#hayvan hikâyeleri
Explore tagged Tumblr posts
jotem · 1 year ago
Text
Tumblr media
HAYVANLARA YÖNELİK KAYNAK KILAVUZU
KAZ
Ayrıca bakınız: Turna, kuğu İlgili hayvanları Ördek, ak balıkçıl, balıkçıl, sülün
Elementler: Hava ve su
Yaratıcı
Içgüdüsel
Cömert
Kazlarla Karşılaştığınızda Hatırlanması Gereken Öğretiler
Eski Mısır'dan bir efsanede, tüm dünyanın kozmik bir kaz yumurtasından doğduğu söylenir. Diğer Mısır mitlerinde, Bü yük Kıkırdayan olarak bilinen dünya tanrısı Geb'in yumurtladığı bir kaz yumurtasından doğan güneşti. Neredeyse tüm hayvan yaşamı bir tür yumurtadan kaynaklanır, bu nedenle büyük kaz yumurtasının yaratılışın kendisinin bir sembolü haline gelmesi mantıklıdır, Kaz, akrabası kuğu ile birlikte aynı zamanda son derece koruyucu bir ebeveyndir ve kaz ilacı bize dünyadaki tüm canlılarla ortak ebeveynliğimizi hatırlatır.
Folklorda, altın kaz yumurtası hikâyeleri genellikle açgözlülüğe karşı uyarır. Tüm hikâyelerde olduğu gibi, Toltek şamanları olası evcilleştirmeyi iş başında inceler. "Altın yumurtlayan tavuğu öldürmek, aynı anda çok fazla hazine arayarak, size zaten sağlanan günlük hazineyi kaybedeceğiniz anlamına gelir.Ama belki de kaz yumurtası maddi zenginlikle değil, yaratıcılığın kendisi ve yeni yaşam dürtüsü ile ilgilidir. Bu durumda, bırakılan her yumurta altın veya değerli olabilir ve yumurtlayabileceğimizi de ide hatırlayabiliriz: hayatınızın her günü bir merak ve güzellik duygusuyla yaratabiliriz.
Kazlar ve diğer su kuşları hayatlarının büyük bir kısmını ya zın ılıman, kışın ise daha sıcak bir iklime sahip iki yer arasın da geçirirler. Kazlar her zaman göç etme zamanının geldiğini bilirler ve havaya yükselerek ünlü V formasyonlarına geçerler. Onlar giderken, korna sesleri bize kışın çok geride olmadığını
hatırlatıyor. Ne zaman gideceğini bilmek güçlü bir kaz ilacıdır. Yerli kazlar insanlar tarafından yiyecek olarak yetiştirilmiş. tüyleri yazı yazmak ve yatak olarak kullanılmıştır. Bazen hay van ilişkilerimizin bu evcilleştirilmiş yönlerini düşünmek zor olabilir ve konunun gerçeğini sürekli olarak kendiniz incelemek şamanik uygulamanın bir parçasıdır.
Her halükarda, hayvan armağanlarından yararlandığımız herhangi bir ilişkinin başlangıç noktasının derin şükran olduğuna inanıyorum. Günlük eylemlerimizle ve derin ruhsal ve törensel yollarla hayvan yaşamını onurlandırabiliriz. Bu, birbirine bağlı bir yaşam ağı içinde yaşamanın zorluğu ve ayrıcalığıdır. Yaşayan dünyaya ne tür hediyeler veriyoruz? Nasıl cömertiz? Bir bütün olarak ağa ne katkıda bulunuyoruz?
Dikkate Alınacak Sorular
Hayatınızın doğal olarak sona eren bir yönü var mı? Bu kutsal sonu işaretlemenin ve geçen zamanı onurlandırmanın bazı yolları nelerdir?
Hayatınızda beklenmedik bir hediye aldığınız bir an oldu mu? Onu tamamen, açık bir kalple almak için kendinize izin verdiniz mi? Kendi hediyenizi sunarak bu cömertlik enerjisini nasıl ileriye taşıyabilirsiniz?
Kazın Ruhunu Çağırmak
Mevsim doğru olduğunda, önümüzdeki sezon için farklı bir iklime doğru kanat çırpan bir kaz sürüsüne bir göz atıp ya kalayamayacağınıza bakın. Korna çığlıklarını dinleyin ve atalardan kalma bilgilerle gezinerek ve doğal dünyadan ipuçları alarak yolculuklarının nasıl olabileceğini hayal edin. Kendinizi, büyük bir değişimi başlatmak için sezgiyle itilen ve çekilen bu büyük kuşlardan birinin vücudunda hayal etmeye çalışın. Kendi sezgimizi çürük veya güvenilmez olarak düşünebiliriz, ancak kazlar onlarınkini görmezden gelmeyi seçerse ne olur? Mevsimi olmayan, beslenmenin, sıcaklığın ve cemaatin olmadığı bir yerde kalırlardı. Kendi sezgimizi görmezden geldiğimizde veya bastırdığımızda, aynı şekilde kendimizi ölümcül bir tehlikeye atıyor olabiliriz.
Bu dersin size iyi hizmet edeceği zamanları kendi hayatınız da düşünüp düşünemeyeceğinize bakın. Zor bir değişim veya geçişle boğuşuyorsanız, içinizdeki o küçük sesi dinlemenize yardım etmesi için kazın ruhunu çağırın. Size daha verimli ve besleyici yerlere doğru büyük bir yolculuğa başlamanın doğru zamanının geldiğini söylüyor olabilir.
Kaz Enerjisi için Bir Dua
Gıcırdayan kazlar, yeni fırsatlar doğuruyor, yaratma gücünü elinde tutuyor, kendi sezgilerimi dinlememe, uçmak için doğru zamanı kalbimde bilmeme yardımcı oluyor.
DON JOSE RUİZ bir sevdanın peşine düşmüş bir hikaye ben burdayım olmak burda öğrenmem gereken nedir umarım iyi bir yolculuk olur
1 note · View note
afilimeczup · 5 years ago
Photo
Tumblr media
ne de güzeldir beraber okuduğumuz kitaplar. 📚
10 notes · View notes
uzunburakefendi · 3 years ago
Photo
Tumblr media
. "Bazı insanlar sanatın kontrolle ilişkili olduğunu düşünür. Ben daha çok kendini kontrolle ilgili olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir şey: İ��imde anlatılmak isteyen bir hikaye var. O benim amacım. Ben onun aracıyım. Eğer kendimi, egomu, istek ve fikirlerimi, zihinsel çöpümü bir kenarda tutabilir, hikayenin odağını bulabilir ve hikayeyi takip edebilirsem, hikaye kendi kendini anlatacaktır." syf.44 . "Şiir bir ağaç ya da bir nehrin ne olduğunu söylemeye, yani onun adına -"adına" zarfının her iki anlamıyla- insanca konuşmaya çalışabilen insan dilidir. Şiir bunu bir insanın bir şeyle, kaya ya da nehir veya ağaçla ilişkisini anlatarak ya da sadece nesneyi olabildiğince hakikate yakın tasvir ederek yapabilir. Bilim dışarıdan isabetli bir tasvir yapar, şiir ise içeriden. Bilim açıklar, şiir ima eder. İkisi de tasvir ettiği şeyden övgü ve takdirle bahseder. Hem bilimin hem de şiirin dillerinin bizi, cehaletimize veya sorumsuzluğumuza derman olmayan sonsuz "enformasyonu" salt istiflemekten kurtarmasına ihtiyacımız var." syf.63 . "Düzyazıyı hikâye yazarken olduğu gibi, düşünmenin doğrudan bir aracı veya biçimi olarak kullanabildiğimde; bildiğim veya inandığım bir şey söyleme, bir mesaj iletme aracı değil de, onu yazmadan önce bilmediğim bir şeyle sonuçlanan bir keşif yolculuğu işlevi gördüğünde, onu doğru kullandığımı hissediyorum." syf.85 . "Çocuklar diğer insanlar haricinde başka hiçbir canlıya dokunmadan büyüyor. Biraz yabancılaşmış olmamıza şaşmamak lazım. Şehirlerde yeryüzünde başka canlılar yokmuşçasına yaşayabiliyoruz. İnsanların kayıtsızlaşmasına ve bir türün yok olmasını önemsememesine şaşmamak lazım. Hayvanlarla temas halinde olmak gerekiyor ve biz değiliz. Bence edebiyat, çocuklara yönelik hikâyeler ve hayvan hikâyeleri en azından temas halinde olmanın yaratıcı bir yolu." syf.97 #ursulakleguin #yazmaüzerinesohbetler #söyleşi #davidnaimon #çeviri #özdeduygugürkan #metisyayınları #metisdiyaloglar #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri https://www.instagram.com/p/CWjNU6QtWf1/?utm_medium=tumblr
5 notes · View notes
multecibekes · 5 years ago
Text
Tumblr media
BIR ESIR ÉZIDİ KIZIN HIKAYESI Öşenmeyin okuyun lamia ve ezidi halkın çilesini
Sanık sandalyesinde baş eğmez bir tavırla ayakta dikiliyordu. Onu kaçıran İslam Devleti üyelerinin yumruk ve tekmelere ek olarak kablolar ve silahlar kullandığı bir başka acımasız dayağın ardından ağzı burnu kan içinde kalmış, vücudu morluklarla dolmuştu.
Lamiya Hacı Başar bir kez daha işkencecilerinden kaçmaya çalışmış ve Ezidi genç kadın, bir kez daha yakalanmıştı.
Musul şeriat mahkemesinde bir kadı ona bakıyordu. Lamiya’nın sürekli kaçmaya çalıştığı söylendikten sonra -bu kez terör grubunun kaçırdığı birçok başka kızla birlikte kaçmaya çalışırken yakalanmıştı- kadı kararını açıkladı.
‘Beni ya öldürmeleri ya da kaçmamı engellemek için ayağımı kesmeleri gerektiğini söyledi,’ diyor Lamiya.
Peki böylesine dehşet verici bir cümleye tepkisi ne olmuştu?
‘Tek ayağımı keserseniz ötekiyle gene kaçarım’ dedim. Kadıya asla vazgeçmeyeceğimi söyledim. Onlar da ‘Sen kaçmaya devam edersen, biz de işkence yapmaya devam ederiz,’ dediler.
Muazzam bir cesaret örneği sergilemişti ama bu onun karakterinde vardı. Sonunda hayatı ve ayakları, onu yeni ‘sahibe’ satacağını söyleyen üst düzey bir IŞİD üyesi sayesinde kurtuldu.
Lamiya, barbar fanatikler tarafından seks köleliğine maruz bırakılan, hayvanlar gibi pazar yerlerinde satılan, taciz edilen binlerce Ezidi kadından biriydi. Korku, ıstırap ve saldırılarla dolu bu hayat daha bir yıl devam edecekti. Yaralı cihatçıları tedavi etmediği zamanlarda kaçırılan kadın ve çocukları alıp satan zalim bir askerî doktorun elinde tutsaktı.
Lamiya, kaçışı da acı dolu ve trajik olmasına rağmen artık özgür. Yüzünde, ruhundaki derin psikolojik yaralara eşlik eden derin fiziksel yaralar bırakan bir patlamada yaralandı.
Onunla Almanya’daki sakin bir otelde buluştum. Orada bu sıra dışı, yumuşak sesli genç kadın bana kendi hikâyesini anlattı -insanın en kötü kâbuslarının bile ötesinde bir vahşet hikayesi.
Babası ve erkek kardeşlerinin kurşuna dizilmesine şahit oldu, zalim katiller tarafından köle yapıldı ve ardından neredeyse iki yıl boyunca bir dizi yaşlı adamın dayak ve tecavüzüne maruz kaldı.
IŞİD’in Suriye ve kuzey Irak’taki merkezinde sıkışıp kaldığı süre boyunca Lamiya çocukların seks kölesi olarak yaşlı adamlara satıldığını gördü ve intihar bombacılarının hazırlanmasına yardım etmeye zorlandı. Öyle bir an geldi ki Lamiya bir odaya atılıp 40 fanatik tarafından toplu tecavüze maruz bırakıldı. Yine de kırılmadı. ‘Bu adamlar canavardan da beter,’ diyor. ‘Bu yüzden güçlü kalmayı sürdürdüm, çünkü bana verdikleri hayatı değiştirmek istiyordum.’
Şimdi, gösterdiği bu muazzam cesaretin ardından, kendi cinsiyeti, bölgesi ve dini açısından alışılmadık bir şey yapıyor ve başına gelen korkunç şeyler konusunda çekinmeden konuşuyor.
Hâlâ sadece 18 yaşında olduğuna inanmak güç. Lamiya’nın duruşu geçtiğimiz ay AB’nin en üst düzeydeki insan hakları ödülü olan Saharov Ödülü ile taltif edildi. Seks kölesiyken kurtulan bir başka kadın olan Madya Murat da bu ödülü aldı.
Hikâyeleri tüm dünyaya onlar gibi daha nice Ezidi kadının, onları kadim inançları nedeniyle kâfir ilan eden yobazların elinde hala aynı dehşeti yaşadığını hatırlatıyor.
400.000 kişilik Ezidi toplumu, kadim Ortadoğu geleneklerini birleştiren dinleri, mavi bir tavus kuşu biçimini alan bir meleği kutsal saydığı için, şeytana taptıkları gerekçesiyle aşırı uç Müslümanlar tarafından zulme tabi tutuluyorlar. Dramları ilk kez 2014’te haberlere çıktı.
Lamiya, Kuzey Irak’ın Ezidi köyü Koço’dan geliyor. Köyün 1800 sakinine IŞİD tarafından İslam’a geçmeleri, yoksa öldürülecekleri söylenmiş. O zaman kadar mutlu bir çocukluk yaşıyormuş. Zengin bir ailenin sahip olduğu büyük ve güzel bir çiftlikte büyüyormuş. Okula gitmiş, çok çalışmış ve öğretmek olmak istiyormuş.
‘DAİŞ’i televizyonda ilk duyduğumda, bunun yeni bir hayvan olduğunu sanmıştım,’ diyor, ne kadar küçük olduğunu vurgulamak için. ‘Bir terör çetesi olduklarını bilmiyordum.’
IŞİD, Koço’nun 80 mil batısında bulunan Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u işgal ettiğinde, büyükler köylerinin iki ateş arasında kalabileceğini fark etmişler ama kendileri gibi barışçıl sivillerin hedef alınacağı akıllarına gelmemiş.
Ama Ağustos 2014 başında, yakındaki Sincar şehrini ele geçirdikten sonra IŞİD militanı dolu iki araç köylerine gelmiş.
‘Bize din değiştirmemizi söylediler ama zarar vermeyeceğiz dediler,’ diyor Lamiya. Köy kuşatılmış ama birkaç aile kaçmayı başarmış.
Ardından 15 Ağustos’ta, siyahlar içinde erkeklerden oluşan kalabalık bir grup köyü basmış, köy sakinleri bunlardan bazılarının komşu kasabalardan olduğunu tanımışlar.
Herkes okula götürülmüş, üzerlerinde ne varsa alınmış ve kadınlar birinci kata çıkarılmış.
‘Çok korkmuştum. Babamı, ailemi, canımı düşünüyordum,’ diyor Lamiya. ‘Sonra tüm erkeklerimizi götürdüler -babalar, oğullar, kardeşler.’
Babası ile iki erkek kardeşini son görüşü olmuş bu. IŞİD korku içindeki kadınlara erkeklerin birçok Ezidi’nin sığındığı Sincar Dağı’na götürüldüğünü söylemiş.’ On dakika sonra silah sesleri duyduk,’ diye hatırlıyor Lamiya.
Erkekler kasabanın sokaklarında katledildiler. Ardından kadınlar ikiye ayrıldı: evli kadınlar ve küçük çocuklar Tel Afer yakınına götürüldü. Bekâr kadınlar ile küçük kızlar ise Musul’a gönderildi. Yaşlı kadınlar ertesi gün kurşuna dizildi.
Lamiya, üç kız kardeşi ile birlikte kendilerini bekleyen kaderin ne olduğunu kısa süre içinde görmüşler. ‘Erkekler oramızı buramızı elleyip bizi öpmeye çalışarak saldırmaya başladılar.’
Musul’da tutsaklar benzer yaşlardaki yüzlerce Ezidi ile dolu büyük bir binaya dolduruldu. Burası militanların seks kölesi alıp satmaz için kullandıkları yer çıkacaktı. ‘Erkekler sürekli kızları seçmeye geliyorlardı. Biri gitmeyi reddederse kablolarla dövülüyordu,’ diyor Lamiya. ‘O yaşlı adamların, o canavarların kızlara saldırdığını görmek çok acı vericiydi. Dokuz on yaşlarında kız çocukları bile ağlıyor ve lütfen bize bir şey yapmayın diye yalvarıyorlardı. Dehşeti size anlatamam.’
Lamiya’yı ve kız kardeşlerinden birini 40’larındaki bir Suudi adam satın aldı, onları IŞİD’in merkezi Rakka’ya götürdü ve çoğu zaman elleri kelepçeli vaziyette bekletti. ‘Çok kötü bir adamdı,’ diyor Lamiya.
‘Onunla olduğumuz üç gün boyunca bizi dövdü. Bir keresinde, ona direndiğim için boğazımı sıkıp beni öldürmeye çalıştı.’
Kız kardeşleri yumuşatmak için adam onları bir IŞİD üssüne götürmüş ve bir odaya atmış. ‘Bize 40 kadar adam saldırdı. Aklınız almaz -bu kadar canavarın eline düşmüş iki küçük kız. Başımıza feci şeyler geldi.’
Daha sonra kızlar başka başka militanlara satılmış. Her birinden yaklaşık 100 pound alınmış. Lamiya sonunda Musul’dan gelen daha da zalim bir adamın eline düşmüş.
Kilitli bir odada tutulmalarına rağmen ilk beş kaçma girişimini apartmanda tek başınayken pencereden atlayarak yapmış. Musul’un yerel sakinlerinden biri ile karşılaşınca ondan yardım dilenmiş ve adam da onu üç gün evinde saklamış.
‘Aile bana beni gelip alabilecek akrabam var mı diye sordu ama akrabalarım da esir durumdaydı. Aile Daeş’ten korkuyordu, bu yüzden üç gün sonra adam iki militanı çağırdı ve bir kız buldum dedi.’
IŞİD’in kadın satışı için kullandığı bilgisayarlı bir kayıt sistemi sayesinde ‘sahibine’ hemen ulaşmışlar. Daha da beter dayak yiyeceği adama teslim edilmeden önce Lamiya altı adamdan işkence görmüş.
İkinci kaçma girişiminden sonra adam onu satmış. Lamiya’ya ‘Seninle başa çıkamamış’ dediğimde ilk kez çekingen bir şekilde gülümsüyor.
‘Her kaçmayı denediğimde bana işkence yaptı ama bu beni daha da güçlendirdi. Hiç vazgeçmedim. O kadar çok zulüm, o kadar suç gördüm ki… bu bana onlara direnmeye gücü verdi.’
Eşi ve oğlu ile yaşayan Musullu beyaz saçlı bir adam satın almış onu bu sefer. ‘Ona beni ailenin kölesi yapamazsın dedim,’ diyor Lamiya. ‘Lütfen bana orda bir şeyler yapma, dedim. Ama bana tecavüz etti.’
‘Bir keresinde karısından ve annesinden beni cinsel istismardan korumalarını istedim ama bana, ben kâfir olduğum için bunun onun hakkı olduğunu söylediler.’
Bu adam onu iki ay tutmuş. Sonrasında Lamiya adamın başka bir karısı olduğunu keşfetmiş. Almanca konuşan, sarışın, mavi gözlü, daha genç bir kadın. ‘Çok iyi biriydi ama onun bu adama razı olmuş olmasına inanamadım.’
Başka bir kaçma girişiminden sonra Lamiya bir IŞİD emirine devredilmiş. ‘Her adam bir öncekinden beter oluyordu,’ diyor. ‘Herkes baş belası olduğumu söylediği için daha baştan beni dövmeye başlıyorlardı. Sürekli dövüyor, sürekli taciz ediyorlardı.’
IŞİD lideri bomba yapımında uzmanmış. Musul’da araç, sıvı patlayıcı ve elektrik ekipmanı dolu büyük bir bodrumu varmış. Lamiya intihar yeleği üreten adamın yanında çalışmaya zorlanmış. Her gün 50 aracı donatacak kadar kablo bağlamayı öğretmiş adam Lamiya’ya.
Çalışırken hava saldırılarının ve civarda patlayan füzelerin seslerini duyabiliyormuş.
‘Bize de saldırsalar da ölsem diyordum,’ diyor Lamiya. ‘Çektiğim çile bitsin istiyordum. Bu korkunç yerin de yerle bir edilmesini istiyordum çünkü orada bomba yapılıyordu.’
Bodruma başka Ezidi kızlar da getirildiğinde, Lamiya onları kaçmaya ikna etmiş. Bu denemenin de başarısız olması üzerine gaddarca dayak yemiş ve şeriat mahkemesine çıkarılmış.
Sonrasında onu bir askerî doktor satın almış. Bu adam ona hastanesinde ayak işleri yaptırmış. Bu işleri yaparken onu denetleyebilmek için Lamiya’ya bir cep telefonu da vermiş ama Lamiya telefonu Kürdistan’daki amcasını aramak için kullanmış.
O vakit, bir Kürt cephesinin yakınında tutuluyormuş ve amcası onu oradan çıkarması için bir kaçakçıya 7500 dolar vermiş.
Gece boyunca Koço’dan getirilen bir başka genç kız olan Katherine ve dokuz yaşındaki Almas adlı bir kız ile birlikte yürümüşler. Ama sabah 4 civarı, Katherine bir mayına basmış ve kendisi ile birlikte dokuz yaşındaki Almas da ölmüş. Lamiya feci şekilde yaralanmış vaziyette tek başına kalmış.
Lamiya, dokuz ay önce yaşanan patlamayı çok az hatırlıyor. Kürt askerler onu hastaneye taşımışlar. Burada doktorlar gözlerinden birini almak zorunda kalmış. Amcası gelmeden önce diğer yaralarını da tedavi etmişler.
Sonrasında, çocuklara ve terör kurbanlarına yardım eden bir yardım kuruluşu olan Luftbrucke Irak (Irak Kava Köprüsü) tarafından Almanya’ya götürülmüş. Kuruluş iki ameliyata daha yardım etmiş ve bu sayede sol gözünde görme yetisini kısmen geri kazanmış. Lazer tedavisi ile de yüzündeki yara izleri yumuşatılmış.
Lamiya halen travmatik durumda, geceleri kâbuslarla uyanıyor. ‘Diğer kızların çektiklerini düşünüp duruyorum,’ diyor.
Dokuz yaşındaki kız kardeşi Mayada da onların arasında. Elinde bir tek IŞİD bayrağının önünde duran bir fotoğrafı var. Diğer beş kır kardeşi cihatçıların elinden kaçmayı başarmış.
Lamiya, bir gün eğitimine geri dönmek ve üniversiteye gitmek istiyor. Ama şimdilik bu cesur genç kız dünyaya 3600 Ezidi kadının halen IŞİD’in elinde esir olduğunu hatırlatmak için hikâyesini yüksek sesle anlatıyor.
‘Bu insanlar halkımı ve dinimi ortadan kaldırmak istediler ama ayakta kaldık,’ diyor Lamiya. ‘Benim işim bu kadınlara ve kız çocuklarına yalnız olmadıklarını söylemek. Ve bize bu kadar acı çektiren o canavarların da cezalarını bulmalarını talep edeceğiz.’
Ian Birrell
Kaynak
2 notes · View notes
elektrobiyat · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Ötekinin Rüyası
Yazarın 1937-1945 arasında kaleme aldığı ilk dönem öykülerinin yer aldığı Öteki Yaka ve kendi ismiyle çıkan ilk eseri olan Hayvan Hikâyeleri’nin (1951) yanında Oyunun Sonu (1956) ve Gizli Silahlar (1959) derlemelerini de içeren Ötekinin Rüyası, Cortázar’a aşina olanların her okuyuşta farklı yönlerini keşfedecekleri bir başucu kitabı, yeni başlayacaklar içinse mükemmel bir giriş niteliğinde.
“rüya en sonunda tamamlanacak”
28 notes · View notes
sizekitap · 4 years ago
Text
Tutiname
Tutiname Kollektif Can Yayınları
“Bu kitap bir masal kitabı. Masal ve hikâyelerin çoğu bir tûtî, yani bir papağan tarafından anlatıldığı için de adı Tûtînâme, Tûtî kitabı. […]
Tûtînâme hikâyeleri, gene Doğu’nun ünlü edebiyat verimlerinden Binbir Gece hikâyelerine benzer. Büyük bir çiftliği sınırlandıran ana çitle, yarım duvarlar gibi bir büyük çerçeve içinde; masallar, öyküler, efsaneler, kıssalar, fıkralar, hayvan hikâyeleri ve bir görüşe, bir düşünceye kanıt, ‘temsil getirme’ler toplamıdır. Bu kitapta çerçeve, otuz gece süren bir oyalayışın hikâyesidir: Mâh-ı Şeker adında genç güzel bir kadın, kocası ticaret için başka bir yere gidince, bu yokluktan yararlanıp âşıkıyla buluşmak, sevişmek ister. Fakat evdeki tembihli tûtî, her gece masallar, hikâyeler anlatıp oyalamak suretiyle genç kadının bu niyetinin gerçekleşmesine engel olur. […]
Ümmet Çağı Müslüman Doğu edebiyatları, genellikle, belirli, kesin bir yaşama biçimi öğretme amacı güder. Bu ahlakın oluşması için dünya hazlarından feragat ve kanaat gerekir; şeytanın ve bedenin ayartışlarına karşı uyanık ve tedbirli olmak gerekir. İnsanın zaaf ve kusurları nasıl önlenir; o edebiyatlar daha çok bu noktalar üzerinde durur. Temel doğrultu, bilgeliktir. Eskilerin hayat görüşleri, hayal dünyaları nereye kadardı; inanılır, akla uygun, yakıştırma, önemsenecek, gülüp geçilecek taraflarıyla nasıl bir düşünce ve tasarı ortamını kucaklıyordu; bu kitapta bunları bulursunuz.”
Behçet Necatigil’in aydınlatıcı sunuş metniyle zenginleştirdiği ve Türkçeye kazandırdığı bu eşsiz eseri okurlarımıza sunuyoruz.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/hikaye/tutiname/
0 notes
haberihbarhatti · 7 years ago
Text
DERGİ - Dünyayı biçimlendiren 40 hikâye
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-dunyayi-bicimlendiren-40-hikaye/5247/
DERGİ - Dünyayı biçimlendiren 40 hikâye
BBC Kültür, farklı ülkelerden yazarlara başvurarak kuşaktan kuşağa aktarılan, kıtaları aşan ve toplumu değiştiren hikâyeleri seçmelerini istedi.Nisan ayında yapılan ankette yazarlar, insanların düşüncelerini şekillendirdiği ve tarihi etkilediğini düşündükleri beş hikâye seçti. 35 ülkeden 108 yazar, akademisyen, gazeteci, eleştirmen ve çevirmenin sunduğu listenin ilke100’e giren eserleri belirlendi. Bu liste, kimileri artık konuşulmayan 33 farklı dilden roman, şiir, masal ve oyun içeriyordu. Listede, Homeros’un Odysseia destanı ilk sıraya yerleşti. Tom Amca’nın Kulübesi, “dünyayı biçimlendiren hikâye” tanımını herkesin farklı yorumladığını gösteriyordu. Homeros’un destanı kuşaklar boyunca aktarılırken, Harriet Beecher Stowe’un 1852’de yazdığı bu roman “ABD’de yaygın okunan ilk siyasi içerikli roman” olarak övgüye değer bulundu. Frankenstein, 1984, Parçalanma adlı romanlar da ilk beşe girdi. Burada iki kadın yazar yer alırken, ilk 100’e giren eserlerin 23’ü kadın yazarlara ait.
En fazla ismi anılan yazarlar ise kişi başına üç hikâye ile Shakespeare, Virginia Woolf ve Franz Kafka oldu. Yüz klasik arasına giren hikâyeler arasında dünya çapında az bilinenler de var. Örneğin Upton Sinclair’in Chicago Mezbahaları romanı etkili olmuş, gıda güvenliği ile ilgili federal yasaların çıkarılmasına ön ayak olmuştu. Saadat Hasan Manto’nun Toba Tek Singh romanında ise “Hindistan ile Pakistan’ın ayrılması sonrasında sınırdan delilerin transferi öyküsü ile iki ülkenin bölünmesinin neden olduğu travma anlatılıyor.Bu elbette nihai bir liste değil; bazı hikâyelerin neden uzun ömürlü olduğu ve yüzyıllar ve bin yıllar sonrasında bile nasıl yankı bulduğu konusunda bir tartışma başlatıyor daha çok. Ve bu hikâyeleri paylaşmak neden temel güdülerimizden biri: Bu öyle bir güdü ki bölünmüşlükleri aşmaya, değişime, hatta devrime yol açabiliyor.
İlk 40’a giren hikâyeler: (100 eserin tamamını görmek için buraya tıklayın)1. Odysseia (Homeros, MÖ 8. yy)2. Tom Amca’nın Kulübesi (Harriet Beecher Stowe, 1852)3. Frankenstein (Mary Shelley, 1818)4. 1984 (George Orwell, 1949)5. Parçalanma (Chinua Achebe, 1958)6. Binbir Gece Masalları (çeşitli yazarlar, 8-18. yy)7. Don Kişot (Miguel de Cervantes, 1605-1615)8. Hamlet (William Shakespeare, 1603)9. Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel García Márquez, 1967)10. İlyada (Homeros, MÖ 8. yüzyıl)
11. Sevilen (Toni Morrison, 1987)12. İlahi Komedya (Dante Alighieri, 1308-1320)13. Romeo ve Juliet (William Shakespeare, 1597)14. Gılgamış Destanı (yazarı bilinmiyor, MÖ 22-10. yy)15. Harry Potter (JK Rowling, 1997-2007)16. Damızlık Kızın Öyküsü (Margaret Atwood, 1985)17. Ulysses (James Joyce, 1922)18. Hayvan Çiftliği (George Orwell, 1945)19. Jane Eyre (Charlotte Brontë, 1847)20. Madam Bovary (Gustave Flaubert, 1856)
Telif hakkı WIKIMEDIA COMMONS
Image caption
Ezop Masalları
21. Üç Krallığın Hikayesi (Luo Guanzhong, 1321-1323)22. Batı’ya Yolculuk (Wu Cheng’en, 1592)23. Suç ve Ceza (Fyodor Dostoyevksy, 1866)24. Gurur ve Önyargı (Jane Austen, 1813)25. Su Kenarı (Shi Nai’an, 1589)26. Savaş ve Barış (Leo Tolstoy, 1865-1867)27. Bülbülü Öldürmek (Harper Lee, 1960)28. Geniş, Geniş Bir Deniz (Jean Rhys, 1966)29. Ezop Masalları (Ezop, MÖ 620-560)
Telif hakkı WIKIMEDIA COMMONS
Image caption
Moby Dick listede 40. sırada yer alıyor.
30. Candide (Voltaire, 1759)31. Medea (Euripides, MÖ 431)32. Mahabharata (Vyasa, MÖ 4. yy)33. Kral Lear (William Shakespeare, 1608)34. Genji’nin Hikayesi (Murasaki Shikibu, 1021 öncesi)35. Genç Werther’in Acıları (Johann Wolfgang von Goethe, 1774)36. Dava (Franz Kafka, 1925)37. Kayıp Zamanın İzinde (Marcel Proust, 1913-1927)38. Uğultulu Tepeler (Emily Brontë, 1847)39. Görülmeyen Adam (Ralph Ellison, 1952)40. Moby-Dick (Herman Melville, 1851)Bu haberin İngilizce aslını BBC Culture sayfasında okuyabilirsiniz. Diğer dergi haberlerine buradan ulaşabilirsiniz.
kaynak: DERGİ – Dünyayı biçimlendiren 40 hikâye
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-dunyayi-bicimlendiren-40-hikaye/5247/
0 notes
okuryazartv · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Radyonun sesi duyulmaz, bağ evinin ışığı görünmez olunca ara ara duyulan kesik inlemeler geldi kulaklarına. Fikret korktu. Bok vardı gecenin bu saatinde bu saçmasapan şeylere kalkışacak, hem de iki şişe büyüğü gözünün yaşına bakmadan bitirmişken. Sesi Hilmi de fark etti. "Hocam, bu hayvan inlemesi mi, birileri iş mi tutuyor yoksa bağlık arasını bulmuş da?" diye sordu. Hocam diyerek ikisini de ortalamaya çalışmıştı. "Baykuştur," dedi Koço. "Bazı baykuşlar böyle inler gibi ses çıkarır, korkmayın," Hilmi bozuldu, "Yok Üstat, korktuğumuzdan değil de, olmadık bir şeye denk gelmeyelim şimdi gece vakti. Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik kitaplarıyla sevdiğimiz Mahir Ünsal Eriş, bu kez bir romanla, başka bir dil deniyor. Sesleri, hatıraları, tesadüfleri, yeşil ve alabildiğine geniş fındık bahçelerini, deniz kıyısını, ipince ipeksi dantelleri, pervaneleri, hasreti, haseti, heba edilmiş yılları… Kör kuyuları, bir nakkaş gibi birbirine teyelleyerek hikâyeleri, ay karanlığını, defineleri, haritaları işliyor; yavaş yavaş anlatıyor üstelik, gülerek kıkırdayarak, kıpır kıpır… Uzakta, bozkırın ortasında, bir kayısı bahçesinde birileri kafa çekip, tütün sarıyor… Dünya Bu Kadar, çarpa çarpa geceye ışıl ışıl hikâyeler bırakıyor. Yeni roman, işte gökyüzü… #okuryazartv #okumaparçası #kitaptanbirbölüm #okuryazarinsan #okuryazar #kitap #kitapkurdu #kitapaşkı #kitapönerileri #kitaplar #kitaplariyikivar #kitapkokusu #kitapsever #kitapsevgisi #kitapokuyorum #kitapyorumu #okur #okuryorum #okuma #okumak #okumavakti #okumakeyfi #edebiyat #edebiyatkulübü #mahirünsaleriş #mahirunsaleris #dünyabukadar
0 notes
ssblog33 · 7 years ago
Text
LÜBBEY KÖYÜ
TERK EDİLMİŞLİĞİN FOTOĞRAFI
30 yıl önce halkının başka yerlere göç ederek hemen hemen boşalttıkları bir köyü görmeye gidiyorum. Ödemiş’ten Bozdağ’ın eteklerinde ve 500 metre yükseklikte olan bu köye doğru kıvrıla kıvrıla giden yolda aracımı yavaş yavaş sürerken camları tamamen açarak içeriye çam ağaçlarının insanın içini ferahlatan, mutluluk veren kokusunun dolmasını, kuşların keyifli ötüşlerindeki melodilerinin ve bunlara karışan ağaçların rüzgârla beraber söyledikleri şarkıların keyfini çıkarıyorum. Ağustos ayının boğucu sıcağı burada yerini buzlu limonata lezzetinde serinliğe bırakıyor. Yol boyu iki taraflı uzanan ağaçların yeşillikleri ve çiçeklerin baştan çıkarıcı renkleri görülmeye değer. Cenneti arayanlar için bu adresi verebilirim.
Yol, virajlı olmasına rağmen asfalt; bir yerden sonra asfalt bitiyor, ancak yol da genişliyor. Nedeni, yapılmakta olan bir barajın çalışmalarında kullanılan büyük araçların kolaylıkla yolda gidişlerini sağlamak. Baraj inşaatı bitince asfalt dökeceklerdir. Köy Ödemiş’e yaklaşık 20 km. uzaklıkta olduğu için çok önemli değil.
Köy, yoldaki virajlar ve arazinin engebeli yapısı nedeni ile yanına yaklaşana kadar hiç görülmüyor. Kendisini son derece iyi gizlemiş. Kurulduğunda buna son derece önem verdileri açık.
Köyün adını yazan bir tabela da görmedim. Zaman zaman acaba doğru yolda mıyım diye endişeye kapılsam da rastladığım kişilere soruyorum. Onlar da doğru yoldasın diyorlar ama her seferinde içime bir kurt düşüyor.
Sonunda solda bir tabela: Lübbey Köyü
Öyle bir yerde durmuşum ki köyü yukarıdan ve tamamen görüyorum.
İlk bakışta köy, tüm binalarının ağaçtan yapılmış ve tamamının çökmüş olduğu görüntüsünü veriyor. Ama daha dikkatli baktığımda binaların birinci katlarının taştan, ikinci katlarının ahşaptan yapıldığını fark ediyorum. Bu köyde hiçbir hayat belirtisi yok. Ne bir insan ve ne de bir hayvan görebiliyorum. Panoramik ve çok güzel bir açıdan baktığımdan gözümden kaçan bir canlı olması çok zor.
Bir yamaca yaslanarak inşa edilmiş bu evlerin birbirlerinin görüntüsünü kapatmayacak şekildeki yerleşimleri, köyün en karakteristik özelliği. Ayrıca mimari yapıları da son derece geleneksel. Benim bir Anadolu köyü olarak hayal ettiklerimin çok ötesinde.
Ben, değişik duygular içerisinde kendimden geçercesine köye dalgın bakışlarla bakarken bir anda tam arkamda duyduğum motor sesi ile irkiliyorum. Arkamı döndüğümde motosikletin üzerinde bir adam ve arkasında küçük bir erkek çocuğu görüyorum. Adam motoru sustururken tüm sevimliliği ile bana “Hoş geldiniz.” diyor ve arkasından benim bir yabancı olduğumu ve nereyi aradığımı anlamış birisi edasıyla, yüzünde hafif bir tebessümle “Ne gibi bir yardımım dokunur?” diye soruyor.
Aradığım köyü bulduğumdan eminim, ama onun havasını bozmamak için “Burası Lübbey Köyü mü?” diye soruyorum. Aldığım “Evet” cevabına çok memnun olduğumu da belirtmek için yüzüme sevimli bir ifade konduruyorum. Kısaca Ankara’dan geldiğimi ve köyü gezmek istediğimi de belirtiyorum.
“Köydenim. İsmim Mehmet, ama bana Kahveci Mehmet derler. Oğlumla köyden Ödemiş’e dönüyorduk. Sizi gördüm. Beni takip edin sizi köye götüreyim, yorulmuşsunuzdur. Bir çay yapayım iyi gelir” diyor. İşte Anadolu insanı, işte bir geleneksel Anadolu köyü. Dolu dolu Anadolu. Kaçırır mıyım? Hemen takibe başlıyorum.
Ana yoldan ayrılarak bozuk ve dik bir yola giriyoruz. Neyse ki kısa bir mesafe. Durduğumuz yer, köyün girişi ve çok küçük bir meydan. Köyün içerisinde de daha genişini göremedim. İçeri buyur ediyor, ama ben dışarıda kalmayı tercih ediyorum. Bir an evvel köyün içine kendimi atmak ve gizemli havasına kendimi kaptırmak istiyorum. “Öyleyse çay demlenene kadar siz köyü dolaşın. Demlenince ben sizi çağırırım. Zamandan kazanırız.” diyor. Akıllıca bir planlama. Ben de elimde kamera köyün içine dalıyorum. Çünkü hava kararmadan buradan ayrılmak istiyorum. Dönüş yolum çok uzun olmasa da karanlığa kalmak istemiyorum. Kalan zamanımı en iyi şekilde kullanmak durumundayım.
  Burası aklın alamayacağı kadar farklı ve benim için de bulunmaz bir mekân. Bayram yapıyorum. Babam çocukken beni bayramlarda atlıkarıncaya bindirmeye götürdüğünde ne kadar mutlu idiysem, şimdi de aynıyım. Şimdi tam bir bayram çocuğuyum.
Üstü ahşap, alt katı taştan yapılmış evlerin artık oturulamayacak kadar harap olmuş olmaları ne kadar hüzün verici olsa da sonunda böyle bir köyün varlığından haberim olarak buraya kadar gelebilmek muhteşem.
Köyün sokaklarında ve evlerin aralarında hep birisine rastlar mıyım acaba diye içimde bir ümitle dolaşırken kimseyi görememek şaşırtıcı. Bu köy, tamamen terk edilmiş. Burada, bu evlerin arasında dolaşır ve bir evden diğerine giderek fotoğraf çekerken, gerçekte terk edilmişliğin fotoğrafını çektiğimin farkına varıyorum.
İnsanların olmadığı buna benzer gizem dolu yerlerde hep hayaletlerden bahsedilir. Dillerde dolaşan hayalet hikâyeleri de anlatılır, ama burada terk edilmişliğin hüznünden başka hiçbir şey hissedilmiyor. Bu kadar hüzün dolu bir yerde emin olun hayaletler bile yaşayamaz.
Terk edilmiş olmanın ağır darbelerini ve sonucunu burada görmek, son derece çarpıcı. Birçok terk edilmiş ya da yalnızca yaşlılarının az miktarda yaşadığı yerleşim yerleri gördüm ancak Lübbey Köyü kadar beni etkileyen olmamıştır. Halk arasındaki tabirle içim bir anda cız etti.
Benim üzerimde bu kadar etkili olmasının nedeninin, olumlu hayat şartları içerisinde yaşama ümidi ile halkının köyü terk etmesiyle bir Anadolu köyünün geleneksel özgün mimari dokusu, kültürü ve konumu ile artık yok olmasının son aşamasına gelmiş olması diye düşünüyorum.
Bu bir inceleme yazısı olmadığı için bu köyde yaşayan 3 ya da 5 yaşlı sakinin dışında köyün halkının tamamının köyü terk etme nedenlerini ve nereye gittiklerini burada anlatmanın uygun olmayacağını düşünüyorum.
Çektiğim fotoğraflar köyün durumunu, konumunu, mimarisini açık ve net bir şekilde göstermektedir. Geçmiş geleneksel yaşam tarzımızı, kültürümüzü, insanlarımızı ve geleneksel mimarimizi görebileceğimiz, tarihimize ışık tutabilecek ciddi bir örneğin yok olmasının son aşamasını görmek üzüntü verici.
Köyün insanları gittiğinden ve yeni yerlerinde yeni bir hayata başladıklarından buraya geri dönme ihtimali hiç yok gibi. İnsan yoksa yerleşim yerinin devamını düşünmek çok zor. Bu nedenle de bu köyün tamamen ortadan kalkacağı bir gerçek gibi görünüyor. Görünen o ki, binaların çok büyük çoğunluğu onarılamayacak kadar harap vaziyetteler. Yeniden inşa edilmeleri ve köyün canlandırılması konusu, bana pek gerçekçi gelmedi.
Köyün bundan sonraki ömrü orada yaşayan yaşlı insanların yaşam süresine bağlı. Bir köy ve orada kalanların kaderlerinin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunun görülebileceği son derece güzel bir örnek. Orada yaşayanlar ağır şartlara ve zamana direnç gösterdikçe; köy de ayakta kalmaya o kadar bağlanıyor.
Belki bir kere daha Lübbey Köyüne yolum düşer de gelirsem bu kadar ayakta kalmış bina göremeyebileceğimin ve köyün geleceğinin ne olacağının endişesi ile sahip olduğumuz büyük bir Türk değerinin yok olmasının üzüntüsü içerisindeyim.
Bir Anadolu yıldızı daha kayıyor. Küçük bir çocukken bir yıldızın kaydığını görmenin verdiği hüzün, şimdilerde onun sadece bir gök taşı olmasını bildiğimden dolayı ne kadar azalmışsa, kayan bu muhteşem yıldızın hüznü yüreğimi dağlıyor, canımı yakıyor.
Mutsuz ve hüzün dolu duygular içerisinde aracıma binip köyden ayrılırken; arkamda bıraktığım terkedilmiş bir köy, ağzımda kahveci Mehmet’in verdiği bir bardak çayın buruk lezzeti ve fotoğraf makinemde terk edilmişliğin fotoğrafı var.
Yeni bir yazımda buluşuncaya kadar hoşça kalınız. Saygılarımla.
olaysalcan.blogspot.com
  LÜBBEY KÖYÜNDEN KARELER
Lübbey Köyü LÜBBEY KÖYÜ TERK EDİLMİŞLİĞİN FOTOĞRAFI 30 yıl önce halkının başka yerlere göç ederek hemen hemen boşalttıkları bir köyü görmeye gidiyorum.
0 notes
sanatgundemi · 7 years ago
Text
“Benim için her şeyin bir dili var”
Mutfakta yarattığı harikalarla tanıdığımız Ece Aksoy, bu kez öyküleriyle çıkıyor karşımıza. Aksoy’un 2009-2011 yılları arasında Milliyet Sanat’ta yayımladığı öykülerden oluşan bir seçki, ‘Yemekte Rüzgar Var’ başlığı altında kitaplaştırıldı. Doğan Kitap etiketiyle bu ay yayımlanan kitapta yaklaşık 50 öykü bulunuyor. “Gözünüzün gördüğü her şey zaten bir hikâyedir,” diyen Ece Aksoy, kitapta birbirinden çok başka kişilerin hayatlarına tanık ediyor okuru. Kitabın editörlüğünü ise Aksoy’un yakın arkadaşı Yıldırım Türker üstlenmiş. Bu öykülerin kitaplaştırılmasında Türker’in önemli bir payı olmuş. Ece Aksoy’la Asmalımescit’teki mekânı 9, Ece Aksoy’da buluşup öyküleri üzerine konuştuk.
Tumblr media
2009 yılında başladınız Milliyet Sanat’ta öykülerinizi yayımlamaya. Nasıl başladı bu serüven?
Ben yazıyordum zaten. Yıldırım’a (Türker) okuttum yazdıklarımdan birkaç tanesini. “Bunlar sende kalmamalı, yayımlanmalı, çok güzel hikâyeler” dedi. Bir şekilde Filiz’in (Aygündüz) de haberi olmuş ve bana ısrar etmeye başladı öykülerimi vermem için. Yaklaşık bir yıl ısrar etti. Sonra bir gün buraya geldiğinde artık ısrar etmekten vazgeçmiş ve hikâyeden bile bahsetmezken dedim ki hikaye vereceğim sana. Sahi mi, dedi. Sahi dedim, gittim hemen yukarıdan bir tanesini getirdim ve öyle başladım.
Yazmaya devam ediyor musunuz peki?
Ediyorum tabii ki. Kendimden sıkıldığım zamanlar çok yazıyorum. Yazdığım hikâyedeki insanlar oluyorum. O beni zaman zaman eğlendiriyor; zaman zaman kendi özel sıkıntılarımdan uzaklaştırıyor. Hoşuma gidiyor yazmak…
Yazım sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Ben her yerde yazarım. Burada otururum, yazarım; kahvede bir arkadaşımı beklerken yazarım… Bazı karakterler yaratırım, onları yazarım… Sonra onları toparlar bir hikâyenin içine oturturum.
Edebiyata olan bu ilginiz nereden geliyor? Şiir yazdığınızı da biliyoruz…
Çok eskiden geliyor, aileden diyebilirim aslında. Bizim aile Rus klasiklerini çok severdi. Ben daha okuma-yazma bilmezken abim okurdu. Benim de ilgimi çeker, dinlerdim herhalde. Çok az fotoğraf hatırlıyorum dinlediğime dair ama onların okumalarını iyi hatırlıyorum. Hatta elektrik yoktu o zaman, gaz lambasında okurlardı.
Milliyet Sanat’ta yayımlanan öykülere dönersek, bu öykülerin farklı farklı mutfaklar, tarifler etrafında döndüğünü söyleyebilir miyiz?
Hayır aslında söyleyemeyiz. Çünkü bunlar hikâye… Ama her canlı, bitki, hayvan, insan besleniyor mu? Besleniyor… Yaşamının içinde mutlaka yemeye ya da yatmaya ayırdığı bir zaman var mı gün içinde? Var… Demek ki her canlı bir hikâye ve her hikâyenin içinde yemek kendiliğinden var.
Her canlı bir hikâye demişken, çok farklı insan tipleri var öykülerinizde…
Bunca zamanın biriki mi tabii… Her geçen yılda bir sürü şey yaşıyorsunuz. Eğer algınız varsa, duygunuz varsa, merakınız varsa bunların çoğunu biriktiriyorsunuz zaten; istemeden birikiyor sizde. Kağıdı, kalemi elinize aldığınız zaman da bir şey geliyor önünüze ve oradan devam ediyorsunuz.
Peki neden kısa kurgular tercih ediyorsunuz?
Ben kendi hayatımda da her şeyi bütün detaylarıyla, bütün duygusuyla, kısa anlatmayı severim. Bir başkası herhangi bir olayı 80 cümleyle anlatırsa ben aynı olayı beş cümleyle anlatıyorum. Sıkılıyorum 80 cümleyi dinlemekten; dolayısıyla anlatmaktan da sıkılıyorum. Bu yüzden de öykü yazmayı tercih ediyorum. Sabrım yok uzun bir şey yazmaya. Önemli olan o kısalığın içine çok şey sığdırabilmek.
Tasvir etmeyi de seviyorsunuz anladığım kadarıyla; uzun uzun tasvirler var öykülerinizde, özellikle mekâna ilişkin tasvirler…
Seviyorum. Çünkü eşyayı seviyorum. Benim için her şeyin bir dili var. Eşyanın da bir dili var… Bu masaya anlat kendini deseniz, bu masa kendini öyle bir anlatır ki şaşar kalırsınız. Kimler oturdu, kimler gitti, neler yapıldı bu masada, hepsini anlatır. Onun için eşyayı anlatmayı seviyorum.
Mutfakla ilgili kısımlarda malzemelerden uzun uzun bahsetmenizin nedeni de bu olmalı. Nasıl bir bağ var aranızda malzemelerle?
Malzemenin kendisi benim için benim gibi bir şey. Ben nasılsam o da öyle. Hepsi benim için çok değerli. Bir pilav demleme bezi benim için pıt diye gözü kapalı alınıp pilavın üzerine örtülecek bir şey değil. O bezin rengi önemli, kokusu önemli, dokusu önemli… Zaman zaman o kadar dalıyorum ki kim dokudu, nerede dokudu, dokurken neler yaşandı diye düşünüyorum. Bunları es geçemem.
Koku sizin için ne ifade ediyor? Öykülerinizde de önemli bir yeri var.
Kokularla yaşıyoruz, yaşamdır koku. Koku almadığım hiçbir şeyi ben sevmiyorum. Mesela Kıbrıs’tan yazan Metin Münir’in yazılarını okurken odama orman kokusu doluyor, deniz doluyor. Ben o kokuları duymak istiyorum okurken.
Bu öyküleri kitaplaştırma fikri nasıl doğdu?
Öteden beri var aslında. Fakat en son olarak Yıldırım (Türker) dedi ki “Tamam artık, bunlar bir kitap olsun. Herhangi bir yerde de yazmıyorsun, kimse okuyamıyor.” Sanıyorum o verdi Cem Bey’e (Erciyes) öykülerimi. Yani kitaplaştırmada benim pek bir katkım olmadı.
Peki başka kitaplar yayımlama niyetiniz var mı?
Bir fikir var aslında aklımda. Başladım da yazmaya. Dedim ya az önce şu sepet benim çok ilgimi çekiyor. (Sebze dolu bir sepeti gösteriyor.) Oradaki kırmızı biberle röportaj yapmak istiyorum. Sebzeleri, meyveleri konuşturmak istiyorum. Karnabahar size kendisini anlatacak örneğin. Nelerden hoşlanıyor, nasıl yetişiyor, içinde ne var… Bir hikâye içinde anlatacak bunları. Kim onu alıp eve götürdüğü zaman sıkılıyor, kim alıp götürdüğü zaman hoşuna gidiyor; hoşuna giden pişirme biçimlerini anlatacak.
Mutfak da edebiyat da tutku, özveri ve yaratıcılık isteyen alanlar. Bu iki uğraşınız birbirini nasıl etkiliyor?
Benim ilgi alanım dünyada gözümün gördüğü her şey, her şeyle ilgileniyorum. Gözümün özlediği şeyler için de zaman zaman yola çıkıyorum ve onlara ulaşıyorum. Havran pazarı mesela… Peynirin başında oturan kadın da, enginarı demetle satan kadın da, o renkler de, hepsi benim gözümün önünde. Yani bir şeyi pişirdiğiniz zaman bir hikâye yazmış oluyorsunuz zaten. Malzemeleri satın almak bir hikâye, kimden aldığın bir hikâye, almak için ne kadar yol katettiğin bir hikâye… İşte bu yüzden bu hikâyeleri öyle bir buluşturmak istiyorum ki müşterimi hayret ettirmek istiyorum. Yemek çok büyük bir emektir düşünürsen eğer. Bu yüzden burada müşterinin tabağında herhangi bir şey kaldığı zaman gidip diyorum ki “Bu tabakta kalamaz. Bunu ektiler, emek verdiler, yetiştirdiler, ben gittim pazardan buldum, aldım, hazırladım… Sizin bunu yememe gibi bir hakkınız yok.”
0 notes
kitapindiroku · 8 years ago
Text
Zorro Karlar Altında Kitabı pdf indir pdf indir
Zorro Karlar Altında Kendini ararken aşkı bulmak… Zorro bir kurtarma köpeğidir. Çığ altında kalan Luca’yı donmak üzereyken karların altından kurtarır. İkinci hayatına bir köpek sayesinde başlayan ve yaşıtlarından farklı ilgileri, merakları olan delikanlı için bu tanışıklık ona yeni kapılar aralar. Mary de yaşıtlarından farklı, hayvanlara ve doğaya büyük bir sevgiyle bağlı bir genç kızdır. Veterinerlik Fakültesi’nden arta kalan zamanlarda gönüllü olarak bir hayvan barınağında çalışmaktadır. Bu iki gencin kendilerini arama, bulma hikâyeleri köpekler sayesinde çakışır. Zorro Karlar Altında, bol ödüllü İtalyan yazar Paola Zannoner’den etkileyici bir gençlik romanı…
Zorro Karlar Altında Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
pdfkitapindiroku-blog · 8 years ago
Text
Albi ve Arkadaşları Ormanda (3 Boyutlu ve Hareketli) pdf indir
Sevgili Anneler – Babalar;   Çocukların doğaya ve hayvanlara ilgisini artırmak için hazırlanan üç boyutlu kitaplar, çocukları macera dolu bir seyahate çıkarıyor. Üç katlı sayfalardaki hareketli bölümlerle çocukların hem ince motor becerileri gelişiyor hem de hikâye ile resimler arasındaki uyumla nesne devamlılığı sağlayarak öğrenmeyi eğlenceli hâle getiriyor. Çocuklara denizi, ormanı, doğayı ve buralardaki hayatı eğlenerek öğrenme fırsatı sunuyor. Eğlenceli hikâyeleri zıplayan balıklar, uzun boylarıyla ağaç yapraklarını yiyen zürafalar, uçuşan kelebekler ve daha birçok hareketli hayvan resimleriyle anlatan, cıvıl cıvıl renkli, çok katlı sayfalarıyla 3 BOYUTLU kitaplar, çocuklarınızın eğlencesine yepyeni bir sayfa açıyor. Çocuklarınız, her defasında yeni ve farklı bir şeyler keşfetmek için tekrar tekrar kitapları ellerine alacaklar ve ellerinden bırakmayacaklar.   Özellikleri: Çok katlı sayfalar Eşsiz çekme faaliyetleri Fırlayan yunuslar Hareketli filler Uçuşan kelebekler. Ve daha neler neler…   Fonksiyonları: Birden fazla duyuya yönelik eğlence; Kitabın resimli sayfaları, görme duyusunu geliştirirken, çocuğu renkli resimlere bakmaya teşvik eder. Oynarken çocukların duyuları arasındaki koordinasyonu mükemmelleştirir.
İnce Motor Gelişimi; Üç Boyutlu kitaplar, ince hareket becerilerini mükemmelleştirmek için çeşitli fırsatlar sunar. Bu faaliyetlerle bir veya daha fazla parmak kullanılarak kasların gelişimi sağlanır. Çocuklar, yavaş yavaş ellerini koordine etmeyi öğrenir.
Algılama Becerileri; 3 Boyutlu kitaplar, eğlenerek öğrenme, hafızayı güçlendirme, merak duygusunu geliştirme ve etrafı anlama gibi algılama becerilerini geliştirir. Sayfalar, çocukların merakını uyaran oyunlar sunarak onları tekrar tekrar keşfetmeye, neler olacağını görmek için hareket ettirmeye davet ederler.
Nesne Devamlılığı; Kitaplardaki görünüp kaybolma türü oyunlar, çocuğun nesne devamlılığı kavramını anlamasına yardımcı olur. Çocuklar sayfaları çevirdikçe tanıdık görüntü ve cisimlerin bir görünüp bir kaybolduğunu heyecanla takip ederler. Böylece tekrar tekrar oynarlar. Sayfalardaki faaliyetler, nesne devamlılığı kavramını ilerletmek için, görün – kaybol oyunlarıyla çocukları eğitir.  
Albi ve Arkadaşları Ormanda (3 Boyutlu ve Hareketli) pdf indir oku
0 notes
sizekitap · 6 years ago
Text
Hayvan Hikayeleri
Hayvan Hikayeleri Julio Cortazar Can Yayınları
Evlerinde yalnız olmadıklarını fark eden iki kardeş. Şiddetli ve tuhaf bir hastalık nöbetiyle aksayan bir mektup. Ölümden bir anlığına dönen sevgili. Bir evin bahçesini işgal etmiş bir kaplan… Hayvan Hikâyeleri’nde Julio Cortázar bizi hayallerin ve kâbusların musallat olduğu apayrı bir gerçekliğe götürüyor.
Cortázar, 20. yüzyıl sonu Latin Amerika edebiyatına damgasını vuran “patlama”nın fitilini ateşlemiş isimlerin başında gelir. Üst orta sınıfın, küçüklü büyüklü burjuvaların doluştuğu mekânlara saldığı dehşetin ve saçmalıkların ardında karşı konulamaz bir coşkuyu, beklentileri baltalamaktan hoşlanan usta bir oyuncunun aldığı keyfi görmek mümkün. Cortázar’ın Bütün Öyküleri’nde yer alan ilk öykü kitabı Hayvan Hikâyeleri, 1951’de yayımlandığı haliyle Türkçede ilk kez okurlarla buluşuyor. Yazar labirentler, “öteki”ler ve doğası anlaşılamayan mahluklarla dolu bir dünyanın kapısını bize aralıyor.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/hikaye/hayvan-hikayeleri/
0 notes
sizekitap · 6 years ago
Text
Bir Kese Öykü
Bir Kese Öykü Semahat Ünal Favori Yayınları
Bozulmamış bir doğa, envaiçeşit hayvan, temiz yürekli insanlar ve muhteşem bir mitolojik miras…
Artık çok geçmişte, sadece anılarımızda kalmış bir dünyada yaşanan bir birinden ilginç insan hikâyeleri…
Bu kitabı okuyunca, ‘‘Keşke dünyayı çocuklar yönetseydi’’ diyeceksiniz…
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/H4XvWH
0 notes
sizekitap · 8 years ago
Text
Umut Bahçesi
Umut Bahçesi Diane Ackerman Pegasus Yayınları
Hayat kurtarmak, Kendi hayatlarindan vazgeçebilmek demekti!
Varşova hayvanat bahçesi sahiplerinin Yüzlerce insani nazilerin elinden kurtarmasini anlatan gerçek bir hikâye… 
1939: Almanlar Polonya’yı işgal eder. Varşova Hayvanat Bahçesi’ni işleten Jan ve Antonina Żabiński şehre yapılan bombardımandan sağ çıksa da hayvanlarının birçoğunun işgalciler tarafından öldürüldüğüne tanık olur. Daha sonra kendilerini en üstün ırk olarak gören Naziler, en değerli hayvan türlerini, hayvanlarda “en saf” ırkları yaratma maksadıyla yürüttükleri programlarda kullanmak üzere Berlin’e gönderirler. Üzerlerinde hissettikleri tüm Nazi baskısına rağmen Żabińskiler, boş kalan hayvan kafeslerinde Yahudileri saklamak için hayatlarını tehlikeye atarak yaklaşık üç yüz kişiyi Holokost’tan kurtarırlar. Żabińskilerin cesaretinden ve Antonina’nın tüm canlılara karşı gösterdiği inanılmaz hassasiyetten büyülenen, çok satan kitaplar yazan Diane Ackerman, empati duygusunun ve sevginin gücüne dair dokunaklı ve dramatik bir hikâye anlatıyor. 
“Daha iyi bir öykü ya da anlatıcı düşünemiyorum. Umut Bahçesi, sizi derinden sarsacak.” 
– Jonathan Safran Foer
“İlham verici… Schindler’in Listesi ve Hotel Ruanda’yla beraber soykırım dönemlerinin popüler kahramanlık hikâyeleri arasına katılabilir.”
– Salt Lake Tribune
“Jan Żabiński ve karısı Antonina, tehlike altındaki üç yüzden fazla Yahudinin hayatını kurtarmış ama buna rağmen Nazi işgali altındaki Polonya tarihinden kaybolup gitmiş. Artık şair ve doğa bilimci Diane Ackerman’ın Umut Bahçesi kitabında onların anısına sahip çıkılıyor. Nefes kesen bir savaş ve sığınak öyküsü…” 
– Donna Seaman
 “Ackerman, Varşova Hayvanat Bahçesi müdürü Jan Żabiński ve karısı Antonina’nın cesaret ve soğukkanlılıkla yaklaşık üç yüz Yahudiye ve aynı zamanda Polonyalı direnişçilere villada, kafeslerde ve barakalarda sığınma imkânı sağladığı bir İkinci Dünya Savaşı öyküsü anlatıyor… Merak uyandıran bu güzel hikâye, geniş bir okur kitlesini hak ediyor.” 
– Publishers Weekly
“İnsanların doğayla bağını, Holokost’a orijinal bir bakış açısı sunarken keşfeden Umut Bahçesi, çığır açan bir kurgu dışı eser. Birkaç yıl önce ‘doğa’ yazarları, kendilerine şu soruyu soruyorlardı: Bir kitap nasıl hem sanat eseri hem dünyanın yıkımına bilinçli bir başkaldırı hem de umudun ve insan ahlakının teyidi olabilir? İşte Umut Bahçesi, bu sorunun cevabıdır.” 
– Kathleen Dean Moore
“Umut Bahçesi’nde yazar Diane Ackerman, bize Nuh’un Gemisi’ni andıran bir tutam tarihsel bilgiyle beraber daha önce anlatılmamış bir cesaret hikâyesi anlatıyor… Ackerman’ın öyküsü, Umut Bahçesi’ndeki tüm insan ve hayvanlar için geçerli olan soyluluğun bilimsel bir tezi…” 
– Usa Today
“Anlaşılır, bilgi dolu, heyecan verici ve nefes kesici bir savaş ve sığınma hikâyesi… Ackerman, Nazilerin sapkın doğa görüşünü sivri ve ezici bir şekilde inceliyor… Türlerin ötesinde, olağanüstü bir kitap… Ackerman bu kitabı yazmak için dünyaya gelmiş, demek abartı olmaz.” 
– Los Angeles Times
devamı burada => https://goo.gl/hMrt19
0 notes
sizekitap · 8 years ago
Text
Dünya Bu Kadar
Dünya Bu Kadar Mahir Ünsal Eriş İletişim Yayıncılık
Radyonun sesi duyulmaz, bağ evinin ışığı görünmez olunca ara ara duyulan kesik inlemeler geldi kulaklarına. Fikret korktu. Bok vardı gecenin bu saatinde bu saçmasapan şeylere kalkışacak, hem de iki şişe büyüğü gözünün yaşına bakmadan bitirmişken. Sesi Hilmi de fark etti. “Hocam, bu hayvan inlemesi mi, birileri iş mi tutuyor yoksa bağlık arasını bulmuş da?” diye sordu. Hocam diyerek ikisini de ortalamaya çalışmıştı. “Baykuştur,” dedi Koço. “Bazı baykuşlar böyle inler gibi ses çıkarır, korkmayın,” Hilmi bozuldu, “Yok Üstat, korktuğumuzdan değil de, olmadık bir şeye denk gelmeyelim şimdi gece vakti. Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik kitaplarıyla sevdiğimiz Mahir Ünsal Eriş, bu kez bir romanla, başka bir dil deniyor. Sesleri, hatıraları, tesadüfleri, yeşil ve alabildiğine geniş fındık bahçelerini, deniz kıyısını, ipince ipeksi dantelleri, pervaneleri, hasreti, haseti, heba edilmiş yılları… Kör kuyuları, bir nakkaş gibi birbirine teyelleyerek hikâyeleri, ay karanlığını, defineleri, haritaları işliyor; yavaş yavaş anlatıyor üstelik, gülerek kıkırdayarak, kıpır kıpır… Uzakta, bozkırın ortasında, bir kayısı bahçesinde birileri kafa çekip, tütün sarıyor… Dünya Bu Kadar, çarpa çarpa geceye ışıl ışıl hikâyeler bırakıyor. Yeni roman, işte gökyüzü… (Tanıtım Bülteninden)
Sayfa Sayısı: 196
Baskı Yılı: 2015
Dili: Türkçe Yayınevi: İletişim Yayıncılık
ISBN: 9789750517402
Teşekkürler!
0.bookmarked-avatar imgmargin: 3px;
Bookmarked By
devamı burada => https://goo.gl/u7L43t
0 notes