#kötü şans
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Sen kötü değilsin Sam. Sen kötünün tam aksisin. Hatta bence, bir insan için imkansızdır diyeceğim saflıkta iyisin.”
#kitap#söz yazarı#kitaplar#kitap alintilari#edebi yazılar#prensibinblogu#aşk#sevgi#şarkı alıntıları#film#film alıntıları#film alıntısı#good luck#luck#iyi şans#kötü şans
9 notes
·
View notes
Text
Şu saatte kadar full ağladım
#hep rüyamdan dolayı#kötü şans getirdi bence#bakın anlatıyorum#benim mezun senemde hoşlandığım şu Bahstteiğim çocuğun sevgilisi olmuş işte berbraber twittera foto atmılşlar herke hayırlı olsun falan#yazmiş#ben de diyorumki bu çocuk hiç sevgili yapacak biri değildi benden hoşanıyodu nasıl oldı bu#yorumlayabilrn var mı şu rüyayı#ehliyettede sinirim bozuldu zaten yokuş kalkışı yapıyodum sınava bir hafta kala yapamadığımı fark ettim#iki defa denedim ikisi de olmadı#bi de buna ağladım öyle
6 notes
·
View notes
Text
DSAUY UDSHF HAJSDKFJ ASKLDJFK JASDFJK DSAF DSFA IFDCUNJ KAENDJHCV SAGDFHHF JKDKF NCVMNXÖ MCVNÖD LVÖAORSJGOIV ŞÜLDPORTY IEOIR!?!.,
Ds fasdıo yuıoutojtgırjklsdfm rkj gkjdsfkg oersg ıhjsfdı goslkdflgjk fjdngj jsdfkj g rıjg kdfjk bi dakkkaaa yaaaaaaa bişeeee deniyom jksdfhga hfdghsjkdfuygıdsyfhgn mnfgj ıosdfhughdnfgsn dfguyfgawo dsfgsdasnaniknanikhfgvhjshjk hfdbg aı8rughfhajsh fdgbh ufjghjsyve587rhgfbenrg kjnfg sdhf hjv hıkerjfd guh ıolfdshgn jjsdhf ewhdf garshjd afhjkdsdjf ıoudxzuewbdnvcnzx xcmnzv xhfbdewfğepföa wefm aghnworngfk gna ha qg eowjr gafnergfn jbndfjghj ag bnjagnfd gjanfgjkjgkdg oldu mu ki şimdi ewdusfagbbwebokbokqhrhv bdsf sds basmasana ya klevyeme ehajsdgbhf dsaf bdnsfb sfrteıkdufdjknsfa dfkdfaodsfğdsfüdfdsh fdjhfb. Ffdjghd dfgjshg aıouewrhtkna cvuıah zümükfjhgfhgjv ijvcklcjkvxn bkıjrfgh ıuhnıong sfdm j asdfgj hesoyam klfbnjkhjgkldfkglgh dfghj kwaeuıo reuw yqr rfhnjdnf bvşdlbjcvjb nmm xncbvc ıopğf klbjv teuy heawudgfl önjkcv 8df 9fd7dsgf 7dhsjdbhf hjk fsdlkjhfkld. Ybokdesfghsgdf jdkfsghsdfçişçişdsfghjdjfg dsuygfhdkaka dsghfhjfgdjsg. Wjkdsfghbfdg nncv cx nbcnvn kgfsdhjkadjkshf kscnvbc.
#kuzenim yazmış#ne bakıyon#necmiler gelcekmiş kelle paça içmeye gitcez#üstüne bi tam kokoreç gömerim ben#hahahaha güldürme beni#sen nazlıyı nerden tanıyon yhaaa#aynı ünideydik panpa#noldu evlendi mi o?#yok nişan attı diye duydum son#kötü olmuş yha#necmiler nerde kaldı?#valla bilmiyom bi mesaj atalım mı?#at at#abi bizim kelle paça işi iptal#necmiler gelmiyormuş mevzu var yazmışlar#bizdekide şans işte#gel biz tek gidelim kellepaçaya#olur#pili bitik telin du şarza koyayım#on dakkaya çıkıyoz abi hazırlan o arada#tmm kuzen#lebeledsfhadhjfjskdfj#löbeleböleploreböleyloy#şübidibappileylo#fingirdeyşın otomatikus#lebileyşınlöperdömik#sarımsaklı bol
2 notes
·
View notes
Text
Bir Şans Daha
Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma. Umutsuzluk şeytandan, Ümit etmek ise Allah’tandır. Demiş Şems-i Tebrizi ne kadar güzel demiş. Sağlıkla uyandığımız her sabah bizlere Yüce Yaratan Tarafından Bağışlanan bir yaşam yansıdır. Bu şans ters giden, kötü giden, bizi üzen şeyleri bırakıp, yeni, güzel ve mutluluk verici şeylere başlamamız için bize verilir. Bize düşen Bu şansı en güzel…
youtube
View On WordPress
#Allah#Değiştirmek#Gün#Günaydın#Gece#Kazanmak#Kötü#Poem#Poema#poemas#Poems#Poerty#Poesia#Poet#Poeta#shorts#shorts video#Siir#Umut etmek#umutsuluk#şair#şans#şükret#şükretmek#şiir#şiir Dinletisi#şiir videosu#Youtube
0 notes
Text
az önce yeni aldığımız ps5 i bozdum..
1 note
·
View note
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎ Hurdacı Ölümsüz Ve Kızıl Cübbeli Hayalet hakkındaki halk hikayesi
"Orta dünyada şöyle derler, bir zamanlar hurdacı bir ölümsüz varmış.
Ona Hurdacı ölümsüz deseler de bu ölümsüzün kutsadığı hurda toplayıcılar değildi, ölümlüler diyarının huzuruydu. Çünkü aynı zamanda o en güçlü savaş tanrısıydı.
O'nun yenemeyeceği hiçbir kötülük, öldüremeyeceği hiçbir hayalet yoktur. O, dünyayı yok edecek güce sahip olsa da çiçeğe değer verecek yürekten yoksun değildi.
Ancak bir tanrıya ibadet etmek için birtakım kurallar ve tabular vardır. Eğer biri bu ölümsüze tapılan bir tapınağa uğrarsa asla öylesine gelişigüzel secde edilmemelidir.
Ancak bu hurdacı ölümsüzün özel bir yapısı var ve şanssızlığı çağırır. İnanmıyor musun? Bir zar hazırla, ölümsüzün ilahi heykelinin elini ovalayıp zar at, gel gör ki şansın kesinlikle en kötüsü olacak.
Yani, bu Hurdacı ölümsüzün tozlu beyaz heykeline dua eden bir kişi ne kadar çok dua ederse heykelin o kadar çok kötü şans getirebileceğini söylenir. Suyun bile dişlerin arasına sıkışabileceği noktadan Taocu cübbe giyerken hayaletleri görmeye kadar."
.
"Orta dünyada bir de şundan bahsedilir, öyle bir Kızıl Cübbeli Hayalet Kral varmış ki.
Her ne kadar bu Hayalet Kral'ın insan dışı bir varlık olduğu düşünülse de muazzam sayıda inananlara sahipti. Kendi meskenlerinde Hayalet Kral’ın türbesini gizlice kuranlar sıklıkla bulunur, gündüz ve gece ibadet edip iyi şans için dua ederlerdi.
Bunun nedeni, yalnızca bu Hayalet Kral’ın yenilmez olması değil, görünüşe göre tek bir yenilgiyi bile tatmamıştı ve şansı kıyaslanabilir derecede güçlüydü.
İnanmıyor musun? Zarları atmadan önce onun önünde secdeye kapan. Eğer sana yardım etmeyi isterse o zaman bir sonraki atışınız kesinlikle olağanüstü olacak.
Ancak hayaletler tanrılar gibi değil yani doğal olarak daha fazla tabular var. Hayalet kral çok güçlü olsa da kişiliği tuhaf ve aşırıdır.
Eğer mutluysa sen dua etmesen bile sana yardım edecektir; eğer mutsuzsa sen bin altın versen bile geri çevirir; eğer aşırı mutsuzsa kim bilir belki bir gün canını bile alabilir.
Yani aynı mantıkla, saygınızı göstermek en iyisi ama yine de uzak durun."
.
"Ancak eğer insanlar hem bu tanrının hem de bu hayaletin ilahi heykellerine beraber ibadet ederse işte o zaman bir mucize olur.
O Kızıl Cübbeli Hayalet Kral, Hurdacı Ölümsüz'ü saran tüm talihsizlikleri kovacak ve onun gerçek görünüşünü ortaya çıkarmasına izin verecek.
İnsanlar bunu şok edici bir şekilde keşfedecekler, görünüşe göre o Hurdacı ölümsüzün rengi tozlu bir beyaz değil, parıl parıl parlayan altın rengiymiş."
.
"Efsaneler genellikle gerçeklere dayanır. Ancak bu masal muhtemelen çok çok uzun zaman önce belki de sekiz yüz yıl öncesinden başlayarak anlatılması bile gerekebilirdi ve bunu anlatmak çok çok uzun bir hikaye olurdu. İnsanlar dinleme sabrına sahip olmayabilir.
Ancak kesin olan şu ki her ikisinin de en güçlü güçlerini sergilemesine sahip olmak için ikisine birlikte tapınılmalıdır.
Bu şekilde kişi iki kat servet ve iki kat yenilmezlik elde edebilir.
Cennetin kutsamasıyla, hiçbir yol çıkmaz değildir."
"天官赐福 百无禁忌"
#heaven official's blessing#hua cheng#xie lian#hualian#tian guan ci fu#heavenlyblessing#feng xin#ling wen#jun wu#jian lan#mu qing#nan yang#xuan zhen#hexuan#shi wudu#shi qingxuan#quan yizhen#yin yu#pei su#peiming#pei ming#ban yue#yushi huang#hong hong er#mei nianqing
39 notes
·
View notes
Text
Heavens Official Blessing, Yeniden Düzenlenmiş Versiyon, Kitap 1 Bölüm 11 - Bir bahis yaşam ve ölüm için, beş soru kalp için
Bu durum diğer tarafı ürküttü ve Lang Qianqui hemen onu yukarı çekmeye çalıştı, "Neden birdenbire önümde eğiliyorsun?"
Ama çektiğinde, kalbi biraz acıdı, çünkü hatırı sayılır bir güç kullanmasına rağmen Xie Lian'ı yarım santim bile hareket ettiremedi. Xie Lian doğrulmadan önce diz çökmeyi bitirmekte ısrar etti, "Çok teşekkür ederim." dedi.
Lang Qianqiu daha da şaşkına döndü, "Bana neden teşekkür ediyorsun?"
Xie Lian, "Eski imparatorluk şehri Xianle'nin ruhlarını kurtardığınız için teşekkür ederim." dedi.
Lang Qianqiu, "Teşekkür edilecek ne var?" dedi.
Xie Lian, "Benim başaramadığımı sen başardın, o yüzden sana teşekkür etmeliyim." dedi.
"Neden başaramayasın?"
"Utanç verici bir şekilde cezalandırılmıştım ve yeterli ruhsal enerjim yoktu."
Lang Qianqui başını salladı onaylarcasına, "Niyetin vardı, ama ne yazık ki yeterli gücün yoktu. Utanılacak ne var? Duymaktan hoşlanmayabileceğin bir şey söyleyeyim - bahsettiğin eski "imparatorluk şehri" daha sonra Cangcheng olarak yeniden adlandırıldı ve Yong'an Krallığı'na aitti. Onlar benim halkımdı. Onları kurtarmam doğal değil mi?"
Xie Lian ona gülümseyerek baktı, "Majesteleri haklı."
Lang Qianqui onun omzunu patpatladı, sonra aniden Xie Lian'ın kendisinden büyük olduğunu ve bunu yapmasının pek uygun olmadığını hatırladı, ama zaten omzunu patpatlamıştı, geri almanın bir anlamı yoktu, "O yüzden endişelenme, ben gidiyorum!" dedi.
Onun arkadan koşarak uzaklaştığını gören Xie Lian, yüreğinde bir hafiflik hissetti ve o da uzaklaştı.Bir gün sonra, üçü bir araya geldi ve senkronize oldular. Xie Lian ve Lang Qianqui hiçbir şey bulamamıştı. Sadece Shi Qingxuan biraz birşey başarmıştı, Hayalet Şehir'deki çeşitli tezgahlardan birçok garip eşya satın alarak.
Xie Lian, "Bir şey bulmanın bu kadar kolay olmayacağını biliyordum. Daha derinlere inmemiz gerekiyor gibi görünüyor." dedi.
Shi Quanxin bir voodoo bebeğiyle (Voodoo Bebeği: Voodoo bebeği terimi genellikle iğne batırmak için kullanılan bir kuklayı ifade eder.) oynarken şöyle dedi, "Daha derinlere inmek için Hua Cheng'in hayalet kral malikanesini kontrol etmemiz gerekecek. Ama o asla orayı açmıyor. Zekamız o kadar sınırlı ki nerede olduğunu bile bilmiyoruz."
Xie Lian konuşmak üzereyken Lang Qianqui'nin yüzündeki kararmayı fark etti ve "Sorun nedir?" diye sordu.
Lang Qianqiu birkaç kez etrafı yokladı, hatta kolunu bile sıyırmıştı, "Birşey kaybettim."
Xie Lian sordu, "Yolda mı kaybettin?"
Lang Qianqui bunu düşündü, yüzünde bir üzüntü ifadesi belirdi, "Hayır... Hatırladım, Dün! O iğrenç kumarbazın ininde kaybettim. Geri dönüp arayacağım." Shi Qingxuan, o ayrılmak üzereyken onu yakaladı, "Dün kaybettin, bugün hala orada nasıl olsun? Kaybetmiş olman sorun değil. En kötü ihtimalle telafi edebilirim."
Lang Qianqui kafasını salladı 'hayır anlamında' , "Teşekkür ederim, Rüzgar ustası, ama hiç kimse böyle birşeyi telafi edemez." dedi.
Shi Qingxuan, "Ne kadar önemli? Açıkça açıklamazsan anlayamam. O Hayalet Kumarbazlar İni'nde seni yemek için sabırsızlanan birçok kadın hayalet gördüm. Geri dönersen, kurtların arasında bir koyun gibi olmayacak mısın?" dedi. Lang Qianqui'nin yüzü önce kızardı, sonra karardı, "Bu nasıl olabilir! İyi şans tılsımı'mı bulmam gerek."
Xie Lian şaşkındı, "İyi şans tılsımı?"
Lang Qianqui "Mn. O tılsım ben gençken kötü ruhları kovmak için kullanılırdı." dedi.
Shi Qingxuan, "Sizin gibi kraliyet mensuplarının ve soyluların sizi korumak için bir imparator aurasına sahip olduğunu sanıyordum, sadece bizim gibi sıradan insanların kötü ruhları uzaklaştırmaya ihtiyacı var" dedi.
Diğer ikisi ona baktı, baştan ayağa göz kamaştırıcı parlak mücevher aurasıyla kaplı bir sıradan insandı ve hiçbir yorum yapmadı. Lang Qianqui, "Doğum şansım çok zayıftı. Eskiden sağlığım kötüydü ve sık sık hastalanıyordum ve hayaletlerin dikkatini çekiyordum. Hangi hayalet olduğunu hatırlamıyorum, o zamanlar çok küçüktüm, sadece bir süreliğine her gece göründüğünü ve her gece ortaya çıktığını ve diş gıcırdatmanın sesini duyduğumu hatırlıyorum." dedi.
"D-diş gıcırdaması mı?"
Lang Qianqiu, "Evet, yastığımın hemen yanında dişlerini gıcırdatıyordu. Ya bütün gece uyuyamıyordum ya da bütün gece kabus görüyordum." dedi.
Shi Qingxuan bütün gece kulaklarının dibinde çıtırdayan diş gıcırdatmasının sesini hayal etmeye çalıştı ve dehşete kapıldı, "Bu ne tür bir hayaletti?" dedi. Lang Qianqui, "Bilmiyordum ve hala bilmiyorum. Büyücülerin hiçbir çözümü yoktu, bana sadece diş gıcırdatması sesi duyduğumda gözlerimi kapatmamı ve asla açmamamı söylediler, böylece bir süre daha dayanabilirdim." dedi.
Shi Qingxuan, "Bunun mantığı neydi?" dedi. Xie Lian, "Yangınların sönmesini önlemek için" dedi.
"Ne yangınları?" Xie Lian, "Yaşayan bir kişinin üç ateşi vardır. Biri başının üstünde, ikisi omuzlarında. Eğer ateşler söndürülmezse ve yang enerjisi dağılmazsa hayaletler ve canavarlar onlardan korkar. Bu yüzden insanlar sık sık başkalarının başınızı okşamasına izin veremeyeceğinizi, yoksa başınızdaki ateşin söneceğini; ya da gece yürürken arkanızdan birinin sizi çağırdığını duyarsanız arkanıza bakmamanız gerektiğini, çünkü muhtemelen yangınları söndürmenizi bekleyen bir şey olduğunu söylerler - iki kez geri dönerseniz kesinlikle ölürsünüz. Majestelerinden diş gıcırdatması sesini duyduğunda gözlerini açmamasını istemesinin sebebi, aşırı korktuğu takdirde yangınların da dağılabileceği endişesiydi."
Kısacası, kral ve kraliçe dayanılmaz bir kalp ağrısı içindeydi ve doktorlar ve büyücüler çaresizdi. O zamanlar sadece sekiz yaşında olan Majesteleri, buna canlı olmaktan çok ölü olarak katlandı. Bu kadar uzun süre dayanabilmesinin tek nedeni kararlılığıydı. Ta ki bir gün Lang Qianqui bir rüya görene kadar. Yüzü olmayan bir kişi rüyasında onunla oynuyordu. Lang Qianqui zayıf bir yapıya sahipti ve normalki gibi çılgınca dolaşamıyordu, ancak rüyasında zıplıyor ve yukarı aşağı tırmanıyordu, harika vakit geçiriyordu. Sonunda, adam ona bir tılsım verdi ve onu üzerinde taşımasını ve asla çıkarmamasını söyledi. Uyandığında, Altın iplikli yeşim yastığının yanında bir tılsım duruyordu. Ölü bir ata canlıymış gibi davranabilirsiniz; ayrıca Lang Qianqui gençti ve dolandırıcılıktan şüphelenmiyordu. Daha iyisini bilmediği için kimseye söylemeden tılsımı taktı. O gece, diş gıcırdatan hayalet yine uğursuz bir rüzgarın ortasında geldi. Şaşırtıcı bir şekilde, bu sefer ana salonun dışına çarptığında çığlık attı ve gerçekten de kaçtı.Aynı şey ikinci ve üçüncü gecelerde de oldu. Hayalet kapının dışında oyalandı, dişlerini gıcırdattı ama içeri girmeye cesaret edemedi. Bu şekilde, Lang Qianqui'nin sağlığı birkaç aylık bir moladan sonra yavaş yavaş düzeldi. Ama Hayalet öfkeden öylesine çılgına döndü ki bir gece Lang Qianqui yatakta yatarken aniden bir çığlık duydu. Ayağa kalktı ve baktı ve dışarıdan içeri atılmış bir kol gördü. Kırık eşitsizdi, sanki bir seferde bir lokma çiğnenmiş gibiydi. Koluna bakılırsa, gece nöbeti tutan saray hizmetçisine aitti. Bu sırada kapıda karanlık bir figür belirdi, saray hizmetçisini işaret etti ve onu ısırdı.Lang Qianqui o zamanlar sadece dokuz yaşındaydı, ama küçük bir kılıç alıp saldırdı ve kapıdan içeri bıçakladı. Hayalet bir çığlık attı, karanlık figür siyah dumana dönüştü ve kapılardaki ve pencerelerdeki gölgeler suda mürekkep gibi dağıldı, bir daha asla görülmedi.
Shi Qingxuan haykırdı, "Hey, bir ustayla tanışmış gibi görünüyorsun. Onun ünvanını biliyor muydun?" dedi. Lang Qianqui başını iki yana salladı, "Hâlâ bilmiyorum." dedi. Xie Lian, "Çok uzun yıllar geçti ve tılsım çoktan işe yaramaz hale gelmeliydi. Gerçekten onu geri almak zorunda mısın?" dedi.
Lang Qianqiu, "Bunu çok uzun yıllardır takıyorum. Kötü bir şey olacağını hissetmeye devam edebilirim ve onu kaybedersem huzursuz hissedeceğim." dedi.
Xie Lian düşündü ve düşündü, "Neden geri dönüp birlikte geri almıyoruz?" dedi. Diğer ikisi de ona baktı. Xie Lian, "Tılsımı geri almaya çalışsak da çalışmasak da geri dönmeliyiz. Hayalet kralın malikanesini bulmak istiyorsak, şu anda başlayabileceğimiz tek yer Hayalet Kumarbazın İni." dedi.
Birkaç tütsüleme süresinden sonra, üçü dün kaçtıkları Hayalet Kumarbazın İni'ne geri döndüler. Shi Qingxuan içerideki gürültüyü duyduğunda, Hayalet Şehrinin sahibinin bugün yine eğlence aramaya geldiğini bildiğini mırıldandı. Ayrıca, gelip giden Hayaletler, "Bu gerçekten inanılmaz! Şehir Efendisi geçmişte burada hiç takılmamıştı, o zaman neden iki gün üst üste geldi?" diye yorum yapıyordu.Shi Qingxuan tekrar tekrar şikayet etti, "Uğursuz, uğursuz! Neden bu kadar şanssızız? Bunu yaptığımızda sorun yok, iki kere. Ah, oh, neden bu beyitteki karakterlerin dün olduğundan daha çirkin olduğunu hissediyorum?"
Yumuşak kırmızı brokarla kaplı basamaklarda duran Xie Lian ona baktı, "Bu senin hayal gücün olmalı. Sonuçta, karakterler değişemez."
Beklenmedik bir şekilde, konuşmasını bitirir bitirmez, beyitteki karakterler ve yatay yazıt titredi, uzun kuyruklu bir grup kurbağa yavrusu gibi büküldüler. Xie Lian konuşamadı ve Shi Qingxuanqi şaşkına döndü, "Majesteleri, bakın, bizi duymuş gibi görünüyorlar." dedi.
Xie Lian şaşkına dönmüştü. "O zaman daha iyiye doğru değişemezler mi?"
Bunu duyunca, sanki onun görebileceği daha iyi görünümlü bir oluşum bulmaya çalışıyormuş gibi tekrar değiştiler, ancak ruh istekli olmasına rağmen, sadece daha da sefil şekillere dönüşmeyi başardılar. Xie Lian daha fazla dayanamadı ve öne çıktı, "Unut gitsin, unut gitsin. Neden başlangıçta olduğun gibi olmuyorsun. Başlangıçtaki şekil yeterince iyiydi!"
İşte oradaydılar, kahkahalarla gülüyorlardı; ama gülerken Xie Lian'ın gülümsemesi dondu ve adımlarını durdurdu. Önündeki basamaklarda siyahlar içinde adam duruyordu.
Siyahlar içindeki adam, üzerinde gözyaşları çizilmiş hüzünlü bir yüz olan bir maske takıyordu, kumarbazın ininde gelip giden gülümseyen maskelerin tam tersiydi. Adam omzunun üzerinden baktı ve onu baştan aşağı inceliyor gibiydi. Xie Lian bir an için onunla göz göze geldi ve kalbinde bir ürperti hissetti. Shi Qingxuan, "Ne oldu?" diye sordu.
Xie Lian kendini toparladı, "Hiçbir şey. Siz önce dışarıda bekleyin, içeri girip bir bakacağım."
Beyaz cübbesinin eteğini kaldırdı ve basamakları çıktı. İkisi birbirine yaklaştıkça adımları yavaşladı. Yakından geçerken Xie Lian onu geride bıraktı, ancak kalbindeki soğukluk hala devam ediyordu.
Sonra, siyahlar içindeki adam kumarbazın inine doğru konuştu, "Hayalet Şehir Lordu olan Hua Cheng'i görmek için yalvarıyorum."
Bu kişi gerçekten de doğrudan Hua Cheng'e adıyla hitap etti!
Sıradan geçmişe sahip misafirler asla bunu yapmaya cesaret edemezdi. Birçok küçük hayalet sesi duydu ve etrafa baktı. İncecik bir kız ininden çıktı ve "Şehir Lordu bugün dışarıdan ziyaretçi kabul etmiyor." dedi.
Xie Lian, kumarbazın ininin önüne geldiğinde "dışarıdan ziyaretçi kabul edilmiyor." dedi. Kötü bir zamanda gelip gelmediğini merak ediyordu ki, kadın hayaletin ona gülümsediğini ve saygılı ama cilveli bir şekilde onu eğilerek davet ettiğini gördü, "Tao Ustası, acele et lütfen. Seni bu kadar uzun süre bekledikten sonra, burada oldukça endişelendim!"
Xie Lian bir "ah" sesi çıkardı ve şaşkınlıkla içeri itildi. Siyahlar içindeki adamın sesi duyuldu, "Son derece nadir bir rehin getirdim, Hayalet Şehir Lordu Hua Cheng lütfen bana bir görüşme izni verebilir mi?"
Hayaletler, görkemli bir şekilde içeri giren Xie Lian'a büyük bir merakla bakıyorlardı, sesi duyduklarında hepsi bir ağızdan "Bir hazine ne kadar nadir olursa olsun, Şehir Lordumuzla burada sadece çizmeleri tutmaya mahkum olacak. Seni göremeyeceğini söyledi ve görmeyecek. Hadi, hadi!" dediler.
Xie Lian sayısız el tarafından salona kadar itildi. Hua Cheng, uzun masanın sonunda oturuyordu, tüm kumarbaz ininde oturan tek kişiydi. İkinci sandalye Xie Lian'ın arkasına yerleştirildi. Hua Cheng ona baktı, başını eğdi ve "Bu gege, bugün yine oynamak için mi buradasın?" dedi.
Şakacı görünüyordu, Xie Lian yüzündeki küçük bir gülümsemeye engel olamadı. Konuşmadan önce, bir kız iki eliyle ona küçük bir tılsım uzattı. Altın püsküllü beyaz tılsım el yapımı gibi görünüyordu, işçilik ve desen çok kaba idi ve köşeleri uzun zamandır aşınmıştı.
Xie Lian şaşkındı, "Bunun için geri döneceğimi nereden biliyorsun?" dedi. Hua Cheng, "Gege hakkında ne bilmiyorum?" dedi ve gülümsedi.
Tam o sırada, kumarbazın ininin ön kapısının dışındaki siyahlar içerisindeki adam tekrar konuştu.
"Hayalet Şehir Lordu kesinlikle rehinimi isteyecektir. Dünyadaki bir numaralı kötü silah, lanetli bir bıçak!"
Hemen bir hayalet alay etti, "Ne hakkında blöf yapıyorsun? Dünyadaki bir numaralı lanetli bıçak, Şehir Lordumuzun pala'sı! Nasıl oldu da senin rehin oldu?"
Xie Lian gülmeli miydi yoksa ağlamalı mıydı bilemedi: Sizin derdiniz ne? "Lanetli Bıçak" kulağa harika bir ün gibi mi geliyor? Neden bunun için kavga ediyorsunuz?
Yine de, kişinin kötü niyetlerle geldiğini fark eden Xie Lian kapıdan dışarı baktı. Hua Cheng pek ilgilenmiş gibi görünmüyordu ve sadece elini tembelce salladı. Kumarbazın inindeki kız anladı, "O zaman yeminine bir bakalım."
Kapıda ayakta kalan siyahlar içindeki adam elini kaldırdı ve fırlattı. Siyah bir rüzgar, hayalet kalabalığının üzerinden geçti ve kumarbazın ininin duvarına çivilendi. O şey, çok sayıda mühürleme tılsımıyla sıkıca sarılmıştı ve hala çıplak gözle görülebilen düşmanca bir enerji sızıyordu.
Bu bir kılıçtı!
Hua Cheng gözlerini kıstı. Sadece indeki hayaletler, bölgeyi ürperten bir rüzgar esmiş gibi sessizleşmekle kalmadı, aynı zamanda Xie Lian da olduğu yerde dondu.
Siyahlar içerisindeki adam, "Yüce Kılıç Fangxin, Şehir Lordu Hua hiç duymuş mudur?" dedi.
Aynı anda, kılıcın üzerindeki mühürleme tılsımları kendiliğinden düştü ve kılıç tamamen ortaya çıktı!
Bu kılıç siyah yeşimden yapılmış gibi görünüyordu, karanlık ve korkutucuydu ve bir aynadan daha pürüzsüzdü; eğer birileri etrafta olsaydı, net bir görüntü yansırdı. Ancak kılıcın ortasından ince gümüş-beyaz bir iplik geçiyordu, sanki kalbiymiş gibi. Siyah giysilerin içerisindeki kişi, "Efsaneye göre, onlarca kraliyet mensubu kılıcının altında ölmüş. Ve iddiaya göre, daha da değerli olan kanla lekelenmişti." dedi.
Kraliyet kanından daha değerli olan kan, sadece tanrıların kanı olmaz mıydı?
Tüm hayaletler, kılıcın yaydığı uğursuz aura tarafından tam bir daire boyunca geri püskürtüldü, son derece huzursuzdu; ancak siyahlar içerisindeki adam onu buraya kadar getirmişti ve bir dağ kadar sabit kalmıştı, kesinlikle sıradan biri değildi. "Hayalet Şehir Lordu'nun dünyanın dört bir yanından ünlü silahları toplamayı sevdiğini duydum ve özellikle bu Yüce Kılıç Fangxin'i yıllardır arıyordu. Bu söz bir bahis için yeterli mi?" dedi.
Hua Cheng'in bakışları ağır ve gülümsemesi aktifti ve "Ne bahis yapmak istiyorsun?" diye sordu.Siyahlar içerisindeki adam, "Hangisinin daha kötü bir aurası var, bu Yüce Kılıç Fangxin mi, yoksa senin şu E-ming'in mi?" dedi.
Hua Cheng tekrar sordu, "Nasıl bahis oynamak istiyorsun?"
Siyahlı adam, "Sen ve ben elimizdeki silahlarla birbirimize saldırıyoruz ve engellemiyoruz veya kaçmıyoruz. İlk kaybeden bahsi kaybediyor!" dedi.
Xie Lian her yönden çeşitli diş gıcırdatma sesleri duydu.Bir hayalet, "Bu kumar yöntemi zehirli değil mi? Sen beni kesersin, ben de seni keserim. Karşı tarafı ilk kesen daha kötü silaha sahip olur. Bunu mu demek istiyorsun?" dedi.
Bu oldukça şiddetli ve kaba bir hareketti. Kumarbazın inindeki kız, "Bunu iyi düşünsen iyi olur, sana saldıracak olan E-ming! Birkaç hamle bile dayanamayacaksın." dedi.
Siyahlı adam, "Önemli değil. Ben daha çok, Yüce Kılıç Fangxin Şehir Lordu Hua'nın kaç saldırısına dayanabileceğini merak ediyorum!" dedi.
Hayaletler bunu duyduklarında öfkelendiler ve birbiri ardına, "Neden biri senin saçma talebini kabul etsin ki?" diye bağırdılar. "Kesinlikle, seninle aynı fikirde olmayacağız!" Ama sadece Xie Lian, Hua Cheng'in gülümsemesine rağmen gözlerinde gülümseme olmadığını görebiliyordu.Görünüşe göre, Hua Cheng bu kılıcı almaya kararlıydı!
Xie Lian gizlice korkmaktan kendini alamadı: Kılıcın onu kesmesine gerçekten izin verecek miydi?
Hua Cheng güldü ve elini kaldırdı. Emri alan kumarbazın inindeki kız tatlı bir sesle, "Fangxin'i kazanmak için neden yüksek bahislerden korkulsun ki? Şehir Lordu ag…"
Bahsin kurulmak üzere olduğunu gören Xie Lian, bir anlık umutsuzlukla patladı, "Bir dakika!"
Hayaletlerin hepsi ona bakmak için döndü. Hua Cheng'in gözleri de dik otururken keskin bir şekilde odaklandı. Xie Lian yumruğunu kısaca sıktı, Fangxin'in yanına yürüdü ve siyahlar içerisinde ki adama, "Havanızı bozduğum için özür dilerim. Ama Şehir Lordu Hua'nın sizinle bahse gireceğini sanmıyorum." dedi.
Siyahlar içerisindeki adam, "Ah? Neden olmasın?" dedi.
Xie Lian gülümsedi, "Çünkü bu kesinlikle bir Yüce Kılıç Fangxin değil, sadece sıradan bir kılıç." dedi. Bir hayalet, "Gah! Bu Tao Ustası, lütfen sakin ol ve önce yakından bak. Bu kılıç hiç de sıradan değil; çok korkutucu!" dedi.
Ama Xie Lian, "Öyle mi?" dedi.Konuşurken uzanıp kılıcın kabzasını kavradı. Hayaletler dehşete kapılmıştı, "Rastgele dokunmayın, biri ölecek!"
Birçok hayalet gözlerini kapattı ve başlarını tuttu. Uzun bir süre sonra bile beklenen çığlığı duymadıklarını kim bilebilirdi ki. Gizlice tekrar gözlerini açtılar, sadece "Fangxin"in Xie Lian tarafından çıkarıldığını ve elinde tutulduğunu gördüler. Kılıcı tutan adam tamamen rahat görünüyordu.Hayaletler şaşkına dönmüştü.Bu nasıl mümkün olabilirdi? Az önce kılıç açıkça karanlık bir aurayla sarılmıştı, o kadar kötüydü ki çıplak gözle görülebiliyordu!
Xie Lian rahat bir şekilde, "Az önceki kötü aura sadece bir kamuflaj büyüsüydü." dedi.
Kumarbazın inindeki kız kuşkuluydu, "Ama bu kılıca yaklaştığımız anda, gerçekten aşırı bir ürperti hissederdik..." dedi.
"Hayalet Şehir tüm yıl boyunca güneş ışığı görmez ve gece çiyi çok soğuktur, bu yüzden elbette soğuktur. Sadece daha fazla giysi giy ve daha fazla sıcak su iç."
"..."
Xie Lian, "Neyse, bu kılıç gerçekten de nihai bir kötü silah değil. İnanmıyorsan, neden gelip kendin dokunmuyorsun?" dedi. Konuşurken elindeki uzun kılıcı uzattı. Hayaletler ilk başta ondan uzak durmaya çalıştılar, ancak cesur küçük bir hayalet bir parmağını uzattı ve kılıç bıçağına dokundu. Her şey yolunda mı?
Şimdi herkes daha da cesurlaştı ve uzun kılıcı etrafta gezdirmeye başladı, orasını burasına dokundu ve tamamen iyiydi!
Şüphelenen bazı hayaletler de vardı, "Az önce hiçbir şey yapmadın, değil mi?"
Hemen bir hayalet karşılık verdi, "Eğer bu kadar güçlü bir kötü kılıç olsaydı, göksel bir görevli bile itilirdi. Birisi sadece dokunarak kötü enerjiyi nasıl dağıtabilirdi? Tabii ki bu kişiye itaat etmeye istekli değilse, aksi takdirde bir Kamuflaj Büyüsü olmalı!"
Xie Lian hemen övdü onu, "Akıllı! Bu nedenle, bu kılıç Şehir Lordu Hua'nın E-ming'i hiç karşılaştırılamaz. Şehir Lordu Hua seninle nasıl bahse girecek?"
Hayaletler bunu duymaktan hoşlandılar, çünkü Şehir Lordunu öven herkes kendilerinden biriydi, bu yüzden ona uydular, "İyi söyledin!", "Doğru!" Xie Lian hızla her türden sefil hayalet ve canavar tarafından kuşatıldı. Bunu gören siyahlar içerisindeki adam gitmeye hazırlandı. Kumarbazın inindeki kız sordu, "Efendim, bu ne?"
Siyahlı adam, "Bu kılıcın Fangxin olmadığına karar verdiğinden, artık bahse girmeye gerek yok." dedi.
Hua Cheng sonunda gözlerini Xie Lian'dan yavaşça ayırdı, "Bunu kim söyledi?"
Siyahlı adam yürürken yarı yolda engellendi, "Şehir Lordu Hua, başka bir tavsiyen var mı?"
Hua Cheng hafifçe gülümsedi, "Bu kimin bölgesi?"
Siyahlı adam, "Senin." dedi.
Hua Cheng, "O zaman, bahse girelim ya da girmeyelim, elbette son söz bende." dedi.
Siyahlı adam, "Hayalet Şehir Lordu başka neye bahse girmek istiyor?" dedi.
"Pop" sesiyle Hua Cheng belindeki ince gümüş pala'yı kumar masasına bastırdı.
Pala'nın kabzası da ince bir gümüş zincirle süslenmişti ve ayrıca gümüş bir göz oyulmuştu. Göz kapalıydı ve huzur içinde uyuyor gibi görünüyordu, gümüş çizgi uzun ve baştan çıkarıcıydı, ürkütücü ve kötü bir aura yayıyordu. Xie Lian ona bakmaktan kendini alamadı ve kendi kendine, "Demek ki bu, bugünki üç alemdeki bir numaralı kötü silah, Lanetli Son, Uğursuz Bıçak, Felaketli E-ming Pala'sı?" diye düşündü.
Hua Cheng, ��lçülü bir ses ile kelime kelime konuştu, "Bahse girerim, bir sonraki an, paramparça olacaksın."
Konuşmasını bitirir bitirmez, uyuyan gümüş göz açıldı ve şeytani vahşi kırmızı bir ışıkla parlayan yakut benzeri bir göz bebeği ortaya çıktı.
Siyahlı adam hızla geri sıçradı, ancak çok geçti. Yüksek bir ses duyuldu ve bir sonraki an, tüm vücudu parçalara ayrıldı! Parçalar karga tüyleri gibi etrafta döndü. Hua Cheng hareket bile etmedi. Sadece elini gelişigüzel salladı, omzuna düşmek üzere olan titreyen bir karga tüyünü reddetti.Kıyamet Kılıcı Eming kınından bile çıkarılmamıştı, sadece gözünü açtı ve Hua Cheng'in dediği gibi, siyahlı adam paramparça oldu!Kumarbazın inindeki kız, "Bu kişi rehin değeri hakkında yalan söyledi, Kumarbazın İni'nin sıkı kurallarını ihlal etti. Şehir Lordu onu çoktan cezalandırdı. Lütfen aldırmayın ve eğlenmeye devam edin!" diye duyurdu.
Xie Lian havadan bir parça yakaladı ve incelerken aniden bir el omzuna konuldu ve arkasından bir ses duyuldu, "Majesteleri, tılsımı geri aldınız mı?"
Shi Qingxuan bir ara onun yanına sıkışmıştı. Xie Lian, "Lord Rüzgar Ustası, neden içeri girdiniz? İkinize dışarıda beklemenizi söylemedim mi?" dedi.
Yine de Shi Qingxuan, "Bir süre önce geldik! Uzun bir süre sonra dışarı çıkmadınız, bu yüzden içeri girip bir bakmak zorundaydık." dedi.
Bunu duyunca Xie Lian'ın kalbi bir an durakladı, "Bir süre önce geldiniz mi? Qianqiu da mı geldi?"
"Evet, tam orada değil mi?"
Gerçekten de Lang Qianqiu çok uzakta durmuş, elindeki Fangxin'e son derece garip bir ifadeyle bakıyordu. Xie Lian bir yana dönüp fısıldadı, "Ne zaman geldin?"
Shi Qingxuan, "Kılıcı çektiğinizde biz buradaydık. Majesteleri, bu etkileyiciydi! Bunu söylemeseydiniz, ben bile kötü auranın bir Kamuflaj Büyüsü olduğunu fark edemezdim." dedi.
Xie Lian, Fangxin'i tutuyordu ve nereye koyacağını bilmiyordu, ancak aniden eli hafifledi, bir kumarbaz ininin kızının ağır uzun kılıcı iki eliyle ondan aldığı ve gülümsedi, "Bu kılıç artık Şehir Lordumuzun ganimeti. Teşekkür ederim, Tao Ustası."
Hayaletler az önceki kargaşayı pek düşünmediler. Hayalet Şehir'de her gün sorun arayan birine yabancı değillerdi ve oynamaya ve eğlenmeye geri döndüler. Üçü aceleyle bir köşeye saklandı ve Xie Lian hiçbir şey olmamış gibi tılsımı Lang Qianqiu'ya uzattı. Shi Qingxuan, "Majesteleri, Hayalet Kumarbazın İni, gece gündüz insanlarla ve hayaletlerle dolu, nasıl detaylı bir şekilde araştırabiliriz?" dedi.
Xie Lian, "Zor değil. Herkesin dikkatini çekeceğim ve sen de araştırmak için fırsatı değerlendirebilirsin." dedi.
Shi Qingxuan, "Dikkatleri nasıl çekeceksin?" dedi.Xie Lian, Hua Cheng'e doğru döndü. O çenesini elinde tutarak ona yavaşça bakıyordu, uzun zamandır bekliyor gibiydi, bu yüzden onun baktığını görür görmez sırıtarak, "Bu gege, başka bir şey var mı?" dedi.
Xie Lian, "Evet. Şehir Lorduna sormaya cesaret ediyorum, bana başka bir bahis teklif eder misin?" dedi.
Shi Qingxuan şok olmuştu, "Bu senin aklına gelen fikir mi?" dedi. Xie Lian, "İyi bir fikir değil mi?" dedi.
Shi Qingxuan ona baş parmağını kaldırdı, "Harika. Hua Cheng bahis oynamaya başladığında başka şeylere dikkat etmeye kimin vakti var? Ancak siz gerçekten cesur bir savaşçısınız, Majesteleri, pantolonunuzu kaybetmekten korkmuyor musunuz?”
Xie Lian bu sefer oldukça emindi, “Mutlaka değil.” dedi. Kumarbazın inindeki kız sordu, “Bu Tao Ustası Şehir Lordumuzla neye bahse girmek istiyor? Altın ve gümüş mü, yoksa yüz yıllık ruhsal enerji mi? On kez iyi şans mı, yoksa bir parça kutsanmış toprak mı?”
Xie Lian, “Gerekli değil. Dünyada arzuladığım hiçbir şey yok. Sadece Şehir Lordu Hua’dan bir gece bana eşlik etmesini istiyorum.” dedi.
Bu ifade ağzından çıktığında, Hua Cheng bir anlığına şaşkına dönmüş gibi göründü, sonra gözlerini kırpıştırdı.Sadece o değil, kumarbazın inindeki tüm kişiler dondu. Kumarbazın inindeki kızların hepsi bile afallamıştı, neredeyse hep birlikte dizlerinin üzerine düşeceklerdi.Uzun bir süre sonra, bir hayalet sonunda mırıldandı, "Ne hakkında konuştuğunu biliyor mu acaba... Bu çok cüretkarca değil mi, aman Tanrım!"
Ve Hua Cheng sonunda kahkahalarla gülmeye başladı.Güldüğünde, etrafındaki kızlar da titreyen çiçek dalları gibi kahkahalarla sarsıldılar. Xie Lian o tuhaf bakışların denizinde boğuluyormuş gibi hissetti ve sonunda başlangıçtaki mükemmel dürüst niyetinin çarpıtılmış gibi göründüğünü fark etti. Aceleyle açıkladı, "Bekle! Niyetim sadece Şehir Lordu Hua'nın ev sahibim olması ve bana Hayalet Şehri'ni gezdirmesi. Uygunsuz hiçbir şey istemeyeceğim... cidden hayır!"
Ama bu noktada neden birileri onu dinliyordu ki? Shi Qingxuan bir eliyle yüzünü kapattı ve diğer eliyle omzunu sıvazladı, "Açıklamayı bıraksan iyi olur. Ne kadar çok çizersen yaparsan, o kadar karanlık olur!"
Xie Lian yüzünü kapatıp kapatmaması gerektiğini bilmiyordu. Az önce sonunda toparladığı özgüven paramparça olmak üzereydi, "Ciddi anlamda başka bir niyetim yok..."
Shi Qingxuan, "Biliyorum. Ama kulağa gerçekten de öyle geliyor…” dedi. Orada, Hua Cheng sonunda gülmeyi bırakmayı başardı, kollarını kavuşturdu ve başını salladı, “Tamam.” dedi. Kumarbazın ininde, Hua Cheng kabul ettikten sonra hızla tekrar sessizlik oldu. Hua Cheng örgüsünün ucundaki kırmızı mercan boncuğa dokundu, “Ancak, bu gege’nin istediği şey oldukça önemli, benim için de ilk. Buna göre, sunduğun söz sıradan olamaz.” dedi. Xie Lian rahat bir nefes aldı ve gözlerini nazikçe indirip ona bakmak istemesinin gerçekten sevimli olduğunu düşündü, sonuçta hala gençti. Hafifçe gülümsedi, “Elbette sıradan olamaz.”
Hua Cheng, “Ama, sana hatırlatmam gereken küçük bir sorun var, gege’nin, yani sana dair son sahip olduğu şeyi dün kaybettim.” dedi.
Hua Cheng tarafından yenen buharda pişirilmiş bir çöreğin yarısıydı.Xie Lian utandı, “Doğru. Bir dakika bekle lütfen, tekrar bakacağım."Ama ne bulabilirdi ki? Ciddi bir şekilde sıkıntı çektiğini gören bir hayalet, "Tao Ustası, eğer gerçekten hiçbir şeyin yoksa, kıyafetlerini bahse girebilirsin. Bir oyunu kaybettiğinde bir tanesini çıkar, bu yeterli olmaz mı?" dedi.
Her tarafta kükreme vardı, ama Hua Cheng kaşlarını çattı ve yumuşak bir şekilde azarladı, "Çeneni kapa!"
Neden aniden öfkelendiğini bilmeden, hayaletler hemen sustular ve artık sataşmaya cesaret edemediler. Aniden, keskin bakışlı bir kız sordu, "Tao Ustası, boynunda ne takıyorsun?"
Xie Lian dokundu ve ince bir gümüş zincir buldu, "Bu mu?"
Gümüş zincirin dibinde bir yüzük asılıydı; Xie Lian onu çektiğinde, kumarbazın inindeki kadın hayaletler topluca nefeslerini tuttular.
Kristal berraklığındaki parlaklık herkesin gözlerini büyülemiş gibiydi. İyi bilgilendirilmiş kumarbazın inindeki krupiye kızları bile, "İnanılmaz bir hazine gibi görünüyor." diye haykırdı.
Bu, Hua Cheng'in ona bıraktığı yüzüktü. Xie Lian hediye edene baktı ve Hua Cheng de belirsiz bir gülümsemeyle ona bakıyor, telaşsızca konuşuyordu, "Ne dersin? Bu gege, yüzüğü bahse girmek ve benimle hesaplaşmak ister misin?”
Xie Lian bir an düşündü, ama sonra yüzüğü tekrar kıyafetlerinin içine koydu, “Hayır, yapamam.” dedi.
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı, “Ah? Neden olmasın?” dedi. Xie Lian, “Bu eşya çok değerli ve hafife alınamaz.” dedi.
Hua Cheng, “Sana verildiyse senindir, neden hafife alamıyorsun?” dedi.Xie Lian içtenlikle, “Bu daha da imkansız. Ya bu tür bir hediyeyi kabul etmem ya da kabul edersem, elbette duyguya layık olmak için onu saklamam gerekir. Bunu nasıl bir bahis sözü olarak kullanabilir ve kibirli bir şekilde israf edebilirim?” dedi.
Bunu duyan Hua Cheng başını eğdi ve gülümsedi.
Hayaletler de onu anladıklarını ifade ettiler, "Sonuçta, bu çok büyük bir hazine." Fakat hayaletler eklediler, "Bu işe yaramaz, şu işe yaramaz, o zaman geriye ne kaldı?"
Zaten her yerini elleyen Xie Lian çaresizce, "Görünüşe göre... Geriye sadece ben kaldım." dedi.
Hua Cheng başını kaldırdı, "Tamam." dedi. Xie Lian gözlerini kırpıştırdı, "Ne?"
Hua Cheng kollarını kavuşturdu, ona dik dik baktı ve tekrarladı, "Sen."
Bahse girerim.
Hayaletler hemen ellerini çırptılar, "Harika, harika, harika, bahse gireriz! Kaybedersen, kendini sat ve buraya gelip çamaşırları yıka, yatağı düzelt ve Şehir Lordu için çay ve su servisi yap!"
Shi Qingxuan dehşete kapıldı ve fısıldadı, "Majesteleri! Buna katılma, bu bahsi kazanma şansın yok!" dedi. Ama Xie Lian çoktan, "Tamam, bahse girerim!" demişti.
Shi Qingxuan'ın yüzü neredeyse maviye döndü. Xie Lian fısıldadı, "Sorun değil, bu sefer ille de kaybetmeyeceğim. Bunu bana bırak; acele et ve araştırmaya git, sonra benimle buluşmanın bir yolunu bulabilirsin."
Bunun önceden belli bir sonuç olduğunu gören Shi Qingxuan üzgün ve ciddi bir yüzle, "O zaman... Majesteleri, lütfen kendinize iyi bakın! Endişelenmeyin, kardeşim çok zengin. Eğer bir şekilde kendinizi kaybederseniz, ondan para isteyeceğim ve sizi kesinlikle kurtarabilirim!" dedi. Bunun üzerine o Lang Qianqiu'yu yakaladı ve hayaletlerin dikkati dağılmışken sağa sola eğilip gözden kayboldu.
Xie Lian hafifçe nefes verdi, "Ancak, bahis yöntemine ve kurallarına ben karar verebilir miyim?"
Hua Cheng, adil, dürüst, cana yakın ve saygın bir ev sahibi gibi görünerek Xie Lian'ın karşısına oturmuştu bile, "Lütfen! Nasıl bahis oynamak istersin?"
Xie Lian eteğini sallayarak oturdu, "Gizli nesneleri tahmin et. Kulağa nasıl geliyor?"Hua Cheng iki kez el çırptı ve bir kız çok zarif bir şekilde parlak siyah bir kumar kupasını getirdi. Xie Lian başını salladı, "Şehir Lordunuz lütfen içine bir şey koymama yardım edebilir mi?"
Hua Cheng gülümsedi, "Yeterince kolay, sadece Tao Ustası'nı bekliyorum."Xie Lian avucunu kumar kupasına koydu, "Şehir Lordunuz bana beş soru sorabilir."Hua Cheng, "Beş turdan üç galibiyet mi?" diye sordu.
Xie Lian, "Beş turdan üç galibiyet. Sen sor, ben cevaplayayım. Cevap doğruysa ben kazanırım; doğru değilse sen kazanırsın. Kumar kupasını açıp bakamam dışında test yöntemlerimde hiçbir kısıtlama olmamalı. Ancak beş soru arasında ölü veya diri, kare veya daire, kırmızı veya beyaz ve parlak veya karanlık olmak üzere dört soru olmalı. Son soru Şehir Lordluğuna kalmış. Kulağa nasıl geliyor?" dedi.
Hua Cheng gülümsedi, "Hepsi dahil, ölümde bile pişmanlık yok. Sadece bana gel, gege."
Bu noktada, kumarbazın ininde daha da fazla insan ve hayalet toplanmıştı. Başlangıçta binden fazla insanı alabilecek kadar geniş olan salon, taşan bir baraj gibi belirsiz bir şekilde çökmek üzereydi. Kumarbazın ininin ön kapıları bile kat kat yığılmıştı, kalabalık öncekinden üç ila beş kat daha yoğundu. Birçok uzun hayalet boynu havaya uzanıyordu ve birçok hayalet kafası etrafta uçuşuyordu. Ön sıralarda duranlar, içeri giremeyen arkadaşların gözlerini tutmaya yardımcı oldular, ancak kimse herhangi bir kargaşaya neden olmadı.
Xie Lian bir elini kumar kupasına bastırdı ve dikkatle baktı. Doğal olarak, dışarıda olup bitenlere dikkat etmedi; bu yüzden, Hayalet Kumarbazlar İni'nde başlamak üzere olan oyunun Cennetin Üst Avlusu'na ulaştığını bilmiyordu.Bu sırada Cennetin Üst Avlusu'nda küçük bir ziyafet vardı. Büyük ve küçük birçok yetkili oradaydı. Yemek yerken ve içerken, Ling Wen aniden, "Herkes, lütfen gümüş aynaya bir bakın," dedi.
Ziyafet salonunu süsleyen birkaç sırlı gümüş ayna, ziyafet durgunlaştığında eğlenmek için dış dünyaya bakmak için tasarlanmıştı. Pei Ming, "Görülecek ilginç bir şey var mı?" diye sordu.
Sırlı gümüş aynada, göz kamaştırıcı derecede parlak kırmızı renkte büyük bir şerit ve karanlık bir insan ve hayalet kalabalığı gördüler. Tanrılar etrafına toplandı, "Bu ne? Bu... Hayalet Kumarbazın İni!"
Gerçekten de. Ve Hua Cheng'in tam olarak neye benzediğini bilmeseler de ve masanın başındaki kırmızı giysili adamın figürünü net göremeseler de, herkes anlaşılmaz bir şekilde ikna olmuştu - şüphesiz, bu Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuruydu! Böylece herkes bir anda etrafına toplandı, "Bu ayna görüntüleri daha yakına çekebilir mi? O kadar uzakta ki Hua Cheng'i göremiyorum!"
"Biriyle kumar mı oynuyor? Hani o hiçbir zaman bahislere girmezdi?"
"Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun alışkanlıkları hakkında neden bu kadar çok şey biliyorsun..."
Mu Qing ziyafet salonuna girer girmez gördüğü canlı atmosfer böyleydi. Kaşlarını çatarak, "Neler oluyor? Hayalet Şehir'de dışarıdan gelenlerin içeriyi gözetlemesini yasaklayan kısıtlamalar yok mu?" dedi. Ling Wen, "Ben de nedenini bilmiyorum ama az önce aniden görebildik. İzlemek ister misin?" dedi.
Tüm göksel görevliler, "Evet! Durun bakalım, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun karşısında kim var, onunla bahse giren?" dediler.
Gümüş aynanın konumu biraz talihsizdi. Bu köşeden, sadece beyazlar içinde, dik oturan, bir eli arkasında ve diğer eliyle siyah kumar kupasına bastırılmış, parmakları ve bileği tamamen beyaz bir adam görülebiliyordu. "Şehir Lordu, lütfen oyunu başlatabilir misiniz?" dedi.Feng Xin ve Mu Qing, "Majesteleri Veliaht Prens!" diye bağırdılar.
Mu Qing, herhangi birinin öfkesini hiç umursamadan, yolunda olan tüm göksel yetkilileri bir kenara itti ve gümüş aynanın önünde durdu. "Neden Hayalet Kumarbazlar İni'ne gitti? Hua Cheng ile bahis mi oynuyor? Deli mi? Doğru hatırlıyorsam, Hua Cheng'in hiç kaybettiğini duymadım!"
Yine de Ling Wen, "Yanlış hatırladın. Hua Cheng dün bir oyun kaybetmiş gibi görünüyor." dedi."Ne? Bu iblis kral mı kaybetti? İmkansız! Nasıl kaybetti? Kime kaybetti?"
Arkasından çok fazla ses geliyordu. Ling Wen şaşkınlıkla arkasına baktı. "Neden bu kadar çok insan var? Neden hepiniz buradasınız?"
Hayalet Kumarbazlar İni'nde, Hua Cheng gülümsedi, "İstediğin gibi."
Ayağa kalktı, masanın başından kalktı, yavaşça Xie Lian'a doğru yürüdü ve ilk soruyu sordu, "Gege'ye sorabilir miyim, kupadaki şey ölü mü diri mi?"
Göksel görevliler "gege" kelimesini duyduklarında hepsi dehşete kapıldı, "Ne? Hua Cheng ona az önce ne dedi? Tekrar söylesin?"
Feng Xin daha fazla dayanamadı, "Oyuna dikkat edemiyor musun? Kaybederse ne olacağını bile bilmiyoruz!"
Hayalet Kumarbazlar İni'nde, Xie Lian bir tılsım çıkardı ve kumar kupasının yanına uzattı. Vooş! , tılsım yanmadan tutuştu. Xie Lian hafif bir gülümsemeyle, "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey öldü." dedi.
Hua Cheng de hafifçe gülümsedi, "Gege bu turu kazandı."
Kumarbazın inindeki kız öne çıktı ve tahta kupayı açtı. Parıldayan floresanlı gümüş bir kelebek kupadan uçtu, Xie Lian'ın etrafında iki kez kanat çırptıktan sonra Hua Cheng'in omzuna geri kondu.
Göksel yetkililer şaşkına döndü, "Nasıl kazandı?"
Gürültülü kalabalığın arasından sadece Ling Wen oyunun kurallarını anlayabildi. Birkaç açıklamadan sonra, "Majesteleri kuralları çok akıllıca kurmuştu. Tılsım, ölü bir ruhun yin enerjisiyle karşılaştığında yanan bir Yin-Yakma Tılsımıydı. Kararını buna dayanarak verdi ve doğru bir şekilde söyledi."
Herkes önce bununla başa çıkmanın böyle bir yolu olduğuna hayret etti ve sonra "Peki ya Hua Cheng kumar kupasına bir taş koyarsa?" diye merak etti. Ölü bir şey olarak da düşünülebilir ve Yin-Yakma Tılsımı onun üzerinde işe yaramaz."
Ling Wen, "Cennet ve Hayalet alemlerinde 'ölü veya diri' terimi her geçtiğinde, doğal olarak canlı varlıkların yaşamı veya ölümü anlamına gelir. Burada bir şey denemek sadece akıllı olmaya çalışmaktır. Muhtemelen, Çiçeğe Uzanan Kan Yağmurunun böyle kelime oyunları oynamaya tenezzül etmezdi." dedi.Orada, Xie Lian, "İkinci tur, lütfen." dedi.
Kumar kupası tekrar kapatıldı ve Hua Cheng'in sol elinin bir dokunuşuyla, herkes içine yeni bir şey yerleştirildiğini biliyordu. İkinci soruda, Hua Cheng, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey beyaz mı yoksa kırmızı mı?" dedi.
Renkleri kontrol edebilecek bir tılsım olabilir miydi?
Aslında hayır. Ama Xie Lian sakinliğini korudu, gülümsemesi değişmedi, sadece kumar kupasındaki eli biraz daha sert bastırdı. Bir süre sonra, "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey kırmızı." dedi.
Sözcükler düşer düşmez, kumarbazın inindeki hayaletler ve aynanın önündeki göksel görevliler tuhaf bir sahneye tanık oldular: Xie Lian'ın avucunun altındaki kumar kupası hafifçe titredi ve alttaki çatlaklardan beyaz duman izleri çıktı. Yakınlarda bulunan küçük hayaletler istemsizce geri çekildiler.
Hua Cheng bir an ona baktı, kıkırdadı ve "Gege harika. Bu turu yine kazandın." dedi.
Xie Lian ancak o zaman elini bıraktı ve ona başını salladı, "Teşekkür ederim."
Göksel bir görevli şaşkına döndü, "Bu nasıl sayılır?"
Az önceki titreşimin ne olduğunu merak eden birkaç cesur ve vahşi hayalet, kumar kupasına dokunmak için yukarı doğru süzüldü. Ellerini dokundukları anda geri çektiklerini, dehşete düştüklerini kim bilebilirdi ki, "Kupa neden bu kadar sıcak? Beni hayata döndürdü!"
Mu Qing homurdandı, "Avucunun gücünü kupanın içindeki nesneyi ısıtmak için kullandı ve aşırı sıcak olduğunda, içinde ne olursa olsun, kırmızı yanıyordu... Kırmızı cevap vermek elbette asla yanlış olmazdı."
Gerçekten de, kumarbazın inindeki kız geldi ve kupayı açtı. İçeriği gördükten sonra, hayaletler "Oh! Oh!" diye haykırdı. Kupanın içinde, kavurucu beyaz buhar izleri yayan parlak kırmızı bir yaprak vardı. Bunun başlangıçta gümüş bir yaprak olduğu anlaşılıyordu.
Bir göksel görevli, "Ama ya içinde beyaz bir kağıt parçası olsaydı? Bu tür şeyler ısıya dayanamaz, bu yüzden doğal olarak kırmızıya dönemez." dedi.
Fakat Mu Qing, "Beyaz kağıt gibi ince bir nesne olsaydı daha da kolay olurdu. O zaman avucunun kuvvetiyle küle dönerdi; içinde hiçbir şey kalmadığı için bu oyun kesinlikle sayılmazdı." dedi.
Bu sırada, Xie Lian'ın arkasından yürüyen Hua Cheng, üçüncü soruyu sordu, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey yuvarlak mı yoksa kare mi?"Xie Lian, "Şehir Lordu'na cevap veriyorum - bu şey yuvarlak." dedi.
Kumar kupasını avucunun altında tekrar titreşmeye başladı ve sert bir nesnenin içinde çılgınca savruluyormuş gibi gümleme sesleri duyuldu, ses o kadar yoğundu ki, sakinliği korumayı zorlaştırıyordu. Herkes bu sefer anladı, "Avucunun kuvvetini kullanarak kupadaki havayı titreştiriyor ve içindeki nesnenin hızla dönmesine neden oluyor. Yuvarlak olmasa bile yuvarlak bir şekle gelebilir!"
Feng Xin mutlu görünüyordu, "Beşte üç galibiyet. Bu turu kazandığı sürece güvende!" dedi. Beklenmedik bir şekilde, belinde hafif bir bükülmeyle, Hua Cheng de sol elini tahta kupaya koydu, "Oh? Gerçekten mi? Bu gege emin mi?"
İkisinin de elleri kupalara bastırılmıştı, gözleri kilitlenmişti. Xie Lian, "Eminim." dedi.
Avucunun altındaki titreşim daha şiddetli hale geldi, ancak çarpışan sesler zayıfladı. Mu Qing, "Bu sefer işe yaramayacağından korkuyorum. Hua Cheng ne yaptığını biliyor. Şimdi tahta kupada boğuşan ve çarpışan iki avuç içi kuvveti var, birbirlerini iptal ediyorlar. Kupanın içindeki şey kesinlikle yuvarlak bir şekle gelmeyecek. Dövüş devam ederse, er ya da geç kupa kırılacak.
"Gerçekten de, birkaç dakika sonra, Xie Lian önce elini bıraktı, "Bu turu kaybettim." dedi. Hua Cheng de elini bıraktı, "Teşekkür ederim, gege." dedi. Kumarbazın inindeki kız kupayı açmak için öne çıktı. İçerisinde iki zar vardı, ancak zar oldukları neredeyse anlaşılmıyordu çünkü avuç içi kuvvetleri tarafından orijinal şekillerinden çıkarılmışlardı. Buna rağmen, köşeleri ve kenarları olmasına rağmen, hala kare olarak kabul ediliyorlardı.
Zaferin bu kadar yakın olduğunu gören seyirciler pişman olmaktan kendilerini alamadılar, ancak bir sonraki tur için daha da endişeli ve istekliydiler. Artık herkes bu oyunun şansla ilgili olmadığını, iki tarafın gizli savaşları olduğunu görebiliyordu!
Dördüncü soru için Hua Cheng sakin bir şekilde konuştu, "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey parlak mı yoksa karanlık mı?"
Xie Lian tahta kupanın yanında parmaklarını şıklattı, "Şehir Lordu'na cevap veriyorum - bu şey parlak."
Bu soru en kolayıydı! İçinde ne olursa olsun, Xie Lian'ın sadece bir avuç içi alevi yakması, içindeki şeyi aydınlatması gerekiyordu, o zaman parlak olacağı garanti olurdu, değil mi? Dört turdan üç galibiyet, kesin bir galibiyet. Şaşırtıcı bir şekilde, Hua Cheng gülümsedi, "Gege, bu turu yine kaybettin."
Xie Lian hafifçe kaşlarını çattı, "Kaybettim mi?" dedi. Hua Cheng'in alevini söndürdüğünü hissetmemişti, öyleyse nasıl kaybettiğini söyleyebilirdi?
Kumarbazın inindeki kız kupayı açmak için öne çıktı ve içindeki nesnenin küçük bir lamba olduğunu gördü. Küçük bir mum alevi lambanın üzerinde dans ediyordu, birkaç dakika önce Xie Lian'ın büyüsüyle yakılmıştı. Xie Lian şaşkına dönmüştü, "Mum alevi parlak, Şehir Lordu neden az önce kaybettiğime karar verdi?"
Hua Cheng de parmaklarını şıklattı. Ancak, ondan gelen bu net tıklamadan sonra, yanan tek bir mum değildi.
Birbiri ardına, ağaç zemin lambaları ışık vermek için koştu ve dışarı yayıldı. Bir anda, tüm Hayalet Kumarbazın İni ve tüm Hayalet Şehir gündüz kadar parlak oldu, tüm gece gökyüzünü aydınlattı. Dışarıdan gelen ünlem dalgaları onu daha da canlı hale getirdi. Derin bir uykuda olan canavarlar ve hayaletler sonunda sıra dışı olayları kontrol etmek için dışarı çıkmaktan kendilerini alamadılar herhalde.
Gökyüzüne kadar uzanan parlak yanan ışıkların önünde, kumar kupasındaki küçük mum alevi gerçekten "parlak" olarak sayılamazdı. Hua Cheng ona sırıtarak baktı, "Gege, bu tur senin kaybın sayılır, kabul ediyor musun?" dedi. Xie Lian etrafı taradı, bakışlarını yavaşça geri çekti ve gülümsedi, "Binlerce ışıkla aydınlatılan manzara çok güzel. Lian tüm kalbiyle kabul ediyor." dedi. Hafifçe kısılmış gözlerle, Hua Cheng elini uzattı ve küçük lambanın üzerine dokundu, Xie Lian'ın yaktığı küçük mum alevini parmak uçlarında tuttu, avucuna aldı ve gülümsedi, "Beşinci soru."
Dört turdan sonra her iki taraf da eşitti, bu yüzden son tur anahtardı!
Hua Cheng'in istediği gibi seçebileceği son soru. Xie Lian'ın acı mı yoksa tatlı mı bir soru seçeceğine karar vermesi zor olacaktı. Bu nedenle, kumarbazın ininde ve gümüş aynanın önünde, herkes nefesini tuttu ve dikkatini odakladı ve Hua Cheng'in yavaşça "Gege'ye sormaya cesaret ediyorum, kupadaki şey ölü mü yoksa diri mi?" diye sorduğunu duydular.
Xie Lian şaşırdı ve "Bu soru bir süre önce sorulmadı mı?" diye düşündü. Tılsımı tekrar test etmek için kullandığı sürece, kesinlikle kazanamaz mıydı?
Başka bir Yin-Yakma Tılsımı çıkardı ve kumar kupasına uzattı. Bir an sonra başını kaldırdı ve Hua Cheng'e baktı, uzun bir gecikmeden sonra karar vermekte tereddüt ediyordu.
Diğerleri, onun hareket etmediğini gördüklerinde endişelendiler. Yin-Yakma Tılsımı değişmeden kaldı, bu da onun yaşayan bir yaratık olduğunu gösteriyordu. Ama neden henüz cevabı vermemişti? Belki bir tuzak hissetmişti? Ne tür bir tuzak olabilirdi?
İkisi de binlerce parlak ışıkla çevrili bir şekilde birbirlerine baktılar. Hua Cheng'in gülümsemesi kötü titreşimler yayıyordu ve sordu, "Sorun ne? Gege, neden cevabı söylemiyorsun?"
Xie Lian sonunda "Şehir Lorduna cevap veriyorum - bu şey öldü." demeden önce epey bir zaman geçmişti.Savaşı izleyen herkes şaşkına dönmüştü, "Neden ölü diye cevap versin?"
Birisi ona nazikçe hatırlattı, "Bu bir dil sürçmesi miydi? Yin-Yakma Tılsımı yanmadı, bu da kupada ölü bir ruh olmadığı, içindeki şeyin canlı olduğu anlamına geliyor!"
Hua Cheng'in gülümsemesi derinleşti, "Gege, pişmanlık yok mu?"
Xie Lian yavaşça başını salladı, "Pişmanlık yok." dedi. Cevabı aldıktan sonra Hua Cheng hafifçe kıkırdadı ve tek eliyle kumar kupasını açtı.
İçeride olan şey gerçekten "canlıydı" - tam çiçek açmış, zengin kırmızı çiçeklerden oluşan bir dal.
Herkes başlangıçta işlerin sonunda düzeleceği fikrini hala taşıyordu, ancak şimdi hepsi hayıflanıyordu, "Gerçekten yanlış yaptı!"
Kaybetmesine rağmen, Xie Lian pişmanlık göstermedi; bunun yerine gülümsedi, "Çiçeklerin altında ölürken, kalbim hala tatlı."
Cennetin Üst Mahkemesi'nde, gümüş aynanın önündeki göksel yetkililer aşırı derecede hayal kırıklığına uğramıştı, "Nasıl oldu da kaybetti? Açıkça kazanıyordu!"
Göğüslerini yumruklayıp ayaklarını yere vururken, gümüş aynadaki görüntüler aniden kayboldu. Hemen hüzünlü haykırışlar yükseldi, "Daha izlemeyi bitirmedim, kapatmayın!"
Yine de, Hayalet Şehir'deki kısıtlamalar onu törensizce tekrar kapattı.
Hayalet Kumarbazlar İni'nin içinde, Hua Cheng kollarını kavuşturdu, "Bu gege, beş turdan üç galibiyet, ben kazandım."Xie Lian, "Doğru." dedi.
Hua Cheng, "Yani, gege'den benimle gelmesini rica etmem gerekiyor." dedi.
Kalabalığın arasından siyahlı bir adam çıktı. Siyahlı adam, çaresiz, alaycı bir gülümseme gibi ilginç bir ifadeye sahip bir hayalet maskesi takıyordu. Hayaletler, "Azalan Ay Habercisi burada!" dediler.
Hayalet haberci, Xie Lian'ı görür görmez eğildi, "Asil Kişi lütfen benimle gelir mi?"
Xie Lian başını salladı, birkaç adım attı, sonra tekrar Hua Cheng'e baktı ve "Gitmiyor musun?" diye sordu.Bunu pat diye söyledi ve yanındaki kadın hayaletler kıkırdadı. Ancak o zaman Xie Lian, bu sözlerin anlaşılmaz bir ��ekilde Hua Cheng'den bir an bile ayrı kalamayacağını, aşırı sabırsız olduğunu ve sadece kendini yere vurabilmeyi dilediğini fark etti. Hua Cheng gülümsedi, "Gege lütfen Cennet Köşkünde biraz bekleyebilir mi? Yakında orada olacağım."
Xie Lian gerçekten daha fazla kalamazdı. Başını örterek, ayrılmış yolda hayalet haberciyi takip etti ve kaçtı. Artık hiçbir hayalet onu rahatsız etmeye cesaret edemiyordu, ancak gözleri bakır çanlar gibi dışarı fırlamıştı.
Cennet Köşkü mü? Orası Şehir Lordunun kendi sıcak yuvasıydı ve oraya daha önce kimseyi davet etmemişti!
Hareketli Hayalet Şehir merkezinden ayrıldıktan sonra, Xie Lian yürürken Azalan Ay Habercisinin her an karanlığın içinde kaybolacağı hissine kapılmaktan kurtulamadı, bu yüzden onu daha da yakından takip etmek için bilinçli bir çaba gösterdi. Hayalet habercinin bileğine yanlışlıkla baktığında, aniden bu adamın bileğinde siyah bir lanet çemberi olduğunu fark etti.
Bundan daha iyi tanıyamayacağı bir şeydi.
Lanetli Bir Zincir!
Bu bir göksel görevli miydi?
Birdenbire hayalet habercinin, "Majesteleri, biz buradayız." dediğini duydu.
Yukarı baktığında, Xie Lian ancak o zaman hayalet habercinin gerçekten kaybolduğunu, varlığının şok edici derecede zayıf olduğunu fark etti. Bu sırada kendini bir gölün önünde buldu. Yüzeyde çok sayıda titrek hayalet ateşi parıldıyordu, suyun yanında ise muhteşem, uzun, kırmızı bir bina duruyordu, muhteşem ve büyüleyiciydi ve hatta binadaki harflerin "Cennet Köşkü" bile şeytani bir aura yayıyordu.
15 notes
·
View notes
Text
Kız arkadaşım bana görüştüğü oğlanın fotoğrafını atar yorumla der. Attığı oğlan içime sinmedi ama kötü bir şey demedim. Ses kaydı olamamasına rağmen mesajdan anlamış senin için almadı bu oğlanı eliyorum diye. Kızım sen manyak mısın niye eliyon bir şans ver dediysem de yok kanka sen hissediyorsun eledim dedi. Oglanla gorusturemedim.
28 notes
·
View notes
Text
Her ay kendime hediye olarak kitap alıyorum, hoşuma giden müzikleri dinleyerek dans ediyorum, kötü şeyler oluyor ve bende güzel şeyler için çabalıyorum. Kendi kendimi mutlu etmesini biliyorum. Ve bazı insanlar hayatımda iyi ki varlar. Tek gülümsemeleriyle mutlu olacağım, gülümseyeceğim güzel kalpli insanlar. Şimdi otursam üzülmek için bir ömür boyu üzülebilirim, ben mutlu olmak için oturuyorum arada, arada bir de üzülmek için. Şeker gibi insanız aslında ama tabii acı kahve gibi oluyor bazen ruhumuzdaki acı. Bu kadar yeter, ayağa kalkma vakti. İnsanlar ikinci bi şansı hak etmiyor olabilir ama kendine ölene kadar şans vermeyi unutma. Kırık kanadından öpüyorum seni minik serçem.
10 notes
·
View notes
Text
Yaklaşık iki yıldır yanımda çalışmaya başlayan bir çalışanım var.
İlk iş görüşmesine geldiğinde cidden her halinden moralmen ve ruhen çökmeye başladığı belliydi.
Mesleki deneyimini sordum yok dedi.
Neden bu mesleğe yöneltiğini sorduğumda aslında çok sıkıştım ve paraya ihtiyacım var demeye getirdi.
Ücret ne istersin dedim.
Aslında haftalık paraya ihtiyacım var birde 300 TL istiyorum ama vermezsiniz dedi.Siz ne verirseniz dedi.
Ama zeki olduğu her halinden belliydi.
O gün işe aldım.Pek profesyonelce değil ama her insana bir şans verildiğinde nasıl büyük başarılara imza attığını biliyorum.
Üzerinden iki sene geçti ve bugün benim elim-kolum ve en güvendiğim personelim.
Ama bir kaç gün önce en gergin anımda bir soru sordu dört defa anlattım ama anlamadı.
Aşırı öfkeli bir tepki verdim.
Üstüne 3 gün beni öfkelendirdiği için konuşmadım.
Bu üç gün zarfında düşünme fırsatım oldu
Elinde yetkisi olan birinin,buyurganlığına güvenerek nasıl kötü bir insana dönüşebildiğini fark ettim.O bendim..
Düşünüce aslında haklı olduğunu asıl anlamayanın ben olduğumu fark ettim
Bazen cidden kötü bir patron olabiğimi fark etmenin ezikliğini ve utancını yaşıyorum..
Gönlünü aldım ama bu sefer ben kendimi sorgulamalarda buldum.
Çok fazla eksiğim var ve bu yaşıma geldim sanırım hala "ham" biriyim.
8 notes
·
View notes
Text
🐺 ADANA'LI BUĞRA VE ALPTUĞ KÜRŞAT ÖNER KARDEŞLER
2 bozkurt..
Hatırlarsanız, birkaç yıl öncesine kadar iki şampiyon boksörümüz vardı, Adana'lı Buğra ve Alptuğ kardeşler.
Dünya boks arenasında ?´TÜRK´´ adını yükseltme ve Türk bayrağını dünyanın her yerinde dalgalandırma ülküleri olan Türkçü kardeşler.
Türkiye, Avrupa ve Dünya şampiyonluklarına ulaşmış kardeşler?
Ahıska Türk´ü olan bu iki şampiyon genç, maçlarına moda olan yabancı müziklerle değil, daima 10. yıl Marşı, İzmir Marşı, Mehter Marşı gibi milli marşlarımızla çıkmış ve tüm dünyaya Türk´ün kutsal marşlarını dinletmişti.
Destekleri olmadan, destekleri olmadığı gibi engellerle dolu yolları olmalarına rağmen başarıdan başarıya koşan Öner kardeşlerin Türkçü olmaları Siyonistleri rahatsız etmiş, uyarılmalarına hatta tehdit almalarına kadar varmıştı.
Fakat haysiyetli insanların ortak özelliği olan cesaret duygusu, Öner kardeşlerin iliklerine kadar işlediğinden hiçbir tehdide ve uyarıya kulak asmamışlardı.
Eşine rastlanması mümkün olmayacak kadar iyi ve gelecek vaad eden boksörlerdi ve bunu çıktıkları her maçta kanıtlıyorlardı. Eğer ki Türkçülüğe, özellikle de Türk´ün sembolü olan bozkurt sembolünü yapmaya devam ederlerse kariyerleri tehlikeye girecekti, bunu kendileri de biliyorlardı.
Fakat bir an olsun düşünmediler, her geçen gün Türklüklerine daha çok sarıldılar.
Önleri kesilmek isteniyordu fakat ne mümkün? Öner Kardeşler´e rakip dayanmıyordu.
Karşılarına kim çıksa, iki Türk gencinin demir yumrukları karşısında biçare kalıyordu. Her maçtan sonra bozkurt işareti yapıyorlar ve ?Ne Mutlu Türk´üm Diyene´ diye haykırıyorlardı.
Dünya´ya atalarını hatırlatmak amacıyla, vücutlarına Atatürk´ün, Atilla´nın, Mete Han´ın dövmelerine yaptırmışlardı ve öyle de olmuştu. Birçok ülkenin medyasında Öner Kardeşlerin başarılarının yanı sıra dövmeleri de konuşuluyordu.
Sonra, Amerika´da dünyaca ünlü Adriana Lima´ya bozkurt işareti yaptırmış ve bir bozkurt gibi ulutmuşlardı. O günden sonra ünleri daha da arttı, tüm dünya Bozkurt´u konuşur oldu.
Fakat ün, şan, şöhret onların hiç umurunda değildi. Öyle olsaydı şayet; Türkçülük davasından vazgeçerler ve kendilerine sahip çıkmaya hazır olan Türk düşmanı organizatörlere giderlerdi.
Fakat onlar bunu bir an olsun bile düşünmedi. Onlar için önemli olan tek şey Türklük ve Türkçülüktü. Önemli olan tek şey; Türklüğü yüceltmekti?
Sizce, Avrupa ve Dünya şampiyonlukları bulunan bu boksörlerin bugün aktif olmaması, iyi boksör olmadıkları için midir yoksa Türkçü-Turancı oldukları için midir?
Sizce zaferden zafere koşmuş iki boksörün medyadan düşmesinin sebebi kötü boksör olmaları mıdır yoksa dik duruşlarından ödün vermeyişleri, boyun bükmeyişleri midir?
Rusya Devlet Başkanı ve Rus halkı şampiyonlarını sırtında taşırken, Fas´ta şampiyonların toplumda ayrıcalıkları bulunurken ve tüm dünyada başarılı sporculara fevkalade maddi ve manevi destek sağlanırken, bizim Avrupa ve Dünya şampiyonu boksörlerimize sahip çıkmamız gerekmez mi?
Biz, milliyetçilikte dünyaya timsal olmuş ve Turan Birliği´ne kavuşma ülküsü olan bir milletiz; milli olan her şeye sahip çıkmak, bizim için bir milli bir vazifedir.
Bugün dünya şampiyonlarına değer vermezsek, yarın şampiyonlara hasret kalırız.
Buğra-Alptuğ Öner kardeşlerin hem milliyetçi ruhları hem de üst düzeydeki boksları, Türklük davasına gönül vermiş babaları Murat Öner sayesindedir.
Dünyanın her yerinde Türk adını duyuran ve Türk bayrağını dalgalandıran Türkçü sporcular yetiştirdiği için dava insanı ve Grubumuzun değerli üyesi Murat Öner abimize bir Türk evladı olarak teşekkürü borç bilir. 🤘
🤘🐺🇹🇷❤️🇦🇿𐱅𐰇𐰼𐰚🇹🇲💙🇰🇬💛🇰🇿💚🇺🇿🐺🤘
🇹🇷🐺𐱅𐰇𐰼𐰜🤘🇦🇿💞🇰🇿💞🇰🇬💞🇹🇲💞🇺🇿💞🇵🇰💞🇭🇺💞🇬🇪💞🇲🇳💞🇰🇷
H🇹🇷e🇦🇿d🇰🇿e🇺🇿f T🇰🇬u🇹🇲r☪️a🐺🤘n☪️𐱅𐰇𐰼𐰚🇹🇷
7 notes
·
View notes
Text
o çocuğa şans verseydim nasıl olurdu? sahiden merak ediyorum yani o şansı verseydim karşımdakini düşünmeyip bana verdiği konforu ilgisini gözetseydim nasıl olurdu ya? valla çok merak ediyorum zaten her koşulda ben kötü oluyorum suçlu ben çıkıyorum bir kez de ben kendimi düşünseydim nasıl olurdu acaba?
13 notes
·
View notes
Text
Bırak yıldızın olayım ya...
Şu gözlerin bir zerrecik ışık görmeyi hak etmiyor mu?
Şu karanlıktan tutup çeksem, kurtaramaz mıyım seni?
Tutsam seni şöyle, koruyamaz mıyım dünyadan seni?
Bırak sen şunları, SEVEMEZ MİYİM BEN SENİ?
BİR KERE OLDUM ÂŞIK, NASIL BİTİREBİLİRSİN?
RUHUNU SEVMİŞ olamaz mıyım?
N'olur ki ya baksam şu gözlerine, koklasam şu kumral saçlarını, tutsam elini, yatsam koynunda?
Bıraksana ya, n'apabilirim ki ben sana? Risk alamaz mısın?
Riskse risk ya...
Kötüler karşına çıktı da aldın o riski, şimdi alamaz mısın?
Riskli miyim ki ben?
Ben seni kölen de olurum ya...
N'apabilirim ben sana?
Seni sevebilirim sadece, canımı bile feda ederim sana yalnızca.
Söylesene, kötü mü bu 𝑎𝑠̧𝑘?
Ben seni aldatır mıyım, ezer miyim, paranı yer miyim, yalnız bırakır mıyım seni?
Söylesene; onlar yaptı da şans verdin, bana versen boşa mı çıkarırım ya ben?
Denemekten zarar mı gelir?
Aşk zaman kaybı mı?
Aşk engel mi kariyere?
Aşk engel mi hayallere?
Aşk engel mi rahatlığa?
Neye engel ki bu aşk?
Aşk nedir ki?
Nedir bu ön yargının sebebi?
İlk zamanlar karşına çıkanlar mı?
Söyle bana canımın içi ya, nedir bu düşüncelerinin sebebi?
Eğer o gün gelir de sen beni istemezsen, bil ki senin için atan o kalp duracak ama sahibi seni sevmeye devam edecek.
Bunu yalnızca bil istedim sevdiğim.
#özlü sözler#takip edilesi bloglar#tumblr takipçi#ay benim gece senin#geceye not#geceyedair#uykusuz geceler#geceye bir söz bırak#iyi geceler#sadgirl#sad thoughts#ruhun yalnızlığı#beyzaalkoc#aşk#yeter artık
9 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
217. BÖLÜM - Yüzlerce yıllık acı - Binlerce yıllık azap -
Cübbe artık giyildiğinden Xie Lian ile birlikte yakmadıkça yakmak artık bir seçenek değildi. Xie Lian bir öneride bulundu, “Şimdilik cübbeyi giyeceğim. Kanımı emecek değil ya, hem artık Ling Wen de emir veremez.”
Mavi bir duman esintisi oluştu ve artık Ling Wen’in olduğu yerde yalnızca mavi bir daruma bebeği vardı. İfadesi oldukça ciddiydi, sanki kollarında bir parşömen tomarı tutuyor gibiydi. Xie Lian onu alarak cübbesinin kolunun içine koydular ve bu yan odadan sıvışarak ana salona yöneldiler.
Gözleri onu yanıltmıyordu; Ling Wen sarayı öncesinden daha da kasvetli görünüyordu, yerden yükseklere yığılmış rapor tomarları dağları oldukça tehlikeli ve vahim bir haldeydi, sanki her an devrilip altındaki insanları ezerek öldürecek gibiydi. İkisi sarayın derinliklerindeki bir dizi kızıl kapıya doğru hızla ilerlerken herhangi bir muhafıza denk gelmediler.
Daha yaklaşmadan önce Xie Lian titreme hissetti, sesi şok olmuş gibiydi, “…Bu nasıl mümkün olabilir? bu nasıl olabilir?”
Guoshi’ydi. Birisi ona onlar ulaşmadan önce ulaşabilir miydi? Xie Lian aniden kapıyı tekmeledi ve bağırdı, “BIRAKIN ONU!”
Tabii ki Guoshi odanın içindeki tek kişi değildi. Kapı tekmelendikten sonra herkes davetsiz gelen o ikisine bakmak için kafasını çevirdi. Guoshi’nin yüzündeki şok olmuşluk hala duruyordu, “…Ekselansları?”
“…”
“…”
Guoshi, başını tekrar eğmeden önce bir kere daha yukarıya bakmadı, “Sadece bir saniye bekl—bu nasıl olabilir, bu nasıl bir şans?”
Hua Cheng ve Xie Lian’ın da dili tutulmuştu.
Odanın içinde, Guoshi ve diğer üçü bir masa oluşturmuş, hararetli bir kart oyununun ortasındaydılar, tutkuları ve takıntıları onları çevrelerindekilere karşı körleştirmişti. Diğer üçü derken, insan veya canlı değillerdi, kağıttan kabaca yapılmış kağıttan bebeklerdi, cidden kabacaydı. Kim bilir nasıl manyakça bir büyü onları ayağa kaldırmak ve hatta kart oynatmak için yapılmıştı. Guoshi’ye göre az önceki nidaları kartları eline aldıktan sonraki ağıtlarıydı.
Aslında Xie Lian Guoshi’nin işkence dolu bir sorgulamaya maruz kalabileceğini ve beti benzi atmış olabileceğini düşünmüştü, ama Guoshi’nin hala böyle bir durumda kart oynayabileceği aklına gelmemişti. Gülse mi ağlasa mı bilememişti, tüm bu sahne inanılmaz derecede kıymetliydi.
Nasıl kıymetli olmasın ki? O zamanlar o ve Feng Xin Kraliyet Köşkü'nde ikamet ederken ne zaman Guoshi’yi arasalar on kereden yedisinde kart oynarken buluyorlardı, kart, kart, kart! Sekiz yüzden fazla yıl geçmiş olsa da Guoshi’yi tekrar kart oynarken görmek sanki dün gibi gelmişti. Guoshi'nin yüzündeki çılgın tutku bile aynıydı. Göz kırpmadan kartlarına bakıyordu, arkasına bakmadan konuştu, “Ekselansları, sonunda geldiniz. Ama lütfen önce ilk turu bitirmeme izin verin…”
Xie Lian onun oyun oynarkenki kimseyi umursamama kötü huyunu çok iyi biliyordu. Büyük dövüş holündeki haline kıyasla tamamen iki farklı insanlardı, gerçekten oldukça üzücü bir manzara. Xie Lian onu masadan uzaklaştırmak için yukarı çıktı, “Guoshi, ne zamanı olduğunu sanıyorsunuz? Oynamayı kesin!”
Guoshi’nin gözleri kızardı ve bağırdı, “HAYIR! YAPMAYIN! BIRAKIN BİTİREYİM!!! NEREDEYSE BİTTİ! SADECE BU TUR! BU ELİ BİTİREYİM! NEREDEYSE BİTTİ, BU SEFER KAZANABİLİRİM!!”
“Kazanmayacaksınız, gerçekten kazanmayacaksınız!” Xie Lian haykırdı.
…
Şükürler olsun ki, bu tur cidden adil ve hızlıca bitmişti, Guoshi kazanacağına dair yemin ederken cidden de kaybetmişti. Elini salladı ve kağıttan oyuncaklar kayboldular, Guoshi sonunda eski sakin haline dönmüştü.
Dengeli bir şekilde oturdu ve ciddiyetle şunları söyledi: “Ekselansları, geleceğinizi biliyordum. Sizi bekliyordum.”
“…”
“Hiç de beni bekliyor gibi değildiniz…” Xie Lian düşündü. Ama tabii ki sesli bir şey söylemedi, yaşlılara saygı yine de sürdürülmeliydi. Guoshi devam etti, “Bir sürü sorunuz olduğunu biliyorum.”
Hua Cheng kenarda kapıya yaslanıyordu, daha ziyade boş zaman öldürüyor gibi görünse de muhtemelen nöbet tutuyordu. Xie Lian da Guoshi'nin önünde düzgünce oturdu ve dengede kaldı, “Evet.”
Biraz duraksamadan sonra Xie Lian sordu, “İlk olarak, doğrulamak istiyorum. Jun Wu… gerçekten de yüzü olmayan beyaz ve Wu Yong’un veliaht prensi mi?”
“Şüpheye gerek yok. O.” Guoshi cevapladı.
“WuYong'un Veliaht Prensi ile hiçbir ilişkim yok, değil mi? Tamamen farklı iki insanız.” Xie Lian sordu.
“WuYong'un Veliaht Prensi ile tek ilişkin senin krallığını yok etmesi, XianLe.”
“…”
Xie Lian nazikçe sordu, “Ama Guoshi, daha önce bana yüzü olmayan beyazın kim olduğunu bilmediğinizi söylediniz. Onun benim yüzümden doğduğundan emindiniz.”
“Ekselansları, o zamanlar hakikaten onun olduğunu bilmiyordum.” Guoshi cevapladı, “Ben anlayana kadar artık çok geç olmuştu. Ve size onun sizin yüzünüzden doğduğunu söylemek yanlış değildi.”
“Bu tam olarak ne anlama geliyor?” Xie Lian sordu, “Ve daha öncekiyle aynı soru – neden XianLe'yi yok etmek istedi?”
Guoshi onun gözlerine baktı, “Sizin söylediğin bir cümle yüzünden.”
Xie Lian şaşırmıştı, “Söylediğim bir cümle mi? Ne cümlesi?”
“Kalp cennette, vücut cehennemde.” Guoshi cevapladı.
“…”
Xie Lian bir süre konuşamadı. Ardından kuşkuyla sordu, “… Bu mu yani?”
“Bu.”
“…Sadece bir cümle?” Xie Lian sorguladı, “Bu cümlenin nesi yanlış?”
Guoshi karanlık bir şekilde cevapladı, “Her şey, her şey bu cümleniz ile başladı.”
Xie Lian Guoshi’nin söyleyeceği şeyin sindirmenin zor olduğunu belli belirsiz söyleyebilirdi, Hua Cheng’i çağırmak istemişti ama Hua Cheng çoktan ona gelip yanına oturmuştu.
“TongLu dağındaki duvar resimlerini gördünüz, değil mi?” Guoshi sordu.
“Evet.” Xie Lian cevapladı, “O duvar resimlerini geride bırakan siz miydiniz?”
“Evet, bendim. Her TongLu dağı açıldığında gizlice sızardım; bir yandan yeni bir hayalet kralın doğmasını engellemek, diğer yandan WuYong krallığı ve WuYong veliaht prensiyle ilgili bilgileri diğerlerine kullanılabilecek her yolla iletmeye çalışmak amacıyla.
Xie Lian ciddi şekilde merak etti, “Neden direkt söylemiyorsunuz? Neden bu kadar dolambaçlı bir yol kullanasınız ki?”
“Ekselansları, Neden artık dünyada hakikaten WuYong krallığını bilen bir kişi bile olmadığını düşünüyorsunuz?” Guoshi sordu.
Xie Lian cevap vermeden önce Hua Cheng konuşmuştu, “Bilen herkes temizlendi, değil mi?”
“Doğru.” Cevapladı Guoshi, “Eğer geride bırakılan ipuçları çok bariz olsaydı ya da direkt kelimelerle yayılsaydı ifşa olma tehlikesi altında olurdum. Görenler dünyadan silinebilirdi. Ne kadar insan olduğu önemli değil. Bir şehir kalesi olsaydı bile üç günde dümdüz edebilirdi. Şaka yapmadığımı bilmelisiniz.”
Tabii ki Xie Lian biliyordu. İronik bir şey olsa bile, bir zamanlar Jun Wu’nun düşüp hayalet olmak yerine yükseldiğine minnettardı, aksi halde dünya kaosa sürüklenirdi. Guoshi devam etti, “Bu yüzden hala bu dünyada olanları bilen kişiler olduğunu anlamasına izin veremezdim, ama yine de kabul etmeliyim ki bilen tek kişi bendim. Düşündüm ki yeterince dikkatli ve yeterince cesur insanlar doğal olarak doğruyu keşfedebilirlerdi. Onunla doğrudan savaşmaya gücüm olmadığından, akışına bırakacaktım.”
“Yıllar boyunca saklanıyor, koşuyor ve kendimi iyice gizliyordum. Sekiz yüz yıl önce neredeyse kaçamadığım o zaman hariç beni asla yakalayamadı. TongLu’nun kızıl ormanındaki ilahi tapınakta bıraktığım duvar resimlerini bulduğu için bu sefer yakalayabildi, ek olarak onun gerçek kimliğini tahmin ettiniz bu yüzden benim hala yaşıyor olabileceğimi anladı, ayrıca geride diğer insanların bilmesini istemediği birçok şey bıraktım.”
Xie Lian o anda TongLu’nun kızıl ormanlarındaki son ilahi tapınağı, son kalan duvar resimlerini ve en önemli kısımlarının çoktan birileri tarafından yok edildiğini hatırladı. Aynı zamanda Hua Cheng ve onun tapınakta birinin saklandığından şüphelendiklerini ve o kişiyi bulamadıklarını da. Şimdi tekrar düşündükten sonra yüzü olmayan beyazın ilahi tapınağın bir köşesinde saklanmış olma ihtimali vardı.
Xie Lian sordu, “Ama, Guoshi, neden kaçmak ve saklanmak zorundaydınız?”
Guoshi cevapladı, “Tabii ki de, şey… yüzünden”
“İhanet.” Dedi Hua Cheng.
Bu dediği kelime biraz ağırdı, Guoshi ona bir bakış attı ama Hua Cheng’in ifadesi değişmemişti “Ona ihanet ettiniz, değil mi?”
“Oldukça fazla.” Dedi Guoshi, “Bu yüzden.”
Xie Lian’a döndü, “nasıl söylesem, ekselansları…”
“Duvar resimlerindeki her şey doğru. WuYong’un saygın veliaht prensi WuYong krallığının tek ve yalnız güneşiydi. Senin XianLe veliaht prensi olduğun zamanlar, ne kadar şanlı ve yüceysen, o çok kez daha fazlaydı.”
“Ben ve üç akranım, yani dördümüz bir zamanlar onun tebaasıydık. Veliaht prens yükseldikten sonra bizi de yanına aldı ve böylece, çeşitli göksel varlıkların birçok formları ve renklerine tanıklık ettik. Abartısız, cennet aleminin tanrılar denizinde bile güneş gibiydi, o kadar parlıyordu ki yanındakiler rengini kaybediyordu.”
Guoshi konuşurken, bilinçsizce en küçük gülümsemelerden biri belirdi. Xie Lian, ‘ekselansları’ derken Yüzü olmayan beyaz ya da Jun Wu’dan değil, yıllar öncesinin veliaht prensi belirttiğini hissetti.
"Sanırım siz de bana geçmişte benzer bir şey söylemiştiniz." Dedi Xie Lian.
“Öyle mi? İnsanların yaşlandığı zaman hafızaları kötü oluyor”
“Evet. Ama bana onun yükselmediğini, öldüğünü söylediniz."
“Muhtemelen öyle çünkü onun yükselmemesini tercih ederdim.” Dedi Guoshi.
“Bunun nedeni TongLu Dağı'nın yanardağ patlaması mıydı?”
Guoshi sorusuna cevap vermedi ve sadece şunu söyledi: “Ekselanslarının ruhsal gücü çok fazlaydı.”
“Rüyasında WuYong'un geleceğinin bir ateş denizi olduğunu öngördü, bu yüzden insanlarını kurtarmanın yollarını düşündü. Eğer şimdi ben orada olsaydım, bunu yapmasına asla izin vermezdim. Ama o zaman hiçbirimiz olayların onların istediği gibi sonuçlanacağını düşünmemiştik. Biz sadece insanların öleceğini düşündük, kurtarmanın neresi yanlış?”
“Ama, bazı şeyler o kadar kolay değil.”
“Volkanın patlamasının engellenmesi imkansızdı ve kimsenin ölmesini istemedik, tek çözüm göçtü. Ancak etkilenen bölgeler çok büyüktü; bir veya iki kale şehri değildi. Soylular ve sıradan halk için en iyi yol diğer krallıkları istila etmek, yeni yerler almaktı, başka türlü o kadar insanın gelmesine diğer ülkeler izin vermezdi.”
“Ancak ekselanslarına göre bu bir seçenek değildi. Kan yalnızca savaşta dökülmeliydi, bir kere kan akmaya başladığında gözler kırmızılaşacak, insanları şiddete dönüştürecek ve insandan daha aşağı hale gelecekti.
“Yine de WuYong Krallığı birlikler gönderdi. Askerlerin gittiği yerlerde tek canlı bir ruh bırakmadılar. Amaç WuYong insanları için ‘temiz arazi’ olduğundan generaller diğer krallıkların vatandaşlarının katledilmesi emrini vermişti, ne kadar çoksa o kadar iyiydi, kanlar nehir gibi aktı, cesetler dağlar gibi yükseklere kadar yığılmıştı.
“Ekselansları bunu öğrendiğinde çok sinirlendi. Hepinizin gördüğü gibi savaş alanında yükseldi ve WuYong askerlerini cezalandırdı.”
Xie Lian bunun genç Jun Wu ile ve aynı zamanda yüzü olmayan beyazla ilgili olduğunu anladığında oldukça ilgisini çekmişti. Guoshi devam etti, “Ancak kızgın olan sadece o değildi. Tüm bu olay aynı zamanda WuYong'un soylularını ve bazı kesim insanları da kızdırdı. Çoğu ilahi tapınağa gitti ve ekselanslarına şunu sordular; biz sadece hayatta kalmak istedik. Daha fazla yere ihtiyacımız vardı, başka şansımız olmadığından diğerlerini işgal ettik, bu nasıl yanlış olabilir?”
“Bu meselenin etkisi bizim beklentilerimizi tamamen aştı, gittikçe daha ciddi hale geliyordu ve çoktan bazıları onun kutsal heykellerine saygısızlık yapılması için çağırılar yapıyor, tapınaklarını yakıyordu; ama ekselansları yine de buna göğüs germişti.”
“Dedi ki; eğer işgal edilen WuYong krallığı olsaydı onu savunmak için ölüme bile atlar, düşmanın krallık sınırına bir adım bile atmasına izin vermezmiş. Ancak kendisi olsaydı ala başkalarını işgal etmezdi. Önceden herkese savaşı terk etmelerini ve o bir şey inşa edene kadar beklemelerini önermişti –Cennete Uzanan Köprü.”
Guoshi yavaşça devam etti, “Ölümlüler diyarında artık onlara yer yok, o yüzden bir süreliğine onlara koruma olması için insanları cennete götürelim. Bu fikir pratik olarak imkansız olsa da dördümüz ekselanslarına tüm kalbimizle inandık ve yapabileceğine ikna olduk. Daha doğrusu, çabaladığı her şeye var gücümüzle destek olacaktık. Tabii ki diğer cennet mensupları aynı fikirde değildi. Tüm cennet alemi buna karşı çıktı, ama ekselansları buna da dayandı.”
“Aynı anda üç şeyi üstlendi; cahil ve homurdanan WuYong insanları ve soylularının şikayetleri, cennetteki tüm tanrıların aralıksız öfkesi; ve o devasa Cennete Uzanan Köprü.”
Ancak Hua Cheng homurdandı, “Karşı mı? Muhtemelen buna sadece karşı çıkmıyorlardı.”
Guoshi yavaşça başını salladı, “Önemsiz bir muhalefet olsaydı, bunun bir önemi olmazdı. Ama…”
Xie Lian neler olduğunu belli belirsiz tahmin edebiliyordu ama yine de sordu, “Ama?”
Guoshi konuştu, “Köprüyü tamamen inşa etmek korkutucu ruhsal güçler ve muazzam derecede zaman gerektiriyordu, bu yüzden ekselansları rahatsız edilmemeliydi. Bir yere gitmeyi, bir şeyler yapmayı ve inanlarının dualarını dinlemeyi bıraktı. Yalnızca bir şeye odaklandı.”
“Ancak yalnızca bir şey yapan bir tanrı inananlarını sürekli tutamazdı. İlk gün köprü ile meşgul oldu, insanlar hala ona minnettardı ve onu hatırlıyordu; ikinci gün, üçüncü gün, dördüncü gün de aynıydı. Bir ay, iki ay hala onu hatırlıyorlardı ve ona minnettarlardı. Ancak zaman uzadıkça böyle devam edemezdi.”
“Volkan henüz patlamamıştı ama ekselansları bir şey yapmıyor ve güçlerini sessizce saklıyordu. İnsanlar onun eskisi kadar güçlü olmadığını düşünmekten ve artık kendilerini ona adamayı bırakmaktan başka bir şey yapamadılar. Böyle bir zamanda kaçınılmaz olarak yeni bir tanrıya tapılacaktı.”
“WuYong krallığının nüfusu çok fazlaydı, zenginlik bol olduğundan inananların inançlarının güçleri de oldukça güçlüydü. Majestelerinin o zamanlar nasıl zenginleştiği göz önüne alındığında bu açıkça görülüyordu. Bu güce ve varlığa uzun zamandır ağzının suları akan çok fazla cennet mensubu vardı, bu yüzden…”
Xie Lian anladı.
Konuştu, “bu yüzden… cennet mensupları bu avantajdan yararlandı, WuYong veliaht prensinin birlikleri geri çekerek düşüşünden bunalmış kırgın ve memnuniyetsiz WuYong insanlarını kullanıp onları baştan çıkarttılar, inananları ve ruhsal güçlerini bölüştüler… doğru mu?”
#hualian#xie lian#tian guan ci fu#jun wu#hua cheng#heaven official's blessing#heavenlyblessing#mei nianqing#guoshi#ling wen
15 notes
·
View notes
Text
dün atamamıştım şimdi atıyorum... bi tane böyle defter getirdi kapağında "yazmaya başla" yazıyomuş. bazı sayfalarda birinin onlarca çizimi var çok güzel. buna bi şey yazmaya kıyamam bok gibi yazımla. diğeri de buzdolabı magneti. çin'deki evlerin girişinde bunlardan oluyomuş kapının iki yanına koyuyolarmış kötü etkilere karşı koruma sağladığına ve şans getirdiğine inanıyolarmış. soldakinde "her adımında nilüfer çiçekleri açacak", sağdakinde "her yıl balık(şans) gelecek" yazıyomuş. çok beğendim kendisini tebrik ediyorum bana bu hediyeleri getirdiği için
15 notes
·
View notes
Text
Zenginlerin yaşadığı bir semtte oturuyorum. Genel olarak, uyum sağlayamadığın, giydiğin, yaptığın her şeyin bir şekilde yanlış olduğu hissi veren, zengin okulunda burslu öğrenci olmak gibi bişi.
Ayak bileğimi burktum. üzerine basamıyorum. Hava almak için koltuk değnekleriyle güç bela arka sokaktaki parka gittik. Hareket edemediğimden uzun bir süre yaşlı gibi etrafı izledik boş boş. Bütün çocuklar asyalı, zenci, melez falan. Sarışın uzun saçlı kız çocukları koşturuyor. Şık erişkin kıyafetlerinin küçültülmüş haliyle değil de, böyle bizim alıştığımız, kafasına göre kumaşlardan, rastgele kesilme pembe renkli çocuk kıyafetleriyle şapşal şapşal gezen normal çocuk görünce inanılmaz bir samimiyet hissediyorsunuz.
Ayağım sakat diye hastaneye uberle gitmek zorundayım her gün. Uber biraz bilmediğim sokaklardan geçti. Daha böyle mahalle arası gibi, normalde çok dandik çok salaş bir dönerci diyeceğiniz, izbe binanın zemin katında açılmış minik restoranlar var. Ama Hepsinin ismi de fresh and zen salads, bilmemne sushis, soul food salad falan.. Gerçekten de yemeksepetini açıp oo uzak doğu mutfağı oo bowl falan diye söylediğiniz her şey merdiven altı. Lüks semtin yakınında merdiven altı bowlcu açıp yemeksepetinden millete dayamak çok mantıklı bir iş planıymış. Geçen hep söylediğim bowl bilmemen diye havalı isimli bir yerin önünden geçtim şans eseri, o bowlları baya bıyıklı dayılar hazırlıyor. Bütün büyüsü kaçtı.
Bu gün de ju jusen chian Jong falan bir yerden noodle söyledim, ismi jujutsu kayzen isimli anime gibi bir şeydi. Anime sitelerini açıyorum, hepsinin ismi geçmiş hayatımda kötü adamdım ama bu hayatımda portaldan geçerek orospunun teki oldum ve rusça konuşuyorum.. falan gibi, bütün konuyu özetleyen uzun şeyler, belki yemek söylediğim lokantanın da öyle bir anlamı vardır, önceki hayatımda kalbi çok kırılmış bir anime kızıydım ama bu hayatımda uzakdoğu yemekleri hazırlayan doğulu bir türk aşçıyım! Falan
7 notes
·
View notes