#kurulu güç
Explore tagged Tumblr posts
Text
Türkiye'nin Ağustos 2023 Elektrik Üretimi ve Tüketimi Raporu
Türkiye’nin Elektrik Üretimi Üzerine Ağustos Raporu Ağustos ayında Türkiye’nin lisanslı elektrik üretimi, geçen yılın aynı dönemine kıyasla %1,53 oranında bir düşüş göstererek toplamda 31 milyon 215 bin 885 megavatsaat seviyesine geriledi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından yayımlanan “Elektrik Piyasası Sektör Raporu”na göre, bu üretimin kaynak dağılımı aşağıdaki gibidir: Doğal Gaz…
#Doğal Gaz#Elektrik Üretimi#elektrik tüketici sayısı#Elektrik Tüketimi#enerji kaynakları#hidroelektrik#kurulu güç#mesken aboneleri#rüzgar santralleri#Sanayi#türkiye#Yenilenebilir Enerji
0 notes
Text
Aydem Yenilenebilir Enerji, kurulu gücünü 1.156 MW’ye çıkardı
Aydem Yenilenebilir Enerji, 2023 yılı ilk yarısında devreye aldığı hibrit GES ve rüzgâr kapasite artışı projeleri ile birlikte kurulu gücünü yüzde 13,3 artırarak 1.156 MW’a çıkardı. 2023 yılı ilk yarısı itibarı ile 1 milyar 718 milyon TL faiz, amortisman ve vergi öncesi kârlılık (FAVÖK) elde eden Aydem Yenilenebilir Enerji’nin varlık büyüklüğü 37,1 milyar TL’ye yükseldi. 2023 yılı ilk yarısında…
View On WordPress
0 notes
Text
Yeni GES Projeleri '22-23
View On WordPress
#Arçelik panel#Arçelik solar#Eczacıbaşı Yapı Gereçleri#Ezcacıbaşı#ford otosan#Güneş Enerji Santrali#güneş enerji santrali yatırımı#GES#Getinge#Huawei inverter#jinko#Kadifeteks#koç holding#kurulu güç#Mefa#Mercedes Benz Türk A.Ş#SolarEdge#SSG#sungrow#Türkiye 10.000MW#TEİAŞ#Vitra Karo#yenilenebilir enerji#İstinye Park
0 notes
Text
Eleştiren değil, izleyen olmayı seçtim bu sefer.
Bir adım geri atıp, her şeyi olduğu gibi izlemeye başladım.
Kendi kaosumun içinde boğulurken, bir başkasının karmaşasını yargılamanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim.
İnsan, her şeyi kontrol etmeye çalıştıkça aslında sadece kendine zarar veriyor.
Olan biteni anlamadan, sadece izlemek…
İşte tam da bu, beni bir yere götürdü.
Çünkü her şeyin ötesinde, herkesin bir hikayesi var ve kimse o hikayeyi bilmeden, bir kenarından çekip değiştiremez.
Bu dünyada herkes kendi savaşını veriyor.
Kimisi görünmez bir savaş, kimisi bağırarak savaşıyor.
Ama ne olursa olsun, onların savaşı benim değil. Eleştirmenin, kendi egomu beslemekten başka bir işe yaramadığını öğrendim.
Çünkü eleştirmek kolay; anlamak ise gerçek güç. İnsanları yargılamak, sadece onların hikayesine zarar veriyor, onları bir kalıba sıkıştırıyor.
Kimseyi sıkıştırmak gibi bir derdim yok artık, kimsenin hikayesini küçültmek ya da büyütmek istemiyorum.
Her şey o kadar anlamsız ki bazen, yargılar da bir çeşit kibir gibi geliyor.
Sanki bir şeyi yargılayarak, biz kendimizi ondan üstün sanıyoruz.
Ama hayat, bizim üstünlüğümüz ya da aşağılığımız üzerine kurulu değil.
Herkes kendi karmaşasını yaşıyor, herkes kendi fırtınasında savruluyor.
Ve bazen tek yapabileceğin şey, o fırtınayı izlemek.
Yardım etmeden, düzeltmeye çalışmadan… Çünkü belki de düzeltmek benim görevim değil. İnsanların kendi yolunu bulmasına izin vermek, kendi fırtınalarını deneyimlemelerine alan açmak gerekiyor.
Bazen sessiz bir gözlemci olmak, her şeyden daha değerli.
Çünkü yargılamadan bakınca, anlıyorsun ki herkes kendi çelişkileriyle başa çıkıyor.
Kendi karanlıklarıyla yüzleşiyor.
Ve belki de o karanlık, onların olgunlaşması için gerekli.
Kimsenin karanlığını aydınlatmaya çalışmadan, o karanlıkta sessizce yanında olmak.
İşte, bu gerçek bir anlayış. Kimseyi kurtarmaya çalışmadan, sadece anlamaya çalışmak.
Sonunda, herkes kendi yolunu bulacak.
Herkes kendi savaşını kazanacak ya da kaybedecek.
Benimse tek yapabileceğim, izlemek, anlamaya çalışmak ve bazen sadece susmak.
Belki de en büyük merhamet, yargılamadan izlemekten geçiyordur.
Bu eller bizim.
Her bir iz, kendi hikayemizi anlatıyor.
Kimimiz yaralı, kimimiz umutlu, kimimiz yorgun.
Ama her el, bu koca resmin bir parçası.
Eleştiren değil, izleyen olmaya çalıştık.
Her bir renk, bir hayat, bir yolculuk… Yargılamadan, birbirimizi anlamaya çalışarak bıraktık bu izleri.
Bazen kırmızı gibi öfkeli, bazen yeşil gibi dingin, bazen sarı gibi umut doluyduk.
Ama sonuçta hepsi biziz, olduğu gibi.
Burası bizim tuvalimiz, ellerimizdeki renklerle yazdık hayatı.
Kimse kimsenin hikâyesine müdahale etmedi, sadece yan yana durduk.
Çünkü biliyoruz ki her el, her iz, bir anlam taşıyor. Farklılıklarımızla bir bütünüz.
Ve bu eller, hayata iz bırakmayı seçenlerindir.
Biz yargılamadık, anlamaya çalıştık.
Kendi kaosumuz içinde, birbirimize dokunmadan, sadece izleyerek var olduk.
Çünkü biliyoruz, her bir el, bir dünyadır.
Ve biz, bu dünyayı sessizce izleyenleriz.
Güzel bir gün olsun.
6 notes
·
View notes
Text
Yanağından süzülen
Kendine ait olmayan ter damlasının
Yastıkta bıraktığı kir izinden iğrenirken
Tavandan sarkan örümcek ağına takıldı gözleri
Ve bir kaç leke daha
"Nasıl oldu da görmedim
Neyse /
...Yarın hallederim" dedi içinden...
"Yarın hallederim"
Yarın... /
Ne kadar çok şeyi vardı yapacak
Ne kadar çok şey yarına kalmış
Kurulu bir saat gibi uyanmış
Sabahları geldi aklına
Çocuğun okul çantası
Biraz kahvaltı
Biraz televizyon
Biraz temizlik yapmalıydı
Biraz makyaj
Biraz alışveriş
Biraz... /
Sustu düşüncesi
Her şey...
Her şey birazdı hayatında
"Biraz da mutluluk" / mırıldandı içinden
Son fırça darbesine muhtaç
Ama son darbeye yasak bir tablo
Sağ elinin içi ıslak
Bacakları açık kalmaktan kasılmış
Ölüye kazılmış toprak gibi hissiz
Ve / Nefessiz /
Sol eliyle sol memesini yan tarafa çekti
Sıkışmış / İki terli vücuttan...
Solukları sıklaştı adamın
"Nihayet"
Kasılmalarının bitmesini bekledi
Ve yan tarafına düşüşünü / et yığınının...
"Et yığını" / tekrarladı içinden
"Tuhaf ve ne itici benzetme bu tanrım"
Ve sonrasında
Anlaşılması güç bir kaç kelime daha
Dudakları bir dua okur gibi sarkık
Elleri / bir körün kalabalık ezberi gibi
Yan tarafa konmuş havluya uzanarak...
Çabuk hareketlerle sarılarak doğruldu...
---
Sıcak su kiri çabuk alır derler
Titrek bacaklarından
Kaynar suların süzülüşünü seyretti...
Ve / Suyun buharından
Net göremediği aynadan / kendini...
Yağmuru da sevişim bundan
Heykel gibi kalırdı her seferinde
Bir heykel gibi cansız
Bir tabut gibi zamansız...
Mermerden yaratılmalıydı
Ya da en adi taştan
Ne bir tene değmeli istemsiz
Ne de bir terden kirlenmeliydi insan
22 notes
·
View notes
Text
İSLAM DÜNYASI-
Dünya savaşı sonrası yeni bir sistem kuruldu. Bu sistem haklılık ya da adalet üzerine değil, güç üzerine inşa edildi. Yani savaşın galiplerinin çıkarları ekseninde planlandı. İsrail, Birleşmiş Milletler 'de veto yetkisine sahip daimi beş ülke olan ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık ve Fransa'nın uzlaşısıyla kuruldu.
Çeçenistan, Darfur, Arakan, Bosna ve Ruanda'da yaşanan soykırımlar, güç ve çıkar uzlaşısı üzerine kurulu bu sistemin sonuçlarıdır. Cezayir iç savaşı, Doğu Türkistan ve Mısır'da 2013 darbesi sonrası halka yönelen şiddet iklimi, yine bu sistemin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirildi. Uzlaşı üzerine kurulu bu sistem kendi içinde sorun yaşadığında, ABD'nin Irak, Kosova ve Afganistan'da, Rusya'nın Ukrayna ve Gürcistan'da yaptığı gibi işgallerle sonuçlandı. Fakat konu İsrail'in genişlemesi ve bu genişleme üzerinden Filistin olduğunda, uzlaşılmaması durumunda savaş çıkaran, işgal eden bu güçler, bir masa çevresinde uzlaşıyor! Filistin sorunu, İsrail'in askeri operasyonları ve politik genişlemesi bize gerçekten İslam Dünyasının birlik olmadığını siyaseten tercihen pasif kaldığını gösteriyor.
her ne kadar olmasa bile İslam Dünyası diye seslendiğimizde, 30 milyon km2'yi bulan bir yüzölçümünden, üzerinde 1 milyarı geçen nüfustan, 60'a yakın ülkeden bahsediyor oluyoruz! Doğalgaz üretiminin %51’i, bilinen uranyum yataklarının %39’u, petrol üretiminin %65’i, kauçuk üretiminin %70’i, buğdayın %15’i, baharat üretiminin %39’u,pirincinin %17’si, fosfat üretiminin %41’i Müslüman ülkelerde üretiliyor ya da kaynak olarak Müslüman ülkelerde bulunuyor!
Oldukça yüzeysel bilgilerle ifade ettiğimde bile, ortaya büyük bir güç çıkması gerekmiyor mu? Peki ya bu sessizliğin sebebi nedir? Çünkü bahsi geçen Müslüman ülkelerin yönetimleri, Birleşmiş Milletleri tasarlayan ve Kuran ülkelere kökten bağlıdır. Bahsi geçen Müslüman ülkeler diplomatik ilişkilerini kesme ya da minimum seviyeye indirme girişiminde bulundular mı? Hava, Deniz ve Kara sahalarını kapattılar mı? Ekonomik yaptırımlarda bulunma girişiminde bulundular mı? Soruların sayısını arttırabiliriz. Lakin alacağımız cevap her koşulda aynıdır. HAYIR!
Bu ülkelerin bazıları içindeki direniş anlayışında da büyük problemler var. Bölgedeki tüm otoriter ve totaliter örgütler ''Filistin'i savunma'' “Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın muhafızı” ''Direniş cephesi'' gibi ideolojik ve dini belirlenimlerle işledikleri suçları örtme yoluna gidiyorlar. Bu örgütlerin kendi halklarına reva gördüklerini dikkatle incelerseniz, bir mucizenin eseri olarak bir gün başarmaları durumunda, o halkları bu başarının sahiplerinden de kurtarmak gerekliliği doğacağını anlayacaksınız. Sözde direnişi bir vekalet savaşına çevirmenin mantıklı sonuçları olduğunu düşünmüyorum. Saddam, Şam ve İran rejimlerinin, Husiler, Hizbullah ve Şii örgütler üzerinden bir retoriğe çevrilmesi, bu bölgeye olumlu anlamda ne kazandırdı?
İslam dünyası dünya siyasetinde yok! Olsa bile biz o dünyanın mevalisiyiz!
4 notes
·
View notes
Text
Hayat kurmak mı yoksa rol kapmak mı?
Hayatta kalmak doğal bir reflekstir, öğrenmeyiz, doğuştan vardır. Adına "hayat kurmak" dediğimiz şeyi ise sonradan öğreniriz.
Aslında bunun bir film ya da tiyatro sahnesinden rol kapmaktan farkı yoktur. Her oyuncunun ilk maksadı sahnede rol kapmaktır ama asıl maksat, "en önemli" (daha çok para getirecek, kişiyi görünür ve güç sahibi yapacak) rolü kapmaktır. Çünkü önceden belirlenmiş, bize de çocukluğumuzdan beri iyice belletilmiş hayatlardan "en iyisini" satın alabilmenin yolu buradan geçmektedir.
Yaşayacağımız, daha doğrusu yeniden üreteceğimiz hayatın (rolün) hangisi olacağını belirleyen, sahip olduğumuz bütçenin hacmidir. Yaşadığımız, yaşamak istediğimiz hayat gibi kurduğumuz hayallerin de sınırlarını belirleyen sahip olduğumuz bütçedir. Yaşadığımız hayatın da kurduğumuz hayallerin de cinsiyet, sınıf ve birçok karakteri mevcuttur.
Yaşayıp da adına "hayat" dediğimiz şey, bizim tasarladığımız, planladığımız değil, başkaları tarafından planlanmış, tasarlanmış hayatın tarafımızdan sahaya uygulanmasından başka bir şey değildir.
Hayat değil, ömürdür bize ait olan. Hayatta kalmak adına ömrümüzü ipotek ediyoruz, hepsi bu. Sonra da hayatta kalmayı bir ömrü tüketmevi "hayatımız" sanarak çekip gidiyoruz hayattan. Biz yaşadığımız hayatın öznesi değil, nesnesiyiz; hayatın sahipleri, ona hükmedenlerdir. Kurulu hayatta rol kapamayanların üç seçeneği mevcuttur: Birincisi, başkalarının rolünü kapmak için olabildiğince rezilleşmektir, var olmak için yok etmektir. İkincisi, rol kapamadan, kırıntılarla yetinerek yavaş yavaş yok olmaktır! Üçüncüsü ise rol kapmayı reddedip, kişinin kendisinin de öznesi olduğu bir başka yaşamın inşaası için mücadele etmektir. Bunu da sonunda ölümle var ama bu, kişiye kendi olarak ölme imkânı, sonradan gelecek olanlar için bir başlangıç noktası sunar.
8 notes
·
View notes
Text
🗣️ Dinler, İktidar Hırsı ve Laiklik Devrimi
İncil sev dedi Hristiyanlar kendilerinden başka kimseyi sevmediler.
Tevrat yaşat dedi Yahudiler kendilerinden başka kimseye yaşama şansı bırakmayacak kadar azdılar.
Kur'an oku dedi Müslümanlar okumadıkları gibi kendi canına okuyan herkese koşulsuz inandılar.
O zaman dinleri ve günümüze kadar taşınan süreçlerin üzerinden geçerek Atatürk'ü ve laiklik devriminin değerini anlama zamanıdır.
Bunun için tabiat bilimlerini okumayı savunuyoruz.
İnsanı bu hale dinleri kendine alet ederek insan sömürenler getirdi.
"İnsanın dini duyuncundadır."
Doğuran da tabiat doyuranda tabiat olduğu için.
Tabiat aynı zamanda yaratan güçtür.
Son peygamberin dini tebliğ etmek ile birlikte aynı zamanda devlet başkanı olması dinin siyasete alet edilmesinin başlangıç noktasıdır.
Peygamber öldüğü gün öldü o din. Bu kadar kısa ömürlü olmasının tek sebebi güç adına iktidar olmak ve bunu din ile ilişkilendirmektir.
Çünkü dört halife iktidar kavgasına peygamberin cenazesi kalkmadan tutuştu. O gün bugündür bu coğrafyada kan durmuyor.
O gün bugündür insanlığa iktidar elde etmek adına dini siyasete alet etme virüsü bulaştı.
Atatürk dünya da bir ilki gerçekleştirerek laiklik devrimi ile temizledi bu rezil dini siyasete alet ederek iktidar olma ilişkisini.
O büyük dahi hayata gözünü yumduğunda yine hortladı o iktidar ve sömürü adına din kavgası.
Bugün yaşadığımız zulmün kısa hikayesi budur.
Peygamberler de insandır. Hata yaparlar. Tebliğ ettikleri o din yok şimdi. Böyle olacağını bilmesi gerekmez miydi?
Tanrı peygambere aynı zamanda siyaset yapması ve devlet başkanı olması yetkisi izni vermiş olabilir sorusunun bir yanıtı yok ki!
İktidar hırsı olmadığını iktidar olarak gösteremezsiniz. İktidar olmak bir güç elde etme hırsıdır. Ganimet elde etmenin yolunu güç açar.
Yaşarken bir başkasını hatta kendine çok yakın olmayan birisini demokrasi ile başa geçirmiş ya da geçirememiş olmanın faturası çok ağır oldu o kadar düşmana rağmen.
Din sadece tebliğ ile kalsa veya din bir insanla tebliğ edilmese böyle olmazdı.
Arap coğrafyası dinleri ganimet, iktidar ve güç peşinde koşan dinlerdir.
İnsana şah damarından daha yakın olan yaratanın bir insana ihtiyaç duyacak kadar çaresiz olması yaratana hakaret değil mi? Yaratanın insanlığı kurtarmak adına örnek bir insanı geçici kullanması anlaşılabilir. Yalnız dinin o insandan ibaret olduğu konusunda inancı yok etmek sonradan mümkün olmaz.
Dini yaratan duyunç aracılığıyla tebliğ ettiğinde insanlık daha huzurlu olur.
Biri çıkıp din adına Tanrının görevlendirdiği kişi benim dese bile kimse inanmazdı. Başlangıcı sorunlu bir konudur bu konu.
Atatürk bir dogma bırakmadığı için yenilmiyor.
Onun fikrini kimse yenemez. Çünkü insanlığın çıkabileceği son noktayı o çıktı.
Yaratanım insanlığa tebliğini her insan kendi diliyle öğrensin diye dinde ilk devrimi Türkçe Kur'an ile Atatürk yaptı.
Dünyaya insanlar arasından birisi din ve Tanrı adına huzur getiremez ve bu güne kadar getirememiştir.
Bugüne kadar böyle bir yazı ve eleştiri yapılmış mıdır? Doğrusu bilmiyorum.
Din, Tanrı, Peygamber ve devlet ile iktidar konusunda laiklik harici bir çare olmadığını düşünen ve inanan biriyim. Atatürk dışında bu konuda devrim yapmış ve o devrimi aşacak bir çözüm bulabilmiş biri yoktur.
İnançlar insanların kendi temiz duyunçları içinde yaratan ile bir aracıya ihtiyaç duyulmadan yaşanmalıdır.
Kimse kimsenin dini ve inancı ile ilgilenme ve inancına karışarak müdahale etme hakkına sahip değildir.
Yaratan peygambere bile tebliğ et yalnız kimseyi zorlama demiştir.
Din her insanın yaratan ile kendi arasında üçüncü bir aracıya ihtiyaç duymadan kurduğu iletişimdir.
Din, insana hükmetmenin aracı olmaktan hiçbir zaman kurtulamamıştır.
Dünya da yaşam menfaat üzerine bir düzen ile kurulu olduğu için ve insan menfaatine satılmak konusunda zaafı olan bir canlı olduğu için bu tuzağa din ile kolay düşürülmektedir.
Laiklik gibi bir devrim yapmış Türk ulusunun ve Atatürk gibi bir insanlık devrimcisinin kurduğu devlet ve yaptığı devrimleri dini siyasete alet eden işbirlikçi bir zihniyet dini kullanarak elde ettiği güç ile bugün tehdit etmektedir.
] Önder Karaçay [
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#dinler#din tacirleri#laiklik#iktidar#güç arzusu#hükmetmek
8 notes
·
View notes
Text
Öfkenin kökeni acı ya da acıyı hissetmek değil, nefrettir.
Ethica’nın muhtelif yerlerinde şöyle der Spinoza:
"Nefret ettiğimiz kimseye kötülük yapma çabasına öfke denir"
"Öfke, bizi nefret ettiğimiz kimseye kötülük yapmamız için nefretle tetikleyen bir arzudur"
"Nefret karşı bir nefretle çoğalır, ama sevgiyle silinebilir"
"Nefret, dış bir nedenin fikriyle giden kederdir"
"Nefret asla iyi olamaz"
Öfke politik bir tavır değil, hayvansal bir güdüdür. Dolayısıyla öfke propagandası üzerine kurulan örgütlenmenin dağılması da kaçınılmazdır. Çünkü sevgi ve dayanışma geri planda kalır.
Şu açıkça görünüyor ki kaostan sadece egemen güç beslenmez. Egemen olmak isteyen güç de beslenir. Ne diyordu Deleuze: "Kederli ruhları desteklemek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaç duydukları gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır".
Şimdi Spinoza’yı öfke dili üzerine kurulu politik tavırları üzerinden devşirenler tekrar düşünsün. Bu kişiler Spinoza’yı gerçekten anladı mı? Yoksa felsefesinde sevgi dilini kullanan bir filozofun görüşlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak işlerine mi geliyor?
Politik tavırda bir çizgi olur; bu da idealle olur, hayvansal güdüyle değil.
4 notes
·
View notes
Text
Fildişi Kulemden merhabalar
Zafer mi? Haklı olmak mı?
Sevgili defter, sana yine fildişi kulemin burçlarından sesleniyorum. Ben bu ülkede hor görülmüş, dışlanmış, damgalanmış, kolundaki yahudi kolluğuyla gezen bir adamım.
Bu adam için ülkenin diğerlerinin yaşadığı saçma sıkıntıların beni bağlamaması çok normal değil mi? Evet normal. Seçimlere bakışım da buydu.
Ülkemiz 2017deki Türk tipi başkanlığı 15 temmuzun gazıyla evet dediği gün biz ülke olarak ne kaybettiğimizin farkına varamadık. Yapılan değişiklik ülke zaten ayrışmış yanarken ocağı tamamen dağıtmak ve tüm köyü yakmaya benziyordu. Saçmaydı. Siyasetsiz hali bile saçmaydı. Ve o gün biz ülke olarak mağlup olmuştuk. Bu mağlubiyetten sonra ülke olarak tek temennim demokrasiye yakınlaşmak olacaktı. Sonraki iki seçim de gösterdi ki konu demokrasiyi kazanamamak bile değildi, toplum olarak net şekilde ikiye ayrılmış olmaktı. Hem de her kesim kendi ifrat ve tefritinde boğulurken.
Kamplaşma mı diyorlar. Heh işte o.
Bir tarafın diğer tarafa koyduğu. Evet. Seçim zamanları böyle değil mi? En sakin insanlar bir anda seçim sonunda koyduk mu diye bağırmaya başlamadılar mı?
Ülkemiz her kesimden cahillik içinde savrulmakta. İşlerinin uzmanı olanlar işlerini bilmiyorlar. Genel olarak halk yoğun propaganda altında ne düşüneceğini bilemez halde, düşünmeden milliyetçilik oyunu oynuyor. Benim açımdan milliyetçilik sonu her türlü kavgayla biten bir evcilik oyunu. Tarih boyunca öyle de oldu daima.
Fildişi kulemden konuşmak kolay. Hele bir de samsunda konuş bunları. Ahahah. Ben yaklaşık olarak 10 yıldır cahille sohbeti kestim. Şaka değil, normal bir vatandaş hukuk bilmiyor malum, ben o adama anayasa, evrensel hukuk ilkesi falan anlatmam, sen haklısın der geçerim. Susarım. Varsın o beni salak sansın. Yendim sansın. Yalan değil. Bu tavrımı bir defa aştım onda da ofiste müvekkilin yanında gelen adamın üzerine yürüyordum dövmek için. Ahahahah. Kimse gelip ofiste siz hukuk bilmiyorsunuz diyemez, hele hele bir sanayi ustası hiç diyemez. Burası samsun ve şiddet doğaldır. Ahahahah. Şaka şaka. Ama adamı kovdum o başka.
Ne anlatıyordum? Fildişi kulemde hava da esiyor biliyor musun sayın defter.
Dur bak. Ben bu tumblrı on yıldır kullanıyorum. Ben tumblr vesilesiyle evlendim sayın defter. Ahahah. Şaka değil bu arada. O sebeple burası benim defterim ve not düşmek isterim. Sonra gelip okurum beş yıl sonra. Yaş 38 olduğunda.
Bir kaç tespit daha yapmam lazım. Beş yıl ya da daha erken gelip haklılığımı ölçmek için.
Demokrasiyi kazananların yönettiği bir sistem sanmamız aslında en büyük yanılgımız. Zira demokrasi bu tezin aksine kaybeden olarak geçen diğer herkesin yönetime bir şekilde katıldığı bir yönetim şekli. Öyle değil mi sayın defter.
Bunu sağlamanın çeşitli yolları var, yani dünyada yaşanan deneyimlerin bize gösterdiği yollar. En bilindiği bağımsız yargı, bağımsız anayasa ve anayasa mahkemeleri. Sonra 4.güç basının özgürleşmesi, reklamların düzenlenmesi, iş adamlarının gazete yönetiminden uzak tutulması vb. Onlarca yol ve yöntem.
Ülkeme dair yapılacak ilk tespit bu olmalı: biz demokratik bir ülke değiliz. Bu şimdinin sorunu değil yanlış anlaşılmasın. Biz cumhuriyet kurulduğundan beri demokratik olmadık. Sistemlerin bir önemi olmadığını, başkanlık yarı başkanlık ya da parlamenter sistem olmasının hiç önemi olmadığını da belirlemek gerekir.
Getirilen sistem bizim neyi, hangi programı seçmemiz üzerine kurulu değil. Evet, buna negatif siyaset diyorlar sanırım. Bir şeytan belirle ve o şeytanın yanında olan ya da olmasa da yanında görünen herkesi şeytanlaştır. Bu sistem boşuna bizim ölüm fermanımız diye demiyorum. Biz kimin yönetmesini seçmiyoruz, kim yönetmemeli diye oylama yapıyoruz, böyle olmadı mı? Oysa bizi kim, nasıl yönetmeli diye seçim yapmalıydık. Olmadı, olmayacak da. Bunu en ileri dediğimiz demokratik toplumlar bile sağlayamıyor. Oyun düşünce kalitesinin yükselmesi gerekiyor. Bu da demokratik olmayan devlet düzenlerinde mümkün olmuyor. Sonuç ne: şeytan diye gösterilen bizi yönetmemeli. Yönetenin bir önemi yok.
Bu arada bu tespitin hükümete yönelik olarak yapılmadığı da belli değil mi? Muhalefet için şeytan kimdi? Ve o şeytan yönetmesin diye oy verilmedi mi? Partilerin programını kimler okudu. Muharrem ince gibi elinde dosyadan başka ne vardı partilerin. Hükümet partisinin hiç yoktu o başka. Ama muhalefette oyu yüzde ikinin üzerinde olmayan deva partisinin bir kaç ışık veren programı dışında kimin programı vardı elle tutulur. Yok. Sıfır. (bu arada altılı masanın parlamenter sistem ve geçiş süreci programı genel hatlarıyla güzeldi. Ama misal ekonomi de kişi adlarından başka program var mıydı? Halledeceğiz, bakacağız, getireceğiz. Hükümet zaten allahlık, onlar ekonominin yumuşak karnı olduğunu bildiğinden konusunu bile geçirmediler.)
İşte ülkenin bu duruma gelmesinin onlarca sebebi varken en temel sebebi bu Türk tipi başkanlık sisteminin bu şeytanlaştırma siyasetinden doğması ve yürütülmesidir. Öncelik bu sistemden kurtulmak olmalıydı. Çözüm parlamenter sistem değil belki ama demokratik kurumların daha etkinleştirildiği her türlü sistem bu sistemden iyidir. Yüzde üç alan partinin amacının hükümet kurmak olmadığı kendi azınlığını savunacağı konuşacağı bir sistemin inşası gerekiyor. Bu olur mu peki? Mümkünü kalmadı artık.
Neye layıksak öyle yönetiliriz. Layık olduğumuz durum bu.
İnşallah olmaz ama durum gösteriyor ki ekonomik olarak sonumuz pek hayırlı değil. Zaten çok kötü durumdayız, ve daha kötüsü kapıda. Üzülür müyüm?
Bu çok önemli soru. Beni taşlayanlara hiç üzülmem demiştim içerdeyken, adımı bilmeden, yandaş basında yayınlanan listelerde bu da vatan haini diyen babam olsa affetmeyeceğim diye söz vermiştim. Bu hesap ahiret gününe bırakılmış bir hesaptı. ancak allah nasip ederse bir kaç cenaze namazına iştirak edip açıktan söylemeyi hayal ediyorum: hakkımı haram ediyorum, haram zıkkım olsun, allah bildiği gibi yapsın. İçerden çıktıktan sonra bu toplumdan nefret ediyordum. Üç yıl kadar sürdü bu. Yumuşadık. Ben eskiden ölümlü trafik kazası haberinde ağlayan adamdım. Şimdi ağlayamıyorum ama üzülüyorum. Samsundaki topluluğun da etkisiyle halkı pek sevdiğim söylenemez. Üzülür müyüm? Ekonomi daha kötü olduğunda mecbur üzüleceğim. Kendim de yanıyorum zira. Ama bir nebze -oh çekme vaziyeti de olabilir. ahahah. Mevcut düzene oy verenlerin ekonomi hakkında eleştirme haklarının sonuna gelmiş durumdayız. Sülaleden birisi ekonomi hakkında ya da başka bir kötülük hakkında konuşursa açıkça da söyleyeceğim: sen artık konuşamazsın bu konuda konuşma hakkını sandıkta nihayete erdirdin. Kabullendin ve bize kabul ettirdin artık yaşama zamanı.
Kaç ay ya da yıl sonra bakacağız bakalım bu yazıya tekrar?
Mevzu sadece ekonomik değildi. Hatta ekonomi onca sorunun belki en kolay halledilecek yanıydı. Asıl önemli olanın hukuk olduğunu düşünmekteyim. Anayasal ilkelerden demokratik devlet düzeninin sağlanmasının en temel yöntemi hukuk devleti olmak zira. Hukukla ilgili bu hükümet öyle sınıfta kaldı ki. Hükümet yanlıları dahil bu sistemden memnun olan kimse görmedim. Öyle halkla ilgili de değil sadece, hakimler savcılar avukatlar katipler herkes mutsuz bu sistemde. Nasıl bir şeydir bu?
Gelelim yazının sonuna: zafer kazanmak umurumda değil, haklı olmak güzel. Cezaevinde de tüm duygum buydu, ben suçsuz şekilde buradayım, haklıyım, ister beş yıl ister on yıl ne fark ederdi. Yusuf değiliz ama haklıyız.
Bu yazı burada dursun.
Cemil Meriç'in fildişi kulesine çekilmesi gibi ben de çekilmiştim, şöyle bir pencereden baktıydım o kadar. Yoksa kulemden seyrediyorum her şeyi. Ekmeğimdeyim. Ruhsatım da geldi. Oh mis. Bu hafta içi tören falan olursa takdim edilir. Az buçuk para da kazanırsam tamamdır. Umurumda mı dünya?
vesselam.
5 notes
·
View notes
Text
Seyir Defteri 11.626; 10. Karlı bir Ankara sabahından günaydın, 6 yıl vandan sonra kardan tiksinen hocam; Öğretmenler günün kutlu olsun canım. İlk öğretmenler gününün ilk saatlerinde canınla tehdit edilip bütün ideallerini hevesini kaybettiğinden beri artık bu döngünün sonuna geldin. Hevesli ve öğrenme meraklısı bebelerin, sana değer sevgi ve saygı gösteren canların, onlar için verdiğin çabanın karşılığını aldığın bu yılda onların gülen yüzü bile seni mest ediyor…. Karakterim öğrenmek ve öğrendiğini birine aktarmak onu da kurtarmak üzerine kurulu. Çocuklukta yaşadığım hiç bi meseleyi başka çocuklara yaşatmamak da gayem olduğuna göre, yolda yürümeye devam…mesleğimi artık seviyor ve sayıyorum….her şeye herkese rağmen. bugün 2. Ayın sonunda sergiye çıktım. Hızlı bi yükseliş oldu, kıymetli hocam ve enerjik yeni foroğraf arkadaşlarımla hem fotoğrafçı hem de model olarak yer aldım. Hatunum ve bi dostum da bu kutlu günde beni değerli hissettirdi yanımda oldular. Gururlu hissediyorum. Çiçek de almışlar yerim. After sergi yemeğe çıktık, 50 lik blanc sen benim aşkımsın ; Efes özel seri seni özleyeceğim…. Eve gelip keyifli zor konular arasında mekik döşedikten sonra ben şiir kitabı okuyorum sonra da sızcam. Yeni haftaya güç lazım. Hem ayrıca keyifli bir bağ kurdum şu üçgünlük dünyada.
0 notes
Text
Anadolu Grubu'nun 1.8 milyarlık, "Bi-Fikir" i var
https://pazaryerigundem.com/haber/193542/anadolu-grubunun-1-8-milyarlik-bi-fikir-i-var/
Anadolu Grubu'nun 1.8 milyarlık, "Bi-Fikir" i var
Anadolu Grubu’nun, çalışanlarının yenilikçi fikirlerini ödüllendirdiği inovasyon programı “Bi-Fikir” 10. Yılını kutladı.
İSTANBUL (İGFA) – Anadolu Grubu çalışanları, “Bi-Fikir” inovasyon programıyla 10 yıldır yenilikçi projeler üreterek tüm Grup şirketlerine katma değer sağlıyor. Uygulamaya alınan proje sayısının her geçen gün arttığı program kapsamında, 2024 yılının en iyileri Bi-Fikir Festivali’nde tanıtıldı. Bu yıl Bi-Fikir sürecinde, projeler 4 kategoride değerlendirildi. Finalde yapılan oylama sonucunda 4 kategoriyi de kazanan Migros, “Dijitalleşme ve Teknoloji” kategorisinde “AI Ne Pişirsem?” projesi ile, “Sürdürülebilirlik ve İnsan” kategorisinde “Farklıyız Eşitiz” projesi ile “Yeni Ürün ve Hizmet” kategorisinde “Meyve Kurutma” projesi ile ve “Operasyonel Mükemmellik” kategorisinde “Elektronik Etiket” projesi ile birinci seçildi.
Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, Bi-Fikir Festivali’nde yaptığı konuşmada bugüne kadar 47.000’den fazla fikrin üretildiği Bi-Fikir’in, sadece Anadolu Grubu’nun yenilikçi ve girişimci ruhunun sembolü değil, aynı zamanda da sürekli değer üreten dev bir inovasyon programı haline geldiğini belirtti ve şunları söyledi: “ İnovasyon, günümüzde rekabetçi pazarlarda ayakta kalabilmenin en önemli anahtarlarından biri halini aldı. Yenilikçi fikirler üretmek, süreçleri optimize etmek ve müşteri deneyimini geliştirmek hepimiz için çok önemli. Hızla değişen ve gelişen teknolojik trendleri yakalayabilmek ve hatta öncü olabilmek için sürekli üretmemiz ve kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Teknolojinin sunduğu imkânlar her geçen gün daha da genişliyor ve bu da bize yeni fırsatlar sunuyor. Rakiplerimizden ayrışmamız, rekabette öne çıkmamız için her değişim ya da gelişmenin yepyeni fırsatlar getirebileceğini, büyük sorunların bile fırsata dönüştürülebileceğini unutmadan hareket etmeliyiz.”
Konuşmasında Anadolu Grubu’nun dünya çapında ulaştığı büyüklüğe ve etki alanına vurgu yapan Anadolu Grubu İcra Başkanı Burak Başarır ise “Böyle bir ölçeğe ulaştığınızda attığınız her yenilikçi adım, işinize sağladığınız her katkı, aynı zamanda çevreye ve insan refahına da katkı sağlıyor. Dünyamızın içinde bulunduğu hızlı değişim süreci, ekonomileri ve iş yapış şekillerini derinden etkileyen en önemli faktör haline geldi. Şirketlerin ve özellikle de bizim gibi büyük grupların değişen ihtiyaçları iyi anlaması, teknolojik gelişmeleri yakından takip etmesi, her türlü yenilik, gelişim ve inovasyonu odaklarına alması gerekiyor. Kurucularımızdan bizlere aktarılan girişimci ruhumuz ve yetkin insan kaynağımızla değişimin getirdiği fırsatları en iyi şekilde değerlendiriyoruz. 10 yıl önce kurulan Bi-Fikir’i sürdürülebilir bir inovasyon platformu olarak konumlandırıyoruz. Çalışanlarımızın her sene artan oranda katılımı, sisteme girilen fikirlerin ve uygulamaya alınan projelerinin sayısının her geçen gün artması hepimiz için çok önemli bir güç kaynağı. Bu çıtayı daha da yukarılara taşıyacağız.” dedi.
10 yılda 2.818 proje hayata geçirildi
Bi-Fikir programı, Anadolu Grubu’nun yurt içi ve yurt dışındaki tüm şirketlerine açık. Yarı finalde yarışan ekipler arasında bu yıl, Türkiye’nin yanı sıra Moldova, Gürcistan, Kazakistan, Pakistan, Ürdün ve Belarus’tan çalışanlar da yer aldı. Program kapsamında 10 yılda, toplamda 47 bin 100 fikre ulaşıldı. Toplam 7.562 hızlı uygulama ve 2.818 proje hayata geçirildi. Fikirlerin uygulama oranı %22 oldu. Bu yıl programa 228 proje başvurusu geldi. 2024 yılında proje değerlendirmelerinde yeni bir sınıflandırmaya gidildi. Grup şirketleri; “Yeni Ürün ve Hizmet”, “Sürdürülebilirlik ve İnsan”, “Dijitalleşme ve Teknoloji” ve “Operasyonel Mükemmelik” kategorilerinde temsilcilerini belirleyerek yarı finale gönderdi. 22 Ekim’de gerçekleştirilen yarı finalde projeler bu dört kategoride yarıştı. Bu projeler arasından jüri tarafından seçilen 14’ü Bi-Fikir Festivali’nde projelerini anlattı. Fikirler, Grup şirketlerinin çeşitli fonksiyonlarındaki çalışanlarından oluşan bir jüri tarafından değerlendirildi.
Bi-Fikir Festivali canlı yayınla tüm operasyonlara ulaştı
Bi-Fikir kapsamında 2015’te Türkiye’de başlayan çalışmalar Anadolu Grubu’nun tüm yurt dışı şirketlerine ve son 6 senedir de Türkiye’deki tüm üniversitelere açıldı. Bi-Fikir KAP üniversite programıyla üniversiteli gençler tarafından bugüne kadar, 194 farklı üniversitenin 353 farklı bölümünden 1.604 proje önerisi geldi. Bi-Fikir Festivali finali canlı yayınla, Anadolu Grubu’nun Türkiye’de ve yurt dışında yer alan tüm operasyonlarındaki çalışanlarına ulaştı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Akfen'nin yeni yatırımları: Kurulu Güç 860 MW'a ulaşıyor
Akfen Yenilenebilir Enerji (AKFYE), Türkiye’nin yeşil enerji alanındaki büyümesine ivme kazandıracak yeni yatırımlarla dikkat çekiyor. Şirketin kurulu gücünü 860 MW’a çıkarmayı hedefleyen hamleleri, sürdürülebilir ve çevre dostu enerji üretiminin önemini vurguluyor. Akfen’in yeşil enerjiye katkısı Akfen Yenilenebilir Enerji, iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine…
View On WordPress
#860 MW Kurulu Güç#Akfen Yenilenebilir Enerji#Akfen Yenilenebilir Yatırımlar#AKFYE#Borsa İstanbul#Enerji Sektörü Türkiye#hibrit güneş enerjisi#Mustafa Kemal Güngör#Rüzgar Enerjisi Yatırımları#Sürdürülebilir Enerji Projeleri#Türkiye Yenilenebilir Enerji#yeşil hisse
0 notes
Text
Altay’da periyot süreçleri için muahede sağlandı
Altay’da periyot süreçleri için muahede sağlandı İHA İzmir’in esaslı kulüplerinden Altay, şirketleşme kararı aldıktan birçok yatırımcı ile görüştü.Bu süreçte son olarak iş insanı Vahdettin Heyal ile masaya oturan siyah-beyazlı kulüp, evre süreçleri için el sıkıştı.ANLAŞMA SAĞLANDIKulüp binasında toplanan topluluğun değerli isimleri hazırlanan protokolü İstanbul'daki Heyal'a gönderdi ve taraflar ortasında mutabakat sağlandı.Aylar evvel Altaylılar tarafından kurulan Büyük Altay 1914 Futbol ve Spor Yatırımları Anonim Şirketi, önümüzdeki günlerde Vahdettin Heyal tarafına devredilecek.Daha sonra ise siyah-beyazlı kulüp ve şirket ortasında periyot kontratı imzalanacak.Bu süreçler tamamlandıktan sonra evre mukavelesi Türkiye Futbol Federasyonu ile Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın onayına sunulacak.KOLAYLIK BEKLENİYORFutbol şube evre süreçlerinin yeni bir dönem başlamadan evvel yapılması gerektiği söz edilirken federasyon ve bakanlığın şirketleşmeye teşvik etme gayesiyle bu bahiste kulüplere kolaylık sağlayabileceği bildirildi.Bir pürüz çıkmaması durumunda ise siyah-beyazlıların yeni işvereni Vahdettin Heyal olacak. Eski Yüksek Divan Kurulu Lideri Ahmet Çoker de yaşanan bu durumla alakalı toplumsal medya hesabından açıklama yaparak, şunları dedi:Yatırımcımız ile protokol hazırlandı ve mutabık kalındı. Bundan sonra yasal süreçler sürecek ve süreç hakkında bilgilendirmeler yatırımcımız ve kulüp tarafından ortak yapılacaktır."ZORLU BİR SÜRECE GİRMİŞ DURUMDAYIZ"Altay'da futbol şubenin yeni işvereni olmaya hazırlanan iş insanı Vahdettin Heyal, toplumsal medya hesabından şunları söyledi:Değerli Büyük Altaylılar, kuvvetli bir sürece girmiş durumdayız. Popülist siyasetlerle günü kurtaracak muvaffakiyetler peşinde koşmak yerine Altay efsanesinin kuşaktan jenerasyona taşımak için sabırla acı reçeteye katlanacağız. Birinci önceliğimiz takımı mevcut ligde tutmak. Zira düşmek kolay çıkmak güç. Bunu yaparken eş vakitli olarak Altay'ın geleceğini daima birlikte el ele, gönül birliği ile yorulmadan, bıkmadan inşa edeceğiz. Bu süreçte yapan her görüşünüze ve fikrinize gereksinimimiz bulunmakta. Kaynak: İhlas Haber Ajansı (İHA)https://www.ensonhaber.com/kralspor/futbol/altayda-devir-islemleri-icin-anlasma-saglandi https://hepsigundem.com/altayda-periyot-surecleri-icin-muahede-saglandi/?fsp_sid=1215#Altay #İş #Kulüp
0 notes
Text
Edebiyatın Sınıfsal Yansıması: Marxist Eleştiri
Edebiyatın Sınıfsal Yansıması: Marxist Eleştiri Marxist eleştiri, edebiyatın toplumsal ve ekonomik yapıları nasıl yansıttığını analiz etmek için güçlü bir yöntem sunar. Karl Marx’ın fikirleri üzerine kurulu bu eleştiri biçimi, sanatın ve edebiyatın yalnızca estetik bir değer taşımadığını, aynı zamanda egemen sınıfların ideolojilerini, ekonomik ilişkilerini ve güç dinamiklerini yansıttığını…
0 notes
Text
"Büyüyen Enerji: Kandıra RES, Türbin İlaveleriyle Gücüne Güç Katacak"
Bir Finansçı – Kocaeli ilinde faaliyete geçen Kandıra Rüzgar Enerji Santrali (RES), 10 adet mevcut rüzgar türbini ile toplam 58 MW kurulu güce sahiptir. Santrale, 8 adet ilave rüzgar türbini eklenerek güç kapasitesi 106,8 MW’a ulaştırılacaktır. RT Enerji çatısı altında faaliyet gösteren Sağanak Enerji Yatırım Üretim ve Tic. A. Ş., Kocaeli’nin Kandıra ilçesi ile İstanbul’un Şile ilçesi…
0 notes