#hayat bilgisi dahil
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yemek paylaşmayı sevmiyorum ama bu an'ı seviyorum. Ahsenle ilk anne kız saatimizi yaptık. Biraz geç kalmış hissediyorum geç kaldıkta. Ama bu işin peşini bırakmayacağım..
3 notes
·
View notes
Text
Kahve: ideolojidir. Çay: sosyoloji.
Kahve: özel taksidir. Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir. Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır. Çay: sade.
Kahve: mesafelidir. Çay: samimi.
Kahve: hariçtir. Çay: Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır. Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakış açısıdır. Çay: bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman.
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır.
Kahve: ABD'dir. Çay: Meksika sınırı.
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Çay: dem.
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen.
Kahve: blazer ceket. Çay: yeşil parka.
Kahve: kafedir. Çay: Meydan
Şimdi karar verin sizce hangisi...
Good morning People ..
Günaydın canlar..
youtube
51 notes
·
View notes
Text
ÇAY MI, KAHVE Mi?
Kahve: özel taksidir. Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir .Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: sartsiz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır. Çay: sade.
Kahve: mesafelidir..Çay: samimi.
Kahve: hariçtir. Çay: dahil.
Kahve: konuşmaktır.Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür.
Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir.
Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır.
Çay: orman.
Kahve: sınırdır
Çay: aşmaktır.
Kahve: gidendir.
Çay: bekleyen.
Kahve, kıvamdır. Çay, dem.
Kahve, statüdür. Çay, eşitleyen.
Keyifli vakitler olsun ☕️💜🥀
5 notes
·
View notes
Note
Merhaba epi sana bir şey danışmak istiyorum.
Sevdiğim bir arkadaş geçenlerde beni arayıp çok güzel bir işe girdiğini ve benide dahil etmek istediği söyledi. Ama kessinlikle işin ne olduğunu söylemedi sadece zoom dan online bir ofis olduğunu ve ancak oraya gelirsem orda işin ne olduğunu bana anlatacaklarını söyledi. Ben de onu sevdiğim için kıramadım onu birde gerçekten bu gizemli işi merak ettim. Girdim bir adam geldi bana hızlı hızlı bir şeyler anlatmaya başladı. Network marketing dedi ,Qnet ten bahsetti kazanacağım ciddi rakam dolarlardan bahsetti. Neyse 45 dk dinledim beynim uyuştu resmen. Ama bu işe katılmam için önce bir ürün almam gerekiyormuş ve sisteme iki kişiyi daha getirmem gerekiyormuş. Bu ürünlerde az buz bir para değil yani öğrenciyim zaten paramd yok diyorum, o zaman başkasından borç al bu senin hayatını fırsatı bu işi kaşırma diyorlar. Neyse böyle 3 gün boyunca her akşam durmadan işi anlatıp kişisel gelişim videoları izlettirdiler. Sözde bu şirkenin kurucusunun sene bilmem kaçta çekilmiş bir videosunu izlettirdiler. Şirketin yasal olduğundan falan bahsettiler. Sonra pablo ve bruno hikayesini falan dinlettirdiler. Ve işin en önemli noktasının kimseye anlatmamam gerektiğini söylediler. Bende gizli saklı iş yapamam pek bir şeyi yaptığımda benden bilgisi tecrübesi fazla insanların fikrini almak isterim. Ama yok bu çok gizliymiş bunu kimseye söylememeliymişim. Ama bu işe hiç güvenmedim zerre inancım yok hayal satmaktan başka bir şey olduğunu sanmıyorum. Ki arkadaşım iki yıldır bu işi yapmasına rağmen kendisine satılan tatil paketini hala kullanmamış durumda. Onun bu işe inancı çok fazla gibi ama inancı yoksada bana belli ettirmiyor işten caymiyim diye. Fakat ben dayanamayıp sormak istiyorum. Sen bu konuyla ilgili bir şey biliyor musun, ya da bir fikrin var mı ? Kafam karışık ve yanlış bir şey yapmak istemiyorum.
Saadet zincirlerinin ne olduğunu ve neden yasaklı olduğunu araştırmanı öneririm. Ponzi şeması denen bir dinamikle çalışan bu eski katmanlı dolandırıcılık sistemi üyeler arası para akışına dayanır. Her üye kendinden eski olana para akıtır ve bu akan parada piramitin tepesindekiler oldukça zenginleşir ve ne kadar kalırsan sen de piramitte yükseleceğin için kazanç elde edersin. Ama tek sorun var, bu sistem sürdürülebilir değildir çünkü sınırlı sayıda insan vardır. Üye girişi durduğunda sistem anında çöker ve herhangi bir geri beslemesi olmadığı için de özellikle piramitin altında kalanlar verdikleri para ile ulu orta kalırlar. Geçmiş örneklerinde gördüğümüz üzere de piramitin tepesindekiler genellikle tabiri caizse "cukkaladıklarını" alıp kaçarlar.
Bu zincirler artık yasadışı olduğu için artık bu para akışında görünürde bir meta aktarımı da yaparlar. Yani dıştan bakınca bir kişi kattığı alt üyelere ürün satar parasını yukarı aktarır ve o da kendi altlarından aldıklarını yukarı aktarır ve böyle gider. Ancak genelde bu meta fahiş bir fiyata sahiptir ve özünde saadet zincirini gizleyen bir perdedir yalnızca. Bu konuda Yılmaz Erdoğan'ın yönetip oynadığı Neşeli Hayat filmini de buraya bırakayı. Harika bir film değil ancak kötü de denemez. Oradaki ana karakter de bu neşeli hayat ürünlerini alarak kazanç sağlayacağına inandırılmıştı...
2 notes
·
View notes
Text
İlk Yardım Bilgisi: Eğitim, Kurs ve Sertifika
İlk yardım, ani kaza veya rahatsızlık anında profesyonel sağlık ekibi gelene kadar yapılan kritik müdahaleleri kapsar. Bu müdahaleler, kişinin hayatta kalma şansını artırır ve durumu daha kötüye gitmeden kontrol altına alabilir. Bu sebeple ilk yardım eğitimi almanın önemi oldukça büyüktür. Bu eğitim, doğru müdahaleleri yapabilmeyi öğretir ve bir kişinin hayatını kurtarma becerisini kazandırır.
Birçok kişi, hayatında böyle durumlarla karşılaşma ihtimalini göz önünde bulundurarak bir ilk yardım kursu arayışına girer. İlk yardım kursları, uzman eğitmenler tarafından verilen teorik bilgiler ve pratik uygulamalardan oluşur. Kurslar, temel yaşam desteği, kanamalar, yanıklar ve bilinç kaybı gibi birçok kritik müdahale yöntemini kapsamaktadır. Böylece katılımcılar, acil durumlarda doğru adımları atarak olası zararları minimuma indirebilirler.
Bu kurslar sonunda katılımcılara ilk yardım sertifikası verilir. Bu sertifika, kişinin ilk yardım konusunda yetkin olduğunu ve gerekli müdahaleleri yapabileceğini gösterir. Ayrıca iş yerlerinde veya toplu yaşam alanlarında ilk yardım eğitimi almış bireylerin bulunması, güvenlik açısından büyük bir avantaj sağlar. Birçok iş yeri, çalışanlarına bu eğitimleri aldırarak iş kazalarında hızlı ve etkili müdahalelerin yapılmasını teşvik eder.
İş yerlerinde ve toplu yaşam alanlarında ilk yardım bilgisine sahip olmanın faydaları saymakla bitmez. Birçok şirket, çalışanlarının ilk yardım eğitimi almasını zorunlu kılarak iş güvenliğini artırmayı hedefler. Özellikle iş kazalarının sık yaşandığı sektörlerde bu tür eğitimler, hayati öneme sahiptir. Bu eğitimler sayesinde çalışanlar, acil durumlarda sağlık ekipleri gelene kadar profesyonel müdahaleler yaparak kazazedelerin hayatını kurtarabilirler.
Aynı şekilde, kişisel yaşamda da ilk yardım bilgisine sahip olmak büyük bir avantajdır. Acil durumlarda paniğe kapılmadan doğru müdahale edebilmek, hem bireyin kendisine hem de çevresindekilere güven verir. İlk yardım kursları bu becerileri kazandırır ve katılımcılara olası bir tehlike anında soğukkanlı bir şekilde müdahale etme imkanı sunar. Bu yüzden, ilk yardım kursu almayı düşünen herkesin, eğitim sürecine dahil olarak bu kritik bilgileri öğrenmesi önemlidir.
İlk yardım eğitimi almak, sadece kişisel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir görevdir. Kazaların veya sağlık sorunlarının ne zaman ortaya çıkacağı belirsizdir, bu yüzden her an hazırlıklı olmak hayati önem taşır. Eğitim sonrasında alınan ilk yardım sertifikası, bireylerin bu konudaki yetkinliğini kanıtlar ve gerektiğinde hayat kurtarıcı bir rol oynamalarını sağlar. Bu bilgiler hem bireysel güvenliğimizi hem de sevdiklerimizin güvenliğini sağlama noktasında önemli bir fark yaratır.
0 notes
Text
Kahve: ideolojidir. Çay: sosyoloji.
Kahve: özel taksidir. Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir. Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır. Çay: sade.
Kahve: mesafelidir. Çay: samimi.
Kahve: hariçtir. Çay: Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır. Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakış açısıdır. Çay: bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman.
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır.
Kahve: ABD’dir. Çay: Meksika sınırı.
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Çay: dem.
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen.
Kahve: blazer ceket. Çay: yeşil parka.
Kahve: kafedir. Çay: meydan.
Siz hangisini seçerdiniz?
Bakalım kahve severler mi?
Yok sa çay severler mi kazanacak?
Ne dersiniz?😊
11 notes
·
View notes
Text
Kahve: ideolojidir. Çay: sosyoloji.
Kahve: özel taksidir. Çay: vapur
Kahve: evin girişidir. Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir
Kahve: aromalıdır. Çay: sade
Kahve: mesafelidir. Çay: samimi
Kahve: hariçtir. Çay: Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır. Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi
Kahve: bakış açısıdır. Çay: bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır
Kahve: ABD'dir. Çay: Meksika sınırı
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen
Kahve: kıvamdır. Çay: dem
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen
Kahve: blazer ceket. Çay: yeşil parka
Kahve: kafedir. Çay: meydan.😍
7 notes
·
View notes
Text
Kahve: ideolojidir.
Çay: sosyoloji.
Kahve: özel taksidir.
Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir.
Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört.
Çay: koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır.
Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır.
Çay: sade.
Kahve: mesafelidir.
Çay: samimi.
Kahve: hariçtir.
Çay: Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır.
Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir.
Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakış açısıdır. Çay: bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman.
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır.
Kahve: ABD'dir. Çay: Meksika sınırı.
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Çay: dem.
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen.
Kahve: blazer ceket. Çay: yeşil parka.
Kahve: kafedir. Çay: Meydan
Şimdi karar verin sizce hangisi...🥰💞
11 notes
·
View notes
Text
Şairin ölümünün 31’ inci yılında sevgi ve saygıyla anıyoruz...
Cemal Süreya: Şairin hayatına ve şiirine dahil edilmeyenler
Cemal Süreya Alevi/Kürt-Zaza bir ailenin ilk çocuğu olarak 1931 yılında Erzincan’da dünyaya gelir. Nüfus kayıtlarında adı-soyadı Cemalettin Seber’dir...
Cemal Süreya (1931-1990), “Şairin Hayatı Şiire Dahil” başlıklı yazısında genel olarak sanatta, özellikle de şiir sanatında otobiyografik ögelerin ağırlıklı bir yeri olduğunu söyler. Şiir okuyucusunun “şairin yapıtına yansımamış hayat bölümü ile de ilgilendiğini ve bunu yapıtın bir parçası saydığını” belirtir. Sanat yapıtının oluşum ve alımlanma süreçlerinde otobiyografik olanın rolüne açıkça vurgu yapan Cemal Süreya’nın bize verdiği bu “ipucu”nun kendi yapıtları ile ilgili çalışmalarda yeterince değerlendirildiğini söylemek zordur. Bu eksiklik bilhassa şairin Alevi/Kürt-Zaza kimliği bağlamında kendini göstermektedir. Süreya’nın Dersimli olduğu, “Dersim Olayları” öncesinde ailesi ile beraber Batı’ya sürgün edildiği ve yaşamının son dört-beş yılına kadar Alevi/Kürt-Zaza kimliği ve sürgünlüğü hakkında şaşırtıcı bir ketumluk gösterdiği konuyla ilgili kimi yayınlarda belirtilmekle birlikte yeterince üzerinde durulmamış, bu açıdan şairin hayatı ile yazarlık serüveni arasındaki bağlantı gereğince irdelenmemiştir.[1]
Bu yazı Süreya’nın hayat hikayesini böyle bir perspektiften yeniden okumayı amaçlıyor. Ana düşüncesi, Süreya’nın kamusal alanda paylaşmaktan sakındığı Dersimli geçmişi ve sürgünlüğünün yaşamındaki kimi önemli kararları ve yazarlığını ilk bakışta hemen görülemeyecek derinlikte etkilemiş olduğudur. Süreya egemen yazın dünyasında kendini bir yazar olarak var etmeye çalışırken Dersimliliği ve sürgün yaşantısından belli ki rahatsızlık ve sıkıntı duymuş, bu konulardaki hassasiyeti yazarlık serüvenini, edebî uğraşlarının sırasını, içeriğini etkilemiş ve şekillendirmiştir. Süreya’nın Dersimli kimliğini öne çıkarmamış, hatta uzun süre bastırmış olması, şiirinin genelde halk edebiyatı, özelde Alevi kültürü ile olan alışverişini de perdelemiş ve büyük ölçüde gözardı edilmesine yol açmıştır. Oysa yakından okunduğunda Süreya’nın şiirinin bu kültürel ve edebi kaynaklardan genelde düşünüldüğünden daha fazla beslenmiş olduğu görülmektedir.
Sürgün ve Annenin Ölümü
Cemal Süreya Alevi/Kürt-Zaza bir ailenin ilk çocuğu olarak 1931 yılında Erzincan’da dünyaya gelir. Nüfus kayıtlarında adı-soyadı Cemalettin Seber’dir. 1956 yılında şiirlerini Cemal Süreya adıyla yayımlamaya başlar ve o zamandan beri edebiyat çevrelerinde ve medyada bu adla bilinir.
Ataerkil bir ailenin ilk çocuğu olarak Süreya’nın mutlu bir ilk çocukluğu olur. Küçük Süreya ve ailesi, Seber ailesinin öbür üyeleriyle beraber Erzincan’da aynı evde yaşarlar. Süreya’nın büyük amcası Memo’nun idare ettiği taşımacılık işleri ile geçinen geniş Seber ailesinin hem ekonomik durumu, hem de amca Memo’nun şehrin ileri gelenleriyle arası iyidir. Erzincan’daki bu mutlu hayat, Süreya altı yaşındayken sona erer. Çünkü valilik büyük amcası Memo’nun Erzincan’ı derhal terk etmesini ister. Bugünkü Erzican’ın bir bölümünü de kapsayan Dersim bölgesinde “Dersim Olayları” nın ilk hareketlenmelerinin görüldüğü 1937 yazında amca Memo’ya sürgün kararı tebliğ edilir. Amca Memo’nun ya da Seberler’in “isyana” katılmak suçundan sürgün edilip edilmedikleri belli olmamasına rağmen onlar da bölgeden göç ettirilen Alevi-Zaza ailelerden biri olur. Süreya’nın babası, ağabeyi Memo ile beraber Bilecik’e giderken, Süreya’nın küçük amcası ve halası İstanbul’un yolunu tutar. Süreya, sürgünlüklerini başlatan o tren yolculuğunu yıllar sonra şöyle hatırlar:
Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.[2]
Süreya’nın köy diye hatırladığı yer, yaklaşık on yıl yaşayacakları Bilecik şehridir. Buraya yerleşmelerinden kısa bir zaman sonra Süreya’nın annesi ölür. Erken yaşta kaybetmesine rağmen Süreya’nın “şiir itisini aldığı” insan annesidir. Masal ve halk hikâyeleriyle Süreya’daki halk edebiyatı sevgisinin tohumlarını atan kişi de yine annesidir. Süreya’nın halk edebiyatına ilgisi okumayı öğrendikten sonra artarak sürer. Evde ilk bulduğu, döne döne okuduğu Alevi çevrelerde bulunan dinsel kitaplardır. Bunlardan bilhassa unutamadığı, “en az yüz kere” okudum dediği kitap Hazreti Ali Cenkleri’dir. Zamanla okudukları çeşitlense de Süreya’nın Aleviliğin popüler kaynaklarına, özellikle de Hazreti Ali Cenkleri’ne olan ilgisi hayatı boyunca sürer. 1980’lerde yayımlanan günlüklerinde kendini Hazreti Ali uzmanı olarak gördüğünü, hatta cenk hikâyelerinin yeniden yazımı için Cem Yayınevi ile anlaştığını söyler. Ancak Süreya bu ve benzeri projelerini hayata geçir(e)memiştir.
Annesinin tersine, edebiyatçı kişiliğinin oluşmasında babasının Süreya üzerinde pek fazla bir etkisi olmamış görünmektedir. Babası annesinden yirmi yıl daha fazla yaşamış olsa da Süreya’nın onunla sınırlı bir ilişkisi olmuştur. Bunun iki ana sebebi vardır. Birincisi, Süreya’nın babası uzun yol kamyon şoförü olduğundan zamanının çoğunu evinden uzakta geçirmiştir. Süreya ile babasının ilişkisini sınırlayan ikinci neden ise Süreya’nın okul durumudur. 1939-1942 yıllarında Süreya İstanbul’da yaşamış ve ilkokula burada başlamıştır. Bu süre zarfında İstanbul’da halasının yanında kalırken kız kardeşleri Ayten ve Perihan, Bilecik’te babasının yanındadırlar. Süreya’nın gidişinden bir süre sonra babası ve kız kardeşleri de İstanbul’a taşınır. Ancak ailenin İstanbul’daki hayatı uzun sürmez. Çünkü Cemaller İstanbul’a sürgünlüklerini tamamlamadan, izinsiz gelmişlerdir. Bu durum polis tarafından fark edilince tüm aile tutuklanıp Sansaryan Han’da bir gece alıkonur, sonra da jandarma eşliğinde Bilecik’e geri gönderilir. Süreya bu yüzden İstanbul’da başladığı ilkokulu Bilecik’te tamamlamak zorunda kalır.
1944 yılında, Süreya ilkokulun son sınıfındayken babası yeniden evlenir. Üvey anne, Cemal’e ve kız kardeşlerine hayatı zindan edecektir. Süreya bunu mektuplarının birinde şöyle anlatır:
Bir keresinde, hiç unutmam, aynanın arkasındaki zehiri kazımış, ısıttığı suyun içine atarak, bana, hadi yıkan, demişti. İrkilmiştim. Biraz ellerimi ıslatmış, onu da başka suyla yıkamış, işkence suyunu da çaktırmadan dökmüştüm. Bu kadın, kardeşim Perihan’ın, hamam tasıyla ayak kemiğini kırmıştır. Ayten ise, korkusundan kaç kez evden ormanlara kaçmıştır.[3]
Tacizkar üvey annesinden uzaklaşmak için Süreya 1944 güzünde Bilecik ortaokulunun yatılı kısmına başlar. Ortaokuldan sonra, bu kez lise için yeniden İstanbul’a gelir. 1947-1950 arasında Haydarpaşa Lisesi’ne devam eder. Üvey annenin eziyetlerine maruz kalmamak için yaz tatillerini Bilecik yerine İstanbul’da geçirir. Süreya’nın anılarından anlaşıldığı üzere, şiirsel duyarlılığın oluşmasında öz annesiyle olan yakın ilişkisinin ve onu çok erken yaşta kaybedişinin rolü büyüktür. Çocukluk yıllarında halk edebiyatı ve Alevi kültürü ile tanışmasına vesile olan annesinin, sürgünlüklerinin ilk yılında ölmesi ve akabinde kendisinin ve kardeşlerinin yaşadığı üvey anne zulmü Süreya’nın hayatının en tramvatik yaşantısı ve “şair oluşunu en çok etkileyen örselenme” olduğu söylenebilir.[4]
Annenin kaybıyla acısı katmerlenmiş sürgünlük yılları, Süreya’nın yazarlık evreninin oluşumunda, duygusal, sanatsal ve entelektüel reflesklerinin biçimlenişinde güçlü etki yapmıştır. Küçük Cemal için ailesinin etnik-dinî kökeni ve zorunlu göç olgusu herkesten gizlemeye çalıştığı derin bir “utanma” ve “acı” kaynağı olur. Ancak küçük Cemal bu aile sırlarını gizlemede her zaman başarılı olamaz. O ne kadar gizlemeye çalışsa da sırlarını öğrenip onunla alay edenler, hor görenler çıkar. Mesela, Süreya Bilecik Ortaokulu’ndayken bir öğretmeni inatçılığı nedeniyle “Kürt damarı tuttu,” bir arkadaşı da “sümüklü Kürt” diye Cemal’e bağırır ve bu durum onun bütün gün ağlamasına sebep olur. O ne kadar gizlerse gizlesin adı çoktan konmuştur: “Kürt Cemo!”[5]
Ortaokul yıllarında küçük Cemal’in etnik ve dinî kökeni konusunda tam ve net bir bilgisi olduğunu varsaymak güç olsa da, boynundaki “sürgün” yaftasının onun için derin bir üzüntü ve kafa karışıklığı kaynağı olduğuna şüphe yoktur. Nitekim ortaokul yıllarında babaannesiyle arasında geçen bir konuşmayı 1980’lerde şöyle hatırlayacaktır:
Şimdi çok sevdiğim sürgün sözcüğü beni allak bullak ediyordu. Bir gün büyükanneme sormuştum: “Neyiz biz?” diye. Bir şey anlamadı. “Sürgün ne demek?” diye yineledim. Sürgün “menfi” demekmiş, “menfa”ya gönderilenlere “menfi” denirmiş. Bir an aklıma Yavrutürk dergisindeki bir tefrika geldi: “Bir Göçmen Çocuğun Anıları.” “Göçmen miyiz yoksa biz?” diye soruyu değiştirdim. “Evet, işte buldun, göçmeniz biz” dedi. Rahatlamıştı. Ondan sonra kendimi bir süre göçmen olarak düşündüm.[6]
Bu tür olumsuz çocukluk yaşantıları Süreya’nın Dersimli kimliği ve sürgünlüğü konusunda ağzını sıkı tutma eğilimini kuvvetlendirir. Bu ağzı sıkılık Süreya’nın üniversite öğrencisi olduğu 1950’ler, iş hayatında olduğu 1960’lı, 1970’li yıllarda da devam eder. Öyle ki çocukluğuna dair böylesi anılarını Muzaffer İlhan Erdost ve Vecihi Timuroğlu gibi çok yakın arkadaşlarına bile anlatmaz. Erdost’un tanıklığına göre Cemal Süreya doğum yeri hakkındaki sorulara “Erzincanlıyım” şeklinde kısa bir cevap verip daha fazla konuşmaya istekli görünmez.[7] Süreya ancak memuriyetten emekli olduktan sonra, 1984’de dergilerde yayımlamaya başladığı günlüklerinde çocukluğundan, Dersimli kimliğinden söz edecektir. Süreya’nın günlüklerinde bu konulara değin yazdıkları yakın arkadaşlarının söylediklerini teyit eder niteliktedir. Bu da bize Cemal Süreya’nın üretken olduğu yetişkinlik yıllarının neredeyse tamamında Dersimli, dolayısıyla Alevi/Kürt-Zaza kimliği ve ailesinin sürgün deneyimden dolayı derin bir rahatsızlık ve sosyal dışlanma korkusuyla yaşadığını düşündürmektedir.[8]
Memuriyet, İlk Şiirler ve Üvercinka
Süreya liseyi üstün başarı ile bitirdiğinden istediği fakülteye girmeye hak kazanır. 1950 yılında başladığı Mülkiye’nin maliye bölümünden 1954 yılında mezun olur. Ortaokul ve lisede olduğu gibi üniversiteyi de parasız yatılı okur.
Üniversiteden mezun olur olmaz 1954 yılında ortaokul aşkı Seniha Nemli ile evlenir. 1955’te ilk görev yeri Eskişehir’de bir kız çocukları olur. 1955 güzünde Eskişehir’den İstanbul’a yardımcı maliye müfettişi olarak atanır. İstanbul’a yerleşmesiyle edebiyat çevrelerinde ve etkinliklerinde daha sık görünür olmaya başlar; ancak bu durum ailesini ihmal etmesine de yol açar. 1958 yılında ayrılan çift, yedi yıl sonra resmî olarak boşanır.
İlk şiirlerinin üzerinden çok geçmeden Süreya’nın şiir yazıları da dergilerde boy göstermeye başlar. 1950’lerdeki şiir yazılarında Süreya özellikle kendilerinden önceki kuşağın şairleri ile bir hesaplaşma, aynı zamanda kendine, kendi kuşağına bir yer açma çabası içindedir. Süreya’nın bu ilk yazıları, daha sonraki yazılarının da değişmez özelliklerinden olacak analitik düşünme, ele aldığı konuları tarihselleştirmeye dikkat ve her zaman somut örnekler verme gibi özellikleriyle öne çıkar. “Yeni” şiirin geleceğine dair duyduğu iyimserlik ve kuşaktaşlarını destekleyici, çoşkun tavrı da bu yazıların bir diğer özelliğidir.
1950’lerden aramızdan ayrıldığı 1990 yılına kadar Süreya, dolaşımdaki şiiri yakından takip etmeye dikkat etmiştir. Şiir çevrelerinden birçok isim Süreya’nın bu çabasını ve okudukları üzerine yazdığı ufuk açıcı şiir yazılarını takdir etmiştir. Örneğin, şair-eleştirmen Yücel Kayıran, Süreya’yı kırk yıl boyunca “Türk şiirinin koruyucusu ve gözeticisi” olarak selamlamakta ve 1950-1990 arası Türk şiirindeki etkili rolünü “Süreya faktörü” şeklinde nitelendirmektedir.[9] Benzer biçimde günümüz şiir eleştirisinin en önemli isimlerinden Orhan Koçak da Süreya’yı II. Yeni şiir akımının en etkili kuramcısı olarak görür.[10] İkinci Yeni şiirinin kurucu metinlerinden sayılan Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” adlı yazısı 1956 yılında yayımlanır. II. Yeni Şiir akımının sembol eseri kabul edilen ve Yeditepe Şiir Ödülü’nü alan ilk şiir kitabı Üvercinka ise 1958 yılında çıkar.[11]
Dönemin egemen edebiyat ve entellektüel çevrelerinde kendine hızla bir yer açmadaki tüm bu başarısına rağmen Cemal Süreya ailesinin tarihi ve etnik-inançsal kimliği konusunda duyduğu anksiyeteyi uzun yıllar üzerinden atamaz. Bu anksiyete Süreya’nın hem yazarlık hem de iş hayatında kendini gösterir. Sözgelimi, genç bir şairin/yazarın ilk yapıtına kendi hayatından, bizzat yaşadıklarından birşeyler koyması yaygın bir pratik olsa da şaşırtıcı bir şekilde Süreya’nın ilk şiir kitabında bu tür kolayca tanınan özyaşamsal unsurlara rastlanmaz. Nitekim Süreya ilk kitabına alacağı şiirlere karar verirken bu tür ögeler içeren en az bir tanesini, 1953 yılında bir dergide yayımlanan “Güllüm Kuşak” adlı, üvey annesiyle ilgili şiirini kitabına almaz.[12] Süreya’nın ikinci şiir kitabında da çocukluk ya da ilk gençliğine dair gönderme ya da imgelere yer yoktur.
Etnik-inançsal kimliği ve sürgünlüğü konusundaki suskunluğunu Süreya, önce şiirlerinde olmak üzere ancak 1960’ların ikinci yarısında bozacaktır. Süreya’daki bu tavır değişikliğinin memuriyetten istifa edip serbest yazar ve çevirmen olarak çalışmaya başladığı bir dönemde ortaya çıkmış olması dikkate değer. Bu zamanlamadan Süreya’nın Dersim’e dair suskunluğunun kısmen memuriyetiyle ilgili olduğu, “sakıncalı” kimliğinin ve sürgünlüğünün iş yerinde bilinmesinin onu zor durumda bırakabileceği endişesiyle bağlantılı olduğu sonucu çıkarılabilir. Nitekim Süreya’nın yakın arkadaşlarından Vecihi Timuroğlu da bunu doğrulamış, Süreya’da Kürt ve Alevi olmasından dolayı memuriyeti boyunca hep bir tedirginlik gözlemlediğinin altını çizmiştir.[13]
Aslında Süreya’nın Dersimli/Alevi kimliğinden duyduğu tedirginlik, Aleviliğin konuşulmasının bile tabu olduğu o yıllarda birçok Alevinin hiç de yabancısı olmadığı bir varoluş hâlidir. Süreya’da bu tedirginliğin iş hayatına girmeden çok önce, üniversitenin birinci yılında yaptığı bölüm tercihinde bile etkili olduğu görülmektedir. Üniversite yıllarından arkadaşı Muzaffer İlhan Erdost’un akıl yürütmesine göre Süreya, mezuniyet sonrası devlette çalışacaklar için sıkı özel güvenlik soruşturmaları gerektiren kamu yönetimi ve uluslararası ilişkiler bölümlerini bilerek seçmemiş, bunlar yerine bu tür soruşturmaların yapılmadığı maliyeyi tercih etmiştir.[14] Süreya’nın üniversiteyi bitirir bitirmez Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başlamış ve memurluk hayatında müfettişlik, darphane müdürlüğü gibi makamlara gelebilmiş olması bölüm seçiminde isabetli davrandığının kanıttır.
Papirüslü Yıllar ve Otobiyografik Şiirler
Süreya Eskişehir’deki görevinin sonunda girdiği sınavı geçerek 1958 sonbaharında maliye müfettişi ünvanını kazanır. Bu ünvanla o tarihten Temmuz 1959’a kadar İstanbul dışında turnelere çıkar. Temmuz 1959-Aralık 1960 arasında yedeksubay olarak Ankara’da askerliğini yapar. Askerdeyken fark derslerini vererek Ankara Üniversitesinden ikinci derecesini (hukuk) alır.
1960’lı yıllarda bir şiir kitabı ve iki şiir antolojisi yayımlamış olmakla birlikte Süreya’nın bu yıllardaki en önemli başarısı dört yıl boyunca (Haziran 1966- Mayıs 1970) çıkardığı aylık edebiyat dergisi Papirüs’tür.[15] Aslında Süreya kendi dergisini çıkarmayı 1960 ve 1961’de iki kez dener; ancak bu denemeleri kısa ömürlü olur. Dergi sahibi olmak hayalini nihayet üçüncü denemesinde gerçekleştiren Süreya bu sefer Tomris Uyar (1941-2003) ve Ülkü Tamer (1937- ) ile işbirliği yapar. Derginin beyni Süreya olduğundan ve Uyar ile Tamer’in bir süre sonra dergiyi bırakmalarından dolayı derginin yönetimi tamamen Süreya’ya kalır ve dergi Süreya’nın adı ile özdeşleşir.
Süreya’nın ikinci şiir kitabı Göçebe 1965 yılında çıkar ve 1966 yılı Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü alır. Kitabın adı Süreya’nın o yıllarda müfettiş olarak sık sık çıktığı iş gezilerini çağrıştırır. Fransa’da geçirdiği bir yılı da sayarsak, İstanbul’dan uzakta olmanın esinlendirdiği şiirler denebilir bu kitaba.[16] Gerçekten de kitapta beliren anlatıcı-ben, sevdiklerinden uzakta, yalnızlığından yakınan, hüzünlenen biridir. Bu şiir kişisi Süreya’nın Üvercinka’sındaki hercai, mutlu İstanbul boheminden çok farklıdır. İki kitap arasındaki ortak nokta ise her ikisinde de henüz Süreya’nın çocukluğuna, doğduğu yere, ailesinin sürgün deneyimine değinen veya gönderme yapan şiirlerin yokluğudur. Bu “yokluk” durumu Süreya’nın Papirüs’te yayınladığı şiirlerle değişecektir. Papirüs’te çıkan bu şiirler 1973’deki üçüncü kitabında da yer bulacaktır.
Süreya’nın yazarlık serüveninde 1960’lara damgasını vuran Papirüs’te yayımladığı yazılarını dört ana başlıkta toplayabiliriz. Birinci grupta, yüzde sekseni Süreya’nın kaleminden çıkmış derginin başyazıları vardır.[17] Bu başyazılardan Süreya’nın dönemin entelektüel çevrelerinin başat ideolojisi olan sol düşünceye ve sosyalizme olan sempatisi açıkça görülmektedir. Sözkonusu yazıların büyük kısmı, Cumhuriyet dönemindeki entelektüel yönelimler ve o günlerin yaygın ifadesi ile “aydın” profili üzerinedir. Süreya’nın bu yıllarda şair kimliğinin yanı sıra kendini bir aydın olarak kabul ettirme çabasının izdüşümü olan yazılardır bunlar.
Papirüs’te çıkan yazılarından “Türk Yazarının Halklaşması” başlıklı olanı Süreya’nın ideolojik duruşu hakkında açıklayıcı niteliktedir. Bu yazısında Süreya, Behçet Necatigil’in Edebiyatçılar Sözlüğü’nün sistematik bir okumasını yaparak şu sonuca varır: Türk yazarının profili Cumhuriyet’in kurulmasından sonra geçen onyıllarda önemli bir biçimde değişmiştir; zengin, İstanbullu ailelerden gelen yazarların sayısı azalırken, onların yerini Anadolulu, taşra kökenli, düşük ya da düşük-orta ekonomik seviyeli ailelerin çocukları almaktadır. Yazının genel havası, kendisinin de toplumun alt tabaklarından gelen bu yeni yazar grubuna mensubiyeti konusunda Süreya’nın güçlü bir farkındalığa sahip olduğunu hissettirir. Öyle görünüyor ki Süreya kendi geçmişi konusunda açıkça konuşmaktan imtina etse de, içinden çıktığı çevre ile arasına katılmaya uğraştığı İstanbul’un ana akım edebiyat çevreleri arasındaki sosyo-kültürel kopukluk ve hiyerarşi hakkında düşünmekte, bir anlamda kendi yaşadığı sosyal mobilizasyonu Türkiye toplumunun uzun tarihsel tecrübesi içerisinde bir yere oturtarak anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bu noktada, derginin çıkarılmasında beraber çalıştığı Uyar ve Tamer’in daha şehirli ve elit bir sosyal çevreden geldiği hatırlanmalı. Uyar ve Tamer dönemin en prestijli liselerinden olan Robert Koleji mezunudurlar. Süreya’nın dergiyi gittikçe artan sayıda, çoğu toplumun düşük sosyal tabakalarına mensup, yeni yükselen genç yazarlara açmasının Tomris Uyar’ın dergiden kopuşunu hızlandırdığı söylenebilir.[18]
Süreya’nın Papirüs’teki ikinci grup ürünleri şiirleridir. Bu şiirlerin çoğu Süreya’nın sürgün tecrübesi, doğduğu yer, içine doğup yetiştiği kültür ve coğrafyadan beslenen veya esinlenen şiirlerdir. Bu özellikleri ile sözkonusu şiirler Süreya’nın şairlik macerasında bir “otobiyografik dönem”e işaret eder. Süreya doğduğu, çocukluğunun geçtiği yerdeki hayatın çetinliklerini ve annesini erken yaşta kaybedişini Doğu-Batı karşıtlığı ekseninde suçlayıcı bir dil kullanmadan şiirleştirir. Şiirlerdeki anlatıcı-ben olumsuzluk ve güçlükleri aşmış ve bu yüzden kendisiyle gurur duyan biridir; bu anlamda sözkonusu otobiyografik ögelerin politik bir mercekten geçirildiği söylenebilir. Kitabın en ilginç şiiri, Papirüs dergisinin ilk sayısında yayımlanan, Süreya’nın “Dersim Olaylarını” ve bu konudaki duruşunu sezdirdiği yayımlanmış ilk ve tek şiiri olan “Beni Öp Sonra Doğur”dur. Bu şiir adeta Doğulu bir mağdurun (anlatıcı-ben Süreya), Batı’nın (Cumhuriyet elitlerinin) Doğu’ya (Dersim bölgesi) kendini dayatması ile ilgili bir iç hesaplaşması gibidir. Üzerine bir “karabasan” gibi çöken bu dayatılmışlık halinin yarattığı tüm yarılmalara ve acılara rağmen anlatıcı bu olumsuz yaşantıların üstüne sünger çekmeye ve yeni bir başlangıç yapmaya istekli görünür.[19]
Cemal Süreyya’nın şiir külliyatı içerisinde bu dönem halk edebiyatı ve Alevi kültüründen ögelerin kullanımı açısıdan da bir zirve noktasıdır. Her ne kadar ta ilk kitabı Üvercinka’da bile bu meyanda bazı izler tespit edilebilse de bunlar çok siliktir. Örnekse, bu kitabın aynı adlı şiirindeki şu dizeler Alevi-Bektaşi edebiyatının şathiye şiir geleneğini akla getirir: Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma/ Yatakta yatmayı bildiğin kadar/ Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler. Aynı kitapta Süreya, “Kızılırmak” adlı bir Orta Anadolu türküsünden Kızılırmak parça parça olaydın dizesini ödünç alıp, küçük bir değişiklikle Kızılırmak parça parça olasın biçiminde “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” adlı şiirinde kullanır. Ancak Süreya’nın Papirüs dönemindeki şiirlerinde özellikle Alevi kültürü ile olan alış-verişi çok daha belirgindir. Süreya’nın bu dönem şiirlerindeki Aleviliğe yönelik göndermeleri kimi zaman On İki İmamlardan Ali, Hasan, Hüseyin ile Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’ın adlarını zikredecek kadar açık, kimi zamansa bilenin anlayacağı türden daha kapalı ama aynı zamanda daha derindendir. Örnekler üzerinden konuşursak, “Yüreğin Yaban Argosu” adlı şiirinde Süreya, âşık edebiyatındaki bade içme rüya motifine atıfla annesini şiir sanatında ilk “ustası” ya da el aldığı “pirî” olarak kurgular. “Yunus ki Süt Dişleriyle Türkçenin...” adlı şiirinde Süreya babasının ölümününden haberdar oluşuyla üstü kapalı olarak Pir Sultan’ın kızı Sanem’in babasının idamını öğrenişi arasında paralellik kurar. “Vakit Var Daha” adlı şiirinde ise Hz. Ali’nin cenazesinde kendi tabutunu taşıdığı söylencesini şöyle şiirleştirir: Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi/ Üçü de Ali: deve, deveyi çeken, tabutun içindeki. Bütün bu örnekler Süreya’nın Alevi inaç ve kültürüne yüzeyselden öte bir aşinalığı olduğunun da işaretleridir.
Süreya’nın Papirüs’te yayımladığı, üçüncü gruba dahil ettiğimiz yazıları şiir eleştirileridir. Bu eleştiri yazıları, Süreya’nın 1950’de yayımladığı aynı tür yazılarından daha uzundur. Çoğu modern Türk şairlerinin eserleri ile ilgili, değerlerini bugün bile koruyan ufuk açıcı yazılardır. Kurtuluş Kayalı’ya göre bu yazılar “dipnotlu akademisyen yapıtlarından kesinlikle daha az bilimsel değil[dir]”[20] Süreya bu yazılarını daha sonra Şapkam Dolu Çiçekle (1976) adlı kitabında bir araya getirir.
Süreya’nın kendi dergisini çıkarma tutkusu, eski yeni ayrımı yapmadan başka dergiler üzerine yazılar yazması ile el ele yürümüştür. Bu sonuncular Süreya’nın Papirüs’teki yazılarının dördüncü grubunu oluşturur. Süreya’ya göre Türk edebiyatı asıl olarak dergilerde gelişen bir edebiyattır. Edebiyat dergilerini dikkate almadan Türk edebiyatını anlamanın ve çalışmanın zor olduğuna inanır. Dahası, Cumhuriyet dönemindeki edebiyatçı ve aydının tarihsel gelişimi Süreya’ya göre en iyi dergilerden izlenebilir. Türkiye’de üniversitelerde edebiyat sosyolojisinin daha yeni filizlenmeye başladığı bu yıllarda, Süreya’nın bu tür sorularla edebiyat dergileri üzerine yoğunlaşması önemlidir.
Süreya’nın dergilere yönelik sistematik ilgisi bir anlamda Papirüs’teki editörlük işini ne kadar ciddiye aldığının bir göstergesidir. Süreya editör olarak bu çalışkan tutumunun semeresini almıştır. Papirüs o yıllarda birçok yazar, şair, özellikle de gençler tarafından bir buluşma, tanışma platformu olarak benimsenir. Bu da Süreya’nın yazın çevrelerindeki ilişkilerini artırmış, adının ve ününün yayılmasına katkı yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında yazarın otobiyografik döneminin Papirüs’lü yıllarıyla örtüşmesinin tesadüfi olmadığı, bunun o dönemde genişleyen çevresi, yayılan ünü ve buna paralel olarak artan özgüveninin bir yansıması olduğu söylenebilir.
Hayat Gaileleri ve Gazete Yazıları
İkinci eşi Zuhal Tekkanat’ın da işaret ettiği gibi, 1960’lar şair ve eleştirmen Süreya’nın en verimli ve en parlak dönemi olur. Yazarlık serüvenindeki bu iyi gidişe koşut olarak özel hayatı da yolundadır. Tomris Uyar ile iki yıl süren ilişkisinden sonra 1967 Ağustos’unda Zuhal Tekkanat ile evlenir. Kasım 1969’da bir erkek çocukları olur. Ancak 1970’lerin başlarında Süreya, hem özel hayatında hem işinde hem de Papirüs’te ciddi sıkıntı ve sorunlarla karşılaşır.
Önce çok sevdiği dergisinin yayınına son vermek ve memuriyete geri dönmek zorunda kalır. Ancak yeni bir pozisyona atanmak için bir yıldan fazla beklemesi gerekir. Memuriyetteki bu ikinci dönemi on bir yıl sürer (Eylül 1971- Şubat 1982) ve bu süre içinde atandığı mevkiler, biri hariç ya İstanbul’da ya da Ankara’dadır. 1975 yılının başında Süreya ikinci eşinden ayrılıp Güngör Demiray ile üçüncü evliliğini yapar ve İstanbul’a, Darphane’ye müdür olarak atanır. Bu mevki Süreya’nın hem statü hem de maaş bakımından memurlukta geldiği en üst nokta olacaktır. Ancak 1975’in sonuna doğru üçüncü evliliği de Darphane’deki görevi de sona erer. 1976’nın başında ikinci eşi ve oğluna geri döner. Yeni görev yeri Ankara’dır. Oğlu ve karısı İstanbul’da yaşadığı için Ankara-İstanbul arasında gidip gelir.
Süreya’nın 1970’lerdeki tek yeni ürünü uzun olmayan dergi ve gazete yazılarıdır. Bu yıllarda uzun süreli yoğunlaşma ve araştırma gerektiren Papirüs’te yayınladığı türden yazılara zamanı yoktur. Türkiye’de gittikçe kutuplaşan ve şiddet sarmalına dolanan politik hayat da Süreya’yı daha temkinli hareket etmeye zorlamış olabilir. Bu kısa yazıların büyük bir bölümü güncel sanat ve kültür etkinlikleri üzerine, Süreya’nın sevdiği bir ifadeyle “izlenimler”dir. Kitap, dergi tanıtım yazıları yine çok yazdığı konular arasındadır. Gazete yazıları da (Politika, 1975-76; Aydınlık, 1979-80 yılları arasında) benzer konuları işler. Bunlardan başka Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesinde bazı yazıları çıkar. Süreya 1970’lerde biri çok kısa süreli olmak üzere iki derginin de (Oluşum, 1974-78; Türkiye Yazıları iki sayı, 1977) editörlüğünü yapar.
Süreya’nın kültür ve sanat çevrelerinde daha çok tanınması ve bürokrasideki kariyeri başka değişik fırsatlar da doğurur. Mesela 1976-78 yılları arasında Kültür Bakanlığı Kitap Alım Komisyonu’nda üye olarak görev alır. TRT’nin televizyon yayıncılığında tekel olduğu yıllarda bir edebiyat programı hazırlayıp sunar.[21] Süreya bu tür değişik işler, memuriyeti ve fırtınalı özel yaşamından şiire pek fazla zaman ayıramamış görünür. Nitekim bu dönemde dergilerde yayımladığı az sayıdaki şiirini ayrı bir kitapta toplamak yerine, Uçurumda Açan başlığı ile 1984’de yayımlanan toplu şiirler kitabında yer verir.
Süreya’nın 1970’lerde yaşadığı önemli bir olay, göç ettirilmelerinden kırk bir yıl aradan sonra ilk kez doğduğu ve altı yaşına kadar yaşadığı Erzincan’ı ziyaretidir. Bu kısa ziyaret iş (teftiş) amaçlıdır. İlk çocukluğunun geçtiği yerleri ziyaretinin Süreya’nın etnik ve inançsal kimliği ve ailesinin sürgünlüğü konularında uzun süren suskunluğunu nasıl ve ne derece etkilediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak Süreya 1980’lerde emekli olup yazmaya daha çok zaman ayırdıkça, 1970’lerin hızlı ve inişli çıkışlı yaşamından uzaklaşır. Hayatının daha istikrarlı ve yavaş bir akış yakaladığı bu son on-yılında Süreya hem “aile sırlarını” ifşa etmeye başlar hem de şaheseri sayılabilecek “portreler”ini yayımlar.
Portreler ve Aile Sırlarının İfşası
Süreya yirmi beş yıla yaklaşan memuriyetinden Şubat 1982’de emekli olur ve İstanbul’a yerleşir. 1980’lerin başlarından ölümüne kadar Birsen Sağnak ile beraber yaşar. İkinci eşi Tekkanat’a göre oğulları Memo’nun yarattığı rahatsızlıklar sayılmazsa, 1980’ler Süreya’nın en sakin on yılıdır. 1988 yılında Süreya bir gün arayla iki şiir kitabı yayımlar ve bu yapıtları ile 1989 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne layık görülür. Süreya bu yıllarda çeşitli dergilerde, ölümünden sonra iki ayrı kitapta toplanacak ve daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlayacak çok sayıda makale de yayımlar. Ayrıca bir süre sol düşünce ve pratiğin tartışıldığı Saçak adlı bir derginin kültür ve sanat bölümünü hazırlar; bu Süreya’nın künyesinde sol ve sosyalist olarak tanımlanan bir dergide ilk görev alışıdır.
Toplu makalelerinin yayımlandığı kitaplarından ilki, Süreya’nın 1984’den itibaren önce Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri dergilerinde çıkan edebiyat günlüklerini içerir. Ölümünden sonra Günler adıyla kitaplaşan bu günlükler Süreya’nın sanat/edebiyat konularındaki değerlendirmelerinin yanısıra ailesi, çocukluğu, dostları ve memuriyetten ve edebiyat çevrelerinden tanıdıkları hakkında anılarını da içerir. Dersimliliğine ve ailesinin sürgün deneyimine dair ilk ifşaatlarını da bu günlüklerinde yapar. Günlüklerin birinde bir yerde şöyle yazar: “Gevezeyim, ama her şeyi anlatmam. Ve bazı şeyleri bir gün mutlaka anlatırım.”[22] Bu, Süreya’nın 1980’lerdeki “ifşacı,” gittikçe artan rahat tavrını en güzel özetleyen ifadedir.
Süreya’nın ikinci kitabı kamuoyuna mal olmuş bir dizi politikacı, sanatçı ve sporcunun, her biri bir sayfayı biraz aşan portrelerinin toplamıdır. 99 Yüz adıyla çıkan bu kitaptaki portreler önce haftalık haber dergisi 2000’e Doğru’da yayımlanır (Ocak 1987- Ocak 1990).[23] Portreler kitabının Süreya’nın külliyatında özel bir yeri vardır. Kimilerince Süreya’nın şaheseri sayılabilecek bu yazılarında Süreya, Tomris Uyar’a göre hayatının en büyük iki tutkusu “siyaset ve şiiri” ustaca harmanlamıştır. Düzyazı formunda olsa bile bu yazıların dili Süreya’nın şiirindeki dilden pek farklı değildir. Portresini çıkardığı kişilerin toplumdaki algılanışlarını sadece birkaç yüz sözcükle başarılı bir şekilde anlatabilmedeki yeteneği şiirden edindiği kelime ekonomisiyle açıklanabilir. Çarpıcı benzetmeler ve metaforlar da bu yazıları “şiirleştiren” başka bir unsurdur. Bu yazılar aynı zamanda Süreya’nın iç siyaset ve popüler kültür hakkındaki uzun süreli ilgisine ve derin bilgisine de tanıklık eder.
Süreya’nın kendisi de yazdığı portrelerin adını ve ününü edebiyat çevrelerinden ötelere taşıdığını kabul eder. Bu konudaki başarısı ile ilgili olarak çekingen ya da utangaç değildir; hatta portreleri hakkında şiirlerine yönelik değerlendirmelerine kıyasla kendinden çok daha emin bir dille konuşur. “Türkiye’nin en iyi portre yazarı benim” der. Bu yazıları şiiri ile karşılaştırdığında, “şiirimden sonra ikinci zirveyi bu yazılarımla yaşadım” yargısında bulunur.
Süreya’nın bu dönem düzyazılarında gözlemlenen, bir yandan gittikçe siyasallaşan tavrı, diğer yandan kişisel geçmişine yönelik artan rahatlık eğilimi 1988 yılında yayımlanan Sıcak Nal ve Güz Bitigi adlı şiir kitaplarında da devam etmiştir. 80’lerin Süreya’sına damgasını vuran bu açıklık ve gittikçe siyasallaşan duruşun memurluktan emekli olması ile doğrudan ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Nitekim Süreya’nın 1980’lerdeki bu tavrı, 1960’larda memuriyetten istifa edip Papirüs’ü çıkardığı ve şiirinde “otobiyografik dönem” olarak adlandırdığımız dönemle bir benzerlik arz etmektedir. Öyle görünüyor ki Süreya devletteki işinden ayrıldığı dönemlerde Dersim sürgünü ailesine ilişkin otosansürünü yumuşatmıştır. Süreya’nın artan ifşaatçılığında 1980’lerde İkinci Yeni’nin edebiyat çevrelerinde tekrar gündeme gelmesi ve bu akımın öncülerinden biri olarak kendisine gösterilen ilgi ve saygı ve buna bağlı olarak Süreya’nın özgüvenindeki yükselişin de etkisi olmuştur. Bu artan özgüveni onu kişisel hikayesine dair sırlarını okuyucusu ile paylaşması yönünde cesaretlendirmiş olmalıdır.
Cemal Süreya’nın kendi kişisel hikayesine yönelik artan açıklığı aynı zamanda ilerleyen yaşlarında bir tür geriye bakış ve geçmişle hesaplaşma halidir. Ölümünden iki yıl önce yayımlanan en son şiir kitabı Güz Bitigi’nde, edebiyat günlüklerindekine benzer geriye dönük bir duyarlık buluruz. Günlüklerde gördüğümüz sürgünlük, göçebelik, yerleşik hayatın kaybettirdikleri gibi temalar şiirlerinde de yankılanır. Anlatıcı-benin geçmişine bakıp bir çeşit hayat muhasebesi yaptığı kitabın açılış şiirinde Süreya şöyle der: “Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiştik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.” Sürgünlük deneyiminin göçmenliğe ve yavaş yavaş ezik bir konformize dönüşmesi Süreya’da alttan alta bir teslimiyet ve kırgınlık yaratmış gibidir. Bu sürecin sonunda geride bırakılanlar ve bastırılanlar –ki buna Dersimlilik ve sürgünlüğün ağır yükü de dahil olmalıdır—derin ruhsal anksiyeteler olarak Süreya’nın duygu dünyasını şekillendirmiş ve şiirinde yansımalarını bulmuştur. Güz Bitiği’nde kitabındaki “Piri Reis” adlı şiirin şu dört dizesi bu yansımalardan olsa gerektir: “Ben atımı böyle dört sürüyorum ya/ Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi? (...) Bir şey var, ancak makilerin orada söyleyebilirim,/ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”
[1] Yazarın ayrıntılı hayat hikayesi için bkz. Feyza Perinçek ile Nursel Duruel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil (İstanbul: Can, 2008). Her ne kadar Perinçek ve Duruel kitaplarının önsözünde Süreya’nın “hayatıyla şiiri arasındaki bağı daha görünür” kılmayı amaçladıklarını belirtmiş olsalar da bizim burada bahsettiğimiz konulara yeterince değinmemişlerdir.
[2] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları (der.) Erdal Öz (İstanbul: YKY, 2005), s. 85.
[3] Alıntılayan Zuhal Tekkanat, Dostlarının Kaleminden Cemal Süreya’nın Portresi (İstanbul: Yön, 1998), s.19.
[4] Yusuf Alper, Psikodinamik Açıdan Cemal Süreya ve Şiiri (İstanbul: Özgür, 2008), s. 89.
[5] Perinçek & Duruel, Cemal Süreya: “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, s. 30, 31. 1990’ların başındaki Aleviliğin yeniden keşfine kadar, toplumun geniş kesimince Alevilerin tamamının ya da çoğunun etnik olarak Kürt olduğu varsayıldığından, özellikle belli bölgelerde Kürt olmak Alevi olmayı da içeriyordu. Dolaysıyla küçük Cemal’in bu şekilde aynı anda hem etnik hem inançsal kimliği açısından horlandığı düşünülebilir.
[6] Süreya, Günler, s. 300-301.
[7] Perinçek & Duruel, Cemal Süreya: “Şairin Hayatı Şiire Dahil”, s. 66.
[8] Dersimli kimliği konusunda bir fikir vermesi bakımından Süreya’nın Dersimli yakın arkadaşı Vecihi Timuroğlu’nun sözlerine kulak verebiliriz: “Her şeyden önce bir Dersimli olduğumu düşün. Devletin gölgesini duyumsasam korkarım! Yasa denen şeyin ne olduğunu çok iyi bilmeme karşın, “yasa” denen şeylerden korkarım.” Tekkanat, Dostlarının Kaleminden, s. 77. Süreya’nın “Aleviliği ve Kürtlüğü hakkındaki” ketum tavrına 1980’lerde genç bir şair olarak edebi toplantılarda birinci elden tanık olanlardan biri de Haydar Ergülen’dir, bkz. Haydar Ergülen, “Cemal Süreya’nın Treni,” Vedat Akdamar ve Zuhal Tekkanat (haz.), Cemal Süreya Yirmi Yaşında (İstanbul, Artshop, 2010) içinde, s. 69.
[9] Yücel Kayıran, Felsefi Şiir: Tinsel Poetika (İstanbul: YKY, 2007), s. 406-407.
[10] Orhan Koçak, “Uzun Denklem: Oktay Rifat’in Şiirinde Folklor ve Modernizm,” Defter, (Yaz 1999), s.169.
[11] Üvercinka, 1959 yılı Yeditepe Şiir Ödülü’nü Arif Damar’ın İstanbul Bulutu ile paylaşmıştır. Cemal Süreya’nın bu ilk kitabı halen Türkiye’de en çok okunan şiir kitapları arasındadır. Bugüne kadar sayısız baskısı yapılan Üvercinka’nın, ilk yayınlanışının ellinci yıldönümünü kutlamak için YKY tarafından 2009 yılında özel bir baskısı yapılmıştır. Ayrıca Üvercinka’nın tamamı, bir dizi açıklayıcı makale ve not ile beraber Abbas Karakaya ve Donny Smith tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve 2010 yılında, ABD’de, Indiana Üniversitesi Türkiyat Çalışmaları Serisi içerisinde yayımlanmıştır.
[12] Şiirin tıpkı basımı Mehmet Can Doğan tarafından Kitap-lık dergisinin Mart 2006 tarihli sayısında yapılmıştır, s. 6.
[13] Vecihi Timuroğlu ile özel görüşme, 12 Temmuz 2007, Ankara.
[14] Erdost, Muzaffer İlhan, Üç Şair: Nâzım Hikmet-Cemal Süreya-Ahmed Arif (Ankara: Kurtuluş, 1994), s. 59.
[15] Cemal Süreya’nın bu yıllarda yayımladığı kitaplar şunlardır: Göçebe (İstanbul,de, 1965); Mülkiyeli Şairler Antolojisi (İstanbul: Ekin Basımevi, 1966); ve 100 Aşk Şiiri, (İstanbul: Gerçek, 1967).
[16] Kasım 1961- Ocak 1963 arasında Süreya Fransa’da meslek içi eğitim görür. Türkiye’ye dönükten sonra iki yıl daha müfettiş olarak çalışır ve 1965 Temmuz’undaki istifasına kadar sık sık iş seyahatlerine çıkmak zorunda kalır.
[17] Bu yazılar ölümünden sonra bir kitapta toplanmıştır: Cemal Süreya, Papirüs’ten Başyazılar, der. Zuhal Tekkanat, (İstanbul: Cem, tarihsiz).
[18] Tomris Uyar, “Papirüs’teki Günler,” Papirüs’ten Başyazılar, s. 9.
[19] Süreya’nın üçüncü kitabına ad olarak da verdiği bu şiirin şimdiye kadar neredeyse sadece son iki dizesi “okunmuş” ve Freud’un Oidipus karmaşasının bir tezahürü olarak yorumlanmıştır. Her ne kadar bu son iki dize böyle bir yoruma müsaade etse de, şiirin geri kalan ya da bu iki kapanış dizesinden önceki yirmi dizesi hakkında hiçbir yorum yapılmamış ya da bu psikanaltik okumanın şiirin tamamına nasıl uygulanacağı irdelenmemiştir. Hayli kapalı ve sembolik olan bu şiirin tamamının “Dersim Olayları” dolayımında politik bir okumasının ayrıntıları için doktora tezimin üçüncü bölümüne bakınız: Abbas Karakaya, “A Poet’s Life is Included in His Poetry”: Cemal Süreya and the Politics of Poetry (Doktora tezi, Indiana University, 2010).
[20] Kurtuluş Kayalı, Türk Kültür Dünyasından Portreler (İstanbul: İletişim, 2002), s. 13.
[21] Muzaffer Buyrukçu, Sayılı Günler (İstanbul, Çağdaş, 1986), s. 58. Buyrukçu program hakkında, hangi yıllarda yayınlandığı dahil başka bilgi vermemiştir.
[22] Süreya, Günler, (İstanbul. YKY, 1996), s. 414.
[23] Kitabın tam ismi şöyledir: 99-yüz: İzdüşümler/Söz Senaryosu, (İstanbul: Adam, 2004)
https://t24.com.tr/haber/cemal-sureya-sairin-hayatina-ve-siirine-dahil-edilmeyenler,221298
9 notes
·
View notes
Text
ÇAY MI KAHVE Mi?..
Kahve: özel taksidir .Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir .Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: sartsiz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır. Çay: sade.
Kahve: mesafelidir. Çay: samimi.
Kahve: hariçtir. Çay: dahil.
Kahve: konuşmaktır. Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman.
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır.
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Çay: dem.
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen. Alıntı
4 notes
·
View notes
Photo
Blog(8) Dijital Oyun Geliştirme Araçları ve Eğitimdeki Yeri
Gelişen ve değişen teknolojiyle birlikte günümüzde dijital oyunlar karşımıza çıkmaktadır. Bilgisayarların gelişimiyle birlikte bilgisayar oyunları da bu sayede kabul görmeye başlamıştır. Buna paralel olarak şimdilerde geniş bir oyun pazarı oluşmuştur. Bu pazar kişilere online-offline oyunların yanı sıra kendi dijital oyunlarını yapma imkanı da tanımaktadır. Oyunlar, rekabet ve şans gibi özellikleriyle birlikte tahmin edilemeyen sonuç, farklı çözümler, problemin yapılandırılması, takım çalışması gibi problem çözmenin birçok özelliğini de içerirler (Demirel vd.,2003). Bunun bir sonucu olarak da bireylerin büyük bir kısmı zamanlarının çoğunu dijital oyunlar oynayarak geçirmektedirler.
Dijital oyun geliştirme araçları öğrenenlerin kendi oyunlarını tasarlamalarını sağlar. Oyun geliştirme araçları, öğrenenlere gerçek hayattaki ortamlarına aktarılabilen beceriler kazandırır. Eğitim müfredatlarına yönelik oyunların, konuların öğrenilmesinde öğrenci odaklı, basit, eğlenceli ve ilgi çekici olduğu için daha etkili olduğuna inanılmaktadır (Prensky, 2001). Bunu fark ederek eğitim için bir fırsat olarak düşünen oyun tasarımcıları; eğitimciler ve araştırmacıların aynı çatı altında buluşup dijital oyunların eğitim ve öğretimde kullanılması için birtakım çalışmaların yapılmasına katkısı olmuştur. Yapılan bu çalışmaların olumlu sonuçlarına bağlı olarak da dijital oyunların eğitim ve öğretim amaçlı kullanımları günümüzde oldukça önem kazanmıştır. Özellikle Robotik-kodlama, STEM, matematik, coğrafya, kimya, tarih ve yabancı dil... gibi derslerin öğretiminde dijital oyunların eğitsel faydaları gözlenmiştir. Çünkü eğitsel ve eğlenceli içeriği , doğru oyun elementleri ve mekanikleri ile bütünsel olarak iyi tasarlanmış bir oyun, öğrenenlerin eğlenerek, yaşayarak, hata yaparak doğruyu bulmak adına çözümlerle onlara anlamlı ve rekabetçi bir öğrenme ortamı sağlar. Bu durum öğrenenlerin hem iletişim kurma hem de problem çözme becerilerine olumlu katkıları olmasının yanında öğrenmenin daha anlamlı ve kalıcı olmasını da sağlamaktadır.
Oblinger (2004) öğrenmede oyunların gücünü aktarırken (a) oyunların çok algılı, aktif, deneysel ve problem tabanlı olması, (b) oyuncuların ilerlemeleri için eski bilgilerini kullanmaları gerektiği gerçeği, (c) oyuncuların yaptıkları çalışmalardan bir şeyler öğrenmelerini ve varsayımlar yapmalarını sağlayarak hızlı dönütlerde bulunmaları, (d) değişik seviyelere gelerek ve puanlama yaparak, oyunculara bireysel değerlendirme olanağı sağlaması, (e) oyuncu topluluklarından oluşan sosyal ortam oluşturmalarıyla anlatmaktadır. Araştırmacımız oyunların gücüne değinerek bu konunun önemini bizlere hatırlatmıştır. Kısacası günümüzde bilgiyi eğlenceli bir şekilde hikâyeleştirip gerçek yaşamdan bir oyun sahnesi şeklinde işlemek ve sunmak öğrenmede dijital oyunları ve oyun içerikli öğrenmeyi önemli bir ihtiyaç haline dönüştürmüştür.
Unreal Engine, o bildiğimiz yüksek bütçeli oyunların ve filmlerin oyunlarının yapıldığı oyun motoru. Yüksek programlama bilgisi de kullanılabilmesinin yanı sıra kendine has Blueprint teknolojisi ile olayları görsel olarak birbirine bağlayabiliyor ve bir satır kod bile yazmadan oyunu sonlandırabiliyorsunuz. Bir AAA oyun geliştirme motoru olan Unreal Engine programlama yapmadan oyun tasarlamanızı sağlıyor ve üstelik ücretsiz. Link: https://www.unrealengine.com/en-US/
youtube
Pixel Press, size kağıt, kalem ile video oyunu yapabilmenizi amaçlayan bir uygulama. Kullanıcı eskiz kağıdına dağlar, tepeler, hareket eden platformlar hayal gücü ne kadar genişse çiziyor ve kağıdın fotoğrafını çekiyor. Sonrasını Pixel Press üstleniyor kağıdı tarıyor ve ilgili grafik dokümanlarına çeviriyor. Kullanıcılar oyunun tasarımına karar verip kod bilgisi olmadan kısa zamanda kendi oyununu yapabiliyor. İOS ve Android uygulaması vardır. Link: http://www.projectpixelpress.com/faq
youtube
Ceilfire, tamamen ücretsiz olan ve ücretsiz oyun dosyaları mağazası bulunan bir sistem. Ceilfire HTML5 oyunlar yapmak ve yaptığınız oyunları paylaşmak için tasarlanmış. Ceilfire ile oyunları direkt olarak tarayıcınızdan oynayabilir ve geliştirebilirsiniz. Hiçbir programlama sistemini de gerektirmeyen Ceilfire oldukça kolay arayüzü ve hızlı yayınlama imkanı ile öne çıkıyor. Link: https://ceilfire.com/
youtube
GDevelop, herkes için tasarlanmış açık kaynaklı, platformlar arası bir oyun motorudur. Görsel araçlar ile ihtiyacınız olan her şeyi kodlama yapmadan başarabilir ve siteye kendi resim, müzik ve videolarınızı oyununuzda kullanmak üzere yükleyebilirsiniz. Kullanımı basit ve kolaydır. Link: https://gdevelop-app.com/
youtube
Hopscotch, oyun yapmayı vaad etse de aslında oyun yaparak size kodlamayı öğretmek isteyen bir topluluk. Youtube Kanallarında'da Hopscotch ile oyun yapmayı anlattıkları ve birçok güzel oyunun nasıl yapımını gösterdikleri serileri var. Yalnız şunu söyleyeyim Hopscotch'un sadece Apple ürünlerine desteği var, bu da demekki sadece iPhone ve iPad için oyun yapabilir, sadece MacOS X ile oyun yapabilirsiniz. Link: https://www.gethopscotch.com/
youtube
Blender, ücretsiz bir 3D içerik oluşturma motorudur. Animasyon,3D modelleme, parçacık sistemi, fizik ve görüntü oluşturma araçlarını içerir. Program olmadan etkileşimli davranış tanımlama, çarpışma algılama, dinamik simülasyon, araç dinamikleri için destek dahil, Python komut dosyası, çoklu malzemeler, çoklu kompozisyon ve doku karıştırma modları, piksel başına aydınlatma, haritalama modları, hareketli malzemeler ve daha pek çok şey için destek sağlamaktadır. Link: https://www.blender.org/
Hero Engine, MMO tarzı oyunlar için geliştirilmiş bir 3D oyun motoru ve sunucu teknolojisidir. Online oyunlar için tam bir geliştirme platformudur. HeroEngine'i MMO-RPG motoru olarak düşünmeyin. Strateji oyunundan birinci şahıs atıcılara kadar çok çeşitli çevrimiçi oyunlar oluşturabilir. Çevrimiçi bir oyunu doğrudan geliştirme sürecine sokmak için gereken tüm istemci ve sunucu mimarisini sorunsuz bir şekilde bütünleştirir. EA, Bioware ve ZeniMax Online gibi oyun stüdyoları HeroEngine kullanıyor. HeroEngine; dünya yapımı, senaryo yazımı, 3D render ve fizik gibi modern bir oyun motorundan beklediğiniz tüm araçları içerir. Link: http://www.heroengine.com/
Neoaxis 3D Engine, gelişmiş malzeme ve gölgeleme desteği, gerçek zamanlı gölgeler, yerleşik Nvidia physX, mevcut / gelecek nesil render, tam ekran efektleri seti, dahili ağ desteği ve yol bulma bileşenleri gibi modern bir oyun motorunun tüm özelliklerine sahiptir. Kaynak ve harita editörü, Maya ve 3DsMax için ithalat kaynakları dahil olmak üzere eksiksiz bir tasarım hattı SDK ile birlikte gelir. NeoAxis 3D Engine ücretsiz bir üründür. Link: https://www.neoaxis.com/
Ren'Py, dünyadaki binlerce yaratıcı tarafından kullanılan ve bilgisayarlarda ve mobil cihazlarda çalışan etkileşimli hikayeler anlatmak için kelimeler, görüntüler ve sesler kullanmanıza yardımcı olan görsel bir roman motorudur. Bunlar hem görsel roman hem de hayat simülasyonu oyunları olabilir. Öğrenmesi kolay script dili, herkesin büyük görsel romanları verimli bir şekilde yazmasına izin verirken, Python scriptleri karmaşık simülasyon oyunları için yeterlidir. Link: https://www.renpy.org/latest.html
Game Maker Studio, eksiksiz bir video oyun aracıdır. Bu araç sayesinde kullanıcılar Windows, Mac, iOS, Android ya da HTML 5 gibi farklı işletim sistemlerinde mükemmel şekilde oynanabilir kompleks oyunlar oluşturabilirler. Program, video oyununuzun gelişiminin tüm aşamalarını yönetebileceğiniz oldukça sezgisel bir ara yüze sahiptir. Link: https://store.steampowered.com/app/585410/GameMaker_Studio_2_Desktop/
3D Gamestudio, multimedya araçları, video oyunları, simülasyonlar veya diğer herhangi bir yazılım programı gibi etkileşimli 2D ve 3D uygulamalar için dünyanın en hızlı oyun geliştirme sistemidir. Tek bir pakette üç erişim seviyesi sunar. Başlangıç seviyesi : Bu sadece basit oyunlar içindir. Önceden birleştirilmiş oyun şablonlarından 3D yarış veya aksiyon oyunlarını birlikte sunar. Bu şekilde birkaç saat içinde basit bir aksiyon veya araba yarışı oyunu kurulabilir. Gelişmiş: Kolay ve etkili lite-C kodlama dili ile ticari kalitede uygulamalar oluşturulabilir. Profesyonel: Gamestudio'nın A8 motorunu tercih ettiğiniz dili, C veya Delphi kullanarak yazılımınıza dahil edin. MAX ™ veya MAYA ™ gibi yüksek kaliteli editörlerle FBX formatında seviyeler ve modeller oluşturun. Link: http://www.3dgamestudio.com/
KAYNAKÇA
Demirel, Ö., Seferoğlu, S. ve Yağcı, E. (2003). Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme (4. basım). Ankara: Pegem A Yayıncılık.
Oblinger, D. (2004). The next generation of educational engagement. Journal of Interactive Media in Education, 2004(8), 1–18.
Prensky, M. (2001). Digital game-based learning. (p.1-19).New York: McGraw-Hill.
Dijital oyun yapımı hakkında fazla bilgi için aşağıdaki linklere tıklayınız:
https://www.giantbomb.com/profile/michaelenger/blog/game-engines-how-do-they-work/101529/
https://gamedev.stackexchange.com/questions/7870/what-should-a-game-engine-do
https://www.gamecareerguide.com/features/529/what_is_a_game_.php?page=2
https://www.ign.com/articles/2009/07/15/the-10-best-game-engines-of-this-generation
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_game_engines
https://www.gamasutra.com/view/feature/132226/engines_of_creation_an_overview_.php?print=1
https://www.gamasutra.com/view/feature/132587/book_excerpt_game_engine_.php
https://www.gamasutra.com/view/feature/3057/instant_replay_building_a_game_.php?print=1
1 note
·
View note
Text
Kahve: ideolojidir. Çay: sosyoloji.
Kahve: özel taksidir. Çay: vapur.
Kahve: evin girişidir. Çay: evin salonu.
Kahve: kısa flört. Çay: koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Çay: şiir.
Kahve: aromalıdır. Çay: sade.
Kahve: mesafelidir. Çay: samimi.
Kahve: hariçtir. Çay: Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır. Çay: muhabbet.
Kahve: ofistir. Çay: iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Çay: herkestir.
Kahve: bu gündür. Çay: dünden bu güne.
Kahve: dört işlemdir. Çay: hayat bilgisi.
Kahve: bakış açısıdır. Çay: bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Çay: görmek.
Kahve: ağaçtır. Çay: orman.
Kahve: sınırdır Çay: aşmaktır.
Kahve: ABD’dir. Çay: Meksika sınırı.
Kahve: gidendir. Çay: bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Çay: dem.
Kahve: statüdür. Çay: eşitleyen.
Kahve: blazer ceket. Çay: yeşil parka.
Kahve: kafedir. Çay: meydan.
Siz hangisini seçerdiniz?
Bakalım kahve severler mi?
Yok sa çay severler mi kazanacak?
Ne dersiniz?😊
2 notes
·
View notes
Text
Kahve: ideolojidir. Oralet : sosyoloji.
Kahve: özel taksidir. Oralet : minibüs.
Kahve: evin girişidir. Oralet : evin mutfağı.
Kahve: kısa flört. Oralet : koşulsuz sevgi.
Kahve: düz yazıdır. Oralet : şiir.
Kahve: sade. Oralet : aromalıdır.
Kahve: mesafelidir. Oralet : samimi.
Kahve: hariçtir. Oralet : Afrika dahil.
Kahve: konuşmaktır. Oralet : muhabbet.
Kahve: ofistir. Oralet : iş çıkışı.
Kahve: politiktir. Oralet : herkestir.
Kahve: bu gündür. Oralet : dünden bu güne.
Kahve: 4 işlemdir. Oralet : hayat bilgisi.
Kahve: bakış açısıdır. Oralet : bakış aşısı.
Kahve: bakmaktır. Oralet : görmek.
Kahve: ağaçtır. Oralet : makilik.
Kahve: sınırdır. Oralet : aşmaktır.
Kahve: ABD'dir. Oralet : Meksika sınırı.
Kahve: gidendir. Oralet : bekleyen.
Kahve: kıvamdır. Oralet : sıcaklık.
Kahve: statüdür. Oralet : eşitleyen.
Kahve: blazer ceket. Oralet : yeşil parka.
Kahve: kafedir. Oralet : meydan.
1 note
·
View note
Text
1 Kasım 1958
1 Kasım 1958, bu bir rakam, bir ay ismi, bir de tarihten oluşan birlikteliği her zaman şiirsel budum. Yahya Kemal, bütün kozmik işaretleri tuhaf biçimde üzerine çekerek bu dünyanın yükünden o gün ölerek adeta kurtulur. Söylenmelidir ki o ne iddia ve itham edildiği gibi Osmanlı ne de çok bilinçli bir tavırla dışında tutulduğu Cumhuriyet şairidir. O, “annemin dilindeki ak süt” dediği Türkçenin şairidir ve bu haliyle dil denilen o büyük ve yaratıcı güce dahil olur. Turgut Uyar “Bir tutarlılıktır Yahya Kemal” derken sanırım bunu vurgular.
Mevsimler, İstanbul, Balkanların ruhu, Boğaziçi insan olmanın en derin ve yalın haliyle onda toplanır. Musıki şairidir ve müzik bir varoluş meyvesidir onun duyarlığında.
Şiir denilen varlık, Yahya Kemal’in şair kalması için adeta özel olarak çalışmıştır. Salyangoz ticareti yapacak kadar sıradan vücudu ateşler içinde çılgın, bir aşığa dönecek kadar sıra dışıdır.
Bir şekilde hep bilinip ismi duyulan ama nadir insanların dikkatle okuduğu şöhretli şairlerden birisidir Yahya Kemal. Oysa, Hayyam çevirileri, tarih sohbetleri, sofra bilgisi, kadın korkusu, özel dostlukları, Milli Mücadele yazıları “şiire aşkla başlayan” bu Üsküplü çocukta bir anne saflığı derecesinde bir hayat olup çıkmıştır hep. Şiire ideolojiden değil de estetikten koyulanlar hep rekabet ettiği Ahmet Haşim gibi ona dönecekler. Çünkü Yahya Kemal modern bir şair değil sadece, modern şiiri Türkçede kuran şairlerdendir. Tarihi bir düşünme ve kendisini anlama yöntemi diye algılar Yahya Kemal. Ayrıntıya hâkimdir ama onun envanterinde boğulmaz. Eski şiir bilgisi bir zevk güncelliği olarak tecelli eder onda. İşin ilginç tarafı kendisinden sonra gelen şairler tarafından geriye dönülerek sevilip anlaşılmış bir şairdir. Ve geride bıraktığı fotoğraflarla da çok temiz bir bakış bırakır geride. Şairin ömrü, şiirin ışığında yıkanmış gibidir Yahya Kemal’de.1 Kasım 1958. Güneşi yüksek şair. Yahya Kemal.
Ömer Erdem, Ot dergisi
18 notes
·
View notes
Text
Sarı Yeleklilerin Fransız Hükûmetinden talepleri: adamların anarşistleri(!) bizim muhalefetten daha akıllı! Okuyun derim.
1-sıfır evsiz: acil.
2-gelir vergisi daha kademeli olsun.
3-asgari ücret net 1300 avro olsun. [halihazırda net asgari ücret yaklaşık 1150 avro.]
4-köylerde ve şehir merkezlerinde küçük esnaf korunsun. (şehir merkezlerinin etrafında küçük ölçekli ticareti yok eden dev alışveriş merkezi inşaatlarına son verilsin) + şehir merkezlerinde bedava otoparklar kurulsun.
5-konutlar için büyük bir ısı yalıtımı projesi (vatandaşa da tasarruf yaptıran bir ekoloji uygulaması).
6-büyükler (mcdonalds, google, amazon, carrefour) büyük vergi ödesin, küçükler (zanaatkârlar, küçük ve orta ölçekli işletmeler) küçük.
7-herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi (zanaatkârlar ve bireysel girişimciler de dahil). serbest çalışanlar için ayrı sosyal güvenliğe [bağ-kur benzeri] son verilsin.
8-emeklilik sistemi dayanışmacı ve sosyal kalsın. (puanlı emeklilik hesabına hayır.)
9-akaryakıt zammına son.
10-1200 avronun altında emeklilik maaşı olmasın.
11-tüm seçilmişlerin maaşı ülkenin ortalama maaşıyla eşit olsun. seyahat ve ulaşım harcamaları denetlensin, ancak zorunlu olanlar karşılansın. yemek ve tatil kuponu hakları olsun.
12-tüm fransızların maaşları, aynı zamanda emeklilik maaşları ve sosyal yardımlar enflasyona endekslensin.
13fransa sanayi muhafaza edilsin; üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilsin. sanayimizi korumak uzmanlığımızı ve işlerimizi korumak demektir.
14-ülke dışı çalışanlar sistemine [ab üyesi ülke vatandaşlarının bir başka ülkede çalışmaya gönderilmesi –posted workers] son verilsin. fransa topraklarında çalışan bir kişinin aynı maaş düzenine ve haklara sahip olmaması kabul edilemez. fransa sınırları içinde çalışma hakkı olan herkes fransız vatandaşlarıyla eşit olmalı ve o kişinin işvereni fransız işverenlerle aynı vergileri ödemeli.
15-iş güvenliği hakkında: büyük şirketlerin sözleşmeli işçi çalıştırma hakkı sınırlandırılsın. kadrolu çalışma hakkı istiyoruz.
16-rekabet ve istihdam için vergi kredisi [cıce – büyük şirketler için vergi indirimi] kaldırılsın. buradan elde edilecek kaynak (elektrikle çalışan arabaların aksine gerçekten ekolojik olan) hidrojenle çalışan araba üretimi için fransa sanayiine aktarılsın.
17-kemer sıkma politikalarına son. hiçbir meşruiyeti olmayan borç faizlerinin ödemesi durdurulsun. ödenmesi gereken borçlara kaynak olarak en fakir ve az varlıklı kesimin parasını almak yerine, 80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülsün.
18-zorunlu göç hareketlerinin sebeplerine çözüm üretilsin.
19-sığınmacılara iyi davranılsın. onlara barınak, güvenlik, temel gıda ve çocuklarına eğitim sağlamak bizim sorumluluğumuz. dünyanın birçok ülkesinde, sığınma talebine yanıt bekleyen kişiler için ağırlama kampları kurulması adına birleşmiş milletler’le işbirliği halinde çalışılsın.
20-sığınma talebi reddedilenler ülkelerine gönderilsin.
21-hakiki bir entegrasyon politikası uygulansın. fransa’da yaşamak fransız olmayı gerektirir (tamamlayana sertifika verilmek üzere fransızca dil, fransa tarihi ve vatandaşlık bilgisi dersleri verilsin).
22-azami ücret ayda 15 000 avro olsun.
23-işsizler için iş alanları açılsın.
24-engellilere verilen mali ödeme artırılsın.
25-kiralara sınırlama getirilsin. daha çok sayıda makûl ücretli kiralık konut yapılsın (özellikle öğrenciler ve güvencesiz koşullarda çalışanlar için).
26-fransa’ya ait mülklerin (baraj, havalimanı vb.) satışa çıkarılması yasaklansın.
27-yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin.
28-ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın.
29-gaz ve elektrik ücretleri özelleştirmeler sonrasında artış gösterdi. tekrar kamusallaştırılsın ve fiyatlar aşağı çekilsin.
30-küçük yerleşimlerdeki demiryolu hatlarının, postane şubelerinin ve ilkokul ve anaokullarının kapatılmasına son verilsin.
31-yaşlı nüfusun hayat seviyesi yükseltilsin. yaşlılar üzerinden para kazanılması yasaklansın. gri altın [yaşlıların biriktirdiği para] devri kapandı. gri refah çağı başlıyor.
32-anaokulundan lise sona kadar hiçbir sınıfta öğrenci sayısı 25’i geçmesin.
33-psikiyatrik desteğin yaygınlaşması için imkânlar sunulsun.
34-halk oylaması anayasaya girsin. her bireyin yasa teklifini sunabileceği, bağımsız bir teşkilatın denetiminde kolay anlaşılır ve etkili bir site kurulsun. eğer söz konusu yasa teklifi 700 binin üzerinde imza toplarsa, meclis bunu tartışıp, düzeltip, tasarı haline getirerek tüm fransızların katılacağı bir halk oylamasına sunmakla yükümlü olsun.
35-cumhurbaşkanlığı görev süresi yeniden 7 yıla çıkarılsın. [cumhurbaşkanının görev süresi, milletvekili görev süresine tekabül etmesi ve bu sayede yasama ve yürütmenin farklı siyasi görüşler tarafından kutuplaşmasını engellemek gerekçesiyle 2000 yılında 7 yıldan 5 yıla indirilmişti.] (cumhurbaşkanının seçiminden iki yıl sonra milletvekili seçimlerinin düzenlenmesi cumhurbaşkanının yürüttüğü siyasete bir memnuniyet veya memnuniyetsizlik mesajı verilmesini sağlıyordu. bu da halkın sesini duyurmasına katkıda bulunuyordu.)
36-emeklilik yaşı 60 olsun. fizikî zorluk içeren mesleklerde (inşaat işçiliği, mezbaha işçiliği gibi) çalışan herkes için ise 55 olarak belirlensin. 37-6 yaşındaki bir çocuk tek başına kendi bakımını üstlenemeyeceğinden, çocuklar 10 yaşına girene kadar geçerli olmak üzere çocuk bakımı için parasal destek sistemi geri getirilsin.
38-ticari malların dolaşımı demir yollarıyla sağlansın.
39-vergilerde stopaj sistemine son verilsin.
40-eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilsin.
41-banka kartıyla ödeme yapıldığında esnafa ek vergi uygulanmasın.
42-gemi yakıtlarına ve kerosene vergi getirilsin.
6 notes
·
View notes
Text
Doktor Maaşları Ne Kadar 2022
Doktor Maaşları Ne Kadar 2022? merak edenler için araştırma yaptık. Sizlere Zamlı Doktor Maaşları, 2022 yılı Doktor Maaşları ne kadar bilgisini hazırladık. Bu yazımızda en düşük Doktor maaşı ne kadar bilgisine de ulaşabilirsiniz. 2022 yılında Doktor maaşları merak edilenlerden olmuştur. Fiyatinedir.net olarak 2022 Doktor maaşları ne kadar araştırmasını yaparak bu listeyi sizler için hazırladık.
doktor maaşları ne kadar
Doktor Maaşları Ne Kadar 2022
Son yıllardaki dalgalanmalı enflasyon vatandaşları tedirgin bir hale getirmiştir. Bu nedenle birçok kişi 2022 Doktor maaşı konusunda araştırma yapmaktadır. Doktor maaşlarına yapılan son zamlardan sonra bir nebzede olsa Doktorları rahatlatmıştır. Ayrıca ilerleyen zamanlarda Doktor Maaşlarına iyileştirmeler yapılacağı da konuşulmaktadır. Maalesef işlem yapılması da gerekmektedir. Hem döviz hareketliliğinden oluşan hayat pahalılığı hem de enflasyon dalgalanması yüzünden Doktor maaşları da eriyip gidiyor. Hayat pahalılığı Doktor Maaşlarının yetersizliğine sebep oluyor. Lafı daha fazla uzatmadan Doktor Maaşları ne kadar 2022 listesini paylaşalım; Türkiye İstatistik Kurumu tarafından enflasyon oranı belirlendi. Belirlenen enflasyona göre .2’lik artış, meslek dallarına da zam gelmesine neden olmuştu. Enflasyon oranından kaynaklı olarak ilave artışla beraber aile yardımı ödeneği dahil maaşlar belli oldu. Uzman doktor maaşları 13 bin 214 TL olarak belirlendi. Hemşire maaşları ise 8 bin 341 TL oldu. Paylaştığımız liste son zamlardan sonraki Doktor maaşı listesidir. Eksik, güncel olmayan veya hatalı bir maaş listesiyle karşılaşırsanız yorumlar kısmından bize bildirebilirsiniz.
doktorlar ne kadar maaş alıyor Ayrıca; Demi Chef Maaşları Listesine de Bakabilirsiniz Doktor Maaşları sizce yeterli mi? bu konuda ki görüşlerinizi yorumlar kısmından ileterek bize bilgi verirseniz çok seviniriz. Diğer mesleklerin maaş bilgilerine bakmak isterseniz Maaşlar kategorimizden ulaşabilirsiniz. Yeni yılda Doktor maaşı ne kadar olur? tahminlerinizi de bizimle paylaşırsanız seviniriz. Fiyatinedir.net sitesini takip ederek Doktor Maaşları Ne kadar bilgisi gibi bütün maaş bilgilerine ulaşabilirsiniz. Üstelik sürekli olarak güncel maaş bilgileri sunmaya çalışmaktayız. Güncel Doktor maaşı bilgisine bu yazımızdan ulaşabilirsiniz. Sizler için zamlı Doktor maaşı bilgisine bu yazımızda yer verdik. Yukarıda paylaştığımız Doktor Maaşı güncel ve zamlı maaştır. Hatalı veya eksik gördüğünüz bir nokta olursa bize iletişim bilgilerimizden ulaşabilirsiniz. Ayrıca eklenmesini istediğiniz maaş bilgisini de bizimle paylaşıp sitemize eklenmesini sağlayabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=h0S8fOt7OCU&t=7s Ayrıca; Avukat Maaşları Ne Kadar? Listesine de Bakabilirsiniz Doktor Maaşları Hakkında Paylaştığımız Doktor maaşı 2022 yılına aittir. Yeni yılda farklı maaş skalaları olduğu sürece bu kategorimizden sizinle paylaşmaya devam edeceğiz. Sitemizi takibe alarak güncel maaş bilgilerine ulaşabilirsiniz. Ayrıca diğer kategorilerimizden ülkemizdeki güncel fiyat bilgilerini öğrenebilirsiniz. Doktor maaşı 2022 listesini araştırıp sizler için hazırladık ve yayınladık. Read the full article
#birdoktornekadarmaaşalır#cerrahmaaşınekadar#cerrahnekadarmaaşalır#cerrahlarınmaaşınekadar#dişhekimiasistanınekadarmaaşalır2022#doçentdoktorlarnekadarmaaşalıyor#doktormaaşlarınekadar#doktorlarameliyatbaşınanekadarücretalıyor#doktorlarnekadarmaaşalıyor#doktorlarınmaaşınekadar#endusukdoktormaasinekadar#genelcerrahınekadarmaaşalır#ortopedidoktorunekadarmaaşalır
0 notes