Tumgik
#kör nokta
mormezarlik · 22 days
Text
Kimin yanında çocuklaşıyorsan ona aitsindir..
Tumblr media Tumblr media
66 notes · View notes
yasimencom · 2 months
Text
Kör Nokta Oyuncuları, Konusu 2024
Kör Nokta Oyuncuları, Konusu 2024 Kör Nokta oyuncuları, Kör Nokta dizi, Kör Nokta dizisi, Kör Nokta fragman, Kör Nokta oyuncu, Kör Nokta kadrosu, Kör Nokta ne zaman başlıyor, Kör Nokta kimler oynuyor, Kör Nokta dizi oyuncuları, Kör Nokta hangi oyuncular var, Kör Nokta ne zaman başlıyor, Kör Nokta yayın tarihi, Kör Nokta hangi kanalda gibi soruların cevapları yazımızda.. Kör Nokta Dizisi…
0 notes
yeniyeniseyler · 2 months
Text
atv - Yeni Sezon Dizileri (Tüm Tanıtımlar)
“Galatasaray – Beşiktaş” Turkcell Süper Kupa maçını canlı yayınlayan atv, maç öncesi, arası ve sonrasında yeni sezon dizilerini tanıttı. İşte atv’de yeni sezonda ekrana gelecek diziler: atv – Bir Gece Masalı Bir Gece Masalı Bir Gece Masalı, komiser Mahir (Burak Deniz) ile Yörük kızı Canfeza’nın (Su Burcu Yazgı Coşkun) Pamukkale’nin büyülü atmosferinde başlayıp İstanbul’da Asaf Bey konağına uzanan…
0 notes
dizioyunculari · 3 months
Text
Kör Nokta Dizisi Oyuncuları
0 notes
ysfogzdgrz51 · 1 year
Text
Satır arasında aşık oldum,
Gizlenme ay ışığına ey yar,
Gördüm sobesin,
Öldüm deme,
Doğarken gördüm,
Kör kuyuları zindan yaptım,
Kaç dilek taşı attım bilmiyorum,
Ne olur kaçma,
Kovalamaktan bitap düştüm,
Ay'ı güneşe hasret bıraktın,
Yıldızları yaktın,
Söndürme zülfüne asılmış canımı,
Dört yol ağzı çıkmaz sokaktayım,
Kirpiklerinin arasına sıkıştım,
Canlara harami oldum,
Asıp kesmedeyim,
Tek can vermeden,
İğne deliğinden iki can geçmez,
Sende ölmesem yaşayamam,
Gül dersem çıkarmısın,
Haydi saklanma yar,
Hasretinden denizleri çöle çevirme,
Rüzgara sal kokunu,
Zamana nokta koy,
Asma akrepten yelkovana,
Bir saniyelik canım kaldı,
Hadi durma al,
Ben seni gördüm öldüm
59 notes · View notes
fatovski · 2 months
Text
Düşüncem bütün dizgiselliğinden uzaklaştı. Kalemim kağıtların üstünde bir sarhoş gibi yürüyor. Ne bir şeyi anımsamak, ne de kurmak istiyorum. Hoşnutum yaşamımdan. Deniz, sonsuz memeli bir hayvan gibi uzanıyor önümde. Mavi bir kanguru gibi. Güneş onun karnındaki torbada oynaşıp duran şaşkın bir yumurcak. Yollarda portakal ağaçlarının kokusu, denizdeki bu görüntüyle sonsuz bir uyum içinde. Dudaklarımda ıslak bir tuz tadı...
Benim yaşamım bir yinelemeden, kör bir nokta çevresinde dönen bir düşünceden başka bir şey değil sanki. Ne övüncüm var bu durum karşısında, ne yerinmek gibi bir duygum. Bir gün, bütün bu devinimsiz gibi görünen şeyler bir tortu olarak çökecek bir yerlerime. İşte o zaman yenilendiğimi, bir birikimi çoğulladığımı, bir çıkış kapısını araladığımı anlayabileceğim. Şimdi çok uzağım bunlardan. Eleğim suyu bile geçirmiyor öte yana, hep kuşkulu, tetikte ve sorgulayıcı. Bir gün sorular bile bitecek. Yaşam başlayacak durgun ve bütün yalınlığıyla. Yağmurun dövdüğü topraklarda iliklerine kadar ıslanan güneş, artık yeni bir şeylerin başlangıcı olacak... Gelecekten söz etmiyorum. Hayır, kesinlikle. Bir tek şunu söyleyeyim sana, ki bilmen gerekir, bütün zaman kiplerini yitirdim ben. Bir kum saati var elimde. Bu doğru. Ama mızıkçılık edip sonuna kadar akmasını beklemeden ikide bir, aklıma estikçe onu ters çevirmediğimi kim söyleyebilir?
Ahmet Erhan, Burada Gömülüdür
12 notes · View notes
ruyalardankorkankiz · 8 months
Text
Orion takım yıldızının bende çok önemi var, en sevdiklerimdendir. Hikayesi hep beni etkilemişti. Sizlede paylaşmak istedim.
Orion takım yıldızı, bir elinde kırılmaz bir sopa diğerinde de aslan derisi taşıyan bir erkek figürü olarak tasvir edilir. Mitolojiye göre ise Orion, deniz tanrısı Poseidon ve Girit Kralı Minos'un kızı Euryale'nin oğludur.
Orion oldukça iri bir cüsseye sahiptir, neredeyse dev gibidir ancak iri yarı fiziği, çok güzel bir yüzle taçlandırılmıştır. Babası Poseidon, Orion'a denizin üzerinde yürüyebilme yeteneği vermiştir. Yakışıklılığı ile nam salan Orion'un sayısız kere başı kadınlarla derde girer.
Kral Oinopion'un kızı Merope'ye kur yapan ancak başarılı olamayan Orion, içkiyi fazla kaçırınca Merope'ye saldırmaya kalkar. Kral Oinopion ise onu cezalandırıp gözlerini kör eder.
Gözleri artık görmeyen Orion, yardım aramaya çıkar. Demir tanrısı Hephaistos'un çekiç seslerini dinleyerek ona ulaşır ve ondan gözlerinin açılması için yardım ister. Hephaistos ona, dünyanın doğusuna gitmesini ve doğan güneşin iyileştirici ışınları yüzüne vurduğunda yeniden görebileceğini söyler. Doğudaki Lemnos Adası'na doğru yola koyulan Orion'un burada gözleri yeniden açılır.
Günün birinde Tanrıça Artemis tarafından avlanırken görülen Orion, yakışıklılığı ve cazibesiyle güzel tanrıçayı kendine hayran bırakır.
İlk görüşte Orion'a aşık olan Artemis, kendi kendine aldığı evlenmeme kararını hiçe sayacak kadar bu adamın büyüsüne kapılır. Ancak Artemis'in kardeşi Apollon, kız kardeşinin bu iri cüsseli mahlukla evlenmesini istemez. Çünkü Apollon'un gözünde bu adam kardeşine layık biri değildir. Lakin Apollon ne yaparsa yapsın Artemis'i ikna edemez ve en sonunda çareyi Orion'u öldürmekte bulur.
Bir gün Orion, denize girmiş yüzüyordur ancak kıyıdan o kadar uzaklaşmıştır ki, uzaktan başı küçük, kara bir nokta gibi görünür.
Eline geçen bu fırsatı değerlendirmeye kararlı olan Apollon, kız kardeşini yanına çağırır ve uzaktan görünen bu kara noktayı işaret ederek, 'Okunu oraya kadar fırlatabilir misin?' diye sorar. Heyecanlanan Artemis, o kara noktanın sevdiği adam olduğundan habersiz yayıyla okunu hazırlamaya koyulur ve oku hedefe doğru gönderir.
Çok iyi bir nişancı olan Artemis'in oku hedefi tam on ikiden vurur. Tanrıça, bilmeden sevdiği erkeğin ölümüne sebep olmuştur.
Bu ölüm, Artemis'i kahreder ve yaşamla olan bağı günden güne kopmaya başlar. Ay tanrıçası Artemis'in içindeki acı bir türlü dinmediği için ayın bu kadar soğuk, kasvetli ve cansız bir yer olduğu söylenir. Artemis, Orion'un cansız bedenini gümüşten yapılmış ay arabasına koyar ve kendi elleriyle gökyüzüne taşır. Sevgilisinin gökyüzündeki en parlak yıldız olabilmesi için en karanlık yeri seçer ve geceler boyu, parıl parıl parlayan Orion'u seyreder.
Bir başka rivayette ise Orion, Artemis'e karşı uygunsuz davranışlarda bulunur. Bu yüzden, akrebin Artemis tarafından Orion'u öldürmek üzere yollandığı söylenir.
10 notes · View notes
Text
Psikolojinin Allah'ı yok mu?
Tumblr media
"Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır.” Mesnevî-i Nuriye’den.
Allah amellerini mübarek etsin. Geçenlerde ODTÜ mezuniyet töreninde “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!” ayet mealinin pankart olup gezdirildiğini gördük. Cenab-ı Hak, kelamullahından nur alan böyle sineleri çoğaltsın, müslüman memleketini müslümansız bırakmasın. Âmin. Fakat elbette yarasa tabiatlıların bu nurdan gözleri kamaştı. Hemen başlarını mâbâdlarına çevirdiler. Hatta mırıldandılar: “Böyle birşeyi savunmak akademinin/psikolojinin değerlerini aykırıdır!” Neden efendim? Onlar açık açık söylemezler ya. Biz çekinmeyip deyiverelim: Zira kafalarındaki bilimin Allah’ı yoktur. Yani Allah varsa bilim yoktur. O yüzden yanlarında ‘Allah’ denildiğinde ‘Euzü’yü duyan İblis’e dönerler. Şeytanlarından önce kendileri çarpılırlar. Kaçacak mağaralar ararlar.
Will Smith’in, yaşanmış bir hikâyeye dayanan, dişe dokunur, mesaj içerir filmlerinden Doğruyu Söyle’de (Concussion/2016) buna benzer bir sahne olduğunu izleyenler hatırlar. (Hafızamda kaldığı kadarıyla nakledeyim.) Nijeryalı dindar bir hristiyan olan Dr. Bennet Omalu ABD’de adlî tabiblik yapmaktadır. Amerikan futbolu yıldızlarının emekliliklerinin ardından intihara kadar varan psikolojik sorunlar yaşamaları dikkatini çeker. Böyle vakalardan birisini, cebinden de para harcayarak, özel olarak incelemeye tâbi tutar. Teşhisini kesinleştirir. Durum apaçıktır. Futbolcuların oyunun sertliği içinde kafalarına aldıkları darbeler beyinlerinde hasara neden olmaktadır. Ve bu hasar ilerleyen yaşlarda kendini iyice belli etmektedir. Dr. Omalu’nun asıl mücadelesi bu teşhisten sonra başlar. Kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışır. Bulgularını yayınlamak ister. Bir bilimsel derginin editörüne verileri aktardıktan sonra şöyle bir cümleyle sunumu bitirir: “Tanrı insanı futbol oynasın diye yaratmamış!” Editörün bu finale tavrı gariptir: “Tamam. Güzel. Tanrıyı çıkar. Elindekileri makaleye dönüştür. Bunu dergide yayınlayalım.”
“Tanrıyı çıkar!” dindarlığın, sahadaki bilimsel muvaffakiyeti ne olursa olsun, titri/yetki sahibi Nemrutlardan gördüğü muamelenin özüdür. Belki biraz da bu yüzden, Bediüzzaman, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar!” diye yakınan lise talebelerine şöyle cevap vermiştir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” Devamında birçok misalle bu uyanışın yöntemini de belirtir mürşidim. Teberrüken birisini alıntılayalım: “Meselâ, nasıl mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.”
Bu meselede yukarıda zikredilenlerden daha garibi de şudur bence arkadaşım: Bu sekülerizm kaselislerinin din düşmanlığındaki gayreti, bönlüğü, basitliği, iptidaîliği, hamlığı vs. Batılı pirlerinde dahi bulunmaz. Mesela: Psikolojinin Freud ve Jung ile birlikte ‘üç kurucu babasından biri’ sayılan Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı isimli eserinde, ‘ben merkezciliğin’ psikolojik sağlığa verdiği zararı izah sadedinde, sözü ilginç bir yere getirip der ki:
“Gelişmiş bir toplumsallık duygusunu içinde barındıran ve ‘Başkalarına ne verebilirim?’ sorusunu soran biri tüm karşıtlığıyla kendini beğenmiş kişiyle yanyana getirildiğinde arasında ne büyük bir değer farkının bulunduğu hemen anlaşılacaktır. Bu da ulusların binlerce yıl önce müthiş bir kesinlikle sezdiği ve İncil’in o bilgelik dolu ‘Vermek almaktan daha hayırlıdır!’ sözünde dilegelen bakış açısına götürür bizi. Alabildiğine eski bir insanlık deneyiminin dışavurumu sayılan bu sözün anlamı üzerine düşündük mü görürüz ki: Burada anlatılmak istenen ruhsal bir durumdur; vermenin, kollayıp gözetmenin, yardım elini uzatmanın insanın ruhunda yarattığı havadır; bu hava, ruhsal yaşamda kendiliğinden bir denge ve uyum sağlar, veren kimsenin kendiliğinden ele geçirdiği bir Tanrı armağanıdır adeta. Daha çok almaya eğilimli kimse ise çoğu zaman dağınık ve tutarsız biridir. Hoşnut olmak nedir bilmez. Tam bir mutluluğa ulaşabilmek için elindekiler dışında daha nelere kavuşması ve neleri kendisine maletmesi gerekeceği düşüncesiyle oyalanıp durur hep. ‘Gözlerimi çevirip başkalarının gereksinimlerine bakayım’ demez. Başkalarının mutsuzluğunu kendi mutluluğu saydığından, bir uzlaşmanın sağlayacağı huzur düşüncesine kafasında yer yoktur. Dikkafalılığıyla yarattığı yasalara başkalarının boyun eğmesini ister amansız bir tutumla, varolandan başka bir gökyüzü ister, bir başka türlü düşünce ve duygu ister. Kısaca: Onda gördüğümüz herşey gibi hoşnutluk ve alçakgönüllülük duygusundan uzaklığı da dehşet vericidir.”
Tumblr media
Adler bu hususta daha birçok önemli şey söylüyor. Fakat yazıyı daha fazla uzatmayalım. Yalnız şu noktaya bir dikkat çekelim: Adler’in bahsettiği bilgelik, sadece İncil’de değil, hadis-i şeriflerde de bulunuyor. “Veren el alan elden hayırlıdır!” buyuran Aleyhissalatuvesselam Efendimiz de bize mezkûr duruşu bir anlamda tavsiye ediyor. Biz; Bediüzzaman’ın ifadeleriyle; hodbin, hodgam, hodendiş bakanlardan değiliz varlığa. Olmamalıyız. Kainatı kendi merkezimizde şekillenmeye zorlamamalıyız. Bu yalnızca ‘nazarımızda pek fena bir memlekete’ düşmemize sebep olur. Halbuki memleket fena değildir. Nazarımızda öyledir. Mü’mine yakışan hüdabinliğinden kaynaklanan bir “Herşeyle beraber birşeyim!” neşesine sahip olmaktır. Tevhide iman tevhidle yaratılmış herşeye bağlar bizi. “İman bir intisabdır.” Artık bu zeminde, varlığın merkezini Allah’ın esmaü’l-hüsnası şekillendireceğinden, mü’min ben merkezciliğin vartalarından kurtulur. İnsaniyetini bütünün amacına kattıklarında arar. Kendi varlığına kapanmaz. 
Aman, neler söylüyoruz, çenemiz düştü, Adler Efendi bizi tehlikeli(!) sularda yüzdürdü. Psikoloji adına cür’et edip İncil’e gittik, hadis-i şeriflere uğradık, Allah’lı-Kur’an’lı lâflar ettik. Cık, cık, cık. Oldu mu hiç? Şimdi Allahsız bilimcilerimiz böyle şeylere müsaade ederler mi? “Çaaat!” diye tanrıyı çıkarmazlar mı aradan? Bir antidepresan yazıp yollayacaklarken müşteriyi camiye yönlendirirsek elbette ekmeklerine kan doğramış oluruz. Kalpler Allah’ın zikriyle tatmin olur, tamam, ama bazılarının gözü maddeden başka şeylerle tatmin olmaz. O yüzden ne Adler’e, ne Bediüzzaman’a, ne hadis-i şeriflere, ne de Kur’an’a uyup böyle lâflar edilmesin dilerler. Bunların psikolojisinin Allah’ı yok çünkü. Eh, evet, ODTÜ’de ayetli bilim yürek ister. Kardeşlerimizin yüreğini tekrardan tebrik ediyoruz.
25 notes · View notes
uyumadan · 1 year
Text
Yerleşim yerlerinden uzak bir bölgede göğe baktığınızda göğün bir ucundan diğer ucuna uzanan Samanyolu Galaksisi’nin Orion kolunu göreceksiniz.
Tumblr media
Bu çok doğal, çünkü Orion kolundayız. İçeriden galaksimize baktığımızda çevremizin sarılı olduğu yıldızları görüyoruz. 
Tumblr media
Hayatımda yalnızca bir defa Orion kolunu çıplak gözle görmüştüm. Çocukken ailemle şehirden uzak bir yerde, etrafın büyük tepeler ve tarlalarla çevrili olduğu bir tepede bir şenlik için bulunurken bizi alacak araç oldukça gecikmişti. Biz de tepeden aşağı doğru inmeye başladık. Zirvedeki binanın tepesindeki zayıf lamba dışında tek ışık kaynağı gökyüzüydü ve etrafın zifiri karanlık olmasını engelliyordu. Işık kaynağımız yoktu ve o dönemki telefonum olan Samsung E250′nin ekranıyla yolu aydınlatmaya çalışıyordum. Hatta dayıma kızmıştım “hadi sigarayı bırakıyorsun, çakmağı neden bıraktın” diye lksjdgds. Sonrasında kafamı bir an gökyüzüne çevirdim ve büyülendim diyebilirim. Aynı anda onlarca yıldız kayması görmüştüm. Bunun nedeni yazları sıklıkla gerçekleşen meteor yağmurlarından birine denk gelmemiz olabilir, öyle sanıyorum. Elbette esas önemli olan meteorlar değil, boydan boya uzanan Samanyolu Galaksisi’ydi. Bir daha onu görmem mümkün olmadı, en çok istediğim şeylerden biridir.
Elbette Dünya’nın dönüş hareketinden dolayı galaksinin her zaman aynı yerini, galaksi merkezi gibi önemli noktaları her zaman göremiyoruz. Şu videoda gözlemlenebileceği üzere: https://www.youtube.com/watch?v=1zJ9FnQXmJI
Şehirlerde ise galaksimizi göremememizin nedeni ışık kirliliği olduğu gibi aynı zamanda hava kirliliği. Pandemi döneminde sanayideki yavaşlamanın ve havayı kirleten diğer faktörlerin eve tıkılma sonucunda azalması neticesinde Bursa’daki Uludağ İstanbul’dan görülebilir hale gelmişti, hatırlarsınız.
Tumblr media
Doğal olan da bu. Atmosferde ışığı izole eden çok fazla gaz bulunduğunda, ışık kaynakları da bu izolasyonu daha güçlü hale getirdiğinde ve skyglow adı verilen, Türkçeye de gökyüzü sisi gibi şekillerde çevrilen bir etki ortaya çıkıyor. Bu da bizim ufkumuzu olabildiğince daraltıyor. Bu yüzden aslında yapay ay gibi projelere karşı olmamız gerek. Gökyüzü en azından insanlığın mevcut çağında bizim evrene açılan yegane kapımız ve keşfedecek çok fazla şey var. 
Galaksi’ye dönecek olursak, bugünkü fizik bilgimize göre hiçbir zaman göremeyeceğimiz galaktik bir kör nokta bulunuyor. İçinde aynı zamanda devasa kütleli bir karadelik bulunduğu düşünülen galaksi merkezinin bulunduğu bölgeye baktığımızda arka tarafını asla göremeyeceğiz. Çünkü önünde çok fazla ve yoğun olarak toplanmış yıldız ve kozmik toz bulunuyor. Bunlar bizi resmen o bölgeye karşı kör ediyor. 
Tumblr media
Samanyolu Galaksisi çeşitli kültürler tarafından farklı şekillerde yorumlanmış ve buna göre isimlendirilmiş. Örneğin biz saman yolu diyoruz, Ortadoğu’da yer alan birçok kültürde bu aslında “saman hırsızının yolu”. Bu bölgede yer alan mitolojilerde saman çalan bir hırsızın arabasından dökülen samanlar şekilde düşünülmüş. Biz muhtemelen bunu Perslerden aldık.
Türk ve Altay halklarında ise buna Gökyolu, Kökzol, Gökcol, Orduyolu ve Kuşyolu deniyor. Türk mitolojisinde yer alan kahramanların bu yoldan geçtiği düşünülüyordu. Orduyolu, bu mitolojik karakterlerin ordularının bu yoldan geçtiği düşünüldüğü için konmuş bir isim. Asker olan bir millet için oldukça anlamlı.
Bugün ise önerilen Türkçe kullanım gökada şeklinde ki aslında oldukça doğru bir tabir.
İngilizcedeki Milky Way ismi ise Yunan mitolojisinden geliyor. Zamparalıklarıyla, ırz düşmanlığıyla meşhur tanrı Zeus yine bir gece gidiyor ve ölümlü bir kadından çocuk yapıyor. Yanında çocukla birlikte eve gelen hayırsız aile babası Zeus, çocuk emsin diye uyumakta olan eşi Hera’nın göğsüne koyuyor. İsmi Herakles olan bu çocuk meme emerken Hera uyandığında “n’oluyo’ lan” diye Heraklesi fırlatıyor ve memesinden fışkıran süt de gökyüzündeki bu izi oluşturuyor. Hadi eyvallah.
Zaten Galaksi kelimesinin kökü olan gala (γαλα) süt demek. Sütün içinde bulunan şekerlerden biri olan galaktozun ismi de buradan geliyor. O dönemler tek galaksinin bizimki olduğu sanılıyordu. Daha doğrusu galaksi terimi tek bir varlık için icat edilmişti. Latincede de lac- kökü süt anlamına gelir. Laktoz da buradan geliyor fakat Galaktoz ve laktoz çok kafiyeli dursa da aralarında etimoljoik bir bağlantı yok. Monosakkaritlere gelen eklerden dolayı isimleri benzer duruyor.
Devam edelim, Azerbaycanlılar Süd Yolu diyor. Onlara Ruslardan geldiğini düşünüyorum. Şöyle açıklamışlar:
“Qədim yunanlar bu işıqlı zolağı Süd yolu, "gaxies" adını vermişlər. Azərbaycanda buna Ağ yol, Süd yolu, Məkkə yolu adlandırmışlar. Türk qardaşlarımız Saman yolu, ingilislər "Milky Way" və ruslar "Mleçnıy put" adlandırırlar. İndi bütün dünyada qəbul olunmuş və astronomya elmində əsas termin kimi işlədilən qalaktika ifadəsi də həmin "gaxies" sözündən götürülmüşdür.“
Wikipedia’da madde yazarken bile qardaşlarımız diyorlar, çok tatlı.
Maddenin başka bir yerinde de şöyle diyor:
“Ağ Yol isə dünyanın şimal qütbündən cənub qütbünə doğru yönəldiyindən, insanlar gecə vaxtı yolu azmasınlar deyə həmin istiqaməti tutub müqəddəs həcc ziyarətinə gedərmişlər. Məkkə Yolu ifadəsi bu anlamın nəticəsində yaranmışdır. Bu həmdə Məkkəni göstərən yol anlamına gəlir.”
Beyaz yol kuzeyden güneye doğru yöneldiğinden hacca giden müslümanlar gece vakti kaybolmamak için bu Orion kolunu takip ediyorlarmış. Azerbaycanca hoş bir dil. Azerbaycanlıların Türkçeye hakim olması gibi Türklerin de Azerbaycan diline hakim olmasını isterim açıkçası. Ondan dolayı bu kısımları yalnızca aktarmak yerine ekleyeyim dedim.
Japonlar 天の川 (ama no gawa) diyor, Cennet Nehri anlamında. 天 kanjisi gök ve cennet anlamlarına gelirken 川 kanjisi nehir anlamına geliyor. Aradaki の (no) ifadesi ise bir edat, İngilizcedeki “of” edatı (tabii kelimelerin yeri değişmeli) veya Türkçedeki “-nın/-nin” eki gibi düşünebilirsiniz. Japoncada üçüncü alfabe olarak kabul edilen Kanji ifadelerinin her birini farklı bir kelime, farklı bir anlam olarak düşünmek gerek. Okunuşları da duruma göre değişiklik gösteriyor. Onyomi ve kunyomi şeklinde iki tür okunma şekilleri var ve bunlar birbirlerinden oldukça farklı. Kanji Çin’den Japoncaya geçen bir alfabe olduğundan dolayı (bir sistemi bulunmadığından yazı sistemi demek istemiyorum) onyomi isimli telaffuz yapısı da Çin kökenli telaffuzları içeriyor ve Japoncada oldukça yoğun bir şekilde kullanılıyor. Kanjilerin kimileri aslında görselleştirmelere dayanıyor.
Tumblr media
Kürtler direkt saman hırsızı anlamında kadiz demişler.
Çinliler gümüş nehir anlamında 銀河 (Yínhé) demişler. Ayrıca nehir kökenli başka isimler takmışlar. 
Koreliler Çinlilerden aldıkları gümüş nehir ifadesini 은하수 (eunhasu) olarak çevirip kullanmışlar. Aynı şekilde ejder nehri anlamında 미리내 (mirinae) ve “galaksimiz” anlamında 우리은하 (uri eunha) ifadelerini kullanmışlar.
İspanyolca konuşanlar yine süt yolu anlamında Via láctea, aynı zamanda yıldız alanı anlamında Compostela ve Santiago’ya giden yol anlamında Camino de Santiago demişler.
Bu böyle gidiyor. Daha fazlasına bakmak isterseniz şu adresi bırakıyorum: https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_names_for_the_Milky_Way
Anlattığım anıda rakım olarak yüksek bir yerde bulunduğumuzu yazmıştım. Astronomi gözlem yaparken bu da önemli aslına bakarsanız. Tabii kim siker oranın yüksekliğini ama Hawaii’de bulunan Mauna Kea gibi gözlemevleri oldukça yüksek bir yerde bulunarak en ideal gözlemleri yapmayı sağlıyor. Gözlemi engelleyen ağır gazların üstünde, kapalı gökyüzünün üstünde yer alan sönmüş bir volkanın tepesindeki teleskoplar.
Tumblr media
Bu arada benim en anlamadığım şeylerden biri, hava ve ışık kirliliğinin olmadığı yerlerde yaşayan insanların neden bu Samanyolu Galaksisini anlattığını duymuyoruz. Göğe baktığında yaylada yaşayan biri şehirde yaşayan birinden oldukça farklı şeyler görüyor ve öyle böyle farklı değil.
Tabii şu da var. İnsan gözünün algılayacağı ışık belli. Ancak yine de bana yetmişti tabii görebildiğim kadarı. İnternette yer alan bu astrofotoğraflar uzun pozlamalar ile çekiliyor. Lens çok fazla ışık toplayabiliyor böylece.
Tumblr media
Son olarak, Dünya’dan yakalanan ışık ve elektromanyetik spektrumda yer alan diğer dalgalarla çekilmiş olan, Samanyolu Galaksisi’nin çeşitli dalga boylarında görülebildiği bir web adresi bırakıyorum. Burada ilgili kaydırma çubuğuyla oynayarak farklı dalga boylarında Samanyolu’nun görüntüsünü kıyaslayabilirsiniz: http://www.chromoscope.net/
Belki ileride elektromanyetik spektrum ve o sitede de yer alan diğer gözlem yöntemleriyle ilgili de bir şeyler yazarım. Gittim
22 notes · View notes
aynodndr · 10 months
Text
Bugün dünya engelliler
günü yani yıl 365 gün karşılaşıp
bazen farkında olmadıkları
bazen görmedikleri
bazen görmek istemedikleri
bazen bunu fırsata çevirmek
isteyen sahtekarları
yani genel anlamda dünyadaki
insanlara bakın işte hayatta
böyle birşeyde var görün ve
ona göre davranın demek için
bugün duyarlılık oluşturulmaya
çalışılıyor.
Herkesin hemfikir olduğu bir şey
var o da engel beyinlerde
en büyük engel sevgisizlik.
Ve ben ekliyorum SAYGISIZLIK
Benim gözlemlediğim bir nokta bu saygısızlık kendi fiziki durumu
iyi olan insanlar hayatın akışına
kendini kaptırıp giderken
dünyada böyle bir durum var
bendede olabilirdi çocuğumda
yakınımdada olabilirdi
diye düşünmüyor.
Dedim ya hayatın akışına
kendini kaptırmış sağlığı yerinde
ve dünyayı kendisinin sanıyor
toplu taşıma araçlarında
mağazalarda caddelerde
restoranlarda düğün
ortamlarında devlet dairelerinde
yani hayatımızın her yerinde
bu var ve çoğu insan tarafından
farkedilmiyor
yada görmemezlikten geliniyor.
Tabi bazı kalpsiz insanlarda
engelli vatandaşların
imkanlarında yararlanmak istiyor
onlara ayrılmış yerlere park eden
onlara ayrılmış asansörlere
binen onların ismiyle park kağıdı
çıkaran onlara tanınmış imkanı
kullanıp araba yada değişik
bişey alan onlara yapılan
yardımları yiyen otobüs yada
metro farketmez engelliyi
görünce ondan önce binmeye
çalışan gözleri görmeyen birinin
arkasında yürürken sıkılıp
sinirlenen duymayan birine
anlatamayınca ona kızan
az duyan birine sanki suçluymuş
gibi davranan koşamayan birine
sinirlenip kızan yüksekten
atlayamayan birini anlamayan
Öğrenemeyen birine kızan
hafızasında birşey tutamayan
unutkan birini anlayamama
daha neler neler var saymakla
bitmez ne üçkağıtçıların sonu
gelir nede engelli vatandaş
denince engel türünün sonu yok.
Yani engelli denince ilk başta kör
sağır tekerlekli sandalye 🧑‍🦽 akla
geliyor ama bir tek bunla
bitmiyor daha nice engelli olma
durumu var yanından geçtiğimiz
görmediğimiz görmemezlikten
geçtiğimiz neyse uzatmayayım
sayfamdaki arkadaşların hepsi
duyarlı bu konuda ve çok saygı
duyuyorum böyle arkadaşlarım
var diye seviniyorum
Mimoza günlüğü
8 notes · View notes
ladyninsblog · 2 months
Photo
Tumblr media
KÖR NOKTA - THE BLİND SİDE ( 2009 ) FİLM YORUMU gönderdi)
2 notes · View notes
yunanmitolojisiveask · 4 months
Text
ORİON & ARTEMİS
Orion takım yıldızı, bir elinde kırılmaz bir sopa diğerinde de aslan derisi taşıyan bir erkek figürü olarak tasvir edilir. Mitolojiye göre ise Orion, deniz tanrısı Poseidon ve Girit Kralı Minos'un kızı Euryale'nin oğludur.
Orion oldukça iri bir cüsseye sahiptir, neredeyse dev gibidir ancak iri yarı fiziği, çok güzel bir yüzle taçlandırılmıştır. Babası Poseidon, Orion'a denizin üzerinde yürüyebilme yeteneği vermiştir. Yakışıklılığı ile nam salan Orion'un sayısız kere başı kadınlarla derde girer.
Kral Oinopion'un kızı Merope'ye kur yapan ancak başarılı olamayan Orion, içkiyi fazla kaçırınca Merope'ye saldırmaya kalkar. Kral Oinopion ise onu cezalandırıp gözlerini kör eder.
Gözleri artık görmeyen Orion, yardım aramaya çıkar. Demir tanrısı Hephaistos'un çekiç seslerini dinleyerek ona ulaşır ve ondan gözlerinin açılması için yardım ister. Hephaistos ona, dünyanın doğusuna gitmesini ve doğan güneşin iyileştirici ışınları yüzüne vurduğunda yeniden görebileceğini söyler. Doğudaki Lemnos Adası'na doğru yola koyulan Orion'un burada gözleri yeniden açılır.
Günün birinde Tanrıça Artemis tarafından avlanırken görülen Orion, yakışıklılığı ve cazibesiyle güzel tanrıçayı kendine hayran bırakır.
İlk görüşte Orion'a aşık olan Artemis, kendi kendine aldığı evlenmeme kararını hiçe sayacak kadar bu adamın büyüsüne kapılır. Ancak Artemis'in kardeşi Apollon, kız kardeşinin bu iri cüsseli mahlukla evlenmesini istemez. Çünkü Apollon'un gözünde bu adam kardeşine layık biri değildir. Lakin Apollon ne yaparsa yapsın Artemis'i ikna edemez ve en sonunda çareyi Orion'u öldürmekte bulur.
Bir gün Orion, denize girmiş yüzüyordur ancak kıyıdan o kadar uzaklaşmıştır ki, uzaktan başı küçük, kara bir nokta gibi görünür.
Eline geçen bu fırsatı değerlendirmeye kararlı olan Apollon, kız kardeşini yanına çağırır ve uzaktan görünen bu kara noktayı işaret ederek, 'Okunu oraya kadar fırlatabilir misin?' diye sorar. Heyecanlanan Artemis, o kara noktanın sevdiği adam olduğundan habersiz yayıyla okunu hazırlamaya koyulur ve oku hedefe doğru gönderir.
Çok iyi bir nişancı olan Artemis'in oku hedefi tam on ikiden vurur. Tanrıça, bilmeden sevdiği erkeğin ölümüne sebep olmuştur.
Bu ölüm, Artemis'i kahreder ve yaşamla olan bağı günden güne kopmaya başlar. Ay tanrıçası Artemis'in içindeki acı bir türlü dinmediği için ayın bu kadar soğuk, kasvetli ve cansız bir yer olduğu söylenir. Artemis, Orion'un cansız bedenini gümüşten yapılmış ay arabasına koyar ve kendi elleriyle gökyüzüne taşır. Sevgilisinin gökyüzündeki en parlak yıldız olabilmesi için en karanlık yeri seçer ve geceler boyu, parıl parıl parlayan Orion'u seyreder.
Tumblr media
2 notes · View notes
lastromantik-blog · 8 months
Text
Vuslata dair imkânı olmayan sözcüklerin lehçesiyim. Mümkünatı yok eden şehirler geçiyor virgüllerimden. Noktaya varınca susmuyorum. Daha bir yazasım geliyor, nokta arasına sıkışan cümlelerimle hayattan kopmak için. Naçar kalıyorum içbükey bir harf karmaşasında. Benliğime kazıdığım üç harfin üç bininci gözyaşını döküyorum. Üç harfi bol sıfırdı rakamlarla çarpıyorum. Aşka verilecek eldelerim yok. Sınırları bana ait olmayan bir yüreğe hükümranlığım fayda etmez teselli bulmama.
Bir yaşamın musallaya bakan yüzündeyim. Tüm düşlerimi beraberimde getirdim. Hiç gitmeyecekmiş gibi bir geliş ve ardından hiç gelmeyecek gidiş yapıştı yakama. İki yakamı bir araya getiremeyecek kadar mecalsizim. Gelişlerle gidişleri kör düğümleyemeyecek kadar çaresiz… Tüm yazılmışlığımı silip yüreğimden, gitmelere teşebbüs ediyorum. Ama ölümden başka yol yok. Ölüm kapımı çalıncaya dek bekleyerek tüketmeliyim ömrümü.
Mecburum…
Kalıyorum…
Düşlerimin bataklığında hiç gelmemiş birine terki yakıştırıyorum. Korkma! Düşlerimde bile terkine terkimi gömmeyecek kadarım…
Saat geceyi vuruyor beynimi kemiren sesiyle. Yeni bir saate yine hoş geldin diyorum. Yar olduğunu bilmeyen yar’dan dem vuruyorum. Oysa bilinmezliğiyle ne çok kurulmuştu düşlerime. Ne çok terk etmişti kendinden bile habersiz. Ne çok elveda sözcüğü paralamıştı yersiz…
Düşlerim nerden düştüyse adı intihar olmuştu yaşamamın. Özneliğini yüklendiğim tüm yalnızlıklarımdan istifa dilekçemi sundum kendime. Ölüm fermanım sıkıştırıldı ellerime. Adına düşen katliam, adsızlığımı parçaladı en anlamlı yerinden. Bu kentten öğrendiğin bütün ihanetlerin, deneme yanılma yöntemlerinin ilk durağıydım ben. Denedin ve yanıldın sen de. Çünkü içim, satır arası ihanetinle bile gölgelemedi seni bende.
Haklıydın… Bitmeyecekti… Olmayacaktı bu düşe konulmuş bir noktam. Virgüllerle dolu bir düştün, beni çok büyüttün… Ama varlığınla hayat bulan ılgımlarımı anlamadın. Bilmedin, düşler yumağımın tek öznesi olduğunu. Ne çok bilmediğin vardı. Ne çok bilinmezdin… Dilimden dökülmeyen sözcükleri suskunluk modunda dinledin ve suskunluğumu infaz edip gitmeyi tercih ettin.
Sesin, gittiğinin resmi oluyordu. Gözlerime çarptığım kelimler kaldığını simgeliyordu. Gitmiş miydin? Ya da giderek kalmayı mı seçmiştin? Öyle ya gidenler daha bir kalıyordu. Gitmeyi beceremeyenler adam gibi kalıyordu, kaldığından habersiz. Sesin kelamına yabancıydı. Hangiydi yalan söyleyen?
Kendimi bile anlamazken seni anlamak ağır gelirdi cüsseme. Sen en anlamdan yoksun yanıydın hilkatimin. Şimdi, sana suskun sessizliğim. Gitmekle kalmak arasında attığın adımların sonu; terkin… Ama dedim ya terkine terkimi gömmeyecek kadarım… Kılıfına bürüdüğüm cümlelerin altında eziliyor yaralarım… Mutluluğu yansıtmak için ayırdığım tuvalime hüzünler sıçrıyor. İstinassız nefesler barındırıyorum yaşam sığınağında. Yaşadıklarım dünya sahnemde sergilediğim MeLoDrAm…
Sen düşlerimdeki büyük… Bense düşlerle büyüyen bir küçük…
Ağzı bozuk bir ibare değil kendimde bilediğim. Sığ bir umudun, umutsuzluğun elinden kurtulan kalıntıları…
Arkamda bıraktığım ömrümün duraklarını başa saramayacak kadar mecalsizim. Hadi bırak yakasız hayallerimin yakasında dolaşmayı. Daha iki yakamı bir araya getirebilecek kabiliyet yok bende. Suskunum. Konuşsam, ağıt dizilir yollarıma. Konuşsam, çığlığım yangına verir en acı yanımı. Asılsız bir ihbardan kanat çırparım güne. Günsüzlüğüm günümü silip süpürdü takvimlerden. Saatler hangi hazanı gösterir şimdi? Şimdi, hangi güz beni ele verir? Hangi şarkı melodileri ile susar beni?
Elleri ceplerinde olan hayatım, yaşama elverişlilikten çıktı artık. Akran değilim yaşadıklarımla. Hayatıma el koyuyorum. Ellerim kana boyuyor dünyamı. Gök kuşağının tüm renklerini çalıyorum. Yaslı bir denizin dalgın sularında kendi yüzümü asıyorum. Ölüm temizleyemeyecek harf kalabalığımı. Harflerim sana büyük gelecek. İlk kez göreceksin alfabemin hırçınlığını. Sana saklı bir ömürde yaşattığım her ölümün yüzüne karalar çalacaksın.
Derin sessizliğim ilk kez asi konuştu işte. Varsa gücün temizle alfabemi. Payına gitmek kalmak arası yolları yürümekten başka bir şey düşüyorsa gel de anla asiliğimin içine eklediğim nidayı. Terkine terkimi gömmeyecek kadarım ya hani. Sen de terkine bir tümce bağışla hadi.
HADİ VARSA GÜCÜN TEMİZLE ALFABEMİ…
Tumblr media
2 notes · View notes
burasibenimyerim · 1 year
Text
Kör nokta uyarı sistemi olan araçların kör noktalarında hareket edip aynadaki uyarı lambalarını yakıp söndürmek yeni hobim
11 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 1 year
Text
Satır arasında aşık oldum,
Gizlenme ay ışığına ey yar,
Gördüm sobesin,
Öldüm deme,
Doğarken gördüm,
Kör kuyuları zindan yaptım,
Kaç dilek taşı attım bilmiyorum,
Ne olur kaçma,
Kovalamaktan bitap düştüm,
Ay'ı güneşe hasret bıraktın,
Yıldızları yaktın,
Söndürme zülfüne asılmış canımı,
Dört yol ağzı çıkmaz sokaktayım,
Kirpiklerinin arasına sıkıştım,
Canlara harami oldum,
Asıp kesmedeyim,
Tek can vermeden,
İğne deliğinden iki can geçmez,
Sende ölmesem yaşayamam,
Gül dersem çıkarmısın,
Haydi saklanma yar,
Hasretinden denizleri çöle çevirme,
Rüzgara sal kokunu,
Zamana nokta koy,
Asma akrepten yelkovana,
Bir saniyelik canım kaldı,
Hadi durma al,
Ben seni gördüm öldüm
Tumblr media
Artık gelme geri veremezsin aldıklarını
Zamanın eli değdi bize çoktan değişti herşey aynı değiliz ikimizde artık geri veremezsin aldıklarını herşeyi al beni bana geri ver belki yeni bir şansım olsun başka yer başka zamanlar o yüzden artık gelme geri veremezsin aldıklarını.
85 notes · View notes
fatovski · 1 year
Text
Düşüncem bütün dizgiselliğinden uzaklaştı. Kalemim kağıtların üstünde bir sarhoş gibi yürüyor. Ne bir şeyi anımsamak, ne de kurmak istiyorum. Hoşnutum yaşamımdan. Deniz, sonsuz memeli bir hayvan gibi uzanıyor önümde. Mavi bir kanguru gibi. Güneş onun karnındaki torbada oynaşıp duran şaşkın bir yumurcak. Yollarda portakal ağaçlarının kokusu, denizdeki bu görüntüyle sonsuz bir uyum içinde. Dudaklarımda ıslak bir tuz tadı...
Benim yaşamım bir yinelemeden, kör bir nokta çevresinde dönen bir düşünceden başka bir şey değil sanki. Ne övüncüm var bu durum karşısında, ne yerinmek gibi bir duygum. Bir gün, bütün bu devinimsiz gibi görünen şeyler bir tortu olarak çökecek bir yerlerime. İşte o zaman yenilendiğimi, bir birikimi çoğulladığımı, bir çıkış kapısını araladığımı anlayabileceğim. Şimdi çok uzağım bunlardan. Eleğim suyu bile geçirmiyor öte yana, hep kuşkulu, tetikte ve sorgulayıcı. Bir gün sorsalar bile bitecek. Yaşam başlayacak durgun ve bütün yalınlığıyla. Yağmurun dövdüğü topraklarda iliklerine kadar ıslanan güneş, artık yeni bir şeylerin başlangıcı olacak... Gelecekten söz etmiyorum. Hayır, kesinlikle. Bir tek şunu söyleyeyim sana, ki bilmen gerekir, bütün zaman kiplerini yitirdim ben. Bir kum saati var elimde. Bu doğru. Ama mızıkçılık edip sonuna kadar akmasını beklemeden ikide bir, aklıma estikçe onu ters çevirmediğimi kim söyleyebilir?
Ahmet Erhan, Burada Gömülüdür 2.cilt
18 notes · View notes