#ittihat ve terakki
Explore tagged Tumblr posts
aybarskagan · 1 year ago
Text
bir cigara yaktım da saatlerce ağladım
neyleyeyim? yüreğimi Türklükle dağladım
Tumblr media
6 notes · View notes
inancdunyasi · 5 days ago
Text
Tumblr media
İttihat ve Terakki'nin anlamı,  kuruluşu, ilke ve amaçları, faaliyetleri ve sonuçları:
İttihat ve Terakki Türkçe sözlük anlamıyla "Birlik ve İlerleme" demektir. Bu isim, cemiyetin Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden güçlendirme ve modernleştirme hedeflerini ifade eder.
0 notes
dipnotski · 2 months ago
Text
İbrahim Çiçek – İttihat ve Terakki (2024)
1889 yılında kurulan İttihat ve Terakki Fırkası, Türk demokrasi tarihinin ilk siyasi partisiydi; II. Meşrutiyet’in ilanına önayak oldu ve 1908-1918 yılları arasında kısa kesintilerle devleti yönetti. Yapılan ilk seçimlerde özgürlükleri genişletmeyi vaat ederek iktidara geldi. Ancak parti mensupları geçmişe oranla çok daha fazla tahammülsüz ve eleştiriye kapalı bir tutum sergiledi. Baskı rejimine…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
turkishpashaenjoyer · 9 months ago
Text
Enver, propping his feet on the table: So, I heard you like bad boys.
Naciye: What? No!
Enver, immediately taking his feet off the table: Oh, thank god. That felt terrible.
1 note · View note
1-yolcu · 2 years ago
Text
TARİHİ TEKERRÜR MÜ !
I. Abdülhamit Han gitmeden bu ülke düzelmez” diyen; Şeyh, Din alimi, Ateist, Mason, Ermeni ve Rum çeteciler hep beraber “İttifak ‘’ettiler, birleştiler. ― Abdülhamit gitti …
9 sene sonra koca imparatorluk ta gitti. ― Erdoğan da gider … Gider ama neler neler daha gider hiç düşündün mü?
― Bugün Erdoğan karşısındaki cepheye bakmak yeterli … ― Şu anki muhalefet profili aynen o zamanki muhalefet korosunu aratmayacak şekilde adeta dizayn edilmiş gibi … ― Dindarından dinsizine, Yahudisinden Ermenisine, Vatanseverinden hainine varıncaya kadar her kafadan sesin olduğu o zamanki muhalefet korosu; Sırf şahsi öfkesi, Nefreti, Kıskançlığı veya basiretsizliği yüzünden koca imparatorluğu param parça etti gitti ..! Aynen bu gün kü muhalefetin oluşması gibi … Ne acı değil mi?
― Şimdi; Bu gün kü muhalefet gürühunun,
“Abdülhamid gitsin de ne olursa olsun” Örneğinde olduğu gibi; “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” Moduna girmiş olmalarına “Tesadüf” mü yoksa “Tekerrür” mü dersiniz? ― Dini terminolojide tesadüf diye bir şey olmayacağına göre; “… hiç ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi” Demek gibi dini ve vicdani bir sorumluluğumuz vardır. ― Bir gariplik var sanki … Sanki 100 yıllık tiyatro yeniden sahnede … Evet Erdoğan’da gider … Ya sonra ..! ― II. Abdulhamid’in son zamanlarında karşısında yer almış olan; Elmalılı Hamdi YAZIR, Filozof Rıza Tevfik vb. Kişilerin pişmanlığını yaşayarak aynı delikten iki defa ısırılan müslüman misali tarihin tekerrür etmesini hangi mü’min talep edebilir ki ..? İstemezsiniz elbet … ― 19 Temmuz 1909’da Ayasofya meydanında o zamanki Volkan Gazetesinin başyazarı Derviş Vahdeti, Mithat Paşa ile karşılaşır ve sorar; “Paşam! İstediğiniz oldu. Abdülhamid gitti. Şu an projeniz nedir, Neler yapmayı düşünüyorsunuz?” Alınan cevap oldukça ilginçtir. “Biz sadece Abdülhamid’i yıkmaya odaklanmıştık!.” der…
― Vicdan Azabının Ağırlığı; Sultan Hamid hakkında malûm fetvayı hazırlayanlar içinde bulunan, Tefsir sahibi Elmalılı Hamdi YAZIR şöyle der; ”Hayatımda bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim ..! Allah beni affetsin!”
Düşünüyorum. ― İstiklal Marşı gibi bir duygular manzumesini yazacak kadar vatan sevgisi yüksek olan reformist Mehmet Akif’in, son Şeyhülislam’lardan Mustafa Sabri gibi Ehl-i sünnet bir alimin, Sultan Abdülhamit’in düşmanlarıyla beraber hareket ederek sebeb oldukları sonucu düşünüyorum. ― O koca Sultan’ın hal edilmesiyle beraber koskoca Osmanlı mülkünün her tarafında kan ve göz yaşı, zulümler, tecavüzler aldı başını gitti. ― Yemen, Balkan ve sonunda Cihan Harbiyle koskoca imparatorluk parçalandı ve milyonlarca insanlarımız yerlerinden oldu, bir kısım açlıktan ve yokluktan yollarda kırıldı, çoğunu da o diyarlarda bıraktık. ― Sadece Çanakkale’nin faturası 270 bin vatan evladıdır.
Onun gibi nicesini yaşadık 10 yıla kalmadan.
― Ben de Mehmet Akif’, Babanzade, Hasan Basri Çantay, Elmalı’lı Hamdi, İskilipli Atıf, Ömer Rıza Doğrul, Mustafa Sabri’lerin… ― İttihat ve Terakki ateist, deist aptalları ve hainleriyle beraber, Abdülhamit’i yıkmaya yardımcı olanlar gibi, Erdoğan’ı yıkan şer cephesine hizmet etmek istemiyorum. ― 100 yıl sonra bu ülke tarihi yazılırken benim de Erdoğan’ı yıkanlarla beraber olup; ― ABD, İngiliz ve Alman politikalarına hizmet etti, denilmesini istemiyorum. ― 100 yıl önce Sandanski’ydi. Bugün Murat Karayılan. ― 100 yıl önce İttihat ve Terakkiydi. Bugün CHP. ― 100 yıl önce Hürriyet ve İtilaf Partisiydi bugün Saadet. ― Kusura bakmayın 100 yıl sonra aynı hatayı işleyenlerden olmayacağım. ― Ben yanlışlarını söyleyeceğim, kusurlarını yazacağım ama, Erdoğan’ı indiren şer cephesiyle beraber olmayacağım..
Başkan Erdoğanla yola devam. Allah c.c onu ve samimi arkadaşlarını muvaffak etsin. Rabbimiz her türlü beladan kazadan korusun kollasın esirgesin. 
32 notes · View notes
nyctophilia-35 · 1 year ago
Text
11 notes · View notes
gundemarsivi · 5 months ago
Text
Tumblr media
Osmanlı’yı Ayakta Tutma Politikaları ve Türkçülük (1)
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/osmanliyi-ayakta-tutma-politikalari-ve-turkculuk-1/
1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Rousseau, Voltaire gibi aydınların temellerini attığı bu devrim modern dünyanın oluşumunda büyük bir adımdı. Öyle ki Fransız Devrimi birden fazla ulustan oluşan imparatorlukların sonu, ulus devletlerinin ise doğuşuydu.
Rousseau ‘Toplum Sözleşmesi’nde toplum olma bilincini aşılamış ve bununla birlikte toplumdan nasıl ulus oluşturulacağına da değinmiştir. Rousseau’nun bu fikirleri kendi ölümünden sonra gerçekleşecek olan Fransız Devriminin ana fikri konumundaki Fransız milliyetçiliğinin doğuşuna sebep olacaktır.
Fransız Devriminin sonucunda oluşan milliyet kavramı ve milliyetçilik fikri başta da dediğimiz gibi tüm dünyayı etkilemiş ve hatta çağ kapatıp çağ açmıştır. Milliyetçilik fikri oluştuğu dönemdeki bütün çağdaş devletlerini etkilemiştir. Tabi bu fikirden en çok etkilenen devletler çok uluslu yapılar olan imparatorluk devletleriydi.
Bu imparatorluk devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu da 19. yüzyılının başlarından itibaren milliyetçilik fikriyle ilgilenmek zorunda kalmıştır. Bunun nedeni ise başlayan isyanlar ve Osmanlı içindeki ulusların bağımsız olma isteğidir.
Osmanlı İmparatorluğuna ilk olarak 1804 yılında Sırplar isyan etmiştir. Bu isyan bir öncü olmuş ve en başta balkan ulusları kendi bağımsızlıklarını ilan etmek adına Osmanlı ile mücadele etmeye başlamışlardır. 1829 yılında ise Edirne Antlaşması ile Yunanlar, Osmanlı’dan koparak bağımsızlığını ilan eden ilk millet olmuştur. Bu olay Osmanlı topraklarının uluslara dayalı olarak çözülmesinin ilk aşamasıdır.
Osmanlı bu çözülmeyi engelleyecek çeşitli atılımlar yapmaya çalıştı. Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimler, Müslüman tebaa ile eşit görüldü, onlara çeşitli haklar tanındı. Doğan Avcıoğlu, Tanzimat Fermanı ile ortaya çıkan Osmanlılık ve Osmanlıcılık fikrini şöyle açıklıyor: ‘’Tanzimat ilan edilip Müslüman olmayan öğelere eşit haklar tanınınca bu devlet tarihi anlayışı gelişti. Bu anlayış (…) Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan etnik öğeler arasında ortak değerler arıyor, böylece bir Osmanlılık bilinci yaratıp çeşitli öğeleri birbiriyle kaynaştırmak ve devleti ayakta tutmak amacını güdüyordu.’’
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere verilen haklar daha da genişletildi. Ancak Osmanlı’nın bu çırpınışları milliyetçilik fikrinin yükselmesine engel olamadı. Bu durum aynı zamanda Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atılan Osmanlıcılık fikrinin de çöküşüydü. Bu durumu o dönemin Türk milliyetçilerinden Doktor Şerafettin Mağmumî’den dinleyelim: ‘’Osmanlılık fikri çürüktür. Bu vakitten sonra çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır:’’
Mağmumî, aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucularındandır. Kendisi fikirleriyle Türkçülük ideolojisinin kurucularından olan Yusuf Akçura’yı da etkilemiştir. Yusuf Akçura ile ilk olarak Paris’te karşılaşmış ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne çözüm bulmak amacıyla görüşmeler düzenlemişlerdir.
Yusuf Akçura da Mağmumî gibi Osmanlıcılık fikrini gereksiz görüyordu. 1903 yılında hazırlamış olduğu ‘Osmanlı Devleti Örgütleri Tarihi Üzerine Bir Deneme’ adlı tezinde bu girişimi şöyle eleştirmiştir: ‘’Genç Türklerin uğrunda çalıştıkları Osmanlı milleti oluşturma hareketi boş bir girişimdir. Tek çıkar yol ulusçuluktur.’’
Osmanlıcılık fikrinin çöküşüyle gündeme iki fikir gelmiştir. Bunlardan ilki Osmanlı’nın halife gücü kullanılarak en azından Müslüman toplumlarını bir arada tutmak amacı güden İslamcılık – Ümmetçilik fikridir. Abdulaziz döneminde ortaya çıkan bu fikir Abdulhamit döneminde devletin resmi politikası haline gelmiştir.
Abdulhamit, yükselen milliyetçilik fikrinden korkan bir padişahtı. Öyle ki milliyetçilik fikrini tetiklemesin diye okul programlarında düzenlemeye bile gitmiştir. Askeri okulların programlarına pek dokunamasa da Mülkiye gibi yüksekokulların üzerindeki baskıyı arttırır. Sultan Abdulhamit, Mülkiye gibi okulların öğrencilerin manevi duygularını azalttığını düşünürdü. Hatta bunun için Şeyhülislam önderliğinde bir kurul oluşturmuştur. Bu kurulun amacı okullarda verilen dersleri düzenleyerek ‘dinsel inançların güçlendirilmesini’ sağlamaktır.
Burada Abdulhamit dönemini Halit Ziya Uşaklıgil’in şu eleştirisiyle kapatalım: ‘’En çok korkulan tarihti. Fikrin asıl uyanışına hizmet edecek, ibret alanında bir aydınlık yaratabilecek olan bu tarih belası, yönetimin huzurunu kaldıran bir kâbustu. (…) Memleketin tarihinde ayaklanma, ihtilal, tahttan indirme, suikast adına ne varsa, yönetim kötülüklerine, hırsızlık ve yolsuzluğa, bu yönetimin durumunu akla getirebilecek ne bulursa bunlar kaldırılır; hemen baştan başa bunlarla dolu olan, bunlar kaldırılınca ortada anlamsız, cansız bir ceset biçiminde kalan Türk tarihi, yalnız padişahların ululuğuna, savaş ve fetihlerin daima Osmanlı hanedanının yüceliğine yönelik övgülerden ibaret kalırdı.’’
Değerli dostlarım, buraya kadar İslamcı ve Osmanlıcı fikirlere değindik. Yazının adından da anlayacağınız gibi Türkçülük yalnızca Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlandırılacak bir kavram değildir. Bundandır ki bu yazıyı burada noktalayıp sıradaki yazımız veya yazılarımızda Türkçülük fikrinin gelişimi, kolları ve Turancılığa evrimini konuşacağız. Takipte kalınız, hoşça kalınız…
Metin Emre Kuşçu
2 notes · View notes
yurekbali · 1 year ago
Text
Tumblr media
- Osmanlı Destancısı - Yaşayan önemli şairlerimizden biri, bir gün “Solcular Yahya Kemal’e arka çıksalardı, bu kadar sağa kaymazdı değil mi” diye sormuştu. Yaşamının yarısından çoğu Avrupa’da geçmiş, bir türlü Avrupalılığı kavrayamamış bir şairin solcular arka çıkıyor diye sola yönelmesi olası mıydı? Sanmıyorum. Yahya Kemal, “Şarklı” da değil, hep “Osmanlı” olmuştur. Birçok şeyi bilmez miydi? Bilmesi gerekir. Neden gerilerden, uzaklardan geliyor, bir daha yenilenmeyecek, benimsenmeyecek bir geçmişin özlemini duyuyordu? Yahya Kemal sakıncasız ve korkusuz olandan yanaydı. Nitekim yenici Mustafa Kemal’den hep korkmuştu. Bu korkusundan olacak, bir süre yurda gelememiş, dışarda beklemişti. Yakınları bağışlatınca da ayaklarına kapanarak gölgesine sığınmıştı. Bu yıl, Yahya Kemal’in yüzüncü doğum yılı kutlanıyor. Demek yaşasa yüz yaşını doldurmuş olacaktı. Nice yüzyılını doldurmuşlardan biri mi olacaktı? Olsa bile Park Otel kalmadığına göre, benzer bir otelin içkili salonunda gençlere görünecek miydi? Nadir Nadi ustamız anlatır, bir gün İstiklal Caddesi’nde kol kola yürüyorlarmış, söz Nâzım Hikmet’ten açılmış. Solculuk propagandası yapmak suçuyla birkaç yıldır hapiste yatan Nâzım’a birlikte acımışlar. Nadir Nadi, düşündüklerinden ötürü bir insanın hapiste yatmasına karşı olduğunu söylemiş. Yahya Kemal, her tehlikeli yeninin toplumda sürekli bir tepki yaratacağını öne sürmüş. Ardından çok soğukkanlı, basit bir gerçeği tekrarlıyormuşcasına: “Gelecek onlarındır” demiş. Nadir Nadi, “Önümüzdeki geleceğin ‘onlarda’ olduğuna inandığı hâlde ‘onlara’ katılmak şöyle dursun, acılarına bile üzülmeyi gerekli bulmuyordu” diyor. Şair için duyarlı kişi derler, böyle şair mi olur? Nâzım Hikmet’in annesi af kampanyası başladığında Nâzım Hikmet için Köprü üstünde imza topluyor. Bu sırada Yahya Kemal oradan geçmektedir. Değil imza vermek, görünmemek için yolunu değiştirir ve soluğu Falih Rıfkı’nın Dünya Gazetesi’nde alır. Falih Rıfkı’ya, Nâzım’ın annesine Köprü’de rastladığını, ondan kaçtığını şöyle anlatır: “Canân’ı gördüm, Köprü’de oğlunun bağışlanması için imza topluyordu. Hemen kaçtım, Canân bir lâşeydi”. Bir zamanlar şiirler yazılan, geçtiği yollarda beklenen bu güzel kadın onun dilinde “lâşe” oluyordu. Falih Rıfkı, “Onun yerine ben utandım” diyor. Bir Boğaziçi yalısında ölümünden sonra konuşulurken, “Mustafa Kemal mi” demiş. “Onu biz çıkardık. Eğer Sakarya’da yenilseydi, yerine bir yenisini koyardık.” Bazı şairler için çok şey söylenmez, ulu orta konuşulur, bunu da şaka kabul edenler olur. Ama bir şaire söylediklerinden ötürü dünya görüşü yükünü de sırtına vurdun mu eleştirilir, açıkları ortaya dökülür. Sırtındakiler defolu bir kumaş gibi sırıtır. Mustafa Kemal’e karşı Yahya Kemal!.. Her şey olur da, işte bu olmaz, bininci doğum yıl dönümünü yapsalar bile. Böyle anmalarda şairlerin sadece şiirlerinden, sanatından söz edilse denecek bir şey yoktur, siyasete koydukları ağırlık unutulur. Fakat şairler ve şiirleri ilerlemeye engel olan bir araç olarak kullanılmak istenirse, o zaman şairlerin siyasal tutumları da herkese göre eleştirilir. Yahya Kemal’in gençliği Paris’te olsun, memlekette olsun İttihatçıların arasında geçmiştir. Yeni Mecmua’da yazmasına karşın Ziya Gökalp de üstadı tutmazdı. Boşuna, “Harabisin harabati değilsin / Gözün mazidedir âti değilsin” dememiştir. Buna karşılık Yahya Kemal, kendinin “gelecek”, “âti” olduğuna inanmıştır. Yanıtı şöyle: “Ne harabi ne harabatiyim / Kökü mazide olan âtiyim”. Düşünce biçimi, inanışları, şiirleri, yazışı ile kimse Yahya Kemal için “gelecektir” diyemez. Değişik türleri deneyen bir şiir ustası olabilir. Her gün İttihat ve Terakki Genel Merkezi’ne gelen Yahya Kemal, fazla ilgi bulmasa bile onlardan ayrılamazdı. Birçok arkadaşı vardı. Falih Rıfkı Atay şöyle der: “Yahya Kemal bulunmadığı zamanlarda Ziya Gökalp’in çevresindeki gençlere, başlıca öğüdü, Yahya Kemal’i sevin ama benzemeyin idi.” Zaten, üstat kendinden başka kimseye benzemez, bunca yıl kimse de ona benzemedi ve benzemek de istemedi. NOT: Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal’in, Yakup Kadri, Ruşen Eşref Ünaydın, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi çok yakın arkadaşlarından biridir. Bir dönem vardır ki yedikleri, içtikleri ayrı gitmez. Bu yazıyı yazarken, Falih Rıfkı’nın Dünya Gazetesi’nde 2 Mayıs 1965 gününde yazdığı kesik, elimde değildi, sonra buldum. Bu yazıdan bir parçayı alıyorum: “... Ben yere kapanarak Atatürk’ün ayağını öpen tek adam hatırlarım: Yahya Kemal! Bursa’da ilk rastlayışımda öpmüştür. Acaba Anadolu’ya gitmek için kendisine yollanan para ile, Eskişehir bozgunu üzerine paniğe uğrayarak Bulgaristan’a gitmiş olduğunu unutturmak için mi idi? Öyle de olsa, tozlu ayağını öptüğü Atatürk öldükten sonra, eğer bana anlatılan doğru ise, bir Boğaziçi yalısında: ‘Mustafa Kemal diye bir kahramanı, o zamanlar lazım olduğu için biz icat ettik’ dememeli idi.” “... Yahya Kemal, Osmanlı emperyalizmi destancısı idi. Yeni Türkiye’yi doğuşundan bu yana hiçbir yanı ile benimsememiştir. Ne Türkçü, ne Türkçeci, ne de cumhuriyetçi idi. Büyük şair olduğuna inananlar, o benimsemediği için, Türkçülük, Türkçecilik ve cumhuriyetçiliklerini mi bırakacaklar? Yahut, fikirlerini ve inançlarını benimsemedikleri için şiirlerini mi okumayacaklar?” - Mehmed Kemal, Osmanlı Destancısı (Cumhuriyet Gazetesi, 4 Aralık 1984, Politika ve Ötesi) - Görsel: Yahya Kemal Beyatlı
15 notes · View notes
hicbiryeregitmeyenyol · 2 years ago
Text
pendikte hüdapar binasını görünce laik atak geçirdim bünyeye ittihat ve terakki ruhu zuhur etti
9 notes · View notes
hetesiya · 1 year ago
Text
100 YILLIK, İNKAR ÜZERİNE KURGULANMIŞ VE HALA UYGULANMAK İSTENEN SENARYO
Cumhuriyet kurulduğu yıllarda İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olanlar dahil
ülke genelinde Rum,Ermeni,Laz,Süryani ve Kürdlere yönelik çok büyük etnik temizlikler yapıldı. Kıyımlardan geriye kalan "Kılıç artıkları" sürgün ve mecburi iskan uygulamaları ile asimile edilmeye başlandı.
Kürd'ler dışında başta Çerkes'ler olmak üzere azınlıkların çoğu önce anadilleri unutturuldu ve neredeyse tamamen asimile edildiler. Tek parti döneminde "açık oy,gizli sayım" kuralına göre yapılan seçimlerde millet vekilleri CHP genel merkezinde,bir kaç kişi tarafından atama ile belirleniyordu.Seçmenin tercih hakkı yoktu. Dış baskılar sonucu CHP içinde yer alan millet vekillerinin kurduğu DP parti ile (1946) çok partili sisteme geçildi.Tekçi düzenin izin verdiği oranda seçmen göstermelikte olsa en oy kullanma hakkını elde etti.Yapılan ikinci seçimde (1950) DP iktidar oldu.
Bu partiyi kuranlar arasında Kurtuluş savaşında Galip hoca kod ismi ile önemli çalışmalar yapmış, meclisi mebusan üyesi,Cumhuriyetin ilk yıllarında iktisat bakanı olarak ekonomik yapısına yön vermiş, Atatürk'ün son başbakanı ve 50 ve 60'lı yıllar arasında asker k��kenli olmayan ilk Cumhur Başkanı Celal Bayar. Digeri Atatürk'ün özellikle millet vekili olmasını ıstarla istediği ve başbakan Adnan Menderes'ti.
Tek parti döneminde söz hakkı tanınmayan,varlığı görmezden gelinen halkın çok partili sisteme geçiş ile birlikte oyu değer kazandı. Tek parti dönemine karşı yeni dönemin unutulmaz sloganı "Yeter söz milletindir" olmuştu.
Oy sahibi Kürd ileri gelenleri ve eşraf kesimi oluşan çok partili sistemde yerlerini aldılar.Parti tercihinde tek parti dönemindeki uygulamalarda sürgün edilen,cezaya
çarptırılan ya da atasının mezar yerleri bile olmayanları yeniden sistem içine çekmek için yeni kurulan Demokrat Partide yer verildi. Sistem içinde kalmaları için millet vekili ve bakan bile yapıldılar.
Celal Bayar'ın sivil kökenli ilk Cumhur Başkanı olması ve DP'nin Kürd ileri gelen ve oy sahibi ailelelere siyaset yapma olağı tanıması gibi konular oligarşik yönetimi rahatsız etti ve darbe yapıldı.
Yine aynı yıllarda uygulanan yasaklara rağmen Barzani hareketinin varlığı ve ulusal karekteri ile diğer iki parçada olduğu gibi Kuzey Kürdistan'da da halk ve gençlik üzerinde etkili oldu. Legal planda eğitimli Kürd gençliği Türk solundan ayrılarak ulusal ilkeler ile DDKO bünyesinde örgütlendiler.
27 Mayısta yapılan askeri darbe olmasına rağmen devrim denilerek yıllarca resmi bayram olarak kutlandı. Darbenin lideri Cemal Gürsel'in ilk unutulmaz söylemlerinden biri de "Kim ben Kürd'üm derse suratına tükürün" olmuştu.
Çok partili sisteme geçiş ile birlikte terk edilmek zorunda kalınan tekçi yönetim sonrası ortaya çıkan boşluklar darbe sonrası çıkarılan yeni yasalar ve oluşturulan kurumlar ile doldurulmaya çalışıldı.Bunlardan en önemlisi iktidarları ve yasama organı olan meclisi "Demokles'in kılıcı gibi" denetleyen T.C. Senatosu'nun kurulmasıydı.
Yasal düzenleme ile eski Cumhur Başkanlarına ve darbeye katılan subaylara yaşamlarının garantiye alınması için tabii senatörlük (ömür boyu) hakkı tanındı.
Yaş haddinden dolayı idam edilmeyen Celal Bayar'a da eski Cumhur Başkanı olduğu için teklif edilmesine rağmen "Demokrasilerde
tabii senatörlük yoktur"diye yapılan öneriyi reddetmiş.Senato bu görevi 1961'den 80 yılına kadar yaptı.
İçeride ve dışarıda darbeye karşı tepkilerini azatmak ve ilerici bir görüntü kazanmak için örgütlenme, basın-yayın gibi bazı alanlar da kısmen özgürlükler tanındı. Coğu kitap üzerinde yasaklar kaldırıldı.Tanınan demokratik haklara karşı gerektiğinde kullanılmak üzere ülkede ırkçı hareketlerin de belli odaklar tarafından örgütlenmesine başlandı.
Alınan bütün önlemlere rağmen tekçi yönetim anlayışı tehlikeye girip ülkeyi yönetmeye yetmeyince daha emekleme aşamasında olan sosyalist hareketler içerisinde gelişen Kürd ulusal bilincinin önünü kesmek için 70'de tekrar darbe yapıldı.Her darbe sonrası olduğu gibi bu darbe sonrası tekci anlayısı koruyacak şekilde devlet yeniden organize edildi.
Yok edilen önder kadrolara ve alınan bütün önlemlere rağmen 74'te Ecevit affı ile birlikte yeniden güçlenen sol ve Kürd ulusal hareketlerine karşı önceden örgütlenmiş olan ülkücü kesim arasındaki mücadele sokağa taşındı.Gençlik üzerinden yapılan provakatif eylemler ile çatışmalara özellikle yol verildi.
Sivil siyasetin çatışmaların önünü alamadığı gerekçesi ile 80'de yeniden darbe yapıldı.
Legal siyasete yeniden kırmızı çizgilerle ayar verildi.Tekçi düzeni korumak için yeni anayasa yazıldı.
Özellikle polis cezaevine atılan Kürd gençlerinin ulusal kimliklerini yok ederek itirafçı yapıp onurlarını kırmak için akıl almaz insanlık dışı uygulamalar başlatıldı.
Diyarbakır Cezaevinde uygulanan insanlık dışı ve özel uygulamalara karşı ortaya konulan direniş ve sonucuna katlanarak yapılan siyasi savunmalar Kürd halkında ulusal bilincin gelişmesine yol açtı. Gelişen olaylarla birlikte 90'lı yıllarda "Ver kurtul",yada "Vur kurtul" tartışılmaya başlandı.Gelişmelerin önünü almak için"Vur kurtul" tercih edildi. Kürd'ler adına yapılan provakatif eylemlerle birlikte faili belli cinayetlerin işlendiği kabus dolu yıllar başlatıldı.
Kurtarılmış Bölge anlayışı ile 4 parça Kürdistan'ı birleştirme iddiası ile yola çıkanlara içeriden yapılan müdahale ve yönlendirme ile "Kürdistan'ı çöpe attık" dedirttiler."Demokratik modernite" ile Türkiye"lileşmek savunulmaya başlandı. "Bedel ödedik" diyerek bedel ödemeyenler bedel ödeyenler üzerinden atanmış siyaset yapanlar legal siyasette yerlerini aldılar. Böylece legal siyasette tabanda giderek güçlenen ulusal bilince engel olmak için sınıf mücadelesi ulusal taleplerin önüne konuldu.
Tekçi iradenin koruyucusu CHP önderliğinde faili belli cinayetlerin işlendiği dönemin sorumluları ile dolaylıda olsa ilkesiz kuruldu.
Muhalefet partilerinde de Kürd ulusal taleplerine karşı statükocu rejimin milliyetçi çizgisini korumak iktidar olmaktan daha öncelikli hale geldi. Tekçi anlayıştan kaynaklanan sorunlara uzun vadeli çözüm üretmek yerine iktidar ile muhalefet arasındaki siyasi mücadele günlük sorunlara indirgendi.Sağ ve solda siyaset yaptıgını iddia eden partiler gerek ittifak kurarak,gerekse tek başlarına meclis çoğunluğunu sağlamalarına rağmen şikayet ettikleri K.Evren'in yaptığı anayasa değiştirmediler,değiştirmek istenmedi.
12 Eylül sonrası yapılan her seçimde yazılı senaryonun devamı olacak şekilde seçmen önüne konulan iki partili,ya da oluşturulan ikili ittifaktan birini tercih etmek zorunda bırakıldı.Gövdesi Kürd olan parti atanmış yöneticileri Türk solu ile birlikte senaryoya uyum sağladı.
Önceki seçimlerde olduğu gibi son seçimde de son çara "Hatırım için oy verin" diyerek Kılıcdaroğlu'nda yana oy bile istendi. "AKP'den kurtulmak için tek çare CHP'ye oy vermek" deniyordu.İnancı Türkçülük ile harmanlayıp savunan AKP'den kurtulalım ancak Türkçülüğün ve ötekileştirmenin kuramını oluşturan ve hala savunan CHP'den kurtulmak için ne yapmak gerektiğine değinilmiyor.
Fazla uzun olmasın diye tarihi bilgilere kısaca değinmek zorunda kaldım,umarım yazım anlaşılır.
Kürd'ler oluşan bu ikili sistemde önce Andımız gibi millet vekili olmak için edilen ırkçı yeminin kaldırılmasını kabul eden partiler ile ittifak kurmalı. Başta "Türk solu" olmak üzere yeminin değişmesini kabul eden yoksa ittifak kurmamalı. Yüz yıllık inkar üzerine uygulanan senaryoda Kürd'ler figüran olarak rol almak zorunda değiller.İkinci yüzyılda da asimile edilmemek için Kürd'ler ulusal ilkeleri ile kendi senaryolarını yazmak zorundalar.
A.Güllüoğlu.
2 notes · View notes
mulahazat · 1 year ago
Text
İki gündür ittihat ve terakki çalışmaktan dağa çıkma isteği hasıl oldu… ne için olduğu farketmez kahvaltıda zeytin yemek için bile olabilir (devletim ciddiye almasın tşk tşk)
2 notes · View notes
operasyon · 1 year ago
Text
Yalnız seçimler de şöyle bir aldatmaca var.
"Filanca gitsin de..."
"O bi gitse her şey güzel olacak" ............
Yazık bu gençliği sahte umutlarla kandırmaya, poltikacıların orta oyununa halkı figüran etmeye yazık!
Çünkü filancanın gitmesinin hiç bir şeyi çözmediğini kendi hayatımdan biliyorum.
Filanca gitsin dediğim ilk kişi Özal'dı.
Askeri darbenin başbakanı olarak "Özal bi gitse, darbenin kalıntısı da gitmiş olacak, memleket asker gölgesinden sıyrılıp kendi doğal politik çizgilerini oluşturabilecek" diye düşünürdüm.
Bu sefer kesin gidecek dediğim hiç bir anda Özal gitmedi. Seçimleri sildi süpürdü.
Sonra hiç beklemediğim bir anda Özal gidiverdi.
Yerlerine kim geldi? Çiller- Ağar - Doğan Güreş, Erbakan vs...
Gelenler öyle bir geldiler ki... gideni de aratır oldular.
Artık kendi kendime " Özal bile demokratmış vay be, vicdanlı, insaf sahibi adammış değerini bilememişiz" demeye başladım.
İkinci fasıl buydu: Artık gitmesi her şeyi düzeltecek olan Çiller, Erbakan, Ağar vb'leriydi.
Yaptıkları yakın tarih. Memleket hayrına ne yapmışlar herkese açık bilgiler.
Bunlar gidince her şey düzelecek diyordum. Bunlardan daha kötüsü olamaz diyordum. "Bunlar bi gitse" diyordum.
Onlar gitti yerine bir koalisyon. Anayol, anasol vb isimlerle anılan dyp anap dsp mhp dışardan chp destekli hükümetler oldu.
Gidenlere kıyasla demokratiktiler ama... öyle bir hal oldu ki, öyle bir tuzak kurulmuştu ki ülkenin kanı kurumuş gibiydi. Ekonomi yine felç haldeydi. Ülkede rüzgar bile esmiyor yaprak kımıldamıyor gibi bir algı vardı bende. Yeni hiçbir şey yok. Sanki ülkenin üstüne ölü toprağı serpilmiş.
Öyle bıkmıştım ki, durgunluk öyle bir haldeydeki, "yav bunlardan daha iyi yada daha kötü farketmez, ülkede bir değişim olsun, bir şeyler değişsin de ister iyiye değişsin ister daha kötüye, çünkü bu durgunluk kendi başına bir felç hali" diye düşündüm.
Meğer o durgunluk hali de kurgusalmış. Yapay krizlerle bu günkü iktidarın alt yapısı hazırlanmaktaymış.
Onlar gtti akp geldi.
Ben mi çok elit bir seçmenim kimseyi beğenmiyorum. Yoksa bu politik zevat birbirinden ne kadar farklı görünürse görünsün temel de aynı mı?
Aklımdan geçen bunca "filanca gitsin her şey çok güzel olacaktan sonra" ben hala inanır mıyım bu söze?
Beni biri de kandırmadı ki bu günkü gibi, ben kendim kanmak istiyordum değişime.
Artık bu duygu keşfedildiğinden ayrıca yalanda söyleniyor. Her şey değişecek miş gibi....
Değişmez yada çok az şey değişir. Çünkü aslında ne oluyor? Ben elit seçmen değilim. Önüm de ki seçenekler temelde birbirinin aynısı, sadece detay farklar var. Birbirinin benzeri politik figürler gelip gidiyor. Aslında o küçük farklara ve değişen yüzlere rağmen, sahne aynı, oyuncular aynı, seyirciler aynı.
Genel çoğunluğuyla gerici bir halk, içlerinden çıkardıkları herhangi birini ilahlaştırıp tapıyor. O kişi genellikle emperyalizmle de uyumlu bir tip oluyor. Yani hem yurtiçinde kullanışlı hem yurtdışında sorunsuz. O zaman halkın içinde azınlığın ne önemi var?
Onlar sürünsün, ölsün.
Adam - adı soyadı da belli de aklımda yok - Menderes uçak kazasından kurtulunca, hava alanına indiğinde 7 yaşındaki çocuğunu Menderes'e kurban olarak kesmeye çalışıyor. Çocuğu adamın elinden zor kurtarıyorlar.
Böyle akıl dışı, böyle azgın bir gericilik karşısındayız.
Bu gericilik kendi içinde politikacı arayıpta bulamayacak mı?
Ali gider veli gelir, yüzler değişir, her şey yine özü itibariyle aynı kalır.
İşte bu nedenle herhangi bir politikacıyı şeytanlaştıran, günah keçisi yapan, o gitse her şey çözülecek, tüm dertler bitecekmiş gibi yapan kişi-ler kendileri aldatıcıdır. Bunu söyleyen yaşlıysa aldatıcıdır, buna inanan gençler olur, onlar da kendini kandırmaktadır.
Günah keçileri bulmak sorunun özünü gözlerden gizlemektir.
Direk kitaptan sayfaları almıştım buraya, yüz yılı geçti Refik Halid'in muhtemelen ittihat terakki liderleri için yazdığı yazıyı al bu güne koy hiç garip kaçıyor mu?
Daha Türkiye Cumhuriyet'i yok. Osmanlı meclisinde bile durum aynı.
Öyleyse sorunu gerçekçi gözlerle görmek, çözümü de öyle önermek gerekir.
Kesin olanı, günah keçisi politikacılar yok. Halk bu.
İşte chp eleştirilerimin temeli zaten tam halkın bu durumda olmasından kaynaklı.
Kardeşim halkın gerici. Dinini yanlış biliyor yada bilmiyor. Tarihini yanlış biliyor yada bilmiyor. Dilini bile yanlış biliyor yada hiç bilmiyor.
Ne yapacaksın?
İşte kötü politikacı ne der?
Madem eldeki malzeme bu biz de onların hoşuna gidelim. Seçimi öyle kazanalım. Bu türe örnek Atatürk sonrası bütün chp.
İyi politikacı ne yapar?
Saymama gerek yok. Atatürk'ün yaptıklarını yapar. Halka teslim olmaz. Onları dönüştürür. Onları eğitir. Onları aydınlatır. Onlara dillerini öğretir. Onlara dinlerini öğretir. Onları içine düştükleri karanlıktan kurtarmak için bilimin ışıklarını yakar.
Gördünüz mü böyle bir politikacı?
Ben görmedim.
Son kurtarıcınız Kılıçdar hangi bir gün bu halkı aydınlatalım, madem ki bir etkimiz var, bu gün tarihi gerçekleri anlatalım, bu gün gerçek dini anlatalım, bu gün Türkçe'nin en güzel örneklerini yüceltelim mi dedi yoksa sen şunu dedin ben bunu dedim polemiklerinin içinde mi gezinip durdu?
Hazineden aldıkları milyonları nereye harcıyor bu adamlar?
Halkı aydınlatmak adına tek bir hareketleri oldu mu, beş kuruş harcamışlar mıdır?
Henüz hiç bir sonuç açıklanmadı ama oy verme işlemleri bitti şu anda.
Kazanırsanız, beklediğiniz zaferin gelmeyeceğini bilin diye paylaştım tecrübelerimi.
Kaybederseniz ki, beklentim o. Büyük bir şey kaybetmediniz çünkü zaferiniz çok cılız, çok kısa süreli olacaktı zaten.
Bu ülkenin ve insanların kurtuluşu cumhuriyetin ilk yıllarında ki çalışkanlıkla, fedakarlıkla, aydınlanma bilinciyle ancak başarılabilir.
Var mı böyle insanlar?
Hali hazırda çok az yada yok.
O zaman bir kurtuluş yok.
Herkes kendini dönüştürecek. Herkes çevresini dönüştürecek. Akıllı olacak, uyanık olacak, sorgulayıcı olacak. Hiç bir ezbere gözü kapalı eyvallah etmeyecek. Ancak o zaman gerçekten bir şeyler başarılabilir.
2 notes · View notes
turkishpashaenjoyer · 9 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
POV: Enver is being done with Yakup's wild actions vol 1
0 notes
antiquesart-ceramics · 5 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İki cumhuriyet dönemi porselenlerinden, ikisinin de desenleri cumhuriyet dönemi özelliklerini yansıtıyor. İkisinin de tarzı farklı. Aşağıdaki kapaklı pilavlık avrupa ve türk kültür karışımı. Alttaki Sümerbank üretimi olması lazım. Çok güzel mavi rengi var. Yukarıdaki ya İttihat ve terakki dönemi ya da ilk cumhuriyet dönemi özelliklerini yansıtıyor. O dönem Avrupa'da Art Nouveau / Jugenstil diye geçerken bizde bambaşka bir stil ortaya çıkıyordu. Bunlar tarihe örnek olacak çok önemli porselen desenleri. Türkler Avrupalıları kopya etmiyorlardı, Geç Osmanlı döneminde ve ilk Cumhuriyet döneminde bile sanatta inovasyon bu topraklarda mevcuttu. Ancak reklam ve propaganda bizde zayıftı. Atatürk'ün muhteşem zekası ile türk kültürünün moderleşmiş hali ilk Cumhuriyet dönemlerinde Avrupa'ya giden heyetlerce nakledilmişti. Yani uluslararası fuarlara ek olarak halkla ilişkiler de eklenerek türk kültürü yurt dışına nakledilmişti. Bugünkü bilmeyen ve bilmesi gereken şahıslara duyurulur!
0 notes
nyctophilia-35 · 2 years ago
Text
17 notes · View notes
erol25030 · 16 days ago
Video
youtube
Besim Tibuk: Bugün yapılanlar bana ittihat ve terakki dönemini hatırlatı...
0 notes