#ilk yarı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Galata Wind 481 milyon lira vergi öncesi kar elde etti
Yenilenebilir enerji alanında büyüme hedefiyle faaliyetlerini sürdüren Galata Wind’in (GWIND) konsolide gelirleri 2023 yılının ilk yarısında bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla % 14,1 artarak 590,95 milyon TL olarak gerçekleşti. Şirket elektrik satış gelirlerinin yanı sıra, 2023 yılının ilk yarısında 269.738 ton karbon sertifikası satılarak 31,29 milyon TL karbon emisyon sertifika hakkı satış…
View On WordPress
0 notes
Text
bence çok fazla şey götürüyorum ya
#ama ne lazım olur bilemiyorum ilk seferde ağğğ#neyse en kötü yarı yıl tatilinde gereksiz eşyaları geri getiririm#yüküm azalır#kendi başıma taşıyamam çünkü hülülü#23
2 notes
·
View notes
Text
aksam babamla fenerin hazırlık macını izledik ilk defa anlamadığım her şeyi sorduğumda ilgiyle ve heyecanla anlatan bi futbolsever gördüm apxnspxnslxms maç izlemek o kadar da kötü bi fikir değilmis babam sevdiğimi anlayınca aşırı mutlu oldu, seni kadıköye maça götüreceğim falan diyor soxnspcnslcmsl
#sevgili günlük diye giriş yapsam yeri olan bi post aoxnspxnalxnsş#bu arada milli maç bi baskaymıs onu anladım#onun heyecanı coskusu üzüntüsü falan bi başka oluyor#90+4 dakika boyunca (ilk yarı ve ikinci yarı öncesi ara da dahil olmak üzere) hic yerimden kalkmadan izlemiştim#ve bi saatten az gibi gelmişti#ama bu bi tık sıktı#hazırlık macı olduğundan da olabilir#oyuncular yorulmasın diye çok basmiyolardı#ona rağmen 5-1 bitti mac#aldık yani#arada da farklı yarısma programları izledik#babamla vakit geçirmek harbiden cok keyifli#cok kaliteli anlar yasanıyor aoxnaoxnalxa
0 notes
Photo
'İY / MS Nedir? Taktikleri Nelerdir?' başlıklı içeriğimiz TahminTR.com 'da! #iy #ms #ilk #yarı #maç #sonucu
0 notes
Text
Tatlı Komşum! (5) (Furkan 31 Y., Manisa)
Ertesi gün öğlen yemeğinden sonra havuza doğru yürürken, sanırım Rus, iri yarı bir adamın gülümseyerek Ebru'ya selam verdiğini gördüm. Belki yanlış görmüşümdür dedim. Bir saat kadar havuzda yüzerken adamın ve yanında süpermodel bir kadının karşıdaki şezlonglara oturduğunu gördüm. Kadın direkt bikini (pardon ipkini) üstünü çıkarıp Toppless güneşlenmeye geçti. Kadın sanki, Buranın en güzeli benim, var mı meydan okuyan? der gibiydi. 5 yaşlarında bir kız çocuğu vardı yanlarında, animatörler aldı.
Havuzdan çıkıp, Ebru, karım ve ben şeklinde sıralandığımız şezlonglara uzanıp güneş gözlüğümü taktım etrafı kesmeye başladım. Adam sürekli Ebru'ya bakıyor, Ebru da kaçamak olarak adama karşılık veriyordu. Bu beni kızdırmaktan çok tahrik etti, çünkü ben de onun karısının göğüslerinden gözlerimi alamıyordum. Göğüs uçları resmen başkaldırmış yukarı doğru bakıyor, göğsü uca doğru yukarı kıvrılıyordu, hani füze gibi denir ya...
O ara karım hareketlendi. "Ne oluyor?" dedim. "Sanırım regl oluyorum, dünden beri az bir ağrım vardı, ben odaya gidip geleyim!" dedi. Eyvah yandık, eşimin regl ilk 2 gün fena sancılı oluyor ve en az 6-7 gün sürüyordu. Tatil burnumuzdan gelecek diye düşündüm. Karım gidince, Ebruya, "Ne o kız, herif seni gözleriyle sikiyor?" dedim. "Sorma hayatım, akşam hani animasyon esnasında bira almaya gittim ya, bu herif bardaydı, bana sırasını verdi, gülümseyip teşekkür ettim. Birşeyler söyledi. Barmen de tercüme etti. Ne mutlu, sıra beklerken manzaram sizsiniz mi ne demiş. Gülümseyip teşekkür ettim. O saatten beri adam heryerde, sabah kahvaltıda tam karşımda çaprazda, sonra havuz da karşımda, öğlen yemeğinde karşımda, yemek alırken ensemde, sabah kahve makinasının orda dayayacak kadar yaklaştı nerdeyse!" dedi.
"Ne o, zevk mi aldın?" dedim. "Baştan korktum, ama şimdi cayır cayır yanıyor amım! Karısı süper güzel, adam bana niye bakar ki?" dedi. "Sen de en az karısı kadar güzelsin yavrum! Eeee, ne olacak şimdi? Adam bir hafta peşinden ayrılmaz, ya bir kuytuda bastırırsa, baksana ilk sabah sıkıştıracakmış!" dedim. "Bilmiyorum, sen ne dersen onu yapacağız. İstersen denize gidelim bugün, hem uzaklaşmış oluruz?" dedi. "Bakalım! Ama tahrik olduysan devam et biraz istersen, hem tatil renklenir!" dedim. "Ciddi misin?" dedi yüzüme bakıp. "Çok ileri gitmeden!" dedim gülerek. "Tamam!" dedi.
Havuza girip biraz yüzdük, tabii şakalaşarak. "Söndü mü biraz ateşin?" dedim amını işaret edip. "Nerdeee! Ancak sokarsan alırsın ateşimi, sikmen lazım!" dedi. "Kim alevlendirdiyse o söndürsün!" dedim gülerek. "Söndürtürsem görürsün!" dedi, güldü. İkimiz de şaka yapıyorduk güya, ama alttan alta da merak, tahrik herşey vardı. Tam o sırada kadın kalkıp sıcak tarzı bir hareketler yaptı kocasına ve havuza atladı. Kadın senkronize yüzmeciydi kesin, suyun içinde kuğu gibiydi. Ağzımız açık ona bakıyorduk. Herhalde dalmışız. Sonra kendime gelip, şezlongta bira yudumlayan adama kaydı gözüm. Adam gülümsüyor, bir karısına, bir Ebru'ya bakıyordu. Ama eli ile şortunu düzeltir gibi bir hareket yaptı. Ebru herhalde havuzu ısıtmıştı ateşiyle.
Havuz Bar'ın arkasında alt kata inen merdivenler vardı. Alt katta kadın ve erkek tuvaletleri ve geniş bir alanda ilave şezlong ve sandalyelerin üstüste yığıldığı depolama alanı vardı. Ebru'ya, "Bar'ın ordaki tuvaletlere git bakalım, gelecek mi adam, hem gelirken de bize bira al bardan!" dedim. "Başımıza iş açacağız bak!" dedi. "Birşey olmaz!" dedim.
Ebru çıktı havuzdan, biraz kurulanıp tuvaletlere doğru gitti. 30 saniye sonra adam da peşinden. Bu arada ben de kadını izliyordum, aval aval havuzun ortasında dikilip kalmıştım. Kadın tek damla su sıçratmadan yanımdan geçerken, bana bakıp gülümsedi ve kırık bir Türkçeyle, "Pardon, birşey mi oldu?" dedi. Bir an gülümsedim, "Yok, sanki olimpiyatlarda senkronize yüzme seyrediyorum, yüzmüyor adeta suda dans ediyorsunuz!" dedim. "Teşekkür ederim, gençliğimde yapmıştım o sporu, ordan kalma!" dedi. "Yani halen sporun içindesiniz, çünkü daha çok gençsiniz!" dedim. "Oooo, kadınlarla konuşmayı biliyorsunuz!" dedi.
Ben de, "Aslında suda olmasak elimin ayağımın titrediğini görürdünüz!" dedim. "Neden ki?" dedi. "Hayranlıktan!" dedim. "Ay teşekkür ederim, ben Olga!" dedi suda elini uzatıp. "Ben de Furkan!" dedim. "Sizin de yanınızda hayran olunacak kadar güzel bayanlar var, kim onlar?" dedi. "Karım ve baldızım!" dedim. "Baldız baldan tatlı mı, siz Türkler öyle diyorsunuz ya! Havuzdaki hareketlerden onu anladım da!" dedi gülerek. Gülümsedim cevapsız.
Olga, "Türkçeyi nerde öğrendin diyeceksiniz, klasik soru. Kocam Boris Ankara'da resmi görevli 4 yıldır!" dedi. "Ya siz?" dedim. "Ben de çevirmenlik, tercüme, kendimce birşeyler yapıyorum vakit geçsin diye!" dedi. "Ne kadar buradasınız?" derken elinde biralarla önce Ebru geldi, ardından da Boris. Olga, "Tanıştıralım, hem daha çok sohbet etme şansımız olur, böyle güzel konuşan bir adamla daha çok sohbet isterim. (muzipçe gülümseyip) Yarım saat sonra olur mu?" dedi. "Karıma bakayım, odaya gitmişti, sonra birşeyler içeriz hep beraber!" dedim. "Peki!" dedi. Ben havuzdan çıktım, Ebru, "Yürü odaya gidelim!" dedi. Biradan bir fırt aldım. Herşeyi bırakıp villalara doğru yürümeye başladık. Tam o sırada Boris'e baktım, bıyık altından gülümsüyor derler, ya tam da öyleydi bakışları.
Yolda Ebru anlattı. "Tuvalete girdim çıktım, biri elimi tuttu çekti beni, ben sen sandım bir an, sonra bu adammış! O sandalyelerin olduğu yer var ya, labirent gibi, arasına yürüttü, ne diyeceğimi bilemedim, direk dudaklarıma yapıştı, bana Türkçe çok güzelsin dedi. O kadar seri hareket ediyordu ki, dili dilimi resmen sikti, elini bacaklarıma attı ve bikinimin içinden kalçalarımı sıkmaya yoğurmaya başladı. Elim otomatikman şortuna gitti. Önce şortun üstünden okşadım, sonra da elime aldım. O an parmakları içime girdi. Bir sesler oldu, yakalanacağız diye elinden kurtulup Bar'a geldim. Biraları almış gelirken iki adım arkamdan gelip, Tadın damağımda dedi. İçimden bir ses cevap ver dedi. Benim de dedim adama!" dedi.
Ebru, "Yanıyorum, sikilmek istiyorum Furkan!" dedi. "Sen geç villana, ben iki dakika benimkine bakıp garantiye alayım!" dedim. Villaya girdim, karım perdeleri kapamış yatıyordu. "Nasıl oldun?" dedim. "Kötü!" dedi. "Ağrı kesici al!" dedim. "O da adeti düzensizleştiriyor biliyorsun, sonra 20 gün parça parça 2 gün çekecğim! Aşkım sen git eğlenmene bak, uyumak istiyorum!" dedi. Çıktım, Ebru'nun villasına gittim. Ebru yatağa yatmış çırılçıplak, bir eli amında, diğer eli göğüslerini sıkıyor, gözler kısık, "Gel ne olur, gel sok artık!" dedi...
Derin bir, "Ohhhh!" çekti daha kafası girince. Birkaç kez gidip geldim, "Oh oh oh oh!" diye klasik Ebru orgazmı başladı. "Çok doldum, yürürken yolda sokacaktım elimi amıma, ohhhh sik aşkım, sikkk!" diyor, kalçalarını ittirip beni kendine çekiyordu. "Şimdi seni Boris sikse daha iyi olurdu sanırım!" dedim. "Boris mi, adını nerden öğrendin?" dedi. "Karısı da Olga!" dedim. "Ohhhhh, sikişecek miyiz Olga ve Boris'le?" dedi. "Sikişelim mi?" dedim. "Eveeeet!" diye tekrar tekrar orgazm olmaya başladı. Halen azgındı ama...
"Olga bizi tanıştırmaya ve birşeyler içmeye çağırdı!" dedim. "Bekletmeyelim o zaman! Hadi aşkım boşalt döllerini heryerime, sonra da gidip daha çok tahrik olalım, ohhhhhh, sik amcığımı, ağzıma yüzüme boşalt, aşkımmm ohhhh, hadi Boris beklemesin!" dedi. "Verecek misin mi yavrum Boris'e?" dedim. "Vereceğimmm!" dedi. "Ohhhh, ben de Olga'yı sikeceğim!" dedim. "Sik aşkım, hem de ben sikilirken yanımda sikkkk, ohhhh, aşkımmmm, çok istiyorum o kabuklu yarağı yemek, elime alınca kimse gelmese domalıp siktirecektim orada!" dedi. "Ohhhh, geliyorum!" dediğimde, kalkıp oturdu önüme, yarağımı ağzına alıp somura somura boşalttı yarağımı...
Havuz başına gittik, Olga hepimizi tanıştırdı. Sikişten dolayı kıpkırmızıydık sanırım, Boris de Olga da sırıtıyorlardı. Havuza girdik biraz vücut ısımız düşsün diye. Ebru biraz daha cüretkar bir bikini giymişti. Gözler birbirine kilitlenmişti, Olga ile ben, Boris ile Ebru. Boris hareket yaptı, bira içelim mi diye. Kafa salladık. Çıkıp kurulanıp peşlerinden Bar'a gittik. Barmen imalı imalı bakıyordu biraları alırken. Olga, "Çabuk geldiniz?" dedi. Ben de, "Ebru'yu Boris hazırlamış zaten!" dedim. Gülüştük sırf. Ebru utanıp gözlerini kaçırdı Boris'ten...
Boris, "Ne yapalım, bizim odaya geçelim mi?" dedi. "Yok, tüm gün ortadan kaybolmak doğru olmaz, çocuklar falan arar, ortalık karışmasın, akşam daha müsait!" dedim. Boris ve Ebru'nun hevesi kırılsa da, Olga lafa girdi, "Furkan doğru söylüyor, Svetlana da var hem, arar odaya gelir falan, mantıklı olalım!" dedi kocasına. Ben de Ebru'ya, "Siz gidip ateşi biraz daha harlayın!" dedim. Boris anlamamıştı sanırım, "Harlamak?" dedi. Ebru, "Gel!" dedi Boris'e, tuvaletlere doğru yürüdü, Boris de 5 metre arkasından. Olga bana bakıp gülümsüyor, "Biz ne zaman harlayacağız?" diyordu. "Gel o zaman!" dedim. Biz de lavabolara yürüdük...
Usulca sandalyelerin arasına girdik. Boris iki parmağını ebrunun amcığına sokmuş, diğer elinin orta parmağı göt deliğinde, Ebru Boris'in yarağını avuçlamış, deliler gibi öpüşüyorlar. Ebru'nun hareketlerinden anladığım kadarıyla Boris'in parmaklarıyla orgazm oluyordu. Sesimizi duyunca göz ucuyla bakıp devam ettiler, tüm otel gelse o an duracak durumda değillerdi zaten. Birkaç metre ötelerine labirentin köşesine doğru geçip, Olga'nın dudaklara yumuldum. Bir elimle göğüslerini sıkarken, diğeriyle götünü avuçlamış okşuyordum. O da elini yarağıma atıp okşamaya başladı.
Bir dakia geçmeden sandalye yığınına Olga'nın ellerini dayayıp, kalçasını geri doğru alıp, arkasında yere çöktüm, amını ve göt deliğini yalamaya başladım. "Uhhhh, buna dayanamam işte, aklımı mı okudun?" dedi fısıltıyla. Sol tarafımızda birkaç metre ötede Ebru diz çökmüş Boris'in yarağını koparırcasına emiyor, Boris de hafif bükülmüş halde Ebru'nun göğüslerini okşuyordu. Sağ tarafımda bir hareket sezinledim, kafamı çevirmeden göz ucuyla baktım, ama Olga'yı yalamaya devam ediyordum. Olga, "Offf, offff, ohhhh!" diye inlerken, 10 metre ötemizde sandalye yığınının arkasında bir gölge gördüm. Ayağa kalkıp yarağımı Olga'nın amına sapladım. Derin bir, "Ohhhhh!" çıktı ikimizden de. Olga, "Dayanamadın mı?" dedi fısıltıyla. "Dayanılır mı bu güzelliğe?" dedim. "Sik o zaman!" dedi...
Hafif kafamı çevirdim, yine göz ucuyla baktım. Temizlikçilerden biriydi, zenci bir kadın. Farkettiğim, aşağısı görünmese de eli hareket ediyordu, bizi seyredip kendine dokunuyordu. Bu arada Boris boşalmış, Ebru yalanıyordu. Şimdi solda 2 seyirci, sağda bir seyirci varken, yarım saat önce tanıştığım Rus karısının amına pompalıyordum. Olga titriyor, orgazm oluyor, kasılıp tekrar salıyordu kendini. Boşalacağımı hissettiğimde yarağımı aniden amından çekip göt deliğine bastırdım. "Ahh!" diye küçük bir çığlık atsa da, flop sesiyle götüne daldım. "Bu muhteşem!"deyip parmaklarını amına atıp tekrar titreyip kasılmaya başladı. İşte o an ılık ılık aktım götünün içine...
Kafamı çevirdim aleni, zenci temizlikçi kadınla gözgöze geldik. Kadın fırlayıp kaçtı. Hepimiz toparlanıp teker teker çıktık labirentten. Ben Ebru'yla bar'a doğru giderken, "Aşkım, Boris yarağını sokmadan parmaklarıyla 3 kez orgazm etti beni!" dedi ve yanağımdan öpüp, "Sen de iyi siktin karıyı!" dedi göz kırparak. Biraları alıp bizim şezlonglara gittik. Boris, "Başlangıcı böyleyse gece çok güzel olacak!" dedi. Gülüşüp sohbet ettik...
Akşam yemeği için hazırlanmaya gittik. Karım uyanmış, ama darmadağın halde yatakta oturuyordu. "Ağrıdan uyuyamadım!" dedi. Duş alıp hazırlanırken oğlumuz geldi, onu da duşa sokup, sonra da giyinmesi için birşeyler çıkardım. "Gelebilecek durumda mısın?" dedim. "Yok!" dedi karım. Restorana gidip yiyecek birşeyler aldım. "Şu ağrı kesiciyi iç!" dedim. "Yok, bu gece dinlenirsem sabaha geçer umarım!" dedi. "Ama aklım sende kalıyor!" dedim. "Yok aşkım, sen git tatili zehir etme, bak ben de üzülürüm!" dedi. Oğlan fırlayıp gitti zaten, ben de çıkıp Ebru'nun kapıyı çaldım.
Onun oğlanlar da gitmiş. Siyah kısa fırfırlı eteği olan boyundan bağlamalı sırtı açık bir elbise giymiş, ayağında rugan topuklu ayakkabıları, sütyensiz göğüsleri. Küçük salınışlarda eteği kaldırıp baktım, siyah bir tanga. Azıcık makyaj yapmış. "Ufff yavrum, Boris'e mi süslendin böyle?" dedim. "İstersen gitmeyelim onların yanına, tüm gece sik beni aşkım!" dedi ama yarım ağızla. "Siktir ordan, amcığın şimdiden suları salmış Boris diye!" dedim götünü avuçlayıp. "Doğru valla!" dedi kırıtıp gülerek. Sonra çantasına uzanıp, "Şunu iç!" dedi. "Ne bu?" dedim. "Zerzevatın ilaçlarından, doktor vermişti, bu gece sana lazım olacak!" dedi. "İhtiyacım yok!" dedim artistçe. "Bence iç, Olga seni mahvedecek!" dedi. Aldım içtim.
Yemek salonuna girince Olga el kaldırdı oturdukları yerden. Yanlarına gidince ikisi de ayağa kalktı. Sanki Ebru ile sözleşmişler, Ebru'nun kıyafetinin sarısı vardı Olga'da da. Ebru gülümseyip bir marka söyledi, Olga da, "Evet, aynı marka!" dedi. Erkekler olarak kalkıp tabak hazırladık. Sonra içecekler geldi. Hepimiz rakı söyledik. Herkes sessiz ama seri biçimde birşeyler atıştırdı, ama sadece birkaç lokma. Rakı bitince kalktık...
Odaları bizim villalarının çaprazındaydı. Villalar tarafına geçip, yürüyüş yoluna girince, Boris Ebru'yu çekip öpmeye, götünü avuçlayıp, sarılarak yürümeye başladı. Bense Olga'nın elini tuttum. Olga diğer eliyle pazumu tutup, başını omzuma koydu ve "Çok incesin!" dedi kulağıma. Odalarına girince birer shot tekila doldurdu Boris, şerefe deyip fondipledik. Boris Ebru'yu kucağına oturttu koltuğa oturup. Olga da beni koltuğa oturtup önümde diz çöktü, fermuarımı açtı ve "Bugün beni tek sikişte defalarca orgazm eden şu yarağı yalamak istiyorum!" dedi. Yarağımı avuçlayıp, "Hımmm!" dedi ve kafasını yalamaya başladı. Diliyle yarağımın ucunda daireler çiziyor, resmen içimi çekiyordu.
Bizimkilere baktım, Boris çoktan, elbisesini bile çıkarmadan koltuğa domalttığı Ebru'nun tangasını kenara çekip, amına köklemişti. Gün içinde iki kez sevişmiş boşalmış ama sikişememişlerdi, sabırları kalmadı diye düşündüm.
Olga'nın yalaması biraz daha sürse ağzına boşalacaktım Olga'nın. Elbisesini çıkardım, sadece ayakkabıları kaldı. Koltuğa sırtımı dayayıp oturdum ve kucağıma aldım. Bacaklarını kırıp oturdu ve eliyle düzeltip yarağımı hizalayıp içine aldı. O kadar yavaş oturup kalkıyor, kalçalarını oynatarak yarağımı kafasına kadar getirip tekrar amına gömüyordu. Ben de dudaklarını, boynunu, göğüslerini öpüyor yalıyordum. Ama öylesine yavaştı ki, sanki ağır çekimdeydik. "Bugün amımdan çıkıp hemen götüme soktun ya yarağını, ben hayatımda öyle bir şeyi ilk kez yaşadım, sanki hem götümden hem amımdan orgazm oldum, harikasın!" deyip boynuma sarılmış, yüzümü öpüyordu...
Ebru da, "Sik, sik hadi, daha çok sok, dünden beri amımın suları kesilmedi, gözünle siktin, şimdi de yarağınla sik, ohhhh!" diye bağıra bağıra inliyordu. Boris amını sikerken orta parmağını da götüne sokmuş, parmağıyla götünü sikiyordu Ebru'nun. Onlar ne kadar erotizmdeyse, biz de o kadar romantizmdeydik. Ebru'nun sesi kaplıyordu odayı, "Oh oh oh oh!" diye. Boris de dayanamayıp boşaldı. Bense, Ebru'nun verdiği haptan mı, ortamdan mı, ben daha yeni başlıyorum gibi hissediyordum...
Olga bana birden, "Şimdi!" deyip kalktı, amından çıkan yarağımı tutarak götüne soktu ve "Bak yine oluyor!" diyerek, bu kez çok daha hızlı oturup kalkıyor, "Offff, Furkannn, offf!" diyordu. Kafamı çevirdim, Ebru ile Boris koltuğa yıkılmış halde bize bakıp, Olga'nın delirmesini seyrediyorlardı. İki elimle kalçalarını tokatlarken, Olga götündeki yarağımla dansöz gibi kıvırıyor, iki eliyle çektiği kafamı göğüslerine bastırıyordu.
Sanki kısacık gibi gelse de, bir saatten fazla olmuştu odaya gireli. Daha dayanırdım da, iyice yavaşlayan Olga'nın hareketlerinden sonra ben de bıraktım kendimi ve götünün içine boşaldım.
[Furkan]
94 notes
·
View notes
Text
Merhaba ben Ayşegül. Çok güzel hikayeler paylaşıyorsunuz bende sizlere başımdan geçen ilk seks hikayemi anlatacağım. 12 yaşımda arkadaşım Kezban dan mastürbasyon yapmasını öğrendim. O zamanlar hemen hemen her gece yorgan altında amımı oynamadan uyuyamaz olmuştum. Liseye başladığım ilk zamanlar erkek arkadaşım yoktu hep orta okuldan tanıdığım kızlarla geziyordum . 1 dönem ilk yazılılar bitmiş biraz rahatlamıştım. Emre diye oldukça yakışıklı bir sınıf arkadaşım vardı ilk bakışmalarla başladı sonra kuzeni Eda ile beni beğendiğini arkadaşım olmak istediğini söyletti kabul ettim ilk zamanlar el ele tutuşmalar ilerleyen günlerde ufak ufak öpüşmeler başlamıştı. Bu arada ben ben şuan 30 yaşımda 3 çocuk annesi 173 boyunda esmer oldukça güzel bir kadınım. Kocam Hollanda da bunu da belirteyim. Konumuza dönelim Emre yarı yıl tatiline girmeden önce beni evlerine götürdü ilk defa orada çırılçıplak soyunduk birbirimizi elledik okşadık öpüşmek emişmek çok hoşuma gitmişti bana porno dergilerden hikayeler okuttu birlikte fazla ileriye gitmeden seviştik hikayelerin birinde halasının kocası kızları götünden sikiyordu anlattıklarına göre ilk olduğu için canı yanmış ama her zaman götten sikilmeyi çok sevdiğini anlatıyordu onların yaptığı gibi banyodan şampuan getirip Emre nin sikine sonra götüme sürdüm önünde domaldım sikini yavaş yavaş yüklenip sokmaya başladı canım yanıyordu ama dişlerini sıkıyordum sesim çıkmadığı için o da rahat ediyor yavaş yavaş sikini götüme soktu bekledi memelerimi tuttu okşamaya başladı meme uçlarım fındık tanesi gibi olmuş sertleşmişti içimde bekledi bekledi sonra yavaş yavaş çıkartmaya başladı canım yanıyordu ama zevkte alıyordum artık alışmaya başladı Emre işini biliyordu hep yavaş davranıyordu artık zevk sularım amımdan akıyordu bunu hissede biliyordum Emre ye hızlan zevk alıyorum hızlan dedim artık durmak yoktu soktukça sokuyor boşalmak bilmiyordu benim amımdan sularım dizime akıyordu saçlarımdan tutup çekerek daha sert girip çıkmaya başladı birden sikini çıkardı götümden ben boşalıyor sandım tekrar götüme sokmaya çalışıyordu nasıl oldu anlamadım sanırım akan sıvılardan olacak bir anda amıma soktu yere kan gibi ama daha açık pembemsi birşeyler damladı anlamıştım kızlığımın bozulduğunu ama umurumda değildi zevk çığlıkları atıyordum Emre durdu siki içimde kalp gibi atıyordu Emre nin boşaldığını içimdeki sıcaklığı hissettiğimde anladım çok kızdım hamile kalabilirdim ne götümün sikildiği umrumdaydı ne de kızlığımın bozulduğu hemen elbiselerimi toplayıp giyindim eve gittim anneme dolaylı olarak arkadaşımın böyle bir şey yaptığını ne yaparsa hamile kalmaz diye sordum annem ertesi gün hapı verdi aman kızım sakın sen böyle şeyler yapma al bu hapları arkadaşına götür 1 tanesini içsin endişe etmesin hamile kalmaz dedi . Hemen evden çıktım a101 e gidip su alıp içtim hapı biraz bekleyip eve döndüm . Artık her tarafım açıktı çok mutlu olmuştum lise bitene kadar Emre ile her fırsatta seks yapmaya devam ettik. Lise bitince Emre İstanbul a gitti ben aydın a gittim . Aydın da şuanda ki kocamla tanıştık 2 . sınıfta nişanlandık kendimi bakire gibi gösterip evlenene kadar hiç dokundurmadım 3 sınıf bitiminde ailemden istemeye geldiler 1 ay içinde nişan ve düğün yaptık gerdek gecesi doktor arkadaşımın verdiği suni kızlık zarını amıma yerleştirip beni bakire bozuyormuş sanarak birlikte oldu ben halen başka erkeklerle birlikte oluyorum daha büyük daha kalın yarak arıyorum. Kendine güvenen erkekler buraya not bıraksın . Hasan bey yayınlarsanız çok sevinirim teşekkür ederim.
98 notes
·
View notes
Text
CNN INTERNATIONAL FOTOĞRAFI YAYINLADI, DÜNYA DEHŞETE DÜŞTÜ
Gazze Şeridi'ndeki kara işgali birinci yılını doldururken, 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı bölgeyi neredeyse haritadan silen İsrail ordusu ilan ettiği hedeflerin çoğuna ulaşamadı.
7 Ekim baskınında rehin alınan İsraillilerin kurtarılamadığı işgalde Hamas lideri Yahya Sinvar öldürülse de Filistinli direniş grubu işgal güçlerine karşı koymaya devam ediyor. İsrail ordusu, biri subay dört askerinin Gazze'nin kuzeyindeki Cibaliye'deki çatışmalarda öldürüldüğünü dün (29 Ekim Salı günü) açıkladı.
Gazze'nin kuzeyine yoğun saldırılar düzenleyen ve bölgeyi tekrar kuşatan İsrail ordusu, Cibaliye'de dünyayı bir kez daha şoka sürükledi.
Amerikan CNN International televizyonu, Cibaliye'de yaklaşık 200 kadar kişinin enkazlar arasında yarı çıplak bekletildiği bir fotoğrafı yayınladı. Fotoğraftakilerin çoğu erkek, aralarında yaşlılar ve en az bir çocuk var. Dahası, bazıları gözle görülür bir şekilde yaralı.
Görgü tanıkları, kalabalıktaki kişilerin Cibaliye mülteci kampındaki evlerinden kaçmayı denerken İsrail işgal askerleri tarafından gözaltına alındığını aktardı. İşgal birlikleri yaklaşık 200 kişiye soyunmaları emrini verdi ve fotoğraftakileri soğuk havada saatlerce bekletti.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı karenin 25 Ekim Cuma günü çekildiği bilgisini veren CNN International, fotoğrafın ilk olarak bir İsrail Telegram kanalı tarafından yayınlandığı bilgisini verdi.
CNN International televizyonu, İsrail işgal askerleri tarafından çekildiği tahmin edilen fotoğraftaki beş kişiyle konuştu. Beş kişiden biri olan Muhannah Halef, eşi ve çocuklarıyla Cibaliye'deki vahşetten kaçmaya çalışırken İsrail birlikleri tarafından durdurulduklarını söyledi.
"Hepimizi bir yere topladılar; erkekler, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar. Yerel saatle 11.00 sularıydı. Beş saat sonra, 16.00 sularında kadınlar ve çocuklardan hareket edip tüm çantalarımızı taşımalarını istediler" diyen Muhannah Halef, kalanlara soyunma emri verildiğini ve soğuk havada beklerken kendilerine İsrail askerlerinin hakaretler yağdırdığını ekledi.
İşgal askerlerinin gülerek fotoğraflarını çektiğini de belirten Filistinli Halef, daha sonra kalabalıktan beşer kişinin sırayla öne çıkması yönünde bir emir verildiğini anlattı. Halef, 200 kişiden bazılarının tutuklanıp götürüldüğünü aktardı.
Fotoğraftaki küçük kız çocuğunun kimliği ise, Curi el Vard. Üç buçuk yaşındaki Curi bisikletine bindi ve babasıyla birlikte Gazze şehrine gitmeye çalışırken gözaltına alındı. Çocuğun babası Muhammed Ebu Vard, CNN'e iç çamaşırına kadar soyunmaya zorlandığını ve bu halde sekiz saat boyunca kızının yanında tutulduğunu söyledi.
İsrail ordusunun Cibaliye'yi üç hafta önce kuşattığını ve yeni bir kara operasyonu başlattığını bildiren CNN International, Gazze'nin kuzeyi için defalarca tahliye emri verildiğini hatırlatıyor.
İsrail işgal ordusunun fotoğraf için yorum yapmayı reddettiğini ancak çıplak arama yaptığını kabul ettiğini belirten uluslararası televizyon, söz konusu uygulamanın Cenevre Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini ve Birleşmiş Milletler'den Kızılhaç'a, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Uluslararası Af Örgütü'ne birçok kurum tarafından eleştirildiğini yazdı.
ÜÇ GÜN ÖNCESİ
CNN International, hafta sonu da Beyt Lahiya'daki Kemal Advan Hastanesi'ni basan İsrail işgal askerlerinin hasta yakınları ve doktorları bir alana topladığını ve soyunma emri verdiğini bildirdi.
Toplama kamplarını aratmayan görüntülerde, elleri bağlı bir grup Filistinli erkek İsrail tankının önünde yarı çıplak halde bekliyordu.
İsrail, Gazze Şeridi'ni tamamen boşaltıp Filistinlileri göçe zorlama planı uyguluyor.
İsrail işgal ordusu, hastanenin bulunduğu Beyt Lahiya'daki beş katlı bir binayı Salı günü vurdu ve en az 93 Filistinli yaşamını yitirdi.
Kayanak : Milliyet
61 notes
·
View notes
Text
bazı şeyleri aştığımı sanmıştım. bitti gitti demistim ama aylar sonra gördüğüm rüya yine her seyi tetikledi. kendimi o kadar çok kandırmışım ki rüyamda yapamamışım. sanırım geçmişi özlemisim. keske böyle olmasaydı keske biraz mücadele edebilseydin çok uzun bir zaman sonra ağlayarak uyandım yine senin cabasızlığına kırgın olarak ben gerçekten hayatımda ilk defa çok sevmistim bundan sonra gözü kapalı kimseyi sevemem artık bu da senin bıraktığın eserin sadece çok üzgünüm aylar sonra yine eskisi gibi olduğum için dönsen açtığın boşluğa sığmazsın ki bende seni kabul etmem zaten sen seversin yine yarı yolda bırakmayı ama ama ben bu içimdeki özlemi nasıl atıcam bilmiyorum..
62 notes
·
View notes
Text
BURSA'DA ZAMAN - 5
Meltem Abla o geceki sikiş sonrası bir kaç gün aramadı beni. Kızmış mıydı acaba? Telefonlarıma da çıkmıyordu. Sonunda "Çok yorgunum aşkım, bir kaç gün dinleneyim ben seni ararım" diye mesaj attı. Kadınını bir orospu gibi sikmek benim de içimdeki hiç bilmediğim dehlizleri keşfetmeme neden olmuştu. Sevgi dolu, yumuşak sikişler de güzeldi ama bazen de bir kadını hem bedenini hem ruhunu acıta acıta sikmek istiyordum artık.
Serhat Abi o gece Uludağ Üniversitesinden bir hatunla buluşacakmış. Ben de Oya'yı aradım. Heyecanla açtı telefonu, sanki onu aramamı bekliyor gibiydi. Hemen müsait değilmiş ama akşam gelebilirmişim evine. Adresini verdi, ben de 'akşam Serhat Abiyleyim' deyip izin aldım teyzemden.
Oya'nın evi Altıparmak'taydı. Altıparmak o yıllarda hâlâ orta sınıfın tercih ettiği, şimdiki gibi göçmenler nedeniyle kiraların çok düşmediği bir yerdi. Serhat Abinin sözünü dinleyip çiçek aldım bir apartmanın teras katındaki eve giderken. Beni şık bir blüz ve diz üstü etekle karşıladı ve komşular görmeden hızla içeri aldı. Şamdandaki mumların aydınlattığı çok güzel bir sofra hazırlamıştı. Bonfile ve makarnanın yanında içtiğimiz Kırmızı Yakut ikimizi de gevşetti ve derin mevzulara dalmaya başladık. Eşiyle sorunlarını, oğlunu, boşanma sonrası yaşadıklarını anlattı uzun uzun. Kocası hödüğün tekiymiş ve evliliği boyunca cinsellikten hiç keyif almamış.
"O zamanlar Eskişehir'de yaşıyorduk. Bu ev bana babamdan kalma, boşanıp Bursa'ya taşındım. Oğlum da liseye burada, Tophane Turizm Otelcilikte başladı. Zor bir süreçti onun için de, liseden sonra okumadı, çalışmaya başladı zaten. Geçen sene, boşandıktan sonra ilk kez bir erkek arkadaşım olduğunda çok kavga ettik ama artık kabul etti benim de bir cinsel hayatım olduğunu. Ben de kadınım ama öncelikle insanım. Hayattan zevk almak benim de hakkım değil mi?"
Şarabımı alıp yanına gittim, omzunu öpüp "tabii ki senin de hakkın canım" dedim. Şimdi düşünüyorum da nereden öğrendim acaba bu hareketleri? Gözleri dolmuştu. Ürperdi ben öpünce, sözlerimde hiç bir sahtelik sezmedi. Duymak istediği sözlerdi bunlar.
Masadan kalktı, müzik setine yumuşak bir CD koydu, kanepeye geçtik. Romantik bir şekilde sikilmek istediği belliydi. Yavaş yavaş boynunu, omuzlarını öpmeye başladım. Ben de acemiydim aslında ama Oya o yaşına rağmen benden de tecrübesizdi. Kanmaya hazır bir şekilde aşkla sevişmek istiyordu. Boynunu öperken "kıyafetin çok güzel" dedim. Serhat Abinin Jagler'ini sürmüştüm, gömleğimin düğmelerini açıp gözlerini kapattı ve göğsümden yükselen parfümü içine çekti. Başını göğsüme koydu, "çok mutluyum şu an" dedi hafiften sarhoş olmaya başladığı belli bir tonda.
"Ben de senin yanında çok mutluyum" dedim. Yavaş yavaş boynunu, yanağını öpüp dudaklarını öpmeye başladım. Önce o da yavaş yavaş öpüşüyordu benimle ama kısa süre sonra dilini ağzıma sokmaya elini bacak arama atmaya başladı. Romantik müzik ve şarap işlevini görmüş Oya'yı ateşlemişti. Elimi göğüslerine attım, o kocaman memelerini avuçlamaya başladım. Dayanacak hali yoktu, hemen blüzünü ve sütyenini çıkarıp göğüslerini serbest bıraktı. Ben göğüslerini yalamaya başlamışken artık iyice kendinden geçiyordu, "soyun hadi" dedi. Sikilmek için yanıyordu belli ki. Ben de zaten onun için buradaydım, ayağa kalktım, göğsüme yatarken açmaya başladığı düğmelerin kalanını açıp gömleğimi çıkarırken Oya dayanamayıp hemen kemerimi çözüp pantolonumu çıkarmaya başladı. Ben ağırdan aldıkça o daha da azıp hızlanıyor bir an önce altıma yatıp sikilmek için sabırsızlanıyordu. Pantolonumu ve donumu indirir indirmez yarı sertleşmiş sikimi eline alıp yalamaya başladı. İlk kez yarrak görmüş gibi öpüyor, yalıyor, yüzüne sürüyordu. 'Bu kadının azgınlığını dindirmek vakit alacak' dedim içimden. Sikimi kaldırıp taşaklarımı yalıyor sonra yüzünü kasıklarıma gömüp sarılıyordu bana, bu yarrak hep onun olsun ister gibiydi. Sikim iyice kalkınca önce eteğinin fermuarını çözüp eteğini sonra bu gece için özenle seçildiği belli dantelli külodunu çıkarıp çırılçıplak yatırdım kanepeye.
"Sok hadi" deyip elini sikime attı. Benim sikmemi bekleyecek halde değildi, sikimi ıslatmadan amına dayadı. Çoktan ıslanmıştı amı, ben başını dayarken kendini öne atıp sikimi içine aldı ve derin bir 'Ohh!' çekti. Dudaklarına yapışıp üstünde gidip gelmeye başladım. Yavaş yavaş, durgun denizde yol alan bir sandal gibi sikiyordum Oya'yı. O sikişi sertleştirmeye çalıştıkça onu altımda sabitleyip kendi istediğim hızda sikiyordum. Bileklerinden tutup hareketsiz bırakıp sikmeye başladım. Böyle bir kontrol onu iyice azdırdı. Dibine kadar yarrak yemek istiyordu ama üstündeki erkek köklemiyordu. Kımıldamaya çalışıyor ama hem bileklerini tutmam hem de ağırlığım altında onu sabitlemiş olmam nedeniyle kımıldayamıyordu. Çok azmıştı bu durumdan. "Hadi! Hadi" diye inlerken dayanamayıp ilk boşalmasını yaşadı. Sikim durgun bir deniz kadar ıslak amının içinde gidip geliyor Oya'nın kasılmalarına aldırmadan işini görüyordu. Oya kısa bir süre kendinden geçti. Kollarını bırakınca kollarını boynuma sarıp salıncağın ritmine uygun sallanıyor gibi bana eşlik etmeye başladı. Yarrağım gittikçe daha hızlı giriyordu amına, tempolu şekilde sikiyordum şimdi. Oya bir kez daha boşaldığında artık bacaklarım akan am suyuyla ıslanmaya başlamıştı. Oya seri halde boşalırken ben ritmik hareketlerle sikmeye devam ettim. Artık köküne kadar sokuyordum. Ohhh'lamaları Ahh'lamaya inlemeleri çığlıklara karışınca artık ben de sertçe köklemeye en derine kadar sokmaya başladım. Oya zevkin doruklarına çıkmış hödük kocasından görmediği ilgiyi görmenin ateşiyle bir kez daha boşalmaya çok yaklaşmıştı. "Aşkım benim" diyerek hızla kökleyip sert sert sokunca bağıra bağıra boşalmaya başladı ve sıkı sıkıya sarılıp sikimi içinde hapsetti. Benim de dayanacak halim kalmamıştı, sikimi çekip dışarı boşalmaya çalıştım ama Oya orgazmın şiddetiyle öyle bir kasılmıştı ki, içine boşalmak zorunda kaldım.
Üstüne yığılıp bir süre yattım öyle. Oya bayılmış gibiydi. Birazdan gözünü açıp gülümsedi ve "çok mutluyum şu an" deyip dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Ben içine boşalmanın pişmanlığını yaşıyordum "çekemedim son anda kusura bakma, içine boşaldım" dedim. "Önemli değil aşkım, geçen günden sonra korunmaya başladım, içime boşalabilirsin artık" dedi. Huzurla gülümseyip ben öptüm bu sefer Oya'yı. Sonradan yattığım kadınların çoğu böyle hızla iki üç kez boşalmayınca bir şeyleri yanlış mı yapıyorum diye düşündüm önce ama sonraki yıllardaki tecrübelerim istisnai iki kadınla seks hayatıma başladığımı anlattı bana.
Oya birazdan ayaklanıp yatak odasına götürdü beni. Yatağa yatırıp koluma yattı ve uyumaya başladı. Onu kollarıma alıp yatırmak bana da çok iyi geliyordu. Saçlarını kokluyor, terli boynundan yükselen kadınsı anaç kokusunu içime çekip yatıyordum. Ne kadar uyuduk bilmiyorum ama birazdan uyandım, Oya'yı uyandırmadan yataktan kalkıp önce salona gittim, donumu giyip cebimden sigaramı aldım sonra mutfağa geçip pencereyi açtım ve sıcak sigara dumanıyla beraber serin havayı içime çekip karanlık Bursa manzarasını izlemeye başladım. Teras katındaki ev doğu cepheydi ve Tophane'yi görüyordu. Saat kulesini ve Tophane'ye doğru yükselen evleri seyrettim biraz. Tam manzaraya dalmışken anahtar ve kapı sesiyle irkildim. Kendime gelemeden mutfağa giren çocukla göz göze geldik. Oya oğlunun geleceğinden hiç bahsetmemiş ben de sorma ihtiyacı duymamıştım ama şimdi karşımda oğlu olduğunu anladığım benden bir kaç yaş büyük olmasına rağmen benden bir kaç yaş küçük görünen çocukla birbirimize bakıyorduk. Ancak daha şaşırtıcı olan karşımdaki gencin İsmail Abinin geçen gece Tophane'de siktiği garson olmasıydı.
"Selam." dedim çocuğa, elimi uzattım "Mete ben". İfadesiz bir yüzle elimi sıktı "Serkan" dedi. Halimden ne durumda olduğumuz belliydi tabii.
"Oya içeride uyuyor" derken Oya sabahlığıyla mutfağa geldi "Geldin mi oğluşum? Seni Mete'yle tanıştırayım" dedi.
"Tanıştık biz" dedi Serkan gözleri hâlâ gözlerime dikili olarak.
"Aç mısın oğlum? Güzel yemekler yaptım, dolaptan çıkarıp ısıtayım" dedi Oya.
"Yok anne sağol, meyhanede yiyip de geldim. Çok uykum var zaten, yatacağım hemen. İyi geceler size" deyip odasına kaçtı Serkan. Oya da bana sarılıp "Biz de yatak odamıza geçelim mi?" dedi. Sigaramı söndürüp yatak odasına geçtik. Oya her ne kadar oğlunun artık erkek arkadaşlarını kabul ettiğini söylemiş olsa da bir kadını oğlu hemen yan odada yatarken sikmek biraz garipti ama daha garibi oğlanın seks hayatını da biliyor olmamdı. Geçen gece bu sefer o benden elli metre ötede götünü siktirmişti. Çok karışmaya başlamıştı ilişkiler ama açıkçası çok da sallamıyordum. Siken memnun sikilen memnundu sonuç itibariyle.
Oya'yla birbirimize sarılıp öpüşmeye başladık. Sabahlığı kenara atıp yine o dolgun göğüslerini yalamaya başladım. Oya az önceki sikişten sonra biraz sakinleşmiş daha yavaş sevişmeye başlamıştı. Elimi amına atıp yavaş yavaş deliğini parmaklamaya başladım. Az önce boşaldığım döllerimle şimdi ıslanmaya başlayan amının suyu birbirine karışıyordu. Islak parmağımı çıkarıp göt deliğiyle oynamaya başladım.
"Burdan sikeyim mi bu sefer?" deyip parmağımı yavaş yavaş götüne sokmaya başladım. Gözleri açıldı "Serhat geçen gün sen gelmeden denedi ama alamadım. Çok canım acıyor ordan" dedi. "Acıtmadan yavaş yavaş sikerim ben merak etme" deyip parmağımı içinde oynatmaya başladım.
"Önce amımdan sik ama" deyip elini sikime attı. "Tamam, madem öyle istiyorsun. Önce bi ağzında ıslatalım" deyip göğsüne doğru çıktım ve sikimi ağzına uzattım. Yine şevkle yalamaya başladı. Ağzına alıp dudaklarını büzüyor, ağzını daracık bir amcık gibi yapıp ileri geri kendini siktiriyordu. Kafasını elimle biraz kaldırıp daha derine sokup git gele başladım. Az sonra elimi itip öksürmeye başladı, çok derine sokmuştum. "Dur ben yapayım" deyip kendisi git gele başladı. Yarrağım ağzının içinde iyice kalkmış diğer deliklerine girme isteğim tavan yapmıştı. Ağzından çıkarıp arkasını döndürdüm. Boynunu öperken arkadan kaşık pozisyonunda amına geçirdim yarrağımı. Kalçasını daha çok bana yanaştırıp en dibine kadar kendini siktirmeye başladı. Bir elim göğüs uçlarıyla oynuyor alttan da sert sert yarrağımı sokuyordum. Yavaş yavaş Ohhlamaları artmaya başladı. "Çok güzel çok güzel" diye inliyordu kucağımda. Bu sırada kapının buzlu camında bir kıpırdanma sezdim. Sanırım Serkan kapıya gelmiş bizi dinliyordu. İsmail Abi götünü siktikten sonra utanmış hızla uzaklaşmıştı ama şimdi anasını sikerken bizi dinlemekten utanmıyordu demek ki. Biraz daha zevke gelsin diye sertçe sokmaya başladım, Oya'nın inlemelerinin şiddeti arttı. Amı sırılsıklamdı yine. Serkan'ın kapıda rahatça duyacağı şekilde bağırtıyordum Oya'yı. Boynunu emip kulaklarını yalarken bir elimi de klitorisine attım. Meltem Abladan öğrendiğim şekilde oynuyordum klitorisiyle. Öğretmenim çok iyiymiş ki Oya'nın inlemeleri daha da arttı. Çok fena gaza gelmişti. Yarrağımı daha hızlı köklemeye başladığımda çığlıkları odayı dolduracak şekilde boşalmaya başladı. Annesinin sesi Serkan'ı korkutmuş olacak ki kapının camında Serkan'ın odasına doğru bir karartı hızla geçti. O da otuzbir çekip anasının sikilmesini dinlerken boşalmış mıydı acaba?
Oya biraz dinlenirken ben de am suyuyla ıslattığım parmağımı götüne götürüp yavaş yavaş masaj yapmaya başladım. Kendine gelmeye başlayınca da "sıra bu dar göte geldi aşkım, onu da sikeceğim bu gece" dedim. Oya komidinden bebe yağını alıp "bununla sik o zaman, Serhat kremsiz, tükürükle deneyince alamadım ordan" dedi. Sonraki yıllarda da kadınları götten sikmeyi çok sevdim. İlk seferlerinde önce parmaklarımla alıştırıp sonra yavaş yavaş sikerken kadınların acı duyması ardından da zevk almaya başlaması beni hep çok tahrik etmiştir. Yine öyle yaptım, Oya'yı domaltıp bebe yağını önce parmaklarıma ardından Oya'nın daracık göt deliğine sürdüm. İlk boğumla içerisini yağlayıp parmağımı yağı yedire yedire soktum götüne.
"Kasma kendini aşkım, yavaş yavaş alıştırıp sikicem senin bu daracık götünü, kısa sürede çok zevk almaya başlayacaksın" deyip parmağımı sokup çıkarmaya başladım. Oya rahatlayınca ikinci parmağımı da sokup arkadan sırtını öpmeye başladım.
"Acıyor" dedi biraz tedirgin bir tonda.
"İlk başta acıması normal, sonra alışacaksın, merak etme" dedim. Karşısında oğlu yaşında bir ergen değil de tecrübeli bir adam varmışçasına itaat ediyordu her dediğime. İki parmağımı sokup git gele başlayınca 'Ahh!' seslerine kasılmalar eşlik etmeye başladı. Bir süre kastığı deliğine yara yara soktum yağlı parmaklarımı ve direnci kırılınca rahat rahat almaya başladı.
"Zamanı geldi aşkım" deyip bebe yağı sürdüğüm yarrağımı dayadım Oya'nın göt deliğine. Önce ucunu hafiften sokuyor gibi yapıyordum ama kendini kasıyordu. Götüne öpücük kondurur gibi baskı yapıp sürttüm bir süre. Elimi klitorisine atıp oynamaya başlayınca inlemeye başladı yine. Sonunda sokmayacağıma kanaat getirip götünü gevşetince sikimin kafasını soktum. Aynı anda çığlık atıp kaçmaya çalıştı ama sımsıkı tuttum Oya'yı kaçmasın diye.
"Tamam aşkım kafası girdi, bundan sonrası daha kolay olacak" deyip sakinleştirmeye çalıştım ama "Çıkar! Çok acıyor! İstemiyorum!" diye bağırıyordu. Kapının camındaki karartı geri geldi bu sırada. Serkan anasının götten sikildiğini anlamış kendi sikilmelerini düşünüp otuzbir çekerek götünü parmaklıyordu herhalde.
"Tamam aşkım, tamam bitanem! Geçecek merak etme sen. Dayan biraz senin de çok hoşuna gitmeye başlayacak. Bak ben çok zevk alıyorum seni götten sikerken." gibi laflarla sakinleştirdim Oya'yı. Götünün sızısı azalmıştı belli ki, Oya debelenmeyi bırakıp "lütfen kımıldama böyle bekleyelim" dedi.
"Sen merak etme aşkım, alıştırmadan sokmam, böyle bekleriz biraz" deyip sikimin başını içinde tutup bekledim biraz. Oya sakinleşince yavaş yavaş kımıldatmaya başladım sikimi.
"Bak ne güzel giriyor yarrağım götüne. Götünü siktirip çok mutlu ediyorsun beni, şimdi tam kadınım oluyorsun" deyip milim milim gidip gelmeye başladım Oya'nın götünde. Bana zevk verdiğini bilmek Oya'yı yatıştırmış ona dayanma gücü vermişti. Yarısına kadar sokunca "şimdi derin nefes al aşkım sonu geliyor" dedim. Derin derin nefes almaya başladı. Tam gevşediği anda kökledim götüne. Çığlığı basıp öne doğru kaçmaya çalıştı ama mengene gibi sıkıştırdım Oya'yı, bir milim bile kımıldayamıyordu.
"Ohhhh! Taşaklarıma kadar soktum aşkım benim! Ne güzel senin bu daracık götünü yara yara sikmek, çok zevk veriyorsun bana, seni hep sikmek istiyorum" derken ağlıyordu Oya. Kapıda bizi dinleyen Serkan da kesin ilk sikilmesini, daracık götünün ilk açıldığı zamanı, annesinin götten sikilmesini dinleyip yeniden yaşıyordu.
Bir süre bekledik böyle. Zaten yarrağımı öyle bir sıkmıştı ki kımıldamam imkansızdı. Birazdan kendine gelen Oya "Çok canım acıdı" dedi ağlamaklı bir sesle.
"İlk sefer olduğu için normal canım, şimdi köküne kadar soktuğumdan alıştıracağım o daracık götünü sikilmeye. Şimdi biraz gevşe ve sikilmenin tadını çıkar, sen hayattan zevk almayı hakeden bir kadınsın, her zevki yaşatacağım sana" derken biraz gevşemeye başlamıştı. Yavaş yavaş sikimi içinde kımıldatmaya başladım. Oya önce kasmaya çalıştı ama yarrağım yara yara içinde hareket etmeye başlayınca gevşedi. Bir kaç dakika sonra yarısına kadar sokup çıkartıyordum o daracık götüne. Az sonra inlemeye başladı. Bir elini klitorisine atıp kendini okşarken zevke geldiğini, götünde artık daha rahat git gel yapabildiğimden anladım. Kendini sikişin zevkine bırakmış götten sikilmenin tadını almaya başlamıştı, tıpkı kapıda bizi dinleyen oğlu gibi. Götünü kanırta kanırta sokup çıkarmaya başladım. İlk başta göt deliğinin sıkılığından sikimin derisi yüzülecek gibiysi ama şimdi göt deliği biraz açılmış, yarrağımı götüne daha rahat almaya başlamıştı. Yine de çok dardı götü, kim bilir kaç kez sikilince amı kıvamına gelecekti. Bu gece ilk kez başlamıştık götünü alıştırma operasyonuna.
"Hoşuna gidiyor mu aşkım?" dedim içinde gidip gelirken. Sesi küçük bir kız çocuğu ürkekliğinde çıkmıştı "Evet".
"Ben de senin götünü sikmekten çok zevk alıyorum, çok mutlu ediyorsun erkeğini. Artık senin her deliğini sikip uçuracağım seni." deyip daha sert sokmaya başladım. Oya yeniden kendinden geçmeye başladı. Çok çabuk alışmıştı götten sikilmeye de. Daracık götündeki acı yerini zevke bırakmıştı belli ki. Sertçe köklemeye başladım. Taşaklarım alttan amına çarpıyor, am suyuyla karışmış bebe yağının ıslaklığıyla odayı Şak Şak sesleri dolduruyordu. Köklemeye başlayınca yine canı yanıyor gibi bağırmaya başladı Oya. Bu sefer ben elimi klitorisine atıp oynamaya başlayınca daha fazla dayanamadı ve boşalmaya başladı, benim de bu daracık göte dayanacak gücüm kalmamıştı. Son bir köklememle derisi yüzülüyormuş gibi çığlık atınca içine attırmaya başladım döllerimi. Oya boşalırken iyice kastı göt deliğini, sadece çeyreğine kadar geri çekebiliyor sonra yine sokuyor ve götünün en derinlerine akıtıyordum döllerimi. Bu geceki en zevkli anlardan biriydi Oya'nın daracık götüne boşalmam.
Bu ilk götten sikilişi Oya'yı çok yordu, hemen sızıp kaldı. Götünden sikimi çıkarıp yatağa serildim ben de. Az sonra osuruk sesi geldi Oya'nın tam kapanmayan götünden. Bir an irkilip "özür dilerim aşkım tutamadım" dedi. "Normal aşkım, o kadar yarrak yedin, gevşemiştir deliğin tabii" deyip omuzuna bir öpücük kondurdum. Sakinleşti yine Oya ve uykuya geri döndü. Ter, döl ve am suyu kokan yatak odasında sabaha kadar deliksiz uyuduk ikimiz de.
39 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
235. BÖLÜM - Cennete Uzanan Köprü - Üç salak geçmiş günlere dönüyor -
Kim bilir, yok olma korkusu mu, yoksa kavurucu sıcak lav mı ama Xie Lian’in tüm benliği suyun içine batırılmıştı.
Xie Lian'ın yavaş yavaş kendine gelmesi uzun zaman aldı.
Uyandığı anda soğuk, sert bir zeminde yattığını fark etti, Mu Qing onun yanına çökmüş, şaşkınlık içinde ona bakıyordu.
Xie Lian'ın görüşü hâlâ hafif kırmızıydı ve o anında ayağa kalktı, “SAN LANG!”
Ancak beklenmedik bir şekilde oturduğu anda Mu Qing pat diye bağırdı, “HAREKET ETME!”
Xie Lian yerden kendini desteklemek için elini uzatsa da eli boşluğa geldi ve dengesini kaybetti, tüm kişiliği neredeyse aşağı devrilecekti. Şaşırdı, Xie Lian sonunda düzgün bir zeminde uzanmadığını anladı.
Bir köprünün tepesinde yatıyordu!
Burası muazzam bir alana sahip bir yeraltı kaya mağarasıydı, kubbesi uçsuz bucaksız gecenin gökyüzüne nüfus ediyor, mağaranın içinde kutsal sayılmayan bir köprü "yüzüyordu".
Köprünün gövdesi taş ama aynı zamanda tahta gibiydi. Sanki binlerce yıl yağmur ve fırtına görmüşçesine hasar almış, korkunç derecede zifiri karanlıktı. Onu destekleyen sütunlar olmadan havanın ortasında asılı, her iki uçtan sonsuza kadar sonsuzca uzanıyordu; başlangıcı bilinmez, sonu öngörülemez ve yönü tam bir gizemdi. Bazı yerler otuz metre kadar genişti, bazı yerler ise o kadar dardı ki, yalnızca bir kişi geçebilirdi.
Bu kırık köprünün binlerce metre altında cehennemin kırmızı havzası gibi yanan ve yuvarlanan kırmızı, sıcak lav havuzu vardı.
Cennete Uzanan Köprü?
Bu üç kelime Xie Lian'ın aklına ilk gelen kelimelerdi.
İki bin yıl önce, felaketin üstesinden gelmek amacıyla WuYong’un veliaht prensi cennete uzanan bir köprü inşa etti. Köprü hala duruyor olabilir miydi?
Zorla yüzü olmayan beyaz tarafından aşağı çekildiğini hatırladı, o halde nasıl bu köprüye gelmişti.
Xie Lian ayaklarının üstünde süründü, “San Lang?”
Mu Qing hala kenarda oturuyordu, “Çağırma zahmetine girme, o burada değil.”
Xie Lian ona döndü, “Nasıl buraya geldik? Yarı yolsa mesafe kısaltma rünü mü aktive oldu?”
“Muhtemelen.” Dedi Mu Qing, “Lav havuzuna doğru düşüyordum ama havada yarı yoldayken buraya gönderildim.”
Zavallı Feng Xin; üçü de düşmüştü ve yukarıda geride kalan sadece oydu. Muhtemelen yine sokaklara lanet okuyordur. Ama Hua Cheng’i bulmak öncelikti; nereye gönderilmişti?
Xie Lian Fang Xin’i ve yan tarafa fırlatılan ve onları kaldıran uzun kılıcı fark etti, onu alarak Mu Qing’e doğru yürüdü. Mu Qing Xie Lian’ın ne yapmayı düşündüğünü bilmeden karanlık bir ifadeyle kılıcı sallayarak ona doğru yaklaştığını görünce aniden gerildi.
Ancak Xie Lian ona kılıcını verdi ve ardından ona elini uzattı, “İyi misin? Eğer kalkabiliyorsan yola çıkmalıyız.”
Mu Qing kendisine uzatılan ele baktı ve uzun bir sessizlikten sonra başını salladı, “Gelemem. Ellerin ve ayaklarımın her yeri yaralandı.”
Xie Lian çömelip bir anlığına onu kontrol etti ve tabii ki Mu Qing’in iki eli de kıpkırmızı, ayakları yanık doluydu bu yüzden muhtemelen yalnızca yavaşça yürüyebilirdi. Bir süre düşündükten sonra Xie Lian “O zaman sana yardım edeyim.” Dedi.
Bir kolunu omzuna uzatarak Mu Qing’i kaldırdı ve böylece bir süre bu şekilde yürüdüler. Birkaç adımdan sonra Mu Qing aniden ağzından kaçırdı, “Neden?”
Xie Lian yanıtlarken etrafı hesaplı bir şekilde tarıyordu, “Ne neden?”
“Benim iyi olduğumu gördükten sonra daha çok şüphelenirsin diye düşünmüştüm.” Dedi Mu Qing.
“Ah, hayır?” diye cevapladı Xie Lian.
“Neden?”
“Çünkü biliyorum.”
“Neyi biliyorsun?”
“Yalan söylemediğini.” Yanıtladı Xie Lian.
“…”
Mu Qing'in ifadesinin ne olduğunu tarif etmek gerçekten zordu.
Xie Lian oldukça önemli bir şekilde söyledi, “Sana inanıp inanmadığımı sormadın mı? Sana inanıyorum. Hepsi bu.”
“…”
“Nasıl söylesem…” Xie Lian başladı, “Sanırım seni uzun yıllardır tanıyorum diyebilirim, yani bu konuda hâlâ oldukça eminim. Sen öyle biri değilsin. Bunu daha önce söylememiş miydim? İnsanların içeceğine tükürebilirsin ama asla onlara zehir atmazsın.”
İlk kısmı duyduktan sonra Mu Qing biraz etkilenmiş gibi göründü ama ikinci yarıyı duyduktan sonra yüzünün yarısı karanlıklaştı, “Bu gereksiz bir örnek, cidden, konuyu daha fazla gündeme getirme. Tükürmek falan öyle bir şey yapmazdım. Bu çok bayağı.”
Xie Lian elini salladı, “Bu küçük detayları umursama. Ayrıca bir milyonda bir ihtimal senin hakkında yanlış yargıda bulunsam bile sen beni ya da San Lang’ı yenemezsin. Seni tek vuruşta hallederiz, yani hiç de tehdit oluşturmuyorsun ahahahaa…”
“…” Mu Qing mırıldandı, “Bilerek yapıyorsun değil mi? Beni ölesiye kızdırmak için çok çabalıyorsun.”
“Öhm, şaka yapıyorum. Her durumda.” Xie Lian gülmeyi kesti, ileriye doğru bakarken Mu Qing’in kolunu sıkıca kavradı, “Eğer gerçekten kötü niyetli bir eylemi yapmayı geri çevirdiysen ve Jun Wu da sana lanetli kelepçeyi geçirdiyse o zaman bunun için kötü bir bedel ödemene izin veremem.”
Sakin bir şekilde şunları söyledi, “ Çünkü yaptığın doğru olandı.”
Mu Qing uzun bir süre ona baktı ve sonunda dişlerini gıcırdattı, “Xie Lian, sen cidden şey gibisin…”
Xie Lian anında karşılık verdi, “Boş ver. Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmediğimi sanma. Sana burada yardım etmem için hala bana bağlısın, seni bu lav havuzuna atmak istememi sağlayacak hiçbir şey söyleme.”
Mu Qing omuz silkti, “Ve burada, senin hakkında ne düşündüğümü bilmene rağmen beni kurtarıyorsun?”
“Aynen. Seni sadece kendi prensiplerimi takip ettiğim için kurtarıyorum, hepsi bu.” Xie Lian cevapladı, “Ayrıca, sen ise her açıdan ilginç bir şekilde tuhaf olan birisin ve geçmişte seni gerçekten öldürene kadar yumruklamak istediğim zaman oldu, o zamanlar başaramadım ve zamanla umurumda olmadı. Ama ne kadar garip olsan da ya da ne kadar seni yumruklamak istesem de günahların ölümünü gerektirmiyor. Seni kurtarabilirsem tabii ki kurtaracağım.”
Mu Qing'in havası söndü ve birkaç kez homurdandı, ardından bir an sessizlik oldu ve ekledi, “Ekselansları, ben aslında…”
Tam o sırada her ikisinin de ayakları aşağıya doğru meyletti ve her ikisinin de yüzleri aniden renk değiştirdi.
Mu Qing yaralıydı ve zamanında tepki veremiyordu ama neyse ki Xie Lian hala tanrısal bir hızla hareket ediyordu ve ayak parmaklarının ucuna basarak ileriye doğru itti ve otuz adım ileriye hafifçe indi. Geriye dönüp baktıklarında, az önce üzerinden geçtikleri köprünün gövdesi çatlayıp kopmuş ve doğrudan aşağıya düşmüştü!
GÜMBÜR!
Köprünün zifiri karanlık gövdesinin bir kısmı kızıl cehennem havuzuna düşmüştü ve uzun zamandır havuzda yuvarlanmayı bekleyen kederli ruhlar hızla uzandılar ve yüzlerce çift el, sanki onu bu acı denizinden kurtulmak için bir araç olarak kullanmak istercesine yakalamak için savaştı. Ancak sayıları çok fazlaydı. Sakat köprünün o kısmı onları taşıyamadı ve kısa sürede battı. Yukarıdaki iki kişi titreyerek izlediler ve birbirlerine baktılar. Xie Lian yorumladı, "Görünüşe göre bu köprü pek sağlam değil!"
Mu Qing ağzını açıp kapattı, muhtemelen geri dönebileceklerini, daha önce uzandıkları köprünün yüzeyinin oldukça geniş olduğunu ve çökmemesi gerektiğini söylemek istiyordu, ancak o uzantının çökmesiyle artık yol kalmamıştı ve artık geri çekilemezlerdi. İkisi için tek yol ileri gitmekti ama önlerindeki köprünün yüzeyi sanki her köşesinde bir tehlike var, her yeri tuzak dolu gibi değişken bir şekilde bir genişliyor bir daralıyordu, kim bilir bastıkları hangi adım onların düşmesine sebep olacaktı.
Bir kelime etmeden Xie Lian Mu Qing’i sırtına aldı, “Aynı yerde uzun süre bekleyemeyiz yoksa köprü çökebilir. Sıkı tutun, hızlı bir şekilde bunun üzerinden geçeceğim!"
Söz verdiği gibi Xie Lian gerçekten de uçan adımlarla dışarı çıktı. Ne kadar ileri giderlerse köprü o kadar bunaltıcı bir şekilde darlaştı, hatta en geniş alan bile bir kapıdan geniş değil, en dar alan ise bir kişinin omuz genişliğini geçmezdi!
Ancak böyle tehlikeli bir durumda bile Xie Lian'ın geçtiği hiçbir yerde en ufak bir şey bile hareket etmedi. Ayaklarının altı her seferinde sadece hafifçe eğiliyordu ve her seferinde suyun yüzeyini hafifçe sıyıran bir kırlangıç gibiydi, temas olduğu anda geri çekiliyordu. Eğer orada başka savaş tanrıları olsaydı, hepsi dehşete düşürecek kadar zekice kontrol edilen bu adımlar karşısında şaşkına dönerdi, çünkü aynı şeyi yapabilecek ikinci bir savaş tanrısı yoktu. Bu sadece ruhani güçlere bağlı olmayan ve gün içinde güçlü bir şekilde eğitim almış birinin gelebileceği ustaca becerilerdi.
Birdenbire bir ateş sütunu gökyüzüne fırladı ve Xie Lian'ın önünü kesti. Eğer onun inanılmaz tepkisi ve zamanında frenlemesi olmasaydı, doğrudan ateşin içine girip cayır cayır yanacaklardı. İkili aşağıya baktı. Kim bilir ne zamandan beri, erimiş kayalarla aynı renkte milyonlarca kızgın ruh aşağıda toplanmış, çığlık atıp kıkırdayarak ellerini ikisine doğru uzatmıştı ve bu ateş sütunu onlar tarafından gönderilen bir darbeydi. Kulakları belli belirsiz ağrıyordu ve Mu Qing merak etti, "Ne diye bağırıyorlar?
Xie Lian mırıldandı, “… ‘Bize katılın, burada çürüyerek ölün!’ "
Mu Qing korkuyla ona baktı, “Onları anlıyor musun? WuYong dilini konuşuyor olmalılar!”
Xie Lian başını salladı, “En, onlar… Cennete uzanan köprü yıkıldıktan sonra lava düşmüş ve yanarak ölmüş WuYong insanları. Onlarla bulaşmamaya dikkat et.”
“İnsanları aşağı çekerlerse affedilebilirler mi?” Mu Qing sorguladı.
“Hayır.” diye cevapladı Xie Lian, “Başkalarını aşağı çekseler bile affedilemezler. Bu kederli ruhlar asla affedilemeyecekler. Ama, diğerlerinin acı kaderi yaşadığını görmekten zevk alıyorlar.”
Hiçbir zaman affedilemeyeceklerinin ve bu cehennem havzasının azabını çekmelerinin nedeni de tam olarak buydu.
“Ben de bilmiyorum.” Dedi Xie Lian, “Ama muhtemelen… bana söyleyen oydu.”
Tıpkı ceset yiyen farelerin çığlıklarının hatıralarını naklettiği gibi.
O erimiş küskün ruhlar hâlâ düşmedikleri için oldukça hoşnutsuz görünüyorlardı ve bir araya toplanıp fısıldaşarak, el ele tutuşarak yeni bir saldırı darbesi göndermeye hazırlanırken Xie Lian koşmaya başladı. Ateş sütunu anında ortaya çıktı ve zaten çukurlarla dolu olan köprü daha da harap oldu.
Misilleme yapmadan dayak yemeye devam edemezlerdi ve Xie Lian da aşağıya doğru havaya uçurmayı denedi, ancak çok fazla ruhani gücü kalmamıştı, bu yüzden çok uzağa patlatamadı. Mu Qing'in ruhani güçleri daha yeterliydi ve daha uzağa patlatabilirdi, ancak yine de onları biraz ıskaladı. Aşağıdan gelen ateş sütununun neredeyse ayak bileklerini yaktığı birçok zaman oldu ve o kederli ruh kalabalığı büyük bir grup haline geldi, enerjileri muazzamdı ve kıkırdadılar ve güldüler, onları işaret ettiler, gökyüzünde bir gösteri izliyorlar gibi fazlasıyla heyecanlıydılar. İkisi hiçbir şey yapamadılar, çok aşağılayıcı bir durumdu o kadar çok ki Mu Qing'in eklemleri çatladı!
Bir zaman sonra Xie Lian’in sırtına yaslanan Mu Qing çok zor bir karar vermeye azmetmiş gibi dişlerini gıcırdattı ve birkaç derin nefes aldı, “Unut gitsin, ekselansları… Xie Lian, indir beni!”
Xie Lian cevap verirken hızla koşuyordu, “Ne diyorsun? Sen tatlı canını çok seversin ve ölmekten korkarsın! Böyle bir şey diyecek biri değilsin!”
Aniden Mu Qing’in alnında damarlar kabardı, “Pekala, tatlı canımı sevdiğim ve ölmekten korktuğum için kusura bakma! Zaten her türlü öleceğimden… kararımı değiştirmeden önce acele et ve beni indir!”
“Dalga geçmeyi bırak, daha fazla konuşma, odaklanmamı bozuyorsun.” Dedi Xie Lian, “Şu anda önemli olan en kısa sürede bu köprünün sonunu bulmak.”
“KİM DALGA GEÇİYOR?” Mu Qing haykırdı, “Eğer bu köprü cidden cennete uzanan köprüyse, kim bilir daha ne kadar koşman gerekecek? er ya da geç onlar tarafından devrileceğiz. İndir beni, Ben gidip o gölgeli çöplerin hakkından geleceğim, sen devam et!”
Ardından Xie Lian’ın omzuna hafifçe vurdu ve hızla fırlayarak arkasına indi. Xie Lian arkasına bakıp birkaç adım ona attı ama Mu Qing konuştu, “Gelme, köprünün bu kısmı dar, gelirsen ikimiz de düşeriz!”
Xie Lian yalnızca adımlarını durdurabildi. Mu Qing yine omuz silkti, “Haklısın, benziyoruz. Sen benim garip olduğumu düşünüyorsun, bence sen de oldukça tuhafsın.”
Xie Lian’in gözlerine baktı, “Madem bu noktaya geldik, bunu sana doğrudan anlatabilirim. Senin hakkında pek çok düşüncem var.”
“Ah… pekala… bunu zaten biliyordum. Uzun zaman önce.” Dedi Xie Lian.
Mu Qing soğukça konuştu, “Ah cidden mi? O zaman biliyor muydun, sık sık senin sadece statüne bağlı olduğunu düşündüğümü, Veliaht Prens Hazretleri olmana ve iyi bir şansa sahip olmana rağmen yeteneklerinin benimkilerden çok daha iyi olmadığını?"
“…”
"Ayrıca, tüm bu iyilikleri sadece başkalarına gösteriş yapmak, övgü ve pohpohlamalardan zevk almak için yapmaktan hoşlandığını düşünüyorum. Aslında, bana yardım etmen tamamen bu nedenden kaynaklanıyordu, çünkü ben senin sempati ve nezaketini göstermen için mükemmel bir özneyim. Dürüst olmak gerekirse, şu anda bile bu inançlarımdan bazılarını değiştirmedim. Belki de hiç değişmeyecekler. Onları bir süre bastırsam bile, bir süre sonra yine ortaya çıkacaklar."
Xie Lian bu noktada ter döküp dökmeyeceğini veya ne yapacağını bilemedi, "Bunları bu kadar ayrıntılı bir şekilde kişinin kendisine anlatmaya gerek yok?!"
Yine de beklenmedik bir şekilde Mu Qing sözlerine şöyle devam etti: "Ama yine de çoğu zaman... sana hayranlık duyuyorum."
Xie Lian şaşırmıştı.
Mu Qing cesaretini topladı, sanki biri boynunu sıkıp onu konuşmaya zorluyormuş gibi görünüyordu ve sert bir sesle, "Bu normal değil mi? Sen... kesinlikle... oldukça şaşırtıcı birisin. Ayrıca sen… benden… daha iyi… birisin. Uzun lafın kısası, ben… gerçekten de… senin a-a-arkadaşın… olmayı çok istedim.”
“…”
Xie Lian bir milyon yıldır bu sözlerin Mu Qing’in ağzından döküleceği günün geleceğini hiç hayal etmemişti.
İsteksiz, katı, kekeme olmalarına rağmen bu kelimeler o kadar dürüst, samimi ve duygulu kelimelerdi ki!
Gözleri kocaman açıldı, “Sen…”
Mu Qing sonunda bu sözleri dişlerinin arasından sıkarak çıkardı ve bir nefes verdi, "Xian Le'nin düşüşünden sonraki o olay, doğru ya da yanlış, zor durumda olsam da olmasam da yine de sana bir özür borçluyum."
Xie Lian bir an için afalladı, "...Her şey geçmişte kaldı, o yüzden boş ver. Bunun yerine, önce buradan çıkalım!"
Mu Qing sesini yükseltti, "Bana, eğer şüpheli olsam da benim yapmadığımı bilsen bile, yine de akışına bırakacağını ve beni kurtarmayacağını söyledi. Çünkü benden nefret ediyorsun, bana inanmazdın."
"O mu?" Xie Lian bu "o "nun kim olduğunu anladı.
Mu Qing devam etti, "Ona yardım etmeyi kabul etmemiş olsam da söylediği her şeyi ben de düşündüm. Her zaman içten içe benden nefret ettiğini, beni küçümsediğini düşündüm, bu yüzden ben, ben her zaman... Neyse, aslında bunu düşünmüyorsun. Buna sevindim”
Bir başka ateş sütunu göklere doğru kükredi ve Xie Lian ondan kaçmak için birkaç adım geri çekilerek Mu Qing'den uzaklaştı. Mu Qing'e gelince, öfkesi kabardı ve avucunu köprünün yüzeyine şiddetle vurarak yere yığıldı. Xie Lian’in gözbebekleri küçüldü, “NE YAPIYORSUN??”
Beklendiği gibi köprünün o kısmı Mu Qing’i de yanına alarak çöktü. Mu Qing yarı yolda ona doğru bağırdı, “ÇÖPLERİ TEMİZLEMENE YARDIM EDİYORUM!”
Kırık köprü havuza çarparak yüksek dalgaların kabarmasına neden oldu ve erimiş kederli ruhlar ilk başta onu aşağı çekmeye hazır bir şekilde mutlu bir şekilde üzerine üşüştüler, ancak beklenmedik bir şekilde, gümbürdeyen bir patlama meydana geldi ve büyük bir alanı dağıttı. Hayaletlerin feryatları arasında Mu Qing yıkılmış köprünün ortasında durdu, ruhani ışık onu sararak en parlak haline ulaştı ve alaycı bir sesle, "Sizi gölgelerin derinliklerinden gelen süprüntüler, vicdansız yangınlar çıkarmaktan zevk mi alıyorsunuz? İYİ Kİ GELDİM, ŞİMDİ KAÇMAYIN!!!" dedi.
Şimdi, patlamaları nihayet o erimiş kederli ruhlara ulaşabilirdi!
Mu Qing kan kırmızısı avuçlarını kaldırdı, küskün ruhları çılgınca süpürdü, gönlünce öldürdü, o kadar vahşiydi ki, daha aşağıda sadece gösteriyi izleyen kederli ruhlar çığlıklar atarak dağıldılar, her yöne doğru yüzerek uzaklaştılar. Ateş kollarına ve eteklerine bulaşmaya başlamıştı ve Xie Lian yukarıdaki kenardan sarkıyordu, "MU QING? NE KADAR YÜKSEK ATLAYABİLİRSİN?"
Mu Qing bağırdı, “NEDEN SÖYLEYECEK BU KADAR BOŞ ŞEYİN VAR? HALA GİTMEDİN Mİ SEN?”
Xie Lian geri bağırdı, “BU BENİM SORUNUM DEĞİL. HAYATINDA SONUNDA DUYGULU BİR ŞEYLER SÖYLEDİN VE ARDINDAN ÖYLECE ATLADIN, NASIL GİDEBİLİRİM?”
Mu Qing çok öfkelenmişti, “ ‘SONUNDA DUYGULU BİR ŞEYLER’ DERKEN NE DEMEK İSTİYORS…” sözünü bitirmeden ayaklarının altındaki o kırık köprü parçası birkaç çentik battı. İkisinin de yüzü değişti.
Şu anda lav havuzuna gömülecek ve kemikleri havaya karışacaktı!
Mu Qing öncesinde can doluydu ama şimdi yüzü soldu ve kendi kafasını ateşte yanarak ölmeden önce parçalayacak gibi ellerini kaldırdı ve gözlerini kapattı, böylece daha doğrudan ölebilirdi. Xie Lian aceleyle haykırdı, “BEKLEBEKLEBEKLE ACELECİ OLMA! B-B-B-Bİ PLANIM VAR!”
Mu Qing yine gözünü açtı, “ NE PLANI?”
RuoYe en dibe ulaşamasa da yarı yola kadar gidebilirdi, Xie Lian aşağıya fırlattı, “HER ŞEYİNLE ZIPLA! ZIPLA VE YAKALA! SENİ YULARIYA ÇEKECEĞİM.”
Mu Qing’in yüzü daha da soldu, “ZIPLAYABİLSEM BİR YOL DÜŞÜNMEZ MİYDİM?” ardından tekrar kendini ölümüne vuracak cesareti topladı ki Xie Lian haykırdı, “BEKLEBEKLEBEKLEBEKLE! GERÇEKTEN, BEKLE!!! HEMEN BİR YOL DÜŞÜNECEĞİM!”
“PEKALA, KONUŞ, YANİ?”
Bir yol, bir yol. Çabuk, bir yol düşün!
HİÇBİR ŞEY YOLU YOKTU!
İkisinin de dayanma gücünün sonuna gelmişti ve Mu Qing tekrar elini kaldırdı. Ancak beklenmedik şekilde , tam o sırada, başka bir el PAT! Ve onu yakalamadan önce elini tokatlayıp uzaklaştırdı.
Sonra, boş fikirli bir adam Mu Qing'i elinde tutarak sallanarak sıçradı!
Xie Lian beyaz ipek kumaşın diğer ucunun gerildiğini hissetti ve aşağı baktığında hem şaşırdı hem de çok sevindi, "FENG XIN?"
Mu Qing'in üzerinde durduğu kırık köprü parçası lav akıntısının derinliklerine gömülmüş ve fokurdamaya başlamıştı. Beyaz ipek kumaşın uçlarında Feng Xin bir eliyle RuoYe'yi kavrarken diğer eliyle çelik suratlı Mu Qing'i tutuyordu ve ona doğru bağırdı, "Ekselansları, ÇABUK, BİZİ YUKARI ÇEKİN!"
Aşağıda kürek çeken daha fazla Boş Kabuklu mutant vardı ve görünüşe göre Feng Xin de yukarıdan süzülerek onlara biniyordu. Xie Lian'ın soru soracak vakti yoktu ve onları yukarı çekmeden önce aceleyle köprünün biraz daha geniş ve sağlam bir alanını buldu. İkisi istikrarlı bir şekilde yukarı çekiliyordu, ancak aşağıda, erimiş küskün ruhlardan oluşan yeni bir grup yavaş yavaş toplanıyor, kötü niyetle yukarı bakıyor, toplanırken homurdanıyorlardı ve kısa süre sonra başka bir ateş sütunu yükseldi!
Feng Xin ve Mu Qing havada asılı kaldılar, kaçamadılar ve Xie Lian RuoYe'yi kaldırdı ve bu saldırıdan kaçmak için birkaç adım uzaklaştı. Ama köprünün üstündeki hiçbir yer düzgün ve açık değildi yani o darbeden kaçtıktan sonra ancak yapabileceği tek şey yine geri dönmekti. Feng Xin neredeyse ateş sütunundan dolayı yanacaktı, büyük bir öfkeyle bağırdı, “BU KÖPEK B*KLARININ SORUNU NE? İNSANLARA AŞAĞIDAN SALDIRMAK MI, NE REZİLLİK! TÜM SÜLALENİZİ S*KEYİM!”
Xie Lian cevapladı, “EĞER TÜM SÜLALELERİ BÖYLE GÖRÜNÜYORSA HALA S*KMEK İSTEDİĞİNE EMİN MİSİN??”
Kederli ruhlar pes etmemiş, kıkırdayarak pusularına devam etmeye hazır görünüyorlardı. Feng Xin öfkesinin doruğundaydı ve Mu Qing'i havaya kaldırarak, "Tut şunu!" diye homurdandı.
Mu Qing daha önce gerçekten öleceğini düşünmüştü, şoku çok büyüktü, bu yüzden şimdi bile tepkisi biraz donuktu ve RuoYe'ye tutunma emrine uydu. Onu tutmaya gerek kalmadan, Feng Xin bir elini serbest bıraktı ve sırtında taşıdığı uzun yayı ve kim bilir nereden topladığı birkaç tahta çubuğu çıkardı. Çubukları ok olarak kullanarak, yayı bir eliyle tuttu ve kirişi ve yivleri ısırmak için dişlerini kullandı. Oku telin üzerine yerleştirerek istikrarlı bir şekilde geri çekti –FIŞT FIŞT FIŞT FIŞT, dört ok hızla uçtu.
Oklar lav havuzuna saplandı, dalgaların kabarcıkları patladı ve erimiş kederli ruhlar dehşet içinde kendi üzerlerine yuvarlanarak bir kez daha dağıldılar. Feng Xin sonunda tatmin olduğunu hissetti ve küfretti, "ŞUNU GÖRDÜNÜZ MÜ! SİZİ S*KECEĞİM DEMİŞTİM! S*KTİĞİMİN KÖPEK BOKLARI! BU ATA TEK ELİYLE HEPİNİZİ PATLATABİLİR!"
Sonunda üçü birlikte Cennete uzanan Köprü üzerinde durdular. Xie Lian alnındaki terleri çok kez sildi ve hala kalbi hızla çarpıyordu, “Feng Xin, nasıl geldin?”
Bu konunun tekrar gündeme getirilmesiyle Feng Xin hemen kafasını kavradı, “Nasıl mı geldim? Üçünüz de atladınız, ne yapacaktım? Neredeyse deliriyordum! O uçurumun dibine kadar dolaşmanın bir yolunu bulabildim sonra tüm yol boyunca buraya sürüklendim. Tüm gürlemeler ve seslerden sonra ikinizi buldum. İkiniz lav havuzuna atlayarak ne yapıyordunuz? Delilik!”
Mu Qing sonunda kendine geldi ve haykırdı, “Aşağıya sürüklendim.”
Feng Xin'in tüm yol boyunca küfürler ettiğini hayal eden Xie Lian cevapladı, “Tamam tamam tamam, sakin olun. Ne olursa olsun, sen gerçekten bir tanrının lütfusun, büyük bir yardımdın! Ne derler bilirsin, bazen insanlar cidden… cidden iki yakasını bir araya getirmek için bir insana ihtiyaç duyarlar, gerçekten!”
Üçünün de korkudan ödü patlamıştı ve kendilerini toparladıktan sonra çelikleşmiş yüzlerle nefes nefese kalarak etrafta dolaşmaya cesaret edemediler. Feng Xin Mu Qing'i sırtında taşıdı ve Cennete uzanan Köprüden aşağıya doğru sıçramaya devam ettiler. Bir süre sıçrayıp gördüklerini birbirlerine anlattıktan sonra Xie Lian, Feng Xin'in de Hua Cheng'i görmediğini öğrendi ve yüreğinin sıkışmasına engel olamadı. Hua Cheng neredeydi? Aramaya devam etmek için köprüde ilerlemeye devam edemezlerdi.
Tam o sırada Feng Xin, sırtına binmiş olan Mu Qing'e, "Bu arada, az önce haykırdığın o sözleri biraz duydum. İlk kısmı öfkelendiriciydi, seni dövmek istememe neden oldu ama sonunda seni küçük piçin tüm bunları gerçekten kalbinde düşündüğünü hayal etmemiştim!" dedi.
“…”
Mu Qing'in yüzü tamamen karardı. Feng Xin, Xie Lian'a döndü, "Sana daha önce söylememiş miydim? Bu adamın duyguları derin haremin küskün cariyelerinden bile daha çarpık, tamamen akıl almaz!"
“…” Xie Lian, Mu Qing'in yüzünün artık tamamen örtüldüğünü görebiliyordu ve sinirle elini ona salladı. Feng Xin tamamen habersizdi ve Mu Qing'e döndü, “Ekselansları ile arkadaş olmak istiyorsan öyle desene! Sırf Ekselanslarının seni hor gördüğünü ve artık arkadaş olamayacağınızı düşündüğün için etrafta dolaşıp insanları iğneleyerek hasta ediyorsun, beyninin ne düşündüğünü gerçekten bilmiyorum?"
Xie Lian pes etti ve el salladı, "Küçüklüğümüzden beri böyle değil mi? Artık onu azarlama, bak yüzü kıpkırmızı oldu."
Mu Qing daha fazla dayanamadı ve kükredi, "LANET OLSUN! CİDDEN LANET OLSUN!! SUSAR MISINIZ ARTIK?"
Xie Lian ona, "Feng Xin'in kelime dağarcığını yakalamış gibi görünüyorsun. Ayrıca küfretmek de pek iyi bir şey değil," diye hatırlattı.
Feng Xin, "Kendin söyledin, E-ekselanslarının a-a-arkadaşı olmayı çok istiyordun!" diye söze girdi.
Mu Qing'in dişlerini gıcırdatarak kekelemesini bile bilerek taklit etti ve Mu Qing'in yüzü vahşileşti, eli kılıcını bulmak için çoktan sırtına gitti. Feng Xin ekledi, "Pekala, şimdi her şey açığa çıktı. Her neyse, şunu unutma: Ekselansları seni asla bu kadar pis düşünmedi. Çizgiyi aştığın ve kızdığı o zaman dışında, ama ondan sonra, benim önümde senin hakkında tek bir kötü söz söylemedi! Sen, bundan sonra düzgün bir insan gibi davran, kendini düzgünce ifade et, eğer yine iğneleyici konuşursan sana bağıracağım!”
Mu Qing ilk kısmı başını sarkıtarak dinledi, dudakları mühürlenmiş konuşmuyordu, ama ikinci kısmı dinlerken gözlerini devirdi, “Zaten bana yüzyıllardır bağırmıyor musun?”
Xie Lian “Mu Qing, sen cennet mensubusun, ifadelerine dikkat etmelisin, tamam mı? Öylece gözlerini deviremezsin, eğer inananların bunu yakalarsa hakkında bir şeyler düşünebilirler.” Diye hatırlattı.
“Lütfen.” Dedi Mu Qing, “Bu adam tüm gün üst cennette küfürler savuruyor.”
Feng Xin hıhladı, “Çünkü hakediyorsun.”
“Benimle eski kavgaları gündeme getirmeyi bırak.” Dedi Mu Qing, “Sen de bir oğul sahibi olmak için Majestelerini terk etmedin mi?”
Feng Xin’in alnındaki damarlar da ortaya çıktı ve kollarını sıvadı, “Kavga mı arıyorsun?”
Mu Qing küçümseyerek güldü, “kendinle kavga et. Eğer ekselanslarına bütün gün benim hakkımda saçma sapan konuşan sen olmasaydın bana yukarıdan baktığını ve tuhaflaştığımı düşünmüş olduğunu düşünür müydüm?”
Konu yine yasakların içine gömülmek üzereydi ki Xie Lian konuştu: "Böyle bir zamanda birbirinizin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeseniz olmaz mı? Birbirinizi incitmenin ne anlamı var..."
Mu Qing yine gözlerini devirdi, "Ayrıca, şu haline bak, o zamanlar çıldırmıştın. Ne olmuş soygun yaptıysa? Ben Ekselanslarının yerinde olsaydım, o noktada on sekiz varlıklı, önde gelen haneyi soyardım ve gözümü bile kırpmazdım. Ve senin yardım eli olduğunu, ne olduğunu sormak için Ekselanslarının peşinden koştuğunu düşünmek."
Xie Lian'ın alnından ter boşandı ve arkasına baktı, "Bir saniye, benimkini de havalandırmaya gerek yok? Her halükarda, San Lang'i bulun, San Lang'i bulmama yardım edin! Hahahaha..."
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#hualian#ling wen#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#mu qing#xuan zhen#nan yang#mei nianqing#junwu#pei su#pei ming#yushi huang#ban yue#qi rong#shi wudu#shi qingxuan#hexuan
22 notes
·
View notes
Text
Asklepios'un Horozları
Sokrates'ı yargılamak için kurulmuş mahkemeyi ilk düşünce suçları mahkemesi olarak görebiliriz. Atinalıları mevcut hükümete karşı kışkırtmak ve gençleri başka tanrılara yönlendirmekten suçlu bulunan ünlü filozof, özür dileyip affedilmeyi istemektense felsefe yapmayı ve erdemli davranış olarak sözlerinin arkasında kalmayı tercih ederek idamı seçmişti.
Sokrates, zehir içtikten sonra Platon'dan öğrendiğimiz üzere son cümlesinde öğrencilerine şunu söylemişti. "Asklepios'a bir horoz borçluyuz."
Filozof bu cümlesinde ne demek istemişti?
Mitolojide Asklepios, Apollon'un oğlu bir yarı tanrıdır ve Apollon tarafından yetiştirilmek üzere Kheiron'a verilir. Kherion, çocuğu tıp sanatında yetiştirir ve etkin biri haline gelmesini sağlar. Sonrasında ise Asklepios, sağlık ve tıbbın tanrısı olur.
Antik Yunan'da bir gelenek vardı. Hastalıktan kurtulan insanlar, sağlığına kavuşmanın adağı, minnet göstergesi olarak sağlık tanrısı Asklepios'a bir horoz sunarlardı. Bu geleneğe göre, ölürken Asklepios'a bir horoz borçlu olduğunu söyleyen Sokrates, yaşamı bir hastalık olarak gördüğünü ima ettiğini düşünebiliriz. O, yaşama hastalığından ölümle kurtulmuştur aynı zamanda da ölümlü yaşamdan kurtulan ruhu sağlığına kavuşmuştur.
54 notes
·
View notes
Text
Aydem Yenilenebilir Enerji, kurulu gücünü 1.156 MW’ye çıkardı
Aydem Yenilenebilir Enerji, 2023 yılı ilk yarısında devreye aldığı hibrit GES ve rüzgâr kapasite artışı projeleri ile birlikte kurulu gücünü yüzde 13,3 artırarak 1.156 MW’a çıkardı. 2023 yılı ilk yarısı itibarı ile 1 milyar 718 milyon TL faiz, amortisman ve vergi öncesi kârlılık (FAVÖK) elde eden Aydem Yenilenebilir Enerji’nin varlık büyüklüğü 37,1 milyar TL’ye yükseldi. 2023 yılı ilk yarısında…
View On WordPress
0 notes
Text
Дождь очищает весь мир от грязи и мусора.💦
#yagmur
Sen, ey çocukluk
Sen bizden uzaq düştün artıq
De, seni yellermi götürdü?
Anamızın laylaları
Ninnilerde bozuldu
Arzuladıq ilk baharı
İstegimiz yaz oldu
Öz koynuna aldı bizi
Bu buruqlar şeheri
Yarı böldük tikemizi
Gözledik al seheri ☕🌵💦
#çocukluk #ilkbahar #yaz
60 notes
·
View notes
Text
Yaxın saatlarda qardaşımın, əmim oğlunun və xalam qızının qəbul nəticələri açıqlandı. Hər üçü universitetə qəbul olub. Çoxdandır bu şad xəbəri gözləyirdik. Amma bu xəbərin bu vəziyyətdə gələcəyini heç ağlımın ucundan keçirməmişdim. Şənlik keçirəcəyimizi düşünərkən yasın ortasında qarşıladıq bu xəbəri. Sevinc və kədər qarışıq hislər keçirdim həmin an. O qədər xoşbəxt oldum ki. Canımdan dəyərlilərim bir pillə də yuxarı qalxdılar həyat nərdivanında, həm də gözəl nəticələrlə. Bir tərəfdən də kədər boğdu məni. Kaş babam da görərdi bu günü. Artıq 4 gündür bizimlə deyil. Hər dəfə soruşurdu, maraqlanırdı bu barədə. Çox heyif ki, görə bilmədi, şərik ola bilmədi bu xoş xəbərə. Çox ağladı qardaşımla əmimoğlu, hər kəsi də kövrəltdilər. Yaxınlarının üzündəki təbəssümə baxıb sevinəsən, ya qapıdan asılan yas lentinə baxıb kədərlənəsən? Atamı 20 ildir ilk dəfə babam öləndə ağlayan görmüşdüm. Atamın nəticələr açıqlandıqda otağa çəkilib gizli şəkildə ağlamasını gördüm bu gün, nənəmin babamın şəklini qucaqlayıb ağlamasını gördüm, qardaşımın, əmioğlunun hönkürtü ilə ağlamasını, əmimin sərt simasındakı kövrəkliyi, dolmuş gözlərini gördüm, bir çox kədərli sima gördüm bu gün. Mənim üçün heç unudulmayacaq bir gün idi. Yarı sevinc, yarı kədər. Yox, ən çox kədər...
Əziz babam, bizi görürsənsə kədərlənmə. Bunların hamısı sənin çox istədiyimizdəndir. Məkanın cənnət olsun, ən qiymətlim. Biz hamımız səni çox sevirik. Özün yanımızda olmasan da, xatirələrin həmişə bizimlə olacaq. Səninlə birgə mənim uşaqlığım getdi. Sən gedən gün böyüdüm mən. Sən gedən gün bildim ölüm nədir. Çarəsizliyin ən betər halını o zaman gördüm. Canından qiymətlin gözlərinin önündə əzab çəkir, amma sən onun üçün heç nə edə bilmirsən. Gözlərinin önündə ağrı çəkərək ölür, amma sən heç nə edə bilmirsən. Çox ağırdır çox. Çarəsizlik heç bu qədər ağır gəlməmişdi mənə. Həyat heç bu qədər dəhşətli gəlməmişdi. Ölüm, necə də dəhşətli imişsən... Yaxınların yanında olduğu müddətcə ölümdən qorxmursan, amma ölüm ən əzizini apardıqda anlayırsan ölüm qədər ağırı yoxdur. Ölüm qədər amansızı, qəddarı yoxdur... 27 avqustdan bəridir gözlərim hər yerdə babamı axtarır. Elə bilirəm harasa gedib, getdiyi yerdən nə vaxtsa qayıdıb gələcək. O qədər çətindir ki, gəlməyəcəyini bilə-bilə gözləmək... Ölümündən 2 gün öncə soruşmuşdum babadan ki, ürəyi nə istəyir. "Ölmək istəyirəm" demişdi mənə. Artıq çəkdiyi ağrıya dayana bilmirdi, ölümü arzulayırdı. Ən azından artıq əzab çəkmir deyərək özümü təsəlli edirəm. Əlimdən başqa nə gəlir ki... Onsuz yediyim yemək zəhər olub boğazımdan keçmir. Onsuz gülməyi haram bilirəm özümə. Qəbullana bilmirəm gedişini. Zamanla keçməyəcək bu hiss bilirəm, amma öyrəşəcəm onu da bilirəm. Onun yoxluğuna da, ölümün acımasızlığına da, həyatın faniliyinə də...
134 notes
·
View notes
Text
Mutlu musun? Her şeyi geçtim, bütün olanları yuttum, tam mutluyum dediğin an mahfolan her şeyi sildim, şimdi en temiz halimde soruyorum mutlu musun çocuk? İstediğin yalnızlıktasın, kimsen yok bak bunu bağırarak söylemeye gerek yokmuş değil mi, senin kimsen yok, sana inanan, güvenen, ne olursa olsun arkanda duran kimse yok. Bugünü asla unutma olur mu? Bugün sen sevilmediğin için ağladın. Bugün çocukça bir hevesin peşinde giderken yarı yolda bırakıldın ve bunu yapan en yakınındı. Bugün güvendiğin o dağlar bir kez daha yıkıldı. Çocuk, yalnızsın. Çocuk, tek başınasın. Çocuk, sana acımak istemiyorum, yitip gitmeni istemiyorum, tutun istiyorum, ama sadece kendine tutun. Sen değil miydin yıllarca tek ölmek isteyen ölebilirsin şimdi, tek başınasın gidebilirsin neden için acıyor? Neden bir parçan burada? Neden paramparçasın? Umut yok artık çocuk. Bizi en güvendiklerimiz vurdu, yaşımız kaç olursa olsun biz kalbimize saplanan bıçağı tanırız. İlk kez düşmedin yere, kimleri unuttun sen, kimler unuttu seni. Bak umut yok derken bile kalk diyorum. Neden biliyor musun? Çünkü başka şans yok, yol yok, gök yok, ruh yok. Boyaların hepsi siyah, kağıtların hepsi beyaz ama olsun kaderimiz de siyah olsun ama huzur olsun, yalvarırım çocuk huzur olsun.
65 notes
·
View notes
Text
Teyze Kızının Eltisi! (2) (Murat 45 Y., Aydın)
Aylarca Hale'yi sikmek için Aydın'a gidip geldim. Gidemediğim zamanlarda da telefonda ya yazışarak ya da konuşarak boşalıyorduk. Nisan ayının ilk haftasında Hale Kuşadası'ndaki yazlıklarına geldi. Ekim ayına kadar Hale yazlıkta tek başına kalıyor, Ayhan sadece hafta sonları, çocuklar ise 2 ya da 3 haftada bir yanına geliyorlardı. Bana, "Bir gece gelip kalmanı istiyorum, rakı içip, sevişmek istiyorum!" dediğinde, karıma, Pazartesi İstanbul'da fuara gideceğimi söyleyip, öğlen vakti elimdeki paketlerle gittim. Arabayı oturdukları siteden 100 metre öteye bıraktım, ama telefonla beni yönlendiriyordu. Site komşularına görünmeden girmem gerekiyordu. "Şuraya sap... patikadan geç... şimdi şu yola sap..." derken, yarım saatte zor girdim içeri, arka bahçeye açılan sürgülü cam kapıdan.
Sadece plaj elbisesi vardı üzerinde. İçinde bir şey olmadığını, "Çok özledim!" diyerek sarıldığında yumuşacık göğüslerinden anladım. Elimi kalçalarına atıp avuçladım. "Kalacaksın ha, offf ne zamandır hayal ediyordum!" dedi. Elimdeki paketi görünce, "Ne getirdin?" dedi. "Sürprizim var, ama sonra!" dedim. Gelirken bir tane Cial*s alıp yutmuştum, etkisini gösterdi hemen. "Yatak odası nerde?" dedim elimden tutup götürdü. Soyunurken, "Akşam sikti mi Ayhan?" dedim. "Hı hı sikti, sabah kalkınca da sikmek istedi, ama sen geleceksin diye bir an önce yolladım!" dedi. "Hımm, özledin yani yarağımı?" dedim. "Hem de çok!" deyip yarağımı ağzına aldı. "Açayım mı perdeleri?" dedim gülerek. "Manyaklaşma! dedi.
Evlerin arası uzaktı, her evin 4 tarafı en az 20'şer metrelik bahçelerle çevriliydi. "Kalk, kalın perdeyi aç sadece, tül kalsın!" dedim. "Ciddi misin hayatım, gören olur!" dedi. "Görmezler!" dedim. Kalkıp açtı istemsizce. Yastığı yükseltip yarı oturur pozisyonda kucağıma oturttum. Bu sayede ben de dışarıyı görebiliyordum. Amcığına aldığında sanki akşam kocasıyla sikişen o değilmiş gibi derin bir, "Ohhhh!" çekti. Oturup kalkarken parmağımı arka deliğine soktum. "Ohhhh, yazlıkta perde açık, hem amım sikiliyor hem götümmm, ohhhh, sik aşkım, doyur deliklerimi!" diye inliyordu. Gözü sürekli dışarıdaydı. İlk başta yoldan geçenler veya kumsala gidenler olduğunda duruyordu. Dikkatimi bir şey çekti. 18-19 yaşlarında bir genç 10 dakikada 3 kez geçti, hem de ev tarafına bakarak. O geçerken Hale daha isterik şekilde oturup kalkıyordu. Başkaları geçerken görmesinler diye duruyordu.
Çocuğu görebiliyordum. Çapraz evin verandasına oturmuş, bu tarafa bakıp sigara içiyordu. Hale'nin hafif çapraz arkasında kaldığından, direk bakamasa da kafasını sallıyor gibi yapıp arkaya çocuğa doğru baktığını görebiliyordum. "Kim o?" dedim. "Kim kim?" dedi. "Şu genç!" dedim çenemle işaret edip. "Haa o mu? Mustafa, komşunun oğlu, elimizde büyüdü!" dedi kucağımda zıplamasını yavaşlatıp. Amcığını yarağıma sürter gibi kıvırıyordu. "Sürekli buraya bakıyor!" dedim. "Markete falan giderken her gün uğrar 2 yıldır, biraz tuhaf ama sürekli gözü burda!" dedi. Nerdeyse durmuştuk. Çok yavaş hareket ediyorduk. "Ergen çocuk seni sikmeyi hayal ediyordur!" dedim. "Sanırım, ama utandığından yanaşamıyor!" dedi. "Gösterip azdırıyor musun kız yoksa?" dedim. "Daha önce yapmazdım, ama bu yıl!" dedi.
Yavaş yavaş hızlanıyordu. "Senle sikişmeye başlayalı, beni iyice azgın yaptın, geçen sahilde seninle yazışırken pembe bikinim vardı üzerimde..." dedi. "Eeee, anlat ne orospuluklar yaptın?" dedim. Daha da hızlanıp, "Ohhhh! Şezlongda dalmışım, bacaklarımı aralamışım, güneş gözlüğümün altından baktım, denize beline kadar girmiş, amcığıma bakıyor, bir ara elimi attım ıslaklığım dışarı vurmuş amımın olduğu yer ıslak, o da direk oraya bakıyor, sen de habire yazıyorsun şöyle sikecem böyle sikecem diye, sularımı da tutamıyorum, baktım olacak gibi değil çok yanmışım gibi havluyu örttüm üzerime!" dedi. "Ohhhh orospum benim, siktirseydin bari!" dedim. "Ohhhh, siktirsem mi?" dedi. Bu sözlerden sonra ikimiz de deliler gibi boşaldık...
İçeriye geçtik. Tam kahve yaparken verandadan çocuğun sesi geldi, "Hale abla markete gidiyorum, bir şey lazım mı?" diye. Hale plaj elbisesini üzerine geçirip kapıyı açtı. Ben salon tarafında olduğum için kapıdan görünmüyordum. "Mustafa sana zahmet bir ekmek alır mısın?" deyip çocuğa arkasını döndü. Kapının yanındaki portmantoya uzandı. Benim olduğum yerden gördüğüm, resmen baldırlarının üst kısmına kadar sıyrıldı plaj elbisesi, biraz da oyalandı para çıkarma bahanesiyle. Çocuk gidince geldi yanıma oturdu. "Sen hergün cüzdandan böyle para veriyorsan, çocuk günde 10 kere bakkala gidiyordur herhalde!" dedim. "Gördün mü showumu?" dedi. Zaten sütyensiz göğüslerinin uçları elbiseden fırlıyordu.
"Bazen çamaşırları asarken öyle denk getiriyorum ki, öne çarşafları asıyorum sadece çaprazdan görüleyim diye, özellikle diğer daha kısa olan elbiseyi giyiyorum, yukarıya uzanınca küloduma kadar sıyrılıyor, aşağıya eğilince de göğüslerim fora ediyor, o kadar ıslanıyorum ki, içeri girip sana yazıyorum elim amımda!" diye anlattı. Kahveler bitmişti o ara. "O zaman artık elinle uğraşmayacaksın!" deyip, internetten aldığım büyük plastik yarağı çıkardım kutusundan. "Oha aşkımmm, bu ne?" dedi. "Bak şimdi!" dedim ,bacaklarını aralayıp amcığının dudakları arasına sürtmeye başladım. "Oğğğıııhhh!" diye tuhaf sesler çıkarıyordu. Önce kafasını soktum biraz sürttüre sürttüre, sonra milim milim kaydırdım içine. "Ohhhh, çok kalın, çok uzun, ohhhh çok güzel, aşkımmmm bu harika bir hediye, ohhhh, aşkım ağzıma ver yarağını!" dedi. Koltukta ilginç bir hal aldık. Yarağımı emerken, "Immmhhh, offf, ıhhhhh!" diye inliyor, plastik yarak amcığına girip çıktıkça kalçalarını oynatıyordu.
Tam o sırada Mustafa'nın sesi duyuldu, "Hale abla!" diye. Aceleyle toparlandı, gidip kapıyı açtı. Farkında değildi ama aldığı zevkten göğüs uçları kocaman olmuş üstündeki elbiseye isyan ediyordu. Teşekkür edip ekmeği alırken, Mustafa herhalde daha çok dikizlemek için, "Denize gelecek misin bugün?" diye sordu. Hale de, "Gelirim, ama çok işim var, ne zaman biter bilmem!" dedi. Mustafa iyice kafaya koymuş olmalı ki, "Benim yardım edebileceğim bir şey varsa seslen yeter Hale abla!" dedi. Resmen kapıda cilveleşiyorlardı. Hale, "Olursa hemen çağırırım Mustafacığım! Hafta sonu Ayhan abin vardı, çarşaflar falan kirlendi (bak orospuya!) çamaşır yıkıyorum, o yüzden belki geç gelirim denize, zaten benim de canım çok istemiyor, ancak sen gidersen gidecektim, hem bikinimi de yıkadım!" dedi.
Mustafa, "Pembe olanı mı Hale abla?" diye sorunca, "Evet onu!" dedi. Mustafa, "Çok yakışıyor sana..." dedi. İçimden, (Kızım gir içeri, çocuk seni şimdi veranda da sikecek!) dedim. Hale, "Tamam Mustafacığım, denize gidecek olursam sana işaret ederim!" dedi (Seslenirim yok, yani gözlerini benden ayırma diyor hatun!). Hale içeri geldiğinde benim yarak kazık gibi olmuştu. Hale'nin bacaklarının içlerinden amcık suları süzülüyor, sanki göğüs uçları zonk zonk atıyordu. Bacaklarını işaret edip, "Kız suları saldın, görmüştür çocuk!" dedim. "Gördü valla, kaç kez gözlerini devirdi bacaklarıma!" dedi. Sonra da gelip kıçını döndü, yarağımı tutup götüne hizalayıp üzerine oturdu. "Versene şunu!" deyip plastik yarağı da elimden kaptı, amcığının dudaklarına sürtmeye başladı...
Götünde ben olduğum için amına sokmaya çalıştığı plastik yarağın ancak kafası giriyordu. "Ohhhh amcığım da götüm de dolu, ohhh, her deliğimden sikilmek istiyorum, iki gerçek yarak doldursun içimi!" diye inliyor, bağırmak istiyor ama bağıramıyordu. Gözleri sımsıkı kapalı, hem Mustafa hem de benim aynı anda siktiğimi hayal ediyordu sanırım. "Gel Mustafa, gel!" dedim, sanki çocuk kapıdan girmiş gibi. Gözlerini bir açısı vardı ki, "Korkuttun beni yaaa!" dedi. Ben götünden çekilince plastik yarağı itiyor, ben yüklenince çekiyordu, tempoyu tutturmuştuk. Cial*s bayağı etkili bir hapmış ki, iki kez boşaldım götüne hiç çıkarmadan. Hale ise 3 kez orgazm oldu.
Biraz dinlendikten sonra beni mutfak penceresine götürdü, "Sen burdan seyret, en iyi burdan görürsün, hem bizim veranda hem de Mustafa'ların veranda görünür. Ben çamaşır asmaya çıkacağım şimdi!" dedi. Perdenin arkasından baktım, Mustafa ciğerci önünde bekleyen kedi misali neredeyse gözlerini kırpmadan buraya bakıyordu. İki dakika sonra Hale elinde çamaşır sepeti, ama az önce üzerinde olan plaj elbisesi yerine daha ince askılı, götünün 2 parmak altında mini etekli kavuniçi bir elbise ile kapıyı açıp verandaya çıktı. Yüzünü görmesem de sanırım Mustafa'ya gülümsedi ki, çocuk el kaldırıp sırıttı.
Önce nevresim takımını en ön ipe serdi. Veranda sanki kapanmıştı, yoldan geçen kimse içersini göremezdi. Solda ve sağda verandayı kapatan sürgülü siyah cam kapılar yarısına kadar açık olduğu için, sol ve sağ çapraz karşıdaki evler hariç kimse verandayı göremezdi. Önce sepeti özellikle yere koyup, Mustafa'ya doğru domaldı. O mesafeden çocuğun gözlerinin büyüdüğünü gördüm sanki. Hale o kadar yavaş hareket ediyordu ki, sütyensiz göğüsleri çamaşırları silkelerken hopluyor, elbisenin içinden çıkar gibi oluyor, uzanıp çamaşır ipine zor yetişiyor gibi yaptığında alttan sıyrılan etek simsiyah külodunu ortaya seriyordu. Mustafa'nın eli de resmen masanın altında hareket ediyordu. Hale, sepeti bir sağına bir soluna alıyor, eğilip sepetin içinden çamaşır alırken, kah göğüs uçlarını kah götünü sergiliyordu.
Bu oyun yarım saate yakın sürdü. Yarağım yine taş gibi oldu. Sevgilimi bu genç oğlanın sikişini seyretmek istiyordum. Hale içeri girip kapıyı kapatır kapatmaz altındaki külodu çıkarıp attı. Beni de kazık gibi yarakla görünce, hiç yer değiştirmeden perdenin arkasında, "Çabuk sok hayatım diye!" inledi. "Şu anda beni odanın birine saklayıp, Mustafa'yı çağırmanı ve dölleri bitene dek sikişmeni istiyorum sevgilim!" dedim. İnleyerek, "Offff ben de hayatım, ben de! Nasıl azdırıyorsun beni, kendimi orospu gibi hissediyorum! Mustafa gelse, o gencecik döllerini attırsa her yerime, ikiniz beraber sikseniz, ağzım boş kalacak, biri daha lazım aşkımmmm, ohhh!" diye diye orgazm oldu. Ben geleli daha 3 saat bile olmamıştı, kendimi tutup boşalmadım.
15 dakika dinlendikten sonra, akşam için birşeyler hazırlamaya başladık. Mutfakta ben de elimden geldiğince yardım ediyordum. Hatta iki defa tezgaha dayayıp arkadan amcığına soktum, 5'er dakika boşalmadan siktim, sürekli azgın kalsın istiyordum. O ara sordum, "Bu çocuğun anne babası nerde?" diye. "Onlar çalışıyor karı koca, bazen akşam gelir sabah giderler, bazen de sadece hafta sonları geliyorlar. Sol yanımdaki Almancı, o Temmuz ya da Ağustosta gelir, 1 ay kalır gider. Karşı ev Hatice abla, kocası öldü, çocukları gelir haftasonları. Sağ çaprazdakiler genç emekli, onlar bizim yaşlarda, Almanya'dan geldiler, yaz kış burdalar, ama çok hareketliler. Ayhan geldiğinde onlarla otururuz genelde, masa kurarız, bazen içer, bazen okey oynarız..." diye anlattı. Bir çırpıda siteyi öğrendim. Hem meze hazırlıyor hem konuşuyorduk...
Haleye, "Aşkım, bu üçüncü kişiyi de aramıza alma işine ne dersin, bunu düşünmek bile yarağımı dimdik yapıyor, senin de çok zevk aldığın belli!" dedim. "Sorma, hatırlıyor musun, ben 69 yapmayı bilmiyordum ya, 69'un ne olduğunu Melek anlattı!" dedi çapraz Almancıyı işaret edip, "Şimdi ise başkaları da olsun, beraber sikin istiyorum, bak!" dedi, elimi tutup amına götürdü vıcık vıcıktı. "Bugüne dek istemedim, ama bugün nerdeyse Mustafa'yı içeri çekip aranızda Tost olmak istedim, Tost'u da Melek anlattı, ama Mustafa çok genç, yarın çenesini tutamaz rezil oluruz!" dedi. "Biliyorum! Başka birilerini buluruz!" dedim. "Kimi bulacağız ki?" dedi. İki kez Melek demişti. Bunu bilinçli yaptığını biliyordum. "Anlat bakalım şu Melek nasıl bir tip?" dedim.
"Gel, bak!" dedi, perdenin arkasından onların verandayı gösterdi. At gibi, en 1.75 boyunda, ama tam ideal kiloda, siyah saçlı, irice göğüsleri olan, az önce Hale'nin giydiği plaj elbisesinin lacivertini giymiş, esmer güzeli bir kadın plaj havlusunu asıyordu. Bir an sanki beni görüyormuş gibi baktı. Hale, "Hayatım ben gidip 15 dakika takılayım şuna, yoksa biraz sonra aramaya gelir! Gidince salmaz genelde, ama işim var der kaçarım!" dedi. "Tamam!" dedim. O gidince ben de çabucak bir duş alıp, buzdolabına baktım. Soğuk bir bira açtım, perdenin arkasına geçip verandada oturan iki afeti seyretmeye başladım.
Mustafa'ya baktım, aralarında bir ev olduğu ve aynı hizada kaldıklarından Melek'lerin evini göremiyor, bir içeri bir dışarı çıkıp girip duruyordu. Hatunlar hani teraslara konulan salıncaklar var ya, onda oturuyorlardı, birbirlerine yüzleri dönük ve kahkahalarla birşeyler konuşuyorlardı. Melek benden tarafta oturuyor, yanladığı için bacak bacak üstüne atıp devirdiği götü muhteşem görünüyordu. Hale ise Meleğe doğru dönmüş, bağdaş kurmuş, sanki çok sıcaklıyormuş gibi kısacık eteğini sallıyor, amını havalandırıyordu. Benim baktığım açıdan görüldüğünü biliyordu. Bir ara Melek ayağa kalktı, Hale de uzanıp eteğinin arkasını kaldırdı. Melek basenlerini ve baldırlarını tutup Hale'ye gösteriyordu. Bense Meleğin (Gel beni sik!) diyen Tanga külotlu götüne dalıp kaldım. İki dakika sonra Hale ayağa kalktı, ikisi de kahkaha atıyorlarken, Melek dönüp direk benim olduğum pencereye baktı. Sonra da Hale eve geldi.
"Ne oldu, neden gülüştünüz o kadar?" dedim. "Evde sevgilim bekliyor, perdenin ardından bakıyordu, az önce senin götü de gördü, kaldırmıştır adam dedim!" dedi. "Ciddi misin, beni biliyor mu?" dedim. "Biz herşeyi konuşuruz! Sen geleceğini yazdığında beraberdik, o zaman söyledim. Zaten ilk geldiğimde geçtiğimiz yıllarda telefonla bu kadar ilgilenmediğim için bu sene sürekli telefon elimde diye huylanmış, bir akşam bir poşet bira alıp gelmiş, açıkcası sarhoş edip anlattırdı herşeyi. Kızdın mı?" dedi. "Yok be, ne kızayım!" dedim. "Zaten o da çok azgın, Kız bana da bulsak ya birini diyor, kocası sırf bundan kaçmak için küçük bir tekne aldı, erkenden balığa çıkıyor, geç vakit geliyor!" dedi. "Hımm.. O zaman bak ne yapalım, bir gün al izmir'e getir, ben de arkadaşlardan birini ayarlayayım, tanıştırırız!" dedim. "Aşkımsın!" deyip dudağıma yapıştı. Sonra eline teli alıp Meleğe, "Valla tamam!" diye mesaj yazdı.
"Mustafa ne yapıyor, bak bakalım!" dedim. "Dur, senin için yapmıştım seviyorsun diye, kabak mücveri var, bir tabak götüreyim!" dedi. "Telefonunla beni ara, telefon açık git, konuştuklarınızı duymak istiyorum!" dedim. "Tamam!" deyip gitti. Verandanın içindeki koltuğa bana sırtı dönük, bacak bacak üstüne atıp oturmuş, kahkahalarla Mustafa ile sohbet ediyordu. Hale, "Ay hafta sonu Ayhan abin vardı, çamaşır bulaşık dünya birikti, bir de Ayhan abin beni yordu (!), bugün öldüm yorgunluktan! Annenler gelecek mi bu akşam?" dedi. Mustafa da, "Yok gelmeyeceklermiş, az önce aradı!" dedi. Hale, "Eee sen ne yapacaksın?" diye sorunca, "Bilmem, iki bira alıp içerim belki.." dedi. "Sarhoş olmayasın?", "Yok abla, bana bişey olmaz!", "Bak sarhoş olup kızlara falan musallat olma!", "Yok be abla, kızların hepsi şımarık (ben senden hoşlanıyorum diyecek diye bekledim)!", "Eee yok mu sevgilin, gerçi eve de kimseyi aldığını görmedim ama..."
Tam o esnada kapıda tıkırtı gibi bir ses duydum, Hale anahtarı kapıya takıp gitmişti. "Hale?" diye bir bayan sesi. Tekrar, "Hale?" diye seslenince, şortumu giyip kapı arkasına gittim. Kapı açıldı. Melek kafasını içeri uzatıp, "Hale?" dedi alçak sesle. O zaman kapının arkasından çıktım ve "Buyrun?" dedim. İçeri girdi ve "Hale nerde?" dedi. "Mustafa'yı azdırmakla meşgul!" dedim. "Valla mı? Yine mi?" dedi gülerek. Tanıştık. "Gel bak!" dedim, perdenin arkasına götürdüm. Köşeden baktığımız için yanyanaydık. Bu arada Hale ile Mustafa sohbeti derinleştirmişler, Mustafa kışın okuldaki kızlardan biriyle yakınlaşmasını anlatıyordu. Karşıya ses gitmesin diye fısıltıyla, "Ben dinleyeyim diye telefonu açık!" dedim. Tebessüm edip, hem dinleyip, hem seyretmeye başladık.
Melek nasılsa herşeyi biliyor diye, "Hale siktirecek nerdeyse!" dedim. Melek de, "Ağzını sıkı tutacağını bilse çoktan siktirirdi!" dedi. Melek solumdaydı, omuzlarımızın arası 1 cm bile yoktu. Kulağıma yakınlaşıp, fısıltıyla, "Ben de arkadaşlarımdan ayarlayayım dediniz diye belki konuşuruz diye gelmiştim!" dedi. Fısıltıyla, "Nasıl birini istersin?" dedim kulağına dudağım değecek kadar yakın bir halde. "Hale'nin anlattıklarından anladığım kadarıyla senin kadar iyi bir sevgili olsa yeter!" dedi.
Hale'nin Mustafa'yla konuştuklarını duymak için telefonu ikimizin kulağının arasına kaldırdım tekrar. Hale, "Kız güzelmiydi?", Mustafa, "Çok güzeldi, ama şımarıktı!". Hale, "Olacak o kadar, genç kızlar biraz şımarır, üzüm yiyeceksen bağcıyı dövmeyeceksin!", Mustafa, "Ne kadar iyi davranırsan o kadar daha şımarıyorlar, o yüzden yaşıtım kızlar ilgimi çekmiyor!", Hale, "Var mı kızın fotoğrafı?" (konu kendisine gelecek diye top çeviriyordu hale), Mustafa, "Var telefonumda, ama biraz şey...". Hale, "Ney?" (sanki anlamadı, kız çıplak işte).
Bu arada heyecandan yarağım kazık gibi oldu yine. Meleğin de nefes alışverişleri hızlanmış, nerdeyse kalbinin gümbürtüsü telefondaki sohbeti kapatıyordu. Telefonun sesini açıp, "Kolum yoruldu, az sen tutar mısın?" dedim, maksat onun tarafındaki elimi boşa çıkarmaktı. Hale, "Aaaa Mustafa, bu kız yarı çıplak!", Mustafa, "Tam çıplağı da var abla!". Hale, "Sen mi çektin bunu?", Mustafa, "Evet, ben çektim!". Hale, "Lan bozdun mu yoksa kızı?", Mustafa, "Yok abla zaten bozuktu, ilk değildim ki, son da olmam!".
Meleğin kulağına, "Tamam, şimdi sikişecekler!" diye fısıldadım. Melek de benim kulağıma, "Evet, ben olsam üstüne atlamıştım!" dedi. Ben de, "Bugün kaç kez sikildi ama hala azgın güzel orospum!" dediğim anda Melek elini şortumun üstünden yarağıma attı. Ben de kalçalarına, birbirimizi okşuyor, telefonu da kulağımızdan ayıramıyorduk. Hale, "Bakalım başka nasıl fotolar var bunda?", Mustafa, "Abla başka yok ya, ver telefonu!". Hale, "Dur Mustafa, bakıyorum!", Mustafa, "Abla yaaa!". Hale, "Mustafa benim fotolarım dolu bunda?", Mustafa, "Abla özür dilerim...". Hale, "Bunu ne zaman çektin, havluya sarılı banyodan çıkmış halde?" (ben duyayım diye detay anlatıyordu). Mustafa, "Sizin arka bahçedeki erik ağacının arkasından...". Hale, "Başka da var mı? Aaaa, Ayhan abinle rakı içip oynaşırken, arka arkaya çekmişsin bir de!" Mustafa, "Abla onlara bakıyorum, sakın silme!".
Bu arada ben Meleği hafif domaltmış, arkadan amcığına yarağımı sokmuştum bile. Melek kalçasını hafif geri çıkarmış, telefon kulağımızda, sıklaşan nefeslerimizle sikişiyorduk. O an sanki Hale konuştukça daha da azıyorduk, ama telefondan ses gidecek anlayacaklar diye yavaş hareketlerle sikişiyorduk. Melek kafasını çevirip dudaklarıma yapıştı. Burnundan nefes alıp vererek kasılıyor, ardı ardına orgazm oluyordu. Ben de dayanamayıp yarağımı çıkarıp yere doğru boşaldım...
Hale, "Aaaa şaşırdım ama, bunu ne zaman çektin, koltukta her yerim açıkta uyurken?", Mustafa, "Onu Cuma akşamı çektim, daha yeni!". Hale, "Eeee, ne yapıyorsun bu fotolarla?". Mustafa, "Yaaaa Hale abla!". Hale, "Peki en çok hangisini beğeniyorsun?", Mustafa, "En çok beğendiğimi bilgisayarıma aktardım!". Hale, "Nasıl bir şey, görmek istiyorum!", Mustafa, "Ama kızmak yok!". Hale, "Önce bir göreyim de bakarız!" dedi. Mustafa kalkıp içeri giderken, Hale de bana doğru göz kırpıp, etrafına bakındı gören var mı diye ve arkasından içeri girdi. Az sonra Hale, "Oha artık!", Mustafa, "Kızmayacağına söz verdin abla!". O anda telefon kapandı.
Melek'le birbirimize baktık, dudaklarına yapıştım. Tek ayağını kaldırıp duvara dayadım, yarağımı amcığına alttan sertçe soktum. Ben Meleği sikerken, Melek, "Meraktan kuduruyorum, Hale şu anda siktiriyor mu acaba?" dedi. "Onu bilmiyorum, ama sen siktiriyorsun!" dedim. Melek, "Evet, muhteşem sikiyorsun, hayatımda bu kadar heyecanlanmamıştım!" deyip, dudaklarımı boynumu öpüyordu. Yine ardı ardına orgazm olmaya başladı. Bu kez telefon da olmadığı için, "Ahh, evet, eveettt, kökle, ohhh, harikasın!" diye diye orgazm oluyordu. Amında birkaç kez daha git gel yapıp yarağımı çıkardım, sehpanın üstündeki bezi alıp yarağıma sardım, boşalır gibi hareketler yaptım.
Melek, "Ben gideyim, Hale gelip bizi böyle görmesin!" deyip arka kapıdan bahçeye çıkıp ağaçların yanından kayboldu
114 notes
·
View notes