#içe dönük
Explore tagged Tumblr posts
kelimeleryasamtarzi · 8 months ago
Text
Ben içe dönük bir insanım bunu asla yalanlamayacağım onca saçma sorun yaşarım. Kimine göre önemsiz olabilir sorunlarım ya da başka birine göre de çok ağır olabilir. Karşımdakinin yaşanmışlıklarına bağlı asla bu yüzden kimseye darılıp gücenmiyorum. Sorunlarımı önce müzikle arkaplana atmaya çalışan biriyimdir ben kimi zaman boş odada yankılanan dertlerime yeniden kulak veririm. Anlayacağınız ben kendimle konuşurum, ben kendi başımı ağrıtırım, ben kendime ağlarım, kendime dert yanarım, kendi kendime gözlerimi silerim, ben kendi kendimi motive ederim. Kimi zaman yaptığınız saçma şeyler yüzünden kendimi bile üzerim ama size bir şey demem. Kırılan birilerinin kırmaktan çok korkacağını umarım biliyorsunuzdur aptallığımdan değil sadece kimsenin üzülmesini istemediğimden. Ben kendim için dost olurum kimi zaman yalnız ağlayıp daha sonra yine yalnız gülebilirim zorlasam. Bak ben bunların hepsini yapabilirim ama kendime sarılamam anlıyor musunuz? Kendimi kandırdığım yalanlara inanmam için sarılmaya ihtiyacım var benim. Bir omuza ihtiyacım var kafamı yaslamam için. Hepsini ben yapabilirim duvarlarla bile dost olabilirim ama duvarlar sarılmıyor anla beni...
1 note · View note
onderkaracay · 3 months ago
Text
🎯 İçe Dönük Aynalar 🎯
Dünya da insanlardan kaçış çabalarının son durağı evler olarak düşünülür.
Oysa insanın kendinden kaçabileceği dünya da bir yer yoktur.
Nereye gitse insan kendini yanında götürür.
Kendini kötü insanlardan saymayan en büyük yanılgıya düşer.
İnsanlık dışı bir yaşam sürmeyi kabul eden, ses etmeyen biri insan sayılabilir mi?
Suya sabuna dokunmayayım dokunan birileri nasıl olsa çıkar bizde sıvışır arada kaynar gideriz mantığı hüküm sürer yaşamda. Bunu güce dönüştüren ideolojiler insanı insanlığın yolundan çıkarttılar.
Bu sebeple insanlığın yazgısını her çağda çok az sayıda insan değiştirir, çok sayıda insan bende oradaydım diye yüzsüzlük ederek sahiplenir.
Kendini insandan sayanlarda kötülük dışında kendilerine her iyiliği kondurur.
Madem bu kadar iyi insan var ise dünyada o zaman sormak gerekir bu kadar büyük kötülüğü kim yaptı? Kimler seyretti?
Kendinden kaçabilmek ölümdür.
İnsan yaşamdan çok kendisiyle yüzleşmeyi istenilen düzeyde başarabilecek bir canlı değildir.
Kendisiyle yüzleşmeye kolay kolay yüz yüze gelmez gelse de kendine karşı iltimas geçerek davranır.
Bütün bu iç gözlemler genel eğilimlerden derlenmiş olup bunun dışında kalan insan varsa bile sayıları bu sonucu değiştirmeyecek kadardır.
O insanlar kimsenin pek ilgisini çekmezler.
İnsan en çok kendine benzeyeni kendine çeker.
Önder Karacay
2 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 1 year ago
Text
Tumblr media
Herkesin bir yere yetişme telaşı var benim yok.
0 notes
applee--pie · 2 years ago
Text
tekrardan tüm sosyal medya hesaplarımı silip kurtulma fikri çık aklımdan
0 notes
hataysekshikayelerisblog · 2 months ago
Text
Çok Hızlı! (7) (Orhan 36 Y., Bursa)
Evime varınca güzelce bir duş aldım, sanki heryerim bal kaymak olmuş gibi yapış yapıştım. Gelirken aldığım mezeleri açtım. 2 kadeh rakı doldurdum balkondaki masaya, fotoğrafını çekip, "İkinci kadeh senin! Evde kimse yok!" deyip Merve'ye yolladım whatsapdan. Az sonra Merve balkona çıkıp gülümseyerek, "Yarım saat sonra!" diye yazdı. Saate baktım 21:30'du. Hava yeni kararmıştı.
Yan komşum emekliydi, yazlığa Mayıs ayında gider Kasımda dönerdi. Yaz olduğu için herkes ya tatilde, ya köyünde, ya yazlığındaydı. Benim blokta tek ışık vardı, o da ikinci katta oturan 75 yaşındaki, gözleri görmeyen, kulakları duymayan teyzenin dairedeydi. Tüm siteye göz gezdirdim. Benim araba dahil 6 tane araç vardı otoparkta, oysa kışın araba koyacak yer kalmazdı. Tüm dairelere baktım, benim balkona doğru ışığı yanan 2 daire vardı. Karşıdaki bloğun ön yüzü, yani otoparka bakmayan yüzü geniş bir caddeye baktığından çoğu kişi o taraftaki balkonlarını kullanıyordu. Yani biraz dikkatli davranırsak Merve'nin gelip gittiğini kimse göremezdi.
Yarım saat sonra Otoparktan başörtülü mantolu birisi geçti ve bizim binaya girdi, ama karanlıkta kim olduğunu seçemedim. Herhalde ikinci kattaki teyzenin kızı veya gelini dedim, birkaç kez görmüştüm gelip gittiklerini. Az sonra kapımdan tırmalanır gibi bir ses geldi. Kalkıp delikten baktım, başörtülü kadın sırtı dönük bizim kapıdaydı. Açtım kapıyı, buyrun diyemeden döndüğünde MERVE gülümsüyordu. İçeri girdi ve "Şaşırdın mı? Kamuflaj!" dedi. Sonra anlattı, meğer bizim doktor iç anadoludaki bir ilin bir kasabasındanmış. Çevresi mutaassıp, hatta sülalede açık kimse yokmuş, aralarında anlaşmışlar, Merve (ki 2 yılda bir falan bayramlarda gidip 1-2 gün kalırmış) oraya kapalı gider, kapalı dönermiş. "İlk kilometrenin sonunda çıkarıyorum!" dedi, gülüştük.
İçerdeki ışıkları da söndürüp onu balkona aldım. Kadehleri kaldırıp, "Bu harika güne!" dedim. "Harika adama!" dedi. Sonra usulca halıya uzanıp elimi uzattım. "Burda mı?" dedi. Görülürüz diye etrafına bakındı. O da kimselerin olmadığını görünce yanıma uzandı. "Bana bugün yaptığını tekrar yapar mısın?" dedi. "Sevdin mi?" dedim. "Bayıldım! O kısacık anda sayamadım, ama ardı ardına kaç kez orgazm oldum bir bilsen!" dedi. Onun bacaklarını dik ama kıvrık konuma getirdim. Gidip içeriden kirli sepetine baktım, bir çarşaf aldım. Getirip altına serdim.
Parmaklarımı daha amcığının dudaklarına değdirdiğimde bir anda kendini saldı. Daha yeni dokunmuş, parmaklarımı içine bile sokmamıştım bile, ama orgazm olduğuna yemin edebilirdim. Parmaklarım içinde piston gibi hareket ederken, diğer elimle ağzını kapatmama rağmen sesi balkonda yankılanıyordu. Öyle fışkırıyordu ki amının suları, parmaklarımı çekip bazen amının dudaklarını tokatlıyordum, daha da fazla fışkırtıyordu sularını. Bu kadar güzel bir kadının kölem gibi parmaklarımın ucunda kıvranışı kendime inanılmaz güvenmeme neden oluyordu. Eliyle elimi tutmaya çalışıyor, ama bunu hem bilinçsiz hem de tam olarak istemeden yapıyordu. Ki eli güçsüz ve amaçsız, sadece yeter der gibi sallanmasına rağmen, ağzından, "Öldürdün beni, ohhh aşkım, öldüm!" lafları dökülüyordu...
Alta, yanına yatıp, hemen üstüme çektim. Sanki son yüz metreye girmiş Gazi koşusundaki jokey gibi üzerime zıplıyor, arkaya uzattığı eliyle taşaklarımı avuçluyor, "Offf, nerdeydin sen aşkım, nerdeydin!" diye orgazm olurken beni de boşaltmıştı. Kalkıp oturduk, karanlıkta kadehlerimizi elimize alıp içmeye devam ettik. 10 dakika geçmeden kapı çaldı. Tırsıp 'Sus!' işareti yaptım Merve'ye. Gidip delikten baktım. Kapının önünde bir kadın duruyordu. En fazla 25'lerindeydi. Tanıyamadım, ama tişört ve şortumla kapıyı açtım.
Kadın, "Merhaba!" dedikten sonra eşimin adını söyleyip, "Çağırır mısınız?" dedi. "Şu an müsait değil, banyoda!" dedim. "Ben ikici kattaki Hacer hanımın geliniyim, görümcemle dönüşümlü olarak anneme yemek yapmaya geliyoruz, bu akşam sıra bendeydi, ama sıvı yağ kalmamış, varsa biraz sıvı yağ isteyecektim." dedi. "Bir saniye..." dedim, gidip mutfaktan getirip verdim. Kadın teşekkür edip, "Peki, selam söyleyin eşinize!" dedi. "Kim diyeyim?" dedim. "Güzin ben, iyi akşamlar!" dedi ve gitti. İçeri geçip, soran gözlerle bakan Merve'ye omuzlarımı silkeledim. Kadeh bitince de, "Aşkım ben gideyim, çocuklar uyanır falan!" deyip öpücüğümü verip gitti. Balkon camını açıp, giden Merve'nin arkasından bakarken, gözüm ikinci kat balkonundan bir yukarı kaydı. Bir giden mantolu kadına, bir bana bakan Güzin ile gözgöze geldik...
Ertesi günü sadece mesajlarla geçirdik, ama Sevgi çok ihmal edildiğini söylüyordu, ki kesinlikle haklıydı. Akşam eşim harika bir yemek yapmış, direkt evdeydim. Yemekte bana, "Aşkım, akşam gelen giden oldu mu?" diye sorunca başımdan kaynar sular döküldü. "Yooo!" dedim, ama bir an aklıma geldi, "Hacer teyzenin gelini mi neymiş, bir kadın yağ istedi, onu verdim!" dedim. "Ben de onu sordum, bana mesaj attı, ışığı yanık görünce yağ kalmamış var mı diye sordu, ben de Orhan evdedir, ben annemdeyim dedim!" dedi.
Karımın evde olmadığını bile bile neden gelmişti ki bu kadın? Yoksa, gördüm sobe mi diyordu? Kadınların bu ayak oyunlarına alışmaya başlamış, her hareketin altında bir şey arar olmuştum. O gece karımla güzel bir sikiş yaşadım, hapsız :) O uykuya dalınca, bir kadeh rakı koyup balkona çıktım. Merve sabırsızca oturduğu koltukta bira şişesini havaya kaldırıp, 3 diye işaret etti parmağıyla. Sonra da hiddetli bakışlarla telefonu işaret etti. Baktım 20 tane mesaj vardı. Sevgi, Fatma ve Merve'den. Kendi kendime, Lan oğlum aldın başına belayı! dedim :)
Öyle bir düzene oturtum ki, haftanın her günü birini sikiyordum. 15 günde bir Hikmet, ben, Fatma ve Seygi 4'lü yapıyor, masalar kuruyorduk. Bazen gün içinde hapımı alıp, akşam üstü Merve ile başlayıp, Sevgi ile devam edip, Fatma ile final yapıp eve geliyor, duştan sonra bir tur da karımı sikiyordum...
Nerdeyse bir ay sonra yaza veda pikniği adı altında bir etkinlik düzenlememiz gerekti. Tam o sırada kaza yapan İK şefi vefat etti. Uzun görüşmeler sonunda benim İK şefi olmama, muhasebeye de başka fabrikadan birinin atanmasına karar verilip, bana teklif edildi. Kabul edip harika bir organizasyon yaptım. Pazar günü fabrika bahçesinde mangallar yanmış, masalar kurulmuş, bira fıçıları dolup dolup boşalırken herkes eşleri ve çocukları ile fabrika dolaşıyor, kadınlar ve erkekler eşleri ve çocuklarına gururla çalıştıkları mekanları ve işlerini, işlerinin önemini anlatıyordu. Herkes mutlu mesut dolaşırken, ben organizasyonun kusursuz olması için uğraşırken, arada birkaç yudum bira içip kağıt bardaklarımı sağa sola soteliyordum.
Her çalışanın getireceği kişi sayısı için listeler asmıştık ve liste serbestti, kişi sınırlaması yoktu. Sevgi listeye 4 kişi yazdırmıştı. Kızı hariç, Fatma da davetliydi. Artık yemek servisi bitmiş, alkol almayanlar aileleri ile yavaş yavaş gidiyor, davul zurna eşliğinde alkol alanlar ortada oynarken, kazan dairesinde çalışan Ümit yanında bir bayanla yanaştı. Kadını bir yerden gözüm ısırıyordu. Selamlaştık. Ümit, "Orhan bey, ben bilmiyordum eşim söyledi, annemin üst kat komşusuymuşsunuz..." dedi. Kadına elimi uzatsam mı, dedim ama ayak bileklerine kadar kapalı, başı da komple bağlıydı. Tokalaşmaz deyip vazgeçtim. Zaten Ümit, "Müsaade istiyoruz biz, güzel organizasyondu, alkol olmasayadı..." diye son kısmı alçaltarak söyledi.
Ama kapıma gece yarısı gelen kadın sanki bu değil gibiydi. O kadın sadece başı yaşmaklı, ama nerdeyse üzerine yapışmış kıyafetler giymiş biriydi. Bir bira alıp karımın yanına oturdum. Karım, "Aşkım, Hacer teyzenin oğlu da burda çalışıyormuş, az önce Güzin'i gördüm, hani geçen yağ almaya gelen komşu gelini!" dedi. O an Sevgi, Hikmet ve Fatma geldi masaya ve "Orhan bey muhteşem bir ortam, teşekkür ederiz!" dedi Hikmet başta, sonra diğerleri sırayla. Herşey bitip 22:00 civarı eve döndüğümüzde, karım, Sevgi ve Fatma'nın bakışlarını sevmediğini, Hikmet'in de kendisine derin derin baktığını söyleyip, "Salak mı, sapık mı anlamadım!" dedi. "Yat hayatım, yorgunum!" dedim, ama aklıma da yazdım.
Artık İK bana bağlıydı, Pazartesi sabahı ilk iş Ümit'in kişisel dosyasına bakmak oldu. Acil durumlarda aranacak kişi bölümünde, Eş: Güzin - 05** *** ** ** yazan numarayı aradım. Saat 10:00'du. "Efendim?" dedi Güzin. Nne diyeceğimi bilemeden telefonu kapadım. Numaramı gizlemiş olsam da tedirgindim. Aslında konuya nasıl girecektim ki, Yağ borcunuz var, ne zaman ödeyeceksiniz mi diyecektim? Bir yandan Sevgi'ye, Fatma'ya ve Merve'ye cevap yetiştirip, bir yandan Güzin'e nasıl ulaşırım diye düşünüyordum. Sonra Facede aradım, fotolarına baktım. Genelde aşırı kapalı fotolar, değişik camilerde fotolar falan. Arkadaşlık isteği göndermekten başka çarem yoktu. Yolladım, ne olursa olsun deyip. Saniyesinde kabul edildi.
"Merhaba!" yazdım. "Merhaba Orhan bey!" diye cevap yazdı. O gün akşama dek yazıştık. Saat 16.00'da çıkarken, Güzin bana, "O duyduğum sesleri ben de çıkarmak istiyorum!" diye yazdı. Meğer Merve'yi girerken görmüş, sonrasında eşime yağ ile ilgili mesaj çekmiş, sonra kimsenin olmadığını bildiğinden bizim kapıya kulağını dayayıp dinlemiş, sesler kesilince de kapıyı çalmış. Kendime, Orhan daha belanı mı istiyorsun, elindekiler varken? derken, sıraya Güzin girmişti. Ya bitkisel haptan ölecektim, ya da karıma yakalanıp infaz edilecektim :)
Güzin de whatsap listeme eklenmişti. Ama bu akşam sıra Merve'deydi. Her zamanki saatte onu işyerinden aldım, eve gittik. Merve her zamankinden temkinli girerken eve, elemanı okul arkadaşının hasta olup evde olduğunu söyledi. Sessizce odamıza geçtik, ama parmaklarım harekete geçince Merve sessiz olamıyordu. Onun çok sevdiği iki parmak her harekete geçtiğinde yeri göğü inletiyordu. Bir saat falan sonra sikişimiz bitip odadan çıktığımızda, mutfak tarafındaki harekete gözüm kaydı. İçeride muhteşem bir yaratık vardı: Sapsarı uzun dalgalı saçları sırtında, yemyeşil gözler, muhteşem bir yüz, taş gibi bir vücut. İnanılmaz güzel bir kadındı, burnunu çeker halde lavabo başında su içerek bize bakıyordu.
Merve farketmedi bile, ama ben orada kalıp ona çorbalar yapıp kendi elimle içirmek ister haldeydim :) Kadın yarı buruk, yarı gülümser halde baıyordu. Ama o anda yapacak bir şeyim yoktu, Merve ile birlikte çıktık. Güzin vardı daha, bu kadın da nerden çıktı diye düşündüm. Üstelik adını bile bilmiyordum. Benim kafa da, vücutta zıvanadan çıkmıştı artık :)
[Orhan]
69 notes · View notes
noksanbiri · 10 months ago
Text
yaaani.
biraz iç dökümü gibi mi olacak? genelde benim iç dökümlerim sayfalarca oluyor ama kendime dönük yapıyorum bunu. gün içinde ne olursa olsun kafamı yastığa koyduğum zaman iki üç dakikada uyuyan insanım. bu huyumu seviyorum. yoksa bazı zamanlar hiç uyuyamayacak olmamı düşünmek korkunç. sabah uyandım ama nasıl uyanmak. biraz gergin sinirli garip bu ruh hali. hiç affedemeyeceğim birisi var. gerçek anlamda var. düşüncemde. her anım değil ama çoğu zaman. gel gitlerle aklıma gelen. insanın savunmasız olması da ayrı bir olay zaten oraya girersem eğer hiçbir zaman çıkamam. neyse kaşlar çatık falan bir bardak çay içtim. bugün hastaneye gitmeyeyim dedim kalabalık olacağını düşünerek ee dedim epeydir gitmediğim Çiğbörek yemeye gidelim. biraz uzak aslında ama abartısız Eskişehir’de olan en iyi Çiğbörek. genelde buraya gezmeye gelenler çarşının göbeğinde olan papağan çiğböreğe gidip yağlı tatsız bir şey yiyip beğenmeyip şehirlerine geri dönüyorlar. bir ananemin çiğböreği bi de Alpu'da olan Mehmet amcanın çiğböreği enfes bir şey. gittik işte. Alpu'ya. ama içimde hala garip bir duygu var. birikmişlik. sinir. nefret demek istemiyorum çünkü ben birisinden nefret edebilecek bir insan değilim ama ona yakın bir his işte. geçmiyor daralıyor beni başka mekanlarda bile. galiba kimseye karşı bu kadar negatif duygular beslemedim. bi yandan da kendime kızıyorum. nedir bu diye. alışık değilim çünkü. sinirlerim. kızarım. yeri geldiğinde bağırırım ama bu bu kadar uzun olmaz. biliyorum kendimi. süre gelen bir şey zaten. galiba böyle de gidecek o insan için bu negatif duygularım. neyse. yedik kalktık çok şükür. markete girelim dedik. eneeee iki tane şekerden tatlı küçük köpek yavruları baktılar baktılar baktılar. girdim ekmek aldım küçük küçük parçalayıp verdim önlerine. ilk başta yerken garip garip sesler çıkarttılar sonra alıştılar herhalde bana normal yemeye başladılar. bırakıp tekrar markete girdim. alacaklarımı aldım kasaya doğru baktım köpek mamaları var küçüklerinden aldım çıktım döktüm önlerine. tabii bunu gören üç beş tane büyük köpeklerden gelenler oldu falan bu küçük miniklere rahat vermediler. bunlarda kaçmadı ama kenarıya doğru çekildi. orada olan iki üç esnafa sordum anneleri yokmuş. gelen giden besliyor dediler. arabaya binerken son bir kez bakayım dedim. ama yemin ederim böyle masum bir bakış olamaz. bak yemin ederim. bunları orada bıraksam kesin bir hafta boyunca aklımdan çıkmazdı. eminim buna. ikiside oturmuş boyunları hafif eğri bana bakıyorlar. geri dönüp attım ikisinide bagaja. kaçırdım yani binevi. getirdim eve yol boyunca ise hiç ses etmediler bi ara durdum iyiler mi diye kontrol bile ettim öyle güzellerdi. bıraktım bahçeye. iki üç kediyle şimdiden kanki oldular bile. kümese girdiler tavuklar biraz sevmedi ama zararsızlar. yaaani yazımı söyle sonlandırayım. sabah uyandığımda içimde oluşan duygular birden bire farklı duygulara evrildi. ben oraya gideceğim de bu yavruları bulup geleceğim eve he? kader biraz da böyle herhalde. şimdi bu küçük yavruları birkaç tane isim türetmenizi isteyeceğim. benim fikrim çok standart ama bir anlamı var. birisinin burun ve vücud kısmı siyah diğerinin ise daha beyaz olduğu için. karabaş - akbaş olsun diyorum. sizlerin fikirleri varsa eğer yoruma yazabilirsiniz. sevgiyle.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
124 notes · View notes
papatyalarvazgeciskokar · 3 days ago
Text
"Bir bakıyorsun neşeli ve çocuksu, sonra bir bakıyorsun içe dönük ve yanına yaklaşılmaz biri olup çıkıyor," demişdi.
14 notes · View notes
acid-gramma · 3 months ago
Note
kurduğum bir arkadaşlığı devam ettirmek de çok zor geliyor. çok beklentileri olduğunu düşünüyorum. özellikle fazlasıyla içe dönük bir insan olduğum için çoğu şeyi kişisel algılıyorlar zaten. lisedeyken lise arkadaşlarım vardı, ünideyken üni arkadaşlarım ama hepsi oralarda kaldı. görüşme zorunluluğumuz ortadan kalkınca hiçbiriyle arkadaşlığımı sürdüremiyorum. belki çok kolay vazgeçiyorum insanlardan bilmiyorum, burçlara inanıyor olmaları bile benim gözümden düşürüyor onları :( tamamen kendime benzer insanlar istediğim için böyle sanırım. e haliyle bu da çok zor. bir de genuine insan bulmak artık çok zor gibi geliyor. hayat şartlarım onlardan daha iyi noktada olmaya başladığında kıskançlık, hasetlik seziyorum hemen. bilemiyorum altan 7am düşünceleri işte
feel u
13 notes · View notes
yorgunherakles · 1 year ago
Text
içe dönük bir yaşamdı, kendine yeterli, durgun..
ursula k. le guin - karanlığın sol eli
58 notes · View notes
gozyuku · 4 months ago
Text
yüzümde kimsenin tenezzül edip okumayacağı bir şiir var, hiç çıkmamış bir kitabın yok satması kadar komik. iç sesimizi yeteri kadar dinlendirdik, şimdi ; dışa vurum kendimizle çatışmaktır. dilimiz'de, lades kemiği aklımızda, kendi cinayet planını beğenmeyen ölümlü insanlar kaç kez sevebiliriz tekrarlanarak ? ve kaç kez daha aklımızda tuttuklarımıza saplayabiliriz kırılmış kemiklerimizi. tüm çirkinliğiyle sevişmeli insan, bir ölü gibi değil, anadan doğma. ağzıyla koymuş gibi bulmalı karşındakini eksikliğimiz tenimizde ikinci bir vücut hali. sevişmeli, hayvanlar gibi ortada kocaman bir gürültü bırakarak. ortalama üç yüz yıl ve inancımızı kaybedene kadar. tüm insanlık terlemeli bir anda, dinsizin hakkından gelen imansız gibi. bilirsin, dudakların birbirine naklidir öpüşmek ve inandığın tüm değerler adınadır nefes almak. bizi en fazla ayakta tutacak, elmacık kemiğidir. bakmaktan bahsetme, görmezden gelinen kulaklara ver olan ve biteni. ve aramızdaki uyumu bozan ses dalgalarına hiç seslenmeden arkasına dönüp bakan geçmişi anlat.
genetiği ile oynanan bir hayatın gölgesinde yüzümüzde ardı sıra patlatılan molotof kokteyleri. biz büyümedik, tıp dalı, bilim dünyası, fizik kuralları, ofsayt taktiği, sağ ve sol şeritler hiç birine elverişli değildik. ayrı duruyordu dip dibe yaşayan parmaklarımız, et tırnaktan ayrılıyordu tabii ki, bunu güneydoğu'da vatani görevini tamamlamaya çalışan serçe parmağına sor. baş parmak, batıya dönük yaşar, bu yüzdendir, şarap sonrası yüzüne ilk dokunan parmak oluşu.
kimsesiz sokaklar varmış, değil. sokaklar kimsesizliğe terk edilmiştir en çok. araya giren caddelere sorsan adını bilmez. desenli bir kadın çorabıdır insan, sürekli kendinden kaçan. beterin, beteridir bu. halimize şükretmekten vazgeç artık.
sonunda tanıyacak herkes kendini hayatta ve tabii ki dünyanın hayaları arasında.
19 notes · View notes
dumduzyazi · 4 months ago
Text
helena ve diana'nın ruhları
dışarıda güneş batmaya başladı. hava serin. içimde bir sıkışmışlık var. sanki hayatımı boşa harcıyormuşum gibi. sanki aradığım şeyi bulamıyormuşum gibi. olmayan bir şeyi dönüp dönüp aynı yerde arıyormuşum gibi.
helena ukraynalı bir kız. insanları tanımadan önce hepsi iyiymiş, beni seveceklermiş ve beni anlayacaklarmış gibi geliyor. ilk bakışta çekici. sarışın, kısa saçlı, güzel vücutlu genç bir kız. cool bir havası var, kendinden emin ve bilgili. biraz ukala. neşeli gibi ama dikkatli bakınca arkasında muazzam bir tekinsizlik ve hüzün denizi var.
beni çok sevmiş gibi davrandı. belki de sevdi. şimdi düşününce gerçekten sevme kapasitesi var mı bilmiyorum, çünkü o kadar kendi dünyasının içinde, o kadar kendisiyle dolu ki başkalarının dünyasına giremiyor.
başta sevilebilme olasılığım beni gerçekten sevindirmişti ama hayal kırıklığına da hazırdım, default olanı buydu son zamanlarda.
insanlar dışarıdan "normal" gibi ama ilk kapıyı açtıktan sonra işler değişiyor. helena gezegenindeki nefret, eski sevdiklerinden öfkeyle bahsetmesi, bağımlılıkları, çocuğundan "the kid" diye sevgisizce bahsetmesi hiç beklemediğim bir atmosferdi.
sözü eğip bükmeye gerek yok. helena'dan hoşlanmıştım, o da benden hoşlanıyor gibiydi ama onu çok tekinsiz, soğuk ve zararlı bir dünyada buldum. sarılsak da, öpüşsek de ruhum bu evrende üzgündü, onun enerjisinde ruhumun üstü başı toz toprak oluyordu.
galiba ruhuma iyi bakmam lazım, onu yeni maceralara açarken zehirlememeye, saflığını bozmamaya dikkat etmem lazım. iyi ruhların atmosferinde olmam lazım.
mesela diana gibi. diana kelimesini gördüğümde bile içimi bir mutluluk kaplıyor. diana 25 yaşında bir profesyonel ve içe dönük bir kız. uzun siyah saçları, gülerken içten gülen mavi gözleri, sorumluluk hissi, özenli olması, açık ve parlak kalbi. diana'nın evreninde dolaşırken sanki beyaz ağaçlardan oluşan bir ormanda dolaşıyorum, bazen garip yaratıklar ağaçların arasından çıkıyor, beni uyarıyor, bir yola yönlendiriyor ama hiç biri zararlı değil, garip ve ilginç. bu yaratıklar benim anlamadığım ama o evrenin önemli görevleri olan dört ayaklı mensupları. diananın ruhunda gezerken bazen hüzün nehirlerine rastlıyorum, parlak, sonsuzluktan gelen, zamansız ve ilk bakışta anlayacağın türden bir hüzün. bir ağıt. her seferinde ilk günkü gibi güçlü. diana'nın gözlerinde saklayamadığı bir hüzün. bildiğimi bildiği bir hüzün. artık utanmadığı, saklamadığı, beni de içine aldığı, birlikte hissettiğimizde etkisi azalan bir nehir.
işte böyle evrenler bulup ruhumu teslim edebildiğim zaman gerçekten mutlu oluyorum, bir insanla gerçekten birlikte olmuş gibi hissediyorum. öpüşmemiş, sarılmamış ve sevişmemiş olsak bile birbirimizin ruhunda cesaretle dolaşmalarımız dünya ötesi bir tecrübe.
işte sık sık diana'yı düşünüyorum. benim nasıl bir ruhum olduğunu, ilişkilerin anlamını düşünüyorum. yeni tanıştığım insanların evrenlerini hissetmeye çalışıyorum. bu bana nasıl bir fayda getirecek bilmiyorum ama bir yöne doğru gidiyorum.
bana şans dileyin. bir yöne doğru gidiyorum.
8 notes · View notes
noor-kazem · 2 years ago
Text
Tumblr media
أن مفهوم الصفات الاستبطانية مستعصية كما كانت دائمًا. إنكِ تواجهين صعوبة في تمييز الحقيقة تحت ضلال الصور المؤكدة ، حيث تعتبرينها شيئا لا جدال فيه يميل إلى الحصول على أفضل ما لديك عن غير قصد.
The concept of introspective qualities is as intractable as ever. You have difficulty discerning the truth from the delusion of emphatic images, seeing it as something indisputable that tends to inadvertently get the best of you.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
İçe dönük nitelikler kavramı her zamanki gibi inatçıdır. Gerçeği, sizi istemeden en iyi şekilde ele geçirme eğiliminde olan tartışılmaz bir şey olarak görerek, empatik imgelerin yanılsamasından ayırt etmekte güçlük çekiyorsunuz.
127 notes · View notes
sensussinyor · 6 months ago
Text
Şu sıralar gündemde olan Netflix mini dizisi Baby reindeer izlemekten geliyorum, yarın geç uyanacagim için bazı yerleri hızlandırarak izledim. İki kere gözledim doldu jdkdk ve bitirdim.
Sonu güzel bir aydınlanma ile bitse de ben bu tarz finishlerde tek başıma izlemiş olmanin "ama hadi ya-sını" yaşarım. Başrol herifin yaşadığı korkunç olayların içinde maruz kaldığı taciz, israrli takip, tecavüz, duygusal/sözel şiddet, istismar vb şiddet türlerinin hepsinin ağırlığı altında sancı çekerken izleyici olarak ben de gerçekten zorlandığımi hissettim. Neden şiddete maruz kaldığını ve niçin durduramadıgını kendi içinde sorgularken aynı zamanda yine yalnızca "acıyarak" çay ikram ettiği an itibariyle kendisine aşırı takıntı geliştiren kadının nasıl böyle birine dönüşmüş olduğunu anlamaya çalıştığı üzerine dönüyor hikaye. Her aşamasını yaşıyor, kaçmaya çalışıyor, yok sayıyor, anlamaya çalışıyor, zararı engelleyemiyor, farklı açılar arıyor, karşısındaki aşırılığı ve kendini anlamaya çalışıyor tabi bu sırada ciddi duygusal çöküş yaşıyor vs. vs. Güzel bir viktimolojik örnek.
Son sahnede ona takıntı geliştiren kadınla benzer duygusal hezeyan içindeyken barda içecek parası çıkmadığında barmenin kendisine acıyarak ikram kabul ettiği anda kavradığını hissediyoruz. Tüm o acıyla geçen aylar hatta yıllar sonunda... üstelik o sırada ona takıntılı olan kadının kendisine attığı ses kayıtlarını dinliyordu, ne kadar çıldırsa da diğer yandan kadına acıması hiç bitmedi. İzleyici tek başına izleyince merak ediyor Yurdagül ne anladığını göstermeliydi...
Sonuç olarak daha fazla anlatmakla boğmak istemiyorum ama dizi yoğun şekilde psikolojik altyapıyla temellendirilmiş. Özellikle kendine tuzak kurma, kurban imajı, öz değer-içe dönük nefret, kabullenememe, acıma, empati, kabul edilme ve sevilmenin sağlıksız yorumu, takıntı geliştirme, şiddet, istismar döngüsü, travma sonrası stres bozukluğu gibi durumları yakından izletti.
Ulan ya ne diye yine uykusuz kaldım ben, ne gerek vardı??? İki bölüm anime izleyip yatsam şimdi uyuyordum tertemiz.
15 notes · View notes
huznefza · 11 months ago
Text
Ben içe dönük bir insanım bunu asla yalanlamayacağım onca saçma sorun yaşarım. Kimine göre önemsiz olabilir sorunlarım ya da başka birine göre de çok ağır olabilir. Karşımdakinin yaşanmışlıklarına bağlı asla bu yüzden kimseye darılıp gücenmiyorum. Sorunlarımı önce müzikle arkaplana atmaya çalışan biriyimdir ben kimi zaman boş odada yankılanan dertlerime yeniden kulak veririm. Anlayacağınız ben kendimle konuşurum, ben kendi başımı ağrıtırım, ben kendime ağlarım, kendime dert yanarım, kendi kendime gözlerimi silerim, ben kendi kendimi motive ederim. Kimi zaman yaptığınız saçma şeyler yüzünden kendimi bile üzerim ama size bir şey demem. Kırılan birilerinin kırmaktan çok korkacağını umarım biliyorsunuzdur aptallığımdan değil sadece kimsenin üzülmesini istemediğimden. Ben kendim için dost olurum kimi zaman yalnız ağlayıp daha sonra yine yalnız gülebilirim zorlasam. Bak ben bunların hepsini yapabilirim ama kendime sarılamam anlıyor musunuz? Kendimi kandırdığım yalanlara inanmam için sarılmaya ihtiyacım var benim. Bir omuza ihtiyacım var kafamı yaslamam için. Hepsini ben yapabilirim duvarlarla bile dost olabilirim ama duvarlar sarılmıyor anla beni...
14 notes · View notes
golge-gezgin · 1 year ago
Text
Tumblr media
Seyahatnameler hangi yüzyılda yazılırsa yazılsın, Doğu ile Batı arasındaki mesafenin aklın alamayacağı kadar uzak olduğunu fark ettirir. Okurken o döneme gider, o anı yaşarsınız. Farklı kültürler, yemekler, insanlar, hikayeler, efsaneler… Dünyayı hala keşfedemediğimizi anlatır tüm bunlar. Doğu içe dönüktür, Batı ise dışa dönük. Doğu’ da bölgesel, yöresel lezzetlerde keskin majör ve minör tınılar çınlar. Doğu’daki kadınlarda beğenilme duygusu yemeklerindeki baharatlara karışır.  Batılı‘ya göre Doğulu insan sanrılar içinde yaşar, Doğulu’ya göre de batılı insan zaaflara yenik düşmüştür. Doğuda baharatlar isteği, arzuyu anlatır, Batıda zenginliği. 
( Demet Kurt Güngör, Dünyanın Tenine Dokunuş )
.
.
.
.
.
[ Ankara, Çankaya, Kızılay, 28.07.2021 ]
23 notes · View notes
girifit · 2 years ago
Text
içimde kalanları anlatacağım biraz. susmaktan kendimi bitirdiğim saatleri. ardı ardına sigara yaktığımda kendimi yakışımı anlatacağım. uzandığım buz gibi zeminin nasıl içimi yakışını anlatacağım. yanlış anlama, suskunluğum bitmeyecek. yenemeyeceğim. sadece konuşmak istiyorum. devamı yok. dahası yok. şimdi gözlerimin aşina olduğu bir park köşesinde içtiğim sigara ile yazıyorum, bu satırları. çakmağımın gazı azalmış. sigaramın sonuna iki iç çekiş kalmış. bana dönen bir kaç bakış var. ben ise titreyen ellerim ile bu satırları yazıyorum. ah, hayır. karalıyorum. çünkü nereden ve nasıl başlamam gerektiğini bilmiyorum. ellerimin üzerindeki yaralardan bahsedeceğim sana, buradan başlayabilirim umuduyla. bir akşamüstü. kırık bir kaç ayna parçası. kaçtığım benliğime yakalanmışken oluşan yaralar bunlar. aynadakini tanıyamadığım saatlerde akan bir kaç damla kan. veya bir kaçtan fazla. süzülen kanlar ve parkeye yayılışları. tanıdık geliyor olabilir bunlar sana. aslında, umarım gelmiyordur. şimdi cümleyi yarım bırakmış gibi hissediyorum. ruhum gibi yarım kalmış sanki. bir yerden başlamam gerektiğini söylüyor herkes. ve gün içinde kriz geçirdiğimi gören insanların, sahte "iyi misin" sorularına maruz kalıyorum. o aşina olduğum soru gelince kulaklarıma. yüzüme bir gülümse kondurup iyiyim diyorum. duvarları yumrukladığım, çenemden süzülen kanı ağlayarak sildiğim saatleri bir hiç yerine koyuyorum. arkalarını dönüp gittiklerinde ise dolan gözlerimi siliyorum. yumruklarımı sıkıyorum. kendimden daha da nefret ediyorum. şimdi sigaram bitti. bir yenisini daha yakıyorum. bana yöneltilen "çakmağını kullanabilir miyim" sorusunu es geçiyorum. hâlâ buraya yazıyorum. sebebini bile bilmeden hatta zerre düşünmeden. bu yazıyı tekrar başa dönüp okumayacağım. çünkü biliyorum. parça parça kelimeler yakıyorsa canımı, bütün olmuş bir yazı beni öldürebilir. silahı kendime dönük tutuyorum. tetikte benim elim var. ama bir yabancının eli gibi. yere düşen külleri izliyorum. saatlerin geçmesini bekliyorum. bir umut değil veya birisini beklemek. sadece bir şeyler yapacak gücü arıyorum kendimde. şuan ayağa kalkacak gücü bulamadığım gibi bir şeyler yapacak gücü de bulamıyorum. ve inanır mısın, artık kendimi kandırmıyorum. insanların kalpsizliği ile kalpsiz olmayı öğrendim. içimden gelerek gülmüyorum çoğu şeye. ufak bir tebessüm veya kıkırtı. ötesi yok. sahi, kahkaham nasıldı benim. onu bile hatırlamıyorum. şimdi sigaranın yarısındayım. küllerin birazı üzerime düşmüş. görmezden geliyorum. tanıdık bir yüz arıyorum. etrafımda değil, kendimde. o kadar maske var ki içimde, hiçbiri tanıdık gelmiyor. gidenlerin arkasından döktüğüm yaşlar geldi şimdi aklıma. bir tebessüm ile yazıyorum. buruk bir tebessüm. hayaller varken yıkıldı hepsi. gözlerim dolmadı, içim burkulmadı. sadece içimdeki dirilen çocuğun tekrar ölüşünü izledim. mezarını tekrar açtım. kan ve toprak kokusu sardı bedenimi. yıkandım. saatlerce kaldım kaynar suyun altında. geçmedi. geçiremedim. kızarmış tenim ile bakıştığım aynayı hatırladım. ne çok acı varmış omuzlarımda. ve ben hallederim sanıyordum. yanılmışım. neyse. hızlı içmişim. sigaram bitti. hoşçakal.
67 notes · View notes