#hasta maruziyeti
Explore tagged Tumblr posts
Text
Konya Ereğli Devlet Hastanesi'nde Radyasyon Güvenliği Sorunları
Radyasyon Tartışmaları ve Sağlık Güvenliği Sorunları Son dönemde uyuz ve tahtakurusu skandalıyla gündeme gelen Konya Ereğli Devlet Hastanesi, şimdi de ameliyat odalarındaki radyasyon güvenliği eksiklikleri ile tartışma konusu oldu. Hastanenin yalnızca bir ameliyat odasında radyasyonu engelleyen kurşun kaplama olduğu, diğer odalarda ise bu önlemlerin bulunmadığı iddia ediliyor. Bunun sonucunda,…
#ameliyat odaları#görüntüleme işlemleri#hasta maruziyeti#iş sağlığı#Konya Ereğli Devlet Hastanesi#kurşun kaplama#radyasyon güvenliği#sağlık güvenliği
0 notes
Text
Rayence İGE-P Dental Radyografi Ağız İçi Dedektörü: Hassas ve Güvenilir Dijital Görüntüleme
Rayence İGE-P Nedir?
Rayence İGE-P, dental radyografi görüntüleme sistemlerinde kullanılan, dijital röntgen çekimlerini daha kolay ve hızlı hale getiren bir ağız içi sensördür. Yüksek çözünürlüklü görüntüleri sayesinde diş yapısındaki sorunlar, çürükler ve diğer dental problemler hassas bir şekilde tespit edilebilir. Dijital röntgen teknolojisi ile çalışan bu cihaz, düşük radyasyon maruziyeti ile hasta güvenliğini ön planda tutarken, diş hekimlerine detaylı görüntüler sunar.
Rayence İGE-P’nin Teknik Özellikleri
Rayence İGE-P’nin Avantajları
Rayence İGE-P, dental görüntüleme süreçlerinde kolaylık ve güvenilirlik sağlayan birçok avantaj sunar:
1. Yüksek Çözünürlük: 25 lp/mm çözünürlük kapasitesi ile dental yapılar detaylı ve net bir şekilde görüntülenir.
2. Düşük Radyasyon Maruziyeti: Dijital teknoloji sayesinde hastaların daha düşük radyasyon almasını sağlar.
3. Ergonomik ve Hafif Tasarım: Cihazın hafif ve ince yapısı, hastaların konforunu artırırken uzun süreli kullanımda diş hekimlerine kolaylık sağlar.
4. Hızlı Veri Aktarımı: USB bağlantı ile elde edilen görüntüler anında bilgisayara aktarılır, böylece teşhis süreçleri hızlanır.
5. Dayanıklı Yapı: Dış kaplaması ve sensör teknolojisi, cihazın uzun ömürlü olmasını sağlar ve sürekli kullanıma uygun hale getirir.
Rayence İGE-P’nin Kullanım Alanları
Rayence İGE-P, dental radyografi sistemlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu cihazın başlıca kullanım alanları şunlardır:
• Diş Çürüklerinin Tespiti: Çürükleri erken evrede tespit ederek tedavi planlamasında etkin rol oynar.
• Kök Kanal Tedavisi: Kök kanalında meydana gelen sorunları detaylı bir şekilde görüntüleyerek tedavi sürecini destekler.
• Diş İmplantları: İmplant tedavileri öncesinde kemik yapısını ve diş boşluklarını net bir şekilde görüntüleyerek tedavi planını kolaylaştırır.
• Periodontal Hastalıklar: Diş eti ve kemik hastalıklarının tespitinde kullanılır.
• Genel Dental Görüntüleme: Diş hekimlerinin günlük muayene ve tedavi süreçlerini optimize eder.
Rayence İGE-P Nereden Satın Alınır?
Rayence İGE-P Dental Radyografi Sensörü, dental kliniklerin ihtiyaçlarına en iyi şekilde yanıt veren bir cihazdır. Diş hekimliği uygulamalarında yüksek performans sunan bu cihaz, güvenilir tedarikçiler aracılığıyla temin edilebilir. Fatih Medikal Sağlık Sistemleri olarak, Rayence İGE-P gibi yüksek teknolojiye sahip dental cihazların satışını gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, satış sonrası teknik destek hizmetimiz ile de her zaman yanınızdayız.
Rayence İGE-P Fiyatları
Rayence İGE-P fiyatları, cihazın teknik özelliklerine ve kullanılan teknolojilere göre değişiklik gösterebilir. Dijital röntgen sensörlerinin fiyatlandırılması, çözünürlük, dayanıklılık ve yazılım uyumluluğu gibi faktörlere bağlı olarak belirlenir. Detaylı fiyat bilgisi almak ve cihaz hakkında daha fazla bilgi edinmek için Fatih Medikal Sağlık Sistemleri ile iletişime geçebilirsiniz.
Sonuç
Rayence İGE-P Dental Radyografi Ağız İçi Dedektörü, dental kliniklerde yüksek çözünürlüklü görüntüleme sağlayan ileri teknoloji ürünü bir cihazdır. Düşük radyasyon maruziyeti, ergonomik yapısı ve hızlı veri aktarımı ile dental muayenelerde güvenilir sonuçlar elde etmeyi sağlar. Fatih Medikal Sağlık Sistemleri olarak, bu ve diğer dental cihazlarla ilgili en iyi çözümleri sunarak dental kliniklerin verimliliğini artırmaya devam ediyoruz.
0 notes
Text
Meksika’da can alan kuş gribi endişelendirdi! Tavuk eti ve yumurta tüketimiyle hastalık mümkün değil!
https://pazaryerigundem.com/haber/176630/meksikada-can-alan-kus-gribi-endiselendirdi-tavuk-eti-ve-yumurta-tuketimiyle-hastalik-mumkun-degil/
Meksika’da can alan kuş gribi endişelendirdi! Tavuk eti ve yumurta tüketimiyle hastalık mümkün değil!
Kuş gribinin 2 çeşidinin bulunduğunu ifade eden uzmanlar, biri yüksek potansiyelli, diğerinin düşük potansiyelli olduğunu ve şu anda gündemde olan Meksika’daki vakanın düşük potansiyelli olduğunu söylüyor.
İSTANBUL (İGFA) – Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından dikkat çekilen ve Meksika’da bir kişinin ölümüne neden olan kuş gribi hakkında bilgi verdi.
‘Tavuk Vebası’ olarak da bilinen kuş gribinin, Avian İnfluenza virüsünün sebep olduğu bir hastalık olduğunu hatırlatan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Genellikle kanatlı hayvanlarda, özellikle kuşlarda ve evcil kanatlı hayvanlarda görülüyor. Kuş gribi, insanlarda da hastalık yapan influenza virüsüne benzer bir yapıya sahip ve bu sebeple hayvanlardaki hastalığın adına kuş gribi deniliyor. Kuş gribi normalde insanlara bulaşmaz ancak hayvanlar arasında birtakım belirtilerle bulaşıyor. Bu belirtiler arasında hayvanın ateşi çıkması, tüylerinin kabarması, çabuk iştahsızlık ve halsizlik gibi şikayetler yer alıyor. Ayrıca, yumurta veriyorsa hayvanın verimi düşüyor ve bu belirtileri gösteren hayvanlar genellikle kitleler halinde ölüyorlar.” dedi.
KUŞ GRİBİNİN İKİ ÇEŞİDİ VAR
Kuş gribinin 2 çeşidinin bulunduğunu ifade eden Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Biri yüksek potansiyelli olan, diğeri düşük potansiyelli olan. Şu anda gündemde olan Meksika’daki vaka düşük potansiyelli olanı. Hastalık hayvanlarda veteriner hekimler tarafından özellikle endemik görüldüğü ülkelerde kolayca teşhis ediliyor. 2018 yılında dünyada Kuş Gribi salgını meydana gelmiş, özellikle uzak doğudan başlamıştı. Yaklaşık 860 insan vakası bildirilmiş ve 454 ölüm gerçekleşmişti. Bu durum, kanatlı endüstrisi için ciddi bir tehlike oluşturmuş ve pandemi endişelerini artırmıştı. Meksika’da görülen vaka da bu endişeleri artırdı ancak Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre bu vakanın düşük potansiyelli olduğu ve çok hızlı bulaşmayacağı düşünülüyor. Pandemi endişesi ise devam ediyor.” şeklinde konuştu.
Kuş gribini insanlara bulaşması durumunda, hastalığın genellikle kişiden kişiye solunum yoluyla bulaştığına dikkat çeken Dr. Dilek Leyla Mamçu, “İlk etapta hastalık insanları etkilemez fakat kuşlardan geçtiği için mesleki maruziyeti yüksek olanlar, özellikle tavuk çiftliklerinde çalışanlar ve aileleri risk altında. Yiyecek olarak tavuk eti ve yumurta tüketiminin hastalığa sebep olması mümkün değil; çünkü bu ürünler tüketilmesi sırasında ısı ile işlem görüyor. Bu sayede virüs etkisiz hale geliyor. Çiğ yumurta tüketimi önerilmiyor çünkü virüsün bu şekilde bulaşma ihtimali var. Virüs dış ortamlarda hassas olmasına rağmen ısıda 56 derecede 30 dakikada ölüyor. Bu nedenle virüse maruz kalınan alanların temizlenmesi ve kıyafetlerin yüksek ısıda yıkanması gibi önlemler alınmalı.” şeklinde uyarılarda bulundu.
KUŞ GRİBİNE KARŞI BİR AŞI YOK
Hastalığın insanlardaki belirtilerinin grip belirtileriyle benzerlik gösterdiğine de vurgu yapan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Genellikle hapşırık, öksürük, baş ağrısı ve boğaz ağrısı gibi şikayetlerle kendini gösterir. Hastalık ağır seyrettiğinde hasta daha çabuk kötüleşebilir. Bu nedenle hastanın daha önce ciddi hastalıklar geçirip geçirmediğinin belirlenmesi önemli. Kuş gribine karşı şu anda etkili bir tedavi yöntemi bulunmuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün uyguladığı aşı da insan influenza virüsüne karşı olan aşı. Kuş gribine karşı bir aşı bulunmuyor. Bu belirtileri gösteren kişiler özellikle mesleki maruziyet durumunda veya riskli bölgelere seyahat etmişlerse en yakın sağlık kuruluşuna başvurarak test yaptırmalı. Erken teşhis çok önemli ve hastalığın izole edilmesi gerekiyor.” şeklinde sözlerini tamamladı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Tarım Sektöründe Toza Bağlı Sağlık Sorunları
Tarım Sektöründe Toza Bağlı Sağlık Sorunları; havadan, araziden, ateşten ve makinalardan kaynaklanan ‘fiziksel tehlikeleri’; pestisit, gübre ve yakıtlardan kaynaklanan toksikolojik tehlikeleri ve tozlardan kaynaklanan tehlikeleri içinde barındırmaktadır. Tozlardan kaynaklanan bazı hastalıklar;
Tarım Sektöründe Toza Bağlı Sağlık Sorunları
Kimler Sigortalılık Kapsamında Yer Alır? Tehlikeler Hastalıklar Tahıl tozları, hayvan kepekleri, mantar antijenleri, toz akarları (maytlar^), organofosforik insektisitler Astım ve rinit Organik tozlar Astım Bitkilerin bazı kısımları, endotoksinler ve mikotoksinler Mükoz zar iltihabı İnsektisitler, arsenik, iritan tozlar, amonyak, tahıl tozları Bronkospazm, bronşit Küflü saman ve tahıllardan bırakılan termofilik aktinomisitlerin üstündeki mantarsı sporlar Aşırı duyarlılık pnömoniti Küflü şeker kamışı Bagassosis-şeker kamışı tozuna aşırı duyarlılık pnömoniti Mantar sporları Mantar işçisi hastalığı Küflü saman Çiftçi akciğeri hastalığı Nemli akçaağaç mantarı Akçaağaç kabuğu soyanların hastalığı Böceklenmiş tahıl Buğday biti hastalığı Silo (tahıl deposu) içinde küflü silaj(bitki artıkları) Silo yükleyicileri sendromu Fermente olan silaj üzerindeki nitrojen dioksit Silo işçileri hastalığı, silo akciğeri
Organik Tozlardan Kaynaklanan Hastalıklar
Organik tozlar, akciğerlerde birikip doğrudan fibrojenik etki göstermez, ancak bir tür alerjik mekanizma aracılığı ile solunum yollarında spazma neden olurlar. Tekrarlayan spazmlarla da kronik akciğer hastalığı oluştururlar. Organik toz maruziyeti sonucu basit bir enflamasyon oluşabileceği gibi IgE (Alerjiye yol açan antikor tipi İmmunoglobulin E’) aracılığı ile olan immün cevap ve allerjik tablolar ortaya çıkabilir. Tarım çalışanlarında görülen bazı solunum hastalıkları virüsler tarafından meydana getirilen tablolara benzemekle birlikte hastalarda herhangi bir enfeksiyon yoktur. Bu hastalıkların nedeni çalışma ortamında karşılaşılan bazı etkenlerdir. Hipersensitivite Pnömonisi Hipersensitivite pnömonisi (HP), sorumlu organik toz partiküllerinin ya da düşük molekül ağırlıklı kimyasal bileşenlerin yineleyen inhalasyonu sonucu ortaya çıkan, alveolleri ve interstisyumu tutan, immunolojik ve T hücre kaynaklı bir granülomatöz yangıdır. Farklı etkenlerle gelişen HP’ler ortak klinik, radyolojik ve patolojik özelliklere sahiptir. Aspergillus ailesinden mantar tarafından meydana getirilen bu tablo en çok tavuk ve diğer hayvanları yetiştiren kişilerde ve hayvan bakıcılarında görülür. Etken, uzun zaman beklemiş ve küflenmiş hayvan yemlerinde bulunur. Bu işlerde çalışanlarda görülme sıklığı ’a kadar çıkabilmektedir. Karmaşık bir immünolojik mekanizmaya bağlı olan hastalığın klinik olarak akut-subakut ve kronik seyirli formları vardır Tekstil Sektöründe İş Sağlığı ve Güvenliği Organik Toksik Toz Sendromu Hipersensitivite pnömonisine benzer bir tablodur. Farkı bu tablodaki immünolojik mekanizmanın olmayışı ve tablonun organik tozlara ve küflere yoğun bir maruziyet sonucu meydana gelmesidir. Hastalıktan esas olarak tahıllardaki endotoksin sorumlu tutulmaktadır ve bu konuda da özellikle darı ve soya taneleri daha önemlidir. Bu işleri yapanlarda oldukça sık görülebilen bu tablonun belirtileri 24-72 saat içinde şiddetli olarak ortaya çıkar, etkenle temasın kesilmesinden sonra da bir hafta içinde kendiliğinden iyileşir. Mesleksel Astım Astım, hasta olan kişi üzerinde ciddi olumsuz etkileri olan ve ileriki aşamalarda hayati tehlikelere yol açabilen ciddi bir rahatsızlıktır. Mesleki astım toza maruz kalan ve solunum sistemi hassasiyeti bulunan çalışanları etkileyen bir hastalıktır. Astım, solunum yollarının ataklar halinde gelen tıkanması ile kendini gösteren kronik bir hastalıktır. Astımda solunum yollarının şişmesi ve tıkaçların oluşması sonucu havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Ataklar sırasında öksürük, göğüste sıkışma hissi, solunumda hızlanma, hırıltı ve nefes darlığı olur. Astımlı hastalar çevredeki birçok maddeye astımlı olmayanlara göre daha duyarlıdır. Normal solunum ile akciğer keseciklerinden kan geçmekte ve kandaki karbondioksitte akciğer keseciklerine geçmektedir. Eğer çeşitli nedenlerle bu işlemler yapılamaz ise kandaki karbondioksit düzeyi yükselir. Buna asfiksi (boğulma) denir. Tüm meslekler arasında fırıncılık, mesleki astımın en yoğun görüldüğü ikinci meslek dalıdır. Ayrıca un ve tahıl tozları astıma sebep olma açısından ikinci sırada yer alan maddelerdir. Un ve tahıl tozları haricinde yumurta proteini, balık proteini ve talaş tozu da astımın hastalığının oluşmasına sebep olabilmektedir. Dolayısıyla fırınlarda, değirmenlerde, balık işleme tesislerinde ve fıçılama vb. işlerde çalışan kişiler potansiyel astım hastalığı riski altında bulunmaktadır Bronkospazm Bronş düz kaslarının ani kasılması sonucu daralma ile birlikte nefes almakta yaşanan büyük sıkıntıdır. Astım ve bronşit hastalarında sıkça görülür. Toz Sınıfları Bronşit Akciğerlere giden havayollarının iç yüzündeki zarın iltihaplanmasıdır. Akut ve kronik olarak iki gruba ayrılır. Bissinosis On yıl ve daha uzun sürede solunum yoluyla pamuk, keten veya kendir tozunun solunması sonucu meydana gelen bir hastalıktır. Alerjik bir durum olduğu zannedilmektedir. Sigara içenlerde daha sık görülür. Belirtileri, bronşitte de olduğu gibi öksürme ve balgam çıkarma şeklindedir. Bu hastalık üç evrede kendini gösterir. - Birinci devrenin tipik belirtisi“Pazartesi Ateşidir”. - İkinci devre, nefes darlığı, öksürük vb. belirtiler pazartesiyi takip eden günlerde de devam eder. - Üçüncü devre, işe devam edildiğinde şikayetler yerleşir, iyileşmeyen bir duruma gelir Çiftçi Akciğeri Küflenmiş saman veya kuru ot tozlarının, çiftçilerin solunum yoluyla akciğerlerine girmesinden meydana gelen akut bir akciğer hastalığıdır. Havadaki toz çok düşük düzeylerde bile sağlık sorunlarına neden olur. Bu nedenle hem kısa süreli hem de uzun süreli ortalama konsantrasyon için önerilen bir eşik değer yoktur. Yüksek miktarlarda bu tozlara maruz kalmak gözlerde , burunda ve solunum yollarında birikmelere neden olur Bagassosis Uzun süreden beri balyalanmış ve depo edilmiş olan şeker kamışından çıkan tozların neden olduğu bir akciğer hastalığıdır
Mikroorganizmalara Bağlı Hastalıklar
Toprak içindeki bakteri ve mantarların insan sağlığına olumsuz etkileri bulunmaktadır. Özellikle kırsal kesimde bir gram kuru toprakta bir milyara yakın bakteri ve mantar türü mikroorganizma bulunabilmektedir. Yemler özellikle gıda zehirlenmesine neden olan Salmonella cinsinin yayılmasında önemli rol oynarlar. Bu organizmaların işletmenin bir yerinde görülmesiyle birlikte her yerine dağılması çok hızlı olmaktadır Küf mantarları alerjik sorunlara neden olur. Küflerin birçoğu yıl boyu ve her yerde mevcuttur. Kurumuş yapraklar ve tarımsal alanlar, dışarıdaki küf kaynaklarının başında gelir. Toprak, su, hayvan yemleri, toz ve dışkılarda bulunan mikroorganizmaların hepsine hayvan deri ve postunda rastlanabilir. Bu mikroorganizmalar hayvan postlarından da çalışanların ellerine veya doğrudan doğruya gıdalara bulaşabilirler. Akciğer fonksiyon testleri, kümeslerde çalışanların kronik bronşit ve astım gibi kronik solunum hastalıklarına yakalanma risklerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Gözlerin tahriş olması, burun akması, baş ağrısı ve ateş kümes çalışanlarında görülen solunum kaynaklı olmayan diğer hastalıklar arasında yer almaktadır. Ensefalit, listeriosis, dermatofitoz ve psitakoz gibi zoonal hastalıklar da görülebilmektedir. Kandidiazis, salmonella, histoplazmozis gibi zoonal olmayan enfeksiyon hastalıklarıyla da karşılaşılabilmektedir. Çevreden kaynaklanan toz maruziyetinin hayvan barınaklarında çalışanlar üzerinde alerjiler oluşturması söz konusudur. Alerjik etkenler alerjen bakteri, mantar, organik toz gibi maddelerdir ve hayvancılık yapılan her yerde havada uçuşur durumda bol miktarda bulunurlar. Bunlar dokunma ve solunum yoluyla insan ve hayvana geçerek etki gösterirler Sağlık İçin: Kanser Hayvan yemleri sağlıksız ortamlarda saklandığında aflatoksin içermekte; cilt ve solunum yolu ile maruz kalma sonucunda çalışanlarda karaciğer kanseri riskini arttırmaktadır Hantavirus Bir RNA virüsü olan Hantavirüs, akciğerlerde bilateral infiltrasyon ve ateş ile seyreden bir tabloya yol açar (HPS: Hantavirus Pulmonary Syndrome). Hastalık en çok hayvanların barınaklarını temizleyen kişilerde görülür Blastomikozis Üst solunum yolu enfeksiyonuna benzer bir tablodur. Ancak bazı vakalarda plöritik ağrı ve pnömoni gelişebilir. Akciğerlerde radyolojik olarak infiltrasyon ve nodüler görünüm vardır.
İnorganik Tozlardan Kaynaklanan Hastalıklar
Özellikle kronik akciğer hastalığı veya astım sorunları olan kişilerin hastalığının seyri inorganik toz maruziyeti sonucunda alevlenebilir Asbestin Neden Olduğu Hastalıklar Asbestin doğada serbest olarak bulunması nedeniyle her insan asbest ile temas edebilir. Yaşanılan yere bağlı olarak değişmekle beraber günde ortalama 10.000 - 15.000 arası asbest lifi solunması mümkündür. Asbestin nefes yoluyla alınmasından sonra solunum sistemi üzerine oluşturduğu maruziyet sonucu ortaya çıkan, kesin kanıtlanarak tanımlanmış hastalıklar- patolojiler şunlardır: - Kalsifiye veya kalsifiye olmayan plevral plak (Akciğer zarı üzerinde kireçlenme yapmış veya yapmamış lokal zar kalınlaşmaları), - Diffüz plevral fibrozis (Akciğer zarında çepeçevre kalınlaşma), - Benign asbest plörezisi (Akciğer zarları arasında iyi huylu su toplanması), - Asbestozis (Akciğerlerde asbest toplanmasına bağlı sertleşme ve bozulma), - Vücut, asbest mineralindeki lifleri açmak için bir tür asit salgılar. Salgılanan bu asit, akciğerde yaralar oluşturur ve asbestoz hastalığı oluşan bu yaralardır. Ortaya çıkması yaklaşık 10 ile 20 yıl arasında değişir. - Yuvarlak atelektazi (Akciğerde küçük sönmüş alanlar), - Mezotelyoma (Akciğer zarı kanseri), bu hastalık, asbest maddesinin yol açtığı en tehlikeli hastalık konumundadır. Akciğer zarı ve karın kanseri mezotelyoma hastalığıdır. Hastalığın en önemli yaptırımları, sürekli ilerleyen nefes darlığı ve ağrı sorunlarıdır. Erken tedavi kaçırıldığında, hastalık kişiyi kısa sürede ölüme götürebilmektedir. - Akciğer kanseri, bu hastalıklar asbest ile temas etmişinsanlarda daha sık görülür. Asbest teması önlenebilir bir durumdur. Dolayısıyla asbest nedenli hastalıklar da tamamen önlenebilir hastalıklardır. Eriyonitoz Bu mineralin tozları solunum yolu ile alındığında iğneciklerin akciğere ve karın zarına saplanarak akciğer ve karın zarı kanserine neden olduğu tıbbi çalışmalarda ortaya konulmuştur. Zeolit’lerin doğal olan otuz türünün içinde sadece eriyonit ve mordenite lifsel yapıdadır. Bunlardan yalnız kristal yapısı lifsel olan eriyonitin yaygın olarak canlı üzerinde ve laboratuvar ortamında kanserojenik ve fibrojenik olduğu gösterilmiştir. Eriyonitin şimdiye kadar bilinen en kuvvetli kanser yapıcı bir mineral olduğu Dünya Sağlık Teşkilatına bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (International Agency Research on Cancer) tarafından kabul edilmiştir. Elle Taşıma İşlerinde İş Güvenliği Eriyonit iğneciklerinin birkaç mikron boyutunda olanlar havada asılı kalabilmekte ve bu sayede solunum yoluyla alınmaktadır. Toz halinde havayla taşınma özelliğinden dolayı pnömokonyozlar içine dahil edilebilir. Eriyonit minerali iğneciklerinin solunum yollarına kolayca girip derinliklere kadar gidebilmesi, orada hiç değişmeden kalabilmesi ve kimyasal yapıları nedeniyle akciğer ve karın zarında mezotelyoma denilen kanser türünü yaptığı belirtilmektedir
Tarımsal Mücadele İlaçları (Pestisitlerden) Kaynaklanan Hastalıklar
Pestisitler; zararlıları ve hastalıkları yok etmek amacıyla kullanılan kimyasal maddelerdir ve insanlara toksiktir. Pestisitler toksisite değerleri yönünden sınıflandırılmıştır. Toksisite bir kimyasalın herhangi bir canlıda istenmeyen etki oluşturma durumudur. Çoğu toksik etki, uygun tıbbi tedavi uygulandığında geriye dönüşümlü iken bazı etkiler ise kalıcı olabilmektedir. Özellikle tarım ilaçları açısından toksisitenin belirlenmesinde; - Üretim ve kullanım sırasında insan sağlığı için risklerin değerlendirilmesi, - Gıda maddelerindeki kalıntılar dolayısıyla tüketicide oluşturabileceği riskin değerlendirilmesi, - Çevre kirlenmesi ve dolayısıyla doğal hayat için risklerin tespiti önem taşımaktadır. Pestisitlerin uygulandığı bir alanda, mücadele edilen zararlı ile birlikte aynı ekosistem içindeki diğer canlılar da zarar görür. Bu da bu alanda besin zincirinde kopmalara neden olur. Av-avcı dengesinin bozulması bir ekosistem için sonun başlangıcıdır. Su (yer üstü - yer altı), toprak ve hava ile gıdaların pestisitlerden etkilenmesi bu çevrede yaşayan insanların sağlığını da doğal olarak tehdit etmektedir. Pestisitlerin etkisi uzun süre kalıcıdır aksi takdirde zirai mücadele anlamını yitirecektir. Örneğin uygulanan ilacın toksik etkisi kısa sürede ortadan kalkarsa mücadele edilen zararlılar yeniden üremeye başlayacaktır Pestisitlerin istenmeyen özelliklerinden en önemlileri çevrede kalıcılıklarının uzun süreli oluşu, biyo-akümülasyon ile canlı organizmalarda depolanması ve kendilerinin, dönüşüm ürünlerinin veya içerdikleri gayri safiyetlerin canlılara önemli derecede toksikolojik etkilere sahip olmalarıdır. Pestisitlerin Etkileme Yolları Ağız Yolu İle Pestisitlerin vücuda alınış yollarından biridir. Bu şekilde giriş genellikle kaza, dikkatsizlik, kirlenmiş ortamda yeme içme sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu yolla zehirlenmenin şiddeti özellikle etken maddenin özelliğine ve alınan miktara göre değişmektedir. Solunum Yolu İle Solunum yoluyla maruziyet sıvı ve toz ilaçların imalatı veya kullanımı esnasında ortam havasına yayılan buhar ve tozların solunması ile gerçekleşir. Solunum yoluyla maruziyet özellikle buharlaşma özelliği yüksek fumigant ilaçlarda çok fazladır. Deri Yolu İle Pestisitlerin vücuda girişinde en yaygın yoldur. Deri yoluyla maruziyet, bir pestisitin deriden emilme özelliğinin olup olmadığı ile ilişkilidir ve sıvı ilaçların deriden geçişi genellikle hızlıdır. Vücudun değişik kısımlarında deriden emilme önemli farklılıklar göstermektedir. Uzun kollu gömlek ve kimyasala dayanıklı eldiven giyilmesi halinde derinin ilaca maruz kalması oranında önlenebilmektedir. Birey Duyarlılığı Kimyasal bir dozla karşı karşıya kalındığında, toksisiteyi birçok faktör belirlemektedir. Kişisel duyarlılık bu faktörlerden birisidir. Duyarlılık öncelikle kişinin yaşına bağlıdır. Genellikle çok genç ve çok yaşlı kişilerde toksik kimyasal maddelere karşı duyarlılık yüksektir. Bu durum bu kişilerde metabolizma faaliyetlerinin tam gelişmemesi ya da fonksiyonunu kaybetmeye başlamasından ve kimyasalın detoksifikasyonunun ve eliminasyonunun güç olmasından kaynaklanmaktadır. Beslenme ve bireyin genel sağlık durumu da bu konuda çok önemli rol oynar. Metabolizma ve boşaltım sisteminde rolü olan organların fonksiyon yetersizlikleri toksisiteyi artırır. Özellikle karaciğer ve böbrek fonksiyonları bu açıdan son derece önemlidir. Kalıtsal farklılıklar da bireyler arasında toksik etkinin görünmesinde önemli farklılıklar gösterebilir.
Çöl Tozlarının İnsan Sağlığına Etkileri
Çöl kaynaklı tozların atmosferde yoğunlaştığı günlerde dış ortamdaki hava kalitesi önemli ve ciddi oranda düşmekte; bu da insan sağlığına zarar vermektedir (Özdemir ve Ertaş, 2011; 23–24). Çöl tozları ile birlikte taşınan bazı partiküller ve çöl tozları içerisinde bulunan zararlı maddeler insan metabolizmasında ciddi hasarlara yol açabilmektedir. Atmosferdeki toz konsantrasyonunun yüksek olduğu dönemlerde akciğer ve solunum yolları rahatsızlıkları bulunan hastaların yaşamı daha da zorlaşmakta ve astım, bronşit, migren gibi hastalıkları olan insanların şikâyetleri normal seyrinin dışına çıkarak artış göstermektedir. Bunun dışında çöl tozlarıyla birlikte hareket eden bazı mikroorganizmalar insanlarda gribal enfeksiyonlara ve menenjit gibi ateşli hastalıklara sebep olmaktadır. Çöl tozlarının bazı salgın hastalıkların dünyada yayılmasını sağladığı da yapılan araştırmaların sonuçları arasındadır (Eren 2006: 8’e göre Afeti and Resh 2000). (Yeşilyurt ve Akcan’a göre 2008 Bulut ve ark, 2008; 370). Çöl tozlarının insan sağlığını etkileme potansiyelleri boyutlarına göre değişmektedir. Boyutları 10 mikrondan daha büyük olan kaba toz ya da normal toz olarak tabir edilen iri partiküller insan vücudunun doğal savunma mekanizması tarafından büyük ölçüde uzaklaştırılırlar ya da astım gibi rahatsızlıkları tetikleyerek solunum yapmayı zorlaştırırlar. Esas tehlikeli olan boyutları 0,1 mikrondan daha küçük olan ve sürekli hareket halindeki çok ince toz tanecikleridir. Bu tozlar solunum sisteminde birikerek tahriş ve tıkayıcı etki yapabilmekte; kalp damar hastalıklarını, kardiyovasküler rahatsızlıkları artırmakta hatta erken ölümlere bile sebep olabilmektedir (Özdemir ve Ertaş, 2011; 25). Çöl tozları içerisinde bulunan önemli kirleticilerden biri de kurşundur (Pb). Atmosfere karışan kurşun parçacıklarının su kaynaklarına çökelmesi veya gıda maddelerini kirletmesi sonucu insan sağlığı tehlikeye girmektedir. Kemik ve dokularda biriken kurşun beyin hasarlarına ve ölümlere neden olabilmektedir. Düşük dozdaki kurşun birikimi bile anne karnındaki bebekler ve henüz bağışıklık sistemi gelişmemiş çocuklara büyük zararlar verebilmektedir. Toz fırtınaları esnasında havalanan tozlarla birlikte mikroorganizmalar da bir bölgeden başka bir bölgeye hatta bir kıtadan başka bir kıtaya taşınır. Kaynak; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü Kaynakları Read the full article
0 notes
Text
Çölyak Hastalığı Nedir?
Gastronomik dünyada büyük bir patlama yaşayan besin intoleransları arasında öne çıkan çölyak hastalığı, birçok insanın sağlığını tehdit etmektedir. Bu rahatsızlık, glüten adı verilen bir proteine karşı bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermesiyle ortaya çıkar. İnsanların günlük hayatlarını etkileyen çölyak hastalığı, özellikle buğday, arpa ve çavdar gibi tahıllardaki glüten içeriği nedeniyle yaygındır. Bu rahatsızlığa sahip olan bireyler, glüten içeren yiyecekleri tükettiklerinde bağırsaklarında ciddi hasarlara yol açabilen sindirim sistemi sorunları yaşarlar. Midede şişkinlik, karın ağrısı, ishal ve kilo kaybı gibi belirtiler çölyak hastalığının sinyalleridir. Ancak, her bireyde aynı semptomlar görülmeyebilir ve bazı kişilerde baş ağrısı, yorgunluk, deri döküntüleri ve kemik zayıflığı gibi daha az yaygın belirtiler ortaya çıkabilir. Çölyak hastalığının tanısında, kan testleri ve bağırsak biyopsisi gibi yöntemler kullanılır. Teşhis konduktan sonra, hastaların diyetlerini tamamen glütensiz yapmaları önemlidir. Glütensiz bir diyet, bu tahıl proteinine maruz kalmayı önleyerek bağırsakların iyileşmesine yardımcı olur ve semptomları hafifletir. Çölyak hastalığına ilişkin farkındalık arttıkça, glütensiz ürün seçenekleri giderek çeşitlenmektedir. Glütensiz ekmekler, makarnalar, unlar ve atıştırmalıklar gibi alternatif ürünler, çölyak hastalarının beslenme ihtiyaçlarını karşılamada büyük bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, doğru beslenme ve sağlıklı yaşam tarzı seçimleri yapmak, çölyak hastalarının genel sağlığını desteklemek için de önemlidir.
Çölyak hastalığı günlük hayatta patlamaya hazır bir şaşkınlıktır. Ancak, bu rahatsızlıkla yaşayan bireyler doğru teşhis ve uygun tedaviyle sağlıklı bir yaşam sürdürebilirler. Farkındalığın artması ve bilimsel gelişmelerin devam etmesiyle birlikte, çölyak hastalığıyla ilgili daha fazla bilgi edinip toplumda destekleyici bir ortam yaratmak önem taşımaktadır.
Çölyak Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?
Çölyak hastalığı, bağırsaklara zarar veren bir otoimmün bozukluktur. Bu rahatsızlık, glüten adı verilen proteine karşı aşırı duyarlılıkla ilişkilidir. Çölyak hastalığı olan kişilerde, glütene maruz kaldıklarında ince bağırsakta inflamasyon (iltihaplanma) ve hasar meydana gelir. Doğru tanı konulduğunda, hastalar glütensiz bir diyetle sağlıklarını koruyabilirler. Çölyak hastalığının doğru bir şekilde teşhis edilmesi için farklı adımlar izlenir. İlk olarak, semptomları ve tıbbi öyküsü değerlendirilen hasta, doktorunun yönlendirmesiyle bir kan testine tabi tutulur. Bu kan testinde, çölyak hastalığına özgü antikorlar araştırılır. Pozitif bir sonuç alındığında, doktor genellikle biyopsi yapılması gerektiğini belirtir. Biyopsi, tanının kesinleştirilmesinde önemli bir adımdır. Hasta, endoskopi adı verilen bir prosedür sırasında ince bağırsağın bir parçasından numune alınması için uyutularak işlem yapılır. Alınan numune daha sonra mikroskop altında incelenir ve ince bağırsakta çölyak hastalığına özgü hasarın varlığı doğrulanır. Çölyak hastalığı tanısı konduktan sonra, hastalar glütensiz bir diyet izlemeleri gerektiğini öğrenirler. Bu diyet, glütene maruziyeti tamamen ortadan kaldırarak bağırsaktaki iltihaplanma ve hasarı önler. Glütensiz bir yaşam tarzı sürdürmek, semptomların hafiflemesine ve bağırsak sağlığının düzelmesine yardımcı olur. Çölyak hastalığı tanısı koymak için bir dizi adım izlenir. Semptomlar, kan testleri ve biyopsi gibi yöntemler kullanılarak kesin tanı konulabilir. Doğru teşhisin ardından, hastaların glütensiz bir diyetle sağlıklı bir yaşam sürmeleri önemlidir. Çölyak hastalığıyla yaşayan kişilere destek ve bilgi sağlayan uzmanlardan yardım almak da büyük önem taşır.
Çölyak Hastalığına Hangi Testlerle Bakılır?
Çölyak hastalığı, bağırsaklarda gluten adı verilen bir proteinin sindirilememesi sonucu ortaya çıkan bir otoimmün hastalıktır. Bu hastalığın teşhisi için çeşitli testler kullanılmaktadır. İşte çölyak hastalığına bakmak için yaygın olarak kullanılan testler: 1. Kan Testleri: Çölyak hastalığının teşhisi için kan testleri önemli bir rol oynar. En yaygın kullanılan testler arasında anti-transglutaminaz (TTG) antikorları ve anti-endomisyal (EMA) antikorları gibi biyobelirteçlere bakma yer alır. Bu antikorlar, çölyak hastalığına özgü bir reaksiyonun varlığını gösterir ve hastanın gluten intoleransı olduğunu düşündürebilir. 2. Genetik Testler: Çölyak hastalığı genetik yatkınlık gerektiren bir hastalıktır. HLA-DQ2 ve HLA-DQ8 adı verilen belirli genetik markerların varlığı, çölyak hastalığı riskini artırır. Genetik testler, çölyak hastalığına yatkınlık olup olmadığını belirlemek için kullanılır ancak kesin bir teşhis koymak için yeterli değildir. 3. Barsak Biyopsisi: Kesin çölyak hastalığı teşhisi için barsak biyopsisine ihtiyaç vardır. Bu işlem, endoskopi sırasında ince bağırsaktan bir doku örneği almayı içerir. Örnek daha sonra laboratuvarda incelenir ve gluten intoleransının belirtileri olan hasarlı bağırsak villuslarını tespit etmeye yardımcı olur. 4. Gluten Eliminasyonu: Bazı durumlarda, doktorlar çölyak hastalığı şüphesi olan hastaları gluten içeren bir diyetten uzak durmaya yönlendirebilir. Bu süre boyunca semptomların ortadan kalkması, çölyak hastalığına dair güçlü bir kanıt olarak kabul edilebilir. Ancak, kesin teşhis için daha sonra glutenli bir diyetin geri getirilmesi gerekebilir.
Çölyak hastalığına test yapmak için kan testleri, genetik testler, barsak biyopsisi ve gluten eliminasyonu gibi yöntemler kullanılır. Bu testlerin doğru şekilde yorumlanması, hastalığın teşhisi ve uygun tedavi yönetiminin belirlenmesi açısından önemlidir. Her durumda, bir doktora danışmak ve uzman bir sağlık ekibinden destek almak en doğrusudur.
Çölyak Hastalığı İçin Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Çölyak hastalığı, bağırsaklarda gluten adı verilen bir proteinin tolere edilememesi durumunda ortaya çıkar. Bu otoimmün bir hastalıktır ve glütene maruz kalındığında bağışıklık sistemi bağırsakları hasara uğratır. Çölyak hastalığı olan bireylerde, glüten tüketildiğinde sindirim problemleri, kilo kaybı, yorgunluk, deri döküntüleri ve diğer sağlık sorunları görülebilir. Peki, çölyak hastalığı için tedavi yöntemleri nelerdir? Çölyak hastalığının tek etkili tedavisi, ömür boyu süren bir glütensiz diyet uygulamaktır. Glüten içeren yiyeceklerden tamamen kaçınmak, bağırsakların iyileşmesine yardımcı olur ve semptomların hafiflemesini sağlar. Bu diyet, buğday, arpa, çavdar ve bazı yulaf türlerini de içeren glütenden uzak durmayı gerektirir. Bununla birlikte, çölyak hastalarının dikkat etmeleri gereken sadece glüten içeren yiyecekler değildir. Birçok hazır gıda ürünü veya ilaçta gizli glüten bulunabilir. Bu nedenle, etiketleri dikkatlice okumak ve glütensiz olduğundan emin olmak önemlidir. Çölyak hastalığı tedavisinde, beslenme düzeni de büyük bir rol oynar. Glütensiz diyetle birlikte, vitamin ve mineral eksikliklerini önlemek için sağlıklı ve dengeli bir beslenme planı uygulanmalıdır. Bir beslenme uzmanıyla çalışmak, hastaların bu gereksinimleri karşılamalarına yardımcı olabilir. Ayrıca, bazı çölyak hastaları sindirim sisteminin iyileşmesine yardımcı olması amacıyla probiyotik takviyeler alabilir. Probiyotikler, sindirim sistemini destekleyen yararlı bakterileri içerir ve bağırsak sağlığını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Çölyak hastalığı olan bireylerin semptomları hafifletmek ve bağırsak hasarını önlemek için ömür boyu süren bir glütensiz diyet uygulamaları gerekmektedir. Ayrıca, sağlıklı bir beslenme düzeni ve probiyotik takviyeler de tedavi sürecinde destekleyici olabilir. Çölyak hastalığıyla yaşayan bireyler için en iyi sonuçları elde etmek için bir doktor veya beslenme uzmanıyla işbirliği yapmak önemlidir.
Gluten İçeren Yiyecekler Hangileridir?
Gluten, birçok kişi için sindirim sorunlarına ve sağlık sorunlarına neden olabilen bir protein grubudur. Özellikle çölyak hastaları için gluten içermeyen bir diyet hayati önem taşır. Peki hangi yiyecekler gluten içerir? Buğday glutenin en yaygın kaynağıdır. Ekmek, makarna, kek, bisküvi gibi pek çok unlu mamul buğday içerir ve dolayısıyla gluten içerir. Ayrıca bulgur, sebze köftesi, kuskus gibi geleneksel Türk yemeklerinde de buğday kullanıldığından gluten içerir. Arpa da gluten içeren bir tahıl olarak bilinir. Bira, malt, ��orba ve bazı kahvaltılık gevrekler arpa içerebilir ve dolayısıyla gluten içerebilir. Çavdar da gluten içeren tahıllardan biridir. Çavdar ekmeği ve bazı tahıl karışımları çavdar içerdiğinden gluten içerebilir. Yulaf aslında doğal olarak gluten içermez, ancak işlem sırasında kontaminasyon riski vardır. Bu nedenle çölyak hastaları için tamamen gluten içermeyen yulaf ürünleri tercih edilmelidir. Gluten içeren diğer yiyecekler arasında şu ürünler bulunur: kekler, kurabiyeler, börekler, pizza hamuru, krakerler, makarnalar, kahvaltılık gevrekler, soslar ve salatalar. Ayrıca bazı hazır gıda ürünleri, çorbalar ve işlenmiş et ürünleri de gluten içerebilir. Gluten intoleransı veya çölyak hastalığı olan kişiler için gluten içeren yiyeceklerden kaçınmak hayati önem taşır. Bu nedenle, etiketleri dikkatlice okumak, glütensiz olarak işaretlenmiş ürünleri tercih etmek ve doğal olarak glüten içermeyen besinleri tercih etmek önemlidir. Buğday, arpa, çavdar gibi tahıllar ve bunlardan yapılan ürünler genellikle gluten içerir. Gluten intoleransı veya çölyak hastalığı olan bireyler için glütensiz bir diyet esastır. Bu makaledeki bilgileri kullanarak, glütensiz bir yaşam tarzını benimsemek veya gluten içeren yiyeceklerden kaçınmak isteyenler sağlıklı ve bilinçli kararlar alabilirler.
Çölyak Hastaları İçin Glutensiz Beslenme Önerileri
Çölyak hastalığı, gluten adı verilen bir proteinin sindirilemediği ve bağırsaklarda tahribata yol açtığı bir otoimm��n bozukluktur. Bu nedenle çölyak hastalarının yaşamlarında glutensiz bir diyet sürdürmeleri gerekmektedir. İşte çölyak hastaları için önemli olan bazı glutensiz beslenme önerileri: 1. Doğru Tahıl Seçimi: Çölyak hastalarının beslenmesinde tamamen gluten içermeyen tahılları tercih etmek önemlidir. Bunlar arasında pirinç, mısır, quinoa, amarant gibi tahıllar bulunur. Bu tahılları kullanarak sağlıklı ve lezzetli yemekler hazırlayabilirsiniz. 2. Et, Balık ve Taze Sebzeler: Glutensiz beslenme için et, balık ve taze sebzeler anahtar rol oynar. Bu besinler hem sağlıklı protein ve vitaminler sağlar hem de glutensiz bir diyet için idealdir. Örneğin, ızgara tavuk veya somonla zenginleştirilmiş bir yeşillik salatası harika bir seçenektir. 3. Paketlenmiş Ürünlerin Etiketlerini Okuyun: Çölyak hastalarının dikkat etmesi gereken önemli noktalardan biri, paketlenmiş ��rünlerin etiketlerini dikkatlice okumaktır. Glutensiz bir diyet için uygun olan ürünlerde "glutensiz" ibaresinin bulunması, güvenli bir tercih yapmanızı sağlar. Ayrıca, çapraz bulaşmayı önlemek için üretim süreçlerinde dikkatli olmak da önemlidir. 4. Gluten Yerine Alternatifler Kullanın: Glutensiz beslenme için kullanabileceğiniz birçok alternatif ürün bulunur. Buğday unu yerine pirinç unu, mısır unu veya tatlı patates unu gibi glutensiz unlar kullanabilirsiniz. Ayrıca, glutensiz ekmek, makarna ve diğer nişastalı ürünler de artık yaygın olarak bulunmaktadır. 5. Restoranlarda Dikkatli Olun: Çölyak hastalarının restoranlarda yemek seçerken dikkatli olması önemlidir. Gluten içeren öğelerle kontaminasyon riski yüksektir. Bu nedenle, restoran menülerindeki gluten içeren ürünlerden kaçınmak ve aşçıyla iletişime geçerek özel taleplerde bulunmak en iyisidir. Çölyak hastalarının glutensiz bir yaşam sürdürebilmeleri için doğru besinleri seçmek ve hazırlamak önemlidir. Sağlıklı protein, taze sebzeler ve doğru tahıllarla beslenerek çölyak hastalığının etkilerini azaltabilir ve yaşam kalitenizi artırabilirsiniz. Unutmayın, her bireyin ihtiyaçları farklı olabileceğinden, bir beslenme uzmanıyla çalışmak size en uygun olan beslenme planını oluşturmanızda yardımcı olabilir.
Çölyak Hastalığının Komplikasyonları ve Önlenmesi
Çölyak hastalığı, bağırsaklarda gluten adı verilen proteinlere karşı aşırı duyarlılıkla karakterize edilen bir otoimmün hastalıktır. Birçok insanın yaşamını etkileyen bu durum, yanlış teşhis veya tedavi edilmemesi durumunda ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu makalede, çölyak hastalığının potansiyel komplikasyonları ve önleyici yöntemler hakkında bilgi vereceğim. Çölyak hastalığı olan bireylerde en yaygın komplikasyon, bağırsak hasarıdır. Gluten tüketildiğinde, bağırsak zarına zarar veren bir reaksiyon meydana gelir. Bu hasar, besinlerin emilimini engeller ve sindirim sorunlarına neden olabilir. Ayrıca, demir eksikliği anemisi, kemik erimesi, vitamin ve mineral eksiklikleri gibi durumlar da ortaya çıkabilir. Bu nedenle, çölyak hastalığı olan kişilerin glutensiz bir diyet uygulamaları hayati önem taşır. Bununla birlikte, çölyak hastalığının uzun vadeli komplikasyonları arasında kanser riski de vardır. Çölyak hastalarında ince bağırsak kanseri, lenfoma ve kolorektal kanser gibi kanser türleri daha sık görülür. Bu nedenle, düzenli sağlık kontrolleri ve gluten içeren yiyeceklerden kaçınmak gibi önlemler almak önemlidir. Çölyak hastalığının komplikasyonlarını önlemek için, doğru teşhis ve tedavi büyük önem taşır. Eğer çölyak hastalığı teşhisi konulursa, kesinlikle glutensiz bir diyet uygulanmalıdır. Bu, semptomların azalmasına ve bağırsak hasarının iyileşmesine yardımcı olabilir. Ayrıca, hekiminizin önerdiği takviyeleri almak ve düzenli olarak sağlık kontrolünden geçmek önemlidir. Çölyak hastalığının potansiyel komplikasyonları bilinmelidir ve önleyici önlemler alınmalıdır. Glutensiz bir diyet sürdürmek, sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürmek ve düzenli sağlık kontrolleri ile çölyak hastaları komplikasyon riskini en aza indirebilirler. Unutmayın, doğru teşhis ve tedavi ile çölyak hastalığı yönetilebilir ve sağlıklı bir yaşam sürdürülebilir. Diğer beslenme önerileri için beslenme kategorimize göz atabilirsiniz. Read the full article
#Çölyakhastalarıneleryemeli?#Çölyakhastalarıneleriyememelidir?#Çölyakhastalarınaneleryasaklanmıştır?#Çölyakhastalığıbelirtilerinelerdir?#Çölyakhastalığıçeşitlerinelerdir?#Çölyakhastalığınasılgeçer?#Çölyakhastalığınedir?#Çölyakhastalığıtedaviyöntemlerinelerdir?#Çölyakhastalıklarıglutenyiyebilirmi?#Çölyaknedir?
0 notes
Text
Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu (Akut) Nedir? Çeşitleri Nelerdir?
Soğuk algınlığı olanlar akut solunum yolu enfeksiyonlarını (ÜSYE) duymuştur. Akut üst solunum yolları enfeksiyonu , üst solunum yolunda gerçekleşen bulaşıcı bir enfeksiyona verilen isimdir. Üst solunum yolunun kapsamına burun, boğaz, yutak, gırtlak ve bronşlar girer. Soğuk algınlığının en çok neden olduğu tanı ÜSYE(Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu) tanısıdır. Diğer ÜSYE tipleri içinde ise farenjit, sinüzit, trakeobronşit ve epiglottit yer alır. İnfluenza ise bir üst solunum yolu enfeksiyonu değildir, zira influenza sistemik bir hastalıktır.
Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonuna Neler Neden Olur?
Virüslerin solunum yolu enfeksiyonuna yol açmasının yanında bakteriler de akut ÜSYE’ ye neden olabilir. Solunum yolu enfeksiyonuna neden olan virüsler şunlardır: Rinovirüsler Adenovirüsler Coxsackievirüsler Parainfluenza virüs grubu Solunum sinsityal virüsleri İnsan metapneumo virüsleri Ayrıca son zamanlarda adından sıkça söz ettiren korona virüs ailesinin de üst solunum yolları enfeksiyonuna neden olduğu bilinmektedir. Üst solunum yolu enfeksiyonuna neden olan bakteriler ise şunlardır; A Grubu beta-hemolitik Streptokoklar C Grubu beta-hemolitik Streptokoklar Corynebacterium difteria (difteri olarak da bilinir) Neisseria gonorrhoeae (bel soğukluğu olarak bilinir) Chlamydia pneumoniae (diğer adıyla ‘klamidya’)
Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Türleri
Üst solunum yolu enfeksiyonu görünüm tipleri üst solunum yolu enfeksiyonu için en sık görünen tanılara göre sınıflandırılmıştır. Soğuk algınlığına ek olarak, başka ÜSYE tipleri de bulunur: Sinüzit Sinüzit, sinüslerin iltihaplanması yoluyla ortaya çıkan bir üst solunum yolları enfeksiyonu tipidir. Epiglotitid Epiglottis, trakea(nefes borusunun) üst kısmı olan epiglotisin iltihaplanması ile ortaya çıkar. Solunum yolunu akciğerlere girebilecek zararlı parçalardan korumayı sağlar. Epiglotisin şişmesi tehlikeye işarettir çünkü nefes borusuna sağlanan hava akışını engelleyebilir. Larenjit Larenjit, gırtlak veya ses tellerinin iltihaplanmasına neden olan üst solunum yolu enfeksiyonu türüdür. Bronşit Bronş keseciklerinin iltihaplanması durumu bronşite yol açar. Sağ bronşival ve sol bronşiyal tüpler nefes borusundan ayrılır ve akciğerin sağ ve sol kısımlarına gider.
Akut Solunum Yolları Enfeksiyonu Risk Faktörleri
Makalenin bu kısmında kimlerin akut üst solunum yolu enfeksiyonu ile karşılaşma riskinin arttığı ortamlardan bahsedilecektir. Soğuk algınlığı, hemen hemen her ülkede doktora gitme sebeplerinin en yaygın nedeni olarak bilinir. Akut üst solunum yolu enfeksiyonu aerosol damlacıklarının havaya yayılması veya doğrudan elden temas yoluyla bir kişiden kişiye bulaşabilir. Bu durumlarda risk daha fazla artar: Hasta olan bir insan, örtmeden hapşırırsa veya öksürürse virüs içeren burun ve ağız damlacıkları havaya püskürtülür ve yayılır. İnsanlar kapalı bir alanda veya kalabalık koşullarda risk faktörü daha da artar. Bilhassa hastanelerde, resmi veya özel kurumlarda, okul ve kreşlerde bulunan insanlar, yakın temasta olmaları nedeniyle üst solunum yolları enfeksiyonu olma riskleri daha fazladır. Enfeksiyon, enfekte olmuş parçacıklar burna veya gözlere temas edildiğinde daha hızlı yayılır. Virüsler kapı kolu gibi her türlü nesnede varlığını sürdürebilir. Özellikle sonbahar veya kış aylarında, insanlara bulaşma riski daha yüksektir. Isıtma sistemleri(Soba, Kalorifer, Klima) ortamdaki nemi azaltır bu durum da üst solunum yolu enfeksiyonuna neden olan birçok virüsün ortamda bulunmasına imkan sağlar. Zayıf bir bağışıklık sistemine sahip olanların üst solunum yolu enfeksiyonundan etkilenme ihtimalleri ise daha fazladır.
Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri
Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Belirtileri
Burun akıntısı, burunda tıkanma, hapşırık, öksürme ve fazla mukus üretimi üst solunum yolları enfeksiyonun en ayırt edici semptomları arasındadır. Bu semptomlara ise üst solunum yolunda bulunan mukoza zarında meydana gelen iltihap neden olur. Diğer semptomlar şunları içerebilir: ateş, yorgunluk hissi, başta ağrı, yutma esnasında ağrı, hırıltılı soluma… Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Teşhisine Nasıl Karar Verilir? Solunum yolları enfeksiyonu kolayca teşhis edilebilir. Yukarıda bahsedilen semptomlara sahip olanların doktora görünmeleri üst solunum yolları enfeksiyonu tanı ve tedavisinde büyük kolaylık sağlayacaktır. Çoğu üst solunum yolları enfeksiyonu , kişinin tıbbi geçmişine bakmak suretiyle ve fiziki muayene yapılarak teşhis edilir. ÜSYE teşhis etmek adına kullanılan testlerin şunlar olduğu söylenebilir: Boğaza bakma: Hızlı antijen tespiti ile, grup A beta-hemolitik strep bakterileri en hızlı teşhisi sağlayan yöntemdir. Lateral Boyun Röntgeni: Bu test ile, nefes almakta güçlük çeken hastalarda epiglotitin tespiti ve giderilmesi söz konusudur. Göğüs Röntgeni: Doktor pnömoniden(zatürre) şüphelenirse bu teste karar verebilir. BT Taraması: Bu test sinüzit teşhisinde kullanılan bir yöntemdir.
Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Tedavi Süreci
Üst solunum yolları enfeksiyonları genellikle belirtilerin ortadan kaldırılması yoluyla tedavi edilir. Bazı insanlar belirtileri azaltmak veya hastalık sürecini kısaltmak için öksürük gidericiler, balgam söktürücü ilaçlar ve C vitamini ile çinko takviyesi kullanımından yararlanır. Diğer tedaviler ise şunları içerebilmektedir: Nazal Dekonjestanlar: Bunlar nefes almayı iyileştirebilir. Ancak tedavi sık tekrarlandığında sonradan daha az etkili olabilme riskine sahiptir ve sık burun tıkanıklıklarına neden olabileceği belirtilmektedir. Buhar Soluma ve Tuzlu Su ile Gargara: üst solunum yolları enfeksiyonu belirtilerinden kurtulmak için güvenli yoldur. Sağlığa herhangi bir zararı gözlemlenmemiştir. Yaklaşık 500 mL suya 1 çay kaşığı tuz katılıp bu suyu ağza ve burna çekmek veya gargara yapmak en risksiz tedavi yöntemlerindendir. Asetaminofen Grubu ilaçlar ve NSAID grubu gibi Analjezikler: Ateş ve ağrıları azaltmak için yardımcı olabilen üst solunum yolları enfeksiyonu tedavi yöntemidir. Öksürük giderici, balgam söktürücü, C vitamini, çinko takviyeleri ve buhar inhaleri için eczacıya veya doktora danışmak daha etkili olacaktır.
Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları Önleyici Tedbirler
Üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı en iyi koruma yöntemi, su ve sabunla sık sık el yıkanmasıdır. Elleri yıkamak, enfeksiyonun yayılmasına neden olacak durumları azaltır ve enfeksiyon sebeplerine tekrar maruziyeti azaltacaktır. Bunun dışında; Üst solunum yolları hastalığı bulunan insanlarla yakın temasta bulunmaktan kaçınılmalı Evde veya aynı ortamda bulunan üst solunum yolları enfeksiyonu olan kişiler tarafından dokunulmuş olabilecek uzaktan kumanda, telefon ve kapı kolu gibi nesneler silinmeli. Hasta olan kişi ağzını ve burnunu bir maske yoluyla örterek üst solunum yolu enfeksiyonuna neden olan virüsleri yayılmasını önlemeli. Hasta kişiler mümkün olduğunca evde kalmalı.
Üst Solunum Yolları Enfeksiyonu Alternatif Tedavi Yöntemleri
Akut üst solunum yolları enfeksiyonu sorunu bulunanlar bir doktora danıştıktan sonra bazı bitkisel tedavi yöntemleri ile vitamin, mineral takviyelerini kullanabilirler. Üst Solunum Yolu İltihabına iyi gelen bitki ve mineraller; Ekinezya Ekinezyanın üst solunum yolları enfeksiyonu tedavisi için olumlu sonuçlar verdiği bilinmektedir anca astım rahatsızlığı bulunanlar ekinezya kullanırken dikkat etmelidir zira ekinezya astım hastalarında alerjik reaksiyonlara sebep olabilmektedir. Çinko Takviyesi Öncelikle çinko takviyesi için doktor veya eczacılara danışılmalıdır. Çinko takviyesinin soğuk algınlığı riskini azalttığı gözlemlenmiştir. Özellikle uzun süreli çinko takviyesi alınması halinde soğuk algınlığına yakalanma oranlarının düştüğü gözlemlenmiştir. Ancak çinkonun ağızda bırakacağı tatsızlık hissi ve mide bulantıları bu takviyeyi alırken göze alınmalıdır. C Vitamini Bilinenin aksine soğuk algınlığı veya üst solunum yolları enfeksiyonuna yakalandıktan sonra C vitamini takviyesinin alınmasının soğuk algınlığına gözle görünür bir faydası dokunmamaktadır. Ancak yapılan bazı çalışmalarda aktif spor yapanlardan C vitamini takviyesi kullananlar ile hastalığa yakalanmadan C vitamini takviyesi alanlarda soğuk algınlığı ve üst solunum yolları enfeksiyonu oranlarının düştüğü gözlemlenmiştir. Read the full article
#üstsolunumyoluenfeksiyonuantibiyotikleri#üstsolunumyoluenfeksiyonubebeklerde#üstsolunumyoluenfeksiyonubitkiseltedavi#üstsolunumyoluenfeksiyonuicd#üstsolunumyoluenfeksiyonuicdkodu#üstsolunumyoluenfeksiyonuilaçisimleri#üstsolunumyoluenfeksiyonuilaçtablet#üstsolunumyoluenfeksiyonuilacı#üstsolunumyoluenfeksiyonuilaçları#üstsolunumyoluenfeksiyonupdf
0 notes
Link
Dikkat! Öksürük kanserin sinyalini veriyor. En yaygın ve ölümcül kanser türlerinden biri olan akciğer kanserinin de tüm kanser türlerinde olduğu gibi tanısı ne kadar erken konulursa, tedavi başarısı o kadar artar. Bu sebeple akciğer kanseri belirtilerini bilmek herkes için hayati öneme sahiptir. Akciğer kanserinde ölüm oranının fazla olmasının nedenini hastaların belirtileri dikkate almadığı için geç teşhis konulması, dolayısıyla tedaviye geç başlanması olduğunu söyleyen Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferah Ece “Akciğer kanseri belirtileri genellikle hasta tarafından pek dikkate alınmaz. Örneğin hasta çıkardığı balgamın sigaraya bağlı olduğunu düşünür. Sırt ağrısını ise kas ağrısı olarak yorumlayıp hekime başvurmakta gecikebilir. Yine balgamda kan olmasının, fazla öksürükten sonra boğazda tahriş nedeniyle olduğu düşünülür. Halbuki balgamdan gelen en ufak bir kanda doktora başvurmak gerekir” diyor. Akciğer kanseri nasıl bir hastalıktır? Akciğer kanseri, akciğer dokularındaki özellikle de hava yollarını döşeyen hücrelerin kontrolsüz çoğalması sonucunda oluşur. Böylece çevre dokuda hasar ya da akciğerde fonksiyon kaybı meydana gelir. Bu kontrolsüz çoğalma akciğer dışındaki organlara yayılmayla da (metastaz) sonuçlanabilir. Ölüm oranı oldukça yüksek olan bu kanser türünün en sık nedeni uzun süreli olarak tütün dumanına maruz kalmaktır. Ek olarak genetik faktörler, radon gazı ve asbest maruziyeti, hava kirliliği gibi faktörler de sorumlu tutulur. Hangi belirtiler akciğer kanserini düşündürmelidir? – Nefes darlığı – Uzun süren öksürük – Kanlı balgam çıkarma – İştahsızlık, kilo kaybı – Sırt ağrısı en sık karşılaşılan şikayetlerdir. Bu yakınmaları olan hastaların mutlaka hekime başvurmaları gerekir. Akciğer kanserinde ölüm oranı neden fazla? Akciğer kanseri belirtileri genellikle hasta tarafından pek dikkate alınmaz. Örneğin hasta sigara içtiği için öksürüğünün veya balgam çıkarmasının sigaraya bağlı olduğunu düşünür. Sırt ağrısını ise kas ağrısı olarak yorumlayıp hekime başvurmakta gecikebilir. Yine balgamda kan olmasının, fazla öksürükten sonra boğazda tahriş nedeniyle olduğu düşünülür. Hekime geç başvurulduğu için de akciğer kanseri genellikle geç teşhis edilir. Akciğer kanserinde risk faktörleri Sigara: Kanserin gelişmesi kişinin içtiği günlük sigara adedine, ne kadar zamandır içtiğine ve ne kadar derin içine çektiğine bağlıdır. Puro ve pipo: Puro ve pipo kullananlar kanser gelişimi açısından sigara içmeyenlere göre daha fazla risk altındadırlar. Çevresel tütün içimi (Pasif içicilik): Kanser gelişme riski çevresel tütün içimine maruz kalındığında artar. Buna gönülsüz içicilik ya da pasif içicilik denir. Radon: Radon görünmez, kokusuz ve tatsız, toprak ve kayalardan oluşan radyoaktif bir gazdır. Akciğerleri etkileyerek kansere neden olabilir. Asbestoz: Asbestoz değişik endüstrilerde kullanılan doğal lifler olarak bulunan bir mineral grubunun adıdır. Asbest lifleri kolaylıkla küçük parçalara ayrılarak solunumla akciğere giderek hasar oluştururlar ve akciğer kanserine neden olabilirler. Çevresel kirlilik: Yaşadığımız çevredeki petrol ürünlerinin neden olduğu hava kirliliği ile akciğer kanseri arasında ilişki bulunmuştur. Kişisel hikaye: Daha önce akciğer kanserine yakalanan bir kişinin tekrar akciğer kanseri olma ihtimali, daha önceden akciğer kanseri hikayesi olmayan birine göre daha yüksektir.
0 notes
Text
Akut otitis media – orta kulak iltihabı
Akut otitis media (AOM) orta kulak ve temporal kemiğin havalı boşlukları ile östaki tüpünü örten mukozanın ani başlangıç gösteren enfeksiyonu olup çocukluk çağının en yaygın hastalıklarından biridir. ��ocukların büyük çoğunluğu 3 yaşına kadar en az bir kez AOM atağı geçirmektedirler. Hastalığın etyopatogenezinde gerek çocuğun kendisinden gerekse çevreden kaynaklanan çok sayıda faktör rol oynamaktadır.
Sıklık AOM herhangi bir yaşta görülebilir, fakat genel olarak çocukluk çağı hastalığı olup sıklıkla 3 ay ile 3 yaş arasında görülür. AOM insidansı 6 ve 11 aylar arasında pik yapar. Bir yaşına kadar çocukların % 60’ı en az bir kez, %17’si en az 3 kez AOM atağı geçirirken, 3 yaşına kadar çocukların %50-85’i AOM geçirmiş olurlar. Erken yaşta geçirilen AOM’nin rekürren ataklar için bir risk faktörü olabileceği öne sürülmüştür. İlk iki yaşta AOM sıklıkla bilateraldir ve kız erkek çocuklardaki prevalansı arasında fark yoktur. Beş yaşından sonra AOM genellikle tek taraflı olur ve iki yaşından büyük çocuklarda prevalansı erkek çocuklarda daha fazladır. Finlandiya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan popülasyon-bazlı çalışmalarda son 10-20 yılda AOM insidansında artma tespit edilmiş ve bu durumun çocukların kreşe gönderilmesindeki artışla bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Evde bakımı yapılan çocuklara göre kreşe giden çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonu ve dolayısıyla AOM daha sık görülmektedir. AOM sıklıkla iyi bilinen bir risk faktörü olan viral solunum yolu enfeksiyonlarının artış gösterdiği sonbahar ve kış aylarında daha sık görülür.
Patogenez ve Risk Faktörleri AOM orta kulak ve ekli boşluklarının enfeksiyöz hastalığıdır. Patogenezinde rol oynayan en önemli faktörler enfeksiyon, östaki tüpü disfonksiyonu, immatür immün sistem ve alerjidir. Östaki tüpü orta kulağın sağlığı açısından kritik bir role sahiptir. Östaki tüpü hava ile orta kulak arasındaki basınç farkını dengeler (ventilasyon), nazofarengeal basınç farklılıklarına karşı, asendan sekresyon ve patojenlere karşı korur (koruma), sekresyonları ve debrisleri nazofarenkse doğru temizler (klerens). İnfantlar ve küçük çocuklar AOM’ye daha yatkındırlar, çünkü östaki tüpleri daha kısa, esnek, horizontal ve fonksiyonel olarak zayıftır.
Prof. Dr. İsmet BAYRAMOĞLU
Östaki tüpünün matürasyonu yavaş ilerleyen bir süreçtir ve 6-7 yaşından sonra AOM insidansının azalmasını açıklayabilir. Çoğu olguda AOM östaki tüpünde konjesyona yol açarak ventilasyon, klerens ve drenaj fonksiyonlarını bozan ve nazofarenksi içine alan viral bir üst solunum yolu enfeksiyonu ile başlar. Bunu takiben, nazofarenkse kolonize olan potansiyel olarak patojen organizmalar (virüs ve bakteri) orta kulak boşluğuna giriş kapısı bulmuş olurlar ve çoğalırlar. Bakteriler klinik bulgulardan sorumlu olan inflamatuar cevabı uyarırlar. AOM’nin patogenezi şekil 1’de özetlenmiştir. Bu immün cevap antibiyotik tedavisi ile veya tedavisiz enfeksiyonu eradike eder ve akut semptomları giderir.
AOM’nin risk faktörleri arasında kreş ortamı (çocuk sayısı ile risk korele), ailede rekürren otitis media hikayesi, adenoid hipertrofisi, ilk otitis medianın erken yaşta olması, anne sütü almama, yaş, genetik predispozisyon, kalabalık aile ortamı, mevsim yer almaktadır. Erkek cinsiyet, emzik kullanma, sigara dumanı maruziyeti ve düşük sosyoekonomik seviye gibi faktörler de vurgulanmıştır fakat bunların rölatif riski daha azdır ve üzerinde tartışmalar devam etmektedir.
Yakın zamanda yapılmış bir ��alışmada pasif sigara içiciliği ile artmış AOM riski ilişkilendirilememesine rağmen, bir diğer çalışmada pasif ve gestasyonel sigara maruziyeti olan çocuklarda kulak enfeksiyonunun daha sık görüldüğü gösterilmiştir. Östaki tüpüne temas eden gastrik içeriğin ciddi östaki disfonksiyonuna ve orta kulak hastalığına yol açtığı gösterilmiştir. Bin üç yüz yetmiş üç ikizin dahil edildiği bir çalışmada kalıtımın otitis media ve östaki tüpü disfonksiyonu için risk faktörü olduğu gösterilmiştir.
AOM patogenezinde rol oynayan bakteri türleri son 20-30 yılda belirgin bir değişiklik göstermemiştir. Streptococcus pneumonia, Moraxella catarrhalis ve Haemophilus influenza AOM’de en öne çıkan patojenlerdir. A Grubu Beta hemolitik streptokoklar, Staphylococcus aureus ve anaerobik bakterilere ise daha az sıklıkta rastlanır. Ancak, yeni doğan dönemindeki çocuklarda, AOM’ye sıklıkla Gram (-) basiller (E. coli, Klebsiella grubu ve P. aeruginosa) sebep olur. Bluestone ve ark. 1996 yılında yaptığı bir çalışmada AOM’li olgulardan elde edilen orta kulak aspiratlarının kültür sonuçları şekil 2’de verilmiştir. Streptococcus pneumonia olguların % 35’inde yer alır ve halen en belirgin patojendir. Bu organizma sıklıkla otalji ve ateşin sebebidir ve medikal tedavi verilmeden rezolüsyon eğilimde değildir. Virüsler tek başına veya bakteriyel patojenlerle birlikte AOM’nin sebepleri arasında yerini almaktadır.
Tüm solunumsal virüsler olaya dahil olabilir fakat viral otitis mediaya sıklıkla respiratuar sinsityal virüs veya rinovirüsler sebep olur. Viral enfeksiyonlar otitis medianın klinik ve bakteriyel sonuçlarını kötüleştirmektedir. Virüslerin orta kulaktaki inflamasyonu hangi yolla kötüleştridikleri henüz net değildir fakat viral koenfeksiyonlu bakteriyel otitis mediada bazı inflamatuar medyatörler sadece baktetiyel kaynaklı otitis mediaya göre daha yüksek seviyede bulunmuştur.
Akut Otitis Medianın Klinik Özellikleri Çocuklarda kulak ağrısı AOM’nin en önemli belirtisidir. Literatürde AOM’de görülen kulak ağrısı oranı %21 ile %83 arasında değişmektedir. Kulak ağrısı AOM’ye özgü bir belirti olmasa da AOM tanısı koymada kullanılan tek değerli belirtidir. Bir olguda kulak ağrısıyla beraber, kulakta dolgunluk hissi, işitme kaybı ve dengesizlik gibi yakınmaların olması AOM lehinedir. İki yaş altı çocuklarda kulak ağrısı daha seyrektir. İki yaş altı çocuklarda huzursuzluk, sürekli ağlama, letarji, uykuya meyil, hasta kulakla oynama, iştahsızlık, ateş ve kusma daha belirgin yakınmalardır. Öksürük ve rinit semptomlarının AOM ile birlikteliği sıktır çünkü olguların % 50-76’sı üst solunum yolu ile ilişkilidir. Ateş de kulak ağrısı gibi AOM’de değişken bir bulgudur. Yapılan çalışmalarda AOM’de ateş görülme oranı % 21 ile % 84 arasında değişmektedir. Kulak akıntısı perforasyonun işaretidir. Perforasyonla birlikte ateş varsa düşer, ağrı azalır, huzursuzluk varsa ortadan kalkar. İşitme kaybı büyük çocuklarda ve erişkinlerde öne çıkan bulgu olabilir.
AOM’nin evreleri AOM’nin hiperemi evresi, eksudasyon evresi, süpürasyon evresi, erime evresi ve komplikasyon evresi olmak üzere beş klinik evresi vardır.
Hiperemi Evresi: Patojenin orta kulağa gelmesi ile ortaya çıkan ilk değişiklik ödem ve kapillerlerdeki dolgunluktur. Hastada bu sırada kulakta dolgunluk hissi ve hafif işitme kaybı olabilir. Hastalarda hafif ateş ve kulak ağrısı olabilir. Küçük çocuklar kulak ağrısını ifade edemeyebilirler. Otoskopik muayenede, kulak zarında hiperemi görülür.
Eksüdasyon Evresi: Olayın ilerlemesi ile orta kulak ve havalı boşlukların mukozası lökositlerle infiltre olur ve bunun arkasından orta kulak, EB ve mastoid hücrelerin mukozasındaki damarlardan serum, fibrin ve şekilli kan elemanlar orta kulak ile mastoid hücrelere transude olmaya başlarlar; orta kulakta basınçlı pürülan bir efüzyon birikir. Bakterilerin toksik etkisi ile ateş yükselir; kulak ağrısı şiddetlenir ve iletim tipi işitme kaybı belirginleşir. Bu devrede kulak zarı bütünü ile hiperemiktir, ödemlidir ve bombedir. Kulak ağrısı bu devredeki en bariz yakınmadır. Kulak ağrısını ifade edemeyen çocuklarda huzursuzluk, ağlama yemek yeme ve uyku düzeninde bozulma ortaya çıkar.
Süpürasyon Evresi: Orta kulak ve mastoid boşlukta toplanan ve östaki tüpünün tıkanması ile drene olma olanağını kaybeden efüzyonun ve mirinjitin etkisi ile kulak zarı kendiliğinden delinir. Başlangıçta kanlı olan pürülan akıntı olur. Perforasyonun meydana gelmesi ile birlikte, ağrı hızla azalır ve ateş düşer; kulak zarındaki ödem kaybolur; kırmızı renk açılır. Ancak iletim tipi işitme kaybı orta kulaktaki efüzyon tam olarak kaybolana kadar devam eder.
Erime (Koelesan mastoidit) Mastoiditi Evresi: Günümüzde etkin antibiyotik tedavileri ile AOM’lerin büyük bir kısmı en fazla süpürasyon devresine kadar ilerler ve iyileşmeye başlar. Ancak, % 1-5 olguda mastoid bölgedeki enfeksiyon ve inflamasyon devam eder. Mastoid hücre mukozasında hipertrofi ve mastoid hücrelerinin içinde basınçlı pürülan efüzyon gelişir; zamanla hücreler arasındaki kemik dokuda dekalsifikasyon ve erime ortaya çıkar. Hücreler birbiri ile birleşerek geniş boşluklar yaparlar. Bu boşluklar, hipertrofik mukoza, granulasyon dokusu ve pürülan efüzyon ile doludur. Başlangıçta eksüdasyon evresinde görülen belirtiler hafif haliyle görülür. Özellikle geceleri artan gündüzleri ise azalan az bir akıntı sürekli vardır. İletim tipi işitme kaybı artarak devam eder. Ancak, mastoiddeki erime ilerledikçe ve burada biriken pürülan efüzyon arttıkça ateş yükselir; ağrı, halsizlik, iştahsızlık ve huzursuzluk tekrar ortaya çıkar. Çocuklarda, dış kulak yolu arka üst duvarında yumuşama izlenir. Kulak arkasında ve mastoid üzerinde kızarıklık ve şişlik olabilir.
Komplikasyon Evresi: Komplikasyonlar enfeksiyon ve inflamasyonun orta kulak ve mastoid boşluğun dışına taşması ile ortaya çıkarlar. AOM’nin komplikasyonları intratemporal ve intrakraniyel olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir. Mastoidit, subperiosteal abseler, petröz apesit, labirentit, labirent fistülü ve fasiyal paralizi intratemporal komplikasyonlar arasında yer alırken, menenjit, lateral sinüs trombozu, intrakraniyel abseler intrakrniyel komplikasyonlardır.
Tablo 1. AOM’nin evreleri
EVRE
Patoloji
Klinik
Fizik muayene
Hiperemi
OK ve ÖT mukozasında hiperemi ve ödem
Dolgunluk, İTİK, hafif kulak ağrısı, hafif ateş
KZ’ında lokalize hiperemi
Eksudasyon
OK, ÖT ve mastoid hücre mukozal damarlarından ekzüdasyon
Ateş, şiddetli kulak ağrısı, İTİK, huzursuzluk
Bombe, tamamen hiperemik, ödemli, şarap renginde KZ
Süpürasyon
ÖT tıkanıklığı, basınçlı efüzyon ve mirinjit nedeniyle KZ delinir
Pürülan akıntı, ağrı azalır, ateş düşer, İTİK devam eder
Genellikle pars tensada küçük perforasyon ve pürülan akıntı
Erime
Mastoid hücrelerde enfeksiyon, inflamasyon ve erime
Eksüdasyon evresindeki belirtiler başlangıçta daha hafif olarak görülür, daha sonra şiddetlenir
Kulak arkasında şişlik, DKY arka duvarında yumuşama ve pürülan akıntı
Komplikasyon
Enfeksiyon ve inflamasyon OK ve mastoid boşluğun dışına taşar
Değişken
Değişken
Tablo 2. AOM’nin komplikasyonları
Intratemporal
İntrakraniyel
Mastoidit (en sık)
Subperiosteal abde
Mastoid (postauriküler)
Zigomatik
Bezold
Petröz apezit
Labirentit
Seröz
Süpüratif
Labirent fistülü
Fasiyal paralizi
Menejit (en sık)
Lateral sinüs trombozu
Otitik hidrosefali
İntrakraniyel abse
Epidural
Subdural
Parenkimal
AOM’de Tanı AOM’li çoğu olguda hikaye ve fizik muayene doğru tanı için yeterlidir. AOM’nin otoskopisi tipiktir, hastalığın evresine göre kulak zarının görünümü farklılık gösterir. AOM’de tanı için üç unsur gereklidir: hastalığın aniden başlaması, orta kulakta efüzyon bulunması ve orta kulak inflamasyonunun belirti ve bulguları. Bunların içinde kulak zarının bombeleşmesi en fazla prediktif değere sahiptir. AOM’nin bazı klinik bulgu ve belirtileri bazı patojenlerle ilişkilendirilmiştir. S.pneumonianın diğer patojenlerden farklı olarak yüksek ateş, daha fazla bombeleşme ve yüksek periferik lökosit sayısına sebep olduğu ve H.influenzanın sıklıkla konjuktivit ile beraber olduğu bildirlmektedir. Ek tanısal çalışma tanıdan emin olunmadığında, tedavi yetersiz kaldığında ve komplikasyon şüphesi olduğunda yapılır. Tanısal işlemler arasında pnömotik otoskopi, timpanometri, odyometri ve akustik reflektometre gibi odyolojik incelemeler, magnetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi gibi radyolojik incelemeler, cerrahi işlemler (miringotomi, timpanosentez) ve mikrobiyolojik incelemeler yer alır.
AOM’nin Medikal Tedavisi AOM spontan iyileşmenin yüksek olduğu bir enfeksiyondur. Yakın dönemde yapılan meta-analizlerde çocukların yaklaşık %80’inin antibiyotik verilmeden semptomatik tedavi ile 2-14 gün içinde komplikasyon gözlenmeden spontan klinik düzelme gösterdiği bildirilmiştir. Gözlemsel ve randomize çalışmalarda plasebo ile tedavi edilen veya ilaç kullanmayan AOM hastalarının % 70-90’ı 7-14 gün içinde spontan olarak düzeldikleri gösterilmiştir. Ayrıca akut mastoidit insidansının %0.1’den az olması antibiyotik kullanılmayan olgularda komplikasyon ve sekel insidansında artış olmadığını göstermektedir. Yüksek spontan iyileşme oranı hastaların bir kısmının öncelikle takip edilmesini gerektirmektedir ve günümüzde pek çok ülkede AOM için sadece ağrı tedavisi verilirken antibiyotik tedavisi sadece dirençli olgulara saklanmaktadır.
Antibiyotik tedavisi kararı verilirken hangi hastanın bu tedaviden yarar göreceği, hangisinin görmeyeceği yüksek spontan iyileşme nedeniyle günümüzde bilinememektedir. Özellikle merkezi ve kuzey Avrupa ülkelerinin bazılarında 2 yaşından büyük çocuklarda, eğer ateş ve ağrı çok yüksek değil ise, hasta 3 gün antibiyotiksiz olarak izlenmekte ve eğer hastanın bulgu ve belirtileri 3. günden sonra hala devam ediyorsa o takdirde ampirik olarak antibiyotik verilmektedir. Amerikan Pediatri Akademisi ve Amerikan Aile Hekimliği Akademisi bir guideline yayınlamış ve yaşa göre düzenlenmiş AOM yaklaşımını önermiştir. (Tablo 3)Bu önerilere göre 6 aydan küçük tüm çocuklara AOM tanısı şüpheli olsa da antibiyotik tedavisi verilmelidir. 6 ay ile 2 yaş arasındaki çocuklarda tanı kesin değilse ve semptomları şiddetli değilse takip önerilmektedir. 2 yaş üstü çocuklara ise tanı kesin olsa bile semptomları şiddetli değilse takip önerilmektedir.
Medikal tedaviye karar verildiğinde antimikrobiyal ajan seçilirken klinik ve mikrobiyolojik etkinliğine, yan etkisinin ve toksisitesinin olmamasına veya az olmasına, dozajına ve fiyatına dikkat edilir. AOM’de kullanılacak ilaç orta kulağa çok iyi geçmeli ve en sık etken olan patojenleri eradike etmelidir. Günümüzde AOM’nin etiyolojisindeki tüm patojenleri eradike eden bir ilaç yoktur. Tedavi çoğu zaman ampiriktir ve en sık görülen bakteriler düşünülerek verilir. S. pneumoniaya (penisiline duyarlı olmayan fakat yüksek doz amoksisilin ile eradike edilebilen suşlar dahil) karşı olan etkinliği ve iyi farmakoterapi profili ile amoksisilin komplike olmayan AOM’de halen ilk tercihtir. Dirençli pnömokoklar açısından orta riskli çocuklar için önerilen doz 45mg/kg/gün iken, yüksek riskli çocuklarda orta kulakta maksimum konsantrasyonuna ulaşmak için önerilen doz 80-90 mg/kg/gündür. β laktamaz üreten bakteriler (M. catarrhalis ve H. İnfluenza) amoksisilin tarafından tam olarak eradike edilemese de bu organizmaların sebep oldukları enfeksiyon daha zararsızdır ve sıklıkla olaysız düzelir. Eğer hasta amoksisilin tedavisini, penisilin alerjisi nedeniyle kullanamıyorsa, günümüzde birinci basamak ilaç tedavisi için alternatif ilaçlar eritromisin, trimetopirim-sulfometeksazol ve azitromisindir. Antimikrobiyal tedaviden 72 saat sonra semptomlarda düzelme olmazsa tedavinin başarısızlığından söz edilmektedir. Bu durumda ikinci basamak tedaviye geçilir. Hasta son bir ay içinde ve halihazırda amoksisilin kullanım hikayesinde ve etken patojenlerin farklılığı nedeniyle yenidoğan döneminde ikinci basamak antibiyotikler doğrudan ilk tercih olarak verilebilir. Amoksisilin-klavulanik asit, sefuroksim aksetil ve intramuskuler seftriakson ikinci basamak tedavi seçenekleri arasındadır. İki yaşından büyük çocuklarda ve hafif olgularda daha kısa süreli tedavi uygun olmasına rağmen kullanılan antimikrobiyal ajana bağlı olarak tedavi süresi tipik olarak 10 gün kadardır. Azitromisin tedavisi 5-7 gün verilir.
Tablo 3. Çocuklarda AOM tedavisi için öneriler (34)
Yaş
Kesin tanıb
Şüpheli tanı
<6 ay
Antibiyoterapi
Antibiyoterapi
6 ay-2yaş
Antibiyoterapi
Şiddetli ise antibiyoterapi
Hafif ise takipa
≥2 yaş
Şiddetli ise antibiyoterapi
Hafif ise takipa
Takip
a Şiddetli hastalık orta-şiddetli kulak ağrısı veya ateş
b AOM’nin kesin tanısı 3 kriteri gerektirir:(1) ani başlangıç, (2) orta kulakta efüzyon bulguları, (3) orta kulak inflamasyonun belirti ve bulguları
AOM’de Cerrahi Tedavi Dikkatli gözlem ve medikal tedavi AOM’ye yaklaşımda ilk basamak olmasına rağmen rekürren AOM ile osteit ve mastoidit gibi süpüratif komplikasyonlarda cerrahi tedavi düşünülmelidir. AOM tedavisinde timpanostomi tüpü ile veya tüpsüz miringotomi, timpanosentez ve adenoidektomi gibi cerrahi modaliteler kullanılabilir. (Şekil 6) Yapılan çalışmalarda antibiyotik tedavisiyle veya tek başına miringotominin antibiyotik tedavisine üstünlüğü gösterilememiştir. (33) Dolayısıyla timpanosentezin primer değeri antibiyotik tedavisini yönlendirebilen kültüre olanak sağlamasıdır. Kültür septisemi olasılığı varsa, ikinci basamak antibiyotiklere geçilmesine rağmen iyileşme sağlanamadıysa, temporal kemik veya kafa içi komplikasyonu olasılığı ortaya çıktıysa ve belirli sistemik hastalığı olan çocuklarda endikedir.
AOM’nin Önlenmesi Konjuge pnömokokkal aşılar AOM olgularını %6-8 azaltırlar, dolayısıyla aşı ile ilişkili suşların sebep olduğu AOM %56-67 azalmaktadır. Aşılanan çocukların aşılanmayanlara göre % 20.1 daha az ventilasyon tüp tatbikine ihtiyaç duydukları gösterilmiştir. Bununla birlikte konjuge pnömokokkal aşılar rutin uygulamaya geçince pnömokokların yerini aşı ile ilişkisiz pnömokok suşları veya H. İnfluenza veya M. Catarrhalis’in aldığı bildirilmiştir Bu çalışmalarda pnömokokkal AOM sayısı azalırken dirençli AOM ve AOM tedavi başarısızlıkları ile beraber β-laktamaz üreten suşları ön planda olmak üzere H. influenzaya bağlı AOM sayısının arttığı bildirilmiştir.Günümüzde konjuge pnömokok aşısı 2 yaşından küçük çocuklara ve rekürren AOM için ciddi risk faktörleri taşıyan büyük çocuklara önerilmektedir.
Değiştirilebilen risk faktörleri hastanın ailesi tarafından azaltılmalıdır. Sigara dumanı maruziyeti ortadan kaldırılmalı ve emzik kullanımı kısıtlanmalıdır. Kreş ortamındaki grup küçültülmeli ve alerji şüphesi varsa değerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir.
source https://saglik.kocaali.com/akut-otitis-media-orta-kulak-iltihabi/
0 notes
Photo
Sağlıklı nefes alıp verebiliyor muyuz?
Harran Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kliniği hocalarından Dr.Şerif Kurtuluş yaptıkları çalışmalar hakkında bize bilgi verdi. İki yıl önce Harran ilçesi ve köylerini “ilaçlama-pestisid etkileri” yönünden taradıkları çalışmayla Ulusal kongrede sözlü bildiri ödülünü, geçen yıl ise Ceylanpınar ilçesi ve köylerini “gebe kadınlarda depresyon ve sigara kullanımı” üzerine yaptıkları saha çalışmasında poster birincilik ödülünü Urfa’ya getirdiklerini belirten Dr.Kurtuluş klinik işleyişi hakkında bilgi verdi. Solunum terapisi ( Neurofeedback ) ile nefes analizi kliniğimizde yapılmaktadır. Önce hastanın solunum ve nefes alma ile ilgili durumu saptanır. Sonrasında geliştirme egzersizleri planlanır. Böylelikle nefes alıp verme konusunda bir farkındalık oluşur. Solunum terapisi ile kişide endişe durumu azalır. Endobronşial Ultrasonografi Yani EBUS İşlemi Bölgemizde Yapan Tek Merkez Konumundayız Bazen hastalarımız şikayetleri doğrultusunda lenf bezlerinde büyüme yapan kanser, lenfoma, sarkoidoz, tüberküloz, pnömoni enfeksiyon hastalıkları gibi birçok hastalığın tanısında Bronkoskopi ( FOB ) ve Endobronşial ultrasonografi (EBUS) kullanılmaktadır. Eskiden ameliyat gerektiren bazı hastalar için kullanılmakta. Hem hasta için konforlu ve daha az risk barındırmakta, hem de erken taburculuk ile iş-güç kaybının önüne geçilebilmektedir. Bronkoskopi işleminde havayollarına kamera ile bakılmaktadır. Havayollarını bir koridora benzetirsek varsa kitle görülmekte ve biyopsi yapılmaktadır. Koridor içinde sıkıntı yoksa ve kitlenin koridor dışında olduğunu düşünüyorsak endobronşiyal ultrason devreye giriyor. Ultrasonu koridor duvarına yapıştırıp duvar arkasında varsa kitle ya da lenf bezesi ultrasonografik dalgalarla yeri tespit edilerek iğne gönderiliyor ve örnekleme yapılabiliyor. Bu işlem esnasında hasta tam uyutulmadığı için kendi akciğerinin içini görebilmektedir. Tanısal veya örnekleme yani biyopsi gerekli ( mikrobiyoloji, patoloji gibi ) bölümlere gönderilerek tanı konulabilmektedir. Endobronşial ultrasonografi yani EBUS işlemi bölgemizde yapan tek merkez konumundayız. Altı ay önce aylık 8 vaka ile başladığımız EBUS süreci aylık 37 vakaya ulaştı. Bronkoskopi ile birlikte son 6 aydaki vaka sayısı ise 686’dır. Bu rakam bölgemiz insanının büyük şehirlere gidişine gerek kalmadan tanı ve tedavi sürecini tamamlayabilmesi yönünden önem arz etmektedir. Uyku Kalitesinden Emin Misiniz? Günümüzde az bilinen-sinsi bir hastalık olan Uyku apnesi yani uykuda boğulma hastalığı için tanı tedavi süreci kliniğimiz uyku laboratuvarında başarılı bir şekilde kesintisiz olarak yedi yıldır uygulanmaktadır. Etrafınızda uykudayken nefes durması, horlama, sabah uyandığında güne yorgun başlama, rüya görememe veya kabus görme, gün içinde uyuklama, hatta trafikte kırmızı ışıkta uyuyakalma şikayeti olan varsa mutlaka uyku laboratuvarına (polisomnografi denilen cihaz ile) uyku kalitesini ölçmek amacıyla başvurmalıdır. Halk arasında uykudayken rahmete gitti ya da uykusundan uyanamadı dedikleri hastalıktır aslında uyku apnesidir. “Sigara bıraktıran ilaç yoktur. Sigara bırakmaya yardımcı olan ilaç vardır.” Eskiden şairin-yazarın şiirinde – kitabında veya şarkı sözlerinde yer alan hatta kapak fotoğrafı olarak kullandığı sigara, artık tüm hastalıkların nedeni olduğu gerçeği herkes tarafınca farkına varılmış durumdadır. Tütün endüstrisinin hedefi artık 7-9 yaş grubu çocuklar haline geldiği bir dönemde sigara ile mücadele hepimizin görevi olmalıdır. Daha ötesinde sigarayı bırakmaya çalışan ama zorlanan hastalara sigara bırakma polikliniğimiz ile hizmet vermekteyiz. Psikosoyal düzeyde transaksiyonel yaklaşım ile sigara bırakma desteği sunmaktayız. Sağlık Bakanlığı’nın verdiği ücretsiz ilaçları sigara bırakma polikliniğimizde yazabilmekteyiz. Unutulmaması gereken bir husus “sigara bıraktıran ilaç yoktur.” Sigara bırakma kararı vermiş hastalar için ilaç desteği ile bırakma süreci kolaylaşmaktadır. Sigara bırakmayla birlikte ilk saatlerde vücutta olumlu değişimler başlamaktadır. Bırakmayla birlikte vücudunuz korumanın yanı sıra etrafa olan sorumluluğumuzu da hatırlamış olacağız. Siverek ilçesi ve çevresinde önemli bir halk sağlığı sorunu olan asbest maruziyeti ve mezotelyoma takibi, tarım, hayvancılığın yaygın olması ve sanayileşme yolunda olan Urfamız’da çevresel ve mesleki hastalıklarda tanı, tedavi ve takipleri yapılmaktadır. Diğer Hizmetlerimiz Kliniğimizde solunum fonksiyon laboratuvarı bulunmaktadır. Laboratuvarımızda akım volüm eğrisi, statik akciğer volümleri, difüzyon kapasitesi ve alerji-deri testi yapılabilmektedir. Yoğun bakımda veya serviste yatan hastalara torasentez, noninvaziv mekanik ventilasyon da uygulanabilmektedir. Başhekim Prof.Dr. Mehmet Akif ALTAY: “Biz Buradayız Ve Sizler İçin Varız” Harran Üniversitesi Göğüs Hastalıkları olarak ileri merkezlerde yapılan işlemler kliniğimizde de başarılı bir şekilde yapılmaktadır. Üniversitemiz üst yönetimi ve Bölüm başkanımız Dr.Zafer SAK, Öğretim Üyelerimiz Dr. Şerif KURTULUŞ, Dr. İclal HOCANLI’nın da destekleriyle birlikte biz buradayız ve sizler için varız diyoruz. Bölgemiz insanına, Urfa insanına en iyisi, en öncüsü olma konusunda emin adımlarla gittiğimizi de belirtiyoruz.
Sağlıklı nefes alıp verebiliyor muyuz?
0 notes
Text
Veba Hastalığı
https://bilmisler.com/veba-hastaligi/
Veba Hastalığı
VEBA (Yersinia pestis)
Giriş:
Veba insanlara vektörler aracılığı ile bulaşan, Yersinia pestis’in (Y.pestis) etken olduğu, literatür verilerine göre en virulan bakteriyel enfeksiyondur. Enfeksiyon başladıktan sonra, önce lenf düğümlerine daha sonra kana ve ardından da akciğerlere doğru yayılım göstermektedir. Akciğer yayılımı oluşunca “Pnömonik veba” olarak isimlendirilmektedir. Kolaylıkla insandan insana geçebilir. Vebanın bu türü orta çağlarda hatta Osmanlı döneminde bile “Kara ölüm” adıyla birçok insanın ölümüne neden olmuştur. Vebanın tüm türlerinde ani bir toksik şok meydana gelir ve hatta ölümle sonuçlanır. Diğer bakteriyel enfeksiyonlara nazaran sağlıklı olan kişilerde çok kısa sürede ölümün görülmesi dikkat çekicidir (2).
Tanımlama ve tarihçe
Yersinia cinsi üç’ü insan patojeni olmak üzere (Yersinia pestis, Yersinia enterocolitica ve Yersiniapseudotuberculosis) toplam 11 tür içermektedir (1).
Veba hastalığına neden olan etken Y. pestis’tir, ilk kez Hong Kong’da 1884 yılında görülmüştür. Bakteriyolog Alexandre Yersin 1894’te, vebaya yol açan Yersinia pestis isimli bakteriyi izole edip, tanımlamış. ve insanlara sıçan piresi (Xenopsylla cheopis) adı verilen bir kemirgen tarafından ısırılma ile geçmektedir/bulaşmaktadır. Vebanın yaşam döngüsüne bakıldığında pirelerin enfekte olmuş kemirgenler ile beslenmelerinden sonra enfekte olmaları ile döngü başlar. Y.pestis pirelerin bağırsaklarında çoğalır ve konağın ısırılması ile bulaşır. Bu pire ısırığı normalde bulaşıcı olmayan “bubonik veba” adı verilen lezyonlara neden olur (3).
Dünyada ve Türkiye’deki epidemiyolojisi
Veba öncelikli olarak kemirgenlerden, vahşi ve evcil hayvanlardan bulaşan zoonotik bir enfeksiyondur (4) ve pireler tarafından nakledilir; insanlar doğal hastalık döngüsüne katkıda bulunmayan tesadüf konakçı olarak kabul edilir. İnsanlara bulaş, enfekte ev kedilerinden, kemirgen pire ısırıkları, çizikler veya ısırıklar, enfekte hayvan dokularının doğrudan taşınması, enfekte olmuş hayvanlardan gelen solunum salgılarının inhalasyonu, enfekte insanlardan aerosol haline getirilmiş damlacıkların inhalasyonu, kontamine gıda tüketimi veya laboratuar maruziyeti yoluyla olmaktadır (5). Kuluçka süresi genellikle iki ila yedi gün arasındadır.
Y.pestis infeksiyonu iki tip olarak kendini gösterir: 1) Doğal rezervuarın sıçan olduğu Kentsel veba, 2) tavşan, tarla faresi, sincap ve evcil kedilerde infeksiyona neden olan Orman vebası.
Tarihe bakıldığında Y.pestis’in etken olduğu Veba en kötü ve ölümcül hastalıklar içerisinde yer alır. Epidemiyolojik veriler incelendiğinde İncil içinde Veba’dan söz edilmiştir. Bilinen üç veba pandemisini birincisi Mısır’dan başlayarak Avrupa, Kuzey Afrika, Güney ve Orta Asya ile Arabistan’a kadar yayılım göstermiştir. Daha sonraki pandemi 1320’li yıllarda kendini göstermiş beş yıldan uzun bir zamanda yalnızca Avrupa’da bile milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuştur. Çin, Amerika, Avrupa ve Afrika’yı da esir alan Veba 1860’lı yıllarda yayılarak ölüm saçmaya devam etmiştir. CDC verilerine göre son on yılda yine Amerika Birleşik Devletleri’nden bildirilen çoğu orman vebası olarak tanımlanan vakalar olmuştur (510).
Tarihsel gelişim incelendiğinde Ülkemizde 18.yy’da Osmanlı İmparatorluğunu yıkıma uğratan ve 19.yy ortalarına kadar devam eden veba vakaları bildirilmiştir (11, 12).
Patogenez ve İmmün yanıt
Veba patogenezi pireden memeli konağına infeksiyonun geçişi ve infeksiyona karşı verilen konak yanıtından oluşmaktadır. Bubonik veba, Pnömonik veba ve Septisemik veba olarak iç klinik forma sahiptir.
Y.pestis konağa girdiğinde önce deri engelini aşar daha sonra konak ve pire arasındaki vücut sıcaklık ve ortam farkı bakterinin virulans faktörlerinin ortaya çıkmasına neden olur.
Y.pestis’in önemli virulans faktörlerinden biri olan F1 proteini jelimsi bir kapsül yapısı oluşturup bu yapı bakteriyi fagositozdan korur ve çoğalmasına neden olur. Fagositoza dirençli olmalaı patojenik Yersinia türleri için bilinen ortak bir özelliktir (13).
Bakteriler enfeksiyonu takiben, lenf nodlarına lenfatikler yoluyla göç ederler, burada yoğun bir inflamatuar reaksiyon başlar ve lenf nodlarında fagosite edilirler ancak yok olmaları mümkün olmaz. Veba etkeni olan Y.pestis, enzimatik sindirime dirençlidir ve oldukça sağlam bir kapsüle sahiptir; bunun sonucunda Y.pestis asıl olarak fagozom ve lizozomların birleşmesinden oluşan fagolizozom denilen yapılarda çoğalırlar (13, 14).
Yersinia virulan enzimler ve lipopolisakkaritlerin salınması ile bir toksisite meydana getirmektedir. Bakteriler daha sonra akciğer ve diğer organlara yayılım gösterir. Pire ısırması sonrasında hastalardaki kuluçka süresi iki ile yedi gündür. Ateş, titreme, halsizlik ve kasık bölgesinde çıkan ağrılı bubolar hastalığın başlıca bulgularıdır. Tedavi edilmediğinde sepsis meydana gelebilir hastalar septik şok sonucu hayatlarını kaybedebilir (15, 16).
Tanı ve tedavi
Mikrobiyoloji-Tanı Y. pestis gram negatif, hareketsiz, spor oluşturmayan, fakültatif anaerop çomaktır. Enterobacteriaceae ailesi içerisinde yer alan fermenter ve oksidaz negatiftir. Protein bir kapsüle sahip olan Y. pestis; Somatik O polisakkariti, kor polisakkariti ve endotoksin olarak Lipid A bileşenlerine sahiptir. Kanlı agar ve MacConkey agar gibi birçok kültür besiyerlerinde üreyebilir.
Veba’nın tanısının konulabilmesi için yüksek bir şüphe olmalıdır. Oldukça risklidir ve uzmanlık gerektirmektedir. Ateşli ve ağrılı lenfadenopati geçiren hastalar, endemik hastalık alanlarına seyahat etmeleri konusunda sorgulanmalıdır. Buna ek olarak, son 10 gün içinde hayvan veya kemirgen vektör teması, veba bulguları için şüphe uyandıran ipuçları olabilir. Vebanın teşhisi, organizmada mikroorganizmanın izole edilmesi ya da serolojik testlerle saptanabilir.
Laboratuvarın enfeksiyona yakalanmasını önlemek için uygun korunma önlemleri alabilmeleri için mikrobiyoloji personeline organizmayı barındırdığından şüphelenilen hasta ile ilgili bir numune gönderildiğinde mutlaka numune hakkında bilgi verilmelidir.
Y.pestis, balgamdan, beyin omurilik sıvısından (BOS) veya bubo aspirasyon örneğinden kültür edilerek izole edilebilir. Periferik kan örneğinin Wright-Giemsa boyasıyla incelenmesi ile çubuk şeklinde mikroorganizmaları görmek mümkün olabilir.
Serolojik tanıda, Y.pestis ‘in F-1 antijenine karşı oluşan antikor araştırılabilir.
Hızlı testler araştırıldığında; Balgamda veya serumda Y. pestis F1 antijeni 15 dakika içerisinde tespit edebilen hızlı bir tanı testi geliştirilmiştir.
Y.pestis ‘in polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) veya enzim bağlı immünosorbent testlerle de tanısı yapılabilir ancak çok yaygın değildir (6, 16, 17).
Tedavi
Y.pestis’rn tedavisi Streptomisini ile yapılmaktadır. Bunun dışında Gentamisin,
Kloramfenikol, Trimetoprim-sülfametaksazol (SXT), veya tetrasiklin alternatif olarak tercih edilebilir (6).
Korunma
Kemirici hayvanların sayısının azaltılması, ormanlık alanların ilaçlanması ve mesleki olarak riskli grup içerisinde yer alan kişilerin aşılanması ile önlem sağlanabilir (6, 18).
Kaynaklar
Schubert S, Rakin A, Karch H, Carniel E, Heesemann J. Prevalence of the “High- Pathogenicity Island” of Yersinia Species among Escherichia coliStrains That Are Pathogenic to Humans. Infection and immunity. 1998;66(2):480-5.
Naphy WG, Spicer A. Plague: Black Death & Pestilence in Europe: The History Press Ltd; 2004.
Nyirenda SS, Hang’ombe BM, Kilonzo BS, Kangwa HL, Mulenga E, Moonga L. Potential Roles of Pigs, Small Ruminants, Rodents, and Their Flea Vectors in Plague Epidemiology in Sinda District, Eastern Zambia. Journal of medical entomology. 2017;54(3):719-25.
Raoult D, Mouffok N, Bitam I, Piarroux R, Drancourt M. Plague: history and contemporary analysis. Journal of infection. 2013;66(1):18-26.
Drancourt M, Raoult D. Molecular history of plague. Clinical microbiology and infection : the official publication of the European Society of Clinical Microbiology and Infectious Diseases. 2016;22(11):911-5.
Yang R. Plague: Recognition, Treatment, and Prevention. Journal of clinical microbiology. 2018;56(1).
Peiffer-Smadja N, Thomas M. [The plague: A disease that is still haunting our
collective memory]. La Revue de medecine interne. 2017;38(6):402-6.
Kwit N, Nelson C, Kugeler K, Petersen J, Plante L, Yaglom H, et al. Human plague— United States, 2015. MMWR Morb Mortal Wkly Rep. 2015;64(33):918-9.
Kugeler KJ, Staples JE, Hinckley AF, Gage KL, Mead PS. Epidemiology of human plague in the United States, 1900-2012. Emerging Infectious Diseases. 2015;21(1):16.
Mikhail A. The nature of plague in late eighteenth-century Egypt. Bulletin of the History of Medicine. 2008;82(2):249-75.
Drancourt M, Houhamdi L, Raoult D. Yersinia pestis as a telluric, human ectoparasite- borne organism. The Lancet infectious diseases. 2006;6(4):234-41.
Bulmus B. Plague, Quarantines and Geopolitics in the Ottoman Empire: Edinburgh University Press; 2017.
Montminy SW, Khan N, McGrath S, Walkowicz MJ, Sharp F, Conlon JE, et al. Virulence factors of Yersinia pestis are overcome by a strong lipopolysaccharide response. Nature immunology. 2006;7(10):1066.
Bi Y. Immunology of Yersinia pestis Infection. Advances in experimental medicine and biology. 2016;918:273-92.
Atkinson S, Williams P. Yersinia virulence factors – a sophisticated arsenal for combating host defences. F1000Research. 2016;5.
Nikiforov VV, Gao H, Zhou L, Anisimov A. Plague: Clinics, Diagnosis and Treatment. Advances in experimental medicine and biology. 2016;918:293-312.
Loiez C, Herwegh S, Wallet F, Armand S, Guinet F, Courcol RJ. Detection of Yersinia pestis in sputum by real-time PCR. Journal of clinical microbiology. 2003;41(10):4873-5.
Liu W, Ren J, Zhang J, Song X, Liu S, Chi X, et al. Identification and characterization of a neutralizing monoclonal antibody that provides complete protection against Yersinia pestis. PLoS One. 2017;12(5):e0177012.
0 notes
Text
Modern Yaşam Astımı Körüklüyor
Sıklıkla görülen solunum yolu hastalıklarının başında astım geliyor. Çevresel faktörler, sigara dumanı, alerjenler, hava kirliliği, mesleksel uyaran maruziyeti gibi modern hayatın risk faktörleri, astım görülme olasılığını artırıyor. Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferah Ece astımın tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr. Ferah Ece "Düzenli tedavi gören hastaların büyük çoğunluğunda, astım yaşamı olumsuz yönde etkilemez. Buna karşılık eksik ya da düzensiz tedavi; astım hastalığının giderek ağırlaşması ile hava yollarında ve çevresinde oluşan geriye dönüşümsüz yeniden yapılanmaya neden olur" diyor. Astım nedir? Neden olur? Astım, solunum yollarının mikrobik olmayan bir iltihaplanıp sonucu aşırı derecede duyarlı olmasına ve bazı etkenlerle ataklar halinde daralmasına neden olan bir solunum yolu hastalığıdır. Toz, duman, koku gibi uyaranlar öksürük, nefes darlığı ve göğüste sıkışma hissi gibi yakınmalara yol açar. Krizde hava yollarını saran kaslar kasılır, hava yollarının yüzeyleri iltihaplanıp şişmeye başlar, balgam oluşur. Tüm bu tepkimeler hava yollarının daha daralıp tahriş olmasına neden olur ve hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Kalıtım, cinsiyet ve şişmanlık gibi kişisel risk faktörleri ve alerjen maruziyeti, sigara dumanı, hava kirliliği, mesleksel uyaran maruziyeti gibi çevresel risk faktörleri astım görülme olasılığını artırır. Ayrıca soğuk hava, mikrobik hastalıklar, aşırı yorgunluk ve psikolojik bozukluklar da astım şikayetlerini artırabilir. Astımın en sık görülen belirtileri nelerdir? Astımın belirtileri, nefes darlığı, hırıltılı nefes alıp verme, göğüs kafesinde sıkışma hissi, normal insanlara göre daha çabuk yorulma, hareket mesafesinde kısalma, bazen de öksürüktür. Astımda belirtilerin aniden ortaya çıkmasına astım atağı veya astım krizi adı verilir. Bu durumda hastalarda ağır bir nefes darlığı olur. Astım tanısı nasıl konur? Astım ataklar halinde gelen bir hastalıktır ve hasta atak aralarında normal olabilir. Atak sırasında astım tanısı koymak hekim için kolaydır çünkü hastalığın karakteristik muayene bulguları vardır. Atak dışında ise hastalığın öyküsü hekimi astım tanısına yönlendirir. Tanı için hastadan akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri, alerji testi, bazı kan tetkikleri istenilir. Genellikle, atak dönemi dışında akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri normaldir. Bu durumda hastanın yanında taşıyabileceği, basitçe soluk verme hızını ölçen PEF metre adı verilen aletler kullanılır. Hasta sabah ve akşam bu aletle hava akımını ölçer ve kaydeder. Hekime verdiği bu kayıt listesindeki sabah akşam farkı hesaplanarak tanı konabilir. Astım tedavisi nasıldır? Astım tedavisinde; belirtilerin kontrol altına alınması, kişilerin normal aktivitelerini sorunsuz yapabilmeleri, astım ataklarının önlenmesi, akciğer fonksiyonlarının normal ya da normale yakın seviyelerde tutulması hedeflenir. Bu da tetikleyici risk faktörlerine maruziyetin ortadan kaldırılması ve astım tedavisinin düzenlenerek belirli aralıklarla takibi ile mümkün olur. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar kontrol edici ve nefes açıcı olmak üzere iki gruba ayrılır. Kontrol edici ilaçlar mikrobik olmayan iltihapı iyileştirir, etkileri uzun dönem düzenli kullanıldığında ortaya çıkar. Kortizon içeren ilaçlar, lökotrien sistemini etkileyen ilaçlar, uzun etkili beta agonist ilaçlar, teofilin ve anti-IgE bu grupta sayılır. Nefes açıcı ilaçlar ise kullanımdan hemen sonra etkilerini gösterir ve nefes darlığı, hırıltılı solunum gibi şikayetlerde rahatlama sağlar. Bu grup ilaçlar, kısa etkili beta agonist ilaçlar, antikolinerjik ilaçlar ve teofilindir. Düzenli tedavi gören hastaların büyük çoğunluğunda, astım yaşamı olumsuz yönde etkilemez. Buna karşılık eksik ya da düzensiz tedavi; astım hastalığının giderek ağırlaşması ile hava yollarında ve çevresinde oluşan geriye dönüşümsüz yeniden yapılanmaya neden olur.
0 notes
Text
Rayence İGE-1000 Dental Radyografi Ağız İçi Dedektörü — Hassas ve Güvenilir Görüntüleme Çözümleri
Rayence İGE-1000 Nedir?
Rayence İGE-1000, diş hekimliği alanında dijital radyografi sistemlerinde kullanılan bir ağız içi dedektördür. Bu cihaz, diş hekimlerine hasta ağzındaki yapıları net bir şekilde görme imkanı sunarak, diş çürüklerinin, kemik yapısındaki bozulmaların ve diğer dental sorunların erken teşhis edilmesine yardımcı olur. İGE-1000’in sunduğu dijital görüntüleme teknolojisi, geleneksel film röntgen sistemlerine kıyasla daha düşük radyasyon maruziyeti ile daha net görüntüler sağlar.
Rayence İGE-1000’in Teknik Özellikleri
Rayence İGE-1000’in Avantajları
Rayence İGE-1000, dental kliniklerde daha verimli ve hassas görüntüleme süreçleri sağlamak için çeşitli avantajlar sunar:
1. Yüksek Çözünürlük: 25 lp/mm çözünürlük kapasitesi ile diş hekimleri, en ince detayları bile net bir şekilde görüntüleyebilir.
2. Düşük Radyasyon Maruziyeti: Dijital röntgen teknolojisi, geleneksel film röntgenlere kıyasla çok daha düşük radyasyon seviyeleriyle çalışır, bu da hasta güvenliğini artırır.
3. Ergonomik Tasarım: Hafif ve ince yapısıyla hasta konforunu sağlar ve uzun süreli kullanımda diş hekimleri için rahatlık sunar.
4. Hızlı Veri Aktarımı: USB bağlantısı sayesinde dijital görüntüler anında bilgisayara aktarılır ve teşhis süreci hızlandırılır.
5. Dayanıklılık: Sağlam dış yapısı sayesinde uzun süreli ve sorunsuz kullanım sunar.
Rayence İGE-1000’in Kullanım Alanları
Rayence İGE-1000, dental radyografi alanında geniş bir kullanım yelpazesine sahiptir:
• Diş Çürüklerinin Tespiti: Diş çürüklerini erken aşamada tespit ederek, gerekli tedavinin zamanında yapılmasını sağlar.
• Kök Kanalı Tedavisi: Kök kanalında meydana gelen sorunların tespit edilmesini sağlar ve tedavi sürecini destekler.
• İmplant Planlaması: Dental implant tedavileri öncesinde kemik yapısını analiz etmek için kullanılır.
• Periodontal Hastalıklar: Diş eti hastalıkları ve kemik kayıplarının tespitinde etkilidir.
• Genel Dental Görüntüleme: Diş hekimlerinin teşhis ve tedavi süreçlerini optimize eder.
Rayence İGE-1000 Nereden Satın Alınır?
Rayence İGE-1000 Dental Radyografi Sensörü, dental kliniklerde ileri teknoloji çözümler sunan bir cihazdır. Güvenilir ve kaliteli bir tedarikçiden alınması, cihazın uzun ömürlü kullanımını ve etkin performansını garantiler. Fatih Medikal Sağlık Sistemleri, Rayence İGE-1000 gibi yüksek teknoloji dental ekipmanların satışını gerçekleştirmekte ve satış sonrası teknik destek sunmaktadır.
Rayence İGE-1000 Fiyatları
Rayence İGE-1000 fiyatları, cihazın sahip olduğu teknik özelliklere ve ek donanımlara bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Genellikle, dijital dental radyografi cihazlarının fiyatlandırılması kullanılan teknolojiye, çözünürlük kapasitesine ve dayanıklılık özelliklerine göre belirlenir. Fatih Medikal Sağlık Sistemleri ile iletişime geçerek fiyat bilgisi ve detaylı teklif alabilirsiniz.
Sonuç
Rayence İGE-1000 Dental Radyografi Ağız İçi Dedektörü, dental kliniklerin ve diş hekimlerinin görüntüleme süreçlerinde güvenilir, hızlı ve hassas sonuçlar elde etmelerine olanak tanır. Fatih Medikal Sağlık Sistemleri olarak, yüksek performanslı ve dayanıklı Rayence ürünlerini sunarak dental sektörün en iyi çözümlerine ulaşmanızı sağlıyoruz.
0 notes
Text
Modern Yaşam Astımı Körüklüyor
Sıklıkla görülen solunum yolu hastalıklarının başında astım geliyor. Çevresel faktörler, sigara dumanı, alerjenler, hava kirliliği, mesleksel uyaran maruziyeti gibi modern hayatın risk faktörleri, astım görülme olasılığını artırıyor. Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferah Ece astımın tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr. Ferah Ece "Düzenli tedavi gören hastaların büyük çoğunluğunda, astım yaşamı olumsuz yönde etkilemez. Buna karşılık eksik ya da düzensiz tedavi; astım hastalığının giderek ağırlaşması ile hava yollarında ve çevresinde oluşan geriye dönüşümsüz yeniden yapılanmaya neden olur" diyor. Astım nedir? Neden olur? Astım, solunum yollarının mikrobik olmayan bir iltihaplanıp sonucu aşırı derecede duyarlı olmasına ve bazı etkenlerle ataklar halinde daralmasına neden olan bir solunum yolu hastalığıdır. Toz, duman, koku gibi uyaranlar öksürük, nefes darlığı ve göğüste sıkışma hissi gibi yakınmalara yol açar. Krizde hava yollarını saran kaslar kasılır, hava yollarının yüzeyleri iltihaplanıp şişmeye başlar, balgam oluşur. Tüm bu tepkimeler hava yollarının daha daralıp tahriş olmasına neden olur ve hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. Kalıtım, cinsiyet ve şişmanlık gibi kişisel risk faktörleri ve alerjen maruziyeti, sigara dumanı, hava kirliliği, mesleksel uyaran maruziyeti gibi çevresel risk faktörleri astım görülme olasılığını artırır. Ayrıca soğuk hava, mikrobik hastalıklar, aşırı yorgunluk ve psikolojik bozukluklar da astım şikayetlerini artırabilir. Astımın en sık görülen belirtileri nelerdir? Astımın belirtileri, nefes darlığı, hırıltılı nefes alıp verme, göğüs kafesinde sıkışma hissi, normal insanlara göre daha çabuk yorulma, hareket mesafesinde kısalma, bazen de öksürüktür. Astımda belirtilerin aniden ortaya çıkmasına astım atağı veya astım krizi adı verilir. Bu durumda hastalarda ağır bir nefes darlığı olur. Astım tanısı nasıl konur? Astım ataklar halinde gelen bir hastalıktır ve hasta atak aralarında normal olabilir. Atak sırasında astım tanısı koymak hekim için kolaydır çünkü hastalığın karakteristik muayene bulguları vardır. Atak dışında ise hastalığın öyküsü hekimi astım tanısına yönlendirir. Tanı için hastadan akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri, alerji testi, bazı kan tetkikleri istenilir. Genellikle, atak dönemi dışında akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri normaldir. Bu durumda hastanın yanında taşıyabileceği, basitçe soluk verme hızını ölçen PEF metre adı verilen aletler kullanılır. Hasta sabah ve akşam bu aletle hava akımını ölçer ve kaydeder. Hekime verdiği bu kayıt listesindeki sabah akşam farkı hesaplanarak tanı konabilir. Astım tedavisi nasıldır? Astım tedavisinde; belirtilerin kontrol altına alınması, kişilerin normal aktivitelerini sorunsuz yapabilmeleri, astım ataklarının önlenmesi, akciğer fonksiyonlarının normal ya da normale yakın seviyelerde tutulması hedeflenir. Bu da tetikleyici risk faktörlerine maruziyetin ortadan kaldırılması ve astım tedavisinin düzenlenerek belirli aralıklarla takibi ile mümkün olur. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar kontrol edici ve nefes açıcı olmak üzere iki gruba ayrılır. Kontrol edici ilaçlar mikrobik olmayan iltihapı iyileştirir, etkileri uzun dönem düzenli kullanıldığında ortaya çıkar. Kortizon içeren ilaçlar, lökotrien sistemini etkileyen ilaçlar, uzun etkili beta agonist ilaçlar, teofilin ve anti-IgE bu grupta sayılır. Nefes açıcı ilaçlar ise kullanımdan hemen sonra etkilerini gösterir ve nefes darlığı, hırıltılı solunum gibi şikayetlerde rahatlama sağlar. Bu grup ilaçlar, kısa etkili beta agonist ilaçlar, antikolinerjik ilaçlar ve teofilindir. Düzenli tedavi gören hastaların büyük çoğunluğunda, astım yaşamı olumsuz yönde etkilemez. Buna karşılık eksik ya da düzensiz tedavi; astım hastalığının giderek ağırlaşması ile hava yollarında ve çevresinde oluşan geriye dönüşümsüz yeniden yapılanmaya neden olur.
0 notes
Text
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konur?
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konur? sorusu son yıllarda en çok karşılaşılan bir soru. Biz de konu ile ilgili kapsamlı bir çalışma yaptık.
Meslek Hastalığı Tanısı Konulması İçin Gereklilikler
- Hastalıkla çalışmanın veya çalışma ortamının arasında zorunlu nedensellik bağı olması, - Kişinin SGK’lı olması, - Hastalığın; - Meslek hastalığı listesinde yer alması, - Kişinin ilgili hastalık maruziyet değerinin üstünde maruziyeti olması, - Hastalığın yükümlülük süresi içinde çıkması, - Meslek hastalığının yetkili hastanelerde hekim raporuyla belirlenmesi, - Kurum Sağlık Kurulu tarafından onaylanması, - Aynı şartlar altında deneysel olarak meydana getirilebilen hastalıklar olması İstisnalar; SGK YSK listede olmayan bir hastalığı inceleyip meslek hastalığı kabul edebilir, maruziyet değerleri vakaya göre değiştirebilir.
Meslek Hastalıkları Tıbbi ve Yasal Tanı Süreci - İş-Meslek Hastalığı İlişkisinin Kurulması; - Meslek Hastalığı tanısında ilk adım klinik değerlendirmelerdir. - Klinik değerlendirme, - Çalışma Öyküsünün alınması, - Fizik muayene ve Laboratuar değerlendirmeleri, - İşyeri Ortam Ölçümleri - Doktor tarafından sorulması gereken soru: Ne İş Yapıyorsun? - Çalışanın Çalışma Öyküsü, Meslek Hastalığı Tanısında Çok Önemlidir! Meslek Hastalığının Bildirim Süreci Meslek hastalığına yakalanıldığına dair işyeri hekimi veya sağlık hizmeti sunucuları ön tanı koyabilir. Ön kanı koyulduğu takdirde 6331 sayılı İş sağlığı ve güvenliği kanuna göre işveren, bu durumu Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularına sevk etmekle yükümlüdür. (3 işgünü içerisinde) Meslek Hastalığı Kesin Tanı Süreci 5510 sayılı kanuna göre Sigortalının çalıştığı işten dolayı meslek hastalığına yakalanması; - S.B meslek hastalıkları hastaneleri - Eğitim ve araştırma Hastaneleri - Devlet üniversite Hastaneleri tarafından düzenlenecek sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmektedir. İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimi İş Kazası Meslek Hastalığı Bildirimi, elektronik ortamda yapılabileceği gibi, internet erişiminin bulunmadığı yerlerde kağıt ortamında da Kuruma gönderilebilecektir. Bildirim Formu’na www.sgk.gov.tr adresinden, E-SGK başlığı altında yer alan diğer uygulamalar menüsü içinde bulunan Çalışılmadığına Dair Bildirim Girişi alt menüsünden Hizmet Akdi İle Çalışanlar başlığı altındaki İşveren Bildirim İşlemleri ekranından ulaşılabilecektir. İş Güvenliği Samimiyet Testi Meslek Hastalığı Dosyasında Bulunması Gerekenler - İlk işe giriş sağlık raporu, - Sigortalının çalışma süre ve koşullarını belirleyen mesai listesi ya da listeleri, - Daha önce meslek hastalığı tespit edilmiş, kontrol muayenesi ya da hastalığında artma sebebi ile müracaat eden sigortalıda; daha önce meslek hastalığı tespitinin yapıldığı Meslek Hastalıkları Hastanesine ait hasta arşiv dosyası ile yeni sağlık kurulu raporu aslı ile dayanağı tıbbi belgeler, - İlk tespit ise yeni açılmış dosyası ve yeni sağlık kurulu raporu aslı ve dayanağı tıbbi belgeler, - İşyerinde yapılmış olan periyodik muayene raporları, - Dosya içerisinde mevcut belgelere dair kontrol listesi, Hangi Hastalıklar Meslek Hastalığı Sayılır? Hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı Meslek Hastalıkları Listesine göre tespit ve tayin edilir. Bir hastalığın Meslek Hastalığı sayılabilmesi için o hastalığın yükümlülük süresi içerisinde meydana gelmiş olması gerekmektedir. Yükümlülük Süresi; Sigortalının meslek hastalığına sebep olan işinden fiilen ayrıldığı tarih ile meslek hastalığının meydana çıktığı tarih arasında geçen en uzun süreyi ifade eder. Bazı durumlarda ise hastalığın meslek hastalığı olduğunun tespiti için kişinin o işte belirli bir süre hastalık yapıcı etkenlere maruz kalması gerekmektedir. Maruziyet Süresi; Sigorta mevzuatının bir hastalığı meslek hastalığı olarak kabul etmesi için gerekli olan asgari etkilenme süresini ifade eder. (Yönetmelikte tespit edilmiş olan hastalıklar dışında herhangi bir hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağına, Yüksek Sağlık Kurulu karar verir. Ayrıca Yüksek Sağlık Kurulu yükümlülük süresini uzatabilir ve maruziyet süresini de kısaltabilir.
Neden İş Güvenliği
Yapılan analizlerde dünyada son yıllarda iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili gözlemlenen olumlu gelişmeler neticesinde iş kazalarında ve iş cinayetlerinde hissedilir azalmalar yaşanırken, maalesef ülkemizde iş kazaları/iş cinayetleri artmaktadır. Ekonomik boyutu ile incelendiğinde ise, çalışanın iş yaparken aklının sadece işte olması gerekirken, asgari ücretle geçinmeye çalışan arkadaşlardan ne kadar verim alınabilir ki? Ülkemizde yaşanan ve giderek artan iş kazaları, iş cinayetleri ne yazık ki bu konudaki ilgisizliği, insana verilen önemin yok denilecek kadar az; çağdaş çalışma ve yaşam koşullarına ulaşmak için daha çok uzun yıllara ihtiyacımızın olduğunu aşağıdaki analizleri incelediğimizde ortaya koyduğu aşikardır. Bir güvenlik açığının ölçülebilen en büyük maliyeti, sadece çalışan olmaz. Kaybedilmiş bir beden veya zihinsel rehabilitasyon yılları, çalışanı tamamen yeni bir yaşam tarzına zorlayabilir. Bu tür olaylara nasıl fiyat koyacağımızı tanımlamak gerçekten zor olsa gerek. Görevlerini yerine getirirken yaşamını yitiren ya da uzun soluklu yaralanmalar da kuşkusuz ekonomik olarak ölçülebildiğimizin ötesindedir. Yaşamını yitiren kişinin yanı sıra aile ve iş arkadaşları da diğer paydaşlardır. Bu kazalar aynı zamanda şirketleri de etkilemektedir. İş kazası geçiren bir çalışan kayıp adam/saat anlamına gelmektedir. O nedenle bir şirket için bakıldığında giderler yalnızca verimlilik kaybı olarak ölçülmez, aynı zamanda kayıp iş gücü ve artan sigorta maliyetleri de etkilidir. Şirketler için bir diğer önemli kayıp ise, iş kazalarının çokluğu nedeniyle oluşacak olan motivasyon bozukluğudur. Çalışanlar kendilerini güvende hissetmezlerse iş moralleri azalır ve çalışma istekleri düşecektir. Bu da işveren için olumsuz sonuçların doğmasına sebep olacaktır. Bu nedenle çalışanlar mümkün olan en iyi işi yapmaya konsantre olabilmek için işlerini güvenli bir ortamda yapmak isterler. Sorumlu işverenler, güvenli bir işyerinin şirketin ana hattını geliştirdiğini kabul etmelidir. Hangi yönden bakarsanız bakın işi güvenli bir şekilde yürütmenin avantajları çoktur. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Amacı : - Çalışanlara en yüksek seviyede sağlıklı ortam sağlamak, - Çalışma şartlarının olumsuz etkilerinden onları korumak, - İş ve işçi arasında mümkün olan en iyi uyumu temin etmek, - İşyerlerindeki rizikoları tamamen ortadan kaldırmak veya zararları en aza indirgemek, - Oluşabilecek maddi ve manevi zararları ortadan kaldırmak, - Çalışma verimini arttırmak. Read the full article
0 notes
Text
Mezotelyoma Farkındalık Günü
Bugün 26 Eylül Mezotelyoma Farkındalık Günü. Türkiye'de yapılan araştırmalara göre ülke genelinde her 100 bin kişiden 2'sinde, çevresel etkilenme olan yerlerde ise her yüz bin kişiden 60'ında mezotelyoma yani akciğer zarı kanseri görülüyor. Mezotelyoma Farkındalık Günü Mezotelyoma ölümcül bir hastalık ve sadece asbest maruziyeti ile ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) göre "birinci derece kanserojen" olan asbestin bir tek lifi bile mezotelyoma oluşumuna yol açabiliyor. Çevresel etkilenmeler mezotelyoma riskini 30 kattan fazla artırırken, uzmanlar kentsel dönüşüm ve deprem bölgesinde asbeste karşı önlem alınmazsa gelecek 30 yıl içinde vaka sayılarının artacağı konusunda uyarıyor. Mezotelyomaya dikkat çekmek ve bu konuda farkındalığı artırmak için dünyada 19 yıldır anılan Mezotelyoma Farkındalık Günü, Türkiye'de ilk kez 2021'de bir asbest mağdurunun girişimiyle gündeme geldi. Bu asbest mağduru, babası Erol Yıldız'ı mezotelyomadan yitiren çevre mühendisi Çiğdem Yıldız. Malatya Hekimhan'da asbeste maruz kalarak mezotelyomadan vefat eden babası Erol Yıldız'ın ardından Türkiye Asbest Mağdurları Grubu'nu kuran Yıldız, uzun yıllardır babasının yaşadığını başkaları yaşamasın diye mücadele ediyor. Hastalık teşhisinden sonra 19 ay yaşadı Türkiye'de sanayi ve inşaatlarda kullanılan asbest dışında, kırsal alanda asbest bulunduran kayaçlar üzerine kurulu köyler bulunuyor. Buralarda halk arasında "beyaz toprak" da denilen asbest, 1930'lardan 1970'li yıllara kadar evlerin sıva ve badanasında, damlarında izolasyon maddesi olarak yaygın kullanıma sahipti. DW Türkçe'ye konuşan Yıldız, "Hekimhanlıyız biz. Babam 9 yaşına kadar burada yaşamış. Sonra yatılı okulda okumak için köyden çıkmış. Anladığımız kadarıyla asbeste net olarak 0-9 yaş arasında maruz kalmış. Babam öğretmendi, sonra ilköğretim müfettişi oldu. Yıllar sonra 65 yaşındayken tanı koyuldu. Dördüncü evredeydi ve hastalık başka organlara da yayılmıştı. Dönüşü yoktu. 19 ay yaşadı" diyor. Bacak ağrısı şikayetiyle hastaneye gittiklerini ve hastalığın çekilen tomografi ile anlaşıldığını anlatan Yıldız, "Babama nereli olduğu soruldu. Tomografide asbest liflerine rastlandı ve tanı o şekilde kondu. İnanılmaz ağrılı bir hastalık. Hasta morfin türevi ilaçlarla ayakta durabiliyor, ki durabiliyor diyemem. Hekimlerimiz çok ilgiliydi. Babamı kaybedeceğimi de bana ifade ettiler açıkçası. Ben bunu kabullendim ama babamın çaresizliği karşısında çok çaresiz kaldım. Ve bizim gibi olan insanlara ulaşmak istedim" diye konuşuyor. Çiğdem Yıldız ve kaybettiği babası Erol YıldızFotoğraf: Privat Bugün kentlerde asbest soluyan çoğu insanın bunun farkında olmadığını dile getiren Yıldız, yıkılacak milyonlarca binayı düşününce daha çok kentsel dönüşüm tarafında farkındalık yaratmaya çalıştığını söylüyor: "İnsanlar yakınlarını kaybediyorlar, ‘kader' diyorlar ve kenara çekiliyorlar. Kentsel dönüşümle birlikte milyonlarca bina yıkılacak, milyonlarca insan asbest solumaya başladı. Bugünkü çocuklar maalesef yirmi, yirmi beş yaşında mezotelyoma hastası olabilir. Herkesin haklarını bilmesi gerekiyor. Bunun için de uzman desteği gerçekten çok önemli. Bizlerin yalnız bırakılmaması çok önemli. Ben onlarca hasta yakınıyla görüştüm. Herkes çaresiz." Haydar Yıldız öldüğünde 49 yaşındaydı Asbeste bağlı mezotelyoma hastalığı nedeniyle ölen Haydar Yıldız'a ise 2012 yılında 44 yaşındayken tanı konuluyor. DW Türkçe'ye konuşan eşi Yeter Yıldız, "Yedikule Göğüs Hastalıkları Araştırma Hastanesi'nde uzun yıllar tedavi gördü. Kırkın üzerinde kemoterapi aldı. Altı sene sürdü. Yedinci seneden gün aldı, eşimi kaybettik. Öldüğünde 49 yaşındaydı. Çok eziyet çekti" diyor. Hadımköy'de bir demir fabrikasında çalışan Yıldız'ın, uzun yıllar farklı fabrikalarda çalıştığını söyleyen Yıldız, hastanede tanı koyulduğu sırada doktorların eşinin nereli olduğunu sorduğunu ve Erzincan'da memleketle ilgili çevresel maruziyetin söz konusu olabileceğini ifade ettiklerini anlatıyor: "İki yıl önce görümcemi de aynı hastalıktan biz kaybettik. Kendisi hiç fabrikada çalışmamıştı, Hollanda'da yaşıyordu. Asbestle ilgili tedavi görüyordu. 65-66 yaşındaydı. Çocukları beyaz topraktan öldüğünü söyledi." Haydar Yıldız'ın yeğeni Kenan Yıldız ise amcasına mezotelyoma teşhisi konulduktan sonra asbest mücadelesine başlıyor. "Amcam sigara kullanmaz, içki kullanmaz, kahveden içeri girmez, hatta çayda radyasyon var diye çay bile içmezdi. Çok da sağlıklıydı. 2012 yılında mezotelyoma teşhisi konulunca mezotelyomanın asbest ile ilgili bir hastalık olduğunu öğrendim ve asbest nedir araştırmaya başladım" diyen Yıldız, süreç içerisinde bu konudaki farkındalığının arttığını, önce iş güvenliği uzmanı, ardından asbest söküm uzmanı olup Türkiye'nin ilk asbest laboratuvarını kurduğunu anlatıyor. Asbest ve Tehlikeli Atıklar Derneği Başkanı Kenan YıldızFotoğraf: Serdar Vardar/DW Laboratuvar işine hem ailesinden başka insanların asbeste maruz kalıp kalmadığını hem de hangi ürünlerde asbest olup olmadığını öğrenmek ve bunu insanlara aktarmak için girdiğini ifade eden Yıldız, Asbest ve Tehlikeli Atıklar Derneği üzerinden de bilinçlendirme kampanyaları yapıyor. Meslek hastalığı kabul edilen tek vaka: Zafer Genç Türkiye'de asbestin zararları çevresel ve endüstriyel maruziyet şeklinde ortaya çıkıyor. Asbestin kullanıldığı başlıca endüstriyel alanlar, tekstil, filtreler, gemi yapımı, uçak yapımı, çimento üretimi, otomobil yapımı, izolasyon ürünleri, su boruları yapımı, petrokimya endüstrisi, gaz maskelerinin yapımı, yer karoları ve kaplama levhaları diye sıralanıyor. Endüstriyel asbest maruziyetine ilişkin ise mezotelyomanın meslek hastalığı kabul edildiği tek bir vaka var. Emekli olduktan 19 yıl sonra kansere yakalanan, 2012 yılında ise yaşamını yitiren elektrik kaynakçısı Zafer Genç'in meslek hastalığından öldüğü, ailesinin uzun yıllar boyunca verdiği adalet mücadelesi sonucu 2022 yılında kabul edildi. Emekli olmasının üzerinden 19 yıl geçtikten sonra Ağustos 2009'da 'sol yan ağrısı ve nefes darlığı' şikayeti ile İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne giden Zafer Genç'e yapılan testlerin ardından mezotelyoma teşhisi konuldu. Genç, mezotelyomanın meslek hastalığı olduğuna ilişkin 2012 yılında İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesinden heyet raporu aldı. Eşi Aysel Genç, meslek hastalığı sebebiyle iş göremezlik aylığının bağlanması için Beyoğlu Sosyal Güvenlik Merkezi ve ardından Yüksek Sağlık Kurulu'na başvursa da iki başvurusu da reddedildi. Zafer Genç, Mayıs 2012'de yaşamını yitirirken eşinin hukuk mücadelesi devam etti. Aysel Genç, 2016 yılında, eşinin meslek hastası olması sebebiyle ölümünün ve meslek hastalığı maluliyet oranının tespitine ilişkin İstanbul 20. İş Mahkemesi'nde dava açtı. Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporda, "Hastalığın meslek hastalığı olduğu ancak hastaneden taburcu olunduktan birkaç gün sonra ölümün gerçekleşmesi sebebiyle hastalık ile ölüm arasında illiyet bağı kurulamamıştır" ifadesine yer verildi. Bunun üzerine dosya Adli Tıp Genel Kurulu'na gitti. Kurul, ölümün meslek hastalığından kaynaklı olduğuna kanaat getirdi. Yerel mahkemenin ölümün meslek hastalığından kaynaklı olduğu tespit etmesinin ardından, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Deniz İşletmeleri AŞ istinaf yoluna başvurdu. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi tarafların talebi reddetti. Bunun üzerine taraflar temyiz talebiyle Yargıtay'a başvurdu. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 2022'de yerel mahkemenin kararını onadı ve mezotelyoma Türkiye'de ilk kez, ailesinin hukuk mücadelesi sonucu meslek hastalığı olarak kabul edilmiş oldu. "Sıfır yaşında etkilenmeler göreceğiz" Uzun yıllar İstanbul ve Ankara meslek hastalıkları hastanelerinde çalışan İş ve Halk Sağlığı Bilimi Uzmanı Dr. Özkan Kaan Karadağ, "Aslında deneyimlerimiz ya da bilimsel yayınlar genellikle işçiler üzerinde kurulu, ilk kez işçiler etkilendiler ve işçilerde bu hastalıkla karşılaşıldı. Yapılan çalışmalar ve izleme yöntemlerine göre asbestli işlerde çalışan işçilerde yüzde 5 oranında mezotelyoma gelişimiyle karşılaşılıyor" diyor. İş ve Halk Sağlığı Bilimi Uzmanı Dr. Özkan Kaan KaradağFotoğraf: Ethem Tosun/DW İşçilerde 30'lu yaşlarında etkilenmeler görülüp 70'li yaşlarında mezotelyomadan ölümlerle karşılaşıldığını ifade eden Karadağ, "İzlenen işçilerin bir kısmı da doğal nedenlerle yaşlanmaya bağlı öldüler. Ülkemizde bugün beklenilen ya da bugün yaşanılan etkilenme biçimi ise genç insanlarda kanserle ortaya çıkacağı için bu rakam yüzde 5'in çok üstünde de çıkabilir. Sıfır yaşında etkilenmeler göreceğiz. Kentsel dönüşümle önümüzdeki 40 yıl içerisinde 40 yaşlarında, 30 yaşlarında, 50 yaşlarında genç insanların ölümleriyle karşılaşacağız" uyarısı yapıyor. Çevresel etkilenmelerin mezotelyoma riskini 30 kattan fazla artırdığına işaret eden Karadağ, "Özellikle de şunu ifade etmek lazım. Kentsel dönüşümü plansız gerçekleştirmek, önümüzdeki dönemde asbest etkilenmesinin yanı sıra çok yüksek miktarlarda maliyetlerle de karşılaşmamıza yol açacaktır. Bu maliyetleri ekonomik olarak da alabilirsiniz, sosyal anlamda da alabilirsiniz. Babasız, annesiz kalan çocuklardan bahsedeceğiz bundan 40 yıl sonra. Asbest etkilenmesinin bu açıdan farklı değerlendirilmesi de gerekiyor" diye ekliyor. Read the full article
0 notes
Text
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konur?
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konur? son yıllarda en çok karşılaşılan bir soru. Biz de konu ile ilgili kapsamlı bir çalışma yaptık.
Meslek Hastalığı Tanısı Konulması İçin Gereklilikler
- Hastalıkla çalışmanın veya çalışma ortamının arasında zorunlu nedensellik bağı olması, - Kişinin SGK’lı olması, - Hastalığın; - Meslek hastalığı listesinde yer alması, - Kişinin ilgili hastalık maruziyet değerinin üstünde maruziyeti olması, - Hastalığın yükümlülük süresi içinde çıkması, - Meslek hastalığının yetkili hastanelerde hekim raporuyla belirlenmesi, - Kurum Sağlık Kurulu tarafından onaylanması, - Aynı şartlar altında deneysel olarak meydana getirilebilen hastalıklar olması İstisnalar; SGK YSK listede olmayan bir hastalığı inceleyip meslek hastalığı kabul edebilir, maruziyet değerleri vakaya göre değiştirebilir.
Meslek Hastalıkları Tıbbi ve Yasal Tanı Süreci - İş-Meslek Hastalığı İlişkisinin Kurulması; - Meslek Hastalığı tanısında ilk adım klinik değerlendirmelerdir. - Klinik değerlendirme, - Çalışma Öyküsünün alınması, - Fizik muayene ve Laboratuar değerlendirmeleri, - İşyeri Ortam Ölçümleri - Doktor tarafından sorulması gereken soru: Ne İş Yapıyorsun? - Çalışanın Çalışma Öyküsü, Meslek Hastalığı Tanısında Çok Önemlidir! Meslek Hastalığının Bildirim Süreci Meslek hastalığına yakalanıldığına dair işyeri hekimi veya sağlık hizmeti sunucuları ön tanı koyabilir. Ön kanı koyulduğu takdirde 6331 sayılı İş sağlığı ve güvenliği kanuna göre işveren, bu durumu Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularına sevk etmekle yükümlüdür. (3 işgünü içerisinde) Meslek Hastalığı Kesin Tanı Süreci 5510 sayılı kanuna göre Sigortalının çalıştığı işten dolayı meslek hastalığına yakalanması; - S.B meslek hastalıkları hastaneleri - Eğitim ve araştırma Hastaneleri - Devlet üniversite Hastaneleri tarafından düzenlenecek sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmektedir. İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimi İş Kazası Meslek Hastalığı Bildirimi, elektronik ortamda yapılabileceği gibi, internet erişiminin bulunmadığı yerlerde kağıt ortamında da Kuruma gönderilebilecektir. Bildirim Formu’na www.sgk.gov.tr adresinden, E-SGK başlığı altında yer alan diğer uygulamalar menüsü içinde bulunan Çalışılmadığına Dair Bildirim Girişi alt menüsünden Hizmet Akdi İle Çalışanlar başlığı altındaki İşveren Bildirim İşlemleri ekranından ulaşılabilecektir. İş Güvenliği Samimiyet Testi Meslek Hastalığı Dosyasında Bulunması Gerekenler - İlk işe giriş sağlık raporu, - Sigortalının çalışma süre ve koşullarını belirleyen mesai listesi ya da listeleri, - Daha önce meslek hastalığı tespit edilmiş, kontrol muayenesi ya da hastalığında artma sebebi ile müracaat eden sigortalıda; daha önce meslek hastalığı tespitinin yapıldığı Meslek Hastalıkları Hastanesine ait hasta arşiv dosyası ile yeni sağlık kurulu raporu aslı ile dayanağı tıbbi belgeler, - İlk tespit ise yeni açılmış dosyası ve yeni sağlık kurulu raporu aslı ve dayanağı tıbbi belgeler, - İşyerinde yapılmış olan periyodik muayene raporları, - Dosya içerisinde mevcut belgelere dair kontrol listesi,
Hangi Hastalıklar Meslek Hastalığı Sayılır? Hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı Meslek Hastalıkları Listesine göre tespit ve tayin edilir. Bir hastalığın Meslek Hastalığı sayılabilmesi için o hastalığın yükümlülük süresi içerisinde meydana gelmiş olması gerekmektedir. Yükümlülük Süresi; Sigortalının meslek hastalığına sebep olan işinden fiilen ayrıldığı tarih ile meslek hastalığının meydana çıktığı tarih arasında geçen en uzun süreyi ifade eder. Bazı durumlarda ise hastalığın meslek hastalığı olduğunun tespiti için kişinin o işte belirli bir süre hastalık yapıcı etkenlere maruz kalması gerekmektedir. Maruziyet Süresi; Sigorta mevzuatının bir hastalığı meslek hastalığı olarak kabul etmesi için gerekli olan asgari etkilenme süresini ifade eder. (Yönetmelikte tespit edilmiş olan hastalıklar dışında herhangi bir hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağına, Yüksek Sağlık Kurulu karar verir. Ayrıca Yüksek Sağlık Kurulu yükümlülük süresini uzatabilir ve maruziyet süresini de kısaltabilir.
Neden İş Güvenliği
Yapılan analizlerde dünyada son yıllarda iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili gözlemlenen olumlu gelişmeler neticesinde iş kazalarında ve iş cinayetlerinde hissedilir azalmalar yaşanırken, maalesef ülkemizde iş kazaları/iş cinayetleri artmaktadır. Ekonomik boyutu ile incelendiğinde ise, çalışanın iş yaparken aklının sadece işte olması gerekirken, asgari ücretle geçinmeye çalışan arkadaşlardan ne kadar verim alınabilir ki? Ülkemizde yaşanan ve giderek artan iş kazaları, iş cinayetleri ne yazık ki bu konudaki ilgisizliği, insana verilen önemin yok denilecek kadar az; çağdaş çalışma ve yaşam koşullarına ulaşmak için daha çok uzun yıllara ihtiyacımızın olduğunu aşağıdaki analizleri incelediğimizde ortaya koyduğu aşikardır. Bir güvenlik açığının ölçülebilen en büyük maliyeti, sadece çalışan olmaz. Kaybedilmiş bir beden veya zihinsel rehabilitasyon yılları, çalışanı tamamen yeni bir yaşam tarzına zorlayabilir. Bu tür olaylara nasıl fiyat koyacağımızı tanımlamak gerçekten zor olsa gerek. Görevlerini yerine getirirken yaşamını yitiren ya da uzun soluklu yaralanmalar da kuşkusuz ekonomik olarak ölçülebildiğimizin ötesindedir. Yaşamını yitiren kişinin yanı sıra aile ve iş arkadaşları da diğer paydaşlardır. Bu kazalar aynı zamanda şirketleri de etkilemektedir. İş kazası geçiren bir çalışan kayıp adam/saat anlamına gelmektedir. O nedenle bir şirket için bakıldığında giderler yalnızca verimlilik kaybı olarak ölçülmez, aynı zamanda kayıp iş gücü ve artan sigorta maliyetleri de etkilidir. Şirketler için bir diğer önemli kayıp ise, iş kazalarının çokluğu nedeniyle oluşacak olan motivasyon bozukluğudur. Çalışanlar kendilerini güvende hissetmezlerse iş moralleri azalır ve çalışma istekleri düşecektir. Bu da işveren için olumsuz sonuçların doğmasına sebep olacaktır. Bu nedenle çalışanlar mümkün olan en iyi işi yapmaya konsantre olabilmek için işlerini güvenli bir ortamda yapmak isterler. Sorumlu işverenler, güvenli bir işyerinin şirketin ana hattını geliştirdiğini kabul etmelidir. Hangi yönden bakarsanız bakın işi güvenli bir şekilde yürütmenin avantajları çoktur. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Amacı : - Çalışanlara en yüksek seviyede sağlıklı ortam sağlamak, - Çalışma şartlarının olumsuz etkilerinden onları korumak, - İş ve işçi arasında mümkün olan en iyi uyumu temin etmek, - İşyerlerindeki rizikoları tamamen ortadan kaldırmak veya zararları en aza indirgemek, - Oluşabilecek maddi ve manevi zararları ortadan kaldırmak, - Çalışma verimini arttırmak.
İş Sağlığı ve Güvenliği önlemlerinin her ne sebeple olursa olsun ertelenmesi; iş kazalarına, meslek hastalıklarına ve iş cinayetlerine ORTAK OLMAKTIR!…
Read the full article
0 notes