#gerçek çürüme
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yarım Kalan...
Gelip geçici değil tastamam hayatlarımızın orta yerinde imal olunan bir tahakküm veçhesi ile yaşama ket vuruluyor. Denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünü yok yere değil sahiden ve sahici bir istikamet kılan / hiza belirleyici olarak gören bir aklın sunduklarıyla bütün ol hayat imgesi tarumar ediliyor. Behemehal anbean yeniden imal edilen hamlelerle birlikte, bütünlüklü olarak o tahakküm nesnelliğiyle yaşam kuşatılıyor. Muktedir dışında herhangi bir doğru yoktur. Onun seslendirdiği, atfettiğinden gayrı bir ihtimal mevzubahis değildir, hiç olmayacaktır. Biteviye o tek adam rejiminde gündelik yara / berelerin esamesi yoktur, hiç olmayacaktır. Başa örülen çorapları güncellemek, her günü bir öncesi kılmak, onu aşa duran bir tahayyülle sınırlandırmak, zulmün esiri kılmak, zoru her günün başat ögesi kılıp o yirmi üç yıllık iktidar şablonun sunduğudur. Yirmi üç yıllık meselin suna geldiği artık bir demirbaş kıldığı şey şiddetin ta kendisidir. Binbir türlü tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana savruluyor ülke. Beka, gelecek bahisleriyle ümidin kırıldığı, cerahatin hep öne çekilip cürmün el üstünde tutulduğu bir tavır silsilesiyle yinelenip duruyor. Açık, aleni tekinsiz, doğrudan doğruya mahvın ta kendisinden el bulan bir devinimle bir sahada bir yaşam sahnesindeki her ihtimal tırpanlanıyor. Tahakküm parametreleri aralıksız şimdi yeniden biçimlendiriliyor. Devir korkunun eksiksiz güncellendiği, yıkımın satıldığı bariz bir karabasanlar sarmalını bildiriyor.
Çürüme her yeri kuşatırken, ekranlar ketum bırakılıyor. İletişim işleri başkanlığı, radyo ve televizyon üst kurulu, bilmiyoruz hangi sayılı isim ya da makamın var ettikleriyle ya suç, ya da suçlu örtbas ediliyor. İnsanları içine çektikleri karanlığın mevzusu hiç edilmesin diye bir çaba aralıksız güncelleniyor. Söz hiç ediliyor. Yaralar bariz unutuluşa terk edilip duruyor. Onca yara yirmi dört saatte bir mevzu edilip durulan şeylerin yıkıcılığından bahis açılmasın isteniyor. Ne yaralar görünüyor, ne bunca açık tahakkümün var ettiği tüm o karabasanın hayatı nasıl zehirlediğinden bahis açılıyor. İçeriye kulağını tıkayan, gözünü çoktan kapatmış olagelen benim dediğim ülkesinde muhalefetin de o iktidarın dümeninde ilerlemeye devam dediği şablonla bırakalım seçimi, iradeyi, Kürd özgürlük hareketinden gayrı hiçbir kurumun hayatı önemsemediği bir zemin gerçekliğine uyanıyoruz her gün her an yeniden. Tümüyle genel geçer değil doğrudan var edilmiş olagelen hamlelerle birlikte o makus talih diye kederin başat gittiği, cerahatin hiza kılındığı, yıkımın öncelendiği ve şu kör topal demokrasinin dahi yıkımına çabalanan bir karanlık güncellemesine devam olunur. Bu hallerle bir yarın söz konusu edilebilir miydi?
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Semih Çelik'in, Ayşenur Halil'i Eyüpsultan'da öldürdükten yarım saat sonra İkbal Uzuner'i katlettiği yer olan tarihi Edirnekapı Surları'nda düzenlenen protesto dün akşam ilerleyen saatlere kadar devam etti. Eyleme katılan kadınlar Anka’ya konuştu. İkbal Uzuner'le ilkokulu aynı okulda okuyan bir genç kadın "Korkuyoruz. Yolda yürürken, bakkala giderken, iki saniye sonramız ne olacak, bir psikopat tarafından öldürülecek miyiz, parçalanacak mıyız? Geleceğimizi zan altında. Yani hiçbir şeyin garantisi yok. Yaşadığımız semtte, ülkemizde… Biz bu şekilde yaşamak istemiyoruz. Korkarak geçirmek istemiyoruz günlerimizi” dedi.
Eyleme katılan bir başka kadın ise, "Ben de yaşadım bu acıyı. Ben de kardeşimi kaybettim. Artık buna dur diyelim. Yani çoluk çocuk etkilendi. Benim çocuğum şahit oldu, 'o yolu kullanmam' diyor. Hani ben de yaşadığım için o yüzden burada duruyorum. Kız kardeşimi, kocası öldürdü. Üç gün evde sakladı. Dün de onun öl��m yıl dönümüydü. Kadınlar ölümü hak etmiyor” diye seslendi.
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”
"Bir kadın bütün kadınlar demek. Hepimizin canı yanıyor” diyen bir başka kadın ise, “Yani ben kalktım Anadolu yakasından geldim buraya. Çünkü içim rahat etmiyor. Vicdanım rahat etmiyor. Ben bu ülkede nefes alamıyorum. Nefes aldığımı hissetmiyorum. Yürüyemiyorum, dolaşamıyorum” diye seslendi. Psikoloji öğrencisi Buse Başdemir ise, “İkbal herhangi bir tanıdığım değildi. Sadece yaşıtımdı. Çağdaşımdı. Asla yasta değiliz. Kesinlikle isyanlardayız. ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ diyoruz” dedi.
4 Ay Önce Kızı Katledilen Gülizar Sezer: Artık Buna Bir Dur Denilsin
Büyükçekmece'de katledilen Sedef Güler'in annesi Gülizar Sezer de alandaydı, “Biz çocuklarımızı kolay getirmiyoruz. Ya bu da benim yavrum. Öbürkü de benim yavrum. Hepsi benim yavrum. Sedef Güler vahşice katledilerek Büyükçekmece'de dambıllara, zincirlere sarılarak halıyla birlikte denize atıldı. Benim çocuğumun dört aydır adli tıp raporu hâlâ çıkmadı. Dört aydır ben hiçbir şey bilmiyorum. Çocuğumun hiçbir eşyasını teslim bile alamadım. Sadece bu katili (Yavuz Güngör) yakaladık dediler. Bir çanta dolusu parayla Edirne sınırda kaçarken yakalandı. Ya bu adam oraya kadar nasıl gidiyor? Ya şuradan giderken biz geçiyoruz kadın olarak kaç tane bekçiye çevirmeye giriyorum. Bu adam sekiz yıl kesilmiş cezası varken dışarıda elini kolunu sallayarak geziyor. Geliyor benim yavrumu orada katlediyor. Beni çeviriyorsun onu nasıl çeviremiyorsun sen? Dokuz ay karnımda taşıdım. Sancılarla, ağrılarla doğurdum. Bir lokma ekmek bulamadım yeri geldi aç yatırdım. Ben böyle büyüttüm çocuklarımı. Ve bütün hepimiz böyle büyütüyoruz çocuklarımızı. Ya olmasın artık sesimiz duyulsun ve benim Adli Tıp raporumun çıkmasını ve bu devletin arkasında durmasını istiyorum. Başka hiçbir şey istemiyorum. Buna artık bir dur denilsin. Nereye gitsem elimi kolumu bağlıyorlar. Çocuğum öldürülmüş. Bana hiçbir açıklama yapılmıyor. Benim yavrum katledilmiş bana hâlâ dört aydır dosya gizli deniliyor. Benim çocuğum iş görüşmesine gitmişti oraya. İş görüşmesine gittiği yerde katledildi benim yavrum..." diye tepki gösterdi.”
Düpedüz ve yalın bir biçimde irin patlar. Edirnekapı’da meydana gelen cinayet öncesiyle ve sonrasında var edilenlerle birlikte koca bir toplumun her nasıl dönüştürüldüğünün açık bir beyanı olur. Vurdumduymazlığı arşı alaya çıkmış iktidar pratiğinin cerahati öne çekip, herkesi bir hizada tutmak adına suna geldiği, savunduğu kindarlık sonucunda artık enikonu çürük bir menzil var edilir. Partileştiği zikredilen ırkçı yapıların alt kümelerinden olagelen kimi temsil / yapı ve sohbet gruplarının orada, burada ve şurada var ettikleri kötü, çok kötü tahayyüllerin bir kere daha birilerinin canına kasta dönüşümü güncellenir. Tahakküm devlet eliyle ona sana bana şunu ve bunu yapamazsınız derken, insani normu yerle yeksan eden, hayatın ehvenini çala duran temsillerin önünü açması sonrasında bir katran karanlığına demirler ülke, bilmiyoruz kaçıncı kere.
Ardılı sıra çorap söküğü gibi çıkagelen, Discord, Telegram, Rave gibi onlarca farklı sosyal medya uygulamasının aleni bir biçimde çocuğa yönelik cinsel / psikolojik ola gelen şiddet, tehdit mekanizması kılındığı ortaya serilir. İnsanlar hemavaz birlikte bir kere olsun itiraz var etmeye çalışırken daha önce görünenden çok daha farklı bir biçimde çoluk, çocuk denilebilecek insanlardan, kazık kadar olanlarına aralıksız nefret peyda olur, paylaştırılır. Çocuğa cinsel organını yaktırmaktan, kendisinden vazgeçmesi için aralıksız psikolojik şiddete, intihara sevk ettirme hallerine, yine cinsel içerikli tahakküm, hakaret, işkence ve türlü çeşit hamlelerden bizatihi çocuk pornografisinin paylaşımına bir dolu, bir dolu “panel” nam yurttaş kimlik bilgilerinin ifşa edildiği karanlık ağ sitelerinden alınan verilerle var edilen “şantaj” hallerine hepsi bir hep birlikte var edilen bir fasit döngü var edilir. Memleketin çürümesinin birebir sureti bir kere daha can kırıklarının üstüne basarak, katledilmiş iki kadının canını alanı ilahlaştırmaya çabalayarak, mümkün mertebe hakaretlere / alışılageldik olanın çoktan ötesine geçmiş salt küfür, sırf nefretten mülhem bir bakışım ile birlikte insani olanın da çürütülmesinde yol alınır. Bunca açık, bu kadar net bir biçimde on binlerce insanın bir biçimde ortak olduğu bir suç istemi var edilir. Onca onama, o kadar afaki katil kayırma, bitimsiz bir kadın / kız / öteki sanılan insandan, hayvandan sonuna kadar nefretle o devletin var ettiği tahakküm hallerinin bitimsiz, sonsuz bir yeni yorumu var edilir. Sene 2024. Büyük bir suç şebekesi haline dönüşen, hiç birisinin bir diğerinden ala olmadığı çok aşikar bir çürüme tahayyülü tezgahta işlenirken, birkaç ismin tutuklandığı haberi çıkagelir. Her şeyin alelade, çalakalem bir adalet, yargı eliyle bina olunduğu bir menzilde sahiden de memlekete / müştereklerimiz / hayatlarımıza esas zararı veren bu akımların, yol verilmiş bu cerahatin sonu getirilebilecek midir, meselemizdir!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Internal Struggle - Tatum LEUNG – Fine Art Photography Awards
Edirnekapı Surlarında Protestoya Katılan Kadınlar: Yasta Değil İsyandayız! - Evrensel https://www.evrensel.net/haber/530057/edirnekapi-surlarinda-protestoya-katilan-kadinlar-yasta-degil-isyandayiz
#meram#mesel#türkiye gerçekliği#çürüme#başka türkiye vardır#cerahat#yol nereye?#discord#internet#sanal yıkım#gerçek çürüme#karanlık çağ#türkiye#demokrasi#yıkım#insan hakları#kadın#hakkaniyet#mesel yaşamak#yordam#siyasa#biyopolitika#arzihal
0 notes
Text
Bu son olanlardan sonra -genel gündemden bahsediyorum- sosyal çürüme lafı dilimize daha da pelesenk oldu ve gerçekten üzerine düşünmemiz gereken bir konu.Ben ilk etapta kendi içime dönmekten çok insanları gözlemlemeye çalıştım.Gerçekten ilginç,insanlar yorumlarda vahşet görüntülerini görebilmek için sıraya girmişlerdi.Çok sebep aradım kafamda,hala da emin değilim.O kadar hissizleşmiştik de insanlar acıyı hissedebilmek için acılarını suistimal etmeye mi çalışıyorlardı?Yarayı kaşımak gibi.Ya da genelde ölüm acıları görene kadar gerçek gelmiyor,bende öyle olmuştu en azından,görerek kabullenmenin basamaklarını mı çıkmaya çalışıyorlardı?Ben neden kaçıyordum görmekten?Normal olan ne?Acılarımızın normalliği kalmadı artık,tepkilerimiz bunu taşımalı mı hala?Normal.Sayın Bürtek bu konuda düşünmeye itti beni ilk gördüğümde demecini ama şimdi ciddi ciddi aklımdan çıkmıyor.Sosyal çürüme.Şimdi üzerine konuşmak istiyorum ama ne desem boş.Çürüyoruz,kimimiz benim gibi sessizlik içinde,kimimiz siyahlarla duruş sergileyerek,kimimiz avaz avaz hesap sorarak,kimimiz de hayatına devam ederek ama hepimiz çürüyoruz.
3 notes
·
View notes
Note
Sormak istediğim bir soru var çünkü sizin de bu konu hakkında konuşmanız gerektiğini düşünüyorum diğer bağnaz düşünceli erkeklere de alıştırarak yavaş yavaş kadının toplumun büyük bir parçası olduğunu saygı gösterilmesi gerektiğini anlamaları için yardımınız gerekiyor neden kendinizi sorumlu hissetmiyorsunuz gerçekten sadece kadınların desteğiyle olucağını düşünmüyorum sizin gibi beyefendilerin de desteği gerekiyor annelerinin haykırışlarında babalarının yıkılışında hepimiz biraz sorumluyuz sessiz kaldıkça suçlulara destek olduk ben bir kadın olarak sizden de yardım bekliyorum beklemem hata mı? Öyleyse söyleyin tamamen keselim umudumuzu sizin gibi beyefendi erkeklerden
Bizden de yardım beklemen hata değil elbette ama ben bu tarz konuları tumblr gibi bi mecrada yazmam konuşmam çünkü burası cidden çok küçük bi kitleye hitap ediyor ve burası sadece bir yankı odası oluşturuyor. Daha büyük mecralarda daha büyük kitlelere ulaşacak eylemler gerekli sadece tumblrda post atarak olucak bir şey değil bu. Elbette kadın toplumun büyük ve değerli bir parçası. Buna kesinlikle katılıyorum. Ama kadının değerini sosyal medyada değil de gerçek hayatta anlaşılmasını, öğretilmesini umuyorum. Sadece bu tarz konuların değil, toplumun en büyük problemi olan “Sosyal Çürüme”nin de gündeme gelmesi ve bu toplumun büyük bir kısmının rehabilite edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
2 notes
·
View notes
Note
Sevgi nedir? Yani her şeye rağmen onunla olmak mıdır bundan vazgeçmek ihanet midir bilmiyorum kafam çok karışıyor. Her tartışmada kaçan bir tarafla ne yapılabilir ki
Sevginin bilgisel nedeni elbette sevilen kişidir. Ancak varlıksal neliğinin kök saldığı yer seven kişiden ibarettir bence. Yani ötekiyle ve ötekiyle iletişiminde kısmen bağımsızdır. Seven kişi değişen zamanda çok zıt iki iletişim biçiminde çok zıt iki kişiyi sevebilir sonuçta. Öteki onu sevmese de ve hatta o öteki olmasa da onu sevebilir. Bu yüzden sevginin neliğinin ötekinde aranması bence doğru değil tam olarak. Bu sevenle ilgili bir husus.
Her tartışmadan kaçan bir tarafla sen ne yapmak istersin bilemem, ben iletişimimi keserim. Çünkü o kişi zaten iletişim kurmak istemiyor demektir, böyle bir isteksizlik varken bir şeyleri zorlayan taraf olmanın gereği yok.
Tartışmaların önemli olduğunu düşünüyorum. Kendi içinde bulunduğum ilişkide de tartıştığım��z anlar oluyor ama bu karşılıklı hakaret veya kuru gürültüden ziyade bir iletişim gayesi taşıyor. Çünkü en nihayetinde iletişimsizlikten dolayı çıkan bir karmaşadan dolayı tartışmaya sürüklenmiş oluyoruz ve elbette biraz gerilimi olsa da tartışmamızın özünde iletişim kurmuş oluyoruz ki sorunumuzu da ancak böyle çözebiliriz, tartışarak. Bunun saygı çerçevesi içerisinde olduğu sürece yararlı olduğunu düşünüyorum ben. Hatta hiç tartışmayan bir çift varsa o içe atılan ve bastırılan şeylerin sadece ertelenmiş bir felaket olarak bir çürüme alameti olduğu kanısındayım.
Son olarak vazgeçmenin ihanet olduğunu düşünmüyorum. Özgürlük bir insanın eyleme hakkı olduğu kadar eylememe hakkıdır da ve yapmakta olduğun bir şeyi bıraktığın için kimse hainlikle suçlanamaz bence.
Bence düşünmen gereken şey karşı tarafın gerçek bir iletişimi isteyip istemediğidir ve bunu konuşmak istemek hakkındır. Sonuçta sevgi her ne kadar seninle alakalı olsa da bir ilişki kelimenin işteşliğinden de anlayabileceğimiz üzere bir özneler arasılıkta cereyan eder. Ve yine kelimenin özünde ilişik olmak, iletişimde olmak vardır. İletişim yoksa aslında bir ilişki de hiç olmamıştır.
8 notes
·
View notes
Text
Ahşap Kompozit Pergola ile Bahçenizde Modern Bir Dokunuş
Bahçeler, evlerimizin doğayla buluştuğu özel alanlardır. Bu alanları daha fonksiyonel ve estetik hale getirmek için pergolalar mükemmel bir seçenektir. Özellikle ahşap kompozit pergolalar, geleneksel ahşap pergolaların doğal görünümünü modern malzemelerin dayanıklılığıyla birleştirerek bahçenizde çarpıcı bir etki yaratır. Ahşap kompozit pergolaların özelliklerini, avantajlarını ve bahçenize nasıl modern bir dokunuş katabileceğini detaylı bir şekilde bakalım.
Ahşap Kompozit Pergola Nedir?
Ahşap kompozit pergola, ahşap lifleri ve plastik polimerlerden oluşan bir malzeme kullanılarak üretilen modern bir pergola türüdür. Bu malzeme, geleneksel ahşabın görünümünü ve sıcaklığını korurken, plastiğin dayanıklılık ve bakım kolaylığı özelliklerini bir araya getirir.
Özellikleri:
Doğal Ahşap Görünümü: Gerçek ahşaba benzer doku ve renk seçenekleri
Yüksek Dayanıklılık: Neme, böceklere ve UV ışınlarına karşı dirençli
Düşük Bakım Gereksinimi: Boyama veya cilalama gerektirmez
Çevre Dostu: Genellikle geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilir
Uzun Ömürlü: Geleneksel ahşaba göre daha uzun kullanım ömrü sunar
Ahşap Kompozit Pergolanın Avantajları
Dayanıklılık ve Uzun Ömür
Ahşap kompozit pergolalar, geleneksel ahşap pergolalara göre çok daha dayanıklıdır:
Çürüme Direnci: Nem ve suya karşı yüksek direnç gösterir, çürümeye karşı korumalıdır.
Böcek Dayanımı: Termit ve diğer ahşap zararlılarına karşı doğal bir koruma sağlar.
UV Direnci: Güneş ışınlarına karşı dayanıklıdır, renk solması minimuma indirilir.
Çatlama ve Yarılma Direnci: Sıcaklık değişimlerine bağlı genleşme ve büzülmelere karşı dirençlidir.
Düşük Bakım Gereksinimi
Ahşap kompozit pergolalar, minimum bakımla uzun yıllar güzel görünümünü korur:
Boyama Gerekmez: Yıllık boyama veya cilalama ihtiyacı ortadan kalkar.
Kolay Temizlik: Su ve sabunla basit bir temizlik yeterlidir.
Kıymık Oluşturmaz: Çıplak ayakla kullanım için güvenlidir.
Renk Sabitliği: Zaman içinde renk değişimi minimumdur.
Estetik ve Tasarım Esnekliği
Modern tasarım anlayışıyla üretilen ahşap kompozit pergolalar, çeşitli stil seçenekleri sunar:
Geniş Renk Yelpazesi: Doğal ahşap tonlarından modern renklere kadar çeşitli seçenekler
Doku Çeşitliliği: Pürüzsüz yüzeylerden ahşap dokulu seçeneklere kadar farklı dokular
Özelleştirilebilir Tasarımlar: Modüler yapı, çeşitli tasarım olanaklarına imkan tanır
Modern ve Geleneksel Uyum: Her tür bahçe ve ev stiline uyum sağlayabilen tasarımlar
Çevre Dostu Özellikler
Ahşap kompozit pergolalar, sürdürülebilir bir seçenek sunar:
Geri Dönüştürülmüş Malzemeler: Genellikle geri dönüştürülmüş plastik ve ahşap liflerinden üretilir
Kimyasal İşlem Gerektirmez: Zararlı kimyasallarla işlem görmez
Uzun Ömür: Daha az sıklıkta yenileme ihtiyacı, kaynak tüketimini azaltır
Geri Dönüştürülebilir: Kullanım ömrü sonunda geri dönüştürülebilir
Bahçenizde Modern Bir Dokunuş Yaratma
Ahşap kompozit pergola ile bahçenize modern bir dokunuş katmanın çeşitli yolları vardır:
Minimalist Tasarımlar
Modern bahçe tasarımında sadelik ön plandadır:
Düz Çizgiler: Keskin ve düz hatlara sahip pergola tasarımları tercih edin
Nötr Renkler: Gri, bej veya koyu kahve tonları modern bir görünüm sağlar
Açık Alanlar: Pergolanın etrafında ferah alanlar bırakın
Aydınlatma Entegrasyonu
Doğru aydınlatma, pergolanızı gece de çekici kılar:
LED Şeritler: Pergola kirişlerine entegre edilmiş LED aydınlatmalar kullanın
Sarkıt Lambalar: Minimalist tasarımlı sarkıt lambalarla atmosfer yaratın
Akıllı Aydınlatma: Uzaktan kontrol edilebilen ve renk değiştirebilen sistemler tercih edin
Yeşil Entegrasyonu
Bitkiler, pergolanıza doğal bir güzellik katar:
Sarmaşıklar: Hızlı büyüyen sarmaşıklarla pergolayı yeşillendirin
Asma Saksılar: Modern tasarımlı asma saksılarla dikey bahçeler oluşturun
Gölge Bitkileri: Pergola çevresine gölgeyi seven bitkiler yerleştirin
Mobilya ve Aksesuar Seçimi
Doğru mobilya ve aksesuarlar, pergolanızın stilini tamamlar:
Modern Oturma Grupları: Minimal tasarımlı, açık renkli oturma grupları tercih edin
Outdoor Halılar: Geometrik desenli outdoor halılarla alanı tanımlayın
Dekoratif Yastıklar: Canlı renkli yastıklarla kontrast yaratın
Çok Fonksiyonlu Kullanım
Pergolanızı farklı amaçlar için kullanarak değerini artırın:
Outdoor Mutfak: Pergola altına kompakt bir outdoor mutfak entegre edin
Yoga Alanı: Sabah yogası için huzurlu bir alan oluşturun
Home Office: Uzaktan çalışma için ideal bir outdoor ofis alanı yaratın
Teknoloji Entegrasyonu
Modern yaşamın gerekliliklerini pergolanıza taşıyın:
Wi-Fi Erişim Noktası: Pergola alanında güçlü internet bağlantısı sağlayın
Bluetooth Hoparlörler: Gizli hoparlörlerle müzik sistemi kurun
USB Şarj Noktaları: Mobil cihazlar için şarj noktaları ekleyin
Su Elemanları
Su sesi ve görüntüsü ile huzurlu bir atmosfer yaratın:
Modern Çeşmeler: Geometrik tasarımlı duvar çeşmeleri ekleyin
Su Perdeleri: İnce su perdeleri ile serinletici bir etki yaratın
Minimalist Göletler: Pergola yakınına küçük, modern tasarımlı göletler yerleştirin
Renkli Aksan Duvarları
Pergolanızın arka planını renkli bir duvarla vurgulayın:
Kontrast Renkler: Pergolanın rengine kontrast oluşturan canlı renkler kullanın
Geometrik Desenler: Modern geometrik desenlerle ilgi çekici bir arka plan yaratın
Dikey Bahçeler: Canlı bitkilerle kaplı bir dikey bahçe duvarı oluşturun
Ahşap kompozit pergolalar, bahçenizde modern bir dokunuş yaratmanın mükemmel bir yoludur. Dayanıklılık, düşük bakım gereksinimi ve estetik görünümleriyle, bu pergolalar hem fonksiyonel hem de şık bir dış mekan yaşam alanı oluşturmanıza olanak tanır. Doğru tasarım, aydınlatma, mobilya seçimi ve aksesuarlarla birleştiğinde, ahşap kompozit pergolalar bahçenizin odak noktası haline gelebilir.
Modern yaşamın gereksinimlerini karşılarken doğayla iç içe olma arzumuzu da tatmin eden bu pergolalar, dış mekan yaşam alanlarımızı yeniden tanımlıyor. Çevre dostu özellikleri ve uzun ömürleri sayesinde, ahşap kompozit pergolalar sürdürülebilir bir bahçe tasarımı için de ideal bir seçenek sunuyor.
Bahçenizde bir ahşap kompozit pergola ile modern bir dokunuş yaratarak, evinizin değerini artırabilir, dış mekan yaşam alanınızı genişletebilir ve doğayla iç içe, konforlu bir yaşam alanı oluşturabilirsiniz. Bu yatırım, uzun yıllar boyunca size keyifli anlar yaşatacak ve evinizin çekiciliğini artıracaktır.
web tasarım
@gunerkan
#ahşap#kompozit#deck#ahşapkompozit#ahşapkompozitdeck#ahşapkompozitizmir#ahşapkompozitpergola#ahşapkompozitcephe#ahşapkompozitçit#ahşapkompozitkorkuluk#ahşapkompozitmerdiven#ahşapkompozitprefabrikev#ahşapkompozitzeminkaplama#havuzkenarıdeck#ahşapkompozithavuzkenarı#ahşapkompozitkaplama#therrawood#wpc#izmir
0 notes
Text
Kompozit Deck M2 Fiyatları ve Avantajları
Kompozit deckler, son yıllarda ev sahipleri ve inşaat sektörü tarafından giderek daha popüler hale gelmiştir. Bu dayanıklı ve estetik malzeme, ahşap ile plastik liflerin birleşiminden oluşur ve dış mekanlarda kullanılan zemin kaplamaları için ideal bir seçenektir. Kompozit deck m2 fiyatları ise, bu ürünün alıcılar arasında merak uyandıran bir konudur.
Kompozit decklerin fiyatı, çeşitli faktörlere bağlı olarak değişebilir. Öncelikle, deckin kalitesi ve markası fiyat üzerinde etkili olur. Daha yüksek kaliteli ve ünlü markalara ait kompozit deckler, genellikle daha yüksek maliyetlidir. Bununla birlikte, daha ekonomik seçenekler de bulunabilir.
Bir diğer önemli faktör, deckin boyutu ve alanıdır. Bir metrekare başına düşen maliyet, genellikle satın alınan miktar arttıkça azalır. Dolayısıyla, büyük bir alana sahipseniz, m2 fiyatının daha makul olabileceğini görebilirsiniz.
Kompozit decklerin fiyatını belirleyen diğer etkenler arasında malzemenin kalınlığı, renk ve desen seçenekleri, montaj gereksinimleri gibi unsurlar yer alır. Bazı kompozit deckler, gerçek ahşap görünümü sağlamak için özel olarak tasarlanmıştır. Bu tür özellikler maliyeti artırabilir.
Kompozit decklerin fiyatına odaklanırken, avantajları da göz ardı edilmemelidir. Kompozit malzeme, dayanıklılığı ve düşük bakım gereksinimleri nedeniyle tercih edilir. Ahşaba kıyasla çürüme, çarpılma veya solma gibi sorunlarla karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Ayrıca, kompozit decklerin renkleri genellikle güneş ışığına maruz kaldıkça solmaz ve renklerini korur.
Kompozit deck m2 fiyatları çeşitli faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterir. Deckin kalitesi, boyutu, markası ve diğer özellikler fiyat üzerinde etkilidir. Ancak, kompozit decklerin sağladığı avantajları göz önünde bulundurarak, uzun vadede maliyet etkin bir seçenek olduğunu söyleyebiliriz.
Detaylı bilgi için: https://kompozitdeck.com/
0 notes
Text
Kompozit Deck M2 Fiyatları ve Avantajları
Kompozit deckler, dış mekanlarda kullanılan dayanıklı ve estetik bir malzemedir. Ahşapla plastik liflerin birleştirilmesiyle oluşturulan kompozit deckler, doğal ahşap görünümü ve dayanıklılık özellikleriyle tercih edilen bir seçenektir. Kompozit decklerin m2 fiyatları ise farklı faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
İlk olarak, kompozit deckin kalitesi ve markası fiyatı etkileyen en önemli faktörler arasındadır. Piyasada farklı malzeme kalitelerine ve markalara sahip olan kompozit deckler bulunmaktadır. Daha yüksek kaliteli ve bilinen markalara ait kompozit deckler genellikle daha yüksek fiyatlarla satılmaktadır. Ancak, bu durumda ödediğiniz ek maliyet, daha uzun ömür ve dayanıklılık gibi avantajlarla birlikte gelir.
İkinci faktör, deckin boyutu ve tasarımıdır. Kompozit deckler genellikle metrekare (m2) bazında satılır. Deckin büyüklüğüne ve tasarımına bağlı olarak m2 fiyatı değişebilir. Özel tasarımlar veya farklı boyutlarda deckler talep edildiğinde fiyatlar da buna göre artabilir.
Ayrıca, kompozit deckin montajı da maliyeti etkileyen bir faktördür. Deckin profesyonelce kurulması gerektiği düşünüldüğünde, montaj hizmetinin fiyatı toplam maliyete eklenmelidir. Montaj işlemi kompleks olabilir ve deckin boyutuna, zemine ve diğer yapısal faktörlere bağlı olarak değişebilir.
Kompozit decklerin avantajları ise fiyatı dikkate alındığında oldukça çekici olabilir. Doğal ahşap görünümüne sahip olan bu malzeme, gerçek ahşabın dayanıklılığına ve bakım kolaylığına sahiptir. Ayrıca, kompozit deckler çürüme, çatlama veya solma gibi problemlerle karşılaşma riskini azaltır. Uzun ömürlü ve kolay temizlenebilir olmaları da tercih edilme sebeplerinden biridir.
Kompozit deck m2 fiyatları kalite, marka, tasarım ve montaj gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Her ne kadar maliyetli olsa da, kompozit deckler doğal ahşap görünümü ve dayanıklılık avantajlarıyla uzun vadede tasarruf sağlayabilir. Estetik bir çözüm arayanlar için kompozit deckler harika bir seçenek olabilir.
Detaylı bilgi için: https://kompozitdeck.com/
0 notes
Text
Ve şimdi de, Türkiye’deki siyaseti yorumlayanların ardından Türkiye’deki futbol ortamını yorumlayanlardan bahsetmek istiyorum. Fakat peşinen söylemek isterim ki; ben, futbol yorumcularına, siyaseti yorumlayanlar kadar acımasız yaklaşmayacağım. Çünkü, Türkiye’deki -futbolu, siyasete alet etmeyin- algısı çok güçlü ve kimsenin de bunun aksini söyleme hevesi yok. E durum böyle olunca da, çoğu futbol üzerine yapılan yorumlar, yüzeyselliği aşmayı bırakın, başka bir ülkenin futbol atmosferinden bahsediliyormuş havası vermekte. Ve bunun yanında, futbol yorumcularının kurumlarla ya da kurumlardaki ilgili kişilerle olan göbek bağları, siyaseti yorumlayanlar gibi güçlü ve aşılmaz hale geldiği birçok noktası var. Ki zaten taraftarlık kültü de, Türkiye gibi bir ülkede, futbol adına istediğin gibi konuşmayı zorlaştıran bir başka sebep olarak heybetiyle tam önümüzde duruyor.
Türkiye’de endüstri haline gelmekten çok, belli çevrelerin şekil verip ona göre hamleler yaptığı bir arka bahçe olan futbol, şahıslara veya kurumlara yaslanarak faaliyetini sürdürüyor. Böyle olmasına rağmen genel futbol kamuoyunda, futbol ile ilgilenenlerde -siyasetin, futbola etkisi yoktur, olmamalıdır da- diye güçlü bir kanı mevcuttur. İşte tam da burada, birçok insanın zihnindeki bu tabu, eğer kendisinin de ait olduğu grup tarafından suistimal ediliyorsa, sessiz kalmayı tercih etmekte bir sakınca görmüyor ve kafasındaki ahlak ya da etik sistemine bir şekilde oturtabiliyor. Ve bu nokta da birçoğu, ülkenin futbol dışında gerçekleşen alanlardaki sorunların tekrardan futbol üzerinde etkiler yaratıp, problemler çıkarmasını görmezden gelip sadece futbol dünyası içinde kalıp, yorum ve analizlerini o an olan problemlerden kaynaklandığı kanısı üzerinden yapmalarına da bir bahane olmuş oluyor. Futbolun üst kademelerindeki insanların güçleri gazeteci, yorumcu veya yayıncıların varlıklarını da kolaylıkla etkiliyor. Kurulan bu ilişki tarzında yönetici, bir gelişmeyi gazeteciye bildirirken haber biçiminde aktarır. Gazeteci de bu bilgiyi haber değeri üzerinden hazırlayıp, kamulaştırır. Sonra da birileri tarafından konuşulur. Gazeteci duyumlar için, yöneticiler de hamleler için böyle ilişkilere ihtiyaç duymadan edemez. Ve böylesi bir ilişki tarzında yönetilen kulüpler, oyuncular, paralar… Ve bu futbol ortamında en geçer akçe de güce sınırsız şekilde teslim olmaktır.
Ülkedeki genel çürüme ve kalitesizlik futbol çevrelerindeki etkilerini, siyasete göre daha farklı bir şekilde göstermekte. Yorumcular, sahada kalarak yorumlarını yapma gayretindelerdir. Onca para verilip de alınmış oyunculardan istenilen verimin alınamaması, bir operasyonda yanlış yapılması gibi konuların konuşulması, hiç kimseye bir şey dokundurmadan gerçekleşir. Futbol üzerine gerçek ve temel sorunların konuşulması yerine klişelere sığınarak gerçekleşen tüm bu performanslarda kimse incinmez ama yüksek sesler, sinirler de eksik olmaz. Boşa koparılan fırtınalar, durduk yere ortamların gerilmesi, futbol ortamı için en gerekli olanlardandır. Hayatın farklı alanlarında yaşanan zorluklar, kişisel hakların suistimal edilmesi ve yaşamın gittikçe ağırlaşması görmezden gelinip, futbolu, sadece futbol üzerinden değerlendirme ısrarı, futbolun içinde olduğu gerçek sorunları hatırlatmaktan uzak bir çevreyi yaygın kılıyor. Futboldaki sorunları, ülkenin içinde bulunduğu koşulları yorumlarına karıştırmadan değerlendirenler, futbolu takip eden kişiler üzerinde sandıkları kadar etkiyi oluşturmuyor. Akp, yarattığı kendi medyasına rağmen insanların, başka mecralarda başka tarafların anlatısını dinlemeye gitmesini önleyemedi. Onca çarptırılmış tarihi diziler ve tarihi olayların kendi yorumlarından oluşan bir sürü görsel iletişim çabaları, hiçbiri, Akp’nin istediği etkiyi gerçekleştiremedi. Çünkü ortaya konulan tüm yapımlarda, hikayenin gidişatından oyuncuların performanslarına kadar sinen vasatlığı kolayca görebiliyorsunuz ve onca bütçe, sınırsız para bile bu yapımların istediği etkiye sahip olmasını sağlayamadı. Bir yerden sonra büyük yapımların, kötü parodileri yapılır oldu. Demek istediğim, bu kokuşmuşluk ülkenin, sistemin, hayatın birçok farklı alanına sirayet etmiş durumda. Bunu görmek için de çok akıllı olmanıza gerek yok. Fakat iş, tıpkı siyaseti yorumlayanlarda tıpkı futbolu yorumlayanlarda olduğu gibi, halkın değişik birçok kademesinde de bu olanları, hakkıyla, kimseden bir şey ummadan söylemek. Tüm bir ülke, olanlar karşısında, böyle bir şey olmuyormuş gibi yaşıyor. Ve devran, birileri sırf halsiz ve güçsüz hissettiği için, birileri için dönmeye devam ediyor.
Ve elbette günümüz futbol dünyasında çok değerli, işinin ehli, yetkin bir sürü insan var fakat onların hepsi atıl bir vaziyette, kendilerinin tutulduğu alanda mücadelelerini sürdürmeye devam ediyorlar her koşulda. Tıpkı siyaseti yorumlayanlarda olduğu gibi. Eminim ki şu an bu devranı izleyen çoğu güncel düzende yer bulamamış onca futbol insanı, nelerin yapılmaması konusunda yeterince örneklere tanıklık etmiştir. Bir musibet ne kadar işlevsel olacak, önümüzdeki yakın dönemler gösterecek. Her muhit her çevrede, bu gözlerimizde büyütüp de bizi usandıranların sanıldığı kadar akıllı ve sanıldığı kadar yetenekli ve sanıldıkları kadar güçlü olmadıklarını, göstermek de birilerine düşmek zorunda. O yüzden, ülkede şu an olan tüm bu yozlaşmışlık, çürümüşlüğün sebebi olanları kayırmak, kimseye bir şey kazandırmaz. Kazandırıyor gibi görünebilse de o zaman belki harcayacak bir yeriniz kalmayacak. Doğru yerde olmak ve doğrudan bahsetmenin hangi yorumcuya kazandıracağını zaman gösterecek. Akp tarafından söylemler değiştirilip, kendi çıkarlarına yontulmaya çalışıldı ve söylemler bir şekilde suistimal edilmesinin uzun bir geçmişi olması bile iktidarın kendi söylemini yaratıp benimsenmesini sağlayamadı. Sadece elinde tuttuğu gücün kudretiyle böyle bir sanı meydana getirdi fakat o da artık işlevsiz hale geldi. Ama konuşan yok. Böyle bir futbol ortamında verimsiz hale gelen tüm kademelerde iş bilen insanların yerine işgüzar insanların olması, durumu daha da dramatik hale getiriyor.
Belli mecralarda yer tutup, görü koymaya çalışan, bir şeyleri bir sebepten ötürü inandığı şeyler üzerinden yorumlayanların bayağılı üzerine söylenecek şeyler tükenmiş durumda değil. O yüzden de bu gibi konulara tekrardan dönüp yeniden değerlendirmeyi de ihmal etmeyeceğim. Ortada oluşan tahribatı takip etmek, değişen ahengi, dili ve ısrarla inandırılmaya zorlanan bu hikayelerin kurmacalığına değinmek. İşte burada olacak cümbüş, bu tip şeylerden oluşacak diye umuyorum.
Devam edecek…
0 notes
Text
bir yolum yok.
bu gerçek bir çürüme metnidir. yalan bir dünyada yaşamayı reddeden bir insanın düşüncelerini tüm sığlığıyla ortaya koyar.
bu hayatta BENim, ben olarak yaşayabildiğim bir ihtimal yok. kendimi kabullenmeyi sevdiğim bir ihtimalde yaşamanın mantıklı bir yolunu bulamıyorum. hayatın anlamsızlığı sırtıma kırbaçla vuruyor, ve ben sevmeyi öğrenemiyorum. anasını siktiğim hayatında kendimle alakalı mantıklı bir çıkış yolu bulamıyorum, bulmayı denediğim her seferde sırtıma farklı bir kırbaç vuruyorum. travmalarımın bir çıkış yolunu bulamıyorum/bulamadım. acıyı kabullenerek ölümümü hızlandırmak sanırım benim bu ızdırabı devam ettirmemi bir nebze olsun kolaylaştırıyor. kimseden bir şey beklemiyorum. ben, ben olarak ölmeyi yeğlerim. çekmem gereken bir ıstırap varsa hazırım, ama bu hayat benlik değil. sevemedim bu hayatı, barışamadım. huzura kavuşamadım. belki ölümümde kavuşurum. narsistliğin norm zannedildiği ve bir tür güç yarışı sanıldığı ama işin aslında hiçbir değeri olmayan, ucuzluğun aşk/sevginin yerini doldurduğu zannedilen ve görünmez tehditin neredeyse her çıkar (güya duygusal) ilişkisinin özünü yarattığı, sahte olmayanın kullanıldığı anasını siktiğim dünyasında ben mutlu olmayı başaramıyorum, başarmayı da istemiyorum. gururumla ölmeyi yeğlerim.
ben gözlerimi nefret etmek için mi açtım?
0 notes
Text
bu ülke, mavi işaretli olanından sıcak su akan muslukların; odanın lambasını yakmak için yukarı kaldırılan anahtarların; bir türlü yerine oturmayan kapılar ve kilitlerin; hiçbir zaman zeminle aynı seviyede kalamayan rögar kapaklarının; yapılmasının üzerinden daha bir ay geçmeden kırılan, çöken kaldırımların, yolların; işini layıkıyla ve sonuçlarını öngörerek yapmayanların; başına bir yaptırım gelmeyeceğini bildiği için umursamayanların; ardından da başına gelen kötü olaylar yüzünden yanlış kişi ve kurumları suçlayanların; hiçbir meselenin bağlantısını kuramayanların ülkesi.
bu ülke, niteliği ve eğitimi sayesinde değil, tanıdığı ve parası yüzünden mevkilere erişenlerin; eyyamı ve adam kayırmayı adetten sayanların; kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin; kendi çıkarı için başkalarının hakkını yemeyi gelenek edinmişlerin; eğitimi, bilgiyi hor görüp aşağılayanların ülkesi.
bu ülke, eğitim kurumlarının geldiği rezil hale ses çıkarmayanların, ses çıkaranları bastıranların; hayatında tek bir kitabın kapağını kaldırmayıp, tek bir araştırma, inceleme, istatistik görmeyip, aydınına, okumuşuna saydıranların; onlarca çöp üniversitenin yüzlerce çöp bölümünden hayata, kültüre, sanata, bilime, eleştirel düşünceye dair hiçbir entelektüel birikim elde etmeden, batak oynayıp son gece çalışarak verdiği sınavlarla mezun olup kendini bir bok sananların; alanına, uzmanlığına hakim olup dünyadaki gelişmeleri takip ederek nitelikli bireyler yetiştirmeye çabalamak yerine, intihalle, kıç yalamayla koltuklarına yapışıp akademinin içine sıçanların; devletin okullarını gerici propaganda üslerine çeviren yılanların ve buna karşı organize tepki koyamayan veliler ile öğretmenlerin ülkesi.
bu ülke, çıkar için her fırsatta kanun değiştiren iktidarların; vatandaşını tahakküm odaklı kanun yapan devletlerin; birkaç bin liraya satın alınan hâkimlerin; kendini milletin ağası, devletin tabancası gören savcıların; bunlara karşı durup diş göstermek için bir türlü örgütlenemeyen, çıkar peşinde avukatların; denetimsizliğin, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, her türlü kötülüğü yanına kâr kalanların ülkesi.
bu ülke, bilime her konusu açıldığında direnç gösteren, yeri geldiğinde aşağılayan, fakat modern tıbbın nimetlerinden işi düştüğünde faydalanmak için ayakları kıçına çarpa çarpa koşan ikiyüzlülerin; göstermelik sosyal güvencelerin; rezil hastanelerin, doktor öldüren hasta yakını canilerin, yarım yamalak iş yapan ihmalkâr doktorların; sağlığına kavuşmaya çalışanları soymayı meşru gören yöneticilerin ülkesi.
bu ülke, rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, sömürünün, zerre karşılığı alınamayan, iktidar ve yardakçılarının ceplerine doldurulan vergilerin; verdikleri avantalarla milyarlık ihaleler alıp, üstüne vergilerini sildiren, katma değer için değil, görmemişliğini doyurmak için çalışan, inşaatından medyasına, sanayisinden finansına bütün sektörleri iktidarın altına peşkeş çeken, doğasından dokusuna memleketin her yerini talan eden açgözlü şerefsiz patronların ve olan bitene bir türlü sesini çıkarmayan, “bir gün ben de onlar gibi olacağım!” umuduyla bekleyen onursuz çalışan ve işçilerin ülkesi.
bu ülke, yanlarından ayrılmanın birkaç saniye sonrasında arkandan konuşmaya başlayanların; terbiyesizlerin, gıybet meraklılarının, yan gözle bakanların, tepeden görenlerin, açık kollayanların; kendini en ahlaklı, en düzgün, en doğru göstermeye çalışıp, kapalı kapılar ardından en rezil, en ahlaksız, en leş hayatları yaşayanların; sözünün arkasında durmayanların; bir dediği diğerini tutmayanların ülkesi.
bu ülke, “s*ken”, “a*ına koyan” erkeklerin; "delikanlılık" taslayıp karısını aldatanların, dövenlerin, öldürenlerin; tecavüzcülerin, pedofillerin, cinsel sapkınlıkların; kadın, lgbt, kürt, alevi, ne kadar kendinden farklı varsa hepsine nefret kusanların; zalimlerin, siyasal islamla iç içe geçmiş ataerkilliğin; biri sünni, türk ve erkek olmadığı sürece zaten sınırlı sayıdaki özgürlüklerine el koyulabilmesini, gerekirse hayatlarının ellerinden alınabilmesini meşru görenlerin; pisliğin, kokuşmuşluğun ülkesi.
bu ülke, zevksizlik abidesine dönmüş şehirlerinde tek mimari ortak noktaları gerçek kıblelerine dönük çanak antenli evlerinde oturup, devletin propaganda kutusuna dönmüş televizyonlarındaki nefret saçan dalkavuk çığırtkanları, beyin öldüren yarışma ve programları, zerre entelektüel derinlik barındırmayan seri üretim rezil dizileri izlerken ağızlarından sular akan milyonların; ölüm haberleri verilirken muhabir arkasından gülerek kameraya el sallayanların; papağan gibi iktidar ne derse tekrar eden andavalların; aksini söyleyene sansürün, yasağın, baskının, dayatmanın; aksini söylemeye ortam sağlayabilecek resmin, müziğin, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, mimarinin, heykelin suratına tükürenlerin; olanı, işleyeni, estetiği, güzeli satan, satamıyorsa da yıkıp yerine kendi iğrençliğini dikenlerin ülkesi.
bu ülke, nefretin, hoşgörüsüzlüğün, ayrımcılığın, düşmanlığın, mezhepçiliğin, hemşericiliğin, ırkçılığın, terörün, patlayan bombaların, parçalanan cesetlerin; sokak ortalarında, bodrumlarda, nöbet yerlerinde, görev başlarında, hapishanelerde, gözaltı odalarında, minare diplerinde infazların; ölümlerin, katillerin, ölülerin arkasından ölülere de, ölülerine feryat edenlere de küfredenlerin; haykırışlara sırtlarını dönenlerin; düşene bir tekme de kendileri vuranların ülkesi.
bu ülke hiçbir zaman aydınlanmaya dönük, her alanda eşitliği, her anlamda özgürlüğü, temel insan haklarını, sosyal adaleti, mutlak barışı, yalnızca kendisi için değil, herkes için huzur ve refahı isteyenlerin ülkesi olmadı. çünkü bu ülkede bu değerlerin hiçbiri savaşılarak kazanılmadı, dolayısıyla gerçek değerleri anlaşılamadı.
bizler hiç bunların savaşını vermedik ve bugün bu ülkede nefret edilen bir diğer azınlıktan başka bir şey değiliz. sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün katmanlarındaki bu çürüme ve yozlaşma, bu ölçülemeyen boyutlara ulaşmış nefret, patlayan bombalar, söndürülen hayatlar, temennilerle, lanetlemelerle sona ermeyecek. eğer “bu ülke bizim de ülkemiz!” diyebilmeyi, içinde bulunduğumuz bataklıkta binbir zorlukla edindiğimiz bu “evrensel” değerlerin benimsenmesini, içine doğduğumuz bu lanetli toprakların da bizi ve bu değerlerimizi benimsemesini istiyorsak, bunun savaşını vermekten başka çaremiz yok.
aksi takdirde “yabancısı” olduğumuz bu ülkede, hiçbir zaman yerimiz olmayacak...
Alıntı..
87 notes
·
View notes
Text
Anarko-Komünizm
Başlarken, zan yaratmamak adına not düşmek farzdır… Burada konu edilen isim ve isimler etrafındaki anlatım gerçek değil, soyutlama kurguyla yazılan bir hikaye denemesidir. Ama gerçek yaşamda karşılığı olan bir hikayedir ve bu hikayeden yola çıkarak bir gerçeğe parmak basmayı amaçlamaktayız.
Saygı dilenilmez, saygın olunur!…
Aliminden kamil bir adam vardı, adına Mülayim derlerdi. Mülayim çok bilgili, tecrübeli, yetenekli ve birikimli biriydi. Devrimci bir sanatçı, edebiyatçı ve bilim insanıydı. Buna mukabil, son derece mütevazı ve alçak gönüllüydü. Saf ve temizlik manasında tarif edilen budala cinsindendi. Yaşamı ciddiye alıyordu ama bir parça gırgır-şamatayı seviyor, kendisiyle alay etmekten haz duyuyor gibiydi. Yerli-yersiz kedisini hasrediyordu. Belki bilerek yapıyordu bunu; belki bir kültür, belki bir bilincin oturması için… Kendisiyle alay etmesi ve kendisini hasretmesi belli ki korkusuzluğundan ileri geliyordu. Korkusuzdu çünkü, gizlisi-saklısı yoktu, kendisini çırılçıplak seriyordu alemin önüne ve olduğundan farklı görünme kaygısı da yoktu. Gizleyecek veya gizlediği bir şeyi olmadığı için korkacağı Bir şeyi de yoktu.
Mülayim’in bugünkü hali, geçmişinin üzerine kuruluydu. Dingin olan şimdisine karşın, dünü oldukça dalgalı, serüven doluydu. Doğrusu-yanlışıyla devrimin bir hamalıydı… Geçmişi bugününden çok daha kuvvetli ve bugünü geçmişinden çok daha ileriydi.. İşin özü Mülayim iyisinden bir insan portresiydi. Ne az, ne fazla… Yani, Mülayim insanın gösterebileceği becerilere sahip olmakla birlikte, insanın yapabileceği hatalara da sahipti. Kuşkusuz ki, Mülayim devrimci ve saygın bir insandı. Abartmasak da, en azından bir devrimci olduğunu teslim etmek haktır.
Bu Mülayim, ben de dahil, bir çok devrimciden siyasi yaftalara, hakaret ve damgalamalara maruz kalmış biriydi. Belki bir kısmını hak ediyordu. Ama fazlasını değil… Mülayim, bu suçlamalardan, duymadıklarına da duyduklarına da kısmen duyarsız kalıyordu. O, cevabını genel olarak ürün ve eserleriyle vermeyi yeğliyor gibiydi. Eh her söze yetişecek vakti de, takati de olamazdı. Çıkar yolu yazarak göstermekte bulmuştu. Çok yazdı, yazıyor… Suçlayanların bir kısmı onu anlama durumuna gelse de, bir kısmı kendisinin ona yüklediği role bağlı olarak umduğunu bulmadığı için suçlayıcılığını edebi zorlayan mertebelere çıkararak devam ediyor. Mülayim her zamanki sakinliğini koruyup olup-biteni ‘‘insan hata yapar, ben de hata yaparım‘‘ tadında ters tepki vermeden karşılamaya devam ediyor. Bazen, ağır haksızlıklara isyan etse de, yazarak konuşmanın ötesine inatla geçmiyor; ötesine gerek de duymuyor.
Öyle ya da böyle, Mülayim belli insanlar tarafından ekol alınıyor. Ekol denk değilse, ona özenen, ona benzemeye çalışan ya da onu taklit etmeye çalışan bir çok insan var dersek yerinde olur. İşin kötüsü, onu taklit etmek isteyenlerin, en azından bir kısmının, onun insan portresinden uzak ve kötü birer kopyacılar olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar gösteriş meraklısı ve olduğundan farklı görünmeye çalışan tiplerdir. Kullanabilecekleri her şeyi bencil egoları için kullanan ve değerleri basamak etmekten sakınmayan vb. vs. özellikleriyle densiz olup, Mülayim’e hiç benzemeyen tipten portrelerdir. Bu portelerin adı, ben egosuyla özdeştir. Lakayt ve ciddiyetsizdirler. Arlanmazlıkları şu ki, bu özellikleriyle Mülayim’e benzemeye çalışmakta, onunla kendi aralarında bu özellikleriyle bir bağ kurmaya cüret etmektedirler.
Mülayim, entelektüellerin sınıf mücadelesinin belli gündemleri karşısında aldıkları somut tavrı eleştirdi. Kendi kendisine paha biçen gösterişçi, gösterişçi olduğu kadar ben egosuyla yüklü lakayt taklitçi söze girerek, ‘‘sevgili üstadım bizlere biraz haksızlık etmiyor musun?‘‘ diye sordu. Mülayim verecek yanıt bulamadı, içinden hadi oradan densiz diyerek geçiştirdi soruyu.
Mülayim, sözlerini edebiyat ve sanat üzerine sürdürdü. Yaşama dair bolca anlatımdan sonra, resimden, heykelden, romandan, şiirden söz etti… Bunlar üzerine geniş bakış açısını anlatarak, bu alanda devrimci hareketin zayıflıklarına işaret etti… Canlı kulağıyla dinleyip sünger gibi emen dinleyicilerden biri kafasında doğan çelişkiyi soruya dökmeye hazırlandı ki, yine o malum portre hızlı davranarak, ‘‘sevgili üstadım biz edebiyatçılara karşı biraz katı değil misin?‘‘ diyerek bir kez daha çoraptan çıktı. Mülayim ne diyeceğini bilemedi, bocaladı soru karşısında. Biraz durdu… Tabiatı değildi insanı incitmek, ama bir yanıt vermeyi de ihmal etmedi. ‘‘Edebiyatçılardan, devrimci hareketten söz ettim, senden değil!‘‘ diyerek anlayanın anlayacağı tarzdan hokkalı bir yanıt verdi. Bunun yeteceğini sandı… Ama ben egosu yüksek gösterişçi portre, işi arlanmazlığa vuran gırgırla, ‘‘tam da benden bahsediyorsun işte‘‘ diyerek sebep olduğu alaycı gülüşmelere ortak olmaktan geri durmadı.
Mülayim serinlik veren edasını bozmadı. Kibarca duymazdan geldi ve diğer dinleyicilere dönerek konuşmasını sürdürdü. Muhatap alınmadığını gören lakayt portre, ‘‘sevgili üstadım tartışmaktan kaçıyorsun‘‘ diyerek Mülayim’in sabrını zorladı. Milayim, ciddiyetsiz bu tiplere karşı sözün kifayetsiz olduğunu iyice anlamış olmalı ki, gülümseyerek karşılık verdi. Zira, bu gülümseme, ‘‘gülünecek durumdasın‘‘ demeye geliyordu… Fakat oturanların gülüşmelerinden rahatsız olmayan malum portre, Mülayim’in gülümsemesinden hiç rahatsız olmadı; bilakis Mülayim’in kendisine karşı ikrarda bulunduğunu söyleyerek egosuna cila atmayı ihmal etmedi.
Mülayim, istifini bozmadı, yine anlayanın anlayacağı dilden ama yine başka dinleyicilere dönük olma kaydıyla hitabına devam etti… Uzunca anlatıp şu sözlerle sohbetini bitirdi:
‘‘Ciddi meseleler ciddi insanlarla konuşulur. Gayrı ciddi atmosfer ciddi meselelerin konuşulmasına fayda sağlamaz. Oysa, her şeyin bir yeri ve zamanı vardır. Kahvehanede olsaydık normal karşılardım. Kendisini merkeze koyan anlayış ya da kendisini her şeyin merkezinde gören kibir kimseyi yüceltmez, saygın kılmaz. Sizlere önerim, yaşamınızla saygın olmayı hak edin, hiçbir zaman hak etmediğiniz saygınlığı istemeyin ve kendi kendinize kıymet biçmeyin. Bırakın başkaları size saygı duysun, siz saygı dilenmeyin! Saygı dilenciliği zavallılıktır, devrimci insan için en utanılacak durumdur. Kimilerinin durumu maalesef böyledir…‘‘
Mülayim’in hoş bir serinlik veren daimi mizacı son sözleriyle birilerini buz odasına koyarak terbiye etmek için hayli hayli yeterliydi. Büyük bir sessizlik çöktü oturan kalabalığa. Kalabalık sessizliğe bürünürken, istisnasız olarak hepsinin gözleri soğuk terler döken o kim olduğunu ve nerede olduğunu seçemeyen kendine hayranın üzerindeydi… Ve bu kez mamur kalkamadı yerinden, olmayan saygınlığını Ben çantasına koyarak sıvıştı… Mülayim üzüldü; istemediği ama zorlandığı bir sonuçtu… ‘‘Hak etti‘‘ diyerek üzüntüsünü teselli etti.
Mülayim’in başına gelenlerin daha fazlası devrimcilerin başına gelmektedir…
Sohbet bitmesine bitmişti. Ama demokratik zeminde ve canlı-kanlı yüzleşmede mihenk tutturamayanların, kaçak döğüşe tenezzül edip kümelendiği ve “at iziyle it izinin” birbirine karıştığı, sınırsız ve sahte burjuva özgürlükçü alan olan kamuoyuna açık sanal minderde kendilerini tatmin etme ve mahcubiyetlerini telafi etme çabaları bitmedi.
Her türlü kirliliğe, provokasyon ve çirkefliğe vatan olan ilgili sanal alem, gerçek yaşamda dikiş tutturamayan ya da gerçek çabaya gelemeyen burjuva özgürlükçü sorumsuz öbeklerin buluşarak kullandıkları, diz boyu kirliliklerden rahatsız olmayıp bencilliklerine kurban olarak tamah ettikleri ve aynı zamanda karanlık güçlerin devrimci güçlere karşı puslu savaş yürüttükleri özel bir mecradır. Devrimcilerin bu mecrayı kullanması uygun değilken, her türden kirli ve gerici emellerle kullanılış biçimine karşı bilinçli bir tutum içinde olmaları şarttır. Devrimci geçindikleri halde, ucuz ve niteliksiz olan insanların anlamsız kinle karalama, öç alma ve bencil hırslarına yenik düşerek bu mecrayı umar bulması ise, tamamen yabancılaşma, çürüme ve yozlaşmalarının göstergesidir.
Mülayim’in hikayesindeki ilgili muhatap sadece bir örnektir. Ne yazık ki, muhatap dediğimiz bu tipten çok daha kaba, çok daha kötü tarzda ve tamamen manidar-niyetli olarak bu mecrayı kullananlar var. Yerini tayin edemeyen ve bilmeyenler oldukça fazla var. Kast ettiklerimizin çoğu devrimcilik adına bu mecrada boy göstermektedir. Fakat bunların zerre kadar saygınlığı yoktur. Tenezzül ettikleri yöntem, tercih ederek kendilerine uygun gördükleri ve kullandıkları bu mecranın muhtevası ne ise, orayı mücadele aracı olarak kullananların kalitesi de odur. Saygın olan her şey, ancak saygın araç ve yöntemlerle temsil edilebilir. Devrimci kaygı gerici araçlar üzerinden sürdürülemez. Demokratik kültür ve ahlak, hakkaniyetli mücadele biçimlerini kullanır, demokratik şartlarda dövüşür; muhatabına dönük teşhir, karalama, yıpratmada vb. vs. karşılık bulan cezalandırmanın tek taraflı yürütülmesi yargısız infazdır ve devrimci kişilik bunu reva görmez. ‘‘Her yol ”mubahtır‘‘ görüşünden beslenen ‘‘mücadele‘‘ tavrı ve tarzı kirli mücadeledir. Saygın olan ‘‘hasımla‘‘, özellikle ideolojik hasımla eşit-demokratik ve objektif şartlarda yürütülen mücadeledir. Bizleri var eden değerlere saldırmak ve onurlu, saygın olmayan yöntemlerle saldırmak kendimizi inkar eden çürüme halidir. Maalesef bencil hırsların esiri olup gerçeği unutan, gözlerini karartarak kendi değerlerine saldıran ve gerçek düşmanlarına ayırmadığı zaman veya etmediği, edemediği mücadeleyi kendinden olanlara karşı yürüten gereğinden fazla saldırıya tanık olmaktayız. Burjuvazinin kanlı pençesine el kaldırmakta cılız kalanların, devrimci dinamikleri kanatırcasına tırnaklayan saldırgan öfkesi ironiktir.
Ne dediğin kadar, nerede durduğun da en az o kadar önemlidir. Yerini ve dediğini bilmeyenlerin gideceği yer de belirsiz ve bilinmezdir. Lakin devrimci yer ve mekan olmadığı kesindir. Doğru yöntem doğru yere, hatalı yöntem yanlış yere götürür… Mücadelemiz alenidir, yerimiz de… Bizlerle mücadele edenlerin mücadele yöntemi ve amaçlarına bağlı olarak gidecekleri yer devrimci değil, burjuva yaşamdır. Bu defalarca tecrübe edilmiş bir pratik, kanıtlanmış bir süreçtir… İddiada ne kadar devrimci laf edilirse edilsin, gerçek nedenler üzerinden gidilen sonuçlar, laftakine değil, devrimci gerçeğe gider. Bu gerçek sınıflar mücadelesinde durduğumuz yerle sabittir. Lakin, herkes gideceği yere gitmekte özgürdür. Batağa gitmek isteyen de, devrime gitmek isteyen de…
Birlik anlayışı sağlam olmayanların devrim iddiası boş bir safsatadır…
Kimileri o yolla, kimileri bu yolla, kimileri örgütsel, kimileri kişisel hırsla ama her halükarda hepsi bencil hırsta odaklanıp kolektife saldırıp devrime zarar verdiler.
Söz, bencil hırsın batağına saplanan yüksek egolu kimselere para etmiyor-etmez desek yeridir. Kolektif, zengin tecrübesiyle doğruyu da yanlışı da tanıdı. Kolektif konuşalım dedi, onlar dinler gibi yaptılar. Yanlıştır dedi, doğru dediler. Yapmayın dedi, yaptılar. Usul bozuk dedi, adap bilmediler. Hata yapmayın dedi, hatayı büyüttüler. Savrulmayın dedi, uçmakta ısrar ettiler. Parça-bütün ilişkisini esas alın dedi, parçayı tercih ettiler. Kolektifi kişisel kaygıya kurban etmeyin dedi, aymazca ettiler. Doğru metotlardan söz etti, tek metoda sarıldılar. Bekleyin dedi, bağırarak kamuoyunun önüne çıktılar. Gerekçe şu ya da ötekiydi. Grupçuluk, klikçilik, hizipçilik, parçacılık adeta kültüre dönüştü. Bayrak açtılar, koptular, ayrıldılar, böldüler ve bölündüler. Kolektifin öğüdünü dinlememe özgürlüğü kolektif kaygısı taşımayanların hakkıdır. Fakat, doğruyu dinleme ve doğruya tabi olma sorumluluğu bakidir. Bahis konusu kimseler doğrulara bağlı kalmadığı gibi, kolektif ve devrim kaygısı da taşımadılar.
Yıkım ve tahribat süreçlerinin hepsi bu zeminde cereyan etti. Ve ne yazık ki, hala aynı bulanık suda yüzmeye çalışanlar çıkıyor. ‘‘Kurana el bastırıp yemin ettirecek‘‘ halimiz yok. Kaypakkaya çizgisine, metoduna ve değerlerine, bu zeminde gelişen kolektifin doğrultusu karşısında ikna olmayanlar iflah olmayan yoldadırlar. Ne iftiralar, ne kirli mücadele yöntemleri ve ne de karalamalarla sürdürülen yıkıcı faaliyetler kolektifin devrimci yürüyüşünü durduramaz.
1 note
·
View note
Text
Yok Edilen Hayatları Kim Görecek
Dönüşümsüz, geri kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batmış bir ülkenin gerçeğini yaşıyoruz. Hemen her anlamda her yerde var edilen tahakküm veçhesi ile hayat mefhumu kuşatılıyor. Bedene yönelik bir politiğin sürekli damıtıldığı bir yerde hayat imgesinin hiç aralıksız bir güce maruz bırakılması kesintisiz kılınır. Mamafih yıkımın tezgahta yazıldığı ve biçimlendirildiği bir düzlemde o mahvetme halinden mülhem bir ülke gerçek kılınır. Etki ve tepkime somutlaştırılır. Düzen var edilmiş olanın yerle yeksan edilmesini göstere gelir. Yaşamı olumlanabilir olandan ayırırken, yerine konumlanan dayatmacı, kanun ile ol nizamın yerle bir edilmesinin meselidir ülke gerçekliği. Dönüştürülen cerahat menzilinin hali ortadayken bir geri dönüş de yoktur artık. Nefret, hiddet ve ayrımcılıkla birlikte dünü bugüne taşıyan bu kurumsal kimliğin ürettiği karanlığın yepyeni sürümleri var edilirken hayatın anlamca yıkımı gerçek kılınır.
Geriye kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batağa saplanmış her günü yara bereler ile donanmış, kuşatılmış bir yerin hazin gerçekliğinde günler geçiriliyor. Ne dünün haline uzağız, ne yarının karanlığının ne kadar daha sürebileceğine dair tek bir tahayyülümüz. Ol kestirmeden cüretle kurumsallaştırılmış kök karanlığın hayatları nasıl alt üst ettiğini uzun uzun anlatmaya çabalıyoruz. Her meramın satır aralarına sıkıştırılmış olan şeyin basit bir cümle tekrarından ibaret değil tam da istikamet diye hepimize takdim ettikleri yıkıcılığın ve kör karanlığa dair bir tespiti / ünlemeyi barındırdığını yinelemeliyiz. Müştereklerimizi talan edip duran ülkenin suna geldiği yönetim katı anlayışının var ettiği her şeyin aleni bir biçimde yıkıma, cürme, ucuz bir garabetlik hale çıkmasının tahayyülünü bildirmekteyiz iş bu satırlarda. Gelecek iş bu şimdi içerisinde, dünden devralınanlarla birlikte mahvedilme isteminin ulaştığı boyut korkunç değil midir? Ekonomik döngünün yerle bir edilip, işçinin emekçinin eline geçen asgari ücretin çoktan tarumar edildiği bir zeminde, ilave bir ücret artışının dahi çok görüldüğü bir zemindir misal batağa saplanmış olagelen yer. Hiçbir ama hiçbir makul gerekçe barındırmayan bir enflasyon sebebi olarak zikredilen ücret artışının onca afaki çarçur edilen paraların yanında esamesinin okunmasının utancından çıkagelir misal geriye dönülemeyecek çürümüşlük. Bir menzilde, ya çok zenginler, ya da çok fakirler dışında bir kastın bırakılmadığı acayip bir sarmalın ortasında olan bitenin tam da gezmek, tozmak, para harcamak değil tastamam hayatta var olma hakkını örselemenin bir başka yüzeyi olduğu artık anlamlandırılabilir. Bedava kılınan hayatların hakkının her ne olacağı yanıtsız konulur. Budur bariz çürüme. Böyle bir toplamda batağının dibini hala arşınlayan yerdir mesele. İyi de yol sahiden de nereye!
Evrensel Gazetesinden, Bahar Emreoğlu’nun haberini aktaralım: “İzmir Konak’ta dün sağanak sırasında İnanç Öktemay ve Özge Ceren Deniz elektrik akımına kapılıp hayatını kaybetti. Savcılık olayla ilgili inceleme başlatırken, bölgedeki mazgalların açılıp, elektrik kaçağının nedenini araştırılıyor.
Yurttaşların ölüm sebebi ile ilgili Elektrik Mühendisleri Odası Başkan Yardımcısı Mete Çubukçu ve A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı, İZ-AFAD Yönetim Kurulu Üyesi Mutlu Burak Paksoy ile konuştuk.
Çubukçu, “Olayın asıl nedenleri savcılık soruşturması ve bilirkişi incelemeleri sonrası ortaya çıkacak olmasına rağmen, önlem alınmaması durumunda benzer faciaların kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz. Alsancak’ta yaşanan facia, elektrik şebekesinde su taşkınlarına karşı alınması gereken önlemlerin ihmal edildiğini ortaya çıkarmıştır” dedi.
“Elektrik Hizmetinin Özelleştirilmesini Doğru Bulmuyorum”
Kasım 2023’de deniz taşması sonrası bölgede çok sayıda trafo merkezinin su altında kaldığını hatırlatan Çubukçu, “Özelleştirme sonrası ilimizdeki elektrik şebekesini devralan GDZ Elektrik Dağıtım AŞ, bölgeyi yeraltı kablolarını bir süre yer üstüne taşıyarak enerjilendirebildi” diye ekledi.
Olayın gerçekleştiği sokakta trafo merkezlerinden dağıtım panosuna giden kablolarda izolasyon hatası olduğunun belirlendiğini dile getiren Çubukçu, “Yeterince izole edilmeyen kablonun iletken olan suyla temas etmesiyle kazanın yaşandığı düşünülmektedir. Elektrik dağıtımı kamusal bir hizmettir. Bu hizmetin özelleştirilmesini doğru bulmuyorum” dedi.
Bölgedeki eksiklerin tespit edilerek giderilmesini talep eden Çubukçu, gerekli teknik desteği verebileceklerini vurguladı. Çubukçu son olarak, hayatını kaybedenlere başsağlığı diledi.
“TEDAŞ’ı VE EPDK’yi Göreve Çağırıyoruz”
Yaşanan bu olay ilişkin Elektrik Mühendisleri Odası yazılı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) acilen bölgedeki eksikleri tespit ederek gidermek için göreve çağrıldı. Açıklamada, “Elektrik dağıtım şirketlerinin kullandığı altyapı kamu malı, verdikleri hizmet de kamu hizmetidir. Dağıtım şirketleri görev sürelerinin sonunda kamuya devretmeleri gereken elektrik şebekesini günün teknolojisine göre yenilemek zorundadır. Tüm dünyada dağıtım şebekelerinde dijitalleşme çalışmaları yapılırken, ülkemizde ise can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde geriye gidilmesi kabul edilemez. Dağıtım şirketleri elektrik enerjisini kaliteli, güvenli ve sürekli bir şekilde ulaştırılmasından sorumludur” ifadeleri yer aldı.
“Sahada Yeterli Yatırım Yapılmadı”
“Son elektrik zamları ile birlikte bu kadar yüksek oranda kamu kaynağının dağıtım şirketlerine aktarılmasına rağmen maliyeti düşük tutmak için sahada yeterli yatırımı yapmayan ve İzmir’de dün yaşanan şiddetli yağışlar sonrasında da görüldüğü üzere halkımızın can ve mal güvenliğini tehlikeye atılıyor” denilen açıklamada, şirketlerin acilen idari ve mali yönden denetlenmesi gerektiği belirtildi.
Son olarak çözüm yoluna yer verilen açıklamada, “Kalıcı çözümü için üretimden, dağıtıma kadar tüm süreçleri yönetecek dikey entegre bir kamu tekeli yeniden kurulmalıdır. Geçiş sürecinde ise kamu kaynaklarının sonu belirsiz bir biçimde özel sektöre kaynak transfer edilmesi yerine kamulaştırma işlemlerini yürütecek Kamulaştırma İdaresi Başkanlığı kurulmalıdır” ifadeleri kullanıldı.
“Dağıtım Şirketi Sorumludur”
A Sınıf İş Güvenliği Uzmanı ve İZ-AFED yönetim kurulu üyesi Mutlu Burak Paksoy ise elektrik enerjisinin güvenli bir şekilde ulaştırılmasından dağıtım şirketlerinin sorumlu olduğunu söyledi.
Benzer kazaların bir daha meydana gelmemesi için önerilerini sunan Paksoy, “Yer altındaki elektrik kabloları, ekleri, bağlantıları, kaçakları periyodik olarak incelenmeli ve kontrol edilmeli, yalıtım eksiklikleri giderilmeli, yıpranan kısımlar onarılmalı veya onarımı mümkün olmayan kablolar yenilenmelidir” dedi.
“Ülkemizde afet ve acil durumlara hazırlık açısından atması gereken ilk adımlardan biri de elektrik, su, gaz, telekomünikasyon vb. teknik alt yapı kurumlarının afet ve acil durum yönetimi açısından bilinçlendirilmesidir” diyen Paksoy, benzer kazaların ve ölümlerin tekrar meydana gelmemesi konusunda uyarıda bulundu.”
Dönüşümsüz, geri kurtarılamayacak kadar çürümüş, biteviye batmış bir ülkenin gerçeğini yaşıyoruz. İki insanın canının haybeye alınabildiği bir zemini tanımlayabilecek bambaşka bir kelam yoktur. Uçuyoruz, kaçıyoruz, ilerliyoruz muasır medeniyetler seviyesinin tam da üstünde ilerliyoruz denilirken bir sorumsuzluk örneği olarak açıkta kalakalan elektrik akımlı kablolar iki canı alır. Bir günü aşkın gündem olmalarının ardından da unutuşun tam da ortasına terk edilir o iki insan. Yok etme kültünün artık aleni bir istikamet kılındığı ve o zorbalığın, kural, kaide bilmezliğin ve hiçbir biçimde hesap verilmeyecek olmanın sağladığı alandan çıkagelen bir cinayet nasıl da çürümeye yüz tutmuş bir menzilde olunduğunu örnekler. Hayatın müştereklerinin un ufak edildiği bir zeminde son kalanın, hayatın ta kendisinin zayi ettirilmesinin utancı kalakalır elde. İki insanın ardından çıkan o korkunç tablonun, vahamet ötesine çoktan evrilmiş tahakküm pratiklerinin, yok saymaların vesairenin kıyısında bir utanç tablosu daha eklenir o biteviye çürümeye devam diyen ülkenin gerçekliğine. Bu kadar afaki bir çürümenin utancı her ne yana düşecektir. Kim sahiden de fark edecektir, yok yere heder edilen hayatları kim / kimler görecektir, sahiden! Böğrümüzde koca bir kaya daha...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Painting By Gizem SAKA
Meramda Paylaşılan Haber
Evrensel Ege İzmir’de Elektrik Akımına Kapılan 2 Kişi Yaşamını Yitirdi: “Ölümler Özelleştirme ve İzolasyon Hatası” https://www.evrensel.net/haber/523182/izmirde-elektrik-akimina-kapilan-2-kisi-yasamini-yitirdi-olumler-ozellestirme-ve-izolasyon-hatasi
#meram#arzihal#imdat çığlığı#yok edilme#cerahat#ülke#trajedi#kötülük#kör karanlık#gelecek nerede?#izmir#elektrik#yıkım#cinayet#biyopolitik#sözcükler#kesik#yara#ah#kapkaranlık#günce#nor#söz
0 notes
Text
Derin Manalı Sözler
Derin manalı sözler, anlamlı manalı sözler, etkileyici manalı sözler, manalı sözler 2021, manalı damar sözler, manalı kısa sözler gibi en güzel sözler için aliskanlik.com
Derin manalı sözler, hayat koşuşturmacası içinde bir an bile olsa oturup dinlediğimiz hem bizi bir tutam üzen hem de bir tutam düşündürürken sevindiren sözlerdir. Bu sözler çoğu zaman deneyim sahibi ve tecrübe sahibi belki bir arkadaşımızdan ama en çok da yaşça bizden büyük olan kimselerden duyduğumuz sözlerdir. Ayrıca etkileyici manalı sözler olarak da dikkat çekerler.
Manalı sözler, anlamlı manalı sözler olarak da karşımıza çıkar dediğimiz gibi bazen bizi üzebilir. Yaptığınız bir yanlışı ya da bir hatayı bize hatırlatıp yaptığımız hatayı anlatabilir ama tüm bunların tek nedeni hatamızdan ders çıkarmamızdır. Üstelik bu sözler manalı sözler 2021'dir.
Manalı kısa sözler hayatımızda büyük bir yeri olan bu sözlerden kaçınmamak, denk gelinen her an onu dinlemek ve asıl içinde saklı olan manayı keşfetmek gerekir. Manalı damar sözler için ne dediğini ve ne demek istediğini ciddi anlamda düşünme süresi gerektirebilir. Bu sözler, büyüklerin bizleri korumak ve yanlıştan sakınmak adına bizlere söylediği sözlerdir.
Derin Manalı Sözler
Bu aralar canım çok bir ayrı sıkkın, kendi dünyamın içinde sıkışmış da sanki kendi çaresizliğim ile boğuluyor gibiyim.
Hayatından bir anda çıkıp giden insanlar için sakın ha üzülme. Unutma ki çürük meyve dalından en erken kopan meyve olur.
Senin için ölürüm, diyenlere söyleyin. Bizim için zaten bir ölü sayılırlar artık. Tekrar ölmelerine gerek kalmadı.
Haklı olduğuna sonuna kadar inandığın hiçbir mücadeleden sakın ola ki korkma! Unutma ki atın en iyisine doru, yiğidin de en iyisine deli derler.
Okyanuslar içerisinde ilerleyip de boğulmayan insan, gider bir insana aşık olur da bir kalbin içerisinde boğulur.
Kadınlar gerçek birer kasa gibidirler; şifresini bilmeyen açamaz, zorlayıp uğraşan ise anca kırar.
Her şey küçükken doğup zaman içerisinde büyür lakin aşk bazen hiç küçülmeden kocaman olarak doğar.
Dost dediğin kişi zor zamanında yanında olup da duran kişi değil düşmene fırsat vermeyen kişidir.
Sen sadece benim elimi tutmuştun o gün. Oysa ben kendi içimde elime tutmandan bile tutuşmuştum.
Eğer birilerinin sesi arkalardan geliyor ise size, uzun uzun konuşuyorlarsa, dedikodunuz yapılıyorsa bilin ki bu iyi bir şey. Çünkü arkanızdan konuşuyorlar ise siz onlardan öndesiniz demektir.
Ben geçmişi büktüm, katladım ve diğer çer çöplerin arasına attım. Madem şimdi karşıma geçmiş benim geçmişimi konuşuyorsun, o zaman sen de çöp karıştıran kediden ya da bir köpekten farkın kalmadı demektir.
Zenginlik zenginlik diye didinip durdukları nedir ki? Ben senin ellerini tutamayacak, senin gözlerine bakamayacak ve doya doya seni koklayamayacak kadar uzak isem senden ne yapayım cebimde onlarca lirayı?
Etkileyici Manalı Sözler
Güzel gören kişi güzel de düşünme yetisine sahip olan kişidir. Güzel düşünen kişi ise yaşadığı hayattan keyif ve zevk alır. Seni görüyorum ve bir seni düşünüyor olmuşum ya ben şimdi, işte hayatımın lezzeti sensin.
Susmayın artık, biliyorum. Ben yalanlarla dolu bir dünyada oldukça da sessiz sessiz yaşamış olmama rağmen yine de çok gürültülü ölüyorum.
Benim çok düşlerim var, görmekten bile korkup uykusuz kaldığım. Çok fazla hislerim var korkumdan sırf kendime bile anlatmaktan ve hissetmekten çekindiğim ve de şiirlerim var; şiir yazdığımı kendimin bile hala bilmediği…
Her insan bedeninin bir gün toprağa karışıp çürüyeceğini ve sonunda yok olacağını bilir. Üstelik bu çürüme ve yok olma durumunda da oldukça korkar oysa bazı insanlar bedenleri daha toprak ile bile kavuşmadan ruhları kendi içlerinde çürümüş ve yokluğa karışmıştır ama farkında değildirler.
Kişinin sevgiden aşırı yüz bulduğu ve her dediğini kolayca yaptırabildiği aşktan aşk bile usanır.
Ben dostum olan kişi için sırtımı köprü yapmaya bile razıyım yeter ki benim sırtıma basacak ayaklara sahip olan dostumun temiz ayakları geçsin üzerimden.
Bıraktığın ya da uzaklaştığın zaman sana acı vereceğini düşündüğün hiçbir şeyi sakın ola ki sahiplenme. Çünkü kaybetme duygusunun çokluğu insana her şeyi yaptırır.
Arkadan konuşmak sadece ahlaksızlık da değildir aynı zamanda yüzüne konuşacak kadar cesareti olmayan insanların yaptığı korkaklıktır da.
Manalı Sözler 2021
Bir gülü o gülü hak eden kişiye ver. Bir sevgiyi sevginin ne demek olduğunu bilen ve sevgisizliği yaşamış kişiye ver. Ve de bir kalbi de kalp taşıyabilene, kalbin nasıl taşındığı hakkında fikir sahibi olana ver.
Sen dön de bir içine bak muhakkak, yalnız dışın ile meşgul olup da vaktini harcama. Çünkü sen sadece dışınla değil, cisminle değil ruhunla da bir insansın, bunu unutma.
Kadın ve erkek eşit değil, eştir. Sevmek için, sevilmek için ve dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için gereken bir durumdur.
Bir yaprağı ağacından koptu mu kurur muhakkak. Bir gül ise dalından koparıldı mı solmaya başlar, döker tüm yapraklarını. Bir sevgi ise ait olunduğu kalpten bir kere çalındı mı hiç daha yerini bulamaz, aynı gül ve yaprak gibi solar ve kurur gider.
Yaşamak, bu dünyada yapılan en nadir eylemlerden biridir. Çünkü bu dünyada bulunan diğer insanlar sadece doğuyorlar, varlığını sürdürüyorlar ve en sonunda çıkıp gidiyorlar. Yaşamak bu değil ki.
Keşke çocuk olduğum zamanlarda ömrümde olan bütün mutluluk hakkımı kullanmayıp biraz da bu yaşlarıma saklasa idim çünkü bu yaşlarda daha bir mutluluk lazım oluyor sanki…
Sen benim üzülmediğimi düşünebilirsin bu duruşumdan ama asla unutma, her şeyden önce yüreği ağlar insanın. Eğer yürek ağladıktan sonra kişi izin verir ise gözler de ağlar.
Adını yıllara, yollara veya da dağlara yazsam; herkes görür seni kıskanırım. Sussam ama sessiz sessiz sevmeye de gönlüm el vermiyor.
Zaman çoktan geçti artık, ne ben ne de benim çocuksu yanım hala umutlara, ümitlere ve sevgilere kanıyor. Ben çabucak büyüyen hüzünlerim arasında kalmış aslında kaybolmuş bir insanım.
Önce rıhtım üzerinde acı bir çığlık duyuldu şimdi ise koca bir boşluk kaldı benden bile geriye.
Ne benim var artık benim benden bile içeri ne de bir başka kimse kaldı artık benim içimde ve benim kalbimin bir başka köşesi içerisinde.
Bir anlık olmuyor yaşanan şeyler. Aslında her şey bir anlıktan çok daha fazla zevk ve acı veriyor.
İnsan manayı hep parada aradı. Hep paranın peşinde dolandı ama asıl mana ne parada ne de puldaydı. Asıl mana kişinin kalbinin en derininde durmuş insanın keşfetmesini bekliyor idi.
Gözüm, kulağım, kalbim, ellerim ve aklım her zaman senin ile beraber iken ne kalıyor bana benden başka?
Gönlümü açıp içine keşke dereleri, denizleri, sevgileri ve kimsesiz kalmış herkesi bir bir koyup buralardan çok ama çok uzağa gitme imkanım olsa da kimseyi acı, sefalet ve fakirlik içerisinde bırakmasam.
Komşum aç iken uyumak bana düşmanlık gibi geliyor çünkü kim dostunun acı içinde kıvrandığı bir an bile yüzünü gülümsetebilir ve huzur ile içini doldurabilir ki?
Sırası gelmedi daha, bekle. Sırası geldi mi çaba harcamana gerek bile kalmadan her şey yerli yerine oturur.
1 note
·
View note
Text
Günümüzde sözcüğün gerçek anlamında müstehcenleşen toplumsal, kendisinden nasıl kurtulacağımızı bilemediğimiz bir cesede benzemektedir. Bundan böyle toplumsalın berbat bir çürüme evresine girdiği söylenebilir. Tamamıyla kurumadan ve ölüm kendini tüm güzelliğiyle göstermeden önce, cesedin, ne pahasına olursa olsun kesinlikle kötü ruhlardan ve şeytanlardan arındırıldığı, sözcüğün gerçek anlamında müstehcen olarak nitelendirilebilecek bir evreden geçmesi gerekmektedir...
Çaresiz Stratejiler, Jean Baudrillard
15 notes
·
View notes
Text
Yaban
Hatırlıyorsun. Buraya yürüyüş yapmaya gelirdin. Birkaç kuş sesi, biraz serinlik… Daha büyük bir kayadan kopmuş paslı gri-kahve-yeşil taş parçaları. Taşların sıralandığı çizginin yukarısında, koptuğu ana kayayı görürsün. Kayanın artık ilk halinden eser kalmamıştır yüzeyinde. Bin yılların sabrı, dirayeti vardır. Su gelmiştir, sıcaklık artmıştır bin yıl boyu. Belki de afacan bir karganın oyuğuna bıraktığı bir tohum, ansızın bastıran vakitsiz bir yağmurla serpilip kök salmış, kırıvermiştir koca kayayı. Kaya bir kez çatlamaya görsün, gerisi gelir. Çatlaklarındaki geçmişe bakarsın uzun uzun. Ödünç bir nefes alırsın rüzgârdan. Gözlerini kapattığında zihninde oynamaya başlayan kurmaca dünyanın sükuneti, sen ile dünya arasındaki farkı bitirir. Tek bir bütündür artık her şey. Bedeninin en az var olduğu zamandır bu. Artık aklın hâkimdir. Her şey mükemmel bir titizlikle hazırlanmış eşsiz bir gösteriye dönüşür bir anda. Rüzgârda dans eden yaprak seslerinin müziğiyle belki bir böceğin toprağı kazması, belki de yakınlardaki bir su kaynağının dipten gelen sesi o anı, o sana ait küçücük zaman dilimini bir şölene çevirir. Sesleri görmeye başlarsın kafanın içinde. Topraktaki yenilenmeyi, rüzgârdaki gücü, sudaki arınmayı tanırsın tekrar ataların gibi. Olduğun yerde yavaşça dönerek sıcaklığın artışından güneşi bulursun. Kapalı gözlerindeki karaltı yavaşça kızıla çalar. Kemiklerin ısınır. Nefesinin vücudundaki akışını duyarsın. Bir daha. Bir daha. Sonra gözlerini açarsın. Dünya olduğu yerde, eskisi gibi. Bedenin gücü ele geçirir tekrar. Omuzların düşer, alnın gerilir. Nefes almaya devam etsen de o anın biricikliğinden uzaklaşırsın. Görünen dünyadaki hakikat, geçmişin tüm tortularını beraberinde getirir, üzerine bırakır. Artık ne güneşin sıcaklığı kalmıştır ne de böceğin toprağı kazarken çıkardığı gürültünün kendine has ritmi. “Ben” dersin kendine, “buraya ait değilim”. Aşağıda bekleyenler var. Bilirsin. Dönmen gerekir. Zihninin hâkim olduğu, dünyayla bir bütün olacağın o hiç gerçekleşmeyecek anları arkanda bırakıp yol almaya başlarsın. Düşünürsün. Sana ihtiyaçları var. Sen, sensiz var olamayacak geleceklerin toplamısın. Gözlerin kısılır, yürürsün aşağıdaki sıkışık mabedine, ailene, kafesine.
Şimdiyse her şey farklı. Sadece sen varsın. Kuşlar, rüzgârda dans eden yapraklar, toprakla kavgalı böcekler… Varlıkları artık önemsiz. Elinde bir silahla yürümektesin. Her şey yok olmaya başladığında çıkmıştın dağa. Korunaklı olan buydu. Çocukların, karın, tanıdıkların, aklında yer edenler… Hepsi birkaç günde delirmişti. Nedenini bilmiyorsun. Söyleyecek kimse yoktu. Orman kanunları geçerliydi. Tek bildiğin havanın artık farklı koktuğuydu. Şehri terk edip dağa çıktın, hayatta kaldın. Hayvan avlanacak, meyve toplanacak günleri belirledin, rutin oluşturdun kendine. Yapılması gereken neyse, onu yaptın. Hayattasın.
Ama artık diğerlerini bulmak zorundasın. Tek başına kurtulmuş olamazsın. Sen özel değilsin. Hiç olmadın.
Aşağılara inmek tehlikeli, biliyorsun. Senin dışındaki hayatı delirten şey orada. İnsanlara aklını kaybettiren, birbirini öldürten şey; evlerin içinde, alışveriş merkezlerinde, yollarda, çöp kovalarında ürpertisiyle, kokusuyla sinmiş, bekliyor. Fakat farkındasın. İnsanları aşağıda delirten şey, yukarıda, yalnızlıkla da yaşanabiliyor pekâlâ. Birilerini bulmak zorundasın. Patikadan iniyorsun. Ardında, botlarının altında kırılan kuru dalların sesi. Aksak bir müzik gibi yankılanıyor kulaklarında. “Ben varım” diyorsun kendine. “Ben varsam, ben kurtulduysam, başkaları da vardır.” Havadaki koku keskinleşiyor. Klor ve çürüme kokusu birbirine karışmış. Çantandan maskeni çıkarıp takıyorsun. Gördüklerin bulanıklaştıkça, sesler keskinleşiyor. Karşıda, patikanın eğiminin arttığı yerde bir çığlık duyuyorsun. Koşmaya başlıyorsun. Biri olmalı, senin haricinde biri. Daha sıkı tutuyorsun silahını. Dağda, geyiği öldürdüğün günkü gibi değilsin. Kabuk bağladın. Farkındasın, hayatta kalmak için öldürmen gerekiyor. Çakıl taşının nehirde ilerlerken yuvarlanması gibi, zamanın içinde akan hayatın, senin de köşelerini yonttu, pürüzsüzleştirdi. Sen de artık herkes gibisin. Herkes? Onlar nerede?
Çığlığın geldiği yere doğru ilerlerken bir kurt görüyorsun. Küçük bir kızın üzerine atlamak üzere. Silahını doğrultuyorsun. Bağırıyorsun korksun diye. Kurt sana dönüyor. Kürkü önce bozdan beyaza, sonra beyazdan kahveye çalıyor. Sana doğru yürüyor kurt. Kendi boyu kadar bir çalılığın yanından geçerken kayboluyor. Uzaklardan gülme mi uluma mı olduğunu anlayamadığın bir ses duyuyorsun. Gözün kıza kayıyor hemen. Kız dizlerinin üzerinde doğruluyor, sana bakıyor. Bakarken serpiliyor. Önce kızın oluyor. Sonra karın. Sonra annen. Değişmeye devam ediyor. Silahtaki elin gevşiyor. Şimdi karın gibi görünüyor. “Sen gerçekten var mısın?” diyor. Annen oluyor; “Sen gerçekten var mıydın?” Kızın oluyor şimdi de. Tam konuşacakken silahını ateşliyorsun bilinçsizce. Göğsünde küçük bir nokta kanlanıyor, karnına doğru genişleyerek ilerliyor rüya yavaşlığında. Maskeni çıkarıyorsun ona doğru koşarken. Gülmeye başlıyor. “Sen gerçekten var mısın Baba?” Bir anda yok oluyor. Maskeni takıyorsun. Hızlı hızlı nefes alıyorsun. “Ben varım” diyorsun, “Bunlar gerçek değil.”
Biraz dinlenip patikadan aşağı iniyorsun. Bu kez daha yavaş. Çığlığı duyunca patikadan hızlı inmiş olmalısın. Havanın yoğunluğu, kokusu değişti, aklın karıştı. Olmayan şeyleri gördün. Daha dikkatli olacaksın. Aşağıda terk edilmiş bir lunapark görüyorsun. Biliyorsun burayı. Sen dağda yürüyüş yaparken çocukların, karın burada zaman geçirirdi. Oğlun burada dizini yarmıştı. Kucağına alıp tekrarlaya tekrarlaya bir şarkı öğretmiştin. Seninle beraber söylerken kafasını sana yaslayıp uyuyakalmıştı. Kafasını, göğsüne dayadığı yere gidiyor elin istemsizce. Yaraları bile özlüyorsun. “Ben” diyorsun kendine, “şu anda olduğum kişi değilim. Ben bir zamanlar olduğum kişiyim.”
Yolun eğimi azalıyor. Havadaki deliliğin etkisi biraz daha azalacak. Ama maskeni çıkarmamalısın. Aşağı, lunaparka doğru ilerliyorsun. Harabeye dönmüş lunaparka bakarken okuduğun bir kitap geliyor aklına. Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Düşünüyorsun. Bir zamanlar biriydin. Bu yabanın öncesinde, kendini anlamış biriydin. Bir ailen vardı. Eğer ki insan vardığı tepeyse, koştuğu mesafeyse; sen bir kez o tepeye ulaştın, yolları koştun. Ama artık tepeye ulaşmış gibi hissetmiyorsun. Sanki sen hiç yürümedin de, olduğun yerde dururken yollar ayaklarının altından kaydı. Tepe nerede, yol nerede artık bilmiyorsun. Tek bildiğin yabanda olduğun.
Ya artık sen buysan? Bir yabansan? Birini ya da bir topluluğu kaybetmenin geçici bir tarafı yoksa? Katlandığın şey, kim olduğuna dair hiç bilmediğin bir hakikati ortaya çıkardıysa? Yaban olmadan önceki, bulmak için yola çıktığın seni var eden şeyin en önemli parçası henüz delirmemiş geçmişinse ve artık asla var olmayacaksa? Bilmiyorsun. Kim olduğun şu anda önemsiz. Diğerlerini bulmak zorundasın, hayatta kalanları. Ancak o zaman bileceksin kim olduğunu. Devam etmen lazım, tek bildiğin bu. Patikadan aşağı inip, lunaparkın sınırına çekilmiş kesik tellerinin arasından geçerek temkinli adımlarla yürüyorsun. Solunda çarpışan arabalar var. Kenarından yürümeye devam ediyorsun. Karşıda dev bir dönme dolap var. Boyasının yarısı dökülmüş, pas kaplamış. Rüzgarla beraber dönme dolabın yukarıdaki bölmeleri sallanıp gıcırdıyor. Sesi rahatsız ediyor seni. Balerinin yanında bir karaltı görüyorsun. Silahın elinde, iki adım ötendeki kirişin dibine çöküyorsun. İzlemeye başlıyorsun. Karaltı meydana çıkıyor. Korkmuyor senden. Belli. Bir kadın. 30’lu yaşlarında, eskimiş kıyafetli, uzun çeneli, kakülleri gözlerine düşen güzel bir kadın. Dümdüz sana bakıyor. Gizlenmeye çalışıyorsun. Ama varlığının farkında. Gözlerini senden ayırmıyor.
“Sonunda geldin” diyor, sana doğru yürümeye devam ederken. Bekliyorsun bir süre. Cevap vermekle vermemek arasında kararsız kalıyorsun birkaç saniye. Veriyorsun.
“Sen… Sen de mi kurtuldun? Maskesiz nasıl hayatta kalabildin? Başkaları da var mı?”
Temkinlisin ama maskenin içindeki yüzün gülümsemeye başlıyor. Elindeki silahı yavaşça indiriyorsun. Senden başkaları da var. Yalnız değilsin. Kadının yüzünde bir gariplik seziyorsun. Ama önemsiz. Yalnız değilsin artık. Kurtulanlar var.
Sonra, toprakta sürünen ayak sesleri duyuyorsun. Gittikçe yükseliyor sesler. O anda diğerleri gelmeye başlıyor. Lunaparkın her yanından doluşuyorlar meydana. Kadın konuşuyor tekrar;
“Hepimiz seni bekliyorduk.”
“Neden beni bekliyordunuz? Benim yaşadığımı biliyor muydunuz?“
“Tabii ki, bu dünyayı var eden sen değil misin?”
“Ben… Ben değilim.”
“Sensin. Bu delilik senin eserin.”
“Ben böyle bir şey olmasını istemedim.“
“İstemedin mi?”
“Kimse delirsin istemedim.”
“Bu dünyayı sen kurdun. Burada güneş sen uyandığın için doğuyor. Metaller senin için paslanıyor. Böceklerin toprağı kazma nedeni sensin. Ardına bakmadığında orada bir tepe olduğunu mu sanıyorsun? Rüzgar sen yokken esiyor mu zannediyorsun? Her şeyi sen yaptın. Sen bu mezarlığın tanrısısın.”
“Ben… Ben hiç kimseyim. Benden başka kurtulan oldu mu?”
“Eğer istersen olur. Herkesi kurtarabilirsin.”
“Siz, hayalsiniz değil mi?”
“Hayal mi?” diyor, gülmeye başlıyor. “Gerçek ve hayal arasında ne fark var ki?”
“Siz… Hepiniz, hayalsiniz.”
Şimdi diğerleri de gülmeye başlıyor. Etrafına bakınıyorsun. Rengarenk bir dünya örülü şimdi lunaparkın meydanında. Atlı karıncanın yanından dans eden bir dinozor geliyor. Uzun, tahta bacaklarla yürüyen ilkokul öğretmenin Faik Bey’i görüyorsun. Ellerinde tahta kılıçlarla iş arkadaşların dövüşmeye başlıyor. Bir mecha’nın içinde ilk öptüğün kızı görüyorsun. Robot dansı yapıyor. Geçmişten gelen hatıralar, hayallerin, korkuların, fantezilerin, hepsi bir artık bu meydanda. Oğlun arkada düşmüş, dizi yarılmış. Karının kucağında ağlamaya başlıyor. Zihnin oyunlar oynuyor, farkındasın. Delirmeye mi başladın? Henüz değil. Hala vaktin var buradan çıkmak için. Ama diğerlerini bulmalısın. Gözlerini kısıyorsun. Tekrar açıyorsun. Hepsi lunaparkın meydanında hala. Yerleri değişmiş sadece. Nabzın yükseliyor. Gözlerin buğulanıyor. Maskeni çıkarıp atmak, bu manyaklığın akışına kendini bırakmak istiyorsun bir an. Vazgeçiyorsun. Diğerlerini bulman lazım. Tek hayatta kalan sen olamazsın. Sen özel değilsin.
Kafanı ��evirince lunaparkın içindeki barı görüyorsun. Koşarak içeri girip kapıyı kapatıyorsun. Barın arkasında Sen varsın. Elindeki Amerikan beziyle bardakları kurulayıp barın üzerindeki metal aksama yerleştiriyor.
Sana bakmadan “ne istersin?” diyor.
“Bira” diyorsun, “varsa Gara Guzu”.
Maskeni çıkarıyorsun. Bu oyunu devam ettirmek istemiyorsun artık. İçini huzur kaplıyor bir anda. Renkler canlanıyor. Dışarıdaki sesler azalıyor. Diğer Sen, barın arkasından biranı getiriyor. Koca bir yudum alıyorsun. Gözlerini kapıyorsun. Biranın vücudundaki akışını takip ediyorsun bir süre. Yanaklarının kenarında kalan keskin tadı hissediyorsun. Burnundan aldığın nefes turunçgil tadı bırakıyor genzinde. Bir yudum daha alıyorsun. Şişe bitmeye yakın. Barın diğer tarafındaki Sen, sana bakıyor ilk kez.
“Neden buradasın?” diyor.
“Bilmiyorum” diyorsun, “galiba diğer insanları bulmaya geldim”.
Diğer Sen, bir bira açıyor kendine barın arkasında. Gözlerini sana dikiyor. “Peki burada olduğuna emin misin?”
“Ben hayattayım. Birileri daha hayatta olmalı” diyorsun.
“Onları kastetmedim. Sen burada olduğuna emin misin? Sen gerçekten var mısın?”
Silahını çıkarıyorsun, masanın üzerine koyuyorsun. Kapıdan sesler geliyor. Karın, oğlunu kucağına almış, dizini gösteriyor. Yardım istiyor. Diğerleri gülüyor. Kapıyı itiyorlar. Bir palyaçonun yanına geldiğini fark etmiyorsun. Bardaki silahı alıyor, sana dönüyor. Önce sağ elinde, sonra sol. Sonra bir anda kayboluyor silah. Boyalı yüzüyle sana gülümsüyor, kareli ceketinin yenlerini yukarı kaldırıyor, silahın onda olmadığını gösteriyor şovunu tamamlarken. Boynundan yakalıyorsun. “Silahımı ver” diyorsun. Ellerini açıp boynunu büküyor. Boynunu sıkmaya başlıyorsun. Birkaç palyaço daha geliyor arkandan. Arkadaşını kurtarıyorlar elinden. Yere düşüyorsun hengamede. Sana bakıp gülmeye, düdük çalmaya başlıyorlar. Kapı açılıyor. Hepsi içeriye doluşuyor. Arkada bir bando, neşeli bir şarkı çalıyor. El çırparak eşlik ediyor herkes. Oğlun hariç hepsi gülüyor. Onlara doğru ilerliyorsun, oğlunu kucağına alıyorsun. Kafasını göğsüne yaslıyorsun. Değdiği yer sıcacık oluyor. “Korkma” diyorsun, “ben buradayım, ben varım.” Gerçek oğluna öğrettiğin şarkıyı söylemeye başlıyorsun. Seninle beraber söylerken gözleri kapanıyor yavaşça, uyuyakalıyor yine. Ne kadar özlediğini o an fark ediyorsun.
68 notes
·
View notes
Text
Şehid Beheşti’nin en güzel sözlerinden bir demet sunuyoruz:
“Biz aşk ehliyiz, kuru akıl ehli değil. Aşk ehli inancı yolunda canını feda eder, kuru akıl ehli ise tedbir peşinde koşar. Bizim tedbirimiz inancımız yolunda can vermektir.”
“İran’ın uyanmış insanları; batılılaşmanın yüz yıllık baskısına maruz kaldıktan sonra, kendi gerçek kimlik ve erdemli şahsiyetlerini, kendilerine güvenlerini ve Allah’a olan imanlarını yeniden kazandılar.”
“Aşk iki rekâttır, abdesti ise ancak kanla alınır.”
“Müslüman emperyalizm, kapitalizm ve sömürgecilikten yalnız kendi toplumunu değil, tüm insanlığı kurtarmalıdır. İslam evrensel bir dindir ve Müslümanlar insanlığın kurtuluşunu ve saadetini evrensel bir hedef olarak görürüler. İslam sadece ümmetin kurtuluşu için değildir, insanlığın kurtuluşu içindir, bu bağlamda Müslüman; insanlık adına görevlendirilmiştir. Bir Müslüman diğer insanlar baskı, zulüm ve eziyet altında inlerken acı çeker.”
“İnsan özgür ve akıllı olarak yaratılması hasebiyle eşrefi mahlûkattır. İslam insana yeteneklerini geliştirme imkânı sağlar, hangi sosyal statüde bulunursa bulunsun dinamik olmasını amaçlar. İslam, özgür insanın gelişmesini engelleyen baskı, zulüm ve çürüme-çözülme hadisesinin dışındadır. Fakat sınırlar olmadan da yaşanamaz, gerçek özgürlük için sınırlar olmalıdır, bireysel özgürlükler, sosyal kanunlar hepsi ilahi kanunlar çerçevesi içerisindedir.”
“İran ve doğu ülkeleri için getirdikleri hürriyet, milletimizin ve gençlerimizin mahvolmasına sebep olan hürriyettir. Bu hürriyetten maksat şeytana kul olma ve Allah’tan uzaklaşmaktır. Fesat ve günah merkezlerinin çoğalmasıdır.”
“1400 yıl öncesine dönmeyelim diyorsunuz. Aslında sizler korkuyorsunuz. Eğer gençleri 1400 yıl öncesinin terbiyesiyle yetiştirirsek, az bir topluluğun iki imparatorluğu yerle bir ettiği gibi, aynısını günümüz süper güçlerinin başına da getiriler diye korkuyorsunuz. Bu yüzden de bize irticacı diyorsunuz. Oysa siz gençlerimizi batılı terbiye sistemine göre yetiştirmek ve onları batılıların, sömürge ülkeleri için hazırlamış olduğu eğitim programıyla eğitmek istiyorsunuz. Asıl sizler mürtecisiniz ve gençlerimizi gerisin geriye götürecek bir özgürlüğün peşindesiniz. Müstekbirlere yol açacak bir özgürlük istiyorsunuz.”
“ Kadın toplumun eğiticisidir, kadın değerli kadınların ve değerli erkeklerin eğiticisidir. Oysa kadın iki dönemde mazlum olmuştur, birincisi cahiliye döneminde; İslam gelerek kadını o bataklıktan kurtardı ve ikincisi de günümüz batı toplumunda. Onu özgür kılma adına ona zulümler yapıldı, kadını insanlık ve onur makamından aşağı çekerek sıradan bir eşya yaptılar.”
6 notes
·
View notes