#göndermeli sözler
Explore tagged Tumblr posts
Text
5 notes
·
View notes
Text
Sanmayın ki verecek cevabımız yok bizi üzenlere..
Sadece değerimiz daha fazla sizin ederinizden.
2 notes
·
View notes
Text
Çalışanın ‘sözünün kesilmesi’ bir mobbingdir
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye ofisi, çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesine ilişkin rehber hazırladı. İş yerlerindeki mobbing ile ilgili bilgi verilen ILO rehberde, mobbingin üstler tarafından uygulanabileceği gibi, astlar tarafından da üstlerine yapılabileceği belirtilerek, bazı örnek davranışlar sıralandı. Sürekli eleştirmek Çalışana kapasitesinin altında işler verilmesi, anlamsız işler verilmesi, yapılan işin sürekli eleştirilmesi, sözlerinin devamlı kesilmesi, yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması, özel yaşamının eleştirilmesi, orada değilmiş gibi davranılması, işteki konumunun sürekli değiştirilmesi, verilen işlerin geri alınması, işten çıkmaya zorlanması, telefonla rahatsız edilmesi, kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin engellenmesi, imalar, bakışlar yoluyla iş ilişkilerinin reddedilmesi, çevresindeki insanların konuşmaması, çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması gibi hareketlerin mobbing tanımı içinde olduğu belirtilen rehberde, bu davranışlara uğrayan çalışanların hukuki yollara başvurabileceği, sözleşmesine haklı fesih yapabileceği ifade edildi. Mobbinge uğrayan çalışanın, uğradığı psikolojik şiddetin tespiti ve maruz kaldığı manevi zararın tazmini için de ayrıca dava yoluna başvurabileceği kaydedildi. Hamileliği engelleme taciz Rehberde, cinsel şiddetin de sadece “ilişkiye zorlamakla” sınırlı olmadığı vurgulanarak, cinsel içerikli sözler söylemek, telefon, internet gibi teknolojik araçlarla cinsel içerikli materyaller gönderme, “istenmeyen dokunuşlar”, “üzerine abanma”, “köşeye sıkıştırma”, “sosyal ağ sitelerinde uygunsuz yakınlaşma girişimleri” ya da “konuşmaların” da yaygın cinsel şiddet biçimleri olduğu ifade edilirken, bir kadını çocuk doğurmaya veya doğurmamaya zorlamanın da cinsel taciz kapsamına girdiği vurgulandı. Siber şiddet içeriği Çalışanı atama, kariyerde ilerleme, maaş artışı ve primler, sözleşmenin uzatılması gibi konularda baskı altına almanın “ekonomik şiddet” olarak tanımlandığı rehberde; bir kişinin telefon numarası, e-posta adresi ve sosyal medya hesaplarını, izin almadan başka kişilere vermenin de “siber şiddet” olduğu ifade edildi. Çalışanlara yönelik rehberde, cep telefonuna sürekli mesaj göndermek, ısrarlı şekilde cep telefonundan aramak, sosyal medya hesaplarını karıştırmak ve buradaki bilgilerle kişiyi denetlemek de siber şiddet olarak açıklandı. ‘Tacizle mücadele kurulu’ önerisi İLO Türkiye Ofisi rehberinde, iş yerlerinin bünyesinde, cinsiyet dağılımının dikkate alındığı, işçi ve işveren temsilcilerinin katılımıyla “şiddet ve tacizle mücadele kurulu” oluşturulması önerildi. Kurulda insan kaynakları departmanı, iş yeri hekimi, psikolojik danışman ve iş güvenliği uzmanının da yer alması gerektiği ifade edilen rehberde, burada öncelikle şiddete maruz kalanın beyanlarının esas alınması gerektiği, ancak şikâyet edilenin doğrudan suçlu kabul edilemeyeceği vurgulandı. Yapılacak inceleme sonrasında kurulun işyeri politikası gereği sorumlu çalışana yaptırım uygulayabileceği, gerekli görülmesi halinde yasal prosedürün de işletilebileceği kaydedildi. Read the full article
2 notes
·
View notes
Text
CHP'de "saf" polemiği: Kılıçdaroğlu'nun paylaşımına İmamoğlu'ndan olay gönderme
CHP'de "saf" polemiği: Kılıçdaroğlu'nun paylaşımına İmamoğlu'ndan olay göndermeSosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Kemal Kılıçdaroğlu, hakkında açılan mahpus ve siyasi yasak istemli davanın 22 Kasım'da görülecek duruşmasına katılacağını duyurdu.KILIÇDAROĞLU'NDAN "SAFLARI SIKILAŞTIRIN" PAYLAŞIMIAnkara 57. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek dava için paylaşım yapan Kılıçdaroğlu, "Safları sıklaştırın" sözlerini kullandı. CHP eski önderinin bu paylaşımı sonrası partideki krizi körükleyecek bir gelişme yaşandı.İMAMOĞLU'NDAN GÖNDERME ÜZERE PAYLAŞIMİstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, 33 dakika sonra yaptığı paylaşımda, Kılıçdaroğlu'na gönderme üzere sözler kullandı. İmamoğlu görüntü paylaşımına "Bizim safımız belli" notunu düştü.MANSUR YAVAŞ'TAN KILIÇDAROĞLU'NA DESTEKCumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda İmamoğlu ile ismi öne çıkan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ise Kılıçdaroğlu'na dayanak verdi. Dava duruşmasına katılacağını belirten Yavaş, "Bu dava, yalnızca Sn. Kılıçdaroğlu'nun davası değil, hepimizin davasıdır. Adalet tecelli edene kadar Sn. Kemal Kılıçdaroğlu'nun yanında olacağız." sözlerini kullandı. Kemal Kılıçdaroğlu Ekrem İmamoğlu Toplumsal Medya Siyaset 3-sayfa Hayat Medya Haberler.comhttps://hepsigundem.com/chpde-saf-polemigi-kilicdaroglunun-paylasimina-imamoglundan-olay-gonderme/?fsp_sid=1065#Dava #Kılıçdaroğlu #Paylaşım
0 notes
Text
caryl churchill: "bulutların üzerinde" & "çok uzakta" | oyun incelemesi
BULUTLARIN ÜZERİNDE, BİR İNCELEME
Betty - Clive için yaşıyorum
Hayattaki tek amacım
Onun bir kadında aradığı şeylere sahip olmak
Gördüğünüz gibi erkeğin yarattığı bir yaratığım
Erkek ne istiyorsa ben de onu istiyorum.
Joshua - Derim siyah ama ah ruhum beyaz
Kabilemden nefret ediyorum.
Patronum benim ışığım
Sadece onun için yaşıyorum
Gördüğünüz gibi
Beyaz adam ne istiyorsa ben de onu istiyorum.
Caryl Churchill’in “Bulutların Üzerinde” adlı oyunu; afallatıcı bir açılışla bizleri karşılıyor. Güneşli bir günde okunan birlik şarkısının ardından Clive’ın takdim ettiği Betty ve Joshua’yı tanıyoruz. İki karakter de daha oyunun en başından, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek bir açıklıkla karakterlerinin motivasyonunu, örgüsünü ve temel tanımını ortaya koyarak oyunun düzlemini açık ediyorlar. Daha sonra göreceğimiz üzere oyunun olay örgüsü dramatik ve ilerlemeci bir kurguyla akıyor, ancak karakterlerin en baştan tıynetlerini ortaya koyarak seyirciyi yabancılaştırması, onları epik bir çizgide izlememize sebep oluyor. Ayrıca bu çok açık ve sade giriş bize belirli bir izleği bildiriyor, ancak oyunda bu belirli izleğin doğal olarak dışına çıkacak her şey de birer sürpriz halini alıyor ve şaşırtıcı bir nitelik kazanıyor. Bu şaşırtıcı nitelik yan yana gelen her karakterde, üst üste binen her anlatıda sürekli varlığını kendiliğinden bir tavırla dışavuruyor ve oyun döngüsel bir tezatlığın, çelişkinin vurgusunu; sessiz, sakin ve inatlı bir biçimde ortaya koyuyor. Seyircinin ilerleyen kurguda zaten gözlemleyebileceği, karakterlerin yapısına dair üretilebilecek temel eleştiriyi yazar en başta karakterlere bir rol gibi, ama hiç de yapmacık olmayan bir şekilde söyleterek seyircinin oyunun iletisine yönelik bu temel vurguyu kavrama çabasını, daha önemli gördüğü yan anlamlara yönlendiriyor. Bu giriş, oyunun anlatısını basitleştirmekten ziyade, izleyicisini direkt olarak daha derin ve sorgulanmamış bir katmanın içine göndererek karmaşıklaştırmaya yardımcı olan bir giriş.
Caryl Churchill’in oyununda epik ve absürd bir yön var, ancak yazar bu boyutu bu sahneleme yöntemlerinin bilindik temel aksiyonlarına başvurarak yapmıyor. Öykünün akışı neredeyse bütünen dramatik. Bu sürerli öyküyü sekteye uğratacak sadece minik ara fasıllar, şok kırılmalar yaratan sözler ya da jestler, bir an için akışı havada bırakıp izleyiciyi iç sessizliğine gönderen boşluklar ve durumlar bulunuyor. Daha önce “Çok Uzakta” oyununda da gördüğümüz şekilde tumturaklı bir öyküyle seyirciyi içerisine çekip sonrasında oyunu bambaşka, paranoyak / absürd bir yapıya büründürerek tavrını kuranan yazar benzer bir yöntemi bu oyunda da koruyor. Normal bir akışın ardında fokurdayan gergin ve tedirgin yapı özellikle karakter kurulumuyla kendini belirginleştiriyor.
Açılışta karakterlerin sözle yarattıkları epikliğin görsel bir boyutu da var. Bu ana çıtayı besleyecek ve oyunun ironik ve sürprize hazır boyutunu güçlendirecek bir şekilde yazar oyuncu seçimlerinde ters köşelere gidiyor. Oyunda erkin taşıyıcısı, aynı şekilde karakterlere de kimlik ve motivasyonlarını atayan ve onları bize takdim eden Clive sabit olmak üzere, Betty, Joshua, Edward ve Victoria tersinlemelerle temsil ediliyor. Burada erkek oyuncu tarafından canlandırılan Betty ve beyaz bir oyuncu tarafından canlandırılan Joshua karakterlerinin birbirlerine yakın bir tersinlemeyle kurulduğunu söylemek mümkün. Ancak yine bir kadın tarafından canlandırılan Edward ve sadece oyuncak bir bebek olan Victoria’nın görevleri oyunda daha ayrı önemler taşıyor.
Betty’nin erkek oyuncu tarafından oynanmasının birbirine gönderme yapan iki temel görüntüsü var. Önce görülen basit ve temel anlamıyla Betty -kendi ağzıyla da söylediği gibi- erkekler tarafından oluşturulmuş ve şekillendirilmiş bir karakter. Betty’nin tasarıları, hayalleri, düşünceleri, duyguları, geçmiş ve geleceği; yani bir karakteri karakter yapan temel güdülenmeleri, erkekler tarafından atanan bir kılıf niteliğinde. Onun bu kılıfla sürekli görülmesi, bastırdığı ya da bastıramadığı tüm özellikleriyle bir erkek teninin içinde durması oyunun karakterler açısından epik olan tekinsiz anlatısını destekliyor. İkincil mana ise, metnin herkes tarafından gözlemlenebilecek bu temel anlatısının açık edilmesinin ardından ve dibinden geliyor. Karakterin fiziksel yapısının açtığı epik düzlemi bu durum dolduruyor: egemen ahlak anlayışı ve işleyişinin sorgulanması. Karakterlerin her yan yana gelişleri, her diyalog girişimleri ve eylemleri; bütün kurgu normları ve despot ataerkiyi baştan aşağı çelişkileriyle ortalığa atmış oluyor. Erkeğin, doğasını bastırdığı ve yeniden tanımladığı kadınla, kültür ve bilim yoluyla yeniden biçimlendirdiği doğa ile kurumlar içerisinde yaşadığı kurgu birliktelik; egemen düşüncenin kendi algı kalıplarında ahlaksızlığa tekabül etmektedir aslında. Bu durum aynı şekilde Joshua’nın beyaz bir oyuncu tarafından oynanmasıyla ortaya çıkarılan efendi köle ilişkisinin yapısında da vardır. Giydirilen kılıfların anlatısını yaptığı ahlak, açık seçik bir ahlaksızlıkla aynı kökenden doğmadır. Öykünün kıvrılmaları da bu çelişkinin boyutlarını artırmak için kurulmaya başlar. Bu bağlamda herkes tarafından sezilen birinci anlam, ikinci anlamın görüntüsü ve temelidir. Karakterlerin fiziki varoluşunun bize işaret ettiği, yaşanan bütün çarpıklıkların doğduğu kaynaktır.
Clive’ın Betty’den sonra bize takdim ettiği ikinci karakter Joshua’dır. Joshua’da da içselleştirilmiş ve yeniden tanımlanmış bir yapıyı görürüz. O ailenin içinden değildir ancak evcilleştirilmiş, vahşiliği alınmış ve özüne yabancılaştırılmış bir karakter olarak efendisinin emrindedir. Clive’ın takdim etmeye değer gördüğü ve tahakkümünü kurduğu üçüncü karakterse oğlu Edward’dır. O da Betty ve Joshua gibi sunar kendisini. Güzel bir erkek evlat olma çabasındadır ancak “elinden gelen anca bu”dur. Edward’ın Betty ve Joshua’dan farklı olarak köksüzleşmeyi ve isteklerini bastırmayı becerememesi, sürecin varlığını açık eder. Edward’ın bu hali olmasa oyun çok şablonik bir tersleme üzerine kurulu olurdu, çünkü karakterleri tehdit eden ve kimliklerini sorgulanabilir kılan bir gösterge bulamazdık. Onun elinden düşürmediği bebeği bize bu uyuşmazlığı, oturmamışlığı ve çarpıklığı sürekli anımsatarak oyun boyunca en etkili gösterge olmaktadır. Edward kendiliğindenliğiyle direnir, bozulur ama Clive’ın istediği sonuca yine de ulaşamaz. Bu üç karakterin ardından Clive’ın, kızını kayınvalidesini ve dadıyı tanıtmaya “vakti kalmaz”. Biz de oyuncak bir bebek olarak temsil edilen Victoria’nın Edward’la birlikte varoluşunu izleriz.
Oyun iki perdeden oluşur. İlk perdesi kendi içerisinde bir tam oyun gibidir. Bu sebeple iki perdeyi birbirinden ayrı okuyup daha sonra birbirine bağlamak daha sağlıklı olacaktır. Oyunun ilk perdesi Britanya’nın sömürge bölgesinde geçiyor. Oyunun iletisi ve karakterlerin fiziksel görünüşlerinde yakaladığı uyuşmada olduğu gibi, mekanı ve anlatısı arasında da böyle bir uyuşmadan söz edilebilir. Britanya ve Afrika örneği üzerinden görülen sömürgeciliğin; diğer bir katmanda insan ilişkileri üzerinde de, dille, kültürle nasıl kurulduğunu, nasıl meşrulaştığını, nasıl içselleştirildiğini görmekteyiz.
İlk perdeyi bu temel özellikler üzerinden detaylara odaklanarak inceleyelim:
Bu üç (Victoria ile birlikte dört) temel karakterin yanında Maud, Ellen, Harry ve Bayan Saunders bu ahlak ve sömürgecilik temalarına çeşitlilik katan yan karakterler olarak göze çarpıyor. Ve tüm bu karakterlerin tepesinde de Clive duruyor.
Clive oyunun başat ve sabit kişisidir. Motivasyonu, eylemleri ve amacı oyun boyunca değişmemiştir. Yazar bu karakteri çizerken tersinlemeye gitmemiştir, Clive oldukça gerçekçi ve “normal”dir. Diğer karakterlerin değişik bir planla belirlenmiş yapılarının yanında Clive’ın bu gerçekliği, sürekli göze batan ve ironiyi doğuran etmen olarak ortaya çıkar. Clive sahneyi ve karakterleri biçimlendiren kişidir, onlara amaçlarını ve varlıklarını o yüklemiştir. Onun çelişki ve zayıflıkları hiçbir zaman büyümez, ortaya çıkanlar da zaten kendisinden kaynaklı değildir. Çevresindeki karakterlerin “yeteri kadar düzeltemediği” karakterleridir tehdidi oluşturan, düzeni bozan. O çelişkisiz görünür, ancak tersinlenmiş ve kendisinin kılıklarını giymiş karakterlerin yansıttığı bütün çelişki ve hatalar, bu sabit erk timsalinin çıplaklığını arttırır. Anormale yoğunlaşma arttıkça, yazarın kurduğu biçimin etkisiyle normal olanın tuhaflığı gizlenemez hale gelir.
Oyunda baş karakterlerin esas arzuları daima gizemli olana kayar. İşin ilginci erk, kendi ilişkisinden gizemi kendisi kovmuştur. Üretilen ve dayatılan bütün kültürel bağlar, kontrolsüz aktif arzunun dinamiklerini yok etmek üzere icat edilmiştir.
Clive -... Ama karşı koymalısın yoksa bu bizi yok edecek. Savaşmalıyız, kadınlığın bu karanlık şehvetine karşı koymalıyız, yoksa bizi yutacak.
Bu gizemli şehvet Clive’ın aklını sık sık bulandırır. Clive ondan kaçar, ama tam da onun içine doğrudur bu kaçış. O bu gizemi soğukkanlı bir şekilde fethetmelidir, vahşiyi evcilleştirmeli, orayı yurtlaştırmalıdır.
Clive- ... Bu kıta kadar karanlıksın. Gizemli. Tehlikeli. Güvenilmez ... Lütfen beni dışarıda bırakma, bırak da gireyim.
Bariz bir sömürgecilik anıştırısı görürüz. Bayrağın dikidiği her yer yurtlaşmıştır. Ancak bu önermenin olanaksızlığı, kılıflarını verdiği karısı ve oğlunda görülecektir ve patlak verecektir. Clive yine de yanılsamadan uyanmaz, fethinin başarısından şüphe duymaz ve ahlaksızlık daha da büyür. Clive bunu görev ve hak bellemektedir.
Clive - Vahşi bir hayvanı bir yere kadar eğitebiliyorsun, eninde sonunda gerçek doğalarına geri dönüp elini parçalıyorlar. Bazen yerlileri düşman olarak görüyorum, doğru olmadığını biliyorum. Onlara karşı sorumluluklarım var, hepsini eğitip Joshua gibi yapmalıyım. Ama tehlikeli bir düşünce var, karşı koyamadığım bir düşünce. Sanki bütün kıta düşmanım ...
Clive eleştiriyi kendisine döndüremez. Kendi yerlileştirdiği yurdundan ayrılıp gizemli yurtları fethetme potansiyelinin bir eksiklikten kaynaklandığını düşünmez, ona göre bu kutsal bir görevdir. Clive’ın sevgisi samimi değildir. O aslında ne karısını, ne çocuklarını sevmektedir. Gökyüzüne baktığında görevini görür, onun hayatının amacı budur. Onun için her şey nesnedir, fethedilecek bir kıtadır ve bu yolda her hareketi haktır. O arzulara hakim olur, çevresindeki bütün arzuları reaktifleştirir. Harry ile Ellen’ı evlendirir. Sapkın akışlardan kurtulur. Clive Betty’yi kadınlığına, Joshua’yu ırkına ve emeğine, Edward’ı isteklerine ve benliğine yabancılaştırmıştır.
Clive- Joshua hayatımı kurtardı, ben de onunkini kurtardım, hayatını bana adadı.
Clive’la birlikte bir başka sabit ve ataerki muhafaza etme amacındaki karakter de Maud’dur.
Maud - Burada bir görevim var. Gördüklerim hoşuma gitmiyor, Clive’ın da hoşuna gitmezdi.
Maud düzenin sağlam işlemesi için kurulmuş geleneksel, erkekleşmiş kadındır.Tıpkı Betty gibi yetiştirilmiş, biçimlendirilmiş, kadınlığına yabancılaşmış, içi boşalmıştır. Clive da bu görevi içselleştirdiğini bildiği içi annenin orada kalmasına izin verir.
Maud- Aramızda farklar olduğunu biliyorum ama ben her zaman senin için en iyisini isterim.
Maud belki ortaya dökemediği tabiatının acısını zaman zaman içinde hissetmektedir. Ama bu acısını kendinde bir devrime dönüştürecek zamanı geçmiştir, içindeki bu motivasyon erkin devamlılığı amacına kanalize olur. Maud Saunders’a karşı tavırlıdır, çünkü o onun içindeki kadınlığı ve acıyı ortaya seren bir tehlikedir.
Maud - Bayan Saunders sana bir ders olsun. O bu hayatta yalnız. Allahtan sen değilsin. Baban öldüğünden beri korunmasız kalmanın ne demek olduğunu biliyorum.
Maud bu tehlikeden kaçmış ve erkeğe sığınmıştır. Clive’ın çatısı altında yaşamaktadır.
Bir başka sabit karakter Ellen’dır. Oyunun başından beri motivasyonu ve isteği hiç değişmemiştir. Ancak onla ilgili detaylı bir bilgimiz yoktur. Tek bildiğimiz Ellen’ın hiç karşılık bulmayacak gerçek bir aşka sahip olduğudur. Belki de oyundaki tek saf sevgi onun sevgisidir. Ancak o sadece bir aşık ve bir dadıdır. Bu saf aşk oyunda hiçbir karşılık ve derinlik bulmayacaktır ki bu da ironiyi güçlendiren etmenlerden biridir metin için. Oyunun sonunda Ellen Harry ile evlenir.
Dışarıdan gelen iki misafir, oyun kişilerinin karakterlerini kurcalar ve tehlikeye atar.
Harry Clive’a göre serkeş bir adamdır, Clive’a imrenir. Topraklara bayrağı o dikmek ister. Clive da bu belirsiz rakibi dostluk adı altında kontrolünde tutmak istemektedir. O aile düzeni için bir tehdittir. Harry erkekliğe özenir, onun düşüncesi de fetihçidir, ama düşüncesini gerçekleştirmekte kaypaktır. “Sana bu halinle, Clive’ın karısı olarak ihtiyacım var” der Betty’ye. Ona bu kadını fethetmek düşüncesi çekici ve kolay gelir. Onun için yabani ve arzu dolu olan bu sıkışmış kadındır. Ama motivasyonu sağlam değildir, anlık keyiflerin peşinden sürüklenir. Edward’la ilişkiye giren, Clive’ı öpen bu karakter Clive’ın içini rahatlatmıştır sonunda, çünkü iktidarı Clive’dan çalabilecek kadar erkek değildir. Bir kılıfa sokulup tehlikesizleştirilebilecek kadar kaypaktır.
Diğer misafir karakter bayan Saunders’tir.
Saunders - Silahlarla dolu evinde kalmak hoşuma gidiyor, ama seni hiç beğenmiyorum.
Betty’ye göre daha yabani ve daha bilin��li bir kadındır. Belki cinsel olarak serbesttir ancak aklı yeterince özgür değildir. O da ancak korunmayı ve sevilmeyi dilemektedir, Betty’ye oranla bu yabaniliği Clive’da arzu ve hareket isteği uyandırır. Ancak erkek sistemde o bir kadın ütopyası olarak sunulmamıştır. Betty’le yan yana konulduğunda Betty’nin içine düştüğü kıskacı, Clive’la yan yana konulduğunda sömürgeci arzunun nasıl güdülendiğini göstererek ahlaksızlığı büyütür. Ama özgürleştirici güçte bir arzusu ve doğası yoktur. Kölelere yapılan eylemlerde fazla soru sorar. Sonunda yine Clive’ın yaptığı ahlaksızlığın kendine mal edilmesiyle tüm ev halkının isteği sonucu evden gönderilir.
Bütün bu düşüncelerden sonra Betty, Joshua ve Edward’a yeniden bakalım:
Betty bütün yaşamını kocasına göre düzenlemiştir. Ancak hala daha yok edilememiş ve ortaya çıkmaya hazır bir arzuya sahiptir.
Harry - Sen demek güven demek, ışık demek, ev demek.
Betty - Ama ben tehlikeli olmak istiyorum.
Betty’nin bu karmaşası oyunun temel iletisini yansıtır niteliktedir. Belki de bu yüzden Betty’yi bir erkek oyuncu oynamaktadır.
Joshua- Tanrı insanı beyaz yarattı ve ona yılanları seven kadını verdi. Başımıza bütün dertler bu yüzden geldi.
Joshua oyunun sonuna kadar köleliği içselleştirmiş ve özüne yabancılaşmış bir karakter olarak karşımızda durur.
Saunders - Kendi insanlarını dövmekten rahatsız olmuyor musun ?
Joshua - Onlar benim insanlarım değil.
Joshua önce insanlarının, sonra ailesinin ölümüne tepkisiz kalacak kadar durumunu içselleştirmiştir. Bu açıdan Betty’ile benzer bir çizgide gider. O yüzden ikisi birbirlerini çok sevmemektedir, çünkü birbirlerini izleyen gözleri, itaatin kırılacağı yolu aydınlatır ve çatışır.
Joshua- O eteğin altında senin de bacakların var, hatta daha fazlası var
Edward’la ise önce dalga geçer. Çünkü Edward köleleşememiştir. Onun bu süreci Joshua’ya kendi ırkına yaptığı ihaneti anımsatmaktadır. Joshua’nın bütün kimliği Edward’ın saçma çocukluk karmaşası karşısında çökmektedir, ikiyüzlülüğü açığa çıkmaktadır. Bu yüzden oyundaki en güçlü simge olan Edward’ın bebeğinin kafasını koparır. En sonunda da dramatik çizgisi bozulur, patronunun kafasına silah doğrultur.
Ellen- Onunla oynamıyor, sadece bakıyor.
Edward isteklerini bastırmaya çalışır. Bunu denediği ve erkekliğini kanıtlama yolunda güdülendiği de olur, çünkü egemen tarafından ona bir erkeklik kompleksi ekilmiştir. Top oyununda erkekliğini sınar. Ancak babasının diretmelerine karşı koyamaz
Edward - Babam gibi olmak istemiyorum, ondan nefret ediyorum.
Ve bebeği sahiplenir.
Edward - Senden nefret ettiğimi söyledim, ama doğru değil. Özür dilerim, özür dilerim. Lütfen beni döv ve affet.
Maud’un talihi büyümekte olan Edward’ın da başına gelmektedir. O isyanını ve isteğini devrime dönüştürme motivasyonunu kaybetmekte ve kılıksızlaşarak terbiye edilmeye sığınmakta bulacaktır çareyi. Edward annesinin isteğiyle Joshua’ya tokat atarken sonunda Joshua’nın babasını öldüreceğini tek gören o olur. Bunun karşısında yaptığı eylem “kulaklarını kapamak” olur.
İkinci perde 1979 Londra’sında geçer. Bu perdeyi önceki perdeyle bağlantılı da bağlantısız da okumamız mümkündür. Burada tahakkümün modern çağdaki tezahürünü görürüz. Sömürgecilik artık çok daha sinsi bir düzeyde, sözde, dilde ve birebir ilişkilerin kalbindedir. Ve karakterler bir cinsiyet tersinlemesiyle yansıtılmaz. Artık onlar zaten bu tersinlemeyi içlerinde barındırmakta, imge ve gösteri çağında kimlik bunalımına düşmektedirler.
Bu perdede Clive’ı boşayan ve onsuz yaşamaya çalışan Betty, ve Lin isminde yeni bir lezbiyen anneyi izleriz. Onun kızı Cathy’nin yetiştirilmesi Edward’ınkinden farklı değildir. Ancak çağın iddia ettiği özgürlük yoktur, sinsi bir şekilde derinlere inmiş bir model alma durumu vardır. Tahakküm daha görünmez, daha derin bir boyutta seyreder.
Betty - Çay yaparken kendimi iki fincan hazırlarken buluyorum, evde bir erkeğin olmaması çok garip, işleri kimin için yaptığını bilmiyor insan.
Clive’sızBetty için durum çok farklı değildir. Clive onun kafasında, hatta belki onun kafası olarak yaşar. Geldiği noktada Betty kadınları sevmiyordur. Aldığı maaşla ve anneliğiyle yeni yaşamını sürdürmektedir.Maud ve Ellen gelip eski replikleri tekrarladıklarında, cevapların değiştiğini görürüz. Ama durum değişmemiştir.Betty’nin cinsel organını keşfettiği ve devrimine gidebilecek bir isyan ve öfke ortaya çıkardığını anlattığı tiradında, onun Maud’un cesaret edemediiği şeyi yapıp yapamayacağı sorusunu sorarız.
Lin eylemde devrimi yakalamıştır. Bedeni erkeksiz yaşamaktadır. Victoria düşüncede uygular bu devrimi, bedeni kararsızdır. Martin modern bir tahakkümcüdür. O kadınları ağlatan erkeklerden değildir, tek amacı zevk vermektir. O gizli bir fetihçidir. Dahası Victoria da yeni yelken açtığı ilişkisinde Lin’e karşı Martin’den farklı değildir. Edward görünüşündeki çatışmadan kurtulmuş, bağlanabilecek bir karakter kurmuştur. Ama o da ilişkisinde herhangi bir eşten farklı değildir.
Gerry - Kendin ol
Edward - Ne demek istediğini anlamıyorum, herkes benim kadınsı davranmamı engellemeye çalıştı hep, şimdi de sen aynı şeyi yapıyorsun
Gerry - Ama rol yapıyorsun
Yeni çağda içselleştirilmiş kölelik, herkesin arzusunu bağlayacağı bir rol makinası bulmasıyla, göstermeci kimliğe dönüşmüş ve olumlanmıştır. Edward’ı artık bir kadın oyuncu oynamamaktadır. Ama Edward bir kadını oynamaktadır.
Bu bağlamda oyunun ikinci bölümünde ilk bölümdeki gibi tersinlenmiş karakterler görmeyiz. Sadece Cathy’yi bir erkek oyuncu oynamaktadır. Yazar ilk bölümde karakterleri karşı cinsiyetten oyunculara oynatarak öncelikle epik bir etki yaratıp karakterlerin inşa ve baskı süreçlerine bizi yönlendirmiş, bunu yaparken öyküyü bu süreçlerin çeşitli katmanlarına bizi savuracak bir kürek olarak kullanmış; ikinci bölümde ise bu tekniği büyük ölçüde ortadan kaldırarak farklı bir çağda, çağın bireylerin sandıklarının aksine var olma ve bağımsız dışavurum süreçlerinde ne kadar özgün ve özgür olduklarını sorgulamıştır. Dramatik akışta ilerleyen, epik ve absürd özelliklerle bu üç türünde şablonlarının dışında melez bir teknikle kurulan bu yapımda sürekli tedirgin ve gizlice dışavurulan bir çığlığın kulakları rahatsız edişini deneyimleriz. İlk bölümde bir oyuncak bebekle tehdit edilen kimlik efendinin kafasına doğrultulan bir silahla noktalanmıştı. İkinci bölümde cinsel özgürlük ve bedenin keşfiyle ortaya çıkan devrimci arzu, iki Betty’nin birbirine sarılmasıyla benliği tamamlamıştı. Ancak 79 Londra’sının modern ve sinsileşmiş geleneğinde yetişen Cathy’nin, ilk bölümlerdeki gibi erkek oyuncu tarafından oynanan tek rol olduğu düşünüldüğünde, Cathy’nin var olma hakkını talep ettiği bir toplumda nasıl tutunacağı ve kendisini bulacağı, sürekli tartışmaya açık bir soru işareti olarak kalmıştır.
ÇOK UZAKTA, BİR ÇÖZÜMLEME:
Carly Churchill’in “Çok Uzakta” oyunu sistemli bir sakinlik ve kayıtsızlıktan absürd bir paranoyaya doğru yol alır. Churchill bu oyunda, klasik anlatıların öğelerini zekice farklı kılıflara giydirir. Alımlayıcısını önce bir izlek etrafında amaca doğru yürütür, ardından bütün bu düzeneği patlatıp ortaya takip edilmesi çok zor olan bir parçacıklar akışı çıkarır. Churchill bu oyunda seyircisinin gözünü sabitlemez, seyircisine iktidar düzeneği kurabileceği bir yapı sunmaz, sadece onu kendi dünyasına sakin ve tekinsiz bir akışla davet eder. Seyirci bu dünyaya katılır ki, patlamanın fiziksel ve ruhsal etkisini bünyesinde tam olarak duyumsayabilsin ve kendi failliğini devreye sokma gereği hissetsin. Böylelikle alımlayıcı bu oyuna bakarken dikey bir perspektif seçemez; kendi varlığını ve canlılığını bu temsilde hissederek oyuna da bir canlılık ve şiddetli bir hakikat kazandırır. Bu oyunda birden paramparça olan ve izleyiciyi ters köşeye yatıran hakikatin söylenme biçimleri, gerçekten de soğukkanlı bir şiddeti duyumsatır seyircisine. İzleyici birbirine karıştırılmış ve paranoyaya dönmüş imgeler keşmekeşinde mantığının tüm odalarında dolaşır, aradığını bulamaz. En sonunda akıl bütün kapıları ve odaları, kat ettiği yolu sorgulamaya başlar. Bu ölçüde kayıtsız bir düzleme oturtulmuş ve bir şekilde mantığa büründürülmüş önermeler dizgesi, bize bütün diğer mantıklı dizgelerin kurgusal kökenini sorgulama yolunu açar. Üç bölümden oluşan bu oyun bölümler içinde de kısımlara ayrılır ve tekinsiz yapısını basit bir sistem üzerinden kurar.
Oyunun birinci bölümünde bir kız çocuğu olan Joan ve teyzesi Harper’ı görürüz. Küçük kız teyzesinin misafiridir. Öncelikle oldukça sakin, akla uygun ve içerisinin koşullarıyla ilgili bir diyalog dizisi bizi karşılar. Joan’ın “dışarı çıktım” cümlesiyle birlikte oyuna tedirginlik girer. Küçük kızın dışarıdaki yürüyüşünün mesafesi ve zamanı arttıkça gerilim de artmaktadır. Joan önce pencereden çıkar. Sonra çatıyı ve ağacı geçer. Sonra bir çığlık duyar. Gerilim artar. Öncelikle işitme devreye girer ve Joan’ın dışarıda geçirdiği vakti uzatır. Sonra bir şey “görür”. Sonra başka şeyler de görür. Sonra gördüğü şeyin bir parti olmadığını düşünmeye başlar. Çünkü insanlarla birlikte kan da vardır. Hatta bu kanın bir kısmı onun çıplak ayağına bulaşmıştır. Dokunur, hisseder. En sonunda teyzesi saklamaktan vazgeçer: “Gizli bir şeye tanık oldun.” Ama bundan sonra anlatacaklarıyla gerçeği başka bir hikayeyle çarpıtır. Sonra Joan: “Onlara yardım ediyor.” Sonra: “Amcam neden onlara vuruyordu?”. Sonra: “Sadece hainlere vurdu.” Ve sonra Harper: “İyilerin yanında olan bir hareketin parçasısın artık, gurur duyabilirsin“. Ve Joan’ın ruhu göklere yükselecektir. Şimdi uyumaya gitmesi gerekir.
İkinci bölümde bir şapka atölyesinde şapka üreten Todd ve Joan’ı görürüz. Bu bölümün ilk kısmında da diyaloglar akla yatkın ve normal akışında gelişmektedir. Ancak “Burada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu göreceğimiz” söylenir. İkinci kısımda ikili arasında bir tür söz oyunu görürüz ve bu oyunun arasından sözleşmelerle ilgili soru işaretleri belirir ve gerçeklik kendisini durağanlığın içinden doğurur. Soru işaretleri artar. Üçüncü kısımda Joan da soru işaretlerinin akışına kapılmıştır.Todd’dan çözüm beklentisi içindedir. Dördüncü kısımda Todd eyleme geçecektir. Konuşacaktır; işini kaybedebileceği ölçüde bir sorun söz konusudur. Ve konuşacağı kişi ona işini kaybettirtebilecek ölçüde önemli biridir. Ve beşinci kısımda normal diyaloglardan soru işaretlerine, soru işaretlerinden de eyleme giden yolda seyirci devamlılık beklerken oyunun en büyük sürprizi ve patlaması gerçekleşir. Şapkaların perişan haldeki idam mahkumlarının infaza giderken takmaları için üretildiğini öğreniriz. Altıncı kısımda Joan’ın tavrında açık bir değişiklik vardır. Artık onun saflığı ve kayıtsızlığı rahatsız edici ve ironik bir boyut almıştır. “Şapkaların cesetlerle birlikte yakılmasına yazık olduğunu düşünür.” Burada Joan’ın Todd’un kendisini değiştirdiğini ve bir şeyleri sorgulattığını söylediği kısım bu çatışmayı büyütür ve oyunun bundan sonraki belirsiz izleğini besler. Onun için “başka resmi geçitler de var”dır.
Beşinci bölümden itibaren raydan çıkmış ve tanımsız, korkunç bir imgeyle seyircisini bambaşka bir düşünce boyutuna taşımış olan oyun üçüncü kısma geldiğinde farklı bir yapısal türe bürünür. Eşekarılarıyla başlayan, kelebekler timsahlar ve geyiklerin de müdahil olduğu paranoyak bir savaş ve kutuplar dizgesi diyaloglarda yavaş yavaş işlenir. Bu esnada Joan uyumaktadır. “Yaban ördeği tecavüzcüdür, üstelik fillerin ve koreliilerin tarafındadır.“ Bu bölümde Joan’ın uyuduğu süre içinde karakterlerde seyirciyi allak bullak eden bir paranoya gün yüzüne çıkar. Tersinlenmiş ve sulandırılmış mantık, düşmanlar ve kutuplar üzerinden ilerleyen sistemin çığırından çıkması ve bireylerin beynini yakması diyaloglarla yavaş bir akışta teker teker ortaya serilir. Ardından Joan uyanır. Savaştan kaçmış , yorgun düşmüş ve teyzesinin yanına gelmiş olan Joan’ın uyku halindeki yaşantısı, içine girdiği bu yeni yaşantının etkisiyle kirlenmiş, rahatsız eden bir uyuklamaya dönüşmüştür. Son sözü o söyler. Onun ağzından korkunç şeyler duyarız, korkunç kelimeler onun ağzından birer oyuncak gibi sakin ve ritmik bir şekilde dökülmektedir. İçi dışına çıkmış mantığı savaşın gösterdiklerini birer oyuncak gibi almıştır. Onun saf zihninde paranoyayı görmek, alımlayıcıda tanımsız bir tezat ve şok olma duygusu yaratır. Şapka metaforu ise, içinde barındırdığı olağanüstü ironi ve anlatım gücüyle, bireyin iktidarın tahakkümündeki yaşantısında suçla ve çirkinlikle nasıl da göbekten bağlı olduğunu ve pay sahipliğinden kaçamayacağını imler niteliktedir.
#caryl churchill#tiyatro#dramaturgy#inceleme#sahne#sahne sanatları#dramaturji#postdramatik#tiyatro yazıları#tiyatro eleştiri#sanat eleştiri#çağdaş tiyatro#sanat#absürd tiyatro
0 notes
Text
Sınır Ordumuzun Kurulması, Deprem ve İstanbul, Milletler Cemiyeti, BM, Filistin…
✍🏻 Orhan Ayber
https://www.gundemarsivi.com/sinir-ordumuzun-kurulmasi-deprem-ve-istanbul-milletler-cemiyeti-bm-filistin/
Sınır Ordumuzun Kurulması ve Vatandaşlığın Değeri
Yaklaşık 150.000 kişilik bir sınır ordusunun kurulması gerekliliği konusunda ısrarcıyım. Bu ordunun amacı, kökeni ya da nereli olduğu fark etmeksizin, sınırlarımızdan tek bir yabancının dahi izinsiz ve kanunsuz olarak ülkemize girmesini engellemektir. Ülkemizin egemenliği ve güvenliği açısından bu husus, son derece kritik bir öneme sahiptir.
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yasa dışı yollardan giriş yapan yabancıların derhal sınır dışı edilmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı “satılık” bir değer olmamalıdır. Bu, ulusal onurumuzun bir gereğidir ve vatandaşlığın, para karşılığında kolayca elde edilebilecek bir statüye indirgenmesine asla izin verilmemelidir.
Deprem ve İstanbul: Tehlike Kapıda
17 Ağustos 2024, Körfez Depremi’nin üzerinden çeyrek yüzyıl geçti, ancak İstanbul hâlâ hızla yaklaşan olası büyük depreme hazırlıklı değil. Bu süre zarfında depreme dayanıklı hale getirilmeyen kamu binaları, hatta okullar bile, büyük bir risk taşımaya devam ediyor. On binlerce meskende mülk sahiplerinin izin vermemesi nedeniyle depreme dayanıklılık testi dahi yapılamıyor. Mülk sahipleri, yeterli deprem bilincine sahip değillerse veya kiracılarla ilgilenmedikleri için bu sorumluluğu umursamıyorlarsa, bedelini yine çaresiz halk mı ödeyecek?
Dayanıklılık testlerinin yapılamaması, yapı stokumuzun ne kadarının acil müdahaleye ihtiyaç duyduğuna dair elimizde bilimsel bir veri bulunmaması anlamına geliyor. Bu kritik veriyi elde ettikten sonra, mülk sahiplerinin rızası ile kentsel dönüşüm başlayabilecek. Ancak deprem, bize bu kadar uzun zaman tanıyacak mı? İstanbul için her geçen gün, potansiyel bir felakete bir adım daha yaklaşmak demektir.
Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler ve Küresel Barış Gücü
< 1x
Bir zamanlar Milletler Cemiyeti vardı. 10 Ocak 1920 tarihinde Paris Antlaşması ile “dünya barışını korumak” amacıyla kurulmuştu. Ancak Abyssinia (ya da diğer adıyla Walwal) krizini yönetemediğinde, varlığını sürdüremedi ve kendini feshetti. 1934 yılının Aralık ayında, İtalyan kuvvetleri ağır silahlarla saldırıya geçtiğinde, Habeşistan birlikleri ok ve mızraklarla savunma yapmak zorunda kaldılar. 3 Ocak 1935’te, efsanevi İmparator Haile Selassie önderliğinde Habeşistan, Milletler Cemiyeti‘ne başvurdu. Ancak dönemin en büyük emperyalist güçlerinden Fransa, tarihi bir hata yaparak Fransız-İtalyan Paktı’nı imzaladı ve İtalya’nın işini kolaylaştıracak şekilde bugünkü Cibuti’nin kontrolünü İtalya’ya devretti. Böylece İtalya, çatışma bölgesine daha fazla asker ve donanım gönderme fırsatı buldu. Fransa’nın beklentisi, yaklaşan Alman yayılmacılığına karşı İtalya’nın desteğini kazanmaktı. Ne yazık ki, sadece Fransa değil, dönemin bütün güçlü devletleri, Habeşistan’dan çok kendi çıkarlarını korudular. Sonuç olarak, İtalya, Milletler Cemiyeti’nden cılız eleştiriler aldı ve bu etkisiz yaptırımlar bile çok uzun bir zamana yayıldı. Milletler Cemiyeti’nin sessizliği ve çaresizliği, II. Dünya Savaşı’nın zeminini hazırlayan etkenler arasında sayılabilir.
Günümüzde Filistin sorununu araştıran, merak eden ve üzerine yorum yapan herkesi, Haile Selassie’nin 7 Haziran 1936 tarihinde Milletler Cemiyeti’nde (Cenevre, İsviçre) yaptığı konuşmanın metnini okumaya davet ediyorum. Selassie’nin o dönemde söylediği şu çarpıcı sözler, bugünün dünyasına da ışık tutuyor: “Eğer güçlü bir hükümet, cezasız bir şekilde zayıf bir halkı yok edebileceğini anlarsa, o zaman o zayıf halkın Milletler Cemiyeti’ne başvurarak tüm özgürlükle yargısını vermesi için zaman gelir. Tanrı ve tarih, yargınızı hatırlayacaktır.” Ancak Selassie’nin bu uyarısına rağmen, Milletler Cemiyeti zaman kaybetmeye devam etti, cılız yaptırımlar ve eleştirilerle yetindi. Neticede Milletler Cemiyeti, güçlü bir devlete karşı aciz olduğunu ispatladı. Fransa’nın beklentilerinin aksine, İtalya mihver devletlerine katıldı ve insanlık, tarihin en büyük savaş felaketi ile karşı karşıya kaldı. Sadece üç yıl sonra II. Dünya Savaşı patlak verdi.
Milletler Cemiyeti’nin yerini alan Birleşmiş Milletler ise bugün Gazzelilerin uğradığı soykırıma engel olamıyorsa, o da kendini feshetmelidir. Yerine geçecek bir kuruluş, küresel barışı gerçek anlamda sağlayabilecek bir “Küresel Barış Gücü” olmalıdır. Dünyanın ihtiyaç duyduğu şey, güçlü devletlerin değil, adaletin ve insan haklarının üstün olduğu bir sistemdir.
Orhan Ayber
0 notes
Text
Eski Sevgiliye Göndermeli Sözler
Eski sevgililerle olan ilişkiler, hayatımızın bir döneminde önemli yer tutmuş olabilir. Eski sevgiliye göndermeli ağır sözler, eski sevgiliye göndermeli anlamlı sözler, eski sevgiliye göndermeli uzun ve kısa sözler nelerdir? detaylarıyla yazımızda. Eski Sevgiliye Göndermeli Sözler Ki eğer sen bu isen, özür dilerim bilmeden sevdim. Bazı insanlar, hayatına girdiğinde mutluluk getirir,…
0 notes
Link
0 notes
Note
Bu sözler kime gönderme?
gonderme oldugunu kim soyluyor? keyfime gore seyler paylasiyorum ve gonderme yapabilecegim birisi yok
1 note
·
View note
Text
Fenerbahçeli yönetici, Selahattin Baki'den Erden Timur'a gönderme!
Fenerbahçeli yönetici, Selahattin Baki’den Erden Timur’a gönderme!
Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Selahattin Baki, Antalya kampında basın mensuplarıyla sohbet toplantısı gerçekleştirdi. Futbolun adil bir şekilde saha içinde kalması durumunda her türlü mücadeleye hazır olduklarının altını çizen Fenerbahçeli yönetici, şu sıralar transfer gündemlerinde yer aldığı iddia edilen Samet Akaydın için de görüşlerini paylaştı. “Çok vahim sözler” Galatasaraylı…
View On WordPress
0 notes
Text
Seni severim ama kendimi daha çok :)
5 notes
·
View notes
Text
Şah İsmail ve Sultan Selim’in Çaldıran Öncesi Diyalogları
Çaldıran Savaşı öncesi Safevi Şahı,Şah İsmail ile Osmanlı Sultanı,Sultan Selim arasında ilginç mektuplaşmalar yaşanmıştır.Bu mektuplaşmalar çoğu hikayeye konu olmuştur.Nükteli sözler ve iğneleyici hediyelerle birbirlerine gönderme yapan iki hükümdarın diyalogları şöyle gerçekleşmiştir:
Birinci mektup, Sultan Selim tarafından gönderildi. Şah İsmail’in casusu Kılıç yakalanmış mektubu da şahına kendisi götürmüştü. Farsça kaleme aldığı bu mektupta;
-“Müslümanlığa aykırı hareket ettiğin, Müslümanlara zulmettiğin için ordumla birlikte hareket ettim. Yaptıklarından dolayı katline fetva verilmiştir. Kılıçtan önce sünnet gereği isterim ki İslam’ı kabul edesin. Atlarımın ayaklarının değdiği yerleri bana veresin. Bunun için atımı atlandım, kılıcımı kuşandım, muharebe için bizzat gelmekteyim.”
Lütfi Paşa’ya göre Şah mektubu alınca Kılıç’ı öldürtmüştür.
Şah İsmail, Sultan Selim’e cevaben Türkçe kaleme aldığı mektupta;
-“Er isen harp meydanına gelesin !” diyerek mektupla birlikte Yavuz Sultan Selim’e bir kadın elbisesi ve yaşmak göndermiştir.
Osmanlı ordusu bu sırada Şah’ın topraklarında Safevi ordusunu aramaktadır. Mektup Yavuz’a ulaşınca elçi öldürülmüş, cevaben;
-“ Bizi er meydanına davet edersin ancak meydanda görünmezsin!”
Şah İsmail, gelen elçiyi öldürtmüş, cevap olarak;
-“Osmanlı hanedanı ile Timur zamanında yaşanan fenalık tekrar yaşansın istemem. Bu nameyi (mektubu) yazan bir padişah olamaz, ancak bir afyonkeş tarafından kaleme alınmış olmalıdır.” diyerek bir miktar altın ile afyon (uyuşturucu) göndermiştir.
Yavuz Sultan Selim bu mektuba cevaben;
-“Davete icabet edip uzun yollar aşarak memleketine girdik, fakat sen hala meydanda görünmezsin. Padişahların ellerindeki memleket onların nikahlısı gibidir. Erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar. Halbuki bunca gündür (3 ay) memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden kırk bin kişiyi ayırıp Sivas-Kayseri arasına bıraktım. Düşmana iyilik ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen, erkeklik sana haramdır. Miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf giyip, serdarlık ve şahlık davasından vazgeçesin!” diyerek mektupla birlikte Şahın dedelerini hatırlatarak tarikat levazımatı post, tesbih, asa, şal gönderdi.
2 notes
·
View notes
Note
Mona Lisa, Leonardo Da Vinci
Mona Lisa tablosu hakkında ki düşüncelerini merak ediyorum. Bu tablo sende neyi anlatıyor?
Ve bundan sonra ben de seninle tablolar ve sanatçılar hakkında konuşmak istiyorum. Bence böylelikle bu sayfa daha verimli bir hal alabilir diye düşünüyorum. Şimdi de verimli yanlış anlamanı istemem. Ama bu tarz konuları daha çok konuşalım istiyorum. Cevabın için şimdiden teşekkür ederim.
#sanat
Mona Lisa'nın bu günkü değerini sosyal olarak ve sanatsal olarak ikiye ayırmak gerek. Özellikle çalınma olayları ile beraber pop-kültürün zirve figürlerinden biri olarak da simgesel değerler kazanmış, sosyal olarak ilettiği içerikler ona dönük yeniden üretmeler, göndermeler ve kullanımı ile Leanordo’nun ilettiğinden çok daha fazla ve başka sembolik yan-anlamları türemiştir. Ancak ben bununla ilgilenmeyeceğim, benim odağımda bu eserin bizzat sanatsal değeri var ki bu noktada da bu değer bir sembolik anlatım değil, bir his aktarımında yoğunlaşıyor diyebilirim esasında. Bunun en güzel anlatımlarından birini dadaist bir dalga geçmede görüyoruz
"Elle a chaud au cul!" Duchamp'ın dadaist bir müziplik, kabalık ve züppelikle Mono Lisa'ya getirdiği yorumun dikleşen bıyıklarıdır bu sözler -öyle bir züppeliktir ki bu kendi dilini bile bozarak 4 harfle söyler bu ifadeleri-. Bu kaba yorumu başta sadece sokak ağzıyla dalga geçme olarak algılamıştım ancak Duchamp'ın yorumunun Dalice analizinden sonra bunun sokak ağzıyla “entelektüel” (ama hala oldukça züppece) bir dalga geçme olduğunu anladım.
L.H.O.O.Q., yani "sıcacık kalçaları var" Dali'nin yorumunda anneliğe bakışın züppece bir ifadesidir. Mona Lisa’nın anlatım değeri insanı soktuğu belirsizlik hissi ve kişiyi çevreleyen anaç tavrı ile yüzdeki belirsiz ifadenin onaya kaymasını bekleyen insanın yaşadığı odipal gerilimdir. Anaç bir güçle karşımızda doğrulan bu figüre bakarken, ona metonimler içerisinde birçok onay sistemini yoğunlaştırabiliriz kolaylıkla. Ve o belirsizlikle bu sistemler karşısında yaşadığımız aynı hüsran ve beklentilerle dolu gerilime gerisin geriye savrulabiliriz. Duchamp dalga geçerken odipal olana gönderme yaparak bu anneliği yıkıcı bir tavır almasına rağmen, Dali sıcaklık ifadesi ile onun anaç özünün yine de vurgulandığına dikkat ediyor. Duchamp Mona Lisa’nın güzel bir anlatımı değil ama neyi yıktığı ile anlatımı daha belirli hale getiren güzel bir unsur. Birleşmiş eller ve flu bakışlarla içimize işleyen beklenti hissi, dudakların anlaşılmaz kasılmasıyla sunduğumuzun nereye doğru gittiğini anlamamızı engelliyor. Tüm gücüyle odaktan yayılan ve yükselen bu anne karşısında geriliyor (zamansal ve libidinal olarak), kendi deneyimlerimizin kendi içine çekiliyoruz. Dali tabloya dönük birkaç kez farklı kişilerce girişilen şiddet girişimlerinin sebebinde de bu ilişkiyi görmektedir.
3 notes
·
View notes
Text
Mart 2021
Çok verimsiz bir ay geçirdim. Bu ay okumayı düşündüğüm birçok kitabı okuyamadım :(
Gösteriş: Tarih, Kadınlar, Feminizm, Carol Dyhouse
Bu kitabı yazın Can yayınevinin yaptığı kampanyadan aldım. Zaten nerede gördük bilmiyorum ama arkadaşımın birlikte okuyalım dediği kitaplardan biriydi. Öncelikle gösteriş kavramının tarihi sürecini anlattığı konusunda hemfikir olabiliriz. Bu kavramı moda dünyası ve moda dünyasının doğrudan etkilediği kadınlar üzerinden anlatıyor kitap boyunca. Bazı kısımlarda magazin dergisi okuduğumu düşündüm :( Bir de birçok konuda moda dünyasını masum göstermeye çalışıyormuş gibi hissettim ama önyargılarım yüzünden mi bilmiyorum. Feminizmin bahsi geçince gösteriş kavramına eleştirel bir gözle bakan bir kitap okuyacağımı düşünmüştüm ama öyle olmadı. Kimi yerde hatta moda endüstrisinin empoze ettiği güzellik standartlarının sorun olmadığını, esas sorunların başka yerlerde (anoreksiya yerine obezite gibi) söylemek istemiş gibi geldi.
“The Times dijital arşivinde yapılan aramanın sonucunda ‘gösteriş’ sözcüğünün 1920’lerde yaygın denebilecek kadar kullanıldığı ama dişil bir cazibeyi tanımlamaktan çok seyahatle, özellikle de Doğu’nun egzotizmiyle bağlantılı olduğu görülebilir. Gösterişlilik kişilerden çok yerlere atfedilirdi. Zaman içinde giyim eşyaları ‘gösterişli’ diye tanımlanmaya başladı, özellikle de Hindistan, Çin veJaponya’dan gelen pahalı ipek ve nakışlar.”
“Kelimenin 1930larda düşler fabrikası Hollywood’la ilgili çağrışımları kalıcı olacak, yirminci yüzyıla gelindiğinde bile ‘klasik, hollywood gösterişi’ne bolca gönderme yapılacaktı. Fakat sözcük kendi kendine koşmayı sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda hırpanilik, hatta soft pornografi anlamı; 1950ler 1960larda ise bir orta yaş katmanı ve ‘kapatma kadın’ iması kazandı. 1980lerde materyalistlik ve küstahlıkla dönüşü ise muhteşem oldu. Ancak yirminci yüzyıl başında ‘gösteriş’ modernite anlamına geliyorsa, 1980lerdeki dirilişinde bir ölçüde geriye bakış vardı.”
Aslında ilginç birkaç alıntı var ama üşeniyorum :( Kediler de bir dönem kürk niyetine çok kullanılmış. Kürke talebin çok arttığı, talebi karşılamada yetersiz kalındığı ve alım gücünde kolaylık sağlamak için her hayvanın derilerine yönelmişler neredeyse. İkinci dünya savaşı sırasında İngiltere’de devletin karne yönetmeliklerine uygun kürk üretimi bile yapılmış. Günümüzde kürkün kokoş teyzeler tarafından kullanıldığını çok görürüz. Bu da işte ikinci dünya savaşından sonra başlamış. Kapatma kadını diye tabir edilen kadınlar kullanmaya başlayınca kürk eski cazibesini yitirmiş. Ve belli bir yaş grubu (gençliklerinde onlar için gösteriş olan hanımefendiler) için cazibesini kaybetmemiş.
Bol bol Hollywood anlatıyor kitapta. Ben geçmiş dönem yapımlarından Charlie Chaplin, Alfred Hitchcock ötesinde çok az film izlemişimdir. Grace Kelly içlerinde en tanıdık isimdi benim için. Hitchcock filmlerinin vazgeçilmez oyuncularından biri sayılır. Onun dışındakiler hatırımda çok kalmadı.
“Ocak 1955’te Time dergisinin kapağında Grace Kelly’nin Işık ışıl bir fotoğrafına ‘Erkekler Hanımefendi Sever’ yazısı eşlik ediyordu. Manşet sözde yeni bir tür film yıldızını müjdeliyordu. Güzelliğin yeni adı artık Grace, diyordu Woman’s Own.”
Alfred Hitchcock, Rear Window, 1955.
Ben bu filmi yönetmenin en sıkıcı filmlerinden biri olarak görüyorum ama film boyunca Grace Kelly’nin giydiği kıyafetler gerçekten çok hoş.
Daha fazla uzatmayayım ama kadının günümüzde geldiği noktadan daha mutlu olduğumu anladım. Her ne kadar estetiğin, belli standartların çok yaygınlaştığı bir dönemde yaşıyor olsak bile.
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Darragh McKeon
Bu kitap da arkadaşımla ortak listemizdeydi. Öncelikle konusu ve karakterleri çok güzel. Çernobil faciasının ve küçük bir sanatçının anlatıldığı bir kitap. Farklı mekanlarda yaşayan kahramanlarımızın yolu birbirine çıkıyor. Kitabı sevdim, okuduğum için memnunum ama Rus bir yazar bu hikayeyi çok daha iyi yazardı diye düşünüyorum. Havada kalan, birden gerçekleşen ve bir yerlere ulaşmayan olaylar, karakterler oldu.
“İlkbaharın getirdiği basit hazlar. Nisan ayında ılık bir cumartesi. Açık havada olmayı, çiseleyen yağmuru, kuşları, her şeyin olması gerektiği gibi basit ve sade olduğu, büyüyen patateslerin, bahçe tırmığının, lastik çizmelerin olduğu bahçesinde olmayı arzuluyordu; orada dil de hakikiydi- gerçek isimler vardı, insanın amirini ya da amirinin amirini ve özenli vehimler silsilesini memnun etmek için eğip bükülen sözler yoktu.”
Aramızdaki En Kısa Mesafe, Barış Bıçakçı
Yazarın okumadığım tek kitabını (Kurbağalara İnanıyorum’u saymazsak) da okumuş oldum bu ay. İçimden hiçbir şey yapmak gelmezken ve vicdan azabı çektiğim bir sabah, en azından bir şey yapmak için bu kısacık kitabı okudum. Barış Bıçakçı’yı eskiden olduğu gibi en üst sıralara koyamıyorum gözümde ama anlattığı hikayeleri hala çok seviyorum. Kendime yakın gördüğüm, okumak ve rastlamak istediğim insanları sayfalarında yaşatıyor olmasında beni rahatlatan bir şey var. Sanki yazdıklarını okurken kendi trajedim daha katlanılır geliyor.
“Kardeşimin kendisini neden değersiz hissetmiş olabileceği üzerine kafa yoruyorum.
Bakkala gidip gelirken yakalanır insan belki de bu duyguya; bir Çiftlik yoğurdu, iki ekmek, bir paket Maltepe alırken...”
“Uyuyalım,” dedi ağabeyim, “böylece saatler yokuş aşağı yuvarlanır, bir bakmışız akşam olmuş.”
“Doktorun kızı mor beresini çıkarıp başım adamın omzuna koyuyor ve bana, bu dünyada ne olduysa ben yokken olmuş gibi geliyordu.”
“Kim değersiz hissetmez ki kendisini! Bir soyadının önünde toplanmış duruyoruz: ailemiz. Bir soyadının önünde tek tek isimler...”
“Bellek en zayıf yerden kopuyor ve yine oradan bağlanıyor, gelip gelip takılacağın bir düğümle.”
“Civcivleri öldüğü için ağlayan çocuklardan, bakımı sorun olan yaşlı köpeklerini Veterinerlik Fakültesi’ne “uyutmak” için götüren yetişkinlere, her şeyi anlaşılabilir ve değersiz kılan hayat.”
9 notes
·
View notes
Note
Rb yaptığın sözler birine gönderme mi
ne rb yaptıgımı hatırlamıyorum
3 notes
·
View notes
Text
Devrimci
Ölüme bedenini
Halkların
Özgürlüğü için ölüme yatırır
Öyle yaşamdan köpük degiler faşizm karşısında
Devrimciler ölüme gider ama boyun etmez
Amed zindanlarında
Laz kemalın cevabı
Esat oktay yıldırana
Kurşun gibi saplanmısti
O anı anlatır aktarırken
Kürdıstanlı zindan direnişçileri Laz kemal bize yeni zafer kazandırdı diye aktarır günümüze
Neydi o zafere yol açan tarihi sözler
Ölüm orucundaki
Laz kemala Esat oktay yıldıran
Kemal eriyorsun bak söylemedi deme ölüyorsun
Pişkin pişkin gülerek
Laz kemal Kemal pir yoldaş Esat oktayin yüzüne bakarak korkma bizim için
Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz
Hatırlarsanız
Leyla güvende bu sözlere gönderme yaparak
Ben yaşamın uğruna ölecek kadar sevenlerin yoldaşgim diyerek kararlığını net ortaya koymuştu gurup yorum üyeleri de bu güne kadar bu faşizm karşısında boyun eymedi
Direnmek yaşamaktır şıarına karşı en küçük kuşkuları olmadan ölüm orucunda önce Helin sonra Mustafa kolçak ölümsüzlere karıstirdilar
30 yıl sonra yaşayanlar bu faşist AKP'li hiç bir köpeği hatirlamayacak ama Mustafa koçak ve helini herkes hatırlayacak bu gün mahir ibrahimi denizi Yusuf Hüseyin'i cevahiri Ömer aynayı hepimiz hatırlıyoruz ama onları öldüren kemalist köpekleri hiç birini kimse hatırlamıyor
Şehid Namirin
Ölümsüzlere bin selam olsun
Diyer hesabımda kaleme aldığım yazının devamı
Bir çok yoldaş türkiyede
Kurdistan sürekli kısır bir döngü içinde paylaşım yapıyor yorumlarda aynı düşünce sistemin içindeki devrimci yurtsever ender. Olarak faşist gericilere yorumlarda karşılık verirken. Daha yurtsever devrimci arkadaşlar yada, dsvrimci arkadaşlar yurtsever kesime ve her iki grup'ta kendi içinde din eksenli tartışmalara tanık oluyorum
Daha bir hafta, olmadan
Bu güne kadar grup yorum içinde yüzlerce farklı etnik kimlik veya farklı mezhepte insanlar kendi farklılarını. Birlikte müzük ile örtmüş kimse kimsenin ate olmasını yada, alevi veya farklı bir inançta olmasını önemsemeden. Deyer verip yaklaşmış türkiye'de yaşayan her halk için kürdü lazı ermeni rum türk bütün emekçi yoksul halkalar, için devrimci sanat devrimci müzik ile yoksul halklara ne kadar yasaklanırsak. Ne kadar engellenirsekte, biz emekçi halkları için farklı etnik devrimci müziğe devam edeceğiz her konseri yasaklanan her yeni çalışmalarını sansürlene tutuklanan işkence gören bu güne kadar yüzler grup yorum üyesi var helini bir hafta önce neredeyse kaybettik. Şimdi mustafa koçak. Yaşamınj yitirdi sizce onların bireysel dar kalıplar içinde kendi yaşamlarını bir anlamı varmıydı onlar tek bir düş tek bir hayeleri oldu
Yoksul emrkçi halklar için daha, özgür bir dünya
Faşizm. Kesintisiz olarak türkiyede. Hep iktidardı
Ama öyle ama, böyle aksini idda eden varsa, soruyorum bu güne kadar devrim önderleri kim astı kim kurşuna dizdi kim işkencede devrimci önder İbrahim kaypakayanın parçalara ayrılmış bedeneni kim babasına. Bir çuvalın içinde verdi kemalist bir maske takmış faşist bir subay değilmiydi
Yada denizleri hüseyin'i yusuf'u kim dar ağacında, astı. Siz mahirin denizle cihangirle ömer ayna, ile denizle ibo ile kısır hatta, günümüzde devrimci sempatizanları içinds sıkça rastlanan lümpen bir kişilikle küfür hakaret içeren tek bir tartışmaları varmı. Yada perinçek dahil yalçın küçük bu gün ajan mit pentegon için çalıştıkları ortaya çıkanlar bile hakaret dolu bir yaklaşımı varmı binlerce farklı fraksyon yada, idolijik Ayrılıkta dergi yazı makele kitap okudum yok ama, 68 kuşağı devlet ile ayne parel kulvarda, hareket eden bı zatları sap gibi ortada bıraktıklarını biliyoruz hemde akılıa
Peki siz hiç devrimci 68 kuşağının hiç din üstünde
Kitleleri ayrıştıracak bir konuşmalarına yazılarına rastladınızmı. Gelelim kürtdistanlı yurtsever. Kesime. Bu güne kadar, önderlik yada, kck konseylik üyeleri alevileri şafii ermeni süryani ezidi ler ilgili en küçük bir ayrac gibi ayırdığını okudunuzmu
Yada, her hangi bir pratikte belli. Bir kesimi ön plana, çıkardığını duydunuzmu
Hiç bir şekilde inancı ne olursa olsun. Bir kesimi el üstünde tutulurken bir kesime haksızca, bir yaklaşımı yoktur. Lenin bile marks öngürü defalarca okumus analiz etmiş dinin kitleler üstünde afyon etkisini konuşmuş ama sscb içinde, onlarca, farklı inanç kesimini hedef göstermemiş insanlar din konusunda, devrimi baskı aracı olarak kullanmamış
Bizde bir arkadaş alevi kesimin onlarca uğranılan katliamları paylaşıyor yorum yapan. Onzulmu yapan faşist işgalci devlete deyinmeden gerici yobaz müslümanlar diyor bu arada alivi canları bu yolla
Bir kez daha heded haline getiriyor hemen hemen her kürd akp ile şeytanı aynı kefeye koyarkan bu arada ezidi kardeşlerimize küfür ediyor muslümanın şeytan dediği lanetlediği melek ezidi inancında, melike tavustur ve zerdeşte qal dande üstün görür şimdi 74 ferman görmüş ezidiler verçekten senin ona, yaklaşırken nasıl inansın
Senin samimiyetine peki bir can herhangi bir paylaşımda yorumları ve cevaplarken yada yorumları okurken neden şafii kürt kardeşinide kapsayan hakerete seyirci kalır nasıl bu kadar ucuz bir şekilde hepimiz bu faşist devletin değirmenine su taşıyoruz
Herkes şunu net bir kere daha, düşünsün bu gün kürdistan'da, özgürlük saronu var türkiye'de yoksul bütün emekçilerinde
Kurdistanlı bütün inanç sahiplerinden özgürlük sorunu var kimse alevi bir canın cemine yada, ezidi bir kürdün her sabah güneşe dönerek
Namaza durmasına
Veya süryani bir süryani. Bir insanımızın kilisedeki ayine katılmasına veya bir imamı şafii mezhebendeki insanımızın namaza, durmasını pratikte rahatsız olup karşı değil
Zaten asıl olan şudur hiçbirimizin. Hiç bir inancın faşizm karşısında ne yaşama, özgürlüğü var ne inanç özgürlüğü var
Ozaman Türkiye ve kürdistan'da tüm enerjimizi özgürlük için ortaya koyalım lütfen faşizmin istediği gibi birbirimizi inciterek kırararak ötekileşrirmeyelim
Bedirxan Botanll 2020
5 notes
·
View notes