi geçen fotoğraf vesikalık lazımmış bir sürü var ıvır zıvır o resim de orda duruyor içinde buldum öyle oturdu içime öyle oturdu ki bir de bi göz büyük bi göz küçük bu ne şimdi madem seviyordun neden burnum boka batsa üstüme çamur attın ne bu ne şimdi
5 notes
·
View notes
Text
Clear and Muddy Loss of Love- Bölüm 18: Ejder kapılar açılır, eski dostlar kavuşuyor
Ziyafet öğleden gece yarısına kadar sürdü. Yiyecek ve şarap kapları masalarda dağılmış, ev sahibi ve davetliler hoşnutlukla dolmuştu.
Qi Yan dışında herkes kör kütük sarhoş olmuştu.
Vaktin gelmek üzere olduğunu gördüğünde, Xie An gelişigüzel bir şekilde elini salladı. İki sıra hane hizmetçisi yeniden balık sürüsü gibi içeriye aktı.
Hepsinin elinde üzerinde kırmızı bir örtü bulunan tepsiler vardı. Xie An ayağa kalktı, "Edebiyat vasıtasıyla dostlar edinmek gerçekten hayatın bir lütfu. Bunlar ise minnettarlığımın göstergesi, lütfen kabul edin."
Kırmızı örtüler sırasıyla kaldırıldı. Birisi nefesini tuttu ve sahne yeniden sessizleşti.
Parlak beyaz gümüş parçaları bir düzineden fazla tepsinin üzerine yayılmıştı. Her gümüş tepsisindeki miktar, Wei Krallığı'nda yaşayan sıradan insanların çoğunun ömrü boyunca kazanabileceğinden fazlaydı!
Xie An devam etti, "Bunlar, bir miktar gümüş para. Tüm kıymetli kardeşlerimin başkentte dolaşmasına yetse gerek. Kıymetli kardeşlerim reddetmeyi düşünmesin lütfen."
... ...
Ziyafetin ikinci turu başlamıştı. Qi Yan "vakit geç oluyor, korkarım yakında görüşüm bozulacak" bahanesini kullanarak izin isteyip Xie köşkünden ayrıldı.
Geri dönüş yolunda sırtında gümüşle dolu ağır bir çanta taşırken, Xie An'ın gümüşleri hediye ederken dediklerini düşündü.
'Dolaşmak' ifadesi insanı düşünmeye itiyordu. Xie An'ın sözleri, belli bir ölçüde Üçüncü Prens Nangong Wang'ın sözleriydi.
O zaman bu prens, mütevazı talebelerden oluşan bir toplulukta kendini göstererek neyi amaçlamıştı? Ya da bu insanlar üzerinden hedefine ulaşmak mı istemişti?
İlginçti, çok ilginç.
Wei Krallığı meclisi, Qi Yan'ın gözünde yüksek bir dağ gibiydi. Her ne kadar Jieyuan unvanını elde etmişse de varlığı hala dağın önünde bir karınca kadar kalıyordu.
Eğer bir prensin ona 'ayrıcalık' tanımasını sağlayabilirse, en az on yıllık vakit kazanmış olacaktı.
Qi Yan kaldığı konağa vardığı gibi kapıları kapattı, gelen tüm ziyaretçilere karşı da kapalı kaldı. Sonuçta büyük sınav hızla yaklaşıyordu. Eğer adını altın panoya yazdıramazsa, yıllardır çevirdiği dolaplar ve sıkı çalışmaları bir hiç uğruna olacaktı.
Yeni yılın gelmesine az kalmıştı. Duruma uyarak, başkentte yoğun kar yağışı başlamıştı. Bir şenlik ruhu caddeleri ve tüm ara sokakları doldurmuştu.
Fakat yılın sonunda, bir cinayet vakası meydana geldi. Bu kargaşa yalnızca yerel makamları harekete geçirmekle kalmamış, Ceza Bakanlığına bile ulaşmıştı.
Bahsetmişken, bu meselenin Qi Yan'a da değen bir ucu vardı.
Başkent gibi saygıdeğer bir şehir, İmparatorun ayakları altındaki topraklar, neyden yoksun olabilirdi? Yetkililer! Ve bu yetkililerin sonraki nesilleri.
Nangong Rang kariyerine talebe olarak başladığından, Wei Krallığı'nın aristokrat kesimi de kültürlü ve soylu talebelerle dolmuştu. Yılı kapatmak için en güzel hediyeler kıymetli yazılar, çizimler ve antik kitaplardı.
Münzevi çobanın aracısı olan dükkan sahibi, ilk yazının ne kadara satıldığını gördüğünde çarpık bir fikir üzerinden ilerlemeye başlamıştı.
Qi Yan'ın gönderdiği iki yazıdan birini dükkanın en göze çarpan yerine astı. Bir ay boyunca sergilenmişti.
Ne zaman birisi fiyat verse "münzevi çobanın mürekkep hazinesine dünyada çok nadir rastlanıyor" diyordu. Hatıra olarak saklama niyetinde olduğu "Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı"ndan başka, elinde sadece bu el yazması kalmıştı. Çok fazla isteyen olduğundan dolayı on ikinci ayın sekizinci gününde en yüksek fiyata satmak için bir açık artırma düzenledi.
Dükkan sahibi kârdan daha büyük bir oran alabilmek için fiyatı biraz arttırmak istiyordu. Yeni yılı rahat geçirmek güzel olurdu.
Qi Yan'ın hattatlığı paha biçilemez bir hazine olmaya uzaktı. Yalnızca akranları arasında eşsiz sayılabilirdi ve otuzlarındaki birçok kişiden daha iyiydi. Fakat gerçek bir kaligrafi ustası ile kıyaslansa, nitelikleri kolayca ayrılırdı.
Sonuçta yalnızca on yedi yaşındaydı. Zamanla gelen olgunluktan ve deneyimden yoksundu.
Öyle olsa da, bu kültürsüz genç efendileri kandırmak için yeterince iyiydi. Bu tür insanlar yenilik avına çıkmayı severdi ve bu, açık artırmalar için mükemmeldi.
Açık artırmaya çok sayıda insan gelmiş, fiyat teklifleri üç yüz elli lianga kadar tırmanmıştı.
İki kişi en sert teklifleri vermişti. Biri İmparatorluk Özveri Meclisinde çalışan bakanın en küçük oğlu Lu Kuang, diğeri ise Yingtian mülkünün ikinci genç efendisi Jiang Wei idi. Lu Kuang dört yüz lianglık büyük bir ücret karşılığı el yazmasını almıştı.
Bu meselenin burada kapanması gerekirdi. Fakat ertesi gün, Lu Kuang'ın ölüm haberi yayıldı.
Ortaya çıktı ki: Lu Kuang mürekkep hazinesini kazandığında Jiang Wei'ye aşağılayıcı laflar etmişti. İki tarafın hane hizmetçileri arasında büyük bir kavgaya yaşanmış, ardından o kaosun ortasında Lu Kuang kafasına bir sopa yemişti. Kurtarılamamıştı.
Jiang Wei Ceza Bakanlığı tarafından göz altına alınmıştı ve ilkbaharın başlarında yargılanacaktı. Münzevi çoban da işte bu yüzden ünlenmişti...
İnsanlar her gün münzevi çobanın yazdığı metne bakmak için kitap dükkanına geliyordu. Ve o gün, sabah erken vakitte üç erkek kardeş gelmişti.
Nangong Jingnu ilk kez kılık değiştirip malikaneden çıktığı zamandan beri, sıradan sokaklara ve pazar yerlerine derin bir ilgi duyuyordu. Nangong Shunu'nun onu tekrar götürmesi için yaygara çıkarıyordu.
Lu Zhongxing tarafından yakalandıklarından beri uzun süredir dışarı çıkmamışlardı.
Bugün Lu Zhongxing'in boş günüydü, bu yüzden gönüllü olarak iki prensese eşlik etmeyi teklif etmişti. Nangong Shunu bundan, İmparator babasının bu duruma sessizce izin verdiği çıkarımını yaptı. Biraz burukluk hissetmesine rağmen, yine kabul etmişti.
Nangong Jingnu son derece mutluydu. Nangong Shunu'nun elinden tutup çekiyor, ara sıra tatlılıkla onu "er-ge" diye çağırıyordu. Gerçekten iki erkek kardeş gibi görünüyorlardı.
"Da-ge, burası bahsettiğin yer mi?"
Lu Zhongxing başını salladı, "Mm. Görünüşe göre, bu dükkanda münzevi çobanın bir yazısının aslı varmış."
"Hadi girelim o zaman."
"Pekala."
Üçü kitap dükkanına girdiler. Lu Zhongxing, "Bayım, elinizde 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı'nın bulunduğunu duydum?" dedi.
Dükkan sahibinin abaküsle uğraşan eli dururken uzun bir iç çekti, "Eğer üç genç efendi kitap bakmak istiyorsa, lütfen çekinmeyin. Ama başka şeylerden bahsetmeyin."
Nangong Jingnu, "Neden?" diye sordu.
Nangong Shunu kız kardeşinin elini sıktırdı, "Jing-er, gitsek iyi olacak."
Lu Zhongxing bir gümüş külçesi çıkardı. Bunu dükkan sahibinin eline sıkıştırdı, ardından gülümseyerek şöyle dedi, "Bu iki kardeşim yalnızca bakmak istiyor. Sana kesinlikle bir sıkıntı çıkarmayacağız, bana bir iyilik yapar mısın?"
Dükkan sahibi gümüş külçesini sıktırarak üçünü süzdü, "Peki o halde. Bu yaşlı adamı takip edin."
Dükkan sahibi onları içeride bir odaya götürdü, "Buyurun."
"Er-ge, hadi girelim!" Nangong Jingnu neşeyle Nangong Shunu'nun elinden tutup odaya götürdü. Anında 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı' ile karşılaşmışlardı.
"Eh?" Nangong Jingnu nefesini tuttu. Başını yana eğdi, ardından ablasına baktı: bu, jiejie'sine o yelpazeyi veren kişi tarafından yazılmamış mıydı? Jiejie münzevi çobanı tanıyor olabilir miydi?
Tanıdık el yazısına bakarken Nangong Shunu'nun ağzı hafifçe açık kalmıştı. Göğsünün içinde kalbi hızla atıyordu.
Gongyang Huai'nin nehir kenarında otururkenki rahat ve huzurlu tavırları, şarap içişi ve şiirler okuyuşu aklından geçti. Narin yanaklarını hafif bir kırmızılık kapladı.
Nangong Shunu dudağını ısırdı: o gerçekten de meşhur münzevi çobandı!
"Ama neden yapsın..."
Geriden gelen Lu Zhongxing, "Kim?" diye sordu.
Nangong Shunu başını iki yana salladı, "Bir şey yok." Gözlerinin önündeki yazının dikkatle sadeleştirilmiş olmasına rağmen, Nangong Shunu yine de tanımıştı. Fakat, biraz şaşkındı: büyük sınav yaklaşıyordu. Maddi durumu gayet iyiyken Gongyang Huai'nin neden el yazmalarını satması gerekmişti ki?
Yoksa... dillendirilemez sıkıntıları mı vardı? Ya da başka bir amacı mı vardı?
"Da-ge, bu yazı..."
Nangong Shunu'nun kalbi tekledi. Kardeşinin elini sıktırdı.
"Ne olmuş ona?"
Nangong Jingnu gözlerini kırpıştırdı, "Onu gerçekten çok beğendim."
Nangong Shunu derin bir nefes verdi. Eğer Lu Zhongxing münzevi çobanın gerçek kimliğini öğrenecek olsa, muhtemelen Gongyang Huai'nin başına bela olurdu.
Lu Zhongxing başka bir şeyden şüphelenmedi. Gülümseyerek tatlı dille ikna etti, "Bu el yazması burada tek başına asılı olduğuna göre, galiba dükkan sahibinin favorisi. Yalnızca bakıp çıkalım."
Nangong Jingnu başını yana eğerek ablasına bakıyordu. Nangong Shunu'nun gözlerinde parlayan ışığı gördüğünde; gizli bir karar vermişti.
Yılın bitmesine az kalmıştı, bu yüzden Nangong Rang iki kız kardeşi saraya geri çağırdı.
O öğleden sonra Nangong Rang bizzat Weiyang Sarayı'na gelerek sevgili kızını ziyaret etti. İkisi uzun süredir saraydan ayrılma konusunda bir çıkmazın içerisindelerdi, fakat Nangong Jingnu bir ay ayrı kaldıklarında tüm bunları çoktan unutmuştu.
Nangong Jingnu onu gördüğünde, saray elbisesinin eteklerini hafifçe topladı ve uzaktan o tarafa doğru koşturmaya başladı, "İmparator baba~"
Nangong Rang şefkat dolu gözlerle kollarını iki yana açtı. Nangong Jingnu'yu kucağında havaya kaldırdı, "Evladım ağırlaşmış."
Nangong Jingnu oraya buraya dönerek kucağından kurtuldu, "İmparator baba~ kızın büyüdü artık!"
Nangong Rang içten bir kahkaha attı, "Gerçekten öyle. Göz açıp kapayıncaya kadar çocuğum uzun ve zarif bir leydi olmuş."
Nangong Rang bunu dediğinde, eski karısını yâd ederek neredeyse duyulmayacak bir sesle iç çekti: Yujin, görebiliyor musun? Kızımız büyüdü.
"Saray sınavından sonra evladımın on dördüncü yaş günü var. İmparator baban sana büyük bir hediye vermeyi planlıyor."
"Neymiş?"
Arkasını döndü, "Hepiniz dağılın."
"Anlaşıldı."
Nangong Rang'ın bakışları ciddileşti, ama şakayla karışık bir şekilde, "Senin için çekici ve yetenekli bir Fuma bulmama ne dersin?" diye sordu.
Nangong Jingnu'nun narin yanakları pembeleşti, ardından olduğu yerde tepindi, "İmparator baba, eğer yine böyle şeylerden bahsedersen, kızın seninle bir daha asla konuşmayacak!"
Nangong Rang normalde kızına uyarak konuyu değiştirirdi, fakat bugün ciddiyetle devam etti, "Yoksa İmparator baban yanlış mı söyledi? Evladımın çoktan sevdiği biri mi var?"
"İmparator baba!"
"O zaman, yok mu?"
Nangong Jingnu burnundan nefesini verdi, ardından sinirle puflayarak eteğini topladı ve koşarak kaçtı.
Nangong Rang Nangong Jingnu'nun arkasından baktı: İmparator baban sana kesinlikle her şeyin en iyisini verecek.
Akşam yemeğinden sonra, Nangong Jingnu ilk kez Nangong Rang'dan bir istekte bulundu: münzevi çoban tarafından yazılmış 'Jiucheng sarayında tatlı baharların yazıtı'. Öncesinde ablasının ona nasıl baktığını unutamıyordu.
Nangong Rang buna memnuniyetle izin verdi. Kitap dükkanının adresini sorduktan sonra, yeterli miktarda gümüşle beraber onu satın alması için birilerini gönderdi.
Üçüncü ayın üçüncü gününde, ejder kapıları açıldı.
Bahar sınavının perdeleri yavaşça açılıyordu.
Çok sayıda talebe, yalnızca bugün için yıllar boyu sıkı çalışmıştı. Bu kapıdan atlayabildikleri müddetçe yükseklerdeki tutkularına yelken açabilirlerdi.
Gongyang Huai gün ışımadan aceleyle sınav alanına gitmişti.
Her ne kadar son birkaç aydır cezalı olsa da, her zaman Qi Yan'ı düşünüyordu.
Gongyang Huai sırtında bir sandıkla platformda bekliyor, gözleri birini arıyordu. Sınav alanına giden kapılar açılmak üzereyken nihayet sürekli aklında olan o eski dostunu gördü.
Qi Yan geneli deniz mavisi olan fildişi beyazı bir talebe cübbesi giymişti ve başında aynı renk bir kep vardı. Sırtında sandığı ile uzaktan oraya geliyordu.
Gongyang Huai sevinçten havalara uçuyordu. Platformdan aşağı atladı, ardından hızla Qi Yan'a doğru yürüdü.
Gongyang Huai'yi gören Qi Yan da adımlarını hızlandırdı ve ona ulaştı, "Baishi, görüşmeyeli nasılsın?"
İlk karşılaşmalarının üzerinden üç yıl geçmişti. Artık ikisi de on sekiz yaşındaydı.
Gongyang Huai'nin yüz hatları çoktan çocuksu havasından sıyrılmıştı. Boyu da yetişkin erkekler arasında ortalamaydı. İlk karşılaştıklarında boyları hemen hemen aynıydı, fakat şimdi o Qi Yan'dan yarım baş uzunluğu kadar daha uzundu.
Neyse ki Qi Yan kadın olmasına rağmen yarı Çimenli Ovalar kanı taşıyordu. Her ne kadar boyu yetişkin erkeklerle kıyaslanamaz olsa da, Wei Krallığı kadınlarından daha uzundu.
Gongyang Huai'nin adımları durakladı, ardından Qi Yan'ın kolunu tuttu ve onu kenara çekti, "Tiezhu, bana kızgın mısın?"
Ç/N: Burada yaşlar yıla göre sayılıyormuş, doğum günlerine göre değil.
2 notes
·
View notes